Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə148/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   144   145   146   147   148   149   150   151   ...   189

ser (f.i.) 1. baş, kafa, kelle, (bkz: re's). 2. baş, başkan, (bkz. reis). 3. tepe, doruk. (bkz. zirve). 4. uç kenar. 5. nihayet, son.

ser-i bâlin bir hastanın baş ucu.

ser-i bâm dam üzerindeki gök, hava boşluğu.

Ser-i bâr bostan korkuluğu.

Ser-i dâr darağacının başı, üstü.

Ser-i dîvâr duvarın üstü; duvarın üstündeki gök.

Ser-i eşcâr ağaçların başı.

Ser-i hayl bir topluluğun, bir kalabalığın önderi.

Ser-i kâr işbaşı.

Ser-i kûy sevgilinin bulunduğu yer.

Ser-i menzil hedef, gaye, âmâç.

Ser-i mû[y] 1) kılucu; 2) pek az şey.

Ser-i pâ[y] ayak başparmağı; çorap veya ayakkabının burnu.

ser-i zebân dilin ucu.

ser ü berg bir şeyi elde etmek isteği, hırsı.

ser ü bün 1) başlangıç ve son; tamamıyla; 2) bir şeyin esası, temeli.

ser ü çeşm zevkle, memnuniyetle.

ser ü kâr iş güç, canla başla girişilen iş.

ser ü sâmân gerekli olan araç ve güç [bir şeyi yapmak için-].

ser- (f.s.) "baş, başkan" mânâlarıyla başa gelerek birleşik kelimeler yapar.

Ser-kâtib başkâtip.

Ser-muharrir başmuharrir, başyazar.. gibi.

serâ (f.i.). (bkz: serây).

-serâ (f.s.) "şarkı söyleyen" manâsıyla birleşik kelimeler meydana getirir.

Nağme-serâ türkü, şarkı söyleyen.

Nâle-serâ inleyen gibi.

serâ (a.i.) toprak. (bkz: arz, türâb).

Eyn-es-Süreyyâ ve-s-serâ aralarında yerle gök kadar fark vardır.

Fevk-as-serâ yer yüzü, toprak üstü.

Baht-es-serâ yer altı, mezar.

serâb (a.i.) 1. ılgım, fr. mirage. 2. mec. öteki dünya. 3. kadın adı.

Serâbî (a.s.) 1. serapla ilgili. 2. serap gibi.

serâbîl (a.i. sirbâl'in c.) gömlekler. (bkz: akmise).

serâb-istân (a.f.b.i.) 1. serap görünen yer. 2. bu dünyâ.

serâ-çe (f.b.i.) saraycık, küçük saray, küçük konak; evceğiz.

ser-âgaz ("ga" uzun okunur, f.b.i.) yeniden, baştan başlama.

serâh (a.i.) boşama [eşini-] (bkz: tatlîk).

ser-âheng (f.b.i.) çalgıcıların başı, orkestra şefi.

serâhîn (a.i. sirhân'ın c.) kurtlar [yırtıcı hayvan].

ser-âhûr (f.b.i.) tar. Osmanlılarda ve ilk zamanlarda ordu bir yere naklederken nakil işini yapan görevli.

serâid (a.i. serîde'nin c.) tiritler.

serâir (a.i. serîre'nin c.) gizli şeyler.

serâir-hâne (a.f.b.i.) sırlar evi.

serâir-hâne-i tabîat tabiat sırlarının toplandığı yer.

serâmâc (f.i.) boyunduruk.

ser-âmed (f.b.s.c. ser-âmedân) başta bulunan, ileri gelen, (bkz: sındîd).

ser-âmedân (f.b.s. ser-âmed'in c.) başta bulunanlar, ileri gelenler.

ser-â-pâ (f.zf.) baştan ayağa kadar, baştan başa, bütün, hep. (bkz: ser-tâ-pâ, ser-tâ-ser).

serâ-perde (f.b.i.) 1. saray perdesi, harem dâiresinin önüne çekilen büyük perde. 2. otağ, pâdişâh çadırı.

