-bürde (f.b.) isimlere eklenerek "götürülmüş, götürmüş, götüren" mânâlarına birleşik kelimeler yapar.
Dil-bürde âşık gibi..
bürdek (f.i.) küçük bilmece.
bürehâ' (a.i.) şiddetli azap, sıkıntı.
bürehne (f.s.) açık, çıplak, yalın, ["be-rehne" olarak da kullanılır].
bürehne-gî (f.i.) çıplaklık, ["bereh-ne-gî" olarak da kullanılır].
bürehne-pâ[y] (f.b.s.) yalınayak.
bürehne-ser (f.b.s.) başıaçık, başıkabak.
bürehne-sîne (f.b.s.) göğsü, bağrı açık.
bürgu ("gu" uzun okunur, f.i.) boru denilen bir müzik âleti.
bürgus (a.i.c. berâgîs) pire.
bürgu-zen ("f.b. s.) boru çalan, borucu.
Bürhân (a.i.c. berâhîn) delîl, ispat, tanık, (bkz: hüccet).
bürhân-ı katı' l) red için söz götürmeyecek surette doğruluğu ispata tanık olan sağlam senet; 2) Ahmet Asım Efendi'nin Farsçadan Türkçeye bir lügati.
Bürhân-ı mesîh Hz. İsa'nın mucizesi.
bürhân-ı mîzânî mantığa uygun olan delil.
bürhân-ı râcî bir meselenin ispatı.
bürhân-ı limni mant. tümdengelim.
bürhân-ı süllemî sonsuzluk kavramı tartışılırken kullanılan "kademeli delil".
bürhân-ı tezâyüf sonsuzluk kavramı tartışılırken ileri sürülen karşılıklı ilinti delili.
bürhânî ispatlayıcı, açıklayıcı.
Bürhâniyye (a.i.) Ahmediyye tarî-katinin 6 şubesinden biri. [ötekiler Sinâniyye, Uşşâkıyye, Ramazâniyye, Cerrâhiyye, Mıs-riyye].
bürhân-türsî (a.f.b.i.) uzayın sonluluğunu ispat etmek için kullanılan teorem.
bürhe (a.i.) müddet, uzun zaman.
Ba'de bürhet-in bir hayli zamandan sonra.
bürhet-en min-ez-zemân bir hayli zaman.
bürhûn (f.i.) l. kemer; duvar. 2. çember, dâire. 3. mâni, çift; avlu. 4. ev ve kale kapısı, (bkz: berhûb1'2).
bürîde (f.s.; kesilmiş ["kesmek, kesilmek" mânâsına gelen bürîden mastarından].
bürîde-düm (kuyruğu kesik) talihsiz.
bürîdegî (f.i.) kesilmişlik.
bürîde-ser (f.b.s.) başı kesik.
bürîde-zebân (dili kesilmiş) sessiz, az konuşan.
bürîn (f.i.) dilim, [en çok meyvalarda kullanılır],
bürka' (a.i.) kadınların örtündükleri peçe, tül, yaşmak, yüzörtüsü. (bkz: berku', bürku').
bürka'-fiken (a.b.s.) örtü açan, örtü atan.
bürkân (a.i.) yanardağ, volkan.
bürkan l- beyaz tenli adanı. 2. zool. alaca çekirge ["birkan" şeklinde de kullanılır).
bürkânî yanardağa mensup, volkanik.
bürkâniyyet (a.i.) jeol. volkanizm.
bürke (a.i.) 1. martı kuşu. 2. kurbağa. 3. havuz, ufak göl [Arapçası birke dir].
bürke-i lâcivert gökyüzü.
bürku' (a.i.). (bkz: berku', bürka').
bürnâ (f.s.) genç, delikanlı, yiğit, (bkz: bernâ, bürnâh, bürnâk).
bürnâh (f.s.) genç, delikanlı, yiğit, (bkz: bernâ, burna, bürnâk).
bürnâk (f.s.) genç, delikanlı, yiğit. (bkz. bernâ, burna, bürnâh).
bürnüs (a.i.c. berânis) 1. Arapların üstten giydikleri bir giyecek; 2. kollu ve başlıklı hamam havlusu, bornoz. 3. bir çeşit kadın yeldirmesi.
bürr (a.i.) buğday, (bkz: gendüm, hınta, kamh).
bürrân (f.s.) keskin, kesici.
Hançer-i bürrân keskin hançer.
Tîg-i bürrân keskin kılıç.
Bürs (f.i.) bot. ardıç ağacı meyvası.
bürsân (f.i.) ejderhâ, büyük yılan, (bkz: su'bân).
bürsûte (a.i.) tehlikeli yer.
bürsün (a.i.c. berâsin) 1. insan eli. 2. yırtıcı hayvan pençesi. 3. develere vurulan bir çeşit damga, (bkz: birsan).
bürüm (a.i.) kadınların yüzlerini örttükleri örtü.
bürû' (a.i.) 1. hasta iyiliğe yüz tutma, (bkz: ber', bur'). 2. bilgi, fazilet ve iyilikte benzerlerine olan üstünlük.
bürûd (a.s.) 1. soğuk, (bkz: bürâd). 2. i. işten soğuma, bıkma.
bürûdet (a.i.) soğukluk.
bürûdet-i hevâ havanın soğukluğu.
bürûdet-i muâmele yapılan muamelenin soğukluğu.
bürûdet-engîz (a.f.b.s.) çok soğuk.
bürûfe (f.i.) 1. sarık. 2. bel kuşağı. 3.mendil.
bürûk (a.i.) un helvası, (bkz: berîk, berîke, habîs, habîsa).
bürûk (a.i. berk'in c.) şimşekler.
bür'ûm, bür'ûme (a.i.) bot. ağacın henüz açılmamış çiçeği, tomurcuğu.
bürût (a.i.). (bkz. burût).
bürûz (a.i.) 1. belirme, ortaya çıkma. 2. aşikâr, meydanda, (bkz. bevâh, hüveydâ).
büslet (a.i.) şöhret, ün.
büsr, büsre (a.s.c. bisâr) 1. her şeyin tazesi. 2. i. her şeyin ucu ve başı. 3. i. genç kız ve oğlan.
büssed (a.i.) mercan [taş].
büstâh (f.i.) küstah, utanmaz, edepsiz.
büstân (a.i.c. besâtîn, besâtûn) bostan, bağ bahçe, (bkz: büstân). ["büstân" Farsça "büstân" kelimesinin Arapçalaştınlmışıdır].
büstânî (a.i.) bostancı, bahçıvan.
büste (f.i.) fındık, (bkz: bunduk, bun-duka).
büstek, büstec (f.i.) 1. bot. akgünlük. 2. fıstık zamkı.
büstûka (a.i.) küçük küp, küpçük.
büsûk (a.i.) 1. ağacın boylanıp uzaması. 2. birinin akranına üstün olması.
büsûl (a.i.) 1. akarların ve içilecek şeylerin, ekşiyerek veya mayalanarak tadının ağır ve buruşturucu olması. 2. bir şey haram olma.
büsûl, büsûr (f.i.) lanet, beddua, ilenme, ilenç.
büsûr (a.i. besr'in c.), (bkz. besr).
büsut (a.i.) el açıklığı, civanmertlik, ["bi-sut" şeklinde de kullanılır].
büş (f.i.) 1. kâhkül. 2. at yelesi. 3. s. eksik, noksan.
büşkânî (a i) 1. kendi dilini bilmeyecek kadar ahmak adam. 2. Arap çocuğu olduğu halde Arapçayı bilmeyen ahmak.
büşrâ (a.i.) müjde, sevinçli haber. (f.i.). 1. put. (bkz. çelîpâ,
büşter (f.i.) hek. kurdeşen, pislikten veya kan bozukluğundan meydana gelen kaşındıncı bir hastalık.
büşterem, büşterî (bkz. büşter).
büt (f.i.c. bütan) sanem). 2. s. güzel.
büt-i perîneş periye benzeyen güzel.
bütân (f.s.) 1. putlar. 2. s. güzeller.
büteyrâ' (a.i.) 1. Güneş, (bkz: hurşîd, mihr, şems). 2. sabah.
büt-hâne (f.b.i.) puthâne. (bkz: sa-nem-hâne).
büt-kede (f.b.i.) puthâne, puta tapanların ibâdet ettikleri yer.
büt-lâl (f.b.s.) hayran olan, şaşa kalan. (bkz. mebhût).
büt-nigâr (f.b.i.) putçu. (put îmalci,) portreci.
büt-perest (f.b.s.) puta tapan.
büt-perestî (f.b.i.) puta tapma.
büt-perîveş (f.b.s.) peri gibi güzel.
büt-şiken (f.b.s.) put kıran.
büt-şikestî (f.b.i.) put kırıcılık
büt-tirâş (f.b.s.) put, heykel yapan. (bkz: heykel-tırâş).
büt-tirâşî (f.b.i.) put, heykel yapıcılık.
bütû' (a.i.) 1. kesilme. 2. uzaklaşma.
bütûn (a.i. batn'ın c.) 1. karınlar. 2. nesiller, soylar.
büvân (a.i.c. ebvine) direk, çadır direği ["bivân" şekli de vardır].
büveyz (a.i.) biy. yumurtacık, fr. ovule.
büyû' (a.i. bey'in c.) satmalar, satışlar, satılmalar, satın almalar.
büyûd (a.i.) yok olma. (bkz: bîd, beyâd, beydûdet).
büyûn (a-i- bîn'in c.) bölgeler, mıntıkalar.
büyût (a.i. beyt'in c.), (bkz. beyt).
büyûtât (a.i. büyût'un c.) 1. ev kümeleri. 2. asilzade aileleri. 3. asîl kişiler.
büyûz (a.i. beyz'in c.) yumurtalar.
büz (f.i.) keçi. (bkz: teys).
büz-i kûhî dağ keçisi.
büzâk (a.i.) tükrük, salya.
büz-bân (f.i.) keçi çobanı.
büzbeçe (bkz: büzgale).
büz-dil (f.b.s.) "keçi yürekli" korkak.
büzeyr (a.i.) bot. sporcuk.
büzgale ("ga" uzun okunur, f.i.) oğlak, keçi yavrusu, (bkz: büzbeçe).
büzîçe (f.i.) küçük keçi; oğlak.
büzm (a.i.) 1. doğru rey. 2. kesin karar ve tahammül. 3 . kuvvet, sertlik.
büzûg (a.i.) doğma, doğmaya başlama, çıkma.
büzûr (a.i. bezr'in c.) tohumlar, taneler.
büzûrât (a.i. bezr'in c. olan büzûr'un c.) bot. tohumlar, taneler, (bkz: büzûr).
büzûrât-ı müteharrike bot. tüyleriyle hareket eden deniz bitkilerinin tohum hücreleri, zoospor.
büzûzet (a.i.) pejmürdelik, perişanlık, kıyafetsizlik, pintilik, (bkz: bezâzet, bizâz).
büzûzet-i hâl kıyafet perişanlığı, üstbaş döküklüğü.
büzürg (f.s.c. büzürgân) 1. büyük, ulu. (bkz: azîm, cesîm, kebîr). 2. i. şef, reis. 3. muz. Türk mûsikisinin çok az kullanılmış en eski mürekkep makamlanndandır. Hüseynî beşlisinin hüseynî perdesindeki şeddi, pûselik beşlisi ve çargâh beşlisinin rast perdesindeki şeddinden (yânî mahûr makamının pest beşlisinden) meydana gelmiştir. Ekseriya bu beşlilerde kanşık bir sür'atte seyredildikten sonra, rasttaki çargâh beşlisi ile inici bir şekilde rast perdesinde durulur. Güçlü birinci derecede, makamın terkibindeki ilk iki beşlinin ilkinin durağı ve ikincisinin tiz durağı olan hüseynî, ikinci derecede çargâh beşlisinin tiz durağı olan neva, üçüncü derecede pûselik beşlisinin durağı olan dügâh'dır. Bilhassa seyirde çargâh beşlisine ehemmiyet verilerek ve onun dâhilinde gezinilerek yürünür, donanım boştur. Lâhin içinde hüseynî beşlisinin hüseynî perdesindeki şeddi için fa bakıyye diyezi konulur, başkaca bir arızası yoktur.
büzürg-gerdâniyye muz. Hızır Bin Abdullah'ın edvarına göre büzürg makamına gerdaniye âvâzesinin katılmasıyla elde edilen terkip.
büzürg-geveşt muz. Hızır Bin Abdullah'ın büzürg makamına geveşt âvâzesini katarak elde ettiği terkip.
büzürg-mâye muz. Hızır Bin Abdullah'a göre on iki makamdan büzürge mâye âvâzesi katılmakla elde edilen terkip.
büzürg-nevrûz muz. Hızır Bin Abdullah'ın edvarında büzürg makamıyla nevruz âvâzesinin terkibiyle meydana gelen makam.
büzürg-selmek muz. Hızır Bin Abdullah'ın on iki makamdan büzürg selmek âvâzesini eklemekle elde ettiği terkip.
büzürg-şehnâz muz. Hızır Bin Abdullah'a göre büzürg makamına şehnaz âvâzesi eklemekle elde edilen terkip.
büzürgân (f.s. büzürg'ün c.) büyükler, ulular.
büzürgâne (f.zf.) büyük, ulu kimseye yakışacak yolda.
büzürg-dil (f.b.s.) gönlü yüce, eli açık, cömert.
büzürgî (f.i.) büyüklük, ululuk, (bkz: azamet).
büzürg-meniş (f.b.s.) yüksek fikirli.
büzürg-sâl (f.b.s.) yaşlı, ihtiyar.
büzürg-vâr (f.b.s.) büyük, ulu, saygıdeğer [kimse].
büzürg-vârî (f.b.i.) ululuk, büyüklük, saygıdeğerlik.
büzürg-zâde (f.b.i.) kişioğlu.
büzzâka (a.i.) kabuksuz sümüklü böcek.
câ (f.i.) l. yer, mevki, mekân.
câ-yi behiştî cennet gibi yer.
câ-yi dil-nişîn gönül açıcı yer.
câ-yi işret işret yeri, içki içilecek yer.
câ-yi iştibâh tereddüt edilecek nokta.
câ-yi mülâhaza düşünülecek nokta.
câ-yi şübhe işkillenecek nokta.
câ-yi penâh sığınılacak yer.
câ-yi rahat rahat edilecek yer. 2. ay kısaltmasında cemâziyel evvel.
caâdet (a.i.) kıvırcıklık.
câb (a.i.). (bkz. ce'b).
câbe (a.i.) bir cevap.
ca'be (a.i.) ok kuburu, yelek, sadak.
câ-be-câ (f.b.zf.) yer yer.
câbet (a.i.) cevap verme.
câbî (a.s. cibâyet'den) 1. [eskiden] vakıflı akar kiralarım toplamakla görevli bulunan kimse, vergi tahsildarı. 2. i. çekirge.
Câbilka (f.i.). (bkz. Câbülka).
Câbilsâ (f.i.). (bkz. Câbülsâ).
câbir (a.s. cebr'den) 1. cebreden, zorlayan, (bkz: mücbir). 2. kırıkçı, kırık sancı.
câbir-i küll-i kesr (kırılan, bozulan her şeyi düzelten) Allah.
câbiye (a.i.) havuz.
câblûs (f.i.) 1. yaltaklanma, dalkavukluk. 2. s. eletek öpen, yaltaklanan, dalkavuk, (bkz: çâlbûs, çâplûs).
câblûs-âne (f.zf.) dalkavuklara yakışırcasına.
cablûsî (f.i.) yaltaklanıcılık, dalkavukluk.
Câbülka (f.i.) 1. en uzak Doğu'da bin kapısı olan efsânevî bir şehir. 2. tas. insanın mutlaka Allah'a doğru yönelen yolundaki ilk merhalesi.
Câbülsâ (f.i.) en uzak Batı'da bulunan, bin kapısı olan efsânevî bir şehir. 2. tas. insan gayretinin son hedefi burada mutlak ile mevsuf [=Allah ile insan] birleşir.
câcîm (f.i.) 1. aba, kebe gibi kaba bir yün dokuma. 2. türlü renkli ipliklerden dokunan bir çeşit döşeme, cicim.
ca'd (a.s.) kıvırcık [saç], (bkz: müca'ad).
ca'd-i girih-gîr kıvırcık ve dolaşık saç; arapsaçı.
ca'd-i şütür (deve kıvırcığı) meç. vücudu çok tüylü olan kimse.
ca'd-i kalem 1. güzel yazı. 2. kalemde kalan mürekkep bulaşığı. 3. yazann kaleminden çıkan güzel sözler. 4. yarım daire.
câdd, cadde (a.i.) ciddî; çalışkan; azimli.
cadde (a.i.) geniş, işlek, büyük yol, anayol, (bkz şâh-râh).
cadde-i kebîr 1. ana cadde. 2. istanbul'da Galatasaray'dan Taksim'e doğru uzanan cadde.
câdî (f.i.) safran.
câdî (a.i.c. cüdât) dilenci, (bkz: sâil).
câdib, câdibe (a.s.) kusur görücü.
câdil (a.s.) kuvvetli, gürbüz.
câdis, câdise (a.s.) 1. çorak, kurak, işlenmemiş [toprak]. 2. harap, yıkık.
câdû (f.i.) 1. cadı, büyücü. 2. gulyabâni, hortlak, karakoncolos, vampir. 3. s. çirkin kocakarı, acuze. 4. s. çok güzel göz.
câdû-fen (f.a.b.s.) sihirbaz, büyücü.
câdû-ger (f.i. ve s.) büyücü, sihirbaz.
câdû-gerî (f.b.i.) büyücülük, sihirbazlık.
câdû-keş (f.b.s.) sihirbaz kıran, sihirbaz öldüren, öldürücü.
câdû-suhen (f.b.s.) sihirlercesine söz söyleyen, uzdilli. (bkz: câdû-zebân).
câdû-vâne (f.b.zf.) sihirbazlara, büyücülere yakışacak surette.
câdûvî, câdûyî sihirbazlık, büyücülük.
câdû-zebân (f.s.) büyülercesine söz söyleyen, uzdilli. (bkz. câdû-suhen).
cafcaf (f.s.) iffetsiz, ahlâksız [kadın], yırtlaz. (bkz. cefcâf).
Ca'fer (a. i.) 1. küçük akar su. 2. h. i. Hz. Ali'nin kardeşi olup, Muta muharebesinde bayrak tutarken iki elini de kaybederek öldürülmüştür. 3. erkek adı.
Ca'fer-i Sâdık Şîîlerin on iki imamından altıncısı, (bkz. eimme-i isnâ-aşer).
ca'fer-i zü-l-cenâheyn (bkz: ca'fer2).
ca'ferî (a.s.) 1. Şîîlerden imâm Ca'fer-i Sâdık taraflısı olan. 2. i. güzel sanatlarda kullanılan bir çeşit kâğıt cinsi [tezhip, hat, minyatür v.b.].
ca'feriyye (a.i.) Ca'ferî tarikatı.
câfî (a.s.) cefâ eden, eziyet eden. câger jiU. (f.i.) kuş kursağı.
câ-gîr (f.b.s.). (bkz: cây-gîr).
câ-güzîn (f.b.s.) yer seçen, yerleşmek üzere yer beğenen.
câh, câhe (a.i.) îtibar, makam, "orun, mevki.
Hırs-ı câh mevki hırsı.
cahd (a.i.) bile bile inkâr etme.
cahd-ı mutlak, cahd-ı mustağrak Arap gramerinde iki tane menfî (olumsuz) geniş zaman sıygası (*kipi).
câhız (a.s.) patlak gözlü, lokma gözlü [adam].
câhî, câhiye (a.s.) açık, alenî, aşikâr, (bkz. bevâh, hüveydâ).
câhid (a.s. cehd'den) 1. cehdeden, elinden geldiği kadar çalışan. 2. i. erkek adı. [müen. câhide].
câhid (a.s. cahd'dan) bilerek inkâr eden.
Hasm-ı câhid bile bile inkâr eden düşman.
câhidiyye (a.i.) Halveti tarikatı şubelerinden birinin adı. [kurucusu Edirneli Şeyh Câhidî Ahmed Efendi'ye nisbetle bu adı almıştır].
câhil (a.s. cehl'den. c. cebele, cühela, cühhâl) 1. bilimsiz, bilgisiz. 2. genç, tecrübesiz, toy.
câhil-i anûd inatçı câhil.
câhil-i munsif insaflı, bilmediğini teslim eden, söyleyen câhil.
câhil-âne (a.f.zf.) câhilce, cahillikle.
Cür'et-i cahilane câhilce ataklık.
câhili, câhiliyye (JU. (a.s.) 1. cahilliğe ait. 2. Islâmdan önceki Arap devrine ait.
Câhiliyye (a.i.) Câhiliyet devri adamları, puta tapanlar.
câhiliyyet (a.i.) 1. cahillik, bilgisizlik. 2. Islâmdan evvelki devrin adı; Hz. Mu-hammed'den önce Arap yarımadasındaki puta tapma devri.
Cahîmî (a ) cehennem gibi.
câhıyen (a.zf.) alenen, açık olarak.
câhiz (a.s.) cesaretli, gözüpek [adam].
cahîm (a.i.) cehennem, tamu.
Nâr-ı cahîm cehennem ateşi.
cahiz, cafiz (a.i.) katılar için kullanılan hacim ölçüsü.
câhsûk (f.i.) ; orak.
cahûd (a.s. cahd'dan) 1. ısrarla inkâr eden. 2. İ.Yahudi, çıfıt, (bkz: câhid, cühûd).
cahûd-i anûd çok inatçı Yahudi.
cahûd-âne (a.f.zf.) çıfıtçasına, Yahudicesine.
cahûf (a.s.) kendini beğenmiş, kibirli. (bkz. mağrur).
câibe (a.i.c. cevâib) halkın ağzında dolaşan haber.
câife (a.i.) huk. cevfe (boşluğa) kadar giden yara. [göğüste, arkada, karında açılan yaralar câife olabilir].
câil (a.s. cevelân'dan) cevelân eden, dönüp dolaşan.
câil (a.s.) işleyen, yapan, eden, yaratan.
câil-ül-leyl-i ve-n-nehâr geceyi gece, gündüzü gündüz eden, Cenâbıhak.
câile (a.i.) insanın içinde dönüp dolaşan hâtıra.
câir (a.s. cevr'den) çevreden, zulmeden.
Dilber-i câir zulmeden, cefâ eden güzel.
caiz (a.s. cevâz'dan) işlenilmesinde cevaz olan; olabilir, olur.
câizât (a.s. câiz'in c.) caiz olan şeyler.
caize (a.i. cevâz'dan. c. cevâiz) 1. yol yiyeceği, azık. 2. hediye, bahşiş, armağan. 3. ed. eski şâirlere, yazdıkları medhiyeler dolayısıyla verilen para ve bahşiş, (bkz. aidat, atiyye, avâid, ihsan, sıla).
câl, câlî (f.i.) 1. tuzak. 2. misvak ağacı ["evvelce" lifli dallan, diş fırçası vazifesini görürdü].
ca'l (a.i.) 1. yapma, meydana getirme. 2. sabır, tahammül. 3. işe başlama; alma.
câlife (a.i.) hek. deri ile eti beraber toparan yara.
Câlînus (a.h.i.) ilk çağların, İpokrat ile beraber en büyük Grek hekimi, Galen (131-210).
câlis (a.s. cülûs'dan. c. cüllâs) cülûs-eden, oturan, oturucu, tahta çıkan.
câlis-i evreng-i -saltanat saltanat tahtına oturan.
câlis-i serîr-i saltanat saltanat tahtına oturan.
câliş (f-i-) l- çiftleşme. 2. s. naz ve gamze ile salınan.
câliş-ger (f.b.i.) 1. yalnız şehvet duyguları için yaşayan kimse. 2. naz ve gamze ile salınan güzel.
ca'liyyât (a.i.c.) sahte, düzme, yapma olan hususlar.
ca'liyye (a.s.) ["ca'lî" nin müen.]. (bkz. ca'lî)"
ca'liyyet (a.i.c. ca'liyyât) yapmacık.
câlîz (f.i.) sebze bahçesi, kavun karpuz tarlası, bostan.
cam (f.i.) 1. sırça, cam; bardak, kadeh, şişe ve toprak cinsinden şarap kadehi, [kelimenin Arapçası cemi "câmât" dır].
câm-ı âlem-nümâ (bkz. câm-ı cihân-nümâ, câm-ı gîtî-nümâ).
câm-ı aşk tas. (bkz: cam4).
câm-ı âteş-fâm ateş renkli kadeh.
câm-ı ayş hayat kadehi, zevk ve safa kadehi.
câm-ı cem Şark mitolojisinde, şarabın îcatçısı sayılan "Cem" in sihirli kadehi; şarap.
câm-ı cihân-bîn (cihanı gösteren kadeh) (bkz. câm-ı cihân-nümâ).
câm-ı cihân-nümâ cihanı gösteren kadeh, içinde dünyâyı seyrettiren kadeh.
câm-ı fena (fânilik kadehi) ölüm.
câm-ı ruşen parlak kadeh.
câm-ı sabûhî sabah içkisi içilen kadeh.
câm-ı sahbâ kırmızı şarap içilen kadeh.
câm-ı seher Güneş, (bkz: câme-i seher).
câm-ı sîm (gümüş kadeh) meç. sevgilinin çenesi.
câm-ı şarâb şarap kadehi.
câm-ı şehriyârî büyük kadeh.
câm-ı şîr sütlü meme.
câm-ı tehî boş kadeh.
câm-ı zerrin (altın kadeh) beyaz şarap. 2. h. i. Horasan'da bir kasaba. 3. kendilerini Cemşit sülâlesinden sayan Sent ve Kişmir hâkimlerinden bir kısmının lâkabı. 4. tas. Tann âşığının yüreği.
Câmâsb (f.h.i.) Keyânîlerden Keykuştasb'ın veziridir; hikmet ve heyette yüksek bilgisi vardı. [Eski Farsça ile ve "Ferheng-i Mülûk" ve "Esrâr-ı Acem" adıyla yazdığı kitap, bu gün "Câmâsbnâme" adıyla anılır.
câme (f.i.) l . elbise, çamaşır.
câme-i âhiret (bkz. câme-i fena).
câme-i fena (fânilik elbisesi) kefen.
câme-i guk yosun.
câme-i hâb gecelik.
câme-i hâssa tar. Osmanlı pâdişâhları tarafından verilen elbiselik kumaşlar.
câme-i hayât (hayat elbisesi) ömür.
câme-i hurşid Güneş'in ışığı ve yer, Güneşin tesirinden korumaları itibariyle ağaç yapraklan, toz, duman ve bulut.
câme-i îdî 1) kırmızı elbise; 2) bahar çiçekleri.
câme-i ihram hacıların giydiği dikişsiz elbise.
câme-i katran Peygamberimizin sülâlesinden olanların, Muharrem ayının onuncu günü giydikleri siyah elbise [burhân-ı kaatı].
câme-i matem matem elbisesi.
câme-i mûyî (kıllı elbise) meç. kürk.
câme-i nahcivânî sade dikilmiş elbise.
câme-i ' nev-rûzî 1) rengârenk elbise; 2) baharda açılan türlü çiçekler.
câme-i seher Güneş, (bkz: câm-ı seher). 2. sürahi.
câme-âlûd (f.b.s.) kirli elbise.
câme-dân (f.b.i.) esvap ve çamaşır koymaya yarayan sandık, dolap; gardırop.
câme-dâr (f.b.i.) 1. elbiseyi muhafaza eden kimse. 2. vestiyer
câme-derîde (f.b.s.) elbisesi yırtılmış.
câme-dûz (f.b.i.) elbise biçen, diken, terzi.
câme-gâh (f.b.i.) çamaşır yeri, çamaşır odası, soyunup giyinilecek yer.
câmegî (f.i.) l . hizmetçilere verilen maaş, ücret ve elbise parası. 2. hizmetkâr. 3. tüfek fitili. 4. elbiselik kumaş.
câme-hâb (f.b.i.) yatak.
câme-hâne (f.b.i.) yük, yerli dolap.
câme-kân (f.b.i.) camlık, elbise soyunulacak yer. [doğrusu "câme-ken" dir].
câmekiyye (f.i.) vakfın gailesinden vazife sahiplerine verilen aylık, atiyye.
câme-seher (f.a.b.s.) sabah riizgân veya güneş.
câme-şûy (f.b.i.c. câme-şûyân) çamaşır yıkayan, çamaşırcı.
câme-şûyân (f.b.i. câme-şûy'un c.) çamaşır yıkayanlar, çamaşırcılar.
câm-ger (f.b.i.) camcı ustası, cam yapan sanatkâr.
câmgul (f.i.) külhanbeyi.
câm-hâne (f.b.i.) cam fabrikası.
Câmî (f.h.i.) İran'ın XV. asırda yetişmiş büyük mutasavvıf, mütefekkir ve âlim şâiri; Fatih'le muhabere etmiştir. Asıl adı Ab-durrahman'dır. Bir çok manzum ve mensur eserleri vardır. Bizde Câmî adıyla şöhret bulan eseri Arap nahvine ait Kâfiye'nin şerhi olup vaktiyle medreselerde okutulurdu.
Cami (a.i. cem'den. c. cevâmi') içinde namaz kılınan ibâdet yeri; içinde cuma namazı kılınan mescit.
câmi-i devrân devrin, zamanın camii.
câmi-i kebîr büyük cami.
cami' (a. s. cem'den) 1. cemeden, derleyen, toplayan. 2. içine alan, içinde bulunduran.
câmi-i Kur'ân (Kur'ân derleyen) Halîfe Osman.
Câmi'-ül-Fürs XV-XVI. yüzyılları arasında yaşadığı sanılan Inegöllü Mustafa bin Meh-med bin Yûsuf un Farsçadan Türkçeye çevirdiği lügat kitabı.
câmi'-ül-hurûf kitap yazan.
câmi'-ül-kelim beyân tâbirlerindendir. Lâfzı az, mânâsı çok söz. (bkz: teşbîh, istiare).
câmi'-ül-mahâsin güzel vasıflar bulunan.
Câmi'-ün-Nasâyih (nasihatleri toplayan) ünlü Türk bilgini İbni Kemal'in didaktik bir eseri.
Câmi'-ün-Nezâir Eğridirli Hacı Kemal'in, XV. yüzyıl şairlerinin birbirlerine yazdıkları nazireleri toplayan mecmuası.
camia (a.i. cem'den. c. cevâmi') 1. topluluk. 2. fiz. toplaç, f r.
câmid, camide (a.s. cümûd'-dan. c. cevâmid) donmuş, donuk; cansız.
Cism-i câmid cansız cisim.
Ecsâm-ı camide cansız cisimler.
Mâ-i câmid donmuş su.
İsm-i câmid a.gr. tasrifi (çekimi) ve iştikakı (türesi) olmayan isim veya fiil.
câmid-ül-ayn yüreği katı, ağlamak nedir bilmeyen.
câmid-ül-keff cimri, tamahkâr, eli sıkı.
câmid-ül-mâl taşınmaz mal, mülk, arazi, (bkz: gayr-i menkul).
câmih (a.s.) başı sert [hayvan].
câmiiyyet (a.i.) câmi'lik, toplayıcılık, topluluk, toplu olma.
câmiyye (f.i.) Nakş-ı bendiyye tarikatının 9 şubesinden birinin adı. [ötekiler Ahrâ-riyye, Nâciyye, Kasaniyye, Mecdediyye, Mu-râdiyye, Mazhariyye, Melâmiyye-i Nûriyye, Hâlidiyye'dir],
câmûs (a.i.c. cevâmîs) manda, su sığırı.
câmûs-ı cesîm iri, büyük manda.
can (f.i.) 1. can, ruh. 2. hayat, yaşayış. 3. gönül.
Cân-ı can (canın canı) Allah.
Gûş-i can can kulağı.
Yâr-ı can can dostu.
cân-ı şîrîn tatlı can. 4. silâh, (bkz: câne). 5. erkek adı.
can (a.i.). (bkz. cânn).
cana (f.n.) ey can, ey sevgili!
cân-âferîn (f.b.s.) yaratıcı.
canan, cânâne (f.s.) 1. sevgili, gönül verilmiş, ma'şûka. 2. kadın adı. 3. tas. Allah.
cân-âver, cân-ver (f.b.s.) 1. canlı, yaşayan. 2. i. zararlı hayvan. 3. i. domuz; canavar.
cân-âzâr (f.b.s.) can inciten, can yakan, eziyet eden.
cân-bahş (f.b.s.) 1. can veren, hayat bağışlayan, cana can katan, sevgili. 2. h. i. Cenâbıhak.
cân-bâz (f.b.i.c. cân-bâzân) 1. can ile oynayan, canını tehlikeye koyan, canbaz. 2. s. aldatıcı. 3. i. hayvan alışverişiyle meşgul olan kimse. 4. i. [eski] fedaî atlı asker.
cân-bâzân (f.b.i. cân-bâz'ın c.) can-bazlar.
cân-bâzâne (f.b.zf.) canbaza yakışacak surette, canbazlıkla.
cân-bâz-hâne (f.b.s.) canbazlann oynadıkları, hünerlerini gösterdikleri yer.
cân-bâzî (f.b.i.) canbazlık.
cân-beleb, cân-berleb (f.b.s.) canı dudağında; ruh teslim edecek halde bulunan.
cân-ciğer (a. (f.b.s.) çok teklifsiz sevişen [kimse].
cân-dâde (f.b.s.) candan bağlanmış, candan bağlı.
Dostları ilə paylaş: |