tecâvüzât (a.i. tecâvüz'ün c.) tecâvüzler.
tecâvüzî, tecâvüziyye (a.s.) tecâvüzle ilgili.
Harekât-ı tecâvüziyye ask. saldırma hareketi.
tecâvüzî ve tedâfüî ittifak saldırı ve savunma antlaşması.
tecâvüz-kâr (a.f.b.s. c. tecâvüz-kârân) tecâvüz eden, sataşan, saldıran.
tecâvüz-kârân (a.f.b.s. tecâvüz-kâr'ın c.) sataşanlar, saldıranlar.
tecâvüz-kârâne (a.f.zf.) tecâvüzkârcasına, saldırırcasına.
tecâvüz-kârî (a.f.i.) tecâvüz-kârlık.
tecâzüb (a.i. cezb'den). 1. (bkz. mücâzebe). 2. birbirini cezbetme, çekme, sempati. psi fels. Duygudaşlık fr. sympathie
tecâzür (a.i.) sövüşme, (bkz: müşâteme).
tecbîn (a.i. cebânet'den). korkak sayma, birisine "korkaksın!" deme.
tecbîr (a.i. cebr'den) kırık veya çıkık kemiği tamir etme, sarıp iyi etme, edilme.
tecdî (a.i.) hek. 1. vücûdun bir yerini kesme. 2. çocuğu muzur şeylerle besleme ve gelişmesini önleme. 3. bir kimseye onmasın diye beddua etme.
tecdîd (a.i. cidd'den. c. tecdîdât) yenileme, yenilenme, tazelenme.
tecdîd-i îmân îmânın yenilenmesi.
tecdîd-i nikâh nikâh tazeleme, yenileme.
tecdîd-i matla' ed. kasidenin orta yerlerine doğru yeni bir matla' söyleme.
tecdîdât (a.i. tecdîd'in c.) yenilemeler, yenilenmeler, tazelemeler.
tecdîden (a.zf.) yenileterek, yenilenerek, tazelenerek.
tecdîl (a.i.) yere vurma, yere yıkma.
tecdîr (a.i. cederî'den) çocuğun çiçek çıkarması.
tecebbür (a.i. cebr'den. c. tecebbürât) kibirlenme, büyüklenme.
tecebbürât (a.i. tecebbür'ün c.) kibirlenmeler, büyüklenmeler.
teceddü' (a.i.) hek. kötü gıdadan veya neşvünema inkıtâından dolayı gözdeki meşime tabakasının arkadan yarılması.
teceddüd (a.i. cidd'den. c. teceddüdât) tazelenme, yenilenme, yeni olma, fr. renaissance.
teceddüdât (a.i. teceddüd'ün c.) teceddütler, yenilenmeler, yeni olmalar.
teceddüd-perver (a.f.b.s.) yenilik taraflısı.
teceffüf (a.i. ceffden) kuruma [yaş şey].
teceffüf-i cülûd yaş derilerin kuruması.
tecehhüz (a.i. cihâz'dan) cihazlanma, hazırlanma; hazır bulunma.
tecehhüz-i arûs gelinin hazırlanması.
tecellâ (a.i. cilve'den). (bkz. tecellî).
tecellî (a.i. celâ ve celv'den. c. tecelliyât) 1. görünme; belirme. 2. kader, talih. 3. Allah'ın lûtfuna nail olma. 4. tas. hak nurunun tesiriyle makbul kulların kalbinde ilâhî sırların ayan olması hâli. [zıddı "setr"].
tecellî-i âsâr tas. cismânî suretteki şahadet âlemi.
tecellî-i celâl tas. ilâhî kuvvetin bütün yüceliğini insanlara duyurması.
tecellî-i ef'âl tas. Allah'ın fiillerinden bir fi'lin, kulun kalbine münkeşif olması.
tecellî-i esmâ tas. Allah'ın esmâ-i hüsnâsından (Allah adlarından) bir ismin abidin kalbine münkeşif olması.
tecellî-i rahîmî tas. Allah tarafından mü'minlere, sıddîklere ifâza olunan kemâlât.
tecellî-i rahmânî tas. Allah tarafından mevcudata (varlıklara) dağıtılan olgunluk.
