kademi (a.s.) ayağa mensup, ayakla ilgili.
kademiyye (a.i.) 1. ayakteri, ayak basdı parası. 2. huk. hükümete ait bir emri, yahut davetiyeyi tebliğ etmek üzere gönderilen me'mûra masraf karşılığı olarak verilen ücret.
kadem-keş (a.f.b.s.) ayağını çeken, gitmeyen, yanaşmayan.
kadem-nih (a.f.b.s.) ayak basıcı.
kadem-nihâde (a.f.b.s.) ayak basmış, gelmiş olan.
kadem-rân (a.f.b.s.) adım atan, ilerleyen.
kadem-rence (a.f.b.i.) tenezzül, lütfen kabul.
kadem-rencîde (a.f.b.s.) tenezzül edip, burnunu kırıp gelme.
kader (a.i.c. akdâr) 1. inanılması İslâmî îman esaslarından olmak üzere insanların başına gelecek her türlü işlere dâir Allah'ın ezelî hüküm ve takdiri, (bkz. kaza).
kader-i ilâhî Allah'ın takdiri, alın yazısı. 2. takat, güç, kuvvet. 3. talih, baht.
kaderi (a.s.) 1. kader ile ilgili. 2. i. "kul, yaptığı işlerin yaratıcısıdır" inancında olan mezheb zümresi; kaderiyye [zıddı "cebri"].
kaderiyye (a.i.) "insan, yaptıklarının yaratıcısıdır" itikadında bulunan, kaderi inkâr eden mezheb zümresi, ["cebriyye" nin zıddı].
kadh (a.i.) zemmetme, çekiştirme, (bkz: ta'n).
Zemm ü kadh kötüleme, çekiştirme [birini-].
kadım, kadıma (“ka” uzun okunur, a.s.) Kemirici hayvan. (bkz. kazıma).
kadî ("ka" uzun okunur, a.s. kazâ'dan. c. kuzât) 1. yapan, yerine getiren.
kadî-i sipihr (gökün kadısı) Müşteri yıldızı.
kadi-1-hâcât herkesin dileklerini, isteklerini yerine getiren Allah. 2. i. şeriat hâkimi, (bkz. kazî).
kadi’l-kuzat (kadıların kadısı) en büyük kadı, şeyhislâm veya kazasker rütbesinde bulunan kimse.
kadî-asker ("ka" uzun okunur, (a. b.i.). (bkz. kazî-asker).
kadîb (a.i.c. kıdban) 1. ince, düz fidan, dal, çubuk. 2. erkeklik âleti, (bkz. zeker).
kadid (a.i.) 1. kurutulmuş et. 2. hek. etleri dökülmüş, yalnız kemik kalmış olan göğde, iskelet. 3. pek zayıf, bir deri bir kemik kalmış kimse.
kadih ("ka" uzun okunur, a.s. kadh'den) zemmedici, kötüleyici. [müen."kadiha"].
kadiha ("ka" uzun okunur, a.i.c. kavâdih) adam çekiştirici, dedikoducu.
kadi-1-kuzât (“ka” uzun okunur. a.b.i.) kadıların başı.
kadîm (a.s. kıdem'den. c. kudemâ) 1. eski. 2. öncesini bilir kimse bulunmayan, öncesi bilinmeyen şey. 3. huk. başlangıcı olmayan, ötedenberi mevcut bulunan. 4. i. eski zaman.
Abd-i kadîm eski dost.
Aşnâ-yi kadîm eski dost.
Binâ-yi kadîm eski bina.
Ezmine-i kadîme tar. eski çağlar.
Kelâm-ı kadîm Kur'an.
Mine’l-kadîm eskidenberi, ötedenberi.
Târîh-i kadîm eski çağlar târihi.
kadîmü’l-eyyâm eski günler.
kadim ("ka" uzun okunur, a.s. kadem'den) ayak basan, varan, ulaşan. kadime S ("ka" uzun okunur, a.i.c. ) 1. ordunun ileri karakolu. 2. kuş kanadının ön tarafındaki uzun tüyleri, yelekleri.
kadime-cünbân-ı azimet (gidiş için kanadını oynatma) yola çıkma.
kadîme (a.s.) ["kadîm" in müen.] (bkz. kadîm).
kadîmen (a.zf.) 1. eskiden beri, ötedenberi. 2. eski zamanda.
kadîmi (a.s.) eskidenberi, ötedenberi var olan, daimî.
kadimiyye ("ka" uzun okunur, a.i.) bot. porsukağacıgiller familyası.
kadir (a.s. kudret'den) tükenmez kudret sahibi olan Allah. [Allah adlanndandır]. (bkz. kadir2).
kadir ("ka" uzun okunur) 1. kudret sahibi; kudretli, kuvvetli, güçlü. 2. h. i. Allah. 3. i. Abdülkadir'den bozma erkek adı.
kadir-endâz ("ka" uzun okunur. a.f.b.s.) iyi ok atan ve attağı oku hedefe isabet ettiren.
kadiri ("ka" uzun okunur, a.s.) Ab-dülkadir-i Geylânî tarîkatinden olan kimse. Tarîk-ı kadiri (kadiri tarikatı) Abdülkadir-i Geylânî'nin tarikatı, (bkz: kadiriyye).
kadiri-hâne ("ka" uzun okunur. a.f.b.i.) istanbul'da, Tophanede kadiri tarî-katinin ikinci pîri sayılan Ismâil-i Rûmî Hazretlerinin hankahı (tekkesi).
kadiriyye ("ka" uzun okunur, a.b.i.) tas. sofiyenin büyüklerinden Abdülkadir-i Geylânî tarafından kurulmuş olan tarikat.
kad-keşîde (a.f.b.s.) boy vermiş, uzamış, serpilmiş.
kadr-i evvel astr. parlaklık derecesi l olan (yıldız).
kadr-i sânî astr. parlaklık derecesi 2 olan (yıldız).
kadr-âşnâ (a.f.b.s.) kadirbilir, değerbilir.
kadr-bahş (a.f.b.s.) kadir, kıymet, değer veren.
kadr-dân (a.f.b.s.) kadir bilen, ka-dirbilici, değerbilir, (bkz: kadr-şinâs).
kadr-dân (a.f.b.i.) kadirbilirlik, değerbilirlik.
kadr-nâ-şinâs (a.f.b.s.) kadirbilmez, değerbilmez.
kadr-nâ-şinâsî (a.f.b.i.) kadirbilmezlik, değerbilmezlik.
kadr-şinâs (a.f.b.s.) kadirbilen, değerbilir, (bkz: kadr-dân).
kadr-şinâsî (a.f.b.s.) kadirşinaslık, kadirbilirlik.
kâf (f.s.) yaran, yancı.
kâf (a. f. h a.) kef harfinin bir başka okunuşu. (bkz: kef).
kâf-ı arabî Arap kefi. "kerim, kerâhat..." vb.
kaf (a.ha.) 1. Osmanlı alfabesinin yinni dördüncü harfi olup; "ebced" hesabında yüz sayısının karşılığıdır, k sesini verir. 2. [eskiden] askerlikte çekilen kur'alardan, "kur'a" sözüne işaret olarak, üzerinde (kaf) harfi bulunan kâğıt olup, bunu çeken, asker olurdu.
Kaf (a.h.i.) masallarda, zümrüd-i anka kuşunun yaşadığı rivayet olunan dağ; Şark kavimleri kozmolojisinde Arzın etrafını çepeçevre kuşatan dağın adı.
kafâ (a.i.c. akfâ, akfiye) 1. kafa, baş.
Azm-i kafâ anat. kafa kemiği. 2. ense. 3. akıl, zekâ, anlayış.
kafâ-dar (a.f.b.s.) kafaca birbirine denk olan arkadaş.
kafas (a.i.) kafes.
kafâvî (a.s.) kafa ile ilgili olan.
kafes (f.i.) 1. kafes. 2. hapishane.
kafes (a.zf.) 1) kafes biçiminde olan, çubuk çubuk. 2) delik delik, delik deşik.
kafes-i teng dar kafes.
kafes-i teng-i sîne göğsün dar kafesi.
kafesî (a.s.) kafes gibi; kafes biçiminde görünen.
kafesi destâr fes, külah, takke gibi şeylerin üzerine sarılan sarık.
kafes-nişin (f.b.s.) kafes ardında oturan, işsiz güçsüz.
kaffâl (a.i.) çilingir.
kâffe (a.i.) hep, bütün, cümle.
kâffe-i ahvâlde ahvâlin cümlesinde.
kâffe-i âlem bütün âlem, bütün dünya.
kâffe-i ef'âl bütün işler.
kâffe-i efrâd bütün fertler.
kâffe-i mahlukat bütün yaratıklar.
kâffe-i nâss bütün insanlar, herkes.
kâfi ve vâfî bol bol (yetişir).
kâffeten (a.zf.) bütün, hep, hepsi, cümlesi, (bkz: cemîan, cümleten).
kâfîli (a.s. kifâyet'den) elveren, yetişen; yeter, yetecek.
kâfi (a.s. kefâlet'den) 1. kefalet eden, üstüne alan [bir işi]. 2. ödeyen, kefil.
kafile ("ka" uzun okunur, a.i.c. kavâfıl) l. birlikte yolculuk eden topluluk; zümre, fırka. 2. takım takım, sıra sıra gönderilen şeylerin her parçası.
kafile-gâh ("ka" uzun okunur, a. f.b.i.) kafilenin konakladığı yer.
kafile-sâlâr (a.f.b.i.) kafile başı, kafile reisi.
kafile-sâlâr-ı enbiyâ (peygamberlerin reisi) Hz. Muhammed.
kâfir (a.i. ve s. küfr ve küfrân'dan. c. kâfirûn, kefere, küffâr) 1. hakkı tanımayan, bilmeyen. 2. Allah'ın varlığına ve birliğine inanmayan. 3. küfreden, küfredici. 4. iyilik bilmeyen, nankör.
kâfirâne (a.f.zf.) kâfire yakışacak surette, kâfircesine, kâfirce.
i'tikad-ı kâfirâne kâfirce inanış.
Kâfiristân (a.f.b.i.) 1. islâm dîninde olmayanların ülkesi. 2. Hindistan'ın kuzey batısında Kabil civânnda bulunan dağlık bir bölge. 3. Afrika'nın güney kısmının doğu kıyıları.
kâfir (a.f.b.s.) dinsiz, imansız merhametsiz kimse.
kâfirûn (a.i. kâfirin c.) kâfirler, hakkı tanımayanlar, (bkz. kefere, küffâr).
kafiye ("ka" uzun okunur, a.i.c. kavafı) ed. nazımda şiirlerin sonlarında tekerrür eden ve ayni sesi veren harflerin hareke ve sükûn hallerindeki birleşmeleri.
Hurûf-i kafiye (kafiye harfleri) revî, te'sîs, dahîl, redîf, kayd, vasi, huruç, mezîd, teessüre.
kafiye-i mukayyede ("ka" uzun okunur) ed. revî harfinin evvelinde redîf olan sesli harflerden başka bir harfin tekrarlanmasıyla meydana gelen kafiye [derdest, serbest ... gibi].
kafiye-i müessese ("ka" uzun okunur) ed. revî ile redîf bulunmak ve ikisinin arasına bir değişik harf girmek suretiyle meydana gelen kafiye (o harfe "dahl" denir), [âhir, ekâbir (dahîl h.b.)].
kafiye-i mürekkebe ("ka" uzun okunur) ed. revî harfinden başka ve ondan evvel aynı cinsten başka harflerin gelmesiyle meydana gelen kafiyedir ki, "müreddefe, müessese, m ukayyede" kısımlarına ayrılır.
kâfiye (a.i.) İbn-i Hâcib'in Arap gramerine ait meşhur eseri, (bkz: câmî).
kafiye-dâr (a.f.b.i.) ed. (bkz: mukaffa).
kafiye-perdâz ("ka" uzun okunur. a.f.b.s.) kafiye uyduran, nâzım, şâir. (bkz. kafiye-senc).
kafiye-senc ("ka" uzun okunur. a.f.b.i.c. kafiye-sencân) kafiye uyduran, kafiye düzen, şâir, nâzım, (bkz: kafiye perdâz).
kafiye-sencân ("ka" uzun okunur. a.f.b.i. kafiye-senc'in c.) kafiye uyduranlar, şâirler, nâzımlar.
kafiye-sencî (a.f.b.i.) şairlik, şiir yazma mesleği.
kafr (a.i.c. kufâr) susuz, otsuz, ıssız çöl. (bkz. bâdiye, feyfâ).
kâfur (a.i.) Uzak Doğu'da yetişir bir çeşit taflandan elde edilen ve hekimlikte kullanılan, beyaz ve yarı saydam, kolaylıkla parçalanan, itin kuvvetli bir madde.
kâfur-ı aslî kâfur ağacının gövdesinden çıkan doğal kâfûr.
kâfûr-ı benefşe susam yaprağından çıkarılan keskin kokulu bir madde.
kâfûr-ı cevdâne en güzel, doğal kâfûr.
kâfur-ı cevz-i bevvâ Hindistan cevizi yağından damıtılarak elde edilen kokulu bir madde.
kâfur-ı nûnî kâfur ağacının odunu ve yaprağı kaynatılarak elde edilen bir madde.
kâfûrî (a.s.) 1. kâfurdan yapılma, kâfurla ilgili. 2. i. kâfur ruhu.
Şem‘-i kâfûrî süzülmüş berrak mum.
kâğad (f.i.) . (bkz. kâğaz).
kâğad-hâne (f.b.i.) kâğıthane, kâğıt fabrikası.
kâgaz (f.i.) kâğıt.
kâgaz-i bâd uçurtma.
kâh (f.i.) saman, saman çöpü.
kâh (f.i.) 1. köşk, kasr. (bkz: kûşk, ütüm). 2. yüksek bina. 3. bir göz oda, tek oda.
kâh-i dâd-gûcterî adliye sarayı.
kâh-ı müşteri yay burcu.
kâh-i mâh akrep burcu.
kâhbân (f.b.i.) saman, harman bekçisi.
kahbe (a.i.) namussuz kadın, (bkz: fahişe, zâniye). meç. hilekâr, kalleş, kancık, dönek [adam].
kâh-dân (f.b.i.) samanlık, saman odası.
kâh-gil (f.b.i.) samanlı sıva çamuru.
kahhâr î (a.s. kahr'dan) ziyadesiyle kahreden, kahredici; yok edici, batıncı. [Allah'ın sıfatlanndandır].
kahhâr-ı müntekim Allah.
kahhâr-âne (a.zf.) kahharcasına.
kâhî (f.i.) kuru poğaça nevinden üç köşeli çarşı böreği; bir çeşit simit.
kâhil (a.s. kühûlet'den. c. kevâhil) 1. kühûlet sahibi, olgun, orta yaşlı [kimse], 30 50 yaş arasında bulunan [kimse], erişkin. 2. hareketi ağır, gayretsiz, tenbel; durgun, râkid.
Bahr-i kâhil durgun deniz.
kâhil-i pây-i vürûd ayağına üşenen, tenbel.
kâhil-âne (a.f.zf.) tenbele yakışır surette, tenbelce, tenbelcesine.
kâhil-kalem (a.b.s.) tenbel, uyuşuk.
kâhil-ten (a.f.b.s.) uyuşuk, tenbel.
kâhin (a.i. kehânet'den. c. kehene, kühhân) l . gaipten haber vermek iddiasında bulunan kimse, falcı. 2. eski Mısırlılarla Hindlilerin ruhanî reisleri.
kâhin-âne (a.f.zf.) kâhin'e yakışır surette.
kâhine (a.i.) kâhin kadın.
kâhini (a.s.) kâhine, kâhinliğe ait, kâhinle, kâhinlikle ilgili. kahir 13 ("ka" uzun okunur, a.s. kahr'dan) 1. kahreden; zorlayan. 2. üstün gelen, ezen, ezici. 3. yok eden, ortadan kaldıran.
kahirü’l-eşrâr şerirleri, haydutları kahreden, yok eden, ortadan kaldıran.
kahirü’s-sümûm panzehir.
kahît (a.i.) şiddetli kıtlık olan sene.
Sâl-i kâhît kıtlık yılı.
kahkaha’ (a.i.) zool. öldürücü bir yılan.
kahkaha (a.i.) l. yüksek sesle çok gülme. 2. bot. zâtülfilkateyn (ikiçenekliler)den mor ve kırmızı çiçek açan, sarmaşık gibi duvarlara veya ağaçlara tırmanan bir bitki; çit sarmaşığı, gündüz sefası, lât. convol vulus.
kahkaha-zen (a.f.b.s.) kahkaha atan, kahkaha ile gülen.
kahkarâ (a.i.) 1. arkaya dönmeden savaşarak geri çekilme. 2 . birden geri dönerek kaçma, çekilme.
kahkarî (a.i.) 1. izine geri dönme, birdenbire arkaya dönme. 2 . s. geri çekilmeye ait, geri çekilmekle ilgili.
Ric'at-i kahkarî ask. acele olarak geri geri çekilme.
kâh-keşân, keh-keşân (f.b.i.) astr. saman yolu, saman uğrusu, hacılaryolu.
kahr (a.i.) 1. zorlama, zorla bir iş gördürme. (bkz: icbar, cebr). 2. üstün gelerek mahvetme, helak etme, batırma, ezme. 3. çok kederlenme, çok üzüntü duyma.
kahr-ı dehr zamanın, dünyânın kahrı.
kahr-ı hiddet hiddetin kahrı, kızgınlığın yıkıcı galebesi.
kahraman (f.s.c. kahramânân) 1. yiğit, cesur, (bkz. bahâdır). 2. i. Fars mitolojisinde Rüstem'in yendiği kimse. 3. hüküm sahibi, iş buyuran. 4. i. erkek adı.
kahramân-ı gazab-nâk kızgın, hiddetli kahraman.
kahramânân (f.s. kahramân'ın c.) yiğitler, cesurlar.
kahramân-âne (f.zf.) kahramanca, kahramanlıkla yiğitçe, yiğitlikle, (bkz: bahâdır-âne, cesûr-âne).
kahraman (f.i.) kahramanlık, yiğitlik, cesurluk.
kahramân-nâme (a.f.b.i.) mensur îran kahramanlık destanı olup, Dârâb-nâ-me, Fağfur-nâme, Hûşeng-nâme, Kırân-ı Habeşî, Tahmuraş-nâme gibi mevzuu bakımından Firdevsî'nin Şeh-nâme'si etrafında toplanan mensur destanlar grupuna girer; ilk destan gibi bu da Ebû Tâhir Tartusî'ye isnâd edilmektedir.
kahren (a.zf.) kahr ile, kahir suretiyle, zorla; ezerek, (bkz: anveten, cebren).
kahriyyât (a.i. kahr'ın c.) zorlamalar, zorla iş gördürmeler.
kâh-rübâ, keh-rübâ (f.b.i.) "saman kapan, saman kapıcı" kehlibar.
kaht-ı sal kuraklık, kıtlık yılı.
kaht ü gala kıtlık ve pahalılık.
kaht-zede (a.f.b.s.) kıtlığa uğramış, aç kalmış.
kahve (a.i.) 1. şarap, (bkz: bade, hamr). 2. kahve.
kahve-dân (a.f.b.i.) içine doğulmuş kahve konulan kap.
kahve-hâne (a.f.b.i.) para ile oturup kahve içilen yer.
kâib (a.s.c. kevâib) tomurcuk memeli [kız], (bkz: nâhîd).
ka’id ("ka" uzun okunur, a.s.) 1. yedeğine alan, yedekte çeken. 2. (i.c. kaidân) ser-asker, kumandan, komutan.
ka‘id ("ka" uzun okunur, a.s. kuûd'dan) oturucu, oturan, oturmuş.
kaidân ("ka" uzun okunur, a.i. kaid'in c.) kumandanlar, komutanlar.
kaide ("ka" uzun okunur, a.i.c. kavâ-id) 1. esas, temel. 2. usul, nizam, yol, kural. 3. g e o. taban. 4. ayaklık. 5. bot. yaprakların köke bitiştiği yer.
kaide-i rabt ("ka" uzun okunur) bağlama kaidesi [cümleleri].
kaide-i selâse mat., astr. üçlü kuralı.
kaiden ("ka" uzun okunur, a.zf.) oturarak, oturduğu halde.
kaide-şiken ("ka" uzun okunur. a.f.zf.) kaideye, usûle riâyet etmeyerek, kaideyi bozarak.
kaide-şikenâne ("ka" uzun okunur, a.f.zf.) kaideye, usûle riâyet etmeyerek, kaideyi bozarak.
kaideten ("ka" uzun okunur, a.zf.) kaideye kurala uygun olarak, (bkz: usulen).
kaidevî ("ka" uzun okunur. a.s.) l . kaide (= kural) ile ilgili. 2 . geo. tabana ait.
kaidü’l-cebel ("ka" uzun okunur. a.b.i.) dağın çıkıntısı, burnu.
kaidü’l-ceyş ("ka" uzun okunur. a.b.s.) "orduyu, askeri sevk ve idare eden" kumandan, komutan.
ka’il ("ka" uzun okunur, a.s. kavl'den) 1. söyleyen, diyen, (bkz: gûyende). 2. razı olmuş, boyun eğmiş. 3. s. inanmış, aklı yatmış.
ka’im şibih-münharif geo. dikyamuk, fr. trapeze isocele.
ka’ime-i mu'tebere-i Osmâniyye ("ka" uzun okunur) tar. Sultan Abdülmecid zamanında çıkarılmış olan ilk osmanlı kâğıt parası.
ka’imen ("ka" uzun okunur, a.zf.) 1. ayakta olarak, dik olarak. 2. yıkılmamış, kesilmemiş olduğu halde, (bkz: amûden).
ka’im-makam ("ka" lar uzun okunur. a.b.i.) 1. birinin yerine geçen, yerini tutan, kaymamak. 2. kaza kaymakamı. 3. aşk. yarbay.
kaim-makam-ı mütevell ("ka" lar uzun okunur) h u k. [eskiden] mütevelli makamına kaim olmak ve ona ait vazifeleri îfâ etmek üzere yargıç tarafından nasbolunan zat. kaim-makam-ı Âsitâne-i saadet ("ka" lar uzun okunur) tar. sefere me'mur olan veya başka bir sebeple pâytahtta bulunmayan sadrâzamların yerlerine bıraktıkları vekiller. kaim-makam-ı rikâb-ı Hümâyûn ("ka" lar uzun okunur) sefere me'mur olan veya başka sebeple pâytahtta bulunmayan sadrâzamların yerlerine bıraktıkları vekil.
kâin (a.i. kevn'den) mevcut olan, bulunan, var olan.
kâinat (a.i.) 1. var olan şeylerin cümlesi, hepsi, yaratıklar, (bkz: mevcudat). 2. dünyâ, (bkz: âlem, cihan).
Fahr-i kâinat Hz. Muhammed.
Seyyid-i kâinat Hz. Muhammed
Zübde-i kâinat Hz. Muhammed
kâinât-ı nâime uyuyan kâinat.
kâinât-efrûz (a.f.b.s.) cihanı süsleyen.
kaîr (a.s.) daha (en, pek, çok) derin.
Deryâ-yi kaîr pek derin deniz.
Bi'r-i kaîr pek derin kuyu. (bkz. kaûr1).
kâj (f.s.) eğri; şaşı. (bkz: geç, gej, kec, kej).
kak (a.i.) kül çöreği.
ka'kaa (a.i.) kılıç gibi, süngü gibi silâhların birbirine çarpmasından çıkan ses. (bkz. çekâçâk).
kâkenc (f.i.) bot. kanbel otu.
kaknus, kaknûs (f.i.) adı, şark masallarında geçen gayet iri bir kuş olup, çok delikli olan gagasından, rüzgâr estikçe türlü sesler çıkanrmış.
kakule ("ka" uzun okunur, a.i.) zencefilgillerden, sıcak memleketlerde yetişen ıtırlı bir nebat (bitki) ve bunun bahar gibi kullanılan tohumu, [fasihi kakülle].
kakum ("ka" uzun okunur, a.i.) kuzey bölgelerde yaşayan, sansara benzer, siyah kuyruklu, derisi çok makbul bir hayvan; bu hayvanın postundan yapılan kürk.
kakum-endâm ("ka" uzun okunur, a.f.b.s.) 1. yakışıklı, güzel, alımlı (kadın), sülün gibi, dalyan gibi (kadın). 2. kâğıdı kirletmemek için, hattatların ellerinin altına koydukları ince tüylü, çuha kaplı deri parçası.
kakuze ("ku" uzun okunur, a.i.c. kavâ-kiz) boş maşrapa.
kâkül (f.i.) alnın üzerine sarkıtılan kısa kesilmiş saç, kâhkül, perçem, (bkz. zülf).
kâkül-i hoş-bû güzel kokulu kâkül.
kâkül-i müşgîn misk kokulu kâkül.
kal ("ka" uzun okunur, a.i.) söz, lâf. (bkz. kavi, suhan).
Kil ü kal dedikodu. (bkz. güft ü gû).
kal' (a.i.) koparma, kopanlma, sökme, sökülme; yerinden çıkarma, çıkarılma; temelinden çekip atma.
kal‘-i eşcâr ağaçların sökülmesi.
kal'a (a.i.c. kıla') 1. kale, hisar. 2. ask. askerin tâlim veya savaşta, arkalan birbirine gelmek üzere dört saftan ibaret bir kare meydana getirerek aldığı vaziyet. 3. meç. bir şeyin esasının, temelinin, güvenliğinin sürdürüldüğü nesne. O eser ilmin kal'asıdır.
kal'a-i sultâniyye Fâtih Sultan Mehmed'in Çanakkale Boğazı'nın Anadolu yakasında yaptırdığı kal'anın adı.
kal'a-bend (a.f.b.s.) kaleye bağlanmış, bir kale içinde yaşamaya hüküm giymiş olan.
kal'a-dâr (a.f.b.s.) kale muhafızı, dizdar.
kalafat (f.i.) kalafat, kalafatlama. (bkz: kılâfet).
kal'a-gir (a.f.b.s.) kale tutan.
kal'a-güşâ (a.f.b.s.) kale açan, kale zapteden.
kalâid (a.i. kılâde'nin c.) gerdanlıklar, akarsular.
kalâil (a.i. kalîl'in c.) az şeyler.
kalak (a.i.) iç sıkıntısı, gönül darlığı.
kal'a kân (a.f.b.s.) kale yıkan.
kalâlîb (a.i. kullâb'ın c.) ucu eğri demirler, çengeller, kancalar, (bkz. kelâlîb).
kalânis (a.i. kalensöve'nin c.) tepesi sivri külahlar, takkeler.
kal'a-nişîn (a.f.b.s.) kalede oturan.
kâlâr (f.i.) büyük sel yanmışı.
kalb-i âhenîn demirden yürek, demir gibi sağlam kalb.
kalb-i hâbîde uyumuş kalb.
kalb-i hâbide-i cihan cihanın uyumuş kalbi.
kalb-i harâb harap gönül.
kalb-i mecruh yaralı gönül.
kalb-i meftûr bezgin gönül.
kalb-i metruk terkedilmiş, bırakılmış gönül.
kalb-i muavvec ed. çapraşık evirmece, (bkz: mahbûb-ı muavvec).
kalb-i muntazam ed. harfleri ters okunduğu zaman da bir mânâ çıkan kelime "reşat, taşer.." gibi.
kalb-i muztarib ıztıraplı kalb.
kalb-i nâ-şâd kederli, hüzünlü gönül.
kalb-i selîm temiz gönül.
kalb-i ba'z ed. metatezli kelimeler, "ihmâl imhâl.." gibi.
kalbü’l-akreb astr. semânın kuzey yarımküresinde görülebilen Akreb burcunun en parlak yıldızı, Antares, lât. alpha Scorpuis.
kalbü’l-ceyş aşk. ordunun merkez kısmı.
kalbü’l-esed astr. arslan burcunun en parlak yıldızı, (Regulus); fr. Regulus, lât. alpha Leo.
kalben (a.zf.) kalb ile, kalbden olarak, samimî, içten, gönülden, kendi kendine, can ve gönülden.
kalb-gâh (a.f.b.i.) 1. canevi. 2. aşk. ordunun sağ ve sol kanadlannın arası, merkez bölümü.
kalbî (a.s.) 1. kalbe mensup, kalble ilgili.
Emrâz-ı kalbiyye kalb hastalıkları. 2. içten, gönülden.
Kalbiyyü’ş-şekl yürek biçiminde olan.
kalbiyye (a.s.) ["kalbî"nin müen.]. (bkz: kalbî).
kâlbüd (f.i.) 1. kalıp, şekil, [daha çok] kerpiççi kalıbı. 2. insan veya hayvan cesedi; beden; kafes, gövde.
kalb-zen (a.f.b.s.) 1. kalpazan. 2. yalancı.
kale (f.i.) 1. kumaş, (bkz: kala1).
kâle-i kâm emel kumaşı. 2. kelek, ham kavun.
kalem (a.i.c. aklâm) 1. kalem. 2. taş yontmaya yarayan demir âlet, keski. 3. tülbent ve kumaşlara boya çekmek üzere kullanılan bir çeşit ince fırça. 4. yazı çeşitlerinden her biri. S. bir ağacı aşılamak üzere diğer ağaçtan kalem şeklinde kesilmiş olan aşı. 6. yazı, yazma. 7. dâire, dâirelerde yazı işlerinin görüldüğü yer, büro. 8. bir listede yazılı nesnelerin her biri.
Ceff-el-kalem düşünüp taşınmadan, hemen hüküm vererek.
Ehl-i kalem eli kalem tutanlar, yazarlar.
kalem-i mahsûs özel kalem.
kalem-i sülüs g. s. sülüs kalemi, sülüs sitilde yazı yazmak için husûsî olarak hazırlanmış kalem.
kalem-dân (a.f.b.i.) kalemlik, kalem kutusu.
kalemen (a.zf.) 1. kalemle, yazı ile. 2. sayıca.
kalem-gîr (a.f.b.i.) yazı yazılırken kalemin kâğıda takılmaksızın kolaylıkla yürümesi.
kalemî, kalemiyye (a.s.) kalemle ilgisi olan.
kalemis (f.i.) zool. bir misk faresi.
kalemiyye (a.i.) [eskiden] resmî dâirelerde gördürülen işler için ödenen ücret, yazı parası.
kalem-kâr (a.f.b.s.) ince nakkaş.
kalem-kârîli (a.f.b.i.) 1. kalemkârlık, resimcilik, ince nakkaşlık. 2. s. kalemkârın, ince nakkaşın elinden çıkmış, kalem işi.
kalem-keş (a.f.b.s.) 1. yazıcı, yazar, (bkz: kalemzen). 2. yazıda silinti yapan.
kalem-rev (a.f.b.s.) bir hükümdarın veya hükümetin hükmünü yürüttüğü yer, ülke.
kalem-şör (a.f.b.s.) kalem münâkaşası yapan.
kalem-tıraş (a.f.b.i.) 1. [eskiden] kamış kalem açmakta kullanılan uzun saplı küçük bıçak. 2. kurşun kalemi açan âlet.
kalem-zede (a.f.b.s.) kaleme alınmış, yazılmış.
kalem-zen (a.f.b.s.) kalem vurucu, yazıcı, kâtip, (bkz: kalem-keş).
kalen ("ka" uzun okunur, a.zf.) sözle, söyleyerek.
Kalen ve kalemen sözle ve yazı ile. (bkz: şifahen).
kalenbek (f.i.) teşbih yapılan, öd nevinden hoş kokulu bir ağaç.
kalender (f.s.) 1. dünyâdan elini çekip başı boş dolaşan [derviş]. 2. dünyâdan elini eteğini çekip herşeyi hoş gören [kimse].
kalenderân (f.s. kalender'in c.) kalenderler, dervişler.
kalenderâne (f.zf.) kalenderce, kalendere yaraşır bir şekilde.
kalenderhâne (a.f.b.i.) fakir dervişlerin barınmaları için yapılan tekkeler.
kalenderi (f.i.) 1. kalenderlik; feylesofluk; dervişlik; serserilik. 2. e d. halk edebiyatı tâbirlerindendir. Saz şâirlerinin "mef ûlü, mefâîlü, mefâîlü, faulün" vezninde tertip ettikleri gazeller; sazla çalınıp okunan tasavvuf nazmı.
kalenderiyye (f.i.) kalenderliği şiar edinen tarikat.
kalensöve (a.i.c. kalânis) 1. tepesi sivri külah, takke. 2. bot. yüksük.
kalevi (a.s.c. kaleviyyât) kim. kül kabilinden olan şey, alkali.
kaleviyyât (a.s. kalevî'nin c.) kim. kül kabilinden olan şeyler, alkaliler.
kalıb ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. her hangi bir şeye muayyen bir şekil vermek için kullanılan ve o biçimi taşıyan vâsıta, kalıp. 2. vücud, beden, gövde. 3. numune, örnek.
kali‘ ("ka" uzun okunur, a.s. kal'den) kal' eden, kökünden çekip koparan.
kalîçe ("ka" uzun okunur, f.i.) küçük halı.
kalîl (a.s. kıllet'den) az, çok olmayan [şey], [zıddı "kesîr" dir].
kalîlü’l-akl aklı kıt
kalîlü’l-bidâa 1) sermayesi (anapara) az. 2) mec. bilgisi, kültürü az.
kalîlü’l-hayâ utanması olmayan, hayâsız.
kalîl’ül-hürmet hürmeti, saygısı az.
kalîlü’l-i'tibâr itiban az, değersiz.
kalîle (a.s.). ["kalîl" in müen.]. (bkz. kalîl).
Dostları ilə paylaş: |