Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə127/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   123   124   125   126   127   128   129   130   ...   189

nârenciyye (a.i.) bot. turunçgiller [portakal, mandalina, limon, greypfrut altıntop) gibi şeyler].

nâreng (f.i.). (bkz. nârenc).

nârengî (f.i.). (bkz: nârencî).

nâ-resâ (f.b.s.) 1. münâsip, uygun olmayan. 2. yetişmemiş, ham.

nâ-resâyî (f.b.i.) 1. hamlık. 2. uygunsuzluk, [aslı"nâ-resâî" dir].

nâ-resîde (f.b.s.) 1. olmamış, ham. 2. bulûğa ermemiş, (bkz. nâ-baliğ).

nâ-reşîd (f.a.b.s.) olgunlaşmamış, kemâle ermemiş.

nârevâ (f.b.s.) yakışmaz, (bkz: nâ-sezâ).

nâ-revân (f.b.s.) akmayan; geçmeyen.

nâ-re'y (f.b.s.) 1. tedbirsiz. 2. mec.dinsiz, îmansız.

na're-zen (a.f.b.s.) nâre atan, kuvvetli bağıran.

nârgîl (f.i.) hindistan cevizi, (bkz: nârçîl).

nârgile (f.i.) nargile.

nârgile-keş (f.b.s.) nargile içen.

narh (f.i.) nark, çarşıda, pazarda satılan şeyler için resmî makamlarca gösterilen fiat.[kelimenin aslı "nirh" dir].

narh-ı metâ-i derd ü belâ dert ve belâ malının narhı, değeri.

nârî (a.i.) 1. ateşe mensup; ateşle ilgili. 2. cehennemlik, (bkz: dûzehî). 3. i. cin, peri.

nâriye (f.s.) ["nâr" ın müen.]. (bkz: nâr).

nâriyyet (o.i.) yakıcılık, ateşin özelliği.

nâres (f.i.) ham meyva.

nâr-pistân (f.b.i.) 1. nar gibi top olan meme. 2. s. memesi nar gibi top olan [kız veya kadın].

Nârven bot. karaağaç.

nâr-ver (f.b.s.) . (bkz: nâr-pistân).

nâs (a.i. ins'in c.) insanlar, halk, herkes.

Âlâ mele-in-nâs herkesin içinde, herkesin karşısında.

Beyn-en-nâs halk arasında.

Hayr-ün-nâs men yenfau-n-nâs insanların hayırlısı, halka faydası dokunanıdır.

nâs-ı ızrar huk. birinin, her ne şekilde olursa olsun bir başkasının menkul veya gayrimenkul malını harap etmesi, yok etmesi veya zarar vermesi.

nas (a.i.) . (bkz. nass).

na's, na'se (a.i.) 1. uykusu gelme, uyku bastırma, ımızganma, (bkz: sine). 2. zayıflık, bitkinlik, kuvvetsizlik.

nâ-sabûr (f.a.b.s.) sabırsız, içi tez, tezcanlı.

nâ-sâf (f.a.b.s.) 1. saf olmayan, hâlis olmayan, karışık. 2. pis, kirli.

nasaf (a.i.) uşak, hizmetçi.

nasafet (a.i.) [bu şekli asıl olmakla beraber; "nasfet" şekli yaygındır], (bkz: nasfet).

nasâib (a.i. nasîbe'nin c.) dikili taşlar.

na'sân (a.s.) uykusu gelmiş, uyku bastırmış [adam].

nasârâ (a.i. nasrânî’nin c.) Hıristiyanlar

nâ-savâb (f.a.b.s.) doğru olmayan, yanlış, haksız.

Cevâb-ı nâ-savâb yanlış, haksız cevap.

nasâyih (a.i. nasîhat'ın c.) öğütler.

nasâyih-i pederâne babacasına öğütler, [aslı"nasâih" dir].

Nasâyıh-üI-Mülûk (padişahların öğütleri) 1639 da ölen Sivaslı Abdülmecit Şeyhî'nin I. Ahmet'in emriyle çeşitli eserlerden seçerek meydana getirdiği dinden, ahlâktan ve memleket idaresinden bahseden eseri.

nâ-sâz (f.b.s.) uymaz, uygunsuz.