serâr, sirâr (a.i.c. esirre) ayın son gecesi.

serârî (a.i. süriyye'nin c.) cariyeler, odalıklar.

ser-â-ser (f.zf.) 1. baştan başa, büsbütün. 2. altın veya gümüş telle dokunmuş bir çeşit kıymetli kumaş.

ser-â-ser şalvâr eskiden kullanılan bir çeşit şalvar.

serâsîme (f.s.). (bkz. serâsime).

serâsime (f.s.) sersem.

serâsîme-gî (f.b.i.) sersemlik.

ser-asker (f.a.b.i.) 1. asker ve ordu kumandanı. 2. harbiye nâzırı (millî müdâfaa vekili) [Tanzimat'tan sonra].

ser-askerî (f.a.b.s.) ser askerlikle ilgili, millî müdâfaa vekilliğine ait [Tanzimat'tan sonra]. Bâb-ı ser-askerî (serasker kapısı) serasker dâiresi, Harbiye Nezareti. [Bayezıt yangın kulesinin dibindeki bina (şimdiki Üniversite binası) idi].

serâvîl (a.i.c. serâvîlât) 1. şalvar. 2. don.

serâvîlât (a.i. sirvâl'in c. olan serâvîl'in c.) 1. şalvarlar. 2. donlar.

serây (f.i.) 1. saray. 2. büyük konak, (bkz: kâh, kasr). 3. hükümet konağı.

serây-i âmire tar. Osmanlı pâdişâhlarının sarayı.

serây-i âsafî tar. sadrâzam dâiresi.

serây-i âtîk-i âmire tar. Sultan Fâtih Mehmed tarafından Bayezit'te yaptırılan sarayın adı.

serây-i beka öteki dünya.

serây-i cedîd, serây-i cedîd-i âmire

Topkapı Sarayı'nın Fâtih devrindeki adı.

serây-i fena (bu-) dünya.

serây-i hümâyûn pâdişâh sarayı.

serây-i serâir-i mahabbet muhabbet sırlarının sarayı.

serây-i sipenc dünya.

Serâyâ (a.i. seriyye'nin c.) düşmanüzerine gönderilen küçük süvari müfrezeleri.

serây-dâr (f.b.i.) ayvaz; büyük yerlerde yemek ve sofra işlerine bakan kimse.[bunlar ekseriya Vanlı Ermeni veya kürd uşağından olurdu].

Serâyende (f.b.s.) şarkı söyleyen.

ser-âzâd (f.b.s.) 1. serbest, hür, başı boş. 2. rahat, dertsiz.

serb (a.i.c. sürûb) 1. içyağı, bağırsakları saran yağ. 2. azarlama; çekiştirme, beğenmeme.

ser-bâlîn (f.b.i.) baş yastığı, (bkz: bâlîn-i ser'den).

ser-bâz (f.b.s.c. ser-bâzân) 1. cesur, yiğit. 2. iran'da bir sınıf asker.

ser-bâzân (f.b.s.) serbâzlar.

ser-bâzî (f.b.i.) cesurluk, yiğitlik.

ser-be-ceyb (f.b.s.) düşünceden, utanmaktan veya kederden başını göğsününüzerine sarkıtmış olan.

ser-behâ (f.b.i.) baş pahası; diyet, haraç.

ser-be-mühr (f.a.b.s.) 1) ağzı mühürlü, kapalı; 2) oruçlu, (bkz. mühr-dehân).

ser-bend (f.b.i.) başa sarılan veya bağlanan şey.

ser-berân (f.b.s.) baş göstermiş, uç vermiş.

ser-berg (f.b.i.) usûle göre tezhipte (süslemede) motiflerin çıkmasına yarayan yaprak şekilli ilk motif, ana motif.

ser-be-sahrâ (f.a.b.s.) başı ovada, karar tutmaz.

ser-be-ser (f.zf.) başbaşa; baştan başa, büsbütün.

ser-best (f.b.s.) 1. başı boş; kayıtsız. 2. istediği gibi hareket eden. 3. sıkılmayan. 4. engelsiz.

ser-bestâne (f.zf.) serbestçe, hiçbir engelle karşılaşmadan, serbest olarak.

ser-beste (f.b.s.) 1. başı bağlı. 2. örtülü, gizli, kapalı.

ser-bestî (f.b.i.) serbestlik.

ser-bestiyyet (f.b.i.) 1. serbestlik, (bkz: ser-bestî). 2. devletin ticaret yapmamasını ve ekonomik alana kanşmamasını uygun gören öğreti, erkincilik.

serbest-nazm (f.a.b.i.) ed. vezin, kafiye gibi kurallara bağlı olmayan bir nâzım şekli. fr. vers libres.

ser-be-sücûd (f.a.b.s.) secde edici, başını yere değdirici.

ser-bevvâbîn (f.a.b.i.) kapı tutan, mabeyinci.

ser-be-zânû (f.b.s.) kederden başı dizlerine düşmüş [kimse].

ser-be-zemîn (f.b.i.) başı yere eğilmiş olan. (bkz: ser-zemîn).

ser-bülend (f.b.s.c. ser-bülendân) l. başı yüksek; yüce. 2. müz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

ser-bülendân (f.b.s. ser-bülend'in c.) başı yüksek olanlar; yüceler.

ser-bülendî (f.b.i.) başı yükseklik; yücelik.

ser-bürehne (f.b.s.) başı açık.

ser-bürîde (f.b.s.) başı kesilmiş.

sere (a.i.c. sürûc) eyer, at takımı, (bkz: bergüstvân).

serc-i feres at eyeri.

serc-i terekî anat. ense kemiğinin üstündeki çukur.

ser-cümle (f.a.zf.) bütün, hepsi. (bkz: bi-l-cümle).

ser-cümle-i âlem âlemin hepsi, herkes.

ser-çeşme (f.b.i.c. ser-çeşmegân) 1. çeşme başı, pınar, su başı. 2. yardımcı askerlerin maaş ve sâire gibi işlerine bakan kimse [Tanzimat'tan önce]. 3. pîr [şeyh]; baş.

ser-çeşme-i can can pınarı.

ser-çeşmegân (f.b.i.) serçeşmeler.

ser-çîn (f.b.s.) 1. mekik dili. 2. seçkin şey, seçme.

ser-çînî (f.b.i.) baş pişirici, Osmanlı sarayında mutfak görevlilerinden biri.

serd (f.s.) 1. soğuk, (bkz: bârid).

Âb-ı serd soğuk su. 2. sert, haşîn, çirkin. 3. sert, kaba, hoyrat.

serd sâmit gr. sert sessiz.

serd (a.i.) [sözü] düzgün ve münâsebetli söyleme.

serd (a.i.) doğrama, doğranma.

serdâb (f.i.) l . sıcak memleketlerde çok sıcak günlerde barınılan derin yer altı odası. 2. tar. pâdişâh saraylarının sağ ve sol taraflarında bir yahut birer oda bulunan üç köşe

sofa.


serdâbe (f.i.). (bkz. serdâb).

ser-dâde (f.b.s.) baş vermiş, baş göstermiş olan.

ser-dâr (f.b.i.c. ser-dârân) 1. asker başı, kumandan, komutan.

ser-dâr-ı ekrem başkumandan, "başkomutan; başbuğ.

ser-dâr-ı galib galip kumandan, komutan.

ser-dâr-ı ulemâ tar. zamanın en yaşlı ve bilgili âlimi. 2. pâdişâh hocaları.

ser-dârân (f.b.i. ser-dâr'ın c.) kumandanlar, başkomutanlar.

ser-dârî (f.b.i.) serdarlık, başkumandanlık.

ser-defter (f.a.b.i.) defterin başında yazılı olan, en başta bulunan, en ileri geçen.

serdî (f.i.) 1. sertlik, kabalık, hoyratlık. 2. soğukluk, (bkz: bürûdet).

serdî-i hevâ havanın sertliği.

serdî-i tabîat huy, tabiat sertliği.

ser-dih (f.b.s.) reis, baş olan.

ser-dûz (f.b.i.) kenarında altın veya gümüş tellerle işlenmiş motifler bulunan bez kaplamalı mukavva cilt.

seref (a.i.) lüzumsuz harcama, (bkz: israf)

ser-efgen (f.b.s.) uğrunda başını veren, kendini feda eden.

ser-efgende (f.b.s. c. ser-efgendegân) başını eğen.

ser-efgendegân (f.b.s. ser-efgende'nin c.) başını eğenler.

ser-efrâz (f.b.s.) başını yukarı kaldıran, yükselten, benzerinden üstün olan.

sereka (a.s. sârik'in c.) hırsızlar.

serem (a.i.) ağızdaki dişin kökünden kırılması.

ser-encâm (f.b.i.) 1. bir işin sonu. 2. başına gelen. 3. vak'a.

ser-endâz (f.b.s.c. ser-endâzân) 1.çekinmez, korkusuz, fedakâr, pervasız. 2. müz. vaktiyle Türk müziğinde kullanılmış bir usul olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

ser-endâzân (f.b.s. ser-endâz'ın c.) fedakârlar, serdengeçtiler, pervasızlar, korkusuzlar.

ser-endâzî (f.b.i.) pervasızlık, fedâkârlık, çekinmezlik.

ser-engüşt (f.b.i.) parmak ucu. [aslı ser-i engüşt].

ser-esvâb (f.a.b.i.) tar. Esvapçı başı.

seretân (a.i.) l . yengeç, çağanoz.

seretân-ı bahrî zool. deniz yengeci. 2. hek. yenirce. 3. astr. Güneş'in 22 Haziranda girdiği Yengeç burcu ki "cevzâ" burcu ile "esed" burcunun arasındadır.

seretân-medârı Yengeç dönencesi (burcu).

seretânî (a.s.) seretân, kanser ile ilgili.

sereyân (a.i.) dağılma, yayılma, (bkz: sirayet).

ser-firâz (f.b.s.). (bkz. ser-efrâz).

ser-firâzî (f.b.i.) serfirâzlık.

serfürû (f.i.) başeğme, söz dinleme. (bkz. inkıyâd, itaat).

ser-fürû-bürde (f.b.s.) 1. baş eğmiş. 2. düşünceye dalmış.

ser-gerdân (f.b.s.) 1. başı dönen, sersem, şaşkın, (bkz: ser-geşte). 2. perişan.

ser-gerdânî (f.b.i.) sergerdanlık, başı dönme, sersemlik.

ser-gerde (f.b.s.) elebaşı, (bkz: ser-kerde).

ser-gerde-i eşkıyâ şakilerin, haydutların başı, reisi.

ser-germ (f.b.s.) 1. kafası kızmış, kızgın. 2. sarhoş; neşeli, (bkz: mest).

ser-germ-i aşk aşk sarhoşu.

ser-germî (f.b.i.) 1. sarhoşluk, coşma. 2. kızgınlık.

ser-geşte (f.b.s.). (bkz: ser-gerdân ).

ser-geştegân (f.b.s. ser-geşte'nin c.) başı dönenler; sersemler; şaşkınlar.

ser-geştegî (f.b.i.) sergeştelik, şaşkınlık.

Sergîn (f.i.) gübre, fışkı.

ser-girân (f.b.s.) "başı ağır" çok sarhoş.

ser-girânî (f.b.i.) çok sarhoşluk.

ser-güzeşt (f.b.i.) serüven, birinin başından gelip geçen şey. (bkz. mâcerâ).

ser-hadd (f.a.b.i.c. ser-haddât) ser-hat, hudut, sınır.

ser-hadd-dâr (f.a.b.i.) sınır muhafızı.

ser-haddât (f.a.b.i. ser-hadd'in c.) serhatler, hudutlar, sınırlar.

serhaddî (a.b.i.) kısa, serâser kaplı samur kürk.

ser-halka (f.a.b.i.) halka hâlinde oturanların başı.

serhân (a.i) kurt, canavar.

ser-hâne (f.b.i.) 1. (bkz: mızbah, mızbaha). 2. müz. Türk