Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə147/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   143   144   145   146   147   148   149   150   ...   189

selis-ül-bevl hek. 1) sidiğin daimî akıntısı; 2) sidiğini tutamayan [adam].

selîs (a.s. selâset'den) 1. düzgün, akıcı [ibare, anlatış]. 2. müz. Türk (Anadolu) halk şiiri ve müziğinin XIX. asır başlarında meydana çıktığı anlaşılan bir şeklidir. Arûz'un "feilâtün feilâtün feilâtün feilün" vezni ile yazılır; "forme" olarak gazel, bâzan murabba, muhammes ve müseddes kullanılır. Şehirli âşıklar tarafından seyrek olarak yazılmıştır. 3. ed. halk edebiyatında XIX. yüzyıldan sonra kullanılmaya başlanılan bir nazım şekli.

selîse (a.s. selâset'den) ["selîs" in müen.]. (bkz: selîs).

selît (a.s.) 1. ağzı bozuk, küfürbaz. 2. i. zeytinyağı.

selîta (a.i.) l. içine zeytinyağı konulan salata. 2. s. selit’in müennesi.

sell (a.i.) 1. sıyırma, sıyrılma. 2. çıkarma, çıkarılma; çekme, çekilme.

sell-i seyf kılıç çekme.

sellâc (a.i.) buz ve kar satan adam.

sellâh (a.i. selh'den) kasaplık hayvan kesen, yüzen.

sellât (a.i. selle'nin c.) seleler, sepetler.

selle (a.i.) koyun, keçi sürüsü.

selle (a.i.c. sellât, silâl) sele, sepet.

selle-bâf (a.f.b.i.) sele, sepet, küfe, zenbil ören kimse, sepetçi.

sellem (a.f.i.) "selâmete erdirsin!" manâsıyla dualarda geçer.

sellemeh-üs-selâm aldırış etmeden, çekinmeden, uluorta, destursuz.

selm (a.i.). (bkz. silm).

Selmânî (a.i.) niyaz kabul eden derviş. [Selmân-ı Fârisî'ye nispetle bu adı almıştır, bektâşilikle mevlevîlikte sadaka kabulü, dilencilik caiz değildir. Yapılan yardım "niyaz" adı altında kabul edilir].

selme (a.i.) gedik, rahne.

selmek (f.i.) müz. Türk müziğinde en eski bir mürekkep makamdır. Az kullanılmış, son asırlarda hiç rağbet edilmemişken, R. Fersan 1948 de -makamın mâhiyetini H. Saadettin Arel'den bilvasıta öğrenerek- bir saz semaîsi yazmıştır; elimizde başka bir numunesi yoktur. Selmek, hüseynî geçkili bir rast makamdır. Rast ile rast (sol) perdesinde kalır. Güçlüleri birinci derecede -rastın güçlüsü- neva (re), ikinci derecede -hüseynînin durağı- dügâh (la), üçüncü derecede de -hüseynînin güçlüsü-hüseynî (mi) perdeleridir. Donanımına rast ve hüseynînin müşterek arızaları olan "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur. Esasen her iki dizinin ortak seslerinden istifâde edilerek terkîbedilmiştir. Hüseynî, rastın her yerinde geçki olarak kullanılabilmekle beraber sel-mek'in gerdaniye makamının tersi olduğu görülüyor.

selmek-i kebîr müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

selmek-i sagîr müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

selmek-bûselik müz. Hızır bin Abdullah'ın edvarına göre (XV. yüzyılın ilk yansı) selmek âvâzesine buselik makamı eklenince oluşan terkip.

selmek-nevâ müz. Hızır bin Abdullah'ın selmek âvâzesine neva makamını eklemekle elde ettiği terkip.

selmek-uşşak müz. selmek âvâzesine uşşak makamı eklenince oluşan terkip.