Tâli'-i nâ-sâz uygunsuz talih.

nâ-sâzî (f.b.i.) uymazlık, uygunsuzluk.

nâ-sâz-kâr (f.b.s.) 1. uygun görmeyen, muhalif. 2. münasebetsiz işle uğraşan. 3. işitilmemiş, beklenmemiş.

nâ-sâz-kârî (f.b.i.) 1. uygunsuzluk, zıtlık. 2. uygunsuz, münasebetsiz iş görme.

nasb (a.i.) 1. dikme, saplama.

nasb-ı hıyâm çadırları dikme.

nasb-ı nazar göz atma, bakma.

nasb-ı nigâh göz dikme. 2. bir me'murluğa tâyin. 3. a. gr. ismin i'râbı, harfin üstün (e) okunması.

nasb-ı ayn [etmek] gözü dikme [k].

nâ-sencîde (f.b.s.) 1. tartılmamış, ölçülmemiş. 2. değerlenmemiş. 3. iyi düşünülmemiş.

nâsere (f.i.) ayarı bozuk [para].

nâ-sezâ (f.b.s.) yakışmaz, (bkz: nâ-revâ).

nasfet (a.i.) 1. insaf, haklılık, doğruluk, [aslı"nasafet" dir]. 2. fels. denkserlik, fr. equite. (bkz: hakkaniyet).

nâsıb (a.s. nasb'dan) 1. nasbeden, (bir yere) diken. 2. a. gr. harfi üstün (e) okutan. 3. nasbeden, tâyin eden, atayan.

nâsibe (a.s. nasb'dan) [nâsıb'ın müen.]. (bkz: nâsıb).

nâsıf (a.i. nısf’dan) geo. açı ortay, açıyı iki eşit parçaya bölen doğru, fr. bissectrice.

nâsıh, nâsıha (a.s. nush'dan) 1. nasihat eden, öğüt veren, (bkz. pend-kâr, vaiz). 2. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

nâsıh-ül-ceyb kalbi temiz [adam].

nâsıh-i emîn Hz. Nûh.

nâsıh-âne (a.f.zf.) nasihat ederek, öğüt vererek,

nâsır (a.s. nasr'dan c. nasırîn) 1.yardımcı, yardım eden. (bkz. muîn).

Hayr-ün-nâsır (yardım edicinin en hayırlısı) Allah. 2. i. erkek adı.

nâsıra (a.s.) ["nasır" in müen.]. (bkz: nâsır).

Nâsırîn (a.s. nâsır'ın c.) yardımcılar, yardım edenler.

nâsıriyye (a.i.) eski bir Mısır parası.

Nâsıye (a.i. nasâ'dan c. nevâsî) alın. (bkz. cebîn, pîşânî).

nâsiye-i hâl yüzün gösterişi, tavır, vaziyet.

nâsıye-pîrâ (a.f.b.s.) alnı süsleyen.

nâsıye-sâ (a.f.b.s.) alnını yere süren.

nâsıye-sâzî (a.f.b.s.) alnını yere sürme.

nâsî (a.s.) nisyân edici, eden, unutan, unutucu.

nasîb (a.i.) 1. pay, hisse. 2. birinin elde edebildiği şey. 3. Allah'ın kısmet ettiği şey.

nasîb almak [Bektaşilikte] tarikata girme töreni yapılmak.

nasîb-dâr (a.f.b.s) hissedar, (bkz: behre-mend).

nasîb-dâş (a.f.b.s.) hissede beraber, nasipde eş olan. (bkz: hem-hisse).

nasîbe (a.i. nasb'dan. c. nasâib) dikili taş, yollara nişan için dikilen taş.

nâsic (a.s. nesc'den) 1. nesceden, dokuyan. 2. sıralayan, düzenleyen.

nâsic-ül-hiyel kötülük eden.

nâsih (a.s. nesh'den) 1. nesh ve ibtâl eden, battal eden. 2. istinsah eden, kopyasını çıkaran

nasîh (a.s.c. : nusahâ) : nasîhat, öğüt veren.

Nasîhat (a.i. nush’dan c. : nasâyih) öğüt. (bkz : ıza, pend, va’z).

nasîhat-âmîz (a.f.b.s.) kendisinden öğüt alınacak söz.

nasîhat-ger (a.f.b.s.) öğüt veren.

nasîhat-kâr (a.f.b.s.) öğüt veren.

nasîhat-nâme (a.f.b.i.) insanlara yol göstermek, öğüt vermek maksadıyla yazılan manzum veya mensur eser. (bkz: pend-nâme).

nâsîhat-nâ-pezîr (a.f.b.s.) öğüt dinlemez.

nasîhat-pezîr (a.f.b.s.) öğüt dinler.

nâsik (a.s. nesak'dan) tertîbeden, düzenleyen.

nâsik (a.s.) Allah yolunda ibâdet eden, dîne bağlı, (bkz: âbid, zâhid).

nâsil (a.i.) kıl dökücü ilâç.

nâ-sipâs (f.b.s.) şükretmeyen, nankör.

nâsir (a.s. nesr'den) 1. yayan, saçan. 2. nesir yazan.

nasîr (a.s. nasr'dan) nusret eden, yardımcı, (bkz: meded-kâr, muin).

nâsiye (a.s. nisyân'dan) ["nâsî" nin müen.]. (bkz: nâsî).

nâsiye (a.i.c. nevâsî). (bkz. nâsiye).

nâsiyede mestur (olmak) alında yazılı olmak.

nasl (a.i.c. nisâl, nusûl) temren, ok, kargı gibi şeylerin ucundaki sivri demir.

nasr (a.i.) 1. yardım. 2. üstünlük, (bkz: zafer).

Sûre-i nasr Kur'ân'ın 110. sûresi.

nasr ullah Allah'ın yardımı.

nasrun-min-Allahi ve fethün karib "yardım Allah'dandır, fetih de yakındır." mânâsına gelen bir "âyet-i kerîme".

nasr-üd-dîn 1) dîne yardımı dokunan; 2) dilimizde "nasreddin" şeklinde kullanılan erkek adı.

nasrânî (a.i.c. nasârâ) Hıristiyan. [Hz. isa'nın oturduğu "Nasıra" köyüne mensup demektir].

nasrâniyye (a.s.) ["nasrânî'nin müen.]. (bkz: nasrânî).

nasrâniyyet (a.i.) Hıristiyanlık.

nasrî (a.s.) Allah yardımı ile üstünlük ve ülke almakla ilgili.

nass (a.i.c. : nusûs) : 1. sarihlik, açıklık, kat‘îlik. 2. manasında sarihlik, katîlik bulunan Kur’an ayetinin delil olarak gösterileni. 3. fels. inak, dogma. 4.gr. eskiden sadece bir manaya gelen kelime.

nass-ı katı‘ mânâsı sarîh, açık olan Kur'an âyetlerinden delil olarak gösterilen âyet.

nassî (a.s.) fels. inaksal, dogmatik.

nassiyye (a.i.) inakçılık, dogmatizm, fr. dogmatisme.

nâ-sûde (f.b.s.) istirahat etmemiş, dinlenmemiş.

nasûh (a.s. nush'dan) 1. nasîhatçı, öğütçü. 2. hâlis, temiz.

Tevbe-i nasûh bozulması imkânsız tövbe. 3. i. erkek adı.

nasûhî (a.s.) 1. bozulmaz şekilde tövbe edici. 2. erkek adı. [müen. "nasûhiyye"].

Nasûhiyye-i Halvetiyye (a.st.) Halvetiyye tarikatı şubelerinden biri.

nâsûr (a.i.c. nevâsîr) 1. basur deliği, fr. fistule.

nâsûr-i bevlî hek. idrar yolları dokularının marazî olarak sertleşmesi.

nâsûr-i dem'i hek. kanlı bâsûr.

nâsûr-ı şercî hek. Bâsûr. 2. nasır.

nâsût (a.i.) insanlık, mahlûkıyet, insanlık camiası, insanlığa ait şeyler.

Âlem-i nâsût insanlık âlemi, [lâhût'un zıddı].

nâsûtî (a.s.) dünyâya, insanlığa mensup, dünyâ ile, insanlıkla ilgili.

nâsûtiyân (a.i.c.) insanlar.

nâ-süfte (f.b.s.) delinmemiş.

Dürr-i nâ-süfte delinmemiş inci. (bkz: lü'lü-i gayr-i meskub). mec. evlenmemiş güzel kız.

nâ-sütûde (f.b.s.). aşağılık, bayağı, değersiz.

na'ş (a.i.) içinde ölü bulunan tabut, cenaze, kefene sarılıp tabuta konmuş ölü. (bkz: cenâze, meyyit).

nâ-şâd (f.b.s.) hüzünlü, gamlı, kederli, tasalı.

nâ-şâdî (f.b.i.) gamlılık.

nâ-şâyeste (f.b.s.) lâyık olmayan, lâyık değil, (bkz: nâ-sezâ).

nâ-şekîb, nâ-şekib (f.b. s.), (bkz. nâ-şikîb, nâ-şikib).

nâ-şekîbâne (f.zf). (bkz. nâ-şikîb-âne).

nâ-şekibânî (f.b.i.). (bkz. nâ-şikibânî).

nâ-şekibî (f.b.i.). (bkz. nâ-şikibî).

nâşıt (a.s. neşat'dan) şen, neşeli [adam].

nâşî (a.s. neş'et'den) 1. neşet eden, edici, ileri gelen. 2. zf. ötürü, dolayı, sebebiyle.

nâşid, nâşide (a.s. neşîde'den) 1. şiir okuyan, şiir söyleyen, şiir yazan. 2. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

nâ-şikîb (f.b.s.) sabırsız.

nâ-şikib (f.b.s.) sabırsız.

Âşık-ı nâ-şikib sabırsız âşık. [şiirde "nâ-şikîbâ" şeklinde de kullanılır].

nâ-şikîb-âne (f.zf.) sabırsızlıkla.

nâ-şikibânî (f.b.i.) sabırsızlık, (bkz: nâ-şekibî).

nâ-şikibî (f.b.i.) sabırsızlık, (bkz: nâ-şekibânî).

nâ-şinâs (f.b.s.) 1. bilmez, (bkz: câhil). 2. tanımaz olan.

Hakk-nâ-şinâs hak bilmez, hak tanımayan.

Ni'met-nâ-şinâs iyilik bilmez, nankör.

nâ-şinâsî (f.b.i.) bilmezlik, tanımazlık.

nâ-şinîde (f.b.s.) işitilmemiş, duyulmamış.

Kavl-i nâ-şinîde işitilmemiş söz.

nâşir (a.s. neşr'den) 1. neşreden, dağıtan, saçan, yayan, açan. 2. bir kitap neşreden, yayınlayan.

nâşir-i efkâr fikirler yayıcısı.

nâşir-ül-harâre kim. ısıveren.

nâşire (a.i.) anat. kolu açan adale.

nâ-şitâ (f.b.i.) sabahtanberi bir şey yememiş olma.

nâşiz (a.s. neşz'den) 1. dâima kalkmış, kabarmış, atan [damar]. 2. karısına karşı çok zâlim olan [koca]. 3. heyecanla coşma [kalb].

nâşize (a.s.) itaatsizlikte direnen [kadın].

nâ-şüküfte (f.b.s.) açılmamış.

Zühre-i nâ-şüküfte açılmamış çiçek.

nâ-şüste (f.b.s.) yıkanmamış.

Nat‘ (a.i.c. entâ', nutû') 1. sofra bezi. 2. meşinden yapılan döşek, f r. natte.

nat'-ı zemîn yer yüzü. (bkz: rû-yi zemîn).

na't (a.i.c. nuût) 1. bir şeyi medhederek anlatma, vasıflandırma. 2. ed. Hz. Muhammed'i övmek üzere yazılan şiirler.

nâ-tâb (f.b.s.) güçsüz, kuvvetsiz, takatten düşmüş.

nâ't-bân (a.f.b.s.) na't-ı şerif okuyan kimse.

nâ-temâm (f.a.b.s.) tamamlanmamış, bitmemiş.

nâ-temâmî (f.a.b.i.) noksanlık, eksiklik.

nâ-temâmiyyet (f.a.b.i.) (bkz : nâ-temâmî).

nâ-ters (f.b.s.) korkusuz, cesur, yürekli.

na't-gû (a.f.b.s.) na't söyleyen.

nath (a.i.) süsme, boynuzla vurma.

na't-hân (a.f.b.s.) 1. na't, kasîde okuyan. 2. cuma günleri bâzı selâtin câmileriyle tekkelerde güzel sesle "na't-i şerif okuyan adam.

nâtıh (a.s.c. nevâtıh) 1. süsen, boynuzuyla vuran [hayvan]. 2. sıkıntı, keder, (bkz: elem, mihnet).

nâtık (a.s. nutk'dan) 1. söyleyen, konuşan, lâkırdı eden. (bkz: güya, gûyende, suhan-senc).

Gayr-i nâtık konuşma ve düşünceden mahrum. 2. idrâk eden, düşünen. 3. bir ifâdesi olan. 4. bir şeyi gösteren. 5. beyân eden, bildiren, bildirici.

Hayvân-ı nâtık (konuşan hayvan) insan. 6. erkek adı. [müen. "natıka"]. 7. tas. Allah'ın insanda dile gelme durumu.

nâtıka (a.i.) 1. düşünüp söyleme hassası, kuvveti. 2. düzgün, dokunaklı söz söyleme. 3. kadın adı.

nâtıka (a.i. nutk'dan) ["nâtık"ın müen.]. (bkz: nâtık).

nâtıka-i cem'iyyet cemiyetin natıkası, söz söyleme kudreti.

nâtıka-perdâz (a.f.b.s.) düzgün ve dokunaklı söz söyleyen.

nâtıka-pîrâ (a.f.b.s.) sözünü, dokunaklı, düzgün kelimelerle süsleyen.

nâtıkıyyet (a.i. nutk'dan) nâtıklık, konuşmaklık, söz söylemeklik. [yapma kelimelerdendir].

nâtır (a.i. natr'dan. c. natare, nuttâr, nüterâ) 1. bağ, bahçe bekçisi. 2. hamam natırı, hizmetçisi, [bizde cemi şekilleri kullanılmamıştır].

nâ-tırâş, nâ-tırâşîde (f.b.s.) yontulmamış, tıraş olmamış, terbiye görmemiş, ham kaba.

nâtıs (a.s.) bilgili, faziletli [adam]. (bkz: dana).

natîh (a.i.) l.çifteli at. 2. mec. şom.

natîş (a.i.) kuvvet ve hareket.

natrûn (a.i.) 1. güherçile. 2. boraks.

nats (a.i.) nadas.

natş (a.i.) bünye ve yaradılışın kuvveti, şiddeti.

natûh (a.s. nath'dan) çok süsen, süseğen [hayvan].

natûk (a.s. nutk'dan) güzel, düzgün söz söyleyen.

nâtûr (a.i.c. nevâtîr). (bkz: nâtır).

nâ-tüvân (f.b.s:) zayıf, kuvvetsiz. (bkz: zebûn).

nâ-tüvânî (f.b.i.) zayıflık, kuvvetsizlik.

nâûr (a.s.) 1. kanı kesilmeyen, kanı durdurulamayan [damar]. 2. i. değirmen kanadı.

nâûre (a.i.c. nevâîr) bostan dolabı.

nâûs (f.i.) kilise, manastır; mecûsî ateşkedesi. (bkz. deyr, sûmnât). ["nâvûs" şekli de vardır].

nâ-ümîd (f.b.s.) ümitsiz, ümidi kırılmış, (bkz: nev-mîd).

nâ-ümîdî (f.b.i.) ümitsizlik, ümit kırıklığı. (bkz: kunût, me'yûsiyyet, nevmîdî).

nâ-üstüvâr (f.b.s.) 1. sağlam olmayan, dayanıksız. 2. münasebetsiz.

nâ-üstüvârî (f.b.i.) 1. sağlam olmama. 2. münasebetsizlik.

nâv (f.i.) 1. içi kovuk, oyuk şey. 2. küçük gemi; kayık.

nâ-vâkıf (f.a.b.s.) tanımayan, iyice bilmeyen.

nâv-dân (f.b.i.) oluk. (bkz: mîzâb).

nâv-dân-ı hâme kalem oyuğu.

nâve (f.i.) çamur ve hamur teknesi.

nâvek (f.i.) ok. (bkz: nebl, sehm, tîr).

nâvek-i müjgân oka benzeyen kirpik.

nâvek-i kalbî içten çekilen âh.

nâvek-i seherî seher vaktinde edilen beddua (ilenç).

nâvek-endâz (f.b.s.) ok atıcı, okçu. (bkz: kemân-keş, tîr-endâz).

nâvek-endâzî (f.b.i.) ok atıcılık.

nâvek-müjgân (f.b.s.) 1. ok gibi olan kirpik. 2. kirpiği ok gibi olan dilber.

nâver (f.s.c. nâverân) mümkün, kabil, olabilir.

nâverân (f.s. nâver'in c.) mümkün olan, olabilir şeyler, (bkz: mümkinât).

nâverd (f.i.) savaş; doğuş, (bkz ; ceng, harb, heycâ, neberd, perhâş, vega).

nâverd-gâh (f.b.i.) savaş meydanı.

nâverd-hâh (f.b.s.) savaş isteyen, (bkz: ceng-cû).

nâvî (f.s.) 1. içi oyuk şey. 2. i. üç direkli gemi.

Nâvîce (f.s.) pis, murdar, mülevves. (bkz: habîs).

nây (f.i.) 1. kamış. 2. müz. ney, kamıştan yapılan düdük.

nây-ı bînî anat. burun deliği.

nây-i enbân müz. gayda, tulumlu boru.

nây-i gülû anat. boğaz, gırtlak, (bkz: hülkum).

nây-i rûyîn, nây-i rûyîne müz. eski savaşlarda çalınan tunçtan yapılmış bir boru.

nây-i türkî müz. zurna.

-nây (f.e.). (bkz. nâ-).

na'y (a.i.) ölüm haberi getirme.

nâ-yâb (f.b.s.) 1. bulunmaz.

Ka'r-ı nâ-yâb dibi bulunmaz. 2. benzeri olmaz. (bkz. ender, nâdir).

nây-bân (f.b.s.) ney çalan, (bkz: nâyî, nây-zen, ney-zen).

nây-çe (f.b.i.) küçük ney.

nâ-yeste (f.b.s.) lâyık olmayan. (bkz. nâ-şâyeste).

nâyî (f.i.) ney çalan, (bkz: nây-bân, nây-zen, ney-zen).

nâyiha (a.i. nevh'den c. nâyihat) para ile ölüye ağlayan kadın, sağucu, (bkz.

nevvâha).

nâyîn (f.s.) kamıştan yapılma, sazdan.

nây-veş (f.b.s.) ney gibi.

nây-zen (f.b.s. ve i.) neyzen, ney çalan, (bkz. nây-bân, nâyî, ney-zen).

nâz (f.i.) 1. kendini beğendirmek için takınılan yapmacık, (bkz. cilve, işve, şîve). 2. bir şeyi beğenmiyormuş gibi gözükme. 3. şımarıklık. 4. yalvarma, rica.

na'z (a.i.). (bkz. intiâz).

nâz ü naîm (içinde olma) refah ve bolluk içinde olma.

nâz ü niyâz (ile) 1. isteksiz olarak, istemeyerek. 2. yalvarıp yakararak.

nâ-zâd, nâ-zâde (f.s.) 1.doğmamış. 2. olmayacak.

Nazâif (a.s. nazîf’in c.) nazîf, nezâfetli, temiz, pak olanlar.

Nazâir (a.i. nâzîre'nin c.), (bkz. nazîre).

Nâzân 1. nazlı. 2. i. kadın adı.

nazar, nazâret (a.i.) 1. altın. (bkz. zeheb, zer). 2. tazelik, (bkz: nadar).

nazar (a.i.c. enzâr) 1. bakma, göz atma. 2. düşünme, (bkz. mülâhaza). 3. göz değme, (bkz. isâbet-i ayn). 4. iltifat. 5. îtibar. 6. yan bakış. 7. güzel, dilber.

Atf-ı nazar bakma.

Câ-yi nazar düşünme.

Hüsn-i nazar iyi gözle görme.

İm'ân-ı nazar bakıp süzme.

Nûr-i nazar göz nuru.

Sarf-ı nazar şöyle dursun.

Sarf-ı nazar etmek vazgeçmek.

nazar-ı hakkanî Hamzaviye tarikatında mürşidin bakışıyla talibin aşk ve cezbeye uğraması ve cezbe ile fenâ'ya ermesi.

nazar-ı ibret fena bir olayı ders alınacak bir örnek olarak görme.

nazar-ı istihcân müstehcen telâkki etme bakışı.

nazar-ı istîlâ-kârâne istilâcılara yaraşan bakış.

nazar-ı musagger bir şeyi gerçek boyutlarından küçük görme.

nazar-ı şefkat acıma bakışı.

nazar-ı şekk ü tedkik şüphe ve tetkik bakışı.

nazar-ı takdir kıymet biçme bakışı.

nazaran (a.zf.) 1. göre, .. bakıma göre, bakarak, bakılırsa. 2. nisbeten, nisbetle, kıyaslayarak.

nazar-bâz (f.b.s.) 1. şuhlukla, neşe ile bakan. 2. güzeli seyretmekle yetinen, maddî tatmin edilmeyi istemeyen.

nazar-bâzî (a.f.b.i.) şuhlukla, neşe ile bakış.

nazar ber kadem (a.b.i.) tas. nakşî tarikatında bulunan on iki tâbirden biri. [diğerleri hoşderdem, sefer der vatan, halvet der encümen, yad kerd, bâz keşt, nigâh dâşt, yâd-dâşt, vukuf-ı zamanî, vukuf-ı adedî, vukuf -ı kalbî'dir].

nazar-endâz (a. f.b.s.) göz atan, bakan.

nazâret, nadâret (a.i.) 1. tazelik. 2. güzellik, hoşluk. 3. parlaklık.

nazar-firîb (a.f.b.s.) göz aldatan, yanlış düşündüren, düşünceleri yanlış yola sevk eden.

nazar-ı firîb-i efkâr fikirlerin gözünü aldatıcı.

nazar-gâh (a.f.b.i.) nazar edilen, bakılan veya bakılacak yer.

nazar-geh (a.f.b.i.). (bkz: nazar-gâh).

nazarî (a.s.) 1. nazar'a, bakışa ait, nazarla, bakışla ilgili. 2. yalnız görüş hâlinde bulunan, tatbik edilmemiş, teorik, fr. theorique.

nâ-zarîf (f.a.b.s.) zarif olmayan.

nazariyyât (a.i. nazariyye'nin c.) ilmî görüşler, düşünüşler.

Nazariyyât-ı Edebiyye ed. Servetifünûn şâiri Ahmet Reşit Bey'in, edebiyat bilgilerine dair 1912 de hazırladığı iki ciltlik eseri.

nazariyyât-ı hikemiyye nazarî (teorik) fizik, fr. theories physique.

nazariyye (a.i.c. nazariyyât) l.mat.teori, fr. theorie.

nazariyye-i kıyamet biy. kıyamet teorisi. 2. ilmî görüş, ilmî düşünüş; kuram.

nazar-perver (a.f.b.s.) göz okşayıcı.

nazar-rübâ (a.f.b.s.) göz çeken.

nâz-bâlîn (f.b.i.) yastık, (bkz: nâz-bâliş).

nâz-bâliş (f.b.i.) yastık, (bkz: nâz-bâlîn).

nazc (a.i.) 1. pişme, olma, kıvam bulma, olgunluk. 2. bülûğa erme.

nazc-ı kabl-el-vakt zamanından önce bülûğa erme.

nâz-dâr (f.b.s.) 1. nazlı. 2. i. meşhur bir çeşit lâle.

nâzekî (f.i.) naziklik, incelik [aslı"nazükî" dir].

nâzende (f.s.) 1. naz edici, nazlı, hoş edalı, (bkz. işve-bâz, işve-kâr). 2. sevgili.

nâzende-âl meşhur bir çeşit lâle.

nâzende-i tannâz alaycı, nazlı güzel.

nâzenîn (f.s.) l. cilveli, oynak. 2. çok nazlı yetiştirilmiş, şımarık. 3. narin, ince yapılı. 4. mahut.

Tarîk-ı nâzenin Bektaşi tarikatı. 5. müz. eski bir makam.

nâzenîn-i dil-rübâ-yi temeddün medenîleşmenin gönül çeken güzeli.

nazh (su çekme, (bkz: nadh).

nâzıc (a.s.) olgun, yetişmiş, pişmiş, kıvama gelmiş [et, meyva].

nâzım (a.s. nazm'dan c. nâzımîn) 1.tanzim eden, nizâma koyan, düzenleyen. 2. ed. nazım hâline koyan, manzume yazan.

nâzım-i menâzım-i umûr-i cumhur halkın işlerini sıraya koyan, düzenleyen. 3. fiz. düzengeç, düzenleyici, fr. regulateur.4. mat. normal. 5. i. erkek adı. [müen. nâzıme, kadın adı olarak da kullanılır].

nâzıma (a.i.) ["nâzım" in müen.]. (bkz: nâzım).

nâzım-âne (a.f.zf.) nâzım olana yakışacak yolda.

nâzımîn (a.s. nâzım'ın c.) tanzîm edenler, nizâma koyanlar, düzenleyenler.

nâzır (a.s. nazar, nezâret'den. c. nuzzâr) 1. nazar eden, nezâret eden, bakan, gözeten. 2. i. (eskiden) vekîl, bakan [kabinede], (bkz.vezîr). 3. bir yüzü bir tarafa olan.

nâzır-ı imâret imparatorluk devrinde vakıf imaretlerinin yemekhane müdürü.

nâzır-ı vakf huk. [eskiden] mütevelliye vakfa ait işlerde nezâret etmek ve işlerde rey bakımından mütevelliye mercî olmak üzere nasbolunmuş olan zat.

nâzıra (a.s.) 1. nâzır'ın müennesi. 2. i. göz. (bkz. çeşm, dîde).

nâzıra-hân (a.f.b.s.) bakarak taklîdeden.

nâziât (a.i.c.) Kur'ân'ın 77 nci sûresi olup 46 âyetten oluşmuştur. [Mekke'de nazil olmuştur].

nâ-zîbâ (f.b.s.) yakışmayan.

nazîc (a.s.) pişmiş, yetişmiş, kemâlini bulmuş.

nazîd, nazîde (a.s.) 1. yerli yerinde, tertipli. 2. yastık, minder, şilte gibi ev eşyası.

nazîf (a.s. nezâfet'den) 1. temiz, (bkz: pak, pâkize, tâhir). 2. i. erkek adı. [müen. "nâzîfe"].

nazîfe (a.s. nezâfet'den) 1. temiz. 2. i. kadın adı. 3. Abdülhak Hâmid'in 1876 da basılmış manzum tiyatrosu.

nâzik (f.s.) 1. ince. (bkz: narin, rakîk). 2. terbiyeli, saygılı. 3. güzel, zarif, [kelimenin aslı "nâzük" dür].

nâzik-âne (f.zf.) nezâketle, incelikle, kibarlıkla.

nâzik-beden (f.a.b.s.) bedeni, vücûdu nâzik olan.

nâzik-edâ (f.b.s.) nâzik davranışlı.

nâzik-endâm (f.b.s.) nâzik endamlı, güzel vücutlu, (bkz. nâzik-ten).

nâzik-güzîn (f.b.s.) çok nâzik. (bkz. nâzik-ter).

nâzik-hayâlân (f.a.b.s.) 1.Allah'ın yarattıklarını düşünenler, arifler. 2. şâirler.

nâzik-hulk (f.a.b.s.) tabiatı, yaradılışı nâzik olan.

nâzikî (f.i.) naziklik, (bkz: nezâket).

nâzik-mizâc (f.a.b.s.) nâzik tabîatlı.

nâzik-ten (f.b.s.) nâzik vücutlu. (bkz: nâzik-endâm).

nâzik-ter (f.b.s.) fazla nâzik, (bkz: nâzik-güzîn).

nâzik-terîn (f.b.s.) daha nâzik, en nazik.

nâzik-vücûd (f.a.b.s.) vücûdu nâzik ve lâtif olan.

nâzil (a.s. nüzûl'den) 1. yukarıdan aşağı inen, inici. 2. bir yere konan, bir yerde konaklayan. 3. müz. inici, tizden peşte doğru giden dizi.

nâzile (a.i.) 1. belâ, sıkıntı, (bkz: mihnet, dâhiye). 2. inme. (bkz: nüzul). 3. nezle.

Nâzilet-ül-Arş (göğün en yüksek, dokuzuncu katı olan Arş'tan nazil olan, Arş'tan inen) Kur'ân-ı Kerîm.

nazîm (a.i.) 1. sıra sıra, dizi dizi olan şey. 2. XVIII. asırdaki büyük şâirlerimizden biri.

nazîr (a.s.) 1. taze. (bkz: âb-dâr). 2. altın. (bkz: nazar, zeheb, zer).

nazîr (a.s. nazar'dan) benzer, eş. (bkz: küfv, şebîh, mânend, mesîl).

nazîre (a.i.c. nazâir) 1. örnek, karşılık. 2. ed. bir şâirin manzum bir eserine (çok zaman gazeline) başka bir şâir tarafından aynı vezin ve kafiyede olmak üzere yapılan benzer. 3. kadın adı.

nazîre-gû (a.f.b.s.) nazire söyleyen.

nazîre-perdâz (a.f.b.s.) kaside düzenleyen.

nâziş (f.i.). (bkz. nâz).

nazm (a.i.) 1. dizme, tertîbetme, sıraya koyma. 2. sıra, tertip. 3. ed. vezinli, kafiyeli söz. 4. halk şâirlerinin mesnevi şeklindeki manzûmelere verdikleri ad.

nazm-ı cihângîr cihanı tutan nazım, dünyâya yayılan şiir.

nazm-ı garrâ parlak nazım.

nazm-ı gûyân konuşurmuş gibi yazılan nazım şekli.

Nazm-ül-cevâhir (cevherlerin dizisi) Babıâli hocası ve Mümeyyiz-üş-Şuarâ Antepli Hasan Aynî'nin Arapça-Türkçe manzum lûgati.

Nazm-ül-leâl (incilerin dizisi) Mütercim Asım'ın altı göbek önceki dedesi Antepli Şeyh Ahmet'in Arapça-Türkçe manzum sözlüğü.

nazmen (a.zf.) manzum olarak, nazım ile. [zıddı"nesren"].

nazmî (a.s. nazm'dan) 1. nazımla ilgili olan. 2. i. erkek adı.

nazmiyyât (a.i. nazm'ın c.) manzum yazılar.

nazmiyye (a.s. nazm'dan) ["nazmî" nin müen.]. (bkz: nazmî). 2. kadın adı.

nâz-perdâr (f.b.s.) birinin nazını çeken.

nâz-perdârî (f.b.i.) naz çekme.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   123   124   125   126   127   128   129   130   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin