nezle (a.i.) hek. nezle, burun akması.
nezle-i müzmine hek. yerleşmiş, kronik nezle.
nezle-i sadriyye hek. göğüse inen nezle, göğüs nezlesi.
nezle-i süfliyye hek. belsoğukluğu.
nezlî (a.s.) hek. nezleye ait, nezle ile ilgili.
nezr (a.i.c. nüzûr) adak, adama.
nezr-i mevlevî veya Mevlânâ Mevlânâ adına yapılan özel tören.
nezzâm (a.s. nizâm'dan) nizam veren, tertipleyen, düzenleyen.
nezzâre (a.i.) 1. seyirci. 2. bir şeye bakma, (bkz: nezâret).
nıkmet (a.i.). (bkz: nakmet).
nısâf (a.i. nısfdan) bir şeyi tam olarak ikiye bölme.
nısf (a.s.c. ensâf) 1. yarım, yarı. 2. i. g. s. bir yazı sitili.
nısf-ıl-cenâh zool. yarımkanadlılar.
nısf-ı kutr geo. yarı çap, fr. rayon.
nısf-ı kutr-ı kaim geo. 1. içyarıçap, fr.apotheme. 2. yanal yükseklik, f r. apotheme.
nısf-ı kutr-ı zâhiri geo. görünüm yarıçapı, fr. diametre apparent.
nısf-ı küre astr. kürenin yarısı; yanmküre; coğr. yarıküre, fr. hemisphere.
nısf-ı küre-i şimâlî coğr. kuzey yanküre.
nısf-ı müstakîm geo. yarım doğru, fr.demi droite.
nısfiyy-ül-cenâh zool. yarımkanatlılar.
nısf-ül-leyl gece yarısı.
nısf-ün-nehâz astr, coğr. 1. günün ortası, öğle vakti. 2. meridyen, fr. meridien.
nısf-ün-nehâr dâiresi coğr. meridyen dâiresi.
nısf-ün-nehârî astr. meridyen.
nısf-ün-nehâr müstevîsi astr. Meridyen düzlemi, fr. plan meridien.
nısfet (o.i.) yarımlık. [yapma kelimelerdendir].
Nısfıyye (a.i. nısf dan) bir çeşit kısa ney.
nısfıyyet (a.i.) yarımlık, yan yarıya bölme.
nısfıyye-zen (a.f.b.s.) nısfıye çalan sanatkâr. (bkz. ney-zen).
nısıf küre-i cenûbî (a.b.i.) Arz'ın hatt-ı istivanın (ekvator) güneyinde kalan yarısı.
nısıf küre-i garbî coğr. batı yarımyuvarı.
nısıf küre-i semavî-i cenûbî astr. hatt-ı istivâ-i semâvî'nin güneyinde kalan semâ yarım küresi.
nısıf küre-i semavî-i şimâlî astr. hatt-ı istivâ-i semavînin kuzeyinde kalan semâ yarım küresi.
nısıf küre-i şarkî coğr. doğu yarımyuvarı.
nısıf müstakîm geo. yarım doğru.
nısıf küre-i şimâlî (a. b.i.) astr. Arz'ın, hatt-ı istivanın (ekvator) kuzeyinde kalan yarısı.
nıt' (a.i.) anat. ağız tavanının pütür yerleri.
nî- (f.e.) nefy edatı, (bkz: bîlâ).
niâc (a.i. na'ce'nin c.) dişi koyunlar. (bkz. na'cât).
niâl (a.i. na'l'in c.) 1. nallar. 2. ayakkapları.
Saff-ı niâl 1) papuçluk, ayakkapların bırakıldığı yer; 2) bir yerde oturulacak yerlerin en aşağısı.
niam (a.i. ni'met'in c.) nimetler.
Veliyy-ün-niam lûtufta bulunan insan.
nibâh (a.i.) 1. köpek havlaması, (bkz: av'ave, nübâh). 2. yılan tıslaması.
nibâl (a.i. nebl'in c.) oklar.
nicâd (a.i. necd'den) kılıç bağı.
Tavîl-ün-nicâd uzun boylu adam.
nicâr (a.i. necr'den) esas, asıl, kök.
Nidâ (a.i.) 1. çağırma, bağırma, seslenme. 2. ses verme. 3. gr. ünlem, fr. interjection.
nidâ-yi hayşûmî genizden gelen bağırtı.
nidd (a.i.c. endâd) benzer, eş. (bkz: mânend, nazîr).
nid'et (a.i.) Ay'ın ve Güneş'in etrafında bazan görülen parlak daire, (bkz. hâle, nüd'et).
nifâ' (a.i.) menfaat, çıkar, fayda.
nifak (a.i.) 1. münafıklık, iki yüzlülük, ara bozukluğu, bozuşukluk. 2. müslüman görünüp kâfir olma.
Nifâkî (a.s.) nifakla, iki yüzlülükle ilgili.
nifâr (a.i. nefr'den) 1. korkma, ürkme. 2 . nefret gösterme.
nifâs (a.i.) lohusalık hâli. [Hanefî mezhebinde 40, Şafiî mezhebinde 60, diğer mezheplerde 30 gündür].
Dem-i nifâs hek. doğum esnasında gelen kan.
nifâsî (a.i.) lohusahğa ait, lohusalıkla ilgili.
Hummâ-i nifâsî hek. albastı, doğumdan sonra meydana gelebilen ve ekseriya tehlikeli olan bir hastalık.
nifha (a.i.). (bkz. nefha).
nigâh (f.i.) 1. bakış, bakma.
Âhû-nigâh âhû bakışlı, ceylân bakışlı.
Atf-ı nigâh bakıverme. (bkz: nazar, nigeh).
nigâh-ı çeşm-i yâr sevgilinin bakışı.
nigâh-ı gazab kızgınlık bakışı, öfkeli bakış.
nigâh-ı hayret hayretle, şaşkınlıkla bakma.
nigâh-ı ibret ibretle bakma.
nigâh-ı intihâb seçme, beğenme bakışı.
nigâh-ı işve güzel, sevinçli ve hareketli bakış.
nigâh-ı nâz naz bakışı.
nigâh-ı pür-fen hîlekâr bakış.
nigâh-ı tegafül tegafül bakışı, maksadı ve hâli anlamazlıktan gelen bakış.
nigâh-ı tedkîk araştırma bakışı. 2. göz. (bkz: ayn, çeşm).
nigâh-endâz bakan, bakıveren.
nigâh-bân (f.b.s. ve i.) 1. gözcü; bekçi, (bkz. haris, nigeh-bân). 2. kadın adı.
nigâh-bânî (f.b.i.) gözcülük, bekçilik. (bkz: harâset).
nigâh-dâr (f.b.s. ve i.) 1. gözcü, bekçi. 2. saklayıcı, koruyucu, (bkz: hafız, hâmî).
nigâh-fürûz (f.b.s.) gözü, bakışı nurlandıran.
nigâl (f.i.) ateşli kömür parçası.
nigâr (f.i.) 1. resim. 2. (resim gibi güzel) sevgili. 3. s. resmedilmiş, resmi yapılmış.
Hâtır-nigâr hatırda resmolunmuş gibi yerleşen. 4. put. (bkz: sanem). 5. müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamıdır (muradnâme). Bir zamanlar unutulmuş olduğu III. Selîm'in sûz-i dil-ârâ ismiyle aynı terkipte fakat başka adla bir makam yapmasından anlaşılmıştır. 6. kadın adı.
nigâr-ı nîk müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
nigâr-ı nîk-acem müz. en az iki üç asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
Nigâr (f.h.i.) meşhur kadın şâirlerimizdendir. Osman Paşa'nın kızıdır. Avrupa edebiyatını iyice tetkik etmiş ve Tanzimat'tan sonra yetişen büyük şahsiyetlerin bilhassa Abdülhak Hâmid ve Recâizâde Ekrem'in te'sîri altında kalmıştır, imzasını dâima (Nigâr bint-i Osman) diye atardı. Aks-i şada, Efsûs, Nîran adında eserleri vardır, (d. 1856 - ö. 1918).
nigâr-çek (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az üç asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
nigârek (f.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza nümunesi kalmamıştır.
nigârende (f.i.) [eskiden] ressam. [insan resimleri yapardı].
nigâr-hâne (f.b.i.) 1. resim ve heykellerle süslenmiş olan yer; resim ve heykel sergisi. 2. puthâne. 3. güzelleri çok olan yer. 4. resim yapanların çalıştıkları atölye. (bkz. nigâr-istân).
nigârî (f.i.). (bkz. nigârende).
nigârîn (f.s.) 1. resimlerle, nakışlarla süslü. 2. i. resim gibi güzel sevgili.
nigâr-istân (f.b.i.) 1. resim ve heykellerle süslenmiş olan yer; resim ve heykel sergisi. 2. puthâne. 3. güzelleri çok olan yer. (bkz. nigâr-hâne). 4. Gaffârî'nin meşhur eseri.
nigâriş (f.i.) resim yapma.
nigâriş-pezîr (f.b.s.) resim yapan, (bkz. ressam).
nigâşte (f.s.) 1. resmolunmuş. (bkz. musavver). 2. yazılmış, (bkz: muharrer, mektub1, merkum1 ).
nigeh (f.i.) bakış, bakma, (bkz: nazar, nigâh).
nigeh-i çeşm-i yâr sevgilinin (gözünün) bakışı.
nigeh-i hayret hayret bakışı.
nigeh-bân (f.b.s. ve i.), (bkz: nigâh-bân).
nigeh-bânî (f.b.i.). (bkz: nigâh-bânî).
nigeh-dâr (f.b.s. ve i.).(bkz: nigâh-dâr).
nigeh-endâz (f.b.s.) bakıveren. (bkz. nigerân).
nigeh-fürûz (f.b.s.) bakışı göz nurlandıncı olan.
Nigerân bakıveren, bakıcı, bakan, baka kalan.
Nig-girdâr (f.b.s.) iyi davranan, güzel, iyi iş yapan.
nigîn (f.i.) 1. yüzük, (bkz: engüşter). 2. mühür, (bkz. hâtem1). 3. yüzük kaşı.
nigîn-dân (f.b.) yüzük kutusu, yüzük mahfazası.
nigîn-sây (f.b.i.) hakkak, mühür kazıcı.
nigû (f.s.) güzel, iyi. (bkz: hasen, hûb, nîgû).
nigû-hâh (f.b.s.) iyilik isteyen, hayır dileyen.
nigûhende (a.s.) çekiştirici, yerici.
nigûhîde (f.s.) çekiştirilmiş, yerilmiş, (bkz: mezmûm).
nigûhiş (f.i.) çekiştirme, yerme. (bkz: gıybet2, zemm).
nigû-kâr (f.b.s.) 1. iyi iş yapan. 2. iyilik eden.
nigû-kârî (f.b.s.) iyilik etme.
nigûn (f.s.) 1. tersine dönmüş, altüst olmuş. 2. ters, aksi, uğursuz.
Ser-nigûn başaşağı olmuş, altı üstüne gelmiş.
nigûn-baht (f.b.s.) talihsiz, (bkz: bed-baht).
nigûn-sâr (f.b.s.) başaşağı. [şiirde, "nigû-sâr" şeklinde de geçer].
nigûn-taşt (f.b.i.) 1. taştı, leğeni tersine dönük. 2. mec. gökyüzü. (bkz: asman, semâ).
nigû-siyer (f.b.s.) iyi huylu, iyi ahlaklı.
nigûyî (f.i.) iyilik, güzellik, hoşluk.
-nih (f.i.) 1. şehir, belde. 2. fi. Nihâden mastarından emr-i hâzır "koy!".
-nih (f.s.) "koyan" manâsıyla birleşik kelimeler yapar.
Kadem-nih ayak koyan, ayak basan, (bkz: kadem-nihâde).
nihâb (a.i. nehb'in c.) yağmalar, çapullar. (bkz: garât).
nihâd (f.i.) 1. tabîat, huy. yaradılış.
Bed-nihâd aslı kötü, yaradılışı fena. 2. erkek adı.
nihâde (f.s.) konmuş, konulmuş, koymuş, komuş.
Fürû-nihâde aşağı indirilmiş, çıkarılmış.
Kadem-nihâde ayak koymuş, ayak basmış.
nihâdî (f.s.) yaradılışta olan. (bkz: cibillî, fıtrî, hılkî, tabiat, mizaç).
nihâf (a.s. nahifin c.) zayıflar, cılızlar.
nihâî (a.s.) son ile ilgili, sonuncu.
nihâî karar huk. muhakeme sonunda verilen karar, son karar.
nihâiyye (a.s.) ["nihâî" nin müen.]. (bkz: nihâî).
nihâi (f.i.c. nihâlân) 1. taze, düzgün fidan, sürgün.
Nev-nihâl taze fidan, (bkz: nihale1). 2. kadın adı.
nihâl-i çemen gül bahçesinin fidanı.
nihâl-i işve naz fidanı.
nihâl-i revân (yürüyen fidan) fidan boylu güzel.
nihâl-i serv-i ser-efrâz başı yüksek servi fidanı.
nihâl-i zarîf ince, güzel dal.
nihâlân (f.i. nihâl'in c.) taze, düzgün fidanlar, sürgünler.
nihâle (f.i.) 1. yeni yetişmiş düzgün fidan, (bkz: nihâi). 2. avcı korkuluğu. 3. döşeme, döşenecek şey. 4. sahan altlığı.
nihâlî (f.i.) 1. nihâli, sahan altlığı, (bkz: nihale4). 2. halı, kilim.
nihâlîçe (f.b.i.) küçük halı.
nihâl-istân (f.b.i.) fidanlık.
Nihân saklı, (bkz. mah-cûb1, mahfî, mestur). 2. bulunmayan; görünmeyen. 3. i. sır.
nihân-hâne (f.b.i.) saklanılacak yer, mağara; mahzen; bodrum.
nihânî (f.i.) 1. gizlilik, saklılık. 2. s. gizli, saklı.
nihân-peykerân (f.b.i.) büyük melekler.
nihân-sû (f.b.i.) yüce âlem.
Nihâvend (f.h.i.) iran'ın batısında bulunan meşhur bir şehir.
nihâvend (f.i.) müz. Türk müziğinde bir makam. En eski makamlardan olup eskiden nihâvend-i kebîr'den ayırmak için nihâvend-i rûmî diye de adlandırılmıştır. Fakat son bir asırdan beri pek büyük bir rağbetle kullanılmıştır. Nihâvend, garb müziğindeki sol minör'dür. Yânî pûselik makamının bir perde peşte göçürülmüş şeddidir. Rast perdesinde durur. Güçlüsü -beşinci derece olan- neva (re) dir. Donanımına "si" ve "mi" için iki küçük mücenneb bemolü konulur; yedeninin "fa" bakıyye diyezi, nota içinde ilâve edilir. Çıkıcı-inici bir seyri vardır. Orta sekizlideki sesleri, pestden tîze doğru olmak üzere şöyledir rast, dügâh, kürdî, çargâh, neva, nim-hisar, eviç, gerdaniye. Dizisinde niseb-i şerîfeden 7 tane olmakla mülayim sayılır. Elimizde, makamlar arasında sayı itibarıyla 7 olarak nihâvend'den eser bulunmaktadır.
nihâvend-i cedîd müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarından olup zamanımıza kalmış bir nümunesi yoktur.
nihâvend-i kebîr müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamıdır; pûselik'in iki şeddi olan nihâvend ile sultânî-yegâhîden mürekkeptir ve bundan dolayı nihâvend-i kebîr denilmiştir. Inici-çıkıcı olarak her iki makamda karışık gezinen nihâvend-i kebîr, nihâvend ile rast (sol) perdesinde kalır. Güçlüleri birinci derecede nihavendin güçlüsü ve sultanî-yegâh'ın durağı olan re (neva), ikinci derecede de sultanî-yegâh'ın güçlüsü olan dügâh (la) dır. Donanımına nihâvend gibi s i ve mi için iki tane küçük mücenneb bemolü konulur. Nihâvend'in yeden fa bakıyye diyezi gibi sultanî-yegâh'ın "mi" bekar ve "do" bakıyye diyezi de ("si" bemol müşterektir) nota içinde kullanılır.
nihâvend-i rûmî müz. nihâvend'e vaktiyle verilen bir ad.
nihâvend-i sagir müz. Türk müziğinin eski bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
Nihavendî (f.s.) 1. Nihâvend şehrine ait, ora ile ilgili, oralı. 2. i. müzikte bir perde.
nihâyât (a.i. nihâyet'in c.) sonlar, bitimler.
nihâye, nihâyet (a.i.c. nihâyât) 1. son uç. (bkz: akıbet). 2. son derece.
Bî-nihâye nihayetsiz, sonsuz,
İlâ-nihâye son dereceye kadar.
nihâyet-i azm anat. kemik ucu.
nihâyet-i şiddet-i sermâ ikinci kânun (ocak) yirmi dördüncü günü olan ve karla beraber çıkan bir fırtına.
nihâyet-ül-emr netîce, işin sonunda, (bkz: gayet-ül-gaye).
nihâyet-ün-nihâye akıbet, en sonunda.
nihle (a.i.) mezhep, din şubesi.
nihrîr (a.s.c. nahârîr) bilgili, tecrübeli, âlim, fâzıl, mahir kimse.
nihvâr (f.s.) kendini beğenmiş, kibirli, gururlu [adam].
nijâd (f.i.) 1. soy; nesil, neseb.
Pâk-nijâd soylu, soydan. 2. tabîat, cibilliyet.
Âlî-nijâd yüksek tabiatlı.
nijm (f.i.) bâzı kış sabahlan inen koyu sis.
nîk (f.s.c. nîkân) iyi, hoş, güzel, beğenilen, (bkz: hûb).
nîk ü bed iyi, kötü.
nikâ' (a.s. nakî'den) teiniz kimseler.
Nikab ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. peçe, yüz örtüsü, (bkz: bürka', lesme).
Nikab-ı hazra veya hadrâ gökyüzü.
nikâb-ı zulmânî karanlık peçe. 2. perde, örtü. (bkz: hicâb).
nikâb (f.i.) kuşçu eldiveni, (bkz: nikâf).
nikabet ("ka" uzun okunur, a.i.) nakib'lik. (bkz. nakîb).
nikabet-i eşrâf ("ka" uzun okunur) Hz. Muhammed soyundan gelen kimselerin hükümetle olan işlerinde vekillik etme.
Nikâbet (a.i.) rüzgârın ters yönlerden esmesi.
nikâf (f.i.). (bkz. nikâb).
nikâh (a.i.) nikâh, kanunî evlenme töreni. [asıl mânâsı vaty dır. (bkz: vaty)].
nikâh-ı bâtıl huk. [eskiden] aranan şanlardan bir veya birkaçının bulunmamasından dolayı geçerli olmayan nikâh, (bkz: nikâh-ı fâsid).
nikâh-bi-1-kitâbe huk. şahitlerin münderecâtını işitmeleri veya maznununa muttali bulunmaları şartıyla gaip hakkında mektupla aktedilen nikâh.
nikâh-ı dâhili sosy. içerden evlenme, akrabadan kız alma, fr. indogamie.
nikâh-ı fâsid huk. [eskiden] sıhhat şartlarını câmî olmayan nikâh, [şahitsiz veya bir şahitle veya hürmet (haramlık) sebeplerinde biri mevcut iken akdedilen nikâhlar gibi].
nikâh-ı fuzûlî huk. [eskiden] asîl veya velî veya vekîl olmayan kimsenin başkası nâmına akdettiği nikâh.
nikâh-ı gayr-i lâzım huk. [eskiden] sahih olmakla beraber feshi kabil olan nikâh.
nikâh-ı hâricî sosy. dışardan evlenme, akraba hâricinden evlenme, fr. exogamie.
nikâh-ı hezl huk. [eskiden] hakikî veya mecazî mânâ kasdolunmayarak lâtîfe suretiyle yapılan nikâhtır ki gerçekten yapılan nikâh gibi sahihtir.
nikâh-ı lâzım huk. [eskiden] feshi kabil olmayan nikâh.
nikâh-ı mevkuf huk. [eskiden] başkasının icazetine bağlı olan nikâh.
nikâh-ı muallak huk. [eskiden] şarta ta'lik edilen nikâh.
nikâh-ı muvakkat huk. [eskiden] müddet bildirilerek akdedilen nikâh olup caiz değildir.
nikâh-ı müt'a huk. [eskiden] müt'a veya temettü gibi intifa mânâsına olan bir lâfız ile icra edilen nikâh, [bu nikâh bâtıldır].
nikâh-ı nâfiz huk. [eskiden] sıhhat ve şartlarını tamamen câmî olup icazete mevkuf olmayan nikâh.
nikâh-ı rakik huk. [eskiden] köle ve cariyenin nikâhı, [nafiz olması, mâlikin icazetine mevkuftur].
nikâh-ı sahîh huk. [eskiden] sıhhat şartlarını câmî olan nikâh.
nikâh-ı tenezziihî huk. [eskiden] mevlanın cariyesini kendisine nikâh etmesi, [buna nikâh-ı ihtiyarî" de denir.
nîk-ahter (f.b.s.) yıldızı iyi, talihli, mutlu, (bkz: nîk-baht).
nikâl (f.i.) ateşli kömür parçası.
nikam (a.i. nakmet, nakımet ve nıkmet'in c.) intikamlar, öc almalar.
nikân (f.s. nîk'in c.) iyiler, hoşlar, iyi kimseler.
nikar ("ka" uzun okunur, a.i.) kin; inat.
nikât (a.i. nükte'nin c.) 1. herkesin anlayamadığı ince mânâlar [yazıda, resimde, sözde, harekette-], (bkz. ânât). 2. ince manâlı, zarif ve sakalı sözler, (bkz: nüket).
nikat ("ka" uzun okunur, a.i. nokta'nın c.) noktalar, (bkz: nukat).
nikat-ı cihât koz. rüzgârların yönünü göstermek için bâzı harita ve pusulaların üzerinde bulunan resim.
nikat-ı müzdevice ikizli noktalar.
nikâyet (a.i.) düşmanı kırıp geçirme, kılıçtan geçirme.
nîk-baht (f.b.s.) bahtı iyi, talihli, (bkz: nîk-ahter).
nîk-bâz (f.b.s.) davranışları, işleri iyi olan.
nîk-bîn (f.b.s.) iyimser, işleri iyi tarafından olan, iyi gören, f r. optimiste, [zıddı kötümser, fr. pessimiste dir].
nîk-bînî (f.b.i.) nikbinlik, iyimserlik, f r. optimisme.
nîk-endîş (f.b.s.) iyilik düşünen, herkesin iyiliğini isteyen, (bkz: hayr-hâh, nîk-hâh).
nîk-fâl (f.b.s.) falı hayırlı olan, uğurlu, uğura alâmet olan.
nîk-fercâm (f.b.s.) akıbeti, sonu hayırlı olan, sonu iyi.
nîk-hâh (f.b.s.). (bkz. hayr-hâh, nîk-endîş).
nîk-haslet (f.a.b.s.) ahlâkı, huyu iyi olan.
nîk-hû (f.b.s.) iyi huylu, huyu güzel.
nîkî (f.i.) iyilik; iyi olma.
nîk-kirdâr (f.b.s.) hareketi hoşa giden, beğenilen
nîk-manzar görünüşü güzel olan.
nikmet (a.i.c. nakım, nakımet)şiddetli ceza.
nîk-nâm (f.b.s.) iyi nam, iyi ün yaradılışı, aslı, iyi adlı, iyi ünlü.
nîk-nâmî (f.b.i.) iyi nam, iyi ün sahibi olma, hayırla anılma.
nîk-nihâd (f.b.s.) yaradılışı, aslı, mayası iyi olan.
nikris (a.i.c.) : nekarîs : hek. nikris, ayak parmaklarında, topuklarda ve mafsallarda meydana gelen ağrılı hastalık, fr. goutte.
Nikrîz (f.i.) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarındandır, (eskiden "nî rîz" denilirdir). Dizisi bir sekizli içinde gösterilebilen (yânî bir dörtlü ile bir beşli'den yapılmış olan) basit görünüşlü mürekkep makamlardandır. Nikriz beşlisi ile rast dörtlüsünden, ikinci şekli ise, gene nikriz beşlisi ile pûselik dörtlüsünden müteşekkildir, (mevzûu-bahs pûselik dörtlüsü, neva (re) perdesindedir neva, hüseynî, acem ve gerdaniye). Çıkıcı-inici olarak seyreder; umumiyetle sona doğru inici bir karakter olarak nikriz beşlisi ile rast (sol) perdesinde karar eder. Güçlüsü -beşli ile dörtlünün birleştikleri yer olan- neva (re) perdesi-dir. Donanımına "si" bakıyye bemolü ile "fa" ve "do" bakıyye diyezleri konulur (Hicaz gibi); eğer pûselik dörtlüsü kullanılıyorsa "fa" bekar yapılır (hümâyûn gibi). Dizisinde niseb-i şerî-fe'den 5 tane bulunmakla, gizli mütenâfir îtibâr edilir. Orta sekizlideki sesleri, pestden tîze doğru olmak üzere şöyledir rast, dügâh, dik kürdî, nim hicaz, neva, hisar, eviç (veya acem) ve gerdaniye. Kederli bir azamet, esrarlı bir hüzün taşıyan nikriz, orta derecede kullanılmıştır.
nîkrîz-i kebîr müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza bir nümunesi kalmamıştır.
nîkrîz-i segâh müz. müstear makamının bir başka adı.
nîkrîz-i sagîr müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
niks (a.s.) 1. zayıf [adam]. 2. ters doğan [çocuk].
nîk-sigâl (f.b.s.) iyi düşünceli.
nîkter (f.b.s.) çok iyi, ziyâde beğenilmiş.
nîk-terîn (f.b.s.) çok iyi, hepsinden iyi olan.
nîkû (f.s.) iyi, hoş. (bkz: tayyib).
nîkû-baht (f.b.s.) bahtı açık.
nîkû-kâr (f.b.s.) iyi işli, işleri iyi ve doğru olan.
nîkû-kârî (f.b.i.) nîkû-kâr'lık.
nikûyî (f.i.) iyilik, güzellik.
nikz (a.i.c. enkaz) bina yıkıntısı, bina bozuntusu.
nîl (f.i.) çivit otu.
Nîl (a.h.i.) Mısır'dan geçen, Akdenize dökülen meşhur nehir.
Nîl-i ebyaz Nil'in başı.
Nîl-i ezrak Habeş Nîli.
Nîl-i zenc Sudan'da Cavala nehri.
nîle (f.i.) çivit.
nîlec (a.i.) -çivit. (bkz: nîle).
Nîleyn (a.h.i.c.) "iki nil" Seyhun ve Ceyhun nehirleri; Fırat ve Dicle nehirleri.
nîl-fâm (f.b.s.) çivîdî, çivit renginde, lâcivert.
nîl-gûn (f.b.s.). (bkz. nîl-fâm).
nil-gûn-hayâm, -perde-hâ (f.b.i.) cennet.
nîlî (f.s.) çivîdî, mavi.
nîlî-perde', nîlî hokka gökyüzü.
Nîlû-berg (f.b.i.) nilüfer, (bkz: nîlû-berg nîlû-per).
Nîlûfer (f.i.) bot. nilüfer, lât. nymphea.
nîlûferiyye (a.i.) bot. nilüfergiller.
nîlûper (f.i.) bot. (bkz: nîlûfer).
nîm (f.s.) 1. yan, yarım, buçuk, (bkz: nısf, nîme).
nîm-bismil yarı boğazlanmış, usûlüne göre kesilmemiş hayvan.
nîm-hilâl mec. güzelin dudağı. 2. müz. Türk müziğinde birbirinden farklı üç mânâda kullanılır) usul isimlerinin başına gelirse o usûlün yansına müsâvî bir usûl teşkil edernîm-berefşan, nîm-çenber, nîm-devir, nîm-evsat, nîm-hafif, nîm-sakil, nîm-sofyan, nîm-fahte ki, bu usuller berefşân, çenber, evsat, hafif, sakil, sofyan, fâhte usullerinin yarışıdırlar; yalnız nîm-devir, devr-i kebîr'in yansı değildir. Ekseriya lenk-fâhte denilen hîm-fâhte de, fahte'nin yarısıdır; 2) perde isimlerinin başına gelirse o perdenin bir koma pestindeki perdeyi işaret edernîm-hicaz, nîm-hisar ve nîm-zengûle ile nîm-şehnaz.
nîm kavî usulde, kavî zaman ile zaif zaman arasında orta kuvvette bulunan zaman.
nîm berefşân (f.b.i.) müz. Türk müziğinin büyük usullerindendir. 16 zamanlı ve 12 darblıdır; berefşân'ın yarısıdır yâni her darbı, berefşandaki mukabilinin yan kıymetindedir ve son "te ke te ke" burada sâdece bir "te ke" şeklinde bulunur. 16 zamanlı diğer usuller şunlardır13 darblı nîm-hafif, 12 darblı fer', 8 darblı çifte-düyek ki bu 16 zamanlı usuller, en küçük büyük usuldürler. Bu usul ile peşrev ve besteler ölçülmüş 16/8 yürük nîm-berefşan mertebesi de kullanılmıştır. Son asırlarda kullanılmamış, yerine tamamen berefşan kaim olmuştur. Bu usul sırasıyla semaî, Türk aksağı, sofyan, ge sofyan'dan mürekkeptir. Darblan şöyledirdüm (2 zaman, kavi), tek (l zaman, zaif), düm (2 zaman, kavi), tek (l zaman, zaif), düm (2 zaman, kavi), düm (l zaman, kavi), tek (l zaman, zaif), düm (l zaman, nîm kavi), düm (l zaman, zaif), tâhek (2 zaman, kavi), te (l zaman, nim kavi), ke (l zaman, zaif).
nîm-bismil (f.b.s.) iyice boğazlanmamış, yarı kesilmiş olan.
nîm-çehre (f.b.i.) nesnas da denilen korkunç masal hayvanı [aslı "nîm-çihre" dir].
nîm-çenber (f.b.i.) müz. Türk müziğinin küçük usullerindendir; 12 zaman ve 7 darblıdır; yâni çenber'in yarısı olup, onun yan yarıya sadeleştirilmiş şeklidir. 12 zamanlı diğer usuller şunlardırikiz aksak, fırenkçin, devr-i remel. Bu usul ile birkaç asır evvel peşrev ve besteler ölçülmüştür; bugün elde bir numunesi yoktur. Türlü şekillerde vaz edilmiş 2 adet yürük semaîden mürekkeptir. Darblan şöyledirdüm (2 zaman, kavi), te (l zaman, nîm kavi), ke (l zaman, zaif), düm (2 zaman, kavi), tâhek (4 zaman, kavi), te (l zaman, nim kavi), ke (l zaman, zaif).
nîm-devir (f.b.i.) müz. Türk müziğinin büyük usullerindendir. 18 zamanlı ve 9 darblıdır. Devr-i kebîr'den farkı son dört küçük zamanlı darbdan evvelki üç uzun darbın, burada bulunmamasıdır; başka bir farkı yoktur. 18 zamanlı olarak, bir de 3 darb-ı Türkî vardır ki, bu iki usul birbirine çok benzer. Nîm devir ile peşrev, beste, ilâhi gibi şekiller ölçülmüştür. Bir yürük semaîsi ile -iki muhtelif şekilde konulmuş- 3 tane sofyan'dan mürekkeptir. Darblan şöyledirdüm (2 zamanlı, kavi), tek (2 zamanlı, nîm kavi), tek (2 zamanlı, nîm kavi), düm (4 zamanlı, kavi), te (l zamanlı, kavi), ke (l zamanlı, zaif), te (l zamanlı, nîm kavi), ke (l zamanlı, zaif).
nîm-düyek (f.b.i.) müz. nîm sofyana verilmiş bir addır ki, nazariyet bakımından doğru değildir; çünkü usul, düyek'in değil, sofyan'ın yarısıdır.
nimâl (a.i. neml'in c.) karıncalar.
nimâr (a.i. nimr'in c.) kaplanlar, (bkz: enmâr, nümûr).
nimât (a.i. nemat'ın c.) örtüler, ihramlar.
ni'me (a.e.) ne güzel, ne âlâ. ["bi'se" nin zıddı].
ni'me-l-matlûb tam aradığımız.
ni'me-t-tesâdüf ne güzel tesadüf.
ni'me-l-vesîle ne güzel vesîle; fırsattan yararlanarak.
nîme (f.i.) yarı, yarım, buçuk, (bkz: nısf, nîm).
Dü-nîme ikiye bölünmüş.
nîme-i rûz gün ortası, yarım gün.
nîme nîme (f.zf.) yarım yarım, parça parça.
nîme-rûz (f.b.i.) gün ortası, yarım gün. [aslı"nîme-i rûz" dur].
ni'met (a.i.c. niam) 1. iyilik, lütuf, ihsan, bahşiş. 2. azık, yiyeceğe, içeceğe dâir şeyler; ekmek. 3. saadet, mutluluk.
Dostları ilə paylaş: |