tecellî-i sıfât tas. Allah'ın sıfatlarından bir sıfatın kulun kalbinde münkeşif olması.
tecellî-i sıfâtî tas. mebdei, zâtten temeyyüz ve tayyün edecek veçhile ilâhî sıfatlardan bir sıfatla vuku' bulan tecellî.
tecellî-i şuhûdî tas. nur ismi ile müsemmâ (adlanmış) olan vücûdun zuhuru.
tecellî-i zâtî tas. hiçbir sıfat itibar etmeksizin mebde-i zât olan tecellî; hiç bir sıfata bürünmeden doğrudan doğruya Allah'tan gelen tecellî.
tecellî-gâh, tecellî-geh (a. f.b.i.) tecellî yeri, görünme yeri.
tecellî-senc (f.b.s.) tecellîyi ölçüye vuran, tecellî tartan.
tecelliyât (a.i. tecellî'nin c.) tecellîler.
tecellî-zâr (a.f.b.i.) ilâhî cilvelerle dolu yer. Allah'ın tecellî ettiği, varlığını belli ettiği yer. (bkz: tecellî-gâh).
tecellüd (a.i.c. tecellüdât) 1. yalandan celâdet, yiğitlik gösterme. 2. inâdetme, ayak direme, (bkz. ısrâr).
tecemmu' (a.i. cem'den. c. tecemmuât) toplanma, yığılma, birikme, (bkz. tehâcüm).
tecemmuât (a.i. tecemmu'un c.) toplanmalar, yığılmalar, birikmeler.
tecemmüd (a.i. cemâd'den. c. tecemmüdât) donma; sertleşme, katılaşma, [yapma kelimelerdendir].
tecemmüdât (a.i. tecemmüd'ün c.) donmalar, sertleşmeler, katılaşmış, donmuş şeyler; buzlar.
tecemmül (a.i. cemâl'den c. tecemmülât) süs, süslenme.
tecemmülât (a.i. tecemmül'ün c.) süslenmek üzere kullanılan eşya.
tecemmülât-ı beytiyye ev eşyası, evde bulunan eşya. (bkz. esâs).
tecemmüm (a.i.) büyüme; çoğalma [nebat (bitki)].
tecennî (a.i. cenn ve cünûn'dan) 1.meyva devşirme, devşirilme. (bkz. ictinâ').2. (cinâyet'den) birine "sen cânîsin!" deme.
tecennüb (a.i. ictinâb'dan) sakınma, çekinme, (bkz: ictinâb).
tecennün (a.i. cenn ve cünûn'dan) delirme, çıldırma.
tecerru' (a.i. cur'a'dan) yudum yudum içme, içilme.
tecerru-ı gussa gam yeme.
tecerrüd (a.i. cered'den) 1. soyunma, çıplak olma.
tecerrüd-i evrâk yaprakların dökülmesi. 2. her şeyden boş olma, her şeyden uzak olma. 3.tas. her şeyden vazgeçip Allah'a yönelme. 4.bekâr kalma, evlenmeme.
tecessüd (a.i. cesed'den) gövdelenme, gövde peyda etme.
tecessüm (a.i. cism'den. c. tecessümât) 1. cisimlenme, görünme, belirme. 2. göz önüne gelme.
tecessüm-i hayâl hayal görme.
tecessüs (a.i. cess'den. c. tecessüsât) l. yoklama, araştırma, araştırılma, (bkz: tahkik, tedkik). 2. bir şeyin iç yüzünü araştırıp sırrını çözmeye çalışma; gözetleme.
tecessüsât (a.i. tecessüs'ün c.) yoklamalar, merakla araştırmalar; gözetlemeler.
tecessüs-kâr (a.f.b.s.) araştırıcı, araştıran, meraklı, (bkz: mütecessis).
teceşşî (a.i.). (bkz: teceşşü').
teceşşü' (a.i.) fizy. geğirme.
tecevvü' (a.i. cû'dan) aç kalma, kendini aç bırakma.
tecevvüf (a.i. cevf’den) oyulma, oyuk hâline gelme, içi boş olma; içine işleme.
tecevvüz (a.i. cevâz'dan. c. tecevvüzât) l. cevaz verme, caiz görme, yapılmasını uygun görme. 2. sözü mecaz olarak söyleme.
tecevvüzât (a.i. tecevvüz'ün c.) tecevvüzler, yapılması uygun görülen şeyler.
tecevvüzen (a.zf.) cevaz yoluyla.
teceyyüş (a.i. ceyş'den). (bkz. tehaşşüd).
tecezzî (a.i. cüz'den) [aslı "tecezzüv" dür], (bkz: tecezzüv).
tecezzî-i ictihâd huk. [eskiden] bir müçtehidin bâzı meselelerde müçtehit olup, bâzılarında olmaması, bâzı meselelerde yetkili bazılarında ise yetkisiz olma durumu, [ekseri ulemâ bunun cevazına ve bâzıları adem-i cevazına zâhip olmuşlardır].
tecezzür (a.i. cezr'den) mat. kökleri bir sıra üzere düzenleme.
tecezzüv (a.i. cüz'den) kısım kısım bölünme, doğranma, ufalma.
tecfîf (a.i. ceff’den) kurutma, kurutulma [yaş şey].
techîl (a.i. cehl'den. c. techîlât) birinin cahilliğini, bilgisizliğini meydana koyma.
techîz (a.i. cihâz'dan. c. techîzât) cihazlama, lüzumlu şeyleri tamamlama; donatma, donatım.
techîz-i meyyit ölünün yıkanıp, temizlenip, kefen, pamuk ve sairesi tedârik edilerek hazırlanması.
techîz-i sefâin gemilerin donatımı.
techîz ve tekfîn ölünün yıkanıp kefenlenmesi işi.
techîzât (a.i. techîz'in c.) donatım.
techîzât-ı askeriyye ask. askerî donatım.
te'cîc (a.i.) tutuşturup alevlendirme.
te'cîc-i nâr ateşi tutuşturma.
tec'îd (a.i. ca'd'dan) saç kıvırtma, kıvırtılma.
te'cîl (a.i. ecl'den. c. te'cîlât) sonraya bırakma, geciktirme [belli bir zamana kadar], (zıddı "ta'cîl").
te'cîl-i duyûn borçların tecili, ertelenmesi.
te'cîlât (a.i. te'cîl'in c.) sonraya bırakmalar, geciktirmeler, [belli bir zamana kadar].
teclîd (a.i. cild'den) 1. ciltleme, ciltlenme. 2. (celd'den) hayvanın derisini yüzme.
teclîl (a.i. cüll'den) çul örtme, çul örtülme [hayvana-].
teclîl-i feres ata çul örtme.
tecliye (a.i. cilâ'dan) cila verme, verilme.
tecliye-i mir'ât aynayı silip parlatma.
tecliye-i seyf kılıca cila verme.
tecmîd (a.i. cümûd'dan) dondurma, dondurulma.
tecmîl (a.i.c. tecmîlât) süs. (bkz: tezyîn).
tecmîlât (a.i. tecmîl'in c.) süsler. (bkz: tezyînât).
tecnîd (a.i. cünd'den) askerleri sıralama, sıraya koyma.
tecnîs (a.i. cinâs'dan) ed. cinas yapma, iki manâlı söz (veya manî) söyleme.
tecnîs-i hatt ed. telaffuzları ve bâzı harfleri ayrı fakat yazılıştan Arap harflerine göre benzeyen kelimelerle yapılan cinas [muhabbet, mihnet.. gibi].
tecnîs-i kalb ed. harfleri sondan başa doğru ters okunduğunda meydana gelen diğer bir kelime ile yapılan cinas [mâr, râm. gibi].
tecnîs-i mutarraf ed. son harfleri değişik iki kelimeyle yapılan cinas, [câm, cân.. gibi].
tecnîs-i mükerrer ed. cinaslı kelimelerden ikincisinin, birinci kelimenin sonundaki hece ile aynı olması suretiyle yapılan cinas [feryâd, yâd.. gibi].
tecnîs-i mürekkeb ed. cinaslı kelimelerden birinin mürekkep olması suretiyle yapılan cinas [bahane, bahâ ne?.. gibi].
tecnîs-i nâkıs ed. (bkz: cinâs-ı nâkıs).
tecnîs-i tâmm ed. (bkz: cinâs-ı tâmm).
tecnîz (a.i. cinâze'den) ölüyü tabuta koyma; ölü tabuta konulma.
tecrî' (a.i. cer' ve cere'den) yudum yudum içirme, içirilme.
tecrîb (a.i. cerb'den) deneme, sınama.
tecribe (a.i. cerb'den. c. tecârib) 1. tecrübe, deneme, sınama, (bkz: tecrîb). 2. görgü. 3. görmüş geçirmişlik. fr. experi-mentatipn.
tecribe-i kalem deneme.
tecribeten (a.zf.) tecrübe ederek, deneyerek, sınayarak, (bkz: bi-t-tecribe).
tecribî (a.s.) deneme ile ilgili.
tecribiyye (a.s.) ["tecribî" nin müen.]. (bkz: tecribî).
tecrîd (a.i. cered'den. c. tecrîdât) 1. soyma, soyulma. 2. ayırma, bir tarafta tutma. 3. tas. her şeyden el ayak çekip Allah'a yönelme.
Ehl-i tecrîd (dünyâsından geçmiş olan) dervişler. 4. fels. soyutlama, fr. abstraction. 5. fiz. yalıtma, fr. isolation. 6. ed. bir şâirin kendini mücerred bir şahıs, yânî ayrı bir adam farzederek ona hitâbetmesi. (bkz. hitâb). 7. ed. noktasız harflerden oluşan kelimelerle cümle veya mısra yapma.
tecrîdât (a.i. tecrîd'in c.) tecritler, bir yana ayırmalar.
tecrîden (a.zf.) 1. tecrîdederek; tek olarak, tekleyerek. 2. fels. soyutlayarak.
tecrîh (a.i. cerh'den) yaralama.
tecrîm (a.i. cürm'den. c. tecrîmât) birinden cerime alma, para cezası alma, birini cezalandırma.
tecrîmât (a.i. tecrîm'in c.) tecrimler, suçlamalar.
tecrîs (a.i. cers'den) huk. 1. hâdiselerin bir kimseye tecrübe kazandırması, umumî efkârda (kamuoyunda) onu güçlü hâle getirmesi. 2. yalancı şahitlik, hırsızlık gibi suç işleyen kimseleri teşhir etme, halka tanıtma.
tecrübe (a.i.) [aslı "tecribe" dir]. (bkz: tecribe).
tecrübî (a.s.). (bkz. tecribî).
tecsîm (a.i.cism'den) cisimlendirme, vücut verme, vücutlu gösterme, gösterilme.
tecsîmât (a.i. tecsîm'in c.) cisimlendirmeler, vücutlu göstermeler, gösterilmeler.
tecsîmî (a.s.) cisimlendirmeye ait, cisimlendirme ile ilgili.
tecsîmî san'atlar g.s. plâstik sanatlar.
tecvî' (a.i. cû'dan) acıktırma, acıktırılma.
tecvîd (a.i. cevdet'den) l. bir şeyi güzel yapma. 2. Kur'ân-ı Kerîm'i usûlüne bağlı kalarak okuma ilmi. 3. bu okumayı öğreten kitap.
tecvîd-i hurûf leng. seslerin mahreçlendirilmesi, boğumlandınlması, fr. articulation.
tecvîf (a.i. cevf’den c. tecvîfât) 1. oyma, oyulma, oyuk hâline koyma. 2. oyuk yer. 3. anat. kalbin boşluklarından her biri.
tecvîfât (a.i. tecvîf’in c.) 1. oymalar, oyulmalar, oyuk hâle koymalar. 2. oyuk yerler. 3. anat. kalbin boşlukları.
tecvîr (a.i. cevr'den) cevretme, zora, sıkıya koyma.
tecviz (a.i. cevâz'dan. c. tecvîzât) caiz görme, görülme, izin verme, verilme.
tecvîzât (a.i. tecvîz'in c.) caiz görmeler, görülmeler, izin vermeler, verilmeler.
tecyîf (a.i.) 1. vurmak suretiyle korkutmak. 2. çok korkmak.
tecyîş (a.i. ceyş'den). (bkz. tahşîd).
teczî' (a.i.). (bkz. teczie).
teczie (a.i. cüz'den) kısım kısım ayırma, bölme, doğrama, ufaltma.
teczîm (a.i.) 1. kesme [kol, kanad gibi şeyleri-]. 2. cüzam illetine uğratma.
teczîr (a.i. cezr'den) mat. cezrini bulma, kare kökünü alma.
tecziye (a.i. cezâ'dan) cezalandırma.
tedâbîr (a.i. tedbîr'in c.) tedbirler, yollar, çâreler.
tedâbîr-i âkıl-âne akıllıca tedbirler.
tedâfü' (a.i. def’den. c. tedâfüât) 1. birbirini defetme, itişme, kakışma. 2. kendini koruma, savunma.
tedafüi, tedâfüiyye (a.s.) kendini koruma, savunma ile ilgili.
Harb-i tedâfüî kendini müdâfaa ederek yapılan harb.
tedahhum (a.i. dahm'den) anat. irileşme, kalınlaşma; şişkinleşme.
tadahhum-ı nihâyât anat. yanlar irilimi, fr. acromegalie. [eller ve ayaklar gibi organların irileşmesi hastalığı].
tedâhük (a.i. dıhk'den) gülüşme [karşılıklı-].
tedâhül (a.i. dühûl'den. c. tedâhülât) 1. birbirinin içine girme. 2. geri kalma [iş hakkında]. 3. bir taksitin ödenmeden ötekinin gelmesi; ödemede gecikme. 4. yığılıp kalma, birikme. 5. karışma, (bkz: müdâhale).
tedâhül-fi-l-hudûd huk. [eskiden] bir cinsten olan müteaddit esbâb-ı huduttan dolayı yalnız bir had ile iktifa edilmesi hâli. [Meselâ bir şahıs birkaç defa zinada veya sirkatte bulunsa hakkında yalnız bir had ile iktifa edilir].
tedâhül-fi-l-kazf huk. [eskiden] birçok kaziflerden dolayı yalnız bir had ile iktifa edilmesi hâli. [Meselâ bir şahıs bir veya daha ziyâde kimselere bir lâfz ile veya başka başka lâfızlar ile zina isnadında bulunsa bunlardan dolayı hakkında yalnız bir "hadd-i kazf' icra edilir].
tedâhül-i a'dâd fer. iki sayıdan birinin diğeri ile tamamen yânî kesir bırakmaksızın taksimi kabil olması, [üç ile dokuz gibi].
tedâhül-i iddeteyn fer. [eskiden] iki iddetin birbiri içine girmiş olması, [meselâ bir kimse bâinen tatlîk ettiği bir kadına iddet esnasında kendisine helâl olur zannıyla mukarenette bulunsa bu mukarenet sebebiyle ikinci olarak lâzımgelen iddet; kadının beklemekte olduğu birinci iddete tedahül eder. Bu suretle kadın; birinci iddeti ikmâl ettikten sonra ikinci iddetin sebebinden itibaren noksan kalan miktarı tamamlar].
tedâhülât (a.i. tedâhül'ün c.) tedahüller.
tedâî (a.i. da'vet'den) bir şeyi hatıra getirme; psik. çağrışım.
tedârik (a.i. derk'den). (bkz. tedârük).
tedârikât (a.i.). (bkz: tedârükât).
tedârikî (a.i.). (bkz. tedârükî).
tedârub (a.i. darb'dan) dövüşme, vuruşma (bkz: mudârebe).
tedârük (a.i. derk'den. c. tedârükât) tedârik, hazırlama; araştırıp bulma, ele geçirme, edinme.
tedârükât (a.i.) hazırlıklar].
tedârükât-ı harbiyye, - -ı seferiyye harb hazırlıkları.
tedârükî (a.i.) hek. bir hastalığın şiddeti ihtimâline karşı gereken tertibatı alma.
tedârüs (a.i.) okuma; yazma.
tedâvî (o.i. devâ'dan. c. tedâviyât) ilâç verme, iyileştirmek için bakma.
Berâ-yi tedâvî tedâvî için.
tedâvî-bi-l-ineb üzümle tedâvî, üzüm kürü.
tedâvî-bi-l-mâ' su ile tedâvî.
tedâvî bi-l-misl hek. bir hastaya ters, aksi tedavide bulunma, soğuk almış bir hastayı yine soğuk bir şeyle tedâvî usûlü, (bkz: tedâvî bi-n-nakîz).
tedâvî-bi-n-nazîr soğuk alan bir hastayı yine soğuk şeylerle tedâvî ederek meydana gelecek aks-i te'sirden faydalanma usûlü.
tedâvî-bi-z-zıdd ve tedâvî bi-n-nakîz bir hastalığa zıddiyle ilâç verme, menfî tedâvîde bulunma.
tedâviyât (a.i. tedâvî'nin c.) tedâvîler.
tedâvül (a.i. devlet'den. c. tedâvülât) elden ele gezme, dolaşma, kullanılma.
tedâvülât (a.i. tedâvül'ün c.) tedavüller, geçerli olmalar.
tedâvür (a.i. devr'den) sıra ile yapma; karşılıklı yapma.
tedbîc (a.i.) rükû'da başı çok eğme.
tedbîr (a.i. dübûr'dan. c. tedâbîr) bir şeyi te'min edecek veya önleyecek yol, çâre.
Hüsn-i tedbîr iyi düşünülerek tutulan yol.
Sû-i tedbîr yanlış tutulan yol.
tedbîr-i menzil ev idaresi ile ilgili hususlardan bahseden ilim, ev idaresi bilgisi, fr. economie domestique.
tedbîr-i muallak huk. [eskiden] bir şarta talik olunan tedbir, kölenin bir yükümlülüğü yerine getirmesine bağlı olarak azat edilmesi. ["sen şu işi yaparsan müdebbersin" denilmesi gibi. Bu halde memlûk o işi mevlâsının hayâtında yaparsa vefatında malının üçte birindenazat olur].
tedbîr-i mukayyed huk. [eskiden] mevlânın bir kayıt ile mukayyet olarak vefatına muallâkan yaptığı tedbir, ["ben bu hastalığımdan ölürsem" yahut "ben bu yolculuğum esnasında vefat edersem sen hürsün" denilmesi gibi].
tedbîr-i mutlak huk. [eskiden] mevlânın alelıtlak mevtine muzaf olan tedbir, ["ben öldüğüm zaman sen hürsün" denilmesi gibi, "ben seni müdebber kıldım" denilmesi de bu kabildendir].
tedbîr-i mülk devleti idare sanatı, devlet yönetimi sanatı.
tedbir ehli tedbirli, zekî, akıllı kimse; öğüt veren kimse.
tedbir nafakası huk. birinin, kendinden sonra hür olacağını bildirerek kölesini azat etmesi.
tedbîrât (a.i. tedbîr'in c.) (bkz: tedâbîr).
tedebbür (a.i.c. tedebbürât) 1. sonunu, hakikati düşünme. 2. arkasını dönme.
tedebbürât (a.i. tedebbür'ün c.) sonunu, hakikati düşünmeler.
tedeffün (a.i. defn'den) defnolunma, gömülme.
tedehhî (a.i. dehâ'dan) dâhîleşme, dehâ eseri gösterme.
tedehhün (a.i. dehn'den) yağlanma, yağ sürünme.
tedehhüş (a.i. deheş'den) dehşete düşme, korkma, yılma.
tedellâ (a.i.) tas. mukarriblerin, makamların son mertebesine yükseldikten sonra ifâkatbahş olan bir sahne nüzulü. Allah'a yakın olduğu söylenen kimselerin bulundukları son makam.
tedellî (a.i. dell'den. c. tedelliyât) nazlanma.
tedelliyât (a.i. tedellî'nin c.) nazlanmalar.
tedellük (a.i.) sürtme; uğuşturulma.
tedellül (a.i.) nazlanma, (bkz: tegannüc)
tedemmu' (a.i. dem'den) 1. gözün yaşarması. 2. hek. hastalık dolayısıyla gözden yaş gelme.
tedemmug (a.i. dimâğ'dan) fels. beyinleşme, fr. cerebration.
tedemmül (a.i.) toprağı gübreleme, toprağa gübre dökme.
tedennî (a.i. denâet'den. c. tedenniyât) aşağı inme, aşağılama, gerileme, [zıddı "terakki"].
tedenniyât (a.i. tedennî'nin c.) aşağılamalar, gerilemeler.
tedennüs (a.i.) kirlenme, pislenme.
tedennüs-i câme elbisenin kirlenmesi.
tederru' (a.i.) zırhlanma, zırh giyme.
tederrüb (a.i.) alışma, (bkz: ülfet).
tederrüc (a.i. derece'den) derece derece, adım adım ilerleme.
tederrün (a.i.) bir uzvun, bir organın şişmesi.
tederrüs (a.i. ders'den. c. tederrüsât) ders alma, ders olarak okuma.
tederrüsât (a.i. tederrüs'ün c.) ders almalar, ders olarak okumalar.
tedessür (a.i.) elbise giyme.
tedevvür (a.i.) yuvarlaklaşma.
tedeyyün (a.i. dîn'den) 1. dîne bağlı olma. 2. dîninde sımsıkı bağlı kalma. 3. (deyn'den) borçlanma.
tedfin (o.i. defn'den) defnetme, gömme.
tedhîn (a.i. duhan'dan) tütsüleme, dumanlama.
tedhîn (a.i. dühn'den) güzel kokulu yağ sürme, sürülme.
tedhîş (a.i.c. tedhîşât) dehşet verme, dehşete düşürme; şaşırtma, korkutma, yıldırma.
tedhîş-i ezhân zihinlerde heyecan yaratma.
tedhîşât (a.i. tedhîş'in c.) tedhişler, yıldırmalar, korkutmalar.
te'dîb (a.i. edeb'den. c. te'dîbât) 1. edeplendirme, edeplendirilme. 2. terbiye etme, terbiyesini verme; haddini bildirme.
Hadd-i te'dîb bir suç işleyeni, başkalarına örnek olacak şekilde, cezalandırma [muâhaze, tâzîr, darb.. gibi].
te'dîb hakkı huk. velînin vesayeti altında bulunan bir çocuğa karşı sert davranmak, ihtarda bulunmak ve daha da mühim cezayı vermek hakkı.
te'dîbât (a.i. te'dîb'in c.) 1. edeplendirmeler, edeplendirilmeler. 2. terbiye etmeler, terbiyesini vermeler.
te'dîben (a.zf.) te'dip için, te'dip suretiyle; tevbih ve tekdir ederek.
te'dîbî, te'dîbiyye (a.s.) tedip ile; terbiye ile, edeplendirme ile ilgili
Mücâzât-ı te'dîbiyye terbiye edici, edeplendirici cezalar.
te'diyât (a.i. te'diye'nin c.) ödemeler.
te'diye (a.i. edâ'dan. c. te'diyât) 1. ödeme; ödenilme. 2. borcunu verme.
te'diye-i deyn borç ödeme.
tedkik (a.i. dikkat'den. c. tedkikat) dikkatle araştırma, araştırılma, inceden inceye yoklama, inceleme.
tedkikat ("ka" uzun okunur, o.i. tedkik'in c.) tetkikler, inceden inceden araştırmalar, incelemeler.
tedkikat-ı şer'iyye [eskiden] şeyhislâm kapısında, şer'î işlerle ilgili olan hükümlerin karara bağlandığı dâire.
tedkîk-nâme (a.f.b.i.) bir şeyin tetkikinden, incelenmesinden çıkan neticeleri tespit eden eser, araştırma.
tedlîk (a.i.) sürme, uğalama.
tedlîs (a.i.) alışverişte satıcının mal kusurunu müşteriden saklaması, hîle.
tedliye (a.i.) 1. sarkıtma, sarkıtılma; yukarıdan aşağı bırakma, bırakılma. 2. delil, vesîka hazırlama. 3. şaşırma, dehşete düşme.
tedmîc (a.i.) bir şeyi başka bir şeyin içine yerleştirme.
tedmîm (a.i. dem'den) hek. kanın, bâzı sebepten dolayı, ciğerlerde, bağırsaklarda ve damarlarda çoğalması.
tedmîr (a.i. dimâr'dan. c. tedmîrât) yoketme, mahvetme, tepeleme.
tedmîrât (a.i. tedmîr'in c.) yoketmeler, mahvetmeler, tepelemeler.
tednîs (a.i.c. tednîsât) kirletme, kirletilme.
tednîsât (a.i. tednîs'in c.) kirletmeler, kirletilmeler.
tedrî' (a.i. dır'dan) zırh giydirme, giydirilme.
tedrî-i cüyûş askerlere zırh giydirilme.
tedrîb (a.i. derb'den) ped. yetiştirim.
tedrîbî (a.s.) fels. fr. emprique.
tedrîc (a.i. durûc'dan. c. tedrîcât) 1. derece derece, basamak basamak ilerleme, ilerletme; azar azar hareket.
Ale-t-tedrîc tedrîc üzere.
Bi-t-tedric azar azar, yavaş, yavaş. 2. ed. ifâdenin derece derece yükselmesi. 3. fels. fr. gradation.
tedrîc-i sâid ed. ifâdenin yükselmesi.
tedrîc-i hâbit ifâdenin alçalması.
tedrîcât (a.i. tedrîc'in c.) tedricler.
tedrîcen (a.zf.) derece derece, yavaş yavaş, azar azar.
tedrîcî, tedrîciyye (a. s.) derece derece, yavaş yavaş olan, yapılan.
tedrîs (a.i. ders'den. c. tedrisât) ders verme, verilme, okutma.
tedrîs hey'eti a'zâsı öğretim üyesi.
tedrîsât (o.i. tedrîs'in c.) tedrisler (öğretim).
tedrîsât-ı âliye yüksek öğretim.
tedrîsât-ı ibtidâiyye ilk öğretim.
tedrisât-ı taliye orta öğretim.
tedrîsî, tedrîsiyye (a.s. ders'den) derse ait, dersle ilgili.
tedsîm (a.i.) nazar değmemesi için küçük çocukların çene çukurlarına siyah benek yapma.
tedsîr (a.i.) kuşun, yuvasını düzenlemesi, düzeltmesi.
tedsiye (a.i.) baştan çıkarma, azdırma.
tedvin (a.i. dîvân'dan. c. tedvînât) 1. ed. dîvan şekline sokma [manzumeleri]. 2. kitap hâline getirme.
tedvînât (a.i. tedvîn'in c.) tedvinler, dîvan şekline sokmalar; kitap yapmalar.
tedvîr (a.i. devr'den. c. tedvîrât) 1. döndürme, döndürülme, çevirme, çevrilme. 2. değirmi şekle sokma, sokulma.
tedvîr-i âlem dünyâyı döndürme, idare etme. 3. ed. bir mısrâdaki kelimelerin yerini değiştirmekle veznin ve mânânın bozulmaması, yânî, yine aynı mânânın anlaşılması. Meselâ "şöyle bir fikir geldi aklıma; aklıma şöyle bir fikir geldi.." gibi.
tedviye (a.i. devâ'dan) deva, ilâç verme.
teebbî (a.i. eb'den) 1. birini baba edinme. 2. huk. birini evlat edinme.
te'ebbüd (a.i.) 1. ürküp çekinme. 2. evlenmeme, bekâr kalma.
teebbüh (a.i.) 1. kibirlenme. 2. âlicenaplık, göztokluğu ile bir şeyden vazgeçme.
teebbün (a.i.) birinin yolundan gitme, izine uyma.
teeccüc (a.i.) tutuşma, alevlenme [ateş].
teeccül (a.i.) belli bir zamana kadar mehil, müddet isteme.
teeccüm (a.i.) öfkelenme.
teeddüb (a.i. edeb'den. c. teeddübât) edeplenme, edebini takınma, edepli davranma, utanma; çekinme.
teeddübât (a.i. teeddüb'ün c.) utanmalar, çekinmeler, edeplenmeler, edebini takınmalar.
teeddüben (a.zf.) edep ve terbiye kaidesine riâyet ederek, edepli davranarak, utanarak, çekinerek.
teeffüf (a.i.) of çekme, oflama.
teehhî (a.i.) birisiyle kardeş olma, birini kardeş edinme.
Dostları ilə paylaş: |