Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə80/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   76   77   78   79   80   81   82   83   ...   178

1. Şap Madeni

Şap, bilindiği üzere dokumacılık endüstrisinde boya hammaddesi olarak kullanılan bir madendir. Biz, bu madenin Selçuklular zamanında Anadolu’da bol miktarda üretilmiş olduğunu ve üretim yapılan ocaklar arasında Kütahya ve Şarkî Karahisar’ın önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Ancak, Anadolu Türklüğünün dokuma endüstrisinde şapın kullanılmasına gerek bırakmayan kök boyaları kullanmasından dolayı, elde edilen ürünün büyük bir bölümü Avrupa ülkelerine ihraç edilmekte idi.46 Nitekim o dönemde Avrupa pazarlarında çok aranan iyi kalitedeki Şebinkarahisar şapının ihraç kapısı Trabzon, Afyon-Kütahya bölgesinden elde edilen şapın da ihraç kapısı Efes ve Milet limanlarıydı.47 Söz konusu limanlardan ihraç edilen şapa Avrupa ülkelerinin rağbet etmesinin başlıca sebebi ise, o dönemlerde Avrupa’da dokumacılık endüstrisinin yeni yeni gelişmekte olmasıdır.48 Avrupa’da yeni gelişmekte olan bu endüstri kolu, şapa ihtiyaç duymaktadır ve bu ihtiyaç dışarıdan karşılanma durumundadır. Gerçi o dönemde bu madde, sadece Anadolu’da değil, Mısır’da da üretilmektedir. Fakat Anadolu şapları Mısır şapına göre daha kalitelidir.49 Bu yüzden, XIII. yüzyılın sonlarından XV. yüzyılın ortalarına kadar yaklaşık iki asır boyunca Avrupa ülkelerinin kullanmış olduğu şap, Anadolu’dan karşılanmıştır.50 Hatta öyle ki, XIII. yüzyılın ortalarında Selçuklu sultanından şap madenlerini işletme imtiyazını alan biri Venedikli, diğeri de Cenevizli iki İtalyan tüccarın Konya’da bulundukları bilinmektedir.51 Nitekim, XIII. yüzyılda Fransa Kralı adına Moğolistan’a elçi olarak giden bir zatın geri dönüşünde bu konu ile ilgili olarak kaleme aldığı gözlemleri de bu durumu doğrulamaktadır. Moğolistan’daki vazifesini ifa ettikten sonra 1253 yılında Konya’ya uğrayan rahip W. Rubruck, Selçuklu sultanının, ülkesinde şap işletme imtiyazını Cenevizli Nicolo di S. Siro ile Venedikli Bonofacio de Molinis isimli iki İtalyan tüccara vermiş olduğunu anlatır. Yine adı geçen kişi, Selçuklu ülkesinde bu kişilerden başkasına şap satılmadığını, bu yüzden de onların ellerindeki şapı fahiş fiyatlarla piyasaya sürdüklerini gözlemlerine dayanarak anlatmaktadır.52 Hatta öyle ki, söz konusu madenin dış ülkelere ihraç yetkisi de adı geçen İtalyan tüccarlara aitti.53

Bu arada, Selçuklular zamanında ülke dışına özellikle İtalyan tüccarlar tarafından çıkartılan, yani onlar tarafından ihraç edilen madenin sadece şap olduğunu düşünmenin yanlış olduğu kanaatindeyiz. Çünkü az sonra da belirtileceği üzere Selçuklu Türkiyesinin dış satım ürünleri arasında şapın yanında kayatuzu, bakır ve gümüş de yer almaktaydı.54

2. Bakır Madeni

Anadolu Selçukluları zamanında Anadolu’yu gezmiş olan seyyahların vermiş olduğu bilgilere dayanarak Türkiye’de bakır madeninin de üretilmiş olduğunu biliyoruz. Mesela bunlardan birisi olan Fransız rahip Simon de Saint Quentin Türkiye’de bakır üretildiğini eserinde belirtmektedir. Fakat o her nedense üretim yapılan ocakların yerlerine eserinde yer vermemiştir. Ancak, bu eksikliği biz başka seyyahların vermiş oldukları bilgilerden giderebilmekteyiz ki, o dönemde Anadolu’da bakır madeni üretilen belli başlı üç tane ocak vardı. Bunlardan birincisi, Ergani yöresinde Zülkarneyn kalesi yakınlarında bulunan ve daha önce Artuklular tarafından 1122 tarihinde keşfedildiğine değindiğimiz maden ocağıdır. Bundan başka, yine bu dönemde Anadolu’da Erzincan ve Kastamonu’da da bakır üretildiğine dair kaynaklarda bilgiler yer almaktadır ki, bu arada Kastamonu’daki bakır madenine daha o dönemde “bakır küresi” denildiğini belirtelim. Erzincan’da bulunan bakır madeni ürününden de adı geçen şehirde bakır eşya üretimi meşhurdu ve özellikle bu madenden imal edilen lambalar, her yere ihraç edilmekteydi.55 Bundan başka, adı geçen ocaklarda üretilen bakırın da biz, ticarete konu olduğunu ve dış ülkelere ihraç edildiğini biliyoruz.56

3. Demir Madeni

Bu dönemde Anadolu’nun nerelerinde üretildiğine dair elimizde ayrıntılı bilgimiz olmamakla birlikte, İbn-i Batuta ve yukarıda adı geçen Fransız seyyahın verdiği bilgiler ışığında57 Selçuklu Türkiyesinde demir madenin üretilmiş olduğunu58 ve üretim yapılan başlıca ocakların da Ulukışla ve Sivas yakınlarında bulunduğunu biliyoruz.59 Fakat bir araştırmada o dönemde, Anadolu’da bunlardan başka küçük çaplı da olsa çok miktarda demir madeni ocaklarının bulunabileceği iddia edilmektedir. Ancak ne ilginçtir ki, bunların nerelerde bulunduğuna dair aynı eserde bilgi bulunmamaktadır.60


4. Gümüş Madeni

Bu maden, Selçuklular zamanında özellikle para basımında kullanılmasından61 dolayı oldukça önemli bir madendi. Yukarıda adı geçen Fransız seyyahın Anadolu’da birçok yerde gümüş madeni çıkartıldığına değindiğini62 ve bunların sayısının dört olduğunu biliyoruz.63 Bu ocaklardan birisi Ulukışla civarında bulunuyordu. Bundan başka o zamanlar Bayburt’a bağlı olan ve şimdiki adı ile Gümüşhane olarak bilinen yerde de bir maden ocağı bulunmakta idi. Üçüncü maden ocağı ise, Amasya Gümüşhacıköy’de bulunuyordu ki, buradaki maden ocağı hakkında da İbn-i Batuta’nın bilgiler vermiş olduğunu biliyoruz. Onun verdiği bilgilere göre Amasya’da Gümüş Şehri’nde bulunan maden ocağına Irak ve Suriyeli tüccarlar gelip gitmekte idi. Selçuklular zamanında Anadolu’da gümüş üretilen dördüncü maden ocağını da, Arap seyyahlardan El-Ömerî’nin vermiş olduğu bilgilerden tespit ediyoruz ki, bu ocak da, Kütahya’ya bağlı Gümüş Şar’da (Gümüş Şehir) bulunmakta idi.

Adı geçen maden ocağında üstün vasıflı gümüş elde ediliyordu. Bütün bunlardan başka kaynaklarda Selçuklular zamanında Kayseri Sarız yöresinde de bir gümüş madeninin bulunduğuna dair bilgiler yer almaktadır.64 Ancak Anadolu’da bu kadar maden ocağında üretim yapılmasına rağmen Selçuklular zamanında bu madenin dışarıya ihraç edildiğine dair kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanılmamaktadır.65 Bu da bize, yerli üretimin ihtiyacı karşılamadığını düşündürmektedir ki, şap madeninin aksine gümüş, Selçukluların ithal malları listesinde yer almamaktadır.66 Böyle olunca da, Selçuklular zamanında yerli üretimin ülkenin ihtiyacını karşılayacak düzeyde olmadığını söyleyebiliriz.

5. Çinko


Bütün bunlardan başka Selçuklular zamanında Anadolu’da çinko madeninin de üretilmiş olduğunu biliyoruz.67 Ancak şimdilik bu madeninin üretim yerinin neresi olduğuna dair elimizde bilgi bulunmamaktadır.

6. Tuz


Selçuklular zamanında Anadolu’da yeri tam olarak belli olmamakla birlikte tuz üretimi yapılan sekiz tane tuzlanın (kayatuzu ocağı) varlığını da biz yine değişik kaynaklarda yer alan bilgilerden öğreniyoruz.68

7. Boraks

X. yüzyıl İslam coğrafyacılarının vermiş oldukları bilgilere bakılırsa Anadolu’da o dönemde Van Gölü civarında Irak ve diğer ülkelere ihraç edilebilecek düzeyde boraks madeni çıkarılmakta idi ki, bu madeni özellikle ekmek üreten fırıncılar kullanmakta idi. XIII. yüzyılda Selçuklu idaresine geçen bu bölgedeki boraks madeni üretimi, eskiden olduğu gibi aynı canlılıkta devam ettirilmiştir. Nitekim bu yüzden adı geçen madenin bolca çıkartıldığı Ahlat bölgesi, çok mamur hale gelmiştir. Bunda da Ahlat bölgesinde bu madenden elde edilen gelirin neredeyse Mısır’ın gelirine eşit olacak derecede fazla olması etkili idi.69

8. Zırnık

Bu maden de yine o dönemde madencilik faaliyetleri açısından oldukça hareketli olan Van Gölü civarından çıkartılmakta idi.70

Bütün bunlardan sonra, yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda “o dönemde Anadolu’da Türkler tarafından altın madeni üretilmedi mi” şeklinde bir sorunun zihinlerde oluşabileceğini düşünüyoruz. Ancak ne yazık ki, şimdiye kadar yapılan araştırmalarda bizi bu konuda tatmin edici bir bilgiye ulaşamadık. Fakat Selçuklu Türkiyesinde altın işi ile uğraşan kuyumcuların bir esnaf loncasının olduğunu biliyoruz71 ki, bu da bize Türklerin Anadolu’da da altın madeni ile uğraştığını gösterir diye düşünüyoruz.

Bir de burada, Selçuklular zamanındaki bu madencilik faaliyetlerinin yürütülmesinde, daha sonra Osmanlılarda da olduğu gibi yerli Rumların tecrübelerinden istifade edilmiş olduğunu belirtmemizde fayda vardır diye düşünüyoruz. Çünkü, Selçuklular zamanında Anadolu’daki madenî sanatlar, özellikle Rum ahali arasında rağbet görmüştür.72 Bu ise bize, Türklüğün, gittiği yerlerdeki ekonomik faaliyetlere sekte vurmadığını, aksine yukarıda da değindiğimiz üzere, karşılaştığı birikimden istifade ederek bu faaliyetleri geliştirdiğini bir daha göstermektedir.

Bunlardan başka, yukarıda belirtmiş olduğumuz maden üretim faaliyetlerinin yanında Orta Asya’da olduğu gibi Selçuklular zamanında da Anadolu’da silah sanayisinin gelişmiş olduğunu belirtmeden geçemeyeceğiz. Mesela Germiyan’da yapılan süslü harp silahlarını ve Aydınoğullarının imal etmiş oldukları tüfekleri bu cümleden olmak üzere belirtebiliriz.73

C. Beylikler Döneminde

Anadolu’da Madencilik

Biz, Selçuklular zamanında Anadolu’da madencilik alanında var olan bu canlılığın, beylikler döneminde de devam ettirilmiş olduğunu düşünüyoruz. Çünkü söz konusu dönemde de Anadolu’da, Kütahya, Ulukışla, Gümüşköyü, Amasya Gümüşhacıköy, Gümüşhane, Ulukışla (Lulova) ve Gümüşköyü’ndeki maden ocaklarının işle

tilmiş olduğunu biliyoruz.74 Aynı şekilde daha önce Selçuklular zamanında gördüğümüz şap ticareti bu dönemde de devam ettirilmiştir.75

Sonuç

Bu küçük çaplı araştırma bize göstermiştir ki, madencilik, Türklük aleminin en belirgin özelliklerinden biridir. Türklük, yaradılıştan kendisini vazifeli gördüğü cihan hakimiyeti düşüncesini gerçekleştirmeye çalışırken bu özelliğinden yararlandığı gibi, bu faaliyetlerinden ekonomik anlamda kazanç da elde etmiştir. Böyle olunca da, Türklüğün Orta Asya’da göçebe mi yoksa yerleşik hayat mı yaşadığı sorularına da bir ölçüde cevap vermiş olduğumuzu düşünüyoruz. Çünkü dünya görüşü ve hayat tarzı tamamen göçebeliğe dayanan bir toplumun, yerleşik hayatın önemli bir unsuru olan madenciliği, yukarıda da izah edilmeye çalışıldığı şekilde bütün dallarında ileri düzeyde ifa etmesi mümkün olamazdı.



Tabiî, bütün bunlar yapılırken de hangi coğrafyada olursa olsun, ele geçirilen ülkelerdeki maden ocaklarının üretim faaliyetleri kesinlikle sekteye uğratılmamış, aksine tarihten gelen birikimlerin de etkisi ile bu maden ocakları Türkler tarafından işletmeye devam edilmiş ve daha bol miktarda ürünün elde edilebilmesi için gerekli tedbirler alınmıştır. Bundan dolayı da sadece Orta Asya’da değil gidilen bütün coğrafyalarda bu faaliyetlere devam edilmiştir.
DİPNOTLAR

1 Abdülkadir İnan, “Türklerde Demircilik Sanatı”, Türk Kültürü, S. 39 (Ocak 1966), s. 542.

2 Ömer Kemal Ağar, Maden İli, İstanbul, 1938, s. 19.

3 Ağar, a.g.e., s. 20.

4 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1988, s. 212, 307.

5 Kafesoğlu, a.g.e., s. 212.

6 Ağar, a.g.e., s. 19.

7 İnan, a. g. m., s. 543.

8 İnan, a. g. m., s. 542.

9 İnan, a. g. m., s. 543. Kafesoğlu, a.g.e., s. 213.

10 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, c. I, Ankara 1971, s. 66.

11 Ögel, Türk Mitolojisi s. 67.

12 İnan, a. g. m., s. 543.

13 Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Ankara, 1986, s. 84; a. g. m., s. 544.

14 Bu konuda bkz., İnan, a.g.e., s. 78, 111.

15 Ögel, Türk Mitolojisi, s. 59-63.

16 İnan, a. g. m., s. 452-543. Ergenekon ve onun Nevruz’la ilişkisinin anlatımı için bkz., Abdülhaluk Çay, Türk Ergenekon Bayramı Nevrûz, Ankara, 1988.

17 Ögel, Türk Mitolojisi, s. 69.

18 İnan, a. g. m., s. 544.

19 Kafesoğlu, a.g.e., s. 212.

20 Kafesoğlu, a.g.e., s. 308.

21 Kafesoğlu, a.g.e., s. 211.

22 Kafesoğlu, a.g.e., s. 308.

23 Ögel, Türk Mitolojosi, s. 66.

24 Ahmet Taşağıl, Gök-Türkler, Ankara, 1985, s. 17. Bu olayın bir başka şekilde anlatımı için bkz., İnan, a.g.m., s. 542.

25 Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 1988, s. 212.

26 Bu konuda bkz., Taşağıl, a.g.e., s. 11.

27 L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, Macarcadan çeviren Sadrettin Karatay, Ankara, 1986, s. 64. Bu arada, söz konusu çalışmada Gök Türkler için Kök Türk ifadesinin kullanılmış olduğunu belirtelim.

28 Ligeti, a.g.e., s. 65.

29 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Avrasya Dosyası, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı, sayı, 145 (Ağustos 2001), s. 1-3.

30 Ögel, Türk Mitolojosi, s. 67; Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 212.

31 Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 212.

32 Tabakoğlu, a.g.e., s. 72.

33 Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 213-214.

34 Çeşitli Türk topluluklarındaki maden işlemeciliği ile ilgili olarak bkz., Bahaeddin Ögel, İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi, Ankara 1984. Mesela adı geçen çalışmanın 121. sayfasında Avar Türklerinin dökümcülük sanatından, 218-220. sayfalarında Kırgız Türklerinin demir ve demirden alet üretmelerinden ve 278-280. sayfalarında da Peçenek Türklerinin maden işlemeciliğinden bahis vardır.

35 Ögel, Türk Mitolojisi, s. 67.

36 Ağar, a.g.e., s. 18. Bu vesile ile yukarıda 5 ve 6 numaralı dipnotların dayandırıldığı kaynaklarda, demirciliğin, Orta Asya’da Türkler tarafından ihdas edilip bütün dünyaya buradan yayılmış olduğu yolunda yer alan bilgiyi hatırlatmakta fayda görüyoruz.

37 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Ankara, 1965, s. 247, 248, 357.

38 Mehmet Altay Köymen, Alp Arslan ve Zamanı II, Ankara, 1983, s. 339.

39 Faruk Sümer, “Selçuklular Devrinde Türkiye’de Madenler”, Marmara Üniversitesi Türklük Araştırmaları Dergisi, S. 4, İstanbul, 1989, s. 160.

40 Sümer, a. g. m., s. 160.

41 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1986.

42 Sümer, a. g. m., s. 161.

43 Muzaffer Göker, “Türklerde Sanayi”, Belleten, c. II, s. 7/8, Ankara, 1938, s. 436. Bu konuda ayrıca bkz., Hamit Zübeyir Koşay, “Maden Tarihine Ait Yeni Belgeler”, Reşit Rahmeti Arat İçin, Ankara, 1966, s. 336.

44 Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul, 1980, s. 212.

45 Sabit Yılmaz, “Zengin Olan Maden ve Hammadde Kaynaklarımızın Değerlendirilebilmesi İçin Gerekli Olan Hukukî ve İdarî ve Teşvik Tedbirleri”, 2. Türkiye İktisat Tarihi Kongresi Sanayi Komisyonu Tebliğleri VI, Ankara, 1981, s. 275.

46 Cahen, Anadolu’da Türkler, çeviren Yıldız Moran, İstanbul, 1984, s. 164. Sümer, a. g. m., s. 164. Hatta, bugünkü adı Şebin Karahisar diye anılan yerin asıl adı Kara Hisar iken, burada şap üretilmesinden dolayı daha sonraları burasının adı Şapın Kara Hisar’dan bozularak Şebin Karahisar şeklinde söylenir olmuştur. Bu konuda Sümer’in adı geçen makalesine bakılabilir.

47 Şerafettin Turan, a.g.e., s. 138-139.

48 Tabakoğlu, a.g.e., s. 160,

49 Sümer a.g.e., s. 5; a. g. m., s. 163.

50 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, s. 266. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, s. 266. Tabakoğlu, a.g.e., s. 160. Cahen, burada belirtilen süreyi daha uzun göstermekte ve XIII. yüzyılın başları ile XV. yüzyılın sonları ara

sında devam ettiğini belirtmektedir. Bu konuda bkz., a.g.e., s. 164.

51 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, s. 266. Sümer, a. g. m., s. 164.

52 Sümer, a. g. m., s. 164. Ayrıca bkz., Akdağ, a.g.e., c. I, s. 31. Melek Delilbaşı, “Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde Batı ile Ticari İlişkilere Genel Bir Bakış”, Tarihte Türk Devletleri II, Ankara, 1987, s. 484. Şerafettin Turan, Türkiye-İtalya İlişkileri, Ankara, 2000, s. 139.

53 Akdağ, a.g.e., s. 31.

54 Şerafettin Turan, a.g.e., s. 179.

55 Sümer, a. g. m., s. 162; a.g.e., s. 6. Bu konuda ayrıca bkz., Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, s. 265. Cahen, a.g.e., s. 165. Tabakoğlu, a.g.e., s. 159-160.

56 Şerafettin Turan, a.g.e., s. 139, 179.

57 Sümer, a.g.e., s. 6; a. g. m., s. 162.

58 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, c. I, İstanbul, 1977, s. 31.

59 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, s. 265. Tabakoğlu, a.g.e., s. 159.

60 Cahen, a.g.e., s. 165. Bu konudaki tereddüt, bir başka araştırmada da dile getirilerek, Divriği demir madeninin o dönmede işletildiğine dair kaynaklarda bilgi bulunmadığına değinildikten sonra bir Fransız seyyahın o dönemde Anadolu’da çalıştığını söylediği demir madeninin adı geçen maden ocağı olabileceği düşüncesi ortaya atılmıştır. Bu konuda bkz., Sümer, a. g. m., s., 162.

61 Cahen, a.g.e., s. 165.

62 Sümer, a. g. m., s. 162.

63 Sümer, a.g.e., s. 5.

64 Sümer, a. g. m., s. 163. Bu konuda ayrıca bkz., Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, s. 265. Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, İstanbul, 1986, s. 160. Sümer, Yabanlu Pazarı, İstanbul, 1985, s. 5-6. Sümer, bu çalışmasında, Selçuklular ile çağdaş bir müellifin verdiği bilgiler doğrultusunda Kayseri Sarız yöresinde varlığından bahsedilen maden ocağının Pınarbaşı civarında Büyük Gümüşgün ve Küçük Gümüşgün köylerinin bulunmasından hareketle bu yörede bulunabileceği yorumunu yapmaktadır. Bkz., s. 6.

65 Sümer, a. g. m., s. 6.

66 Tabakoğlu, a.g.e., s. 156. Ancak, en son yapılan bir çalışmada gümüş, Selçukluların ihraç malları arasında gösterilmektedir. Bkz., Şerafettin Turan, a.g.e., s. 179.

67 Akdağ, a.g.e., c. I, s. 31.

68 Sümer, a.g.m., s. 164; a.g.e., s 7. Ayrıca bkz., Tabakoğlu, a.g.e., s. 160. Şerafettin Turan, a.g.e., s. 139.

69 Sümer, a.g.e., s. 7.

70 Sümer, a.g.e., s. 7.

71 Akdağ, a.g.e., c. I, s. 17.

72 Akdağ, a.g.e., c. I, s. 31.

73 Tabakoğlu, a.g.e., s. 161.

74 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu Devletleri, Ankara, 1984, s. 253-254.

75 Şerafettin Turan, a.g.e., s. 265.
Anadolu Beyliklerinin Sosyo-Ekonomik Tarihine Bir Örnek:

Saruhan Beyliği


YRD. DOÇ. DR. MUSTAFA KORKMAZ

Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
aruhanoğullarının sosyo-ekonomik tarihine girmeden önce, beylik hanedanına dair kısa bir bilgi vermek yerinde olacaktır.

Hârezmşahlara mensup emirlerden birinin torunu olması kuvvetle muhtemel olan Saruhan Bey tarafından 1313’te fethi tamamlanan Manisa ve çevresi, yine onun zamanında hemen hemen bütünüyle Türkleşmiş, yeni sakinlerinin engin medeniyetiyle ma’mûr ve müreffeh bir çehreye bürünmeye başlamıştır. Söz konusu tarihte Saruhanoğulları Beyliği’nin temellerini atan Saruhan Bey, karadaki mücadelelerini Ege Denizi’nde de sürdürmüş, böylece beyliğin sınırlarını Ege Denizi’ne açarak iktisadî ve askerî bakımdan büyük bir gelişme sağlamıştır.1

Saruhan Bey’le beraber başlayan ve bir yüzyıla yakın bir dönem devam eden beylik hanedanına ait bilgileri Mesalikü’l-Ebsâr,2 Düstûr-nâme-i Enverî,3 Câmiu’d-Düvel,4 İbn-i Batuta Seyahat-nâmesi5 Şikârî’nin Karaman Tarihi6 gibi eserlerle bazı kitabeler,7 şer‘iye sicilleri8 ve meskûkâta dair eser9 ve kataloglardan10 öğrendiğimiz gibi, XVI. yüzyıla ait vakıf defterlerinden11 de öğreniyoruz.

Buna göre, Saruhan Bey (…-1346), Beyliğin hâkimi olduğu ve merkez Manisa’da oturduğu sırada kardeşlerinden Çuğa Bey’i Demirci’nin, Ali Paşa’yı da Nif’in (Kemal Paşa) idaresine memur etmişti.12 Hâkimiyet sahasını Alaşehir’den İzmir ve Ege kıyılarına kadar uzatan Saruhan Bey’in kurduğu Beyliğin mütekâmil sınırları doğuda Alaşehir’in batısından İzmir Körfezi’ne, kuzeyde Bergama’dan güneyde Nif, Turgutlu ve Kemaliye’nin güneyine kadar uzanıyor; beylik kuzeyden itibaren Karesi, Germiyan ve Aydın beylikleriyle çevrilmiş bulunuyordu.13 Çuğa Bey’den sonra Demirci’nin idaresi Saruhan Bey’in oğullarından Devlethan Çelebi’ye intikal etmiştir. Saruhan Bey’den sonra merkez Manisa’nın idaresi ise baba-oğul olarak sırasıyla İlyas Bey (1346-1363?), İshak Bey (1363?-1378) ve Hızırşah Bey (ö. 1410)’in uhdesinde bulunmuştur.

Devlet Han Çelebi’den sonra oğlu Yakub Çelebi’nin Demirci hâkimi olması,14 bu şehirde Saruhanoğulları’nın Demirci kolunu teşekkül ettirirken, kimin oğlu olduğu tespit edilemeyen Budak Paşa, Gördes’de bulunmuş, daha sonra O’nun yerine oğlu Beğce Bey Gördes hâkimi olmuştur. Ayrıca Budak Paşa’nın diğer oğlu olan İdris’i Kayacık’a göndermesi, Budak Paşa ailesinin hakimiyet sahasını Gördüs (Gördes), Kayacık şehirleri ve çevresine yaydıklarını da göstermektedir. Aldıkları Çelebi unvanından dolayı, muhtemelen İshak Çelebi’nin oğulları olan Hayreddin Çelebi, Tarhanyat’ta (Menemen) ve Yusuf Çelebi de Gördük’te bulunmuşlardır.15

XVI. yüzyıl vakıf defterlerinden istihraç ettiğimiz bu bilgiler Saruhanoğulları Beyliği’ne ait toprakların Uluğ Bey’in reisliği altında Saruhanoğulları ailesi fertleri arasında müşterek olarak idare edildiğini göstermektedir. Son zamanlarda ele geçen üzerinde 814/1411 tarihi ve Saruhan bin İshak yazısı bulunan iki adet bakır sikke, bize İshak Çelebi’nin Saruhan ismini taşıyan ve şimdiye kadar bilinmeyen bir oğlu daha olduğunu, dolayısıyla bağımsızlık alâmeti olan sikkesinden hareketle16 Çelebi Mehmed’in Saruhanili’ni Osmanlı topraklarına kesin olarak kattığı, muhtemelen 1412-1415 tarihine kadar da hüküm sürdüğü17 düşünülürse, Saruhanoğulları’nın Batı Anadolu’daki hâkimiyet süresinin yaklaşık bir asırlık bir zaman dilimine tekabül ettiği anlaşılır.

Saruhanoğulları devrinin sosyo-ekonomik tarihini yazabilmek için bugün halihazırda yeterli kaynaklara sahip değiliz. Esasen Anadolu Selçuklularının ve onların varisleri olarak idarî geleneklerini devam ettiren Anadolu beyliklerinin sosyal ve ekonomik hayatlarını ortaya koyan nüfus ve mal sayımlarını hâvi vergi defterlerine, vergi kanun-nâmelerine ve her türlü adlî, hukukî, mülkî, ailevî bilgileri ihtiva eden kadı sicillerine malik oldukları kesin olmakla beraber, zamanımıza kadar kalabilmiş olanlar hemen hemen yok denecek kadar azdır.18
Diğer Anadolu beyliklerinde olduğu gibi, Saruhanoğulları Beyliği’nin sosyo-ekonomik tarihini ortaya koyabilmek için geriye kalan malzeme, çoğu Osmanlı devrinde kaleme alınmış ve düzenlenmiş olan Vekâyi-nâmeler, Tahrir Defterleri, ile epigrafik ve nümizmatik alanlarda yapılan yayınlardan ibaret kalmaktadır. Bu cümleden olarak, Saruhanoğullarının sosyo-ekonomik tarihi, diğerleri ihmal edilmeksizin daha çok Tahrir Defterleri ile vakıf ve vakfiyelerinden çoğunun Osmanlı devrinde ibkâ edilerek yeniden düzenlendiğini gösterir. Vakıf Defterleri, vakfiyeler ve söz konusu vakıfların Osmanlı devri Şer‘iye Sicillerine akseden hususlarından faydalanılarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.

I. Demografik Yapı ve Sosyal

Tabakalaşma

Saruhanili’nin fethini 1313 yılında tamamlayan Saruhan Bey’in maiyeti ile beylik topraklarına iskân edilen Türk unsurun, etnik yapısı, mevcut bilgiler çerçevesinde öncelikle Batı Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması süreci içinde ele alınmalıdır.

Bilindiği üzere Malazgirt Zaferi’ni müteakip, Selçuklu sultanlarının daha çok güvenlik sebebi ile Batı Anadolu uçlarına bir takım Türkmen boylarını yerleştirmeleri kronolojik bakımdan XI. yüzyıla kadar çıkmakla beraber daha sonraki devirlerde gerek Anadolu’nun diğer bölgeleri, gerekse Anadolu’nun batı bölgelerine yerleştirilen Türk unsurunun Anadolu’ya göçlerinde karşımıza çıkan iki önemli safha, onların geldikleri yerler itibariyle olan menşelerini de ortaya koymaktadır. Bunlardan birincisi XIII. yüzyıl başlarında cereyan edeni olup, Karahıtaylarla, Harezmliler arasındaki mücadelede Fergana’daki şehirlerin harap bir hale gelmesiyle bu bölgeyi kesin olarak terk etmek zorunda kalan ahalinin Anadolu’ya göçüyle aynı devirde Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Harezmliler tarafından yıkılmasını müteakip, Anadolu’ya doğru oluşan birçok göç dalgaları ve bunlar arasında özellikle Oğuzların Anadolu’ya yerleşmeleri safhasıdır. Bu safhada çoğunluk Oğuzlara ait olmakla beraber, göçmenler arasında Karluklar, Halaçlar ve diğer bazı Türk kabileleri de vardı.

Daha önemli olan ikinci safha, Moğol istilası öncesi ve sonrasında vuku bulan göçler safhasıdır. Söz konusu istila sırasında Maveraünnehr (Maveraünnehir) dolaylarında yaşayan oldukça kalabalık göçebe ve yarı göçebe Oğuz ve Karluk Türkleri Cengiz’in orduları önünden kaçarak Anadolu’ya sığındılar. Kıpçakların da aynı istilaya maruz kaldıkları, Anadolu’ya doğru göçe mecbur oldukları görülüyor. Kısa bir müddet sonra Harezmşahlar Devleti’nin yıkılışı birçok Harezm Türkü’nün Anadolu Selçuklularına sığınmasını sağladı. En son olarak Horasan, Azerbaycan ve Erran bölgelerinin Moğollar tarafından zabtı yine bir çok Türk kabilelerinin Anadolu’yu yurt tutmasına sebep oldu.19


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   76   77   78   79   80   81   82   83   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin