bi-tarîk-il-evlâ mant. haydi haydi, aforti-yori.
bîte (a.i.) geceleme, gece kalma, gecele-yiş. (bkz: beytûtet, bîtet).
bî-tedbîr (f.a.s.) tedbirsiz, çaresiz.
bîtet (a.i.) gece kalma, geceleme, (bkz: beytûtet, bîte). kesinti, kesilen bir şeyin ufak
bitke (a.i.) ufak parçalan.
bitke-i haşeb tahta parçası, talaş.
bitlâb (f.i.) hurma çiçeğinin kapçığı, tomurcuğu.
bi-t-tab' (a.zf.) tabiatıyla, tabîî olarak.
bi-t-tafsîl (a.b.zf.) etrafıyla, uzun uzadıya.
bi-t-tahkîk (a.zf.) tahkik ile, tahkik ederek, araştırarak.
bi-t-tahrîk (a.zf.) 1. hareket ettirerek, oynatarak. 2. teşvik ederek, kışkırtarak, (bkz: bit-tişvîk).
bi-t-tamâm (a.zf.) tamamıyla, (bkz: bi-tamâmihî, tamamen).
bi-t-tarîk (a. zf.) yoluyla.
bi-t-tarîk-it-tecrîd (a.zf.) tecrit, ayırma yoluyla.
bi-t-tarîk-it-temsîl (a. zf.) benzetme yoluyla.
bi-t-tasmîm (a.zf.) kurarak, tasarlayarak.
bi-t-tav' (a.zf.) istek ile.
bi-t-tavassut kabûl eko. poliçenin muhatabı tarafından kabul edilmemesi hâlinde, ikinci bir şahıs tarafından yapılan ve işin yürütülmesini kolaylaştıran kabul.
bi-t-tavassut tediye eko. tediyesi red ve protesto edilen poliçenin üzerinde ismi bulunan herhangi bir şahıs adına, poliçe bedelinin herhangi biri tarafından ödenmesi.
bi-t-teâdî (a.zf.) zulüm ile, hakkı ve kanunu çiğneyerek.
bi-t-tedrîc (a.zf.) derece derece, azar azar.
bi-t-tesâdüf (a.zf.) tesadüfen, rastgele.
bi-t-te'sîr (a.zf.) te'sir ederek, *etkileyerek.
bi-t-teşvîk (a.zf.) teşvîk ederek, kışkırtarak, (bkz: bi-t-tahrîk2).
bi-t-tevkîf (a.zf.) tevkif edilerek, tutuklanarak.
bityâr, bityâre (f-i-) elem, keder, sıkıntı.
biûza (a.i.) sivrisinek.
bîv (f.i.) güve.
bivâbet (a.i.). (bkz. bevâbet).
bî-vakt (f.a.b.s.) vakitsiz, uygunsuz. (bkz. nâ-be-hengâm, nâ-be-mevsim).
bivân (a.i.c. büven, ebvine). (bkz: bevân, bevvân).
bîvâr (f.s.) "onbin" sayısı, (bkz: bîver).
bîvâre (f.s.) âciz, garip, kimsesiz.
bî-vâye (f.b.s.) behresiz, nasipsiz, mahrum.
bîvâyegî (f.i.) fakirlik.
bîvâz (f.i.) 1. yarasa, (bkz: huffâş). 2. muvafakat, kabul.
bîve (f.s.) kocasız kadın, dul.
bî-vech (f.a.b.s.) sebebsiz.
bî-vefâ (f.a.b.s.) vefasız, hayırsız; dönek.
bî-vefâyî (f.a.b.i.) vefasızlık.
bîvegî (f.i.) dulluk.
bî-vend (f.b.s.) gadir, vefasızlık.
bîver (f.i.). (bkz. bîvâr).
bîve-zen (f.b.s.) dul kadın.
bî-vukuf (f.a.b.s.) durmayan.
bî-vücûd (f.a.b.s.) vücutsuz.
biya' (a.i. bîa'nın c.) kiliseler, (bkz: savâmi).
biyâet (a.i.c. biyâât) satılık mal.
biyâh (a.i.c. büyâh) ufak balık, (bkz: beyâh).
biz- (a.e.) -e, ile, -rek mânâsına gelip, eklendiği -şemsiye harfleriyle başlayan- kelimeleri zarf yapar.
Bi-z-ziyâre ziyaretle.
Bi-z-zikr zikrederek.
Bi-z-zarûre zarurî olarak., gibi.
-bîz (f.s.) eleyen, kalburdan geçiren; tarayan.
Fitne-bîz fitneci, entrikacı.
bizâ' (a.i.) birisine kaba ve çirkin muamelede bulunma.
bî-zâd (f.a.b.s.) zahîresiz, azıksız.
bîzâr (f.s.) rahatsız, bıkmış, usanmış, küskün.
bîzâre (f.i.) hîle, desîse, al.
bîzâre-i bîdâre âşık hilesi.
bîzârî (f.i.) bezginlik, küskünlük.
bi-zâtihi (a.zf) kendiliğinden.
Müteharrik bi-zâtihi kendi işler, otomatik.
bizâz (a.i.) pejmürdelik, perişanlık, kıyafetsizlik, (bkz: bezâzet, büzûzet).
bî-zebân (f.b.s.c. bî-zebânân) dilsiz.
bî-zeneb (a.b.s.) zool. kuyruksuz, fr. anoure.
bî-zer (f.b.s.) 1. altınsız. 2. hasis, cimri, pinti.
bî-zevâl (f.a.b.s.) zevalsiz, sonu olmayan, (bkz: ebedî, câvid, câvidân, sermed, sermedi).
bizh (a.i.) eli kesilmiş olan adamın elindeki yara.
bizişk (f.i.) hekim, doktor, (bkz: bi-cişk).
bizişkî (f.i.) hekimlik, cerrahlık.
bî-ziyâ (f.a.b.s.) ziyâsız, ışıksız, karanlık.
bizlâh (a.s.) ; çenesi düşük, geveze [adam].
bizle (a.i.) gündelik elbise.
bizle (f.i.) lâtife, şaka. (bkz: bezle).
bi-z-zarûre (a.zf.) ister istemez.
bi-z-zât (a.zf. c. bi-z-zevât) kendi, kendisi, (bkz: bi-n-nefs).
bornûz (a.i.) kollu ve başlıklı hamam havlusu, (bkz. bürnüs).
bostân (f.i.) 1. sebze bahçesi. 2. kavun karpuz, (bkz. bûstân).
bostâncıyân, bostâniyân saray teşkilâtında, pâdişâh saraylarının korunması ile vazifeli olan kimseler, bostancılar.
bölükât-ı seb'a (t.a.b.i.) Dev-leti'nin Mısır'daki 7 ocaktan ibaret olan askerî teşkilâtı.
bû (a.i.) baba. (bkz: eb).
bû (f.i.) koku. (bkz: bûy).
buâk (a.i.) 1. şiddetli sel. 2. ansızın gelen yağmur. 3. şiddetli ses, haykırış,
bûb (f.i.) 1. ağır ve pahalı ev döşemesi. 2. kıymetli kumaştan yapılmış yaygı.
bûbürd, bûbürdek (f.i.) bülbül (bkz: andelîb, hezâr).
bu'd (a.i.c. eb'âd) 1. uzaklık.
Bu'd-i mesâfe gidilen yolun uzaklığı. 2. aralık.
bu'd-i beyn-el-hücrevî anat. göze arası boşluğu, fr. espace intercellulaire. 3.geo. boy u t.
bu'd-i mizvâ astr. râsıtla semâdaki iki yıldız istikameti arasında, râsıdın gözünde meydana gelen açı.
bu'd-i mücerred varsayılan uzay.
bu'd-i nîreyn usûlü top. deniz haritalarında çoklukla tatbik edilen bir ölçme usûlü.
bu'd-i kutb astr. kutup uzaklığı, fr. dis-tance polaire.
bu'd-i mihrâkî fiz. odak uzaklığı, fr. distance focale.
bu'd-i mümass mat. 'teğet uzunluğu, fr. longueur de tangente.
bu'd-i müzevvâ astr. *açı uzaklığı, fr. distance angulaire.
bu'd-i semt-ür-re's mat. başucu uzaklığı, fr. distance zenithale.
bûd (f.i.) varlık.
bu'd ü nebûd var yok.
bu'dân (baîd'in c.) ıraklar, uzaklar.
bûdene (f.i.) 1. çil [kuş]. 2. bıldırcın. (bkz. selva).'
budha (a.i.) saha, meydan, avlu.
budû' (a.i.) l. anlama. 2. can sıkılma.
bûd ü ne-bûd (f.b.i.) insanın bütün malı ve eşyası, varı yoğu.
bû-fürûş (f.b.i.) koku satan.
bûğ (f.i.) kucakta, omuzda, elde götürülmek üzere hazırlanmış eşya çıkını.
bugas (a.i.) leş yiyen kuşlar.
bugat (a.i. bâgi'nin c.) haksızlık edenler, serkeşler, âsîler.
buğrâ (f.i.) 1. turna kuşu; turna sürüsünün önünde uçan turna horozu. 2. Hârizm hükümdarlarından birinin lâkabı.
buğz (a.i.) kin, nefret, sevmeme, (bkz: adavet).
bûh, bûhe (a.i.) 1. çakır doğan, 2. erkek baykuş.
buhak (a.i.) erkek kurt.
buhalâ' (a.i. bahîl'in c.) cimriler, pintiler, tamahkârlar.
buhâr buğu
buhârî buhara mensup buğu ile ilgili
buhayre (a.i.) küçük deniz, göl.
buhayre-i dem'iyye anat. gözyaşı pınan.
buhbûha (a.i.) orta yer, saha, alan.
buhl (a.i.) cimrilik, pintilik, elsıkılığı. (bkz. ba'hl, buhûl).
buhle (f.i.) semizotu.
buhrân (a.i.) 1. hastalığın en ağır zamanı, nöbet, kriz. 2. meç. bir işin tehlikeli, karışık bir hâl alması.
buhrân-ı ceyyid hastalığın iyiye yüz tuttuğunu gösteren nöbet
buhrân-ı kâmil, hastalığın iyiye yüz tuttuğunu gösteren nöbet
buhrân-ı mahmud hastalığın iyiye yüz tuttuğunu gösteren nöbet.
buhrân-ı redi' hastalığın fenalaşma nöbeti.
buhrân-ı vükelâ kabine buhranı.
buhran sühûneti fiz. kritik sıcaklık.
buht (f.i.) oğul. (bkz: ferzend, mahdum).
buht (a.i.) zool. iki hörgüçlü deve.
buhte (f.s.). (bkz: bahte).
buhtû, buhtûr (f.i.) gök gürültüsü. (bkz: ra'd).
Buhtunnasar (a.h.i.) Beyt-ül-Mukaddes'i harabeden ve yetmiş bin Yahudiyi öldürdüğü söylenen Bâbil Kralı Nebukadnezar.
buhû' (a.i.) alçakgönüllülükle hakkını isteme.
buhûh (a.i.) ses kısıklığı.
buhûl (a.i.) cimrilik, (bkz: bahl, buhl).
buhur (a.i. bahr'in c.) denizler, (bkz: bihâr, ebhâr, ebhur).
buhûr (f.i.) tütsü.
buhûr-i meryem bot. tavşankulağı, siklamen, fr. cyclamen.
buhûr-dân tütsülük. (bkz: bahûr-dân).
bûjene (f.i.) 1. henüz açılmamış çiçek, konca. 2. tomurcuk, (bkz. bür-ûm, bür'ûme).
buk (a.i.) boru; düdük.
buk'a (a.i.c. bıka') 1. yer, toprak, ülke. 2. büyük yapı. 3. benek, leke.
buk'a buk'a (a.zf.) yer yer, memleket memleket.
bûkalemûn (f.i.) 1. bulunduğu yerin rengine giren ve böcek yiyen, sıçan büyüklüğünde bir hayvan. 2. meç. düşüncesini, kanâatini ve işini sık sık değiştiren kimse.
bukkarî ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. âfet, musibet, belâ. 2 . s . yalan söz.
Bukrat (a.h.i.) eski Yunan hekimi meşhur Hipokratis.
bukratî (a.s.) eski Yunan hekimi ünlü Hipokratis'e ait, onunla ilgili.
bukratiyyûn (a.i.c.) ünlü hekim Hipokratis'in yolunda, izinde olanlar.
bukta (a.s.) 1. dağınık, perişan. 2. i. cemâat, güruh, kalabalık.
bu'kûke (a.i.) izdiham, kalabalık.
bu'kûket-üs-sayf yaz mevsiminin en sıcak zamanı.
bu'kûket-üş-şitâ' kışın zemherirdeki hali.
Bukul ("ku" uzun okunur, a.i. bakl'in c.) sebzeler, otlar, yeşillikler.
bu'le (a.s.) çok yiyen, obur. (bkz: ekûl).
bûm, bûme (a.f.i.) zool. baykuş.
bûm-i musîbet belâ baykuşu.
bûm (f.i.) 1. yer, toprak, yurt. 2. sürülmemiş tarla. 3. tabîat, huy.
bûmbâr, bûnbâr (f.i.) 1. koyun ve benzeri hayvanların kalın bağırsağı. 2. bağırsak, kıyma, pirinç ve şâire ile doldurularak yapılan bir yemek.
bûme (a.i.) zool. baykuş.
bûmehen, bûmehin (f-i-) 1. yer sarsıntısı, deprem, (bkz. bûmhen). 2. koyun bağırsağı.
bûmhen (f.i.) . (bkz. bûmehen, bûmehîn).
bûn (f.s.) 1. kolay. 2. i. dip, nihayet. 3.i. temizlenmiş koyun bağırsağı. 4. i. rahim.
bunduk, bunduka (a.i.) 1. ufak ve yuvarlak tane. 2. tüfek kurşunu.
bunduk (f.i.) fındık, (bkz: büste).
Bundukî (f.i.) bir altın para. Türkçede "Fındık altını" denilen Bundukî adı, Venedik şehrinin Arapça adı olan Bundukiyye'den gelmiştir.
bundukiyye (a.i.) Tatar oku. [bunduk kelimesinden gelen bu ad, Arapçada ve bâzı Türk lehçelerinde yaşamış olup daha ziyâde Arap âleminin doğu bölgelerinde kullanılmıştır].
bûr (f.s.) 1. fıstıkî renk. 2. i. doru, kızıla çalar at. 3. i. zool. sülün.
bûr (a.i.) dünyâ ve ahrete hayrı olmayan kimse.
Burâk (a.h.i.) Hz. Muhammed'in Mî-raç'ta bindiği binek.
Burak-ı Cem Hz. Süleyman'ın uçan tahtını taşıyan rüzgâr.
bûrânî f.i.) pirinçli ve yoğurtlu ıspanak ve benzeri sebze yemeği.
burbûr (a.i.) bulgur, haşlanmış buğdayın döğülmüşü.
burc (a.i.c. burûc) 1. kale, hisar çıkıntısı kule. 2. yuvarlak bina. 3. Güneşin ayrıldığı on iki kısımdan herbiri. 4. herhangi bir şekil gösterilen ve kendisine özel bir ad verilen hareketsiz yıldızlar kümesi.
burc-i âbî sulu burç. [Seretan, Akrep, Hut (Balıklar) burcu].
burc-i âteşî, burc-i âzerî ateşli burç. [Hamel (kuzu), Esed (Arslan), Kavis (Yay) burcu].
burc-i bâdî havalı burç. [Cevza (ikizler), Terazi (Aquarius) burcu].
burc-i eşref-ahter mîzân uğurlu yıldızlardan meydana gelen Terazi burcu.
burc-i Delfîn astr. Yunus, fr. auphin.
burc-i evliyâ Bağdat şehri.
burc-i hûşe 1) Sünbüle burcu; 2) Arslan burcu.
burc-i Süreyya meç. güzelin ağzı.
Burc-ül-Esed astr. Arslan takımyıldızı.
burcâs (a.i.) yüksekte bulunan nişangâh, hedef.
burcuma (a.i.) parmak boğumu, parmak boğumlarının oynak yerlerindeki kemiklerin sivrileri.
bûre (f.i.) 1. kuyumcuların kullandıkları tuza benzer bir madde. 2. nebat şekeri, (bkz. teberzed).
bu're (a.i.) 1. çukur. 2. çölde çukur biçiminde yapılan ocak.
burha (a.i.) çok cins olan dişi deve.
bûriyâ (f.i.) hasır.
bûriyâ-bâf (f.b.s.) hasır dokuyan,hasırcı.
burûc (a.i. burc'un c.) hisarlar, kuleler. (bkz. burç).
burûc-i isnâ aşer (Güneş medarının) on iki burcu. [Hamel, Sevr, Cevza, Seretan, Esed, Sünbüle, Mizan, Akreb, Kavs, Cedy, Delv,
burût (a.i.) bıyık.
Burzag (a.i.) 1. delikanlılık çağındaki neşe.s. etine dolgun delikanlı, (bkz: ber-zûg).
bûs, bûse (f-i-) öpme, öpücük, öpüş.
bûs ü kenâr öpme ve kucaklama.
-bûs (f.s.) öpen.
Dâmen-bûs etek öpen.
busat (a.i. bisât'ın c.) kilimler, döşekler, minderler, keçe yaygılar.
bûse-câ (f.b.i.) öpecek yer.
bûse-çîn (f.b.s.) buse, öpücük alan, toplayan, (bkz: bûse-rübâ).
bûse-gâh, bûse-geh (f.b.i.) öpülecek yer.
bûse-lik (f.b.i.). (bkz. pûselik).
bûselik-nevrûz muz. Hızır Bin Abdullah'ın edvarında geçen, buselik makamıyla nevruz sesinden meydana gelmiş terkip.
bûsende (f.s.) öpen, öpücü.
bûse-rübâ (f.b.s.) buse, öpücük toplayan, kapan, alan. (bkz. bûse-çîn).
bûse-şikesten (f.b.i.) şapır şupur öpüş, öpme.
buseyle (a.i.) bot. soğancık.
bûse-zen (f.b.s.) -öpücü, öpen. (bkz. busende).
bûs-gâh (f.b.i.) öpülecek yer. (bkz: bûse-gâh, bûse-geh).
bûsî (f.i.) öpme.
Dâmen-bûsî etek öpme.
Dest-bûsî el öpme.
bûsîde (f.s.) öpülmüş.
bûsîden (f.m.) öpmek.
bûsîr (f.i.) bot. sığır kuyruğu denilen ve ayı kulağına benzeyen bir ot.
bûsiş (f.i.) şapırtılı öpüş.
Busm (a.i.) serçe parmak ile adsız parmağın uçlan açıldığı zaman aradaki açıklık.
bûstân (f.i.) 1. gül ve çiçek kokularının çok olduğu yer, bahçe, (bkz: bostan, bûstân). 2. Şiraz'lı Şeyh Sadî'nin ünlü eseri.
bustân-bân (f.b.i.) bahçıvan.
bûstân-efrûz (f.b.i.). (bkz. bûstân-fürûz).
bûstân-fürûz (f.b.i.) bot. katmerli horozibiği denilen bir çiçek.
bûstânî (f.s.) bostana ait.
bûstân-pîrâ (f.b.i.) "bahçe süsleyen" bahçıvan.
bûstân-serâ (f.b.i.) bahçe içinde bulunan köşk.
busu' (a.i. basî'in c.) terler.
bu'sûsâ (a.i.) ufak ve parlak bir böcek, tatarcık.
bûş (f.i.) hastalanan koyun, keçi gibi hayvanları sağaltmak için bacaklarına yapıştırılan bir çeşit laden.
butayn (a.i.) kanncık, küçük karın veya göz, hücre.
butayn-i eymen anat. sağ kanncık.
butayn-i eyser anat. sol kanncık.
bûte (f.i.) 1. kökünden çıkar çıkmaz, dal ve yapraklan yerlere yayılan, gövdesiz ve kısa saplı nebatlar. 2. kuyumcuların altın ve gümüş erittikleri kap, kuyumcu kalıbı, pota. 3. g. s. çeşme, mezartaşı, sebil v.b. gibi mermer veya değerli taşlardan yapılan eserler üzerine ucu kıvrık bir yaprak şeklinde oyma motif.
butha (a.i.) iyi huy.
butîmâr (f.i.) zool. çok zaman su kenarlannda bulunan ve balıkçıl denilen, sorguçlu ve kırmızı gagalı bir kuş.
butlân bâtıllık, boşluk, çürüklük, beyhûdelik. (bkz. butûl).
butlân-ı da'vâ dâvanın esassız, haksız, boş oluşu.
butu' (a.i.) gecikme, geç kalma.
butûl (a.i.) boşluk, çürüklük, beyhûdelik. (bkz: butlan).
butûn (a.i. batn'ın c.) 1. karınlar. 2. nesiller, soylar.
buûle (a.i.) kadın, eş. (bkz: zevce).
buûlet (a.i.) kankocalık, eşlik.
buus, buûs yokluk içinde bulunma.
bûy (f.i.) 1. koku.
bûy-i ezhâr çiçeklerin kokusu.
bûy-i ruh rûh'un kokusu. 2. ümit, umma.
bûy-i ümîd (*umut kokusu) ümit belirtisi.
bûy-i vefâ (vefa kokusu) (karşılıklı) vefa bulmak ümidi. 3. sevgi. 4. tamah. 5. huy, tabiat. 6. kısmet, pay, nasip.
bûyâ (f.s.) güzel kokulu.
Buyahyâ (f.i.) Azrail.
bûyçe (f.i.) bot. sarmaşık [ot].
bûy-dân (f-b.i.) tuvalet çekmecesi.
bûy-dâr (f.b.s.) kokulu.
bûye (f.i.) özleme.
bûyî (f.i.) kokululuk.
bûyîden (f.m.) koklamak.
bûyiş (f.i.) kokma.
bûy-perest (f.b.i.) av köpeği.
bûysûz (f.b.i.) buhurdan.
bûzâr (f.i.) tarçın, biber, karanfil, kimyon ve benzerleri gibi baharlar.
bûzîdân (f.i.) bot. tilki hayası, semizlik otu veya koç otu denilen ve ilâç olarak kullanılan bir ot.
bûzîne, bûzine, bûznîne (f i) maymun.
buzm (a.i.) 1. nefs. 2. başak.
buzra (a.i.) anat. üst dudağın ortasından dışarı doğru taşan et parçası.
bü-bü' (a.i.) 1. gözbebeği. 2. meç. en değerli, en kıymetli olan şey.
büc (f.i.) keçi.
bücâl (f.i.) 1. kömür. 2. ateş koru. (bkz: zügal).
bücc (a.i.) kuş yavrusu, palazı.
bücdet (a.i.) ilim, bilgi.
bücr (a.s.) 1. şer, fena, kötü. 2. şaşılacak şey.
bücriyy, bücriyye (a.i.) âfet, belâ, musibet.
bücûd (a.i.) oturma [bir yerde], (bkz: tebcîd).
bücûl, bücül (f.i.) anat. topuk kemiği, aşık kemiği.
bücûs (a.i.) sövme, (bkz: şetm).
büç , beç (f.i.) ağzın iç tarafı, avurt.
büd (f.s.) 1. sahip. 2. i. maşa. (bkz: büde2).
büdâd (a.i.) 1. hisse, nasip, pay. 2. nihayet, son. (bkz: büdde).
Büdalâ' (a.s. bedîl'in c.) budala, sersem, akılsız, bön kimseler [müfret olarak kullanılır; müfredi "bedîl" Türkçede kullanılmaz].
büdbüdek (f.i.) çavuşkuşu, ibibik kuşu. (bkz: hüdhüd).
büdd (a.i.) 1. ayrılma, uzaklaşma; vazgeçme, (bkz: tebâüd). 2. vazgeçme.
büdde (a.i.) 1. nasip, hisse, pay. 2. nihayet, son. (bkz: büdâd, encam).
büde (f.i.) 1. ağaç kavı. 2. maşa. (bkz: büd2).
büdün (a.i. bedene'nin c.) kurbanlık develer.
büdûr (a.i.) hızla geçme, ileri geçme.
bügas ("ga" uzun okunur, a.i.). (bkz. begas).
bühlel (a.s.). (bkz. behlel).
bühlûl (a.s.). (bkz: behlûl).
bühme bühüm, bihâm; c.c. bihâmât). (bkz: behme).
bühr (a.i.) sık sık soluma, soluganlık.
bühre (a.i.) 1. geniş yer. 2. dere içindeki çayırlık ve sazlık. 3. kesik kesik soluyuş.
büht (a.i.) 1. yalan, iftira. 2. bir seyyarenin (gezegen) bir günlük hareketi.
bühtân yalan, iftira.
bühtür, bühtüre (a.s.) kısa, bodur.
Bühûr (a.s.) aydınlık, ışıklı.
bühüt (a.i. behût'un c.) duyanları hayrete düşüren yalan ve iftiralar.
bühüvv (a.i. behv, behve'nin c.) 1. misafir odaları. 2. yer altındaki hayvan ahırları.
büjhân imrenme.
büjmeje (f.i.) kaya keleri, kertenkele.
büjûl (f.i.) topuk kemiği; aşık kemiği.
bükâ' (a.i.) ağlama, gözyaşı dökme.
bükâ-yı sürûr sevinçten doğan gözyaşı.
bükâ-yı şedîd hüngür hüngür ağlama.
bükâ-alûd (f.b.s.) ağlatıcı.
bükâ-engîz (f.b.s.) ağlatıcı.
bükât (a.s. bâkî'nin c.) ağlayanlar.
bükm (a.s. ebkem'den) dilsizler.
bükre (a.i.) sabah, seher, erken, tan yeri. (bkz: bâmdâd).
bükse (a.i.) 1. saksı. 2. kiremit parçası. 3. kaydırak.
bü-l-aceb (a.s.) çok acayip, çok tuhaf, çok şaşılacak şey.
bü-l-acebî (a.i.) çok acâiplik, çok tuhanık.
bü-l-acebter (a.b.s.) son derece şaşılacak şey.
bülâlet (a.i.) yaşlık, ıslaklık, (bkz: bü-lûlet).
bülbül (a.i.c. belâbil) güzel öten mâruf kuş. (bkz: andelîb, hezâr).
bülbül-i genc meç. baykuş.
bülbül-i nâlân ağlayan bülbül.
bülbül-i şeydâ çılgın bülbül.
bülbülân (f.i. bülbül'ün c.) bülbüller.
bülbüle (a.i.) 1. şarap. 2. kadeh. 3. renkli deri. 4. bir çeşit zerdali,
bülbülî (a.i.) emzikli su kabı.
büldân beld, belde'nin c.) şehirler, memleketler, iller.
bülega' (a.s. belîğ'in c.) beliğ olanlar, belagat sahipleri, düzgün ve tertipli olarak meramını anlatanlar.
bülehâ (a.i.) ahmaklar, budalalar.
bülend (f.s.) yüksek, yüce. [doğrusu "belend" dir], (bkz: belend).
bülend-ahter (f.b.s.) yıldızı yüksek, talihi uygun.
bülend-âvâz (f.b.i.) yüksek ses, haykırma.
bülend-bâlâ (f.b.s.) uzun boylu.
bülend-bîn (f.b.s.) 1. himmeti, gayreti büyük. 2. çok hırslı.
bülend-girây (f.b.s.) büyüklüğe eğilen.
bülend-himmet (f.a.b.s.) iyi çalışır; himmeti, gayreti, çalışması yüksek olan.
bülendî (f.i.) yücelik, yükseklik.
bülend-iktidâr (f.a.b.s.) çok kuvvetli.
bülend-kadd (f.a.b.s.) boyu uzun ve biçimli olan [adam], (bkz. reşîk, serv-endâm).
bülend-nazar (f.b.s.). (bkz. Bülend-bîn).
bülend-pâye (f.b.s.) payesi, rütbesi yüksek.
bülend-per (f.b.s.) yüksekte uçan. (bkz. bâlâ-pervâz).
bülend-pervâz (f.b.s.) "yüksek uçan" izzetinefis, onur sahibi.
bülend-ter (f.b.s.) daha yüksek.
bülend-terîn (f.b.s.) en yüksek.
bü-l-fudûl (f.b.s.) boşboğaz, münasebetsiz söz söyleyen, kendinden büyük işlere karışan [kimse].
bü-l-fudûlâne (f.zf.) dangalaklıkla, boşboğazlıkla.
bü-l-fudûlî (f.b.i.) dangalaklık, boşboğazlık.
bülga (a. i.) geçinecek kadar şey, varlık.
[Bülgat-ül-ehbâb Osmanlı şâirlerinden merhum Râsih Bey'in henüz basılmamış olan edebî bir eserinin adı olduğu rivayet edilmektedir].
bülgâk (f.i.) kavga, kargaşalık.
bül-gâme (f.b.s.) her şeye istekli olan. (bkz. bül-heves).
bülgat (a. i.) geçinmeye yetecek kadar olan şey.
bülgune ("gu" uzun okunur, f.i.) Kadınların yüzlerine sürdükleri bir çeşit düzgün, allık, (bkz. algune).
bül-heves (f.b.s.) aklına geleni yapmak isteyen, keyfine buyruk, maymun iştahlı, her şeye istekli, isteği çok kimse, (bkz. bül-gâme).
bül-hevesâne (f.b.zf.) maymun iştahlıcasına.
bül-hevesî (f.b.i.) sebatsızlık, maymun iştahlılık.
bülû' (a.i.) büyük, ilâçlı hap.
bülûc (f.i.) 1. nişan. 2. horoz ibiği. 3. h. i. Bülûcistan halkından olan.
bülûg (a.i.) erkeklik yaşına girme, erginlik.
bülûh (a.i.) âciz, beceriksiz, yorgun olma; yaramama.
bülûkka (a.i.c. belâkîk) düz ova; çöl. ["belûkka" şekli de kullanılır].
bülûl (a.i.). (bkz. belûl).
bülûlet (a.i.) yaşlık, ıslaklık, (bkz: bülâlet).
bül'ûm, bül'um (a.i.) hançere, gırtlak, (bkz: bel'ûm).
bül-vefâ (a.s.) çok vefalı.
bün (f.i.) esas, kök, temel, dip; son.
bün-i bagal koltuk altı.
bün-i bînî burun ucu.
bün-i câh kuyunun dibi.
bün-i hisâr kalenin dibi.
bün-i hûşe üzüm çöpü, sapı.
bün-i nâhûn 1) tırnak kökü; 2) acele.
bün-i rân kasık.
bün-âver (f.b.s.) köklü, yerleşmiş.
bünbek (a.i.) kadırga balığı denilen bir nevî deniz canavarı, ["benbek" de doğrudur], (bkz: benbek).
bündâd (f.i.) 1. esas bina, temel. 2. duvar , set, destek, payanda, (bkz: bünlâd).
bündâr (f.i.) ev bark sahibi, zengin, asîl ve kibirli kimse.
büngâh (f.i.) içine para, eşya ve yolculuk malzemesi konulan oda, yer, çadır, şey.
bünk (a.s.) 1. bir şeyin aslı, hâlisi. 2. dut ağacı kabuğuna benzer, hoş kokulu bir çeşit kabuk.
bünlâd (f.i.) 1. esas bina, temel. 2. duvar, set, destek, payanda, (bkz: bündâd).
bünn (a.i.) 1. Yemen'de yetişen kahve ve ağacı. 2. Arabistan'da kahve ağacının yapraklarından ve henüz olmamış meyvasından yapılan bir çeşit turşu ve salata.
bünûd (a.i. bend'in c.) büyük bayraklar, sancaklar. [Farsçadan Arapçalaştırılmıştır].
bünüvvet (a.i.) oğulluk, evlâtlık.
bünyâd (f.i.) 1. asıl, esas, temel. 2. bina, yapı.
bünyâd-ı kavî sağlam yapı.
bünyâd-ı zulm zulüm yapısı.
bünyâd-ger (f.b.s.) bina yapan.
bünyân (a.i.) yapı, bina.
bünyân-ı kavî sağlam yapı.
bünye (a.i.) 1. beden, vücut. 2. yapı, yapılış, kuruluş [doğrusu "binye" dir].
bünye-i dâhiliyye bot. iç yapı, f r. structure interne.
bünye-i sünâiyye bot. ikinci yapı, fr. structure secondaire.
bünye-i ûlâ bot. birinci yapı, fr. structure primaire.
bünye-hîz (a.f.b.s.) bünyeyi kaldıran, vücûdu canlandıran.
bünyevî (a.s.) bünyeye ait, bünye ile ilgili.
bür' (a.i.) hastanın iyiliğe yüz tutması, (bkz: ber', buru').
Bürâ' (a.i.) 1. ağaç yongası. 2. törpüden çıkan kırıntı.
bürâd (a.s.) soğuk, (bkz: bürûd1).
bürâye (a.i.) yontulan ağaçtan çıkan döküntü, yonga.
bürcüme (a.i.c. berâcim) parmak boğumu; parmak boğumlarının oynak yerlerindeki kemiklerin sivrileri.
bürd (a.i.) bir çeşit çubuklu kumaş, aba.
bürd-i Hazremî Hadramut bölgesinde dokunan aba.
bürd-i muhattat çizgili, çubuklu kumaş.
bürd-i Yemânî makbul bir Yemen dokuması.
bürd (f.i.) bilmece, bulmaca; muamma.
bürdâ' (a.i.) hek. sıtma hastalığı.
bürdbâr (f.s.) uysal, ağırbaşlı, sabırlı, tahammüllü, sıkıntıya katlanan [kimse].
Bürdbârî (f.i.) sabırlılık, ağırbaşlılık.
bürde (a.i.) Arab'ın giydiği bir çeşit aba, hırka.
Kasîde-i bürde Kâab bin Züheyr'in, Hz. Muhammed önünde okuduğu kasideye karşı, Hz. Muhammed'in sırtından çıkardığı hırkayı kendisine giydirmesiyle meşhur olan bir kasidenin adı.
Dostları ilə paylaş: |