nâime (a.s.) 1. nazlı büyütülmüş [kadın, kız]. 2. i. zool. yumuşakçalar, fr. mollusques. 3. i. kadın adı.
nâime-i mücerrede zool. kabuksuz nâimeler.
nâime-i sedefiyye zool. kabuklu nâimeler.
nâimîn (a.s. naim'in c.) uyuyanlar, uykuda bulunanlar, (bkz: hâbîdegân, huftegân, niyâm, nüvvâm, nüvvem, nüyyem).
nâ-insâf (f.a.b.s.) insafsız, [daha çok "bî-insâf” şekli kullanılır].
naîr (a.s.) haykıran, na're atan.
nâir (nâr'dan. a.s.) parlayan.
nâire (a.i.c. nevâir) 1. ateş, alev. 2. sıcaklık, (bkz: hararet).
nâiz (a.s.) kuvvetlendiren; kaldıran, (bkz: intiâz).
-nâk (f.e.) isimlere takılarak sıfat meydana getiren bir edat olup "-li, -lü" mânâsını verir,
[derd-nâk dertli,
elem-nâk elemli.. gibi].
nak' (a.i.) 1. suda ıslanma. 2. sıcak suda haşlama. 3. ilâç olarak çıkarılan su. 4. hayvanın yiyeceğini soğuk su ile ıslatma. 5. toz. (bkz: gubâr).
naka' ("ka" uzun okunur, a.i.) temiz olma, pâklenme.
nâka (a.i.) dişi deve, maya.
nâka-i bahrî deniz fili.
nâ-kabil ("ka" uzun okunur, f.a.b.s.c. nâ-kabilân) 1. olmayacak, olamayacak. 2. kabiliyetsiz, câhil.
nâ-kabil-i icra yapılması imkânsız, yapılamaz.
nâ-kabil-i ta'rif tarif edilemez, anlatılmaz.
nâ-kabil-i te'lîf telif edilemez, bağdaşamaz, uyuşamaz.
nâ-kabilân (f.a.b.s. ve c.) 1. olmayacak, olamayacak işler. 2. beceriksiz, bilgisiz, kabiliyetsiz kimseler.
nâ-kabûl (f.a.b.s.) istidatsız, kabiliyetsiz.
nâ-kâfî (f.a.b.s.) kâfi değil, yetmez, (bkz: gayr-ı kâfi).
nakale (a.s. nâkıl'in c.) 1. nakledenler, haberciler. 2. eşyayı bir yerden başka bir yere taşıyanlar. 3. bir maddenin geçmesine uygun, elverişli olan şeyler. 4. bir kitabı, bir yazıyı bir dilden bir başka dile çevirenler, aktaranlar. 5. f i z. elektrik akımını veya ısıyı ileten maddeler, iletkenler.
nâ-kâm (f.b.s.) 1. maksadına erişememiş, (bkz: bed-baht, mahrum). 2. yoksun kalmış, nasipsiz.
nâ-kâmî (f.b.i.) bahtsızlık, mahrumiyet.
nâ-kâmî-i düşmen düşmanın muradına nail olmaması, düşmanın mahrumiyeti.
nakarat (a.i. nakra'nın c.) 1. müz. bir müzik parçasında (güfteli eserlerde) güftenin tekrar edilen kısmı. 2. mec. usanç verecek kadar sık sık tekrarlanan söz.
nakare ("ka" uzun okunur, f.i.) 1. davul, kös. [nazımda "nakkare" şeklinde de geçer]. 2. dümbelek.
nâ-kâre (f.b.s.) 1. işe yaramaz, yararsız. 2. tenbel, üşengen, uyuşuk.
nâ-kâre-gî (f.b.s.) yararsızlık, uyuşukluk, tembellik.
nâ-ka'ryâb (f.a.b.s.) dibi bucağı bulunmayan, dipsiz.
Bahr-i nâ-ka'ryâb dibi bucağı bulunmayan deniz.
nâ-kâste (f.b.s.) noksansız, eksiksiz.
nakb (a.i.) 1. delme. 2. delik veya lağım açma.
nakb-zen (a.f.b.i.) lağımcı, lağım açıcı.
nakd (a.i.c. nukud) 1. akçe, mâden para. 2. para olarak bulunan servet. 3. peşin para.
Nakd-i cân en kıymetli şey.
nakd-i cins nakit para; mal.
nakd-i hâlis başka madenle karışık gümüş veya altın para.
nakd-i mevcûd elde bulunan para.
nakd-i tevfîr etmek parayı bol bol harcamak.
nakd-a-nakd çabuk çabuk ödemelerle borcu azaltma.
nakden (a.zf.) 1. para olarak, para ile. 2. peşin, elden.
nakdî (a.s.) nakde mensup, nakille ilgili, para bakımından olan, paraca.
nakdî ceza para cezası.
nakdî kıymet bir şeyin para bakımından değeri.
nakdîne (f.i.) 1. hazır ve peşin para. 2. kıymetli mal.
nakdîne-i hayât hayâtın kıymeti.
nakdiyye (a.s. nakd'den) ["nakdî" kelimesinin müen.]. (bkz: nakdî).
nâ-kerde (f.b.s.) yapılmamış, olmamış.
nâ-kes (f.b.s.c. nâ-kesân) 1. nekes, cimri, pinti. 2. insaniyetsiz, alçak.
nâ-kesân (f.b.s. nâ-kes'in c.) 1. nekesler, cimriler, pintiler. 2. insaniyetsizler, alçaklar.
nâ-kesâne (f.zf.) 1. nekeslikle. 2. alçakçasına.
nâ-kesî (f.b.i.) alçaklık, namertlik.
nâ-keşîde (f.b.s.) 1. çekilmemiş. 2. mec. içilmemiş.
nâkıd (a.s.) 1. paranın kalbini anlayan. 2. bir şeyin iyisini kötüsünden ayıran. 3. i. dirhem, dinar.
nâkıl (a.s. nakl'den. c. nâkılân) 1. taşıyan. 2. geçiren 3. çeviren [bir dilden-]. 4.fız. 'iletken, fr. conducişittiğini anlatan. 5. teur.
nâkıl-i ahbâr haberler nakledici. [müen. "nâkile"].
nâkıliyyet (a.i. nakl'den) 1. geçirme vasfı. 2. fiz. 'iletkenlik, f r. conductibilite [yapma kelimelerdendir].
nâkıl-meclis (a.b.s.) söz taşıyan, (bkz: münafık, gammaz).
nakımet (a.i.). (bkz. nakmet).
Nâkır ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. nişana isabet eden ok. 2. s. delen, oyan, kazan.
nâkıs, nâkısa (a.s. naks'dan) 1. noksan, eksik; tam olmayan. 2. kusuru olan, kusurlu, (bkz. kem). 3. mat. eksi [-] işareti.
mahrût-i nakıs kesik koni. 4. a. gr. yalnız lâmül-fi'li "son harfi" harf-i illet olan kelime remy, sehv.. gibi.
nâkısat-ül-akl (aklı kısa) mec. kadın.
nâkıs-ül-iyâr ayarı eksik, bozuk.
nâkıs aded-i tâmm mat. negatif tamsayılar.
nâkısât (a.s. nâkıs'ın c.) eksiği olanlar. nâkısât-ül-akl (aklı kısa olanlar) mec. kadınlar.
nakıyye (a.s.) ["nakî" nin müen.]. (bkz: nakî).
nakız (a.s. nakz'dan) bozan, bozucu.
nâkız-ı müddeâ mant. karşısav, antitez.
nâkıza (a.s. nakz'dan) ["nakız" in müen.]. (bkz. nakız).
nakî (a.s.) 1. temiz, pak. 2. i. erkek adı.
nakî' (a.s.) kandırıcı, kandıran.
nakîa (a.i. nak'dan) ziyafet; damat için hazırlanan yemek [zifaf gecesinde].
nakîb (a.s. ve i. nakabet'den. c. nukabâ) l. bir kavim veya kabilenin reisi veya vekîli. 2. bir tekkede, şeyhin yardımcısı olan en eski derviş veya dede.
nakîb-i imaret imaret şeyhinin (âmirinin) yardımcısı.
nakîb-ül-eşrâf Peygamber soyundan olanların işlerini görmek üzere içlerinden hükümetçe tâyin olunan me'mur.
nakîb-ül-eşrâf kaymakamı taşralarda bu işle vazifeli olan kimseler.
nakîbe (a.i. nakb'dan) 1. insan ruhu. 2. akıl. (bkz. huş).
nakîh (a.s. nekahet'den) hastalıktan yeni kalkıp henüz zayıf olan [kimse].
nakîiyye (a.i.) zool.haşlamlılar, fr. influsoires.
nakîk (a.s.) kurbağa, tavuk, kedi gibi hayvanların boğuk sesi.
nâkil (a.s.) 1. nükûl eden, dönen. 2. kaçınan, çekinen, (bkz. muhteriz).
nakîme (a.i.) nefis, kendi; asıl, cevher.
nakîr (a.i. nakr'den) 1. hurma çekirdeğinin arkasındaki beyaz çukur. 2. pek
küçük, ehemmiyetsiz şey.
nakîr ü kıtmîr takımıyla, hepsi, iğneden ipliğe kadar.
nakîs (a.s. noksân'dan) eksik, (bkz: nâ-temâm).
nâkis (a.s. neks'den c. nevâkis) 1.başını dâima öne eğen [adam]. 2. alçak, adî, bayağı.
nakîse (a.i.c. nekais) eksiklik, kusur; kabahat, ayıp.
nakîse-dâr (a.f.b.s.) kusurlu, eksiği olan.
nakîz (a.s. nakz'dan) zıt, karşı.
Müsemmâ bin-nakîz adı, vaziyetine ve hareketine uymayan.
nakîz-i müddeâ mant. antitez, karşı iddia.
nakîza (a.s.c. nakâiz) birbirine karşı, zıt olan şey, iş.
nakîzeyn (a.b.s.) birbirine zıt olan iki şey.
nakkab ("ka" uzun okunur, a.s. nakb'den. c. nakkabân) delik açıcı, delici.
nakkabân ("ka" uzun okunur, a.s. nakkab'ın c.) delik açıcılar, deliciler.
nakkad ("ka" uzun okunur, a.s. nakd'den. c. nakkadân) 1. nakd eden, paranın kalpını sağlamından ayıran. 2. bir şeyin iyisini kötüsünden ayıran. 3. tenkidçi. 4. imam, hatip; kayyûm.
nakkad-ı erz imarette pişirilen pilâvın pirincini ayıklayan hademe.
nakkadân ("ka" uzun okunur, a.s. nakkad'ın c.), (bkz. nakkad).
nakkaf ("ka" uzun okunur, a.s.) iyi niyet sahibi, temkinli kimse.
nakkal ("ka" uzun okunur, a.s. nakl'den) nakledici, hikayeci, masalcı.
nakkar ("ka" uzun okunur, a.i. nakr'dan) 1. çalgı; müzik. 2. taş oyma sanatkârı.
3. s. gagalayan.
nakkare ("ka" uzun okunur, a.i. nakr'dan) çiftenâra, dümbelek.
nakkare-zen (ikinci "ka" uzun okunur, a.f.b.s.) nakkare, çiftenâra, dümbelek
çalan [kimse].
nakkar-hâne ("ka" uzun okunur, a.f.b.i.) çalgı takımı, çalgı yeri. (bkz: mehter-hâne).
nakkariyye (a.i.) zool. ağaçkakan-giller.
nakkaş "ka" uzun okunur, a.i. nakş'dan) l. yağlı boya ile duvar nakışlan yapan usta, süsleme sanatkârı. 2. i. nakış işleyen, nakış yapan kimse.
nakkaş-ı ezel Allah.
nakl (a.i.) 1. bir şeyi başka bir yere götürme. 2. taşıma, aktarma, geçirme.
nakl-i hümâyûn pâdişâhın taşınması.
nakl-i şahadet bkz: kitâb-ı hükmî).
nakl-üd-dem fizy. kan aktarma. 3. aynını başka bir şey üzerine alma. 4. anlatma, söyleme [hikâye, masal...]. 5. tercüme etme. 6. coğr. "taşın, fr. transport.
nakl-bend (a.f.b.s.) hikayeci, masal, hikâye bağlayan, uyduran.
naklen (a.zf.) 1. nakil yoluyla. 2. anlatma veya hikâye yoluyla.
naklî (a.s.) 1. taşıma ile ilgili. 2. akla değil, nakle dayanan, yânî, söylenen [hakikat].
Mâzî-i naklî gr. -miş'li geçmiş sevmiş, gitmiş.. gibi.
naklî şahadet huk. dâvâlının gıyabında görülen davalarda, davacı tarafından getirilen ve bulundukları yerde dinlenen tanıkların beyanları.
nakliyyât (a.i. nakliyye'nin c.) 1. taşıma işleri. 2. anlatılanlardan öğrenilen şeyler.
nakliyye (a.i. nakl'den. c. nakliyyât) 1. eşya taşıma işi. 2. taşıma parası, taşımalık.
Masârif-i nakliyye taşıma parası.
nakm (a.i.) intikam, öç alma, eza vererek cezalandırma.
nakmet (a.i.) intikam, öç alma, eza vererek cezalandırma.
nakr (a.i.) 1. vurma. 2. kuşun yem toplaması. 3. oyma, kazma, taş oyma, heykel yapma, taş oymacılığı.
Fenn-i nakr heykeltıraşlık, fr. sculpture.
naks (a.i.) 1. noksan, eksiklik. 2. eksiltme, azaltma.
naks-ı dîn dînî inançların zayıf olması.
nakş (a.i.) 1. resim. 2. duvarlara, tavanlara yapılan yağlı veya sulu boya resim, süsleme sanatı. 3. ipekle, sırma ile işleme. 4. mec. hîle, renk.
nakş-ı ber-âb devamsız, süreksiz şey.
nakş-ı bî gubâr sıkıntı, baskı altında bulunanların ağlayışı.
nakş-ı cebin alın yazısı, (bkz: ser-nüvişt)
nakş-ı dil-firîb gönül aldatıcı suret.
nakş-ı dîvâr duvara yazılmış fresk; mec.cansız, kuvvetsiz, ruhsuz kimse.
nakş-ı kadem, -ı pay ayak izi. 5. müz.beste ve semaî forme'larının husûsî bir şekline verilen isim.
nakş-ı küll tüm yaratılış.
nakş-ı nîk iyi, hoş, güzel, mutlu an.
nakş-ı peleng g.s. bir kumaş ve çini motifi.
nakş-bend (a.f.b.i.) kumaşların nakışlarını bağlayıp ipek tellerle tezgâha hazırlayan kimse, süslemeli dokuma sanatkârı, (bkz: nakkaş, ressam).
nakş-bendî (a.f.b.i.) 1. nakış-bendîlik, ressamlık; süslemeli dokuma sanatı. 2. Şeyh Muhammed Bahâüddîn Nakşbend'in kurduğu zühde, murakabeye ve hafi zikre dayanan tarîkatine girmiş kimse.
nakş-beste (a.f.b.i.) müz. iki haneli beste şekli olup nâdir kullanılmıştır. Nakış bestelerde, bir gelenek olarak hemen dâima lenk-fâhte usûlü kullanılmıştır.
nakş-perdâz (a.f.b.s. ve i.) nakış yapan, ressam.
nakş-perdâzî (a.f.b.i.) ressamlık.
nakş-semâî (a.b.i.) müz. iki haneli beste veya semaî.
nakş-tırâz (a.f.b.i.) süslü işlemeler.
nâkur ("ku" uzun okunur, a.i. nakr'dan) 1. düdük. 2. boru.
nâkus ("ku" uzun okunur, a.i. c. nevâkîs) l. Hıristiyanlarda ibâdet vaktini bildirmek üzere kilisede çalınan çan. 2. fanus, çan biçiminde olan şişe.
nakvet (a.i.) bir şeyin seçkini.
nakz (a.i.) 1. bozma, çözme; kırma. 2. bir sözleşmeyi yok sayma.
nakz-ı siyam oruç bozma.
nakz-i sinn çürüyüp kırılan dişin çukurunda kalan kök parçası.
nakzen (a.zf.) nakzederek, bozarak.
nâl (f.i.) 1. kamış düdük, (bkz: mizmâr). 2. kamış. 3. kamış kalemin içindeki saz. 4. şeker kamışı. 5. s. inleyen, inleyici.
na'l (a.i.) 1. ayakkabı, papuç. 2. nal. 3. oturacak yerlerin en aşağısı.
nâlân (f.s.) 1. inleyici, inleyen. 2. i. kadın adı.
nâ-lâyık (f.a.b.s.) lâyıksız, lâyık değil, (bkz: nâ-revâ, nâ-sezâ).
na'l-bend (a.f.b.i.) nalbant.
na'l-bur (a.f.b.i. na'l'dan) nalbur, nal, çivi gibi şeyler yapan kimse.
na'lçe (a.f.b.i.) nalça.
nâle (f.i.) inleme, inilti, (bkz: feryâd).
nâle-i bülbül bülbülün feryadı.
nâle-kâr (f.b.s.) inleyen, (bkz: nâle-senc, nâle-zen).
nâle-künân (f.zf.) inleyerek, feryâdederek.
nâlende (f.s.) inleyen, inleyici.
nâle-senc (f.b.s.) inleyen, inildeyen. (bkz: nâle-zen).
nâle-sencî (f.b.i.) feryâdedicilik.
nâle-serâ (f.b.s.) inleyen.
nâ'leyn (a.i.c.) 1. bir çift ayakkabı. 2. bir çift nalın. 3. bir çift nal.
na'leyn-tırâş (a.f.b.s. ve i.) nalıncı.
nâle-zen (f.b.s.) inleyen, inildeyen. (bkz. nâle-senc).
nâle-zenân (f.zf.) inleyerek, inildeyerek.
nâle-zenî (f.b.i.). (bkz. nâle-sencî).
na'lî (a.s.) nal biçiminde olan.
nâliş (f.i.) inleyiş, inleme, inilti.
nâliş-kâr, nâliş-ker (f.b.s.) inleyen, inildeyen.
nâliş-zen (f.b.s.) inildeyen.
na'l-tırâş (a.f.b.i.) 1. ağaç ayakkabı yapan sanatkâr. 2. nalıncı.
nâm (f.i.c. nâmân) 1. isim, ad. 2. ün, lâkab. 3. adres. 4. yerine, vekillik.
nâm-ı diğer (öteki ad) takma ad.
nâm-ı müsteâr kendi adından başka eğreti alınan ad.
nâm-ı şerîf şerefli isim, mübarek ad.
na'mâ (a.i. ni'met'den) 1. ihsan, bahşiş, nîmet, insanı refaha kavuşturucu şey. 2. bahşiş, armağan.
nâ-ma'dûd (f.a.b.s.) sayılmaz, sayısız, çok.
nâ-mağlûb (f.a.b.s.) mağlup olmaz, yenilmez.
nâ-mahdûd (f.a.b.s.) hudutsuz, sınırsız.
nâ-mahrem (f.a.b.s.) 1. mahrem olmayan. 2. nikâh düşmeyen. 3. yabancı erkek
nâ-mahremiyyet (f.a.b.i.) namahremlik.
nâ-mahsûr (f.a.b.s.) sonu olmayan, sonsuz, sınırlanmamış.
nâ-makbûl (f.a.b.s.) makbul olmayan, kabul olunmamış, beğenilmemiş.
nâ-ma'kul ("ku" uzun okunur, f.a. b.s.) ma'kul olmayan, akla uygun gelmeyen.
nâ-ma'lûm (f.a.b.s.) bilinmeyen, bilinmemiş, (bkz: meçhul).
nâmân (f.i. nâm'ın c.) isimler, adlar.
nâ-ma'rûf (f.a.b.s.) ma'rûf olmayan, tanınmayan, bilinmeyen.
nâ-marzî (f.a.b s.) arzuya, isteğe uygun olmayan.
nâ-matbû (f.a.b.s.) 1. tabîata uygun olmayan. 2. basılmamış olan [yazı].
nâm-âver (f.b.s.c. nâm-âverân) ad salmış, ünlü. (bkz: meşhur, nâm-berde, nâm-dâr, nâm-ver).
nâm-âverân (f.b.s. nâm-âver'in c.) ad salmış olanlar, ünlüler, (bkz: meşâhîr, nâm-verân).
namâz (f.i.) namaz, (bkz: salât).
namâz-ı pîşîn öğle namazı.
namâz-ı şâm akşam namazı.
namâz-gâh (f.b.i.) [çok zaman] açıkta namaz kılmak üzere yapılan yer olup kıble tarafında mihrap yerine bir dikili taşı bulunur, üstü açık mescid.
namâz-güzâr (f.b.s.) namazlarını eda eder olan.
nâm-ber-dâr (f.b.s.) namlı, adlı sanlı, (bkz. meşhur, nâm-âver, nâm-berde, nâm-dâr, nâm-ver).
nâm-berde (f.b.s.). (bkz. meşhur, nâm-âver, nâm-dâr, nâm-ver).
nâm-cû[y] (f.b.s.c. nâm-cûyân) 1. nam arayan, ün arayan. 2. yiğit.
nâm-cûyân (f.b.s. nâm-cû'nun c.) l. nam arayanlar, ün arayanlar. 2. yiğitler.
nâm-dâr (f.b.s.c. nâm-dârân) namlı, ünlü. (bkz: meşhur, müştehir, nâmber-dâr, nâm-ver).
nâm-dârân (f.b.s. nâm-dâr'ın c.) namlılar, ünlüler, (bkz. meşâhîr, nâm-âverân, nâm-verân).
nâm-dârî (f.b.i.) namdarlık, şöhret, ünlülük.
nâme (f.i.) 1. mektup. 2. sevgiye veaşka dâir yazılmış mektup. 3. kitap, mecmua.
nâme-i hicrân ayrılık mektubu.
nâme-i hümâyûn [eskiden] pâdişâh tarafından bir hükümdara gönderilen mektup.
nâme-i hümâyun-ı izzet ve saadet meşhûn pâdişâh tarafından bir hükümdara gönderilen ululuk, yücelik ve mutlulukla dolu mektup.
nâme-i hümâyûn-ı izzet-makrûn pâdişâh tarafından bir hükümdara gönderilen değere, yüceliğe, ululuğa ve saygıya ulaşmış, kavuşmuş olan mektup.
nâme-i hümâyûn-ı meserret-makrûn pâdişâh tarafından bir hükümdara gönderilen meserrete, sevince ulaşmış, kavuşmuş olan mektup.
nâme-i resânî mektup ulaştırma işi.
nâme-i saâdet-unvân (adı, mevkii, unvanı mutlu olanın mektubu) pâdişâh mektubu.
nâme-i siyahlika kara yüzlü, felâket haberli mektup.
nâme-i şerîf şerefli, mübarek, kutsal mektup.
-nâme (f.s.) "yazılı, yazılmış, küçük kitap" mânâlarına gelerek mürekkep (birleşik) kelimeler meydana getirir[emir-nâme, kanunnâme, karar-nâme.. gibi].
nâme-âver (f.b.s.) mektup götüren, (bkz: nâme-ber).
nâme-ber (f.b.s.) mektup götüren.
Kebûter-i nâme-ber posta güvercini, (bkz: nâme-âver).
nâ-mefhûm (f.a.b.s.) mânâsız, anlaşılmaz.
nâ-me'mûl (f.a.b.s.) umulmadık, beklenmedik.
nâme-nüvîs (f.b.i.) tar. Babıâli'de, dîvân me'murluklarından biri.
nâ-merbût (f.a.b.s.) rabıtasız, mânâsız, saçmasapan.
nâ-merd (f.b.s.) 1. merd olmayan, alçak [kimse]. 2. korkak, (bkz:cebîn).
nâ-merd-âne (f.zf.) namertlikle, insaniyetsizlikle, alçaklıkla.
nâ-merdî (f.b.i.) 1. namertlik, insaniyetsizlik, alçaklık. 2. korkaklık.
nâme-res, nâme-resân (f.b.s.) nâme eriştiren, mektup ulaştıran.
nâme-resân (f.b.i.) nâme, mektup eriştiricilik.
nâ-mergub ("gu" uzun okunur, f.a.b.s.) rağbet olunmayan, beğenilmeyen.
nâ-mer'î (f.a.b.s.) 1. görünmez;görülmez. 2. modası geçmiş.
nâ-merzâ (bkz: nâ-marzî).
nâ-mesbûk (f.a.b.s.) sebketmemiş, geçmemiş; benzeri olmamış.
nâ-mesmû’ (f.a.b.s.) 1. işitilmemiş. 2. işitilmeye değmez.
nâ-mestûr (f.a.b.s.) 1. örtülmemiş, (bkz: üryan). 2. açık, meydanda, (bkz: iyân).
nâ-mes'ûd (f.a.b.s.) mes'ud ve mübarek olmayan, kutsuz.
nâ-meşrû' (f.a.b.s.) huk. şeriata, kanuna uymayan, yasaya aykırı, (bkz: meşru').
nâ-mevzûn (f.a.b.s.) 1. vezinsiz, ölçüsüz. 2. ed. vezni bozuk [manzume].
nâ-meysûr (f.a.b.s.) 1. işi kolaylaştırılmamış. 2. elde edememiş, ele geçirememiş; elde edilememiş, ele geçirilememiş.
nâmık (a.i. nemk'den) 1. yazıcı, kâtip (bkz. nüvîsende). 2. erkek adı.
nâmî (f.s. nâm'dan) 1. namlı, şöhretli, ünlü. 2. i. erkek adı.
nâmî (a.s. nümüvv'den) yerden biten, yetişen, büyüyen, artan. [müen. "nâmiye"]. (bkz: nâbit).
nâ-mihr-bân (f.b.s.) muhabbetsiz, vefasız, sevgisiz.
nâ-mihr-bân (f.b.i.) muhabbetsizlik, vefasızlık, sevgisizlik.
nâmiye (a.i.) olma, yerden bitme.
Kuvve-i nâmiye olma, yerden bitme kuvveti.
nâmiye-bâr (a.f.b.s.) hayat verici.
nâ-mizâc (f.a.b.s.) mizaçsız, keyifsiz, rahatsız, hasta.
nâ-mizâcî (f.a.b.i.) mizaçsızlık, keyifsizlik, rahatsızlık, hastalık.
nâ-murâd (f.b.s.) 1. muradına erişememiş. 2. i. müz. Türk müziğinin eski bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir nümunesi yoktur.
nâ-murâdî (f.b.i.) muradına erişememe, isteğine ulaşamama.
nâmûs (a.i.c. nevâmîs) 1. kanun, nizam. 2. ar, edep, haya, ırz. 3. temizlik, doğruluk. 4. Allah'a yakın olan büyük melek. [Arapçada"esrar sahibi" mânâsına da gelir; aslı Yunancadır].
nâmûs-i dilberi dilberlik namusu, güzellik şeref ve haysiyeti.
nâmûs-i ekber Cebrail.
nâmûsiyye (a.i.) 1. yatanların görülmemesi için yatağın etrafına çekilen perde. 2. cibinlik.
nâmûs-kâr (a.f.b.s.) 1. namuslu. 2. doğru. [adam].
nâmûs-kârâne namuslulukla, (bkz: nâmûs-perverâne).
nâmûs-perver (a.f.b.s.) namuslu.
nâmûs-perverâne (a.f.zf.) namuslulukla, (bkz: nâmûs-kârâne).
nâmûs-perverî (a.f.b.i.) namusluluk.
nâ-mutasavver (f.a.b.s.) hatıra ve hayâle gelmeyen.
nâ-mûtemed (f.a.b.s.) güvenilmez, inanılmaz.
nâ-muvâfık (f.a.b.s.) muvafık, uygun olmayan, uymaz.
nâ-mübârek (f.a.b.s.) uğursuz, meymenetsiz.
nâ-mühezzeb (f.a.b.s.) ıslah edilmemiş, terbiye görmemiş.
nâ-mülâyim (f.a.b.s.) 1. uymaz, uygunsuz. 2. sert, çetin.
nâ-münâsib (f.a.b.s.) uygun olmayan, münasebetsiz, yakışıksız, uygunsuz.
nâ-müsâid (f.a.b.s.) müsait olmayan, bir işi güç bir hâle sokan.
nâ-müstahikk (f.a.b.s.) 1. istihkakı olmayan. 2. istihkak olunmamış, hakedilmemiş.
nâ-müstaidd (f.a.b.s.) istidatsız, kabiliyetsiz.
nâm-müsteâr (f.a.b.i.) takma ad [kendini belli etmemek için alınan].
nâ-mütenâhî (f.a.b.s.) sonsuz, uçsuz bucaksız.
Fezâ-yi nâ-mütenâhî sonsuz gibi görünen boşluk.
nâ-mütenâhiyyet (f.a.b.i.) sonsuzluk.
nâ-müvecceh (f.a.b.s.) tevcih edilmemiş, yönetilmemiş.
nâ-müveccih (f.b.s.) uygun olmayan, uygunsuz.
nâ-müyesser (f.a.b.s.) müyesser olmayan, elden gelmeyen.
nâm-ver (f.b.s.c. nâm-verân) namlı, adlı, ünlü. (bkz: meşhur, nâm-âver, nâm-berdâr, nâm-dâr).
nâm-verân (f.b.s. nâm-ver'in c.) namlılar, adlılar, ünlüler, (bkz: meşâhîr, nâm-âverân, nâm-dârân).
nâm-verî (f.b.i.) meşhurluk, ünlülük.
nâm-zed (f.b.s.) 1. nişanlı, sözlü, yavuklu. 2. aday. 3. huk. miras bırakanın fevkalade ikame yoluyla tayin ettiği mirasçı. 4.huk. lehine vasiyet yapılan kimse.
nân (f.i.) ekmek, (bkz: hubuz).
nân-ı aziz ekmek.
.... nân-ı azîziyle perverde olmak birinin ekmeğiyle beslenmek.
nân-ı cevîn arpa ekmeği.
nân-ı gülâc ekmek kadayıfı, güllaç baklavası.
Nân-ı cevîn arpa ekmeği
Nân-ı gülâc ekmek kadayıfı, güllaç baklavası.
nân-ı haram kanun dışı sağlanan yiyecek ve para.
nân-ı helâl kanuna uygun, yasal yollardan sağlanan geçim, para.
nân-ı huşk kuru ekmek.
nân-ı keskin buğdaydan başka hububatla yapılan ekmek.
nân-ı telh acı ekmek.
nân-ı teng küçük kalıp ekmeği.
nân ü nemek tuz ve ekmek [hakkı].
nân ü ni'met iyilik, bağış, (bkz: atıfet, ihsan).
na'nâ' (a.i.) nane. (bkz: na'na').
na'na' (a.i.) nane.
nân-bahâ (f.b.i.) imparatorluk zamanında bâzı devlet memurlarına ekmek karşılığı olarak verilen para.
nân-cû[y] (f.b.s. ve i.) "ekmek arayan"dilenci, (bkz: gedâ, nân-hôr).
nân-hâh (f.b.s.) "ekmek isteyen"dilenci.
nân-hâr (f.b.i.) tar. ölen yeniçerilerin çocukları.
nân-hor (f.b.s. ve i, ) dilenci, (bkz: gedâ, nân-cû [y], nân-hâh).
nân-kör (f.b.s.) gördüğü iyiliği unutan; tuz, ekmek hakkını bilmeyen.
nân-pâre (f.b.i.) 1. ekmek parçası, bir lokma ekmek. 2. geçime yarayan iş, me'murluk.
nân-püz (f.b.i.) ekmekçi, ekmek pişirici. (bkz habbâz).
nânû (f.i.) ninni.
nâ-pâk (f.b.s. c. nâ-pâkân) pis, murdar.
nâ-pâkân (f.b.s. nâpâk'ın c.) pisler, murdarlar.
nâ-pâkî (f.b.i.) pislik, murdarlık, (bkz: hubs).
nâ-paydâr (f.b.s.) sebatsız, kararsız süreksiz.
nâ-perhizkâr (f.b.s.) 1. sağlığına dikkat göstermeyen. 2. günahtan kaçınmayan. 3. toplumun ahlâk kurallarını hiçe sayan.
nâ-pervâ (f.b.s.) 1. pervasız, korkusuz, çekinmez, aldırışsız, (bkz: bî-pervâ). 2. sersem.
nâ-pesend, nâ-pesendîde (f.b.s.) beğenilmez.
nâ-peydâ (f.b.s.) 1. bellisiz, görünmeyen, gizli. 2. kaybolmuş, (bkz: nâ-bûd).
Peyda vü nâ-peydâ belli belirsiz.
nâ-pezîr (f.b.s.) 1. kabul etmez. 2. olamaz, olmaz.
nâ-puhte (f.b.s.) 1. pişmemiş, çiğ. 2 . mec. tecrübesiz, acemi.
nâr (f.i.) bot. nar.
nâr (a.i.) 1. ateş, od. 2. cehennem.
Ehl-i nâr cehennemlik olan.
El-intizârü eşeddü min-en-nâr bekleme, ateşten daha şiddetlidir.
ihrâk-bi-n-nâr ateşle yakma. 3. yakıcı şey [ateş gibi].
Küre-i nâr jeol. ateş küre.
nâr-ı aşk aşk ateşi.
nâr-ı beyzâ kim. akkor. nâr-ı fârisiyye hek. yılancık.
na'ra (a.i.) (bkz: na're).
nâ-râst (f.b.s.) 1. doğru olmayan, eğri. 2. yanlış, doğru olmayan. 3. razı olmayan.
nâr-bün (f.b.i.) nar ağacı.
Nârcîl (a.i.) Hindistan cevizi.
nârçîl (f.i.) Hindistan cevizi, (bkz: nârgîl).
Nârdâ (f.b.s.) lâyık değil, (bkz: nâ-çespân).
nâr-dân (f.b.i.) 1. nar taneleri. 2. gözyaşı damlaları.
Nârdenk (f.i.) nâr, erik, kızılcık, elma gibi meyvalardan çıkarılan ekşimsi pekmez.
nâr-dîn (f.i.) bot. sünbül-i rûmî denilen bir çiçek.
na're (a.i.) nâra, yüksek sesle bağırma.
na're-i hayyâk Allah "Allah canını bağışlasın!" tarzındaki bağırma.
na're-i mestâne sarhoş gibi nâra atma.
na're-endâz (a.f.b.s.) nâre atan.
nâ-refte (f.b.s.) gidilmemiş, geçilmemiş, kimsenin geçmediği [yer].
nârenc (f.i.) 1. turunç. 2. portakal.
nârencî (f.s.) turuncu, turunç renginde.
Dostları ilə paylaş: |