emyâ, emyân (f-i-) Para kesesi, para çantası, (bkz: hemyân).
emyâh (a.i. mâ'ın c. olan miyâh'ın c.) sular.
emyâl (a.i. mîl'in c.) [denizde] 2500 arşın uzunluğundaki ölçüler, (bkz: mîl).
emyâl-i bahriyye deniz milleri; 6080 kadem veya 853 metreden ibaret olan deniz mesafesi.
emyûs (a.i.) tuz taşı, kınlmamış büyük tuz parçalan.
emzâ (a.s.) 1. hükmü çok yürüyen. 2. çok te'sirli olan. 3. z f. kat'î.
emzice (a.i. mizâc'ın c.) tabîatler, huylar, meşrepler.
emzice-i muhtelife muhtelif, türlü tabiatlar, huylar.
-en (a.e.) Arapça kelimelerin sonuna gelerek kelimeyi zarf yapar kasden, inâyeten, hakîkaten., gibi.
enâbîb (a.i. ünbûbe'nin c.) boğum boğum olan şeyler, kamış gibi içi boş olan fen âletleri, borular.
enâbîb-i gırbâliyye kalbur damarlan.
enâbîb-i hazmiyye anat. hazım (sindirim) boruları.
enâbîk (a.i. inbik'in c.) inbikler.
enâbîş (a.i.) yerden çıkanlan otun kökü. (bkz: enbûşe).
enâcîl (a.i. incil'in c.) inciller.
enâcîl-i erbaa Hz. isa'nın göğe ağmasından sonra Havâriyyun'un tertipledikleri söylenen dört ayn incil metni (Mettâ, Markus, Luka, Yuhanna].
enâdîd (a.s.) perişan, perakende, dağınık şeyler.
enâfis (a.s. enfes'in c.) en nefis olan şeyler.
enâfis-i âsâr-ı edebiyye edebî eserlerin en nefisleri, en değerlileri.
enâhîd (f.i.) Zühre (Venüs) gezegeni, (bkz: nâhîd).
enâiyyet (a.i.)- (bkz. eneiyyet, enâ-niyyet).
enam (a.i.) 1. bütün mahlûklar, yaratılmış olan canlılar. 2. halk, insanlar.
Beynel-enâm halk arasında.
Rabb-ül-enâm bütün mahlûkların Tanrısı.
Seyyid-ül-enâm (halkın ulu'su) Hz. Muhammed.
en'âm (a.i. na'm'ın c.) 1. at, deve, sığır ve. koyun gibi hayvanlar. 2. s. hayvan gibi kimseler. 3. i. Kur'ân-ı Kerîm'de bir sûrenin adı. 4. i. bâzı âyet ve sûreleri de ihtiva eden dînî dua kitabı.
enâmil (a.i. enmele'nin c.) parmak uçları.
enâniyyet (a.i.) kendini beğenme, bencilik, (bkz: enâiyyet, eneiyyet).
enâr (f. i.) nar [meyva]. (bkz: rümmân).
enâr-Allahü kabrehû (a.cü.) "Allah mezarını aydınlatsın" mânâsına gelen iyi bir dilek.
enbâ (a.i. nebî'nin c.) peygamberler.
enbâg (f.i.) ortak kadın, kuma.
enbâhûn (f.i.) 1. sağlam, tahkîm edilmiş yer. 2 . hisar, kale.
enbân, enbâne dağarcık denilen deri çanta, yiyecek çantası, heybe.
enbânçe (f.i.) küçük dağarcık, ufak heybe; çanta.
enbâr (f.i.) 1. dolu, yığın, küme. 2. kuvvet vermek için ekinlere dökülen çerçöp, gübre, ["enbârden" ve "enbâşden" mastarından emir].
enbâr (a.i. nibr'in c.) anbarlar, anbar.
Der-enbâr etmek anbara koymak, teslim etmek. [cemi olduğu halde bizde müfret olarak kullanılır].
enbârde (f.s.) doldurulmuş.
enbâşte (f.s.) 1. tıkanmış. 2. yıkılmış.
enbâz (f.s.) ortak, eş. (bkz: şerîk).
Bî-enbâz şeriki olmayan, eşsiz.
enbâz (a.i. nebez'in c.) lâkaplar, takma adlar, soyadları.
enbâzî ortaklık, şeriklik.
enbeh, enbüh (f.i.) ağacı armut ağacı büyüklüğünde, meyvasınm kabuğu kalın, çekirdeği büyük, hamından turşu yapılan, olgunları çok tatlı olan Hindistan'a mahsus bir meyva.
enbele (f.i.) Hint hurması, demir hindi.
enberût (f.i.) armut, (bkz: emrûd).
enbeste (f.s.) koyulaşmış, katılaşmış, uyuşmuş [nesne].
enbeste-dem (f.b.s.) tenbel, miskin, gayretsiz [kimse].
enbîk (a.i.) inbik.
enbîr (f.i.) yaş ve kuru çamur.
enbîre (f.i.) üstü toprak sıvalı damlarda sıva altına konulan saz, çalı çırpı, talaş, yonga gibi şeyler.
enbiyâ (a.i. nebî'nin c.) müstakil şeriat sahibi olmayan peygamberler, yalvaçlar, (bkz: resul).
enbiyâ-yi kibar ulu, yüce peygamberler.
enbûb (f.i.) minder, döşek; döşeme.
enbûbe (a.i.). (bkz: ünbûbe).
enbûbe-i bevliyye anat. (bkz: ünbûbe-i bevliyye).
enbûbe-i gırbâliyye anat. (bkz: ünbûbe-I
enbûbî (a.s.) biy. (bkz: ünbûbî).
enbûde (f.s.) istif edilmiş, devşiril-miş, katlanmış ["enbûden" mastarından ism-i mef'ûl].
enbûh (f.s.) 1. çok, kalabalık, başka.
Leşker-i enbûh kalabalık asker. 2. i. çokluk, (bkz: cemâat, izdiham). 3. i. meclis. 4. kalın, yoğun. 5. duvarın yıkılıp dökülmesi.
enbûşe (a.i.) bot. 1. yer elması, patates gibi yerden çıkarılan şeyler. 2. ağaç kökleri, (bkz: enâbîş).
enbûy (f.i.) koklama, koku.
enbûzen (f.i.) asıl, madde.
enbûzen-i inşân toprak [insanın asıl maddesi olduğu için], (bkz: tîn).
enbür (f.i.) ocağı ve ateşi karıştırmaya yarayan âlet. [Anadolu'da "eğsi, eksi, eğsiran v.b." gibi karşılıkları vardır].
enbüre (f.s.) 1. tüyü dökülmüş [şey, hayvan], en çok deve. 2. i. dolap beygiri. 3. i. dere. 4. i. işkembe.
encâb (a.s. necîb'in c.), (bkz. necâib, nücebâ).
encâd (a.i. necd'in c.) yüksek yerler, yüce yerler.
encam (a.i.) nihayet, son. (bkz: akıbet, fercâm).
encâm-ı kâr işin sonu. (bkz: âhir-ül-emr).
encâm-pezîr (a.f.b.s.) son bulan, biten.
encâs (a.s. necs'in c.) pislikler.
encel (f.i.) bot. hatmi çiçeği.
encer (a.i.) gemi direği, (bkz: lenger).
encere (f.i.) bot. 1. ısırgan otu. (bkz: encüre). 2. hek. kurdeşen, vücuttaki kaşıntılı döküntüler, ürtiker.
encidân (a.i.) bot. kasnı denilen ilâcın yapıldığı bir ağaç.
encîn (f.zf.) 1. ufak ufak, kıyma kıyma, tane tane. ["encîden" mastarından]. 2. i. sıvacı, (bkz. endâyiş-ger).
encîr, encîre (f.i.) incir.
encûc (f-i.) ödağacı, (bkz: encûg).
encûg (f.i.) 1. ödağacı. 2. ocak. (bkz: encûc).
encûh, encûg (f-i-) lkıvrım. 2. s. solmuş, buruşmuş (meyva). [encûhîden ve encûgîden mastarından].
encüm (a.i. necm'in c.) yıldızlar, (bkz: kevâkib, nücûm, sitâre-gân).
encümen (f.i.) cemiyet, meclis, şûra, komisyon; takım.
encümen-i dâniş akademi.
encümen-i siyâsî siyâsî encümen, politika kulübü.
encümen-gâh (f.b.i.) meclis, cel
encüm-feşân (a.f.b.s.) yıldız saçan.
encür (a.i.) ısırgan otu.
encüre (a.i.) bot. ısırgan otu. (bkz: encere.
encürî (a.i.) hararet kabarcıkları, isilik.
encüriyye (a.i.) 1. hek. ısırgan otunun meydana getirdiği kabarcıklara benzeyen bir çeşit deri hastalığı. 2. bot. ısırgangiller.
encüriyye-i bahrî zool. deniz ısırganları.
endâ' (a.i. nedâ'nın c.) şebnemler, çiyler. (bkz: endiye).
endâd (a.i. nidd'in c.) misiller, nazîrler, benzeyenler, eşler, (bkz. eşbâh, nazâir).
endâd ü ezdâd benzerler ve zıtlar.
endâd (a.s. nadad'ın c.), (bkz. enzâd).
endâht (f.i.) 1. atma, atış; atılma. 2. silâh atma, boşaltma.
endâhte (f.s.) ; atılmış; bir tarafa bırakılmış.
endâhte-i kûşe-i nisyân unutma köşesine atılmış, unutulup gitmiş.
endam (f.i.) vücut, beden, insanın âzası, biçim; boy, boy bos; cisim.
Arz-ı endam etmek boy göstermek.
endâm-ı mevzun düzgün endam, düzgün beden.
endâmî (f.i.) bedene uygun, biçimli elbise.
endâr (f.i.) hikâye, baştan geçen şey. (bkz: vakıa, ser-güzeşt).
endâve, endâye (f.i.) 1. sıvacı malası. 2. şikâyet.
endâyiş (f.i.) sıvama, yaldızlama.
endâyiş-ger (f.b.i.) sıvacı, yaldızcı, (bkz: encîn).
endâz (f.s.) 1. atıcı.
Silâh-endâz silâh atan, nefer, er.
Tîr-endâz ok atan. 2. atmış.
endaze (f.i.) 1. altmış santimetrelik bir ölçü. 2. ölçek. 3. tahmîn, takdir. 4. mertebe, derece.
endâze-gîr (f.b.i.) 1. mühendis. 2. muhasebeci (sayman). 3. matematikçi.
endâze-hâne (f.b.i.) den. Gemi yapımında ölçü ve kalıp çıkarılan yer.
end-bend (f.zf.) 1. parça parça, boğum boğum. 2. mahcup, utanmış.
Saz-ende çalgı çalan.
Hân-ende okuyucu.. gibi.
endek (f.s.) 1. az, azıcık. 2. yaşı küçük.
Tıfl-ı endek yaşı küçük çocuk.
endek-sâl (f.b.s.) yaşı küçük.
endeme (f.i.) geçmiş sıkıntıları hatırlama.
ender (a.s.) daha (en, pek) nâdir, çok seyrek ve az bulunan.
ender (f.zf. nâdir'den) "-de, içinde".
Cehân-ender cehân cihan içinde cihan.
Müşkil-ender müşkil zorluk içinde zorluk, [çok defa Farsça veya Arapça iki kelime arasında kullanılır].
enderez (f.i.) 1. öğüt, nasihat; vasiyet. 2. mektup.
enderi (a.i.) kalın ip, halat.
enderûb, endûb, endûc (f.i.) hek. temriye denilen cilt hastalığı.
enderûn (f.b.i.) 1. bir şeyin iç tarafı, dâhili; içyüz; harem dâiresi. 2. kalb. 3. [evvel
encâs (a.s. necs'in c.) pislikler.
encel (f.i.) bot. hatmi çiçeği.
encer (a.i.) gemi direği, (bkz: lenger).
encere (f.i.) bot. 1. ısırgan otu. (bkz: encüre). 2. hek. kurdeşen, vücuttaki kaşıntılı döküntüler, ürtiker.
encidân (a.i.) bot. kasnı denilen ilâcın yapıldığı bir ağaç.
encîn (f.zf.) 1. ufak ufak, kıyma kıyma, tane tane. ["encîden" mastarından]. 2. i. sıvacı, (bkz: endâyiş-ger).
encîr, encîre (f.i.) incir.
encûc (f.i.) ödağacı, (bkz: encûg).
encûg (f.i.) 1. ödağacı. 2. ocak. (bkz: encûc).
encûh, encûg (f.i.) 1. kıvrım. 2. s. solmuş, buruşmuş (meyva). [en-cûhîden ve encûgîden mastarından].
encüm (a.i. necm'in c.) yıldızlar, (bkz: kevâkib, nücûm, sitâre-gân).
encümen (f.i.) cemiyet, meclis, şûra, komisyon; takım.
encümen-i dâniş akademi.
encümen-i siyâsî siyâsî encümen, politika kulübü.
encümen-gâh (f.b.i.) meclis, cemiyet yeri.
encüm-feşân (a.f.b.s.) yıldız saçan.
encür (a.i.) ısırgan otu.
encüre (a.i.) bot. ısırgan otu. (bkz: encere.
encürî (a.i.) hararet kabarcıkları, isilik.
encüriyye (a.i.) 1. hek. ısırgan otunun meydana getirdiği kabarcıklara benzeyen bir çeşit deri hastalığı. 2. bot. ısırgangiller.
encüriyye-i bahrî zool. deniz ısırganları,
endâ' (a.i. nedâ'nın c.) şebnemler, çiyler. (bkz: endiye).
endâd (a.i. nidd'in c.) misiller, nazîrler, benzeyenler, eşler, (bkz. eşbâh, nazâir).
endâd ü ezdâd benzerler ve zıtlar.
endâd (a.s. nadad'ın c.), (bkz. enzâd).
endâht (f.i.) 1. atma, atış; atılma. 2. silâh atma, boşaltma.
endâhte (f.s.) atılmış; bir tarafa bırakılmış.
endâhte-i kûşe-i nisyân unutma köşesine atılmış, unutulup gitmiş.
endam (f.i.) vücut, beden, insanın âzası, biçim; boy, boy bos; cisim.
Arz-ı endam etmek boy göstermek.
endâm-ı mevzun düzgün endam, düzgün beden.
endâr (f.i.) hikâye, baştan geçen şey. (bkz. vakıa, ser-güzeşt).
endâve, endâye (f.i.) 1. sıvacı malası. 2. şikâyet.
endâyiş (f.i.) ; sıvama, yaldızlama.
endâyiş-ger (f.b.i.) sıvacı, yaldızcı. (bkz: encîn
endâz (f.s.) 1. atıcı.
Silâh-endâz silâh atan, nefer, er.
Tîr-endâz ok atan. 2. atmış.
endaze (f.i.) 1. altmış santimetrelik bir ölçü. 2. ölçek. 3. tahmîn, takdir. 4. mertebe, derece.
endâze-gîr (f.b.i.) 1. mühendis. 2. muhasebeci (*sayman). 3. matematikçi.
endâze-hâne (f.b.i.) den. Gemi yapımında ölçü ve kalıp çıkarılan yer.
end-bend (f.zf.) 1. parça parça, boğum boğum. 2. mahcup, utanmış.
ende (f.e.) Farsça partisip eki
Sâz-ende çalgı çalan.
Hân-ende okuyucu. . gibi.
endek (f.s.) 1. az, azıcık. 2. yaşı küçük.
Tıfl-ı endek yaşı küçük çocuk.
endek-sâl (f.b.s.) yaşı küçük.
endeme (f.i.) geçmiş sıkıntıları hatırlama.
ender (a.s.) daha (en, pek) nâdir, çok seyrek ve az bulunan.
ender (f.zf. nâdir'den) "-de, içinde".
Cehân-ender cehân cihan içinde cihan.
Müşkil-ender müşkil zorluk içinde zorluk. [çok defa Farsça veya Arapça iki kelime arasında kullanılır].
enderez (f.i.) 1. öğüt, nasihat; vasiyet. 2. mektup.
enderi (a.i.) kalın ip, halat.
enderûb, endûb, endûc (f.i.) hek. temriye denilen cilt hastalığı.
Enderûn (f-b.i.) 1. bir şeyin iç tarafı, dâhili; içyüz; harem dâiresi. 2. kalb. 3. [evvelce Hırka-i Saadet ile Hazîne-i Hümâyûn "un bulunduğu saray].
enderûn-i hümâyûn saray müstahdimîni yetiştirmek için kurulan teşkilât.
enderûn ü bî-rûn iç ve dış.
endîş (f.s.) düşünen, ölçülü davranan.
Âkıbet-endîş sonunu düşünen.
Bed-endîş fena düşünen.
Dûr-endîş derin, uzağı düşünen, tedbirli.
endîşe (f.i.) düşünce; vesvese, merak, kaygı; gam, keder; şüphe; korku.
endîşe-i ferda yarının düşüncesi.
endîşe-i maişet geçim derdi, geçim sıkıntısı.
endîşe-kâr (f.b.s.) endişeli, düşünceli.
endîşî (f.i.) "endîş" ile nihayet bulan sıfatları isimleştirerek bunlara "düşünüş" mânâsını verir.
Akıbet-endîşî sonunu düşünüş.
Dûr-endîşî her şeyi evvelden düşünüş, görüş.
endîş-nâk (f.b.s.) düşünceli, kederli, sıkıntılı.
endiye (a.i. nedâ'nın c.) şebnemler, çiyler. (bkz: endâ').
endûd (f.i.) sürmek, Ula etmek, sıvamak, yaldızlamak mânâsına olan "endûden" mastarından müştak olup "parlak sıva", "sıva" manasınadır.
Zer-endûd yaldızlı, altın sıva.
endûh, endüh (f.i.) gam, keder, tasa, kaygı, üzüntü, sıkıntı.
endûh-i bî-pâyân sonsuz keder, üzüntü.
endûh-fersâ (f.b.s.) gam, keder gideren.
endûh-gîn (f.b.s.) gamlı, kederli, tasalı, (bkz: endûh-nâk, endüh-nâk).
endûh-güsâr (f.b.s.) kederi, gamı, sıkıntıyı gideren.
endûh-nâk, endüh-nâk (f.b.s.) kederli, gamlı, tasalı, sıkıntılı, (bkz: endûh-gîn, endüh-gîn).
endûhte (f.s.) 1. kazanmış; kazanılmış; biriktirmiş, biriktirilmiş, hazırlanmış. 2. ödenmiş.
Hik-met-endûz hikmet kazanan.
Tarâb-endûz ahenk kazanan.
ene (a.zm.) fels. ben, fr. moi.
eneiyye (a.i.) fels. tekbencilik, fr. solipsisme.
eneiyyet (a.i.) bencilik, kendini beğenmişlik, (bkz. enâiyyet, enâniyyet).
ene-l-hakk (a.cü.) Hallâc-ı Mansûr'un söylediği "ben hakkım" mânâsına meşhur bir söz.
enf (a.i.) burun, her şeyin ön kısmı, uç.
Ebü-1-enf koca burunlu, kibirli, mağrur.
Kesr-i enf burnunu kırma, kibrini kırma.
enfa' (a.s. nâfi'den) en nâfi', daha (pek, çok) faydalı.
enfâl (a.i. nefel'in c.) 1. ganimetler, düşmandan alınan mallar, emeksiz kazançlar. 2. Kur'ân-ı Kerîm'de bir sûrenin adı.
enfâr (a.i. nefîr'in c.) cemâatler, halk, kalabalıklar, (bkz: nefir).
enfas (a.i. nefes'in c.) 1. nefesler, soluklar. 2. nebî ve velî uluların irşâd edici duâlan. (bkz. nefes).
enfâs-ı hayriyye hayırlı nefesler.
enfâs-ı ma'dûde sayılı nefesler, insan hayâtı.
enfâs-ı Mesîh Hz. isa'nın, ölüleri dirilten nefesleri.
enfes (a.s. nefîs'den) daha (en, pek) nefis, çok değerli ve lezzetli [olan].
enfes-i asar eserlerin en nefisi, en değerlisi.
enfes-i et'ime yemeklerin en lezzetlisi.
Enfes-ül-cevâhir XV. asrın açık ve düzgün Türkçe ile yazı yazan bilginlerinden olup 1531 (H. 938) târihinde ölen Iznik'li Musa Bin Hacı Hüseyin'in aslı Arapça olan Tefsîr-i Hâzinî'den yaptığı tercüme bir eserdir.
enfî (a.s.) buruna mensup, burunla ilgili.
enfiyye (a.i.) keyif için buruna çekilen çürütülmüş ve içine bâzı kokulu maddeler katılmış tütün tozu, burun otu. [uydurma kelimedir].
enfüs (a.i. nefs'in c.) ruhlar, canlar, yaşayanlar, hayat sahipleri.
enfüs ü âfâk nefis ve dışı.
enfüsî (a.s.) nefiste meydana gelen, düşünülmüş şeye nispetle düşünene, ferdî zihne ait bulunan, öznel, fr. subjectif. [zıddı afakî = fr. objectifdir],
enfüsiyye (a.i.) öznelcilik, fr. sub-jectivisme.
engânı (f.i.) vakit, mevsim, (bkz: hengâm).
engâme (f.i.) 1. topluluk; toplanma yeri. 2. oyuncular derneği. 3. savaş yeri.
engâr (f.i.) 1. sanma, zan, tasavvur; şüphelenme. 2. tamamlanmayan iş.
engare (f.s.) 1. tamamlanmayan iş ve nakış, taslak. 2. hikâye, efsâne. 3. baştan geçen bir şeyi ve hikâyeyi tekrarlama. 4. utanarak geri geri çekilme. 5. hesap defteri.
engâz (f.i.) sanat sahiplerinin kullandıkları âlet.
engebîn (f.i.) bal. (bkz: asel).
engel, engele, engîl, engîle (f.i.) 1. ilik, düğme, (bkz: engûl, engûle). 2. s. sözü sohbeti çekilmeyen kaba kimse.
Engelyûn (f.i.) 1. incil. 2. yedi renkli, işlemeli bir çeşit kumaş. 3. (bkz: er-jeng, erteng).
engîhte (f.s.) kopanlmış, oynatılmış; yükseltilmiş; karıştırılmış.
engîr (f.i.). (bkz. engûr).
engişt (f.i.) ; kömür, (bkz. fahm).
engiştâl (f.s.) hasta, zayıf, dermansız [kimse].
-engîz (f.e.) koparan, karıştıran; dep-reten.
Fitne-engîz fitne koparan; fesat karıştıran.
Safâ-engîz safa koparan, neşe yaratan.
engûje (f.i.). (bkz. engüje, engüjed).
engûl, engûle (f.i.). (bkz. engel, engele, engîl, engîle).
engûr (f.i.) üzüm.
Âb-ı engûr (üzüm suyu) şarap, (bkz: ineb).
engûrek (f.i.) gözbebeği, (bkz: ha-deka).
engübîn (f-i-) bal. (bkz: asel). ["engebîn" şeklinde de kullanılır].
engüj (f.i.) filcilerin fili idare için kullandıkları ucu eğri demir karga burnu.
engüje, engüjed (f.i.) kokusu keskin ve fena olan baldırgan pusu. (bkz: engûje).
engüjed (f.i.) "encüdân" veya "enci-dân" da denilen ağaçta meydana gelen ve "kasnı" adını alan bir nevî ilâç. (bkz: hılrît).
Engürûs (h.i.) 1. Macar. 2. Macaristan.
engüşt (f.i.) parmak.
engüşt-i büzürg baş parmak.
engüşt-i çehârüm adsız parmak (yüzük parmağı).
engüşt-i hatâ yanlışı işaret eden parmak.
engüşt-i kihîn serçe parmak.
engüşt-i mi hin orta parmak.
engüşt-i muhannâ kınalı parmak.
engüşt-i nîl fakirlik.
engüşt-i sütürg baş parmak.
engüştâne (f.i.) dikiş yüksüğü, (bkz: engüştene).
engüşt ber-cebîn nihâden (f.dey.) parmağı alın üzerine koymak, selâm vermek.
engüşt ber-dehân (f.dey.) parmağı ağzında [olan], taaccübeden, şaşakalan.
engüşt-ber-dehân nihâden (f.dey.) 1. hayran olmak, şaşmak. 2. susturmak.
engüşt ber leb-zeden (f. dey) dudağa parmak vurmak, ağız aramak, söyletmek.
engüşt ber-nemek sûden (f.dey.) parmağını tuza sürmek, yemin etmek, söz vermek.
engüşt bürek (f.b.i.) zool.köstebek.
engüşt der çeşm kerden (f.dey.) iyiliğe karşı kemlik etmek.
engüşte (f.i.) zir. ekincilerin harman savurduktan âlet, yaba.
engüştene (f.i.) terzi veya yorgancı yüksüğü, (bkz. engüştâne).
engüşter, engüşterî (f.i.) parmağa süs için takılan yüzük.
engüşter-i pâ ayak yüzüğü, meç. Kıymetsiz ve itibarsız şey.
engüşt hâlden (f.b.i.) 1. mahvetmek. 2. yok farzetmek. 3. parmakla göstermek.
engüşt-nümâ (f.b.s.) parmakla gösterilen [iyilik veya fenalık hususunda].
enhâ' (a.i. nahv'in c.) 1. taraflar, cihetler, yanlar. 2. yollar.
enhâ-yi sahra çöl tarafları.
enhâr (a.i. nehr'in c.) ırmaklar, çaylar.
enhâr-ı arnika derin nehirler, (bkz: enhür).
enhâr-ı âmme hiçbir ülkeye bağlı olmayan nehirler, ırmaklar.
enhas (a.s. nahs'dan) en nuhûsetli, pek uğursuz, çok şom [meş'um]. (bkz: eş'em].
enhür (a.i. nehr'in c.) ırmaklar, çaylar, (bkz: enhâr).
enîk, enîka (a.s.) güzel, sevimli, şirin şey.
enîn (a.i.) inilti, inleme.
enîn-i hafi gizli inilti.
enîn-i kalb kalbin inlemesi, kalpten acı çekip inleme.
enîr (f.i.) çirkin huy, fena tabiat.
enîs, enîse (a.i. üns'den) 1. dost, arkadaş; yar, sevgili.
enîs-i dil gönül dostu. 2. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.
Enîs-ül-Ârifîn (ariflerin dostu) XVI. yüzyıl şâirlerinden Azmî Pîr Mehmet bin Pîr Ahmet'in 1566'da "Ahlâk-ı Muhsinî" aldı Farsça aslından Türkçeye çevirerek II. Selim'e sunduğu men-sur-manzum eseri.
Enîs-ül-Guzât XVI. asır şâirlerinden Hü-sâm Fütûhî'nin manzum olarak yazdığı 118 sa-hifelik bir fetihnamedir, [bu eser, 1526 (H. 933) yılında Kanunî Sultan Süleyman'ın Macaristan'a yaptığı seferini hikâyeetmektedir].
Enîs-ül-Kalb Fuzûlî'nin Iran şâirlerinden Hüsrev-i Dehlevî ile Molla Câmi'ye nazîre olarak yazmış olduğu meşhur Farsça kasîdesidir.
enîsân (f.i.) 1. yalan, (bkz: kizb). 2. boş, mânâsız söz.
enîse (f.s.) donmuş, pekişmiş [nesne]. (a.i.) ateş, od. (bkz: nâr).
enîşe (f.i.) 1. hafiye. 2. casus. 3. s. dalkavuk, (bkz: müdâhin).
eniyyet (a.i.) fels. 'kişilik, fr. per-sonnalite.
enkas (a.s.) daha (en, pek, çok) noksan, eksik.
enkaz ("ka" uzun okunur, a.i. nukz'un c.) 1. bina yıkıntıları, yıkıntı moloz. 2. eski hayvanların bakiyeleri.
enkaz-ı beşer insan yıkılmaları.
enkaz-ı remîme kazaya uğramış ve esaslı kısımları dağılmış gemi ve tekne bozuntuları.
enkaz-ı ümmîd ümit yıkıntısı.
enker (a.s.) en çirkin, pek fena.
enker-ül-esvât seslerin en çirkini, anırtı.
enkiha (a.i. nikâh'ın c.), (bkz. nikâh).
enmele (a.i.c. enâmil) parmak ucu. [kinaye olarak "el" mânâsına kullanılır].
enmâr (a.i. nimr'in c.) kaplanlar, (bkz: nimâr, nümûr).
enmûzec (a.i.) numune, örnek, mostra; tip. [fasihi "nümûzeç" dir].
enmûzec-i âlem âlemin örneği.
enmûzec-i evvel ilk örnek.
enne (a.s.) çok inleyen, (bkz: nâlân).
en-necâtü fi-s-sıdk (a. cü.) kurtuluş doğruluktadır.
en-Nehr (a.h.i.) astr. semânın güney yarımküresine ait bir burç olup "Orion" ve "Sevr" burçları altından uzanır.
ensâ (a.i. nesy'in c.) unutmalar.
ensâb (a.i. neseb'in c.) 1. soylar, baba tarafından hısımlar,
ilm-i ensâb nesepleri inceleyen ilim. 2. logaritma cetvellerinin sayıları [ceyb (sinüs), teceyb (cosinus), mümâs (tangent), tamam mümâs (cotangent), katı' (sequence), tamam katı' (cosequence)].
ensâb (a. nusub'un c.) 1. serler, belâlar. 2. putlar, heykeller, (bkz: esnam).
ensâbiyyât (a.i.c.) nesep ilmi.
ensâc (a.i. nesc'in c.) hek. nesicler; dokular. İlm-ül-cnsâc dokubilim, fr. histologie. [ensâc kelimesi, bâzı, lügatlerde bulunmamakla beraber kullanılır olmuştur].
ensâf (a.s. nısfın c.) yarımlar, yanlar.
ensaf (a.s. insaf dan) daha (en, pek) insaflı.
ensaf-ı esnaf esnafın en insaflısı.
ensâl (a.i. nesl'in c.) evlâtlar, soylar, zürriyetler, sülâleler, döller, (bkz: nesi).
ensâr (a.i. nâsır'ın c.) yardımcılar, muavinler, müdâfîler, koruyucular, (bkz: naşirin).
ensârî (a.s. ve i.) ensârdan olan kimse, [ensâr Medine'deki "evs" ve "Hazrec" kabilelerine mensup. Hicretten sonra, Hz. Mu-hammed'e din uğrunda yardımcı olan kimseler].
ensâr-ullah Allah yolunda Hz. Muham-med'e yardım edenler.
enseb (a.s. nesîb'den) daha (en, pek) münâsip, uygun, çok yerinde.
ensice (o.i. nesc'in c.) 1. anatomide dokumaya benzetilen uzvî teşekküller ve botanikte yaprakların ince örgüleri. 2. dokumalar, kumaşlar, örmeler, [bu kelime Arapça bir kalıba sokularak uydurulmuştur].
ensice-i müşekkile bot. *sürgendoku, fr. meristeme.
ensür (a.i. nesr'in c.), (bkz. nüsûr).
entak (a.s. nutk'dan) daha (pek, çok, en) iyi söz söyleyen.
entarûn (a.i.) tıpta kullanılan bir ot, kantaron.
enûk (a.i.) zool. kartal [kuş].
enûşâ (f.i.) 1. mecûsî mezhebi. 2. sevinç. 3. adalet, âdillik.
enûşe (f-'-) l- h°5 ne kadar hoş, mes'ut. 2. şarap. 3. genç pâdişâh. 4. Şâpur Şâh'ın halası.
en'üm (a.i. ni'met'in c.) 1. iyilikler, lûtuflar, ihsanlar, nimetler, yiyecek ve içeceğe dâir şeyler, ekmekler, (bkz: niam). 2. h. i. Medine'de bir yer adı.
enva' (a.i. nev'in c.) çeşitler, türlüler.
envâ'-i kesîre çok çeşitler.
envâ'-i nekayıs eksikliklerin, noksanlık-lann türlüsü.
en vah (a.i. nevh'in c.) ölüye ağlayan kadınlar, ağıt yakanlar.
envâr (a.i. nûr'un c.) ziyalar, aydınlıklar, ışıklar, parlaklıklar.
Envâr-ı Şarkıyye (şarkın nurları) istanbul'da yayımlanmış onbeş günlük fennî ve edebî bir dergi.
Envâr-ül-Aşıkîn (âşıkların nurları) Yazı-cıoğlu Ahmet Bîcan'ın ağabeyisi Yazıcıoğlu Mehmet Efendi'nin Megârib-üz-Zamân adlı Arapça eserinden faydalanarak yazdığı dînî, ta-savvufî eser.
enver (a.s. nevr'den) 1. daha (en, pek) nurlu, çok ve pek parlak, çok güzel. 2. i. erkek adı.
enyâb (a.i. nâb'ın c.) köpek dişleri denilen uçları sivri dört diş. (bkz: esnân-ı katıa).
enyâr (a.i. nîr'in c.) boyunduruklar.
enzâd (a.s. nazad'ın c.) 1. şerefli ve tertipli kimseler. 2. toprak tabakaları, (bkz: endâd).
Dostları ilə paylaş: |