selmek-büzürk (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

selmek-hicâz (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

selmek-hüseynî (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

selmek-ırâk (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

selmek-ısfahân (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

selmek-kûçek (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

selmek-râst (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

selmek-rehâvî (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur, [aslı "selmek-ruhâvî" dir].

selmek-zengûle (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

selsâl (a.i.) tatlı, lezzetli; hafif su.

selsebîl (a.i.) 1. tatlı ve hafif su. 2. Cennette bir çeşmenin adı. 3. (bkz: sebîl). 4. g. s. suyunun aktığı yer kademeli olan bir çeşit çeşme, fr. fontaine â cascades.

selûkiyye (a.i.) kaptan kamarası.

selûl (a.s.) ölü olarak doğmuş çocuk.

selvâ (a.i.) 1. bal. (bkz: asel). 2. İsrâiloğullarının Tih sahrasında bulunduğu müddetçe "menn" ile Allah'ın ihsanı olan (bıldırcına benzer) bir kuş.

selvet (a.i.) 1. gönül rahatlığı, iç huzuru. 2. memnunluk, mutluluk; zevk, keyif.

sem' (a.i.) 1. işitme, işitiş. 2. dinleme, kulak verme. 3. (c. esma') kulak, (bkz: gûş, üzn).

sem-i mülevven psik. renkli işitme. fr. audition coloree.

semâ' (a.i. sümüvv'den. c. semâvât) gökyüzü, (bkz. âsmân).

semâ-yi lâciverdî lâcivert renkte gökyüzü.

semâ' (a.i.) 1. işitme, duyma. 2. mevlevî âyinlerinde tarikat mensuplarının cezbe haliyle ayakta dönmesi, zikretmesi. (bkz. mukabele).

semâ-i râh tas. yolda yapılan semâ [mevlevî tâbirlerindendir].

semâcet (a.i.) l. çirkinlik, fena görünüş. 2. söz çirkinliği.

semâcet-i ibtidâ' sözün başlangıcındaki çirkinlik.

semâcet-üt-tahallüs ed. kasîde başlangıcı demek olan "nesîb" veya "teşbîb" ile girizgâhın çirkin olması.

semâen (a.zf.) işiterek.

semâ-hâne (a.f.b.i.) mevlevî tekkesinin semâ edilen geniş divanhanesi.

semâhat (a.i.) 1. cömertlik, el açıklığı; iyilikseverlik. (bkz: sahâ). 2. erkek ve kadın adı.

semâhat-kâr (a.f.b.s.) eli açık, cömert.

Semâhat-lü (a.t.b.s.) [eskiden] din âlimleri arasında kazaskerlik payesinde bulunanlara mahsus resmî lâkab.

semâî (a.s.) 1. semâ'a mensup, hiç bir kaideye bağlı kalmadan, işitilerek öğrenilen. 2. müz. Türk (Anadolu) halk şiirinde (yâni klâsik şiirin te'sîri altında olmayan veya pek az olan asıl halk şiirinde) bir "forme" un adıdır. Saz şâiri tarafından bestelenir ve semaî adı altında okunur. Şekil itibarıyla aynen koşma gibidir, ondan farkı hecenin 4 + 4 = 8 vezni ile yazılmasındandır. Mevzuu itibarıyla da koşmadan farklıdır; semaîde âdeta bir takım tekerlemeler vardır; fakat bunlar oldukça bir mânâ arzederler, mânide olduğu gibi mânâsız değildirler.

semâî (müzik "form"u) (a.i.) müz. Türk müziğinin mâruf "composition forme'u". Lâdînî ve güfteli eserlere mahsus bir şeklidir, ("saz semaîsi" "forme" unun dışında kalır). Güfte, 4 mısra ile birtakım "terennüm" denilen lâfızlardan ibaret olur. Her mısraı müteakip gelen terennüm, haneleri karakterize eder ve şarkının "nakarat"ı, peşrevin "mülâzime"si rolünde bulunur. Eğer iki mısra arka arkaya okunup da sonra terennüm gelirse, semaîye "nakış semaî" denilir. Bu şekilde eserin sâdece 2 hâne olacağı tabiîdir. Şu halde, 2 haneli semaiye "nakış semaî" denilir, iki haneli eserde ise mülâzime dört defa değil, fakat sâdece iki defa tekrar edildiği için, uzun, süslü ve hattâ bâzan bir takım mısrâlardan ibaret olabilir; bunun için "nakış" denilmiş olacaktır. Nakış semaî, semaîden (yâni 4 hanelisinden) daha çok kullanılmıştır. Semaînin yegâne denilecek başka hiçbir "forme" da bulunmayan hususiyeti, sâdece semaî usulleri (aksak semaî, yürük semaî ve bunların mertebeleri) ile ölçülebilmesidir.

semâî (usul) (a.i.) müz. Türk müziğindeki iki basit usulden biri ve nîm sofyandan sonra en küçüğü. Bütün diğer usuller, bu ikisinin muhtelif şekillerde terkibinden ibarettir. Semaî usûlü 3 zamanlı ve 3 darblıdır. Darbları şöyledir düm (l zamanlı, kavî), tek (l, nim kavi) ve tek (l, zayıf). Şarkıda ve başka yerlerde kullanılmış bir usuldür (saz semaîlerinde son hâne, muhtelif fantazi eserler, Itrî'nin salât-ı ümmiyyesi v.s.). Bu usul ile ölçülmüş hiç bir yürük veya sengin semaî yoktur; onun için bâzı notalarda -diğer birkaç usul gibi basit oldukları halde- 6/8 veya 6/4 usullerinin ikiye bölünerek yazılması cehalet eseridir; bu şekilde, esas usûlün hususiyet ve mahiyetindeki mânâ bozulmuş olur.

semâiyye (a.s.) ["semâî" nin müen.]. (bkz: semâî).

semân (a.s.) sekiz, (bkz: heşt, semâniye).

Sahn-i semân eski medreselerdeki tahsil sonunda elde edilen ders-i âm'dan evvelki ilmî rütbe.

semân-aşere on sekiz.

sem'an (a.zf.) 1. işiterek. 2. dinleyerek.

sem'an ve tâaten bâşüstüne.

semân (f.i.) 1. (bkz: âsmân). 2. güneş ayının yirmi yedinci günü. 3. bıldırcın.

semâne (f.i.) 1. tavan. 2. bıldırcın.

Semânet (a.i.) semizlik, besililik.

semânîn (a.s.) seksen, (bkz: semânûn).

semâniye (a.s.) sekiz, (bkz: semân).

Semâniyye-i Halvetiyye (a.b.h.i.) tas. Halvetiyye tarîkatı şubelerinden Bekriyye-i Halvetiyye kollarından biri. [kurucusu Şeyh Muhammed bin Abdülkerîm-ül-medenî-üs-Semânî'ye nispetle bu adı almıştır, (d. 1132 (1719)-ö. 1189(1775)].

semânûn (a.s.) seksen, (bkz: heştâd, semânîn).

semâ-pâre (a.f.b.i.) gök parçası.

semâr (a.i.) meyva. (bkz: semere).

semâsire (a.s. simsâr'ın c.) komisyoncular, tellâllar.

semâvât (a.i. semâ'nın c.) l. gökler. 2. tas. insanın olgunlaşıp yükseldiği büyük aşamalar.

semavî, semâviyye (a.s.) 1. semâya mensup, semâ ile ilgili. 2. Allah'dan olan. (bkz: ilâhî), Allah'ın işi.

Kütüb-i semâviyye Tevrat, Zebur, İncil, Kur'an.

semâviyyât (a.i.c.) semavî olan şeyler, gökcisimleri.

semâ'-zen (a.f.b.s.) semâ yapan, törenle dönen [mevlevî].

Ser-semâ'-zen semâzenlerin dönüşlerine nezâret eden zat.

semek (a.i.c. esmâk, simâk) balık. (bkz: mâhî).

semeke (a.i.c. esmâk, simâk). (bkz: semek).

semen (a.s.) semizlik, yağlılık, [aslı "semn" ve "simen" olduğu halde bu şekli yaygındır], (bkz. semn).

semen (f.i.) yasemin.

Berg-i semen yasemin yaprağı.

semen (a.i.c. esmân) baha, kıymet, değer, tutar.

Takdîr-semen değer biçme.

Ta'yin-semen değerini belirtme.

semen-i hâl huk. peşin olan semen, kıymet.

semen-i misl bilirkişi tarafından hakikî kıymetini tâyin etme.

semen-i müsemmâ iki tarafın isteğiyle değerlendirilen kıymet.

semen-i râyic geçer değer, sürümü olan kıymet.

semen-ber (f.b.i.) göğsü yasemin gibi beyaz olan, yasemin göğüslü [sevgili].

semen-bû (f.b.s.) yasemin kokulu.

semend (f.i.) 1. kula at. 2. çevik ve güzel at.

semend-i hâme kalemi, çevik ve güzel bir ata benzetme.

semender (f.i.) 1. zool. kurbağagillerin kuyruklu takımından bir hayvan lât. salamandra maculosa. 2. ateşte yaşar bir masal hayvanı, [kelimenin "sam+ender" in muhaffefi olduğu lügatlerde yazılıdır].

semen-fâm (f.b.i.) yasemin renkli.

semenî (a.i.) tereyağı.

semen-sâ (a.f.b.s.) 1. yasemin döşeyen. 2. yâseminimsi.

semen-zâr (f.b.i.) yâseminlik.

semer (a.i.) gece sohbeti, gece toplantısı.

semer (a.i.c. esmâr, simâr) 1. meyva, yemiş. 2. mahsul, verim. 3. netîce.

Bî-semer meyvasız; neticesiz.

Şecer-i bî-semer, Diraht-ı bî-semer

meyvasız ağaç.

İktitâf-ı semer netîce elde etmek.

semer-i ar'ar bot. ardıç.

semer-i baklî bot. baklamsı meyva.

semer-i basîte bot. basit meyva.

semer-i fakîr bot. kapçık meyva. fr. akene, achaine.

semer-i inebî bot. üzümsü meyva.

semer-i mücevvez bot. buğdaysı meyva.

semer-i mütekessire bot. karışık meyva.

semerât (a.i. semere'nin c.) 1. yemişler, meyvalar. 2. faydalar, verimler. 3. neticeler. 4. devlete ait mülk ve akarlarla topraklarından ve mukataalardan alınan îrat, gelir.

semere (a.i.c. semerât) 1. meyva, yemiş. 2. fayda, verim. 3. netîce. 4. huk. bir şeyden elde edilen gelir.

semere-i fuâd (gönül meyvası) evlât.

semeret-ullah (Allah'ın meyvesi) bot. muz.

semere-dâr (a.f.b.s.) 1. yemiş veren. 2. verimli, kârlı, (bkz: mîve-dâr, müsmir).

semî' (a.s. sem'den) 1. işiten, işitme kuvveti olan. 2. Allah adlarındandır.

semî-üd-duâ (duayı işiten) Allah.

sem'î, sem'iyye (a.s. sem'den) işitme ile ilgili, işitme duyusuna ilişkin.

semîc (a.s.) çirkin.

semîh (a.s.) 1. semâhatli, cömert, eli açık. 2. i. erkek adı.

semîha (a.s.) 1. ["semih" in müen.]. (bkz: semîh). 2. i. kadın adı.

semîle (a.i.) 1. artmış, artık şey. 2. dere içinde kalan su artığı.

semîn (a.s.c. simân) semiz, şişman, besli, yağlı.

semîn, semîne (a.s.) 1. pahalı, kıymetli.

Dürr-i semîn kıymetli inci. 2. i. [ikincisi] kadın adı.

semîr (a.s.) meyva veren, meyvalı. (bkz: zât-ül-esmâr).

semîr (a.i.) arkadaş, (bkz: hem-dem, musâhib, refik). [Arapçada "gece vakti birlikte sohbet eden" manasınadır].

semiyy (a.i. ism'den) adaş, adları bir olan. (bkz. hem-nâm).

semiyye (a.s. ism'den) ["semiyy"in müen.]. (bkz. semiyy).

semiyye (a.i.) sop, klan.

semm (a.i.c. simâm, sümûm) zehir, ağı.

semm-i bâbilî (bâbilzehri) şarap, (bkz: bâde, hamr, hâniye, mey).

semm-i katl öldürücü te'siri olan zehir.

semm-ül-fâr sıçanotu.

semm-üs-semek bot. balıkotu denilen nohut büyüklüğünde zehirli bir nebat, bitki.

semmâk (a.i. semek'den) balıkçı.

semmân (a.i.) hâlis, süzme yağ yapan veya satan [kimse].

semm-dâr (a.f.b.s.) zehirli. (bkz: zehr-nâk).

semmî, semmiyye (a.s.) zehirli, zehirle ilgili.

semmiyyet (a.i. semm'den) zehirlilik.

semmûr (a.i.c. semâmîr) 1. zool. samur. 2. i. samurun derisinden yapılan kürk.

semmûriyye (a.i.) zool. susamurugiller, fr. mustelides.

semm-üs-semekiyye (a.b.i.) semmüssemek (balıkotu) denilen nebatın bağlı olduğu sınıf.

semn (a.s.) 1. tereyağı. 2. semizlik, yağlılık.

sempati [fr. olan bu kelime (sempati-i kebîr büyük sempatik, fr. grand sympathique) şeklinde yanlış bir terkip olarak hekimlik diline girmiştir].

semrâ (a.s. sumret'den) 1. esmer. 2. i. kadın adı. ["esmer" in müennesi].

semt (a.i.c. sumût) 1. taraf, cihet, yön. 2. astr. açıklık.

semt açısı jeod. rasat hattının kuzey-güney istikametiyle yaptığı açı. [doğu ve batı olmak üzere iki türlüdür].

semt-i kadem astr. ayakucu.

semt rasadı top. jeod. her hangi bir yerde üzerinde rasat âleti bulunan belli bir nokta ile koordinatları bilinen ikinci bir noktanın hakîkî kuzey istikametiyle teşkil ettiği açıyı, yânî semt açısını bulmak için kutup yıldızına veya başka yıldızlara, yahut Güneş'e yapılan rasatlara dayanan hesap ameliyesi.

semt-ün-nazîr astr. bir şâkulî hat her iki tarafa doğru sonsuz olarak uzatılırsa, bu mevhum hattın semâ küresini biri ufkun altında, diğeri üstünde iki noktadan keser -râsıdın bulunduğu yere göre- alttaki noktanın adı semt-ün nazîr'dir.

semt-ür-re's astr. başucu, fr. zenith.

semt-ür-re's dâiresi astr. her hangi bir yerin semt-ür-re's noktası ile Arz'ın merkezini içine alan düzlemlerden her hangi birinin semâ küresi ile ara kesiti.

semt-ür-re's-i şâkulî astr. başucu doğrultusu aleti.

semt-ür-re'sî astr. başucul, fr. zenithal.

semûh (a.s. semâhat'den) çok cömert.

Nasûh-i semûh çok öğüt veren.

semûm (a.i.) 1. sam yeli, sıcak rüzgâr. 2. zehirli şey.

senâ' (a.i.c. esniye) övme, övüş. (bkz: medh).

senâ' (a.i.) 1. meyva ve yapraklarının karışmasından meydana gelen baklagillerden iç sürdürücü bir ot.

senâ-i Hindî Hindistan'dan gelen sena.

senâ-i kâzib yabani sinameki.

senâ-i mekkî sinameki, [sürgün vermesi için kullanılır].

senâ-i Mısrî Mısır'dan gelen sena. 2. şimşek parıltısı.

senâbik (a.i. sünbük'ün c.) at, katır gibi tek tırnaklı hayvanların tırnakları, toynaklar.

senâbil (a.i. sünbüle'nin c.) bot. başaklar, (bkz. sünbülât).

senâ-gû (a.f.b.s.) medheden, öven. (bkz. senâ-hân, senâ-kâr, senâ-ver).

senâ-gûyâne (a.f.zf.) övercesine. (bkz: senâ-kârâne).

senâ-gûyî (a.f.b.i.) medhetme, övme, övücülük.

senâ-hân (a.f.b.s.) [birini] öven, medheden. (bkz: senâ-gû, senâ-kâr, senâ-ver).

senâî (a.i.) mecûs. (bkz: vesenî).

senâiyye (a.i.) ed. birini övmek için yazılan manzume, (bkz: medhiyye).

senâ-kâr (a.f.b.s.) öven, medheden. (bkz: senâ-gû, senâ-hân, senâ-ver).

senâ-kârâne (a.f.zf.) övene, medhedene yakışacak yolda, övercesine.

senâ-kârî (a.f.b.i.) senâkârlık, övücülük.

senâm (a.i.c. esnâm) 1. deve hörgücü.

Sûre-ı senâm-ül-Kur'ân Kur'ân'ın ilk sûresi; Fatiha. 2. tepe, doruk. 3. ona, merkez.

senâm-ün-naka devenin hörgücü.

senân (a.s.) ışıklı, parlak, (bkz: rûşen, ziyâ-dâr).

senânîr (a.i. sinnevr'in c.) kediler.

senâ-ver (a.f.b.s.) medheden, öven. (bkz: senâ-gû, senâ-hân, senâ-kâr).

senâ-verâne (a.f.zf.) birini övene ait, onunla ilgili.

senâ-verî (a.f.b.s.) birini medhedene, övene ait, onunla ilgili.

Senâyâ (a.i. seniyye'nin c.) ön dişler, önlerdeki dört diş [ler].

senbûse (f.i.) baklava yufkası inceliğinde açılan hamurla yapılan bir tatlı.

-senc (f.s.) "tartan, ölçen, değerlendiren" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Nükte-senc nükteyi yerinde kullanan; nükteden anlayan.

Suhan-senc söylediği sözün mânâsını hakkıyla bilen, sözün mâhiyetini takdir edebilen.

sencîde (f.s.) 1. tartılı, ölçülü, yerinde [söz].

Suhan-i sencîde ölçülü, tartılı söz. 2. i. g. s. tezhipte (süslemede) bir kıvrıma bağlı yaprak motifinin kıvrımın mukabil tarafına konulanının adı.

sendân (a.i.) örs denilen demirci âleti.

sendânî (a.s.) örse benzeyen, örsü andıran.

Azm-i sendânî anat. kulağın içinde bulunan ve örse benzeyen bir kemik.

sendel (f.i.) 1. sandal. 2. bot. sandal ağacı.

senderûs (f.a.) sandalos, kehlibar nevinden, kupal ağacından çıkan bir zamk.

sene (a.i.c. senevât, sinîn) yıl. (bkz: âm, sal).

Re's-i sene yılbaşı.

sene-i avâm kesirsiz yıl. [365 veya 366 gün].

sene-i devriyye yıl dönümü.

sene-i efrenciyye (efrencî takvimine göre sene), (bkz: re's-i sene-i efrenciyye).

sene-i hicriyye Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicreti, başlangıç sayılan sene. [Muharrem ayı, buna başlangıç sayılmıştır].

sene-i hicriyye-i şemsiyye güneş yılı hesabına dayanan takvim. [23 eylül 622 tarihinden başlar].

sene-i inhirâfiyye astr. anomal yıl, fr. annee anomalistique.

sene-i kameriyye (kamer yılı) on iki kamer ayından ibaret zaman olup Muharremin birinde başlar, Zilhicce ile biter ve 354 veya 355 gün sürer.

sene-i kebîse astr. artık yıl. [dört yılda bir gelen 366 günlük yıl].

sene-i mâliyye (mâlî yıl) l Marttan îtibâren başlaması mâliyece kabul edilen yıl.

sene-i medârî astr. dönence yılı.

sene-i mîlâdiyye Hz. isa'nın doğum târihi, başlangıç olarak kabul edilen yıl. (bkz: re's-i sene-i mîlâdiyye).

sene-i necmiyye astr. yıldız yılı.

sene-i rûmiyye (rûmî takvimine göre sene) (bkz: re's-i sene-i rûmiyye).

sene-i şemsiyye 22 Marttan, müteakip 21 Marta kadar süren yıl. (İranlılar'ın millî takvimi).

senevi vasatî coğr. yıllık ortalama.

sene-be-sene (a.zf.) seneden seneye, yıldan yıla, yıllar geçtikçe.

sened (a.i.c. senedât) 1. dayanılacak şey. 2. belgit. 3. tapu. 4. kuvvetli delil olabilecek söz.

sened-i âdî âdî senet, tasdik edilmemiş senet.

sened-i bahrî den. bir geminin kime ait olduğunu gösteren senet.

sened-i hâkanî tapu senedi.

sened-i ittifâk II. Mahmud devrinde ayan ile yapılan sözleşme (29 Eylül 1808).

sened-i müsbit ispat edici senet.

sened-i resmî resmî senet, resmen tasdîk edilmiş senet.

senedât (a.i. sened'in c.), (bkz. sened).

senedât-ı ayniyye eko. huk. ve ortaklık payını aynî şekilde şirkete yatıran ortaklara verilen aynî sermayeyi temsil eden hisse senetleri, [şirketin tescilinden itibaren 2 yıl geçmedikçe başkalarına devredilemezler].

senedât-ı bahrî gemi senedi, gemi tasdiknamesi.

seneteyn (a.i.c.) iki sene, iki yıl.

senevât (a.i. sene'nin c.) seneler, yıllar, (bkz: sinîn).

senevî, seneviyye (a.s.) seneye mensup, sene ile ilgili, bir yıllık.

Vâridât-ı seneviyye yıllık gelir.

senevî (a.i. sünâî'den) biri hayr, öteki şer için olan iki yaratıcının bulunduğuna inanan

mecûsî taifesinden olan kimse.

seneviyye (a.i.) mecûsî taifesi.

seng (f.i.) 1. taş. (bkz: hacer).

seng-i as-yâb değirmen taşı.

seng-i felâhan saban taşı.

seng-i fesân bileği taşı.

seng-i hârâ mermer taşı, pek sert taş.

seng-i ibret tar. Topkapı Sarayı'nda orta kapının önünde bulunan dikili taş. [îdâm edilenlerin başları bunun üzerine konulup halk ibret alsın diye teşhîr edildiği için bu adı almıştır. Tanzimat'tan sonra kaldırılmıştır].

seng-i imtihân 1) mihenk taşı; 2) deneme, sınav

seng-i mihek mehenk taşı.

Seng-i Mûsâ ustura taşı; bileği taşı.

Seng-i musallâ musalla taşı.

Seng-i sebük (hafif taş) küfeği taşı. 2. tartı, ölçü; ağırlık.

seng-i siyâh 1) mihenk taşı; 2) Kabe'nin duvarında bulunan siyah taş; Haceriesved. ^

seng-i yede yağmur yağdıran tılsımlı taş, yağmur taşı.

seng ü sebû (taş ve testi) mec. kıran ve kırılan.

seng-a-seng (f.b.i.) türlü türlü taşlık.

seng-dil (f.b.s.) taş yürekli.

seng-dil-âne (f.zf.) katı yüreklilere yakışacak yolda, katı yüreklilikle.

seng-endâz (f.b.s.) taş atan, dokunaklı söz söyleyen, dokunduran.

senger (f.i.) 1. büyük oklu kirpi. 2. istihkâm.

sengîn (f.s.) 1. taştan, taştan yapılmış.

Dil-i sengîn taştan yürek, katı kalb. 2. yavaş, ağır.

sengin devr-i hindi (f.a.b. i.) müz. başka usullerin muayyen mertebelerine "ağır" denilirken, "sengin" ismi bâzı teknik mecburiyetler dolayısıyla da yalnız "yürük semaî" usûlünün ağır mertebesine mahsus iken İ. Hakkı Beyin bastırmış olduğu binlerce notada 7/4 ağır devr-i hindî usûlünün bu isim altında olduğu görülür (salâhiyet sahibi olmayan ve mevzuda bilgileri tam bulunmayanlar, işte böyle bir ismin Türkî'si yerine Farisî'sini ikame etmekle bile yanılmış olurlar).

sengin semâî (f.a.b. i.) müz. ağır semaîlerden 6/4 usûlü ile ölçülmüş olanlara -aksak semaîlerden tefrik maksadıyla-verilen isim; 6/2 usûlü ile ölçülmüşse, "ağır sengin semaî" denilir.

sengîn semaî (usûlü) (f.a.b.i.) müz. yürük semaî usulünün bir ağır mertebesine (6/4) verilen isimdir; bir mertebe daha ağınna "ağır sengin semaî" (6/2) denilir. Bu usuller, aynı zamanda kendileri ile ölçülmüş bulunan semaî "forme"undaki eserleri de işaret ederler; onun için sengin semaî yerine "ağır semaî" veya "semaî" denilemez ve bu husustaki kaide bozulmuş olur. (çünkü "ağır semaî", semaî forme'unun muayyen bir çeşidinin umûmî ismi olduğu gibi "semai" de bambaşka bir usûlün ismidir).

seng-istân (f.b.i.) taşlık, taşı çok olan yer. (bkz: seng-lâh1, seng-zâr).

seng-lâh (f.b.i.) 1. taşlık, taşı çok olan yer. (bkz: seng-istân, seng-zâr). 2.[büyük S ile] Afşarlı Nâdir Şâh'ın kâtibi olan Mirza Mehmed Mehdî Hân'ın -başlıca Ali Şîr Nevâî'nin eserlerine dayanarak- Çağatay Türkçesi'nin lügat ve gramerini veren eseri.

seng-pâre (f.b.i.) taş parçası.

seng-puşt (f.b.i.) kaplumbağa.

seng-rîz (f.b.i.) taşlama, taş atma; taşlanan kimse.

seng-rîze (f.b.i.) çakıl taş, küçük taş.

seng-rû (taş yüzlü) saygısız, utanmaz, arsız, yüzsüz.

seng-sâr (f.b.i.) taşı bol yer.

seng-traş (f.b.i.) taş yontucu (sanatkâr).

seng-traşî (f.b.i.) taş yontmacılık.

seng-zâr (f.b.i.) taşlık, taşlı yer. (bkz: seng-istân, seng-lâh).

seniyy, seniyye (a.s.) yüksek, yüce.

İrâde-i seniyye yüce buyruk.

seniyy-ül-cevânib her yanı yüceliklerle dolu olan.

seniyye (a.i.c. senâyâ) öndeki dört diş.

sentûr (f.i.) santur, kanun biçiminde tokmaklarla çalınan telli bir çalgı.

sentûrî (f.i.) santurî, santur çalan kimse.

se-pâ (f.i.) üç ayaklı, (bkz: seh-pâ).

seped (f.i.) sepet.

sepîd (f.s.) beyaz, ak. (bkz: beyzâ, ebyaz, sefîd).

sepîde (f.i.) tan vakti.

sepîde-dem (f.b.i.) sabah aydınlığı.

sepîdî (f.i.) beyazlık, aklık.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   143   144   145   146   147   148   149   150   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin