nâz-perver (f.b.s.) naz eden
nâz-perver-âne (f.zf.) nazlanarak.
nâz-perverd, nâz-perverde (f.b.s.) naz içinde büyümüş, terbiye olmuş, nazlı.
nâz-perverî (f.b.i.) naz ederlik, nazlanma.
nazra (a.i.). [bir tek] bakış.
Nazra-i mahmûr mahmur bakış.
Nazra-i münâcât yalvarıp yakaran bir bakış.
Nazra-i nefrîn lânetleyen bakış.
Nazra-i perîşân perişan bakış.
Nazra-i şefakat şefkatli bakış.
Nazra-i şûm uğursuz bakış.
Nazra-gâh (a.f.b.i.) bakış yeri, gözle bakılan yer; göz önü.
Nazra-künân (a.f.zf.) bakarak, seyrederek.
Nazret (a.i.) . (bkz : nezâret)
nâzük (f. s.).(bkz. nâzik).
nâzükî (f.i.) naziklik, incelik.
nâzük-âne (f.zf.). (bkz. nâzik-âne).
nâzük-beden (f.a.b.s.). (bkz. nâzik-beden).
nâzük-edâ (f.b.s.). (bkz: nâzik-edâ).
nâzük-endâm (f.b.s.) (bkz : nâzik-endâm).
nâzük-güzîn (f.b.s.) (bkz : nâzik-güzîn).
nâzük-hayâlân (f.a.b.s.) (bkz : nâzik-hayâlân).
nâzük-hulk (f.a.b.s.). (bkz. nâzik-hulk).
nâzükî (f.i.). (bkz. nâzikî).
nâzük-mizâc (f.a.b.s.). (bkz: nâzik-mizâc).
nâzük-ten (f.b.s.). (bkz. nâzik-ten).
nâzük-ter (f.b.s.).1.(bkz.nâzik-ter). 2. i. "nâzikter" şeklinde kullanılan kadın
nâzük-terîn (f.b.s.). (bkz. nâzik-terîn).
nâzük-vücûd (f.a.b.s.). (bkz: nâzik-vücûd).
ne (f. e.) değil, yok.
neâb (a.i.) 1. karga yavrusu. 2. karga veya horoz gibi ötme.
neâim (a.i. neâme'nin c.) devekuşları, (bkz: neâmât).
ne'al (a.i.) nalbant.
neam (a.e.) 1. evet, pek güzel, hay hay; öyledir.
La ve neam evet ve hayır; evet ve hayır demeyip susma. 2. (c. en'âm) deve, öküz, koyun gibi dört ayaklı hayvan.
neâmât (a.i. neâme'nin c.) zool.devekuşları, (bkz. neâim).
neâme (a.i.c. neâmât) zool. devekuşu.
ne'âr (a.s.) kafa tutan, baş kaldıran. (bkz. âsî, ser-keş).
ne'âre (a.s.i.) fâhişe, orospu.
neb‘ (a.i.). (bkz: nebeân).
nebâgat (a.i. nebg'den) âşikar olma, meydana çıkma.
nebâhat a.i.) 1. şan, şeref, onur. 2. şan ve şeref sahibi. 3. kadın adı.
nebâil (a.s. nebîle'nin c.) yüceler, yüksekler.
nebâir (a.i. nebîre'nin c.) torunlar, (bkz: esbât). [yapma kelimelerdendir].
nebâlet (a.i.) 1. zekîlik. 2. büyüklük, ululuk. 3. cömertlik.
nebât (f.i.) nöbet şekeri.
nebât (a.i.c. nebâtât) topraktan biten, çıkan her türlü şey, bitki.
nebât-ı mâiyye bot. sucul bitki.
nebâtât (a.i. nebât'ın c.) 1. nebat (bitki) lar. 2. botanik, fr. botanique.
nebâtât-ı ibtidâiyye bot. bir hücreli, (tek gözeli) bitkiler, fr. protophytes.
nebâtât-ı kesîr-ül-hücerât bot. çok hücreli bitkiler, fr. metaphytes.
nebâtât-ı mâiyye bot. su bitkileri, sucul bitkiler.
nebâtât-ı müteşebbise bot. sarmaşan, sarılıcı bitkiler, fr. liane.
nebâtât-ı süfliyye bot. aşağı bitkiler, fr. plantes inferieures.
nebâtât-ı zât-ül-büzûr bot. tohumlu bitkiler, fr. spermatophytes.
nebâtî (a.s.) 1. nebâta (bitkiye) mensup, nebat (bitki) ile ilgili. 2. nebat (bitki) dan yapılmış. 3. coğr. bitkisel, fr. vegetal.
nebâtiyye (a.s.) ["nebâtî" nin müen.]. (bkz: nebâtî).
nebâtiyyûn (a.i.c.) botanik âlimleri (bilginleri).
ne-bâyed (f.z.) lâzım değil.
nebbâc (a.s.) sesi sert olan.
nebbâh (a.s.) havlayıcı.
nebbâl (a.i. nebl'den) okçu, ok yapan ve satan adam.
nebbâş (a.s. nebş'den) mezar soyucu, kefen soyucu.
nebbût (a.i.) kısa, kalın, elle tutulan yanı ince, yukarıya doğru ağır ağır kalınlaşan jimnastik sopası, lobut.
nebe (a.i.c. enbâ) haber. (bkz: peygam).
nebeân (a.i.) pınar suyunun yerden kaynaması.
nebe'-âver (a.f.b.s.) haber getiren. (bkz. peyâm-âver, peygam-âver).
neberd (f.i.) harb, savaş, (bkz: ceng, cidal, perhâş).
neberd-azmâ (f.b.s.) çok savaşlara girmiş çıkmış tecrübeli kimse.
neberde (f.i.) savaşçı, (bkz: ceng-cû, cidâl-cû).
neberd-gâh (f.b.i.) savaş yeri.
neberd-pîşe (f.b.s.) savaşçı, savaşı sanat edinmiş kimse.
nebevî (a.s. nebî'den) nebî'ye, peygambere ait, onunla ilgili.
Hadîs-i nebevî peygambere ait hadîs.
nebeviyye (a.s.) ["nebevî" nin müen.]. (bkz: nebevî).
nebî (a.i. nebe'den. c. enbiyâ) 1. haberci. 2. peygamber, [birinci mânâ, hemen hemen hiç kullanılmaz.]. 3. i. erkek adı.
nebîh, nebîhe (a.s.) namlı, şerefli, (bkz: necîb).
nebîl, nebîle (a.s.) 1. yüksek meziyet ve onur sahibi. 2. akıllı, anlayışlı. 3. bilgili ve faziletli [kimse]. 4. i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.
nebîr (a.i.) torun, [erkek], (bkz: hafîd).
nebîre (a.i.) torun [kız], (bkz: hafide, nebîse).
nebîse a.i.torun [kız]. (bkz : hafîde, nebîre).
nebiyyûn, nebiyyîn (a.i. nebî'nin müen.) nebiler, peygamberler.
nebîz a.i.) 1. hurma veya arpadan yapılan bir çeşit içki. 2. şarap.
nebk, nebık, nıbk (a.i.) bot. yaban kirazı.
nebl (a.i.) 1. ok. (bkz: nâvek, sehm, tîr). 2. ok yapma.
nebr (a.i.) 1. yükseğe çıkarma, kaldırma, yükseltme; sesi yükselme. 2. korkup çığlık atma, haykırma.
nebş (a.i.) 1. gömülü şeyi eşip yerden çıkarma. 2. bir şeyi başka bir şey ile meydana çıkarma.
nebt (a.i.) 1. yerden çıkma, bitme. 2. ot. (bkz: giylâh).
nebz (a.i.). (bkz. ilka', i'lâm).
nebz-i ahd huk. [eskiden] muahedeyi feshetme.
nebze (a.i.) 1. az şey, bir parça. 2. bir şeyin artığı.
necâbet (a.i.) soyluluk, soy temizliği.
necâbetlü (a.t.b.s.) 1. soylu, soyu temiz. 2."devletlü" kelimesiyle birlikte şehzadeler için kullanılan bir ünvan idi.
necâdet (a.i.) kahramanlık, yiğitlik, efelik, (bkz: necdet).
necâh (a.i.) 1. isteğine ulaşma. 2. kurtulma, (bkz: felâh, halâs).
necâib (a.s. necîbe'nin c.) necip, asîl, şerefli, temiz kimseler veya şeyler.
necâib-ül-Kur'ân Kur'ân'ın İhlâs, En'âm süreleriyle Âyet-el-Kürsî gibi ruhlara ufuk açıcı kısımları.
necâset (a.s.) 1. pislik, murdarlık. 2. ters, kazûrat.
necâşî (a.i.) Habeş imparatorunun ünvanı.
necât (a.i.) kurtulma, kurtuluş, (bkz: halâs, rehâ, selâmet).
En-necâtü fi-s-sıdk selâmet, kurtuluş doğruluktadır.
necâtî (a.s.) 1. necâta, kurtulmaya mensup, kurtuluşla ilgili. 2. h. i.(büyük N ile) XV. Asrın meşhur Osmanlı şâiri olup asıl adı İsa'dır, 1508'de ölmüştür. Bir dîvânı vardır. 3. i. erkek adı.
neccâb (a.i.) deveci.
neccâd (a.i. necd'den) yorgancı, yatak, yorgan, yastık gibi şeyler yapan.
neccâh (a.i.) yorgancı.
neccâm (a.s. necm'den) astronomi âlimi, fr. astronome.
neccâr (a.i. necr'den) 1. dülger. 2. marangoz.
neccârî (a.i.) necr'den) dülgerlik, marangozluk.
neccâş (a.i.) hayvan sürücüsü.
necd (a.s.c. encâd, nicâd, nücûd) 1. yüksek yer. 2. i. yiğitlik hâli. 3. i. gamlılık. 4. i. yol.
necd-i hüseynî müz. Kantemir'in edvarında (1695) tanımlanan bir makam.
Necd (a.h.i.) Arap yarımadasının orta bölgesi.
necdet (a.i. necd'den) 1. kahramanlık, yiğitlik, efelik, (bkz: necâdet). 2. erkek adı.
necef, necefe (a.i.) yüksek, tümsek yer, sırt, tepe.
Necef (a.h.i.) Kûfe civârında Hz. Alî’nin türbesi olan yer.
necefe (a.i.) büyük askı kandil.
neces (a.i.) pislik, murdarlık, (bkz: necaset).
necîb (a.s.c. encâb, necâib, nücebâ) 1. soyu sopu temiz, nesli pak olan kimse. 2. erkek adı.
necîbâne (a.f.zf.) soyu sopu temiz, nesli pak olana yaraşır şekilde.
necîbe (a.s.) [necîb'in müennesi]. (bkz: necîb). 2. kadın adı.
necîd (a.s. necd'den) 1. yürekli [adam], 2. i. arslan. (bkz: esed, gazanfer, haydar, leys, şîr).
necîl (a.s. necl'den) 1. soylu, soyu sopu temiz, kişizade.
Necl-i necîl soyu temiz, asîl çocuk. 2. i. erkek adı.
necîle (a.s.) ["necîl" in müen.]. (bkz: necîl).
necîliyye (a.i.) bot. (bkz: necliyye).
necîre (a.s. necr'den) üstü örtülü tahta sofa.
necis (a.s. necs'den) pis, murdar, (bkz : nâ-pâk).
necîs (a.s.) 1. necâsetli, pis, murdar, kirli. 2. onulmaz hastalık.
neciyy (a.i. necvâ'dan) sırdaş, (bkz: hem-râz).
necl (a.i.c. encâl) 1. oğul, evlât, çocuk. (bkz: ferzend).
necl-i necîb soyu temiz çocuk. 2. nesil, sülâle, kuşak.
neclî (a.s.) necle, oğula, sülâleye mensup, bunlarla ilgili.
necliyye (a.i. necl'den) bot. buğdaygiller, fr. graminees.
necm (a.i.c. encâm, encüm, nücûm) 1. yıldız, (bkz: ahter, kevkeb, sitâre). 2. Kur'ân. (bkz: Fürkan, Hüda, Hitâb, Kitâb, Mushaf, Nûr, Zikr). 3. huk. vâdesi gelen borç.
necm-i dirahşân parlayan yıldız.
necm-i dünbâle-dâr astr. kuyruklu yıldız, (bkz: necm-i gîsû-dâr).
Necm-i etrâf-ı kutûb astr. günlük harekette ufkun altına inmeyen yıldızlardan her biri, kutup yöresi yıldızı, batmayan yıldız, fr. etoile circumpolaire.
necm-i gîsû-dâr astr. kuyruklu yıldız.
necm-i sabit hareket etmeyen yıldız.
necm-i sâkıb parlak yıldız, Satürn.
necm-i seyyâr gezegen.
necm-ül-bahr zool. denizyıldızı.
necm-ül-kelb astr. köpek yıldızı, Sirus.
necmî (a.s.) 1. yıldızla ilgili. 2. i. erkek adı. [müen. "necmiyye"].
necm-üd-dîn (a.b.i.) 1. dînin yıldızı. 2. erkek adı olup dilimizde "necmettin" şekli yaygındır.
necş (a.i.) avı yatağından çıkarma.
necvâ (a.i.) fısıltı, gizli söz.
necve (a.i.) tümsek ve yüksek yer.
nedâ (a.i.) 1. çiy; nem, rütubet, (bkz: şeb-nem). 2. Cömertlik etme, hediye verme.
nedâid (a.i. nedîd ve nedîde'nin c.) eşler, emsaller, akranlar.
nedâlet (a.i.) 1. kir, pislik. 2. çalma, aşırma.
nedâmet (a.i.) pişmanlık, (bkz: nedâmet-kârî, nedem).
nedâmet-gâh (a.f.b.i.) nedamet, pişmanlık yeri.
nedâmet-kâr (a.f.b.s.) pişman olan.
nedâmet-kârâne (a.f.zf.) pişmanlıkla.
nedâmet-kârî (a.f.b.i.) pişmanlık, (bkz: nedamet).
-nedân (f.s.) "bilmez, bilmeyen" mânâlarıyla kelimelere eklenir.
Muhabbet-nedân sevgi bilmez.
nedâret (a.i.) tazelik, parlaklık, (bkz: letafet, nezâret, taravet).
nedâvet (a.i.) 1. yaşlık, nemlilik, (bkz: rütubet). 2. konuşma, bir konuyu görüşme.
nedb (a.i.) 1. ağıt ağlama, (bkz: nüdbe). 2. çağrı, davet; teşvik.
nedbe (a.i.c. nedeb, nüdûb) yara izi. [aslı"nedebe" dir].
Neddâb (a.i.) ölü ağlayıcısı, (bkz: nevha-ger).
neddâf (a.i. nedf’den) hallâç.
neddâfî (a.i.) neddaflık, hallaçlık.
nedeb (a.i. nedebe'nin c.). (bkz. nedbe).
nedebe (a.i.) yara yeri, kırık yeri.
nedebî (a.s.) yara izi ile ilgili.
nedem (a.i.) pişman olma, pişmanlık. (bkz. nedâmet).
Yevm-i nedem kıyâmet günü.
nedf (a.i.) pamuk atma, pamuk ditme.
nedfî (a.s.) nedfolunmuş, didilmiş yün topağı.
nedîb (a.i. nedbe'den) yara eseri kalan organ.
nedîbe (a.i.) fizy. yumurtanın en mühim, tohumu teşkil eden kısmı.
nedîd, nedîde (a.i. nedd'den. c. nedâid) eş, emsal, akran, (bkz: hem-tâ).
nedîf (a.i. nedf’den) atılmış pamuk; yün.
nedîm (a.i.c. nedmân, nüdemâ) 1. meclis arkadaşı, sohbet arkadaşı, (bkz: hem-bezm, hem-sohbet). 2. s. büyükleri, fıkra ve hikayeleriyle eğlendiren. 3. s. güzel hikâye anlatan, tatlı konuşan. 4. erkek adı. 5. tar. imparatorluk devrinde Yeniçeri ocağına yeni yazılan kimse.
Nedîm (a.h.i.) Osmanlı şâirleri arasında en çok değer kazananlardan biridir. Adı Ahmed'dir. Sultan İbrahim zamanında kazasker bulunan Mustafa Efendi'nin torunudur. Mahmud Paşa mahkemesinde hâkimlik etmiştir. Meşhur Damat İbrahim Paşa'nın kitapçısı ve nedimi idi. 1730 da ölmüş ve İstanbul'da Karaca Ahmet mezarlığına gömülmüştür. Dîvânı ile Sahâif-ül-ahbâr tercümesi olan "Müneccimbaşı târihi" başlıca eserlerindendir.
nedîme (a.i.) 1. kadın nedîm. 2. zengin veya itibarlı bir kadının arkadaşı. 3. i. kadın adı.
Nedîm-i Kadîm (a.h.i.) asıl adı Mehmed'dir. İstanbul'da doğmuştur. Medrese tahsîli gördükten sonra müderris olmuş ve 1670 yılında İstanbul'da ölmüştür. Türkçe, Arapça, Farsça şiirleri vardır. [Şâir Halil Nihad Boztepe, sonraki Nedîm'in dîvânını bastırırken bu Nedîm'in şiirlerinden bir kısmını da dîvânın sonuna ilâve etmiştir].
Nedîmî (a.h.i.) 15 inci yüzyılın ortalarında yaşayan ve Bektaşiliği dolayısıyla şiirlerinde tasavvufî konular geniş ölçüde yer alan ünlü Türk şâiri.
nediyy (a.s.). (bkz. nâdî).
nedmân (a.i. nedm'den) 1. pişman olma, pişmanlık. (bkz: nedâmet). 2. şarap, kadeh arkadaşı.
nedret (a.i.) 1. azlık; seyreklik, az bulunma. 2. erkek ve kadın adı.
nedret kesb (etmek) azalmak, eksilmek, seyrekleşmek.
nedve (a.i.) görüşme; konuşma.
Dâr-ün-nedve Câhiliyet zamanında Mekke'de kabîle işlerini konuşmak için yapılmış olan meşhur ev.
nef‘ (a.i.) menfaat, fayda, kâr, çıkar.
nef'-i hazîne devlet hazînesinin çıkarına.
nef‘-hasar huk. malın bütününün veya bir kısmının irade dışı zarar görmesi.
nef‘ ü zarar kâr ve zarar.
nefâd (a.i.) bitme, tükenme.
bî-nefâd tükenmez.
nefâis (a.s. nefîse'nin c.) nefis, güzel, beğenilir şeyler.
nefâis-perest (a.f.b.s.) nefis, güzel şeyleri seven.
nefâis-perestî (a.f.b.i.) güzel şeyleri sevme, güzelliklere olan düşkünlük.
nef‘an (a.zf.) nef‘ine, yararına.
nef'an li kanûn nakz huk. kanun yararına yapılan bozma.
nefâset (a.i.) l. nefislik, nefis olma hâli. 2. kıymetlilik.
nefâz (a.i.) 1. geçme, işleyip öteye geçme. 2. sözü geçme. 3. huk. hukukî tasarruflar üzerine o tasarruf hükmünün terettübetmesi.
nefed (a.i.) bitirme, bitirilme, tükenme, (bkz: infâd).
nefehât (a.i. nefha'nın c.) 1. üfürmeler; esintiler. 2. yayılan güzel kokular.
nefehât-ül-üns 1. keşif erbabına bâzan Tanrı âleminden gelen mahremiyet kokusu. 2. tas. XV. asırda İran'ın büyük mutasavvıf şâir ve mütefekkirlerinden Molla Câmî'nın evliya menâkıbına dâir yazdığı Farsça eser ki Bursalı Osman Lâmiî tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.
nefel (a.i.) 1. düşmandan alınan mal. (bkz. ganîmet). 2. Ulül-emrin müsaadesini almadan düşmana karşı çıkan sayısı az bir cemaat.
nefer (a.i.c. enfâr, neferât) 1. bir adam, tek kişi. 2. rütbesi olmayan asker, er. 3. insan sayısı bildiren sözler için kullanılır.
neferât (a.i. nefer'in c.) askerler, erler.
neferî (a.s.) nefere, askere ait, neferle, askerle ilgili.
neferriyye (a.i.) bot. bir çeşit küçük salkımlı üzüm.
nefes (a.i.c. enfâs) 1. soluk.
Dîk-i nefes tıknefes, nefes darlığı. 2. soluk alacak kadar geçen zaman, an. 3. okuyup üfleme. 4.ed. bektâşi tekkelerinde okunan manzum söz.5. tütün, esrar, nargile gibi şeyler içilirken içe çekilen duman. 6. içilen esrar, ampes.
nefes-i vâpsîn son nefes.
neffâ' (a.s. nef’den) çıkarı çok olan[kimse].
neffâc (a.s.) 1. kendini beğenmiş. (bkz. mağrur, mütekebbir). 2. şişkin.
neffâh (a.s.) 1. hayırlı kimse, hayır ve iyilik sahibi kimse. 2. kokusu çok.
neffâs (a.s.) büyü yapan, büyücü[adam], (bkz. râib, rukye-hân, sâhir).
neffâsât (a.i. neffâse'nin c.) büyücü karılar.
neffâse (a.s.c. neffâsât) büyücü karı. (bkz. sâhire).
neffâta (a.i.) "yağlı paçavra" denilen bir harb âleti.
nefh (a.i.) l. güzel kokunun yayılması. 2. rüzgâr esme.
nefh (a.i.) 1. üfürme. 2. boru ve sâireyi üfleme
nefh-i sûr İsrafil'in kıyamette çalacağı borunun üflenmesi, kıyamet kopması. 3. mec. canlandırma, ruh verme.
nefh-i rûh Cebrail Aleyhisselâm'ın Hz. Meryem'i nefesiyle üfleyip hâmile bırakması.
nefha (a.i.c.nefehât) 1. güzel koku. 2. bir esim yel, rüzgârın bir kere esmesi. 3.üfürük, nefes üfürme.
nefha-i ûlâ İsrafil'in borusunu birinci defa üflemesi.
nefhat-ül-fer' İsrafil'in, sûr'u birinci defa üflemesi.
nefhat-ül-ba's, nefha-i uhrâ İsrafil'in borusunu ikinci defa üflemesi.
nefha (a.i.) 1. üfürük. 2. karın şişmesi, şişkinlik, [kelimenin "nifha, nüfha" şekilleri de vardır].
nef’î (a.s. nef’den) çıkar ile ilgili; faydacı.
Nef’î (a.h.i.) Dîvân Edebiyâtı'nın en yüksek kasidecisi ve en muvaffakiyetli bir şâiri olup asıl adı Ömer'dir. Erzurum'un Hasankale kazasında doğmuştur. Birinci Sultan Ahmed zamanında Kuyucu Murat Paşa tarafından İstanbul'a gönderildiği rivayet edilir, iyi bir tahsil görmüştür. Farsçayı çok iyi bilen şâir İstanbul'da dört pâdişâhın zamanına yetişmiş asıl şöhreti ve kudreti IV. Murat zamanında görülmüştür. Nefî'nin meşhur Türkçe dîvânı, bir de Farsça şiirlerinden meydana gelen bir dîvançesi vardır. Hicivleri, Sihâm-ı Kaza adındaki kitapta toplanmıştır. Bâzı nesir yazıları varsa da bunlar ehemmiyetsizdir. Doğum târihi belli değildir. 1634 yılında yaşı elliye yakın olduğu halde bir hicviyesinden dolayı IV. Murat devrinde Bayram Paşa tarafından boğdurtularak Sarayburnu'ndan denize attırılmıştır.
nefîr (a.i.) l . cemaat, topluluk.
nefîr-i âmm cemaati toplama, halkı askere sürme.
Yevm-i nefîr Hacıların Mînâ'dan Mekke'ye dönmeleri. 2. boynuzdan yapılan boru. 3. çığıltı, bağırtı, (bkz: figan, nâle). 4. canlanma, mallarına, çoluk ve çocuklarına, saldırmak üzere düşmanın gelmekte olduğunu belde halkına bildirme.
nefîr-i hâss muharebe için yalnız bir kısım efradın seferber hâle gelmesi.
nefîrî (a.i.) nefir çalan kimse.
nefis (a.i.c. enfüs, nüfûs), (bkz: nefs).
nefîs, nefîse (a. s.) 1. pek hoş, çok hoşa giden, en güzel, çok beğenilen.
Sanâyi-i nefîse güzel san'atlar. 2. i. kadın adı.
nef'iyye (a.i.) fels. faydacılık, fr.utilitarisme.
nefl (a.i.) vâcib olmayan ibâdet, fazladan ibâdet.
nefr (a.i.) 1. ürküp kaçma. 2. iğrenme, tiksinme.
nefret (a.i.) 1. ürküp kaçma. 2. tiksinme, iğrenme.
nefret-i teceddüd psik. yenilik korkusu.
nefret-bahş insana nefret veren, verici.
nefrîn (f.i.) 1. ilenç. (bkz: bed-duâ). 2. lanet okuma, sövüp sayma.
nefrîn-hân (f. b. s.) sövüp sayan.
nefrîn-künân (f.zf.s.) ilenerek; ilenen, lanet okuyan, sövüp sayan.
nefs (a.i.) tükürükle üfleme, üfleme.
nefs-üd-dem hek. gırtlakta sümüksel zarın kanamasıyla kan tükürme.
nefs (a.i.c. enfüs, nüfûs) 1. ruh, can, hayat. 2. insanın yeme içme gibi biyolojik ihtiyaçları. 3. kendi, şahıs.
Bi-n-nefs bizzat. 4. asıl, maya, cevher. 5. bir şeyin tâ kendisi. 6. dölsuyu. 7. iç, iç taraf.
nefs-i Ankara Ankara'nın içi. 8. bir şehrin içinden olan kimse.
Nefs-i Kastamoni'den Kastamonu'nun içinden olan [kimse].
nefs-i emmâre çok zorlayan nefis, insanı kötülüğe sürükleyen nefis, (öfke, hırs, şehvet ve benzeri haller).
nefs-i hayvânî canlılık nefsi, canlılardaki hareket ve kuvvetler.
nefs-i kudsiyye kudse mensup, ilâhî nefis.
efs-i küll bütün nefs, "arş-ı a'lâ" dan kinaye.
nefs-i levvâmme azap verici nefis, kötülükten sonra içe huzursuzluk, rahatsızlık veren nefis; (Lekeleyici nefistir. Birinin aleyhinde bulunmak, aşağı görmek, nefs-i emmaredeki örnekleri yapmamak, fakat yapanları ayıplamak, onlardan nefret etmek.).
nefs-i marziye başkaları tarafından beğenilme hâli; (kendinden razı olandan herkes de razı olur. Kimseyi incitmez, herkes ondan memnun olur.).
nefs-i mutmaine iyilikle kötülüğü ayırdeden, temizlenerek kişiyi Allah'a yaklaştıran kuvvet. (Nefs-i mülhimede gösterilen misalleri yerine getirenlerde oluşan tatmin duygusudur).
nefs-i mülhime ilham verici nefis. (Fakir, ma'sûm, perişan birine yardımda bulunmak).
nefs-i mütefekkir ego, ruh ve bedenden oluşan benlik.
nefs-i mütekellim gr. birinci şahıs.
nefs-i mütekellim vahde gr. birinci şahıs müfredi.
nefs-i mütekellim maa-l-gayr gr. birinci şahıs sığasının tesniye (ikilik) ve cemi (çoğulu).
nefs-i nâtıka insan ruhu, insanın canlılar arasındaki yerini belli eden cevher.
nefs-i nefîs değerli, azîz, tatlı ruh ve hayat.
nefs-i rahmânî Rahmân'a, Tanrı'ya mensup nefs.
nefs-i raziye kendinden razı olma hâlidir. (Kendini beğenir, huzur duyar, görünüşte her davranışı iyidir; bütün kaidelere uygun bir yaşayış sürdürenlerde hâsıl olan bir seviyedir.).
nefs-i safiye peygamberlere ait (ruhen) nefis. (Saf, tertemiz, iyilik yapmak duygusudur. Seçkin insanlara mahsustur.).
nefs-ül-emr aslına bakılırsa, gerçekte.
nefsi nefsine herkes nefsini, kendini düşünerek.
nefsâ’ (a.i.c. nefsâvât, nevâfis, nifâs, nüfûs) loğusa, yeni doğurmuş kadın.
nefsânî (a.s.) 1. canlılığın uyandırdığı arzularla ilgili. 2. kin ve garezle ilgili.
nefsâniyye a.s.) ["nefsânî" nin müen.]. (bkz: nefsâni).
nefsâniyyet (a.i.) gizli düşmanlık, kin, garez.
nefsî (a.s.) 1. nefisten doğan şeyle ilgili. 2 . kişiye, kendisine ait, onunla ilgili.
nefsiyye (a.s.) ["nefsî" nin müen.]. (bkz. nefsî).
Nefs-perest (a.f.b.s.) nefsini seven, nefsine düşkün.
nefs-ül-emr (a.b.i.) işin hakikati, aslı.
neft (f.i.) neft yağı.
neft-i şâh Âbadan'da tasfiye edilen petrol merkezi.
neft (a.i.). (bkz. neft.) [Arapçada "nift" şekli fasihtir].
neftî (f.s.) nefti, neft yağı renginde olan, koyu yeşil ile kahve rengi arasında bir renk, siyaha yakın koyu yeşil.
nefûr (a.s.) 1. ürken, ürkek. 2. herkese iyiliği olan kimse.
nefy (a.i.) 1. sürme, sürgün etme.
nefy an-il-beled şehirden sürme.
nefy-i âlem fels. fr. acosmisme.
nefy-i ebed bir daha dönmemek üzere sürme.
nefy ve îcâb verilen emre uyarak sürgün olarak gönderildiği yere gitme.
nefy ve isbât sürülen yere gittiğini ve orada bulunduğunu ispat erme, kanıtlama.
nefy-i mülk bir malın başkasına ait olduğunu söyleme. 2. gr. nefî (olumsuzluk).
Edât-ı nefy gr. nefî (olumsuzluk) edatı. 3.mant. yadsıma, fr. negation. 4. inkâr etme.
nefy-i neseb, nefy-i veled kendisinin olmadığını iddia ederek erkeğin doğan çocuğu tanımaması.
nefz (a.i.) saçma, yayma, (bkz: neşr).
nefz a.i.) 1. meyvalı bir ağacı sallama. 2. elbisenin tozunu silkme. 3. hastalık nöbetiyle titreme. 4. Kur'ân'ı hatmetme. 5. bir şeyi inceleme.
negûhîde (f.b.s.) kötü, çirkin.
ne-güfte (f.b.s.) söylenmemiş.
nehâbîr (a.i. nühbûr'un c.) kumtepeleri, kum yığınları.
nehâd (f.i.) yol, usûl, kural.
nehâk (a.i. nehk'den) eşek anırtısı.
nehâr (a. i. c. enhür, nühûr) gündüz. (bkz: rûz).
Leyl ü nehâr gece-gündüz.
Mu'dil-ün-nehâr coğr. ekvator.
Nısf-ün-nehâr coğr. astr. meridyen.
nehâren (a.zf.) gündüzün, gündüz vakti.
nehârî (a.s.) 1. gündüzle ilgili, gündüzcü. 2. yatısız, [mektep, talebe].
nehârîr (a.i. nihrîr'in c.) (bkz: nahârîr).
nehâvet (a.i.) kolay anlayış, ilerisini görüş.
nehb (a.i.c. nihâb) (bkz: garet).
nehb ü garet (etmek) çapulculuk etmek, yağmalamak.
nehc (a.i.) 1. doğru yol. 2. yol, usûl.
Ber-nehc-i sâbık eski yolda, eskisi gibi.
Ber nehc-i şer'î şeriat yolunda olarak.
Nehc-ül-ferâdîs (cennetlerin yolu) XIV. asırda yaşamış Çağatay şâirlerinden Mahmut bin Alî tarafından mensur olarak yazılmıştır. XIV. asrın en önemli eserlerinden sayılan bu eser o devrin nesrine ait en güzel ve zengin bir örnektir.
nehem (a.i.) 1. yemeğe şiddetli arzu duyma. 2. deve homurtusu.
neheng (f.i.c. nehengân) zool. timsah.
nehengân (f.i. neheng'in c.) zool.timsahlar.
nehengân-ı niyâm kılıflarında duran kılıçlar.
neher (a.i.) 1. nehir. 2. genişlik, bolluk.
nehhâb (a.s. henb'den) çapulcu, yağmacı.
nehhâc (a.i. nehc'den) kılavuz, doğru yol gösterici, (bkz. mürşid).
nehîb a.s. nehb'den) 1. yağmacı, çapulcu. (bkz: gasıb, yağma-ger). 2. dehşet, korku.
nehîbe (a.s. nehb'den) ["nehîb" in müen.]. (bkz. nehîb).
nehîk (a.i.) eşek anırması, anırtı.
nehîm a.i. nehm'den) 1. arslan kükremesi ve fil sesi. 2. s. aç gözlü, doymaz. 3.yırtıcı.
nehk (a.i.) 1. yıpratma; yıpranma. 2. bir şeyi aşırı ölçüde kullanma. 3. cezalandırma, işkence etme. 4. zayıflayıp kuvvetten düşme.
nehk (a.i.) eşek anırtısı.
nehm (a.i.) 1. kükreme. 2. horlayarak soluma, hırıltılı nefes alma.
nehme (a.i. nehm'den) çocukların ve hastaların yiyeceğe karşı olan hırsı, oburluğu.
Dostları ilə paylaş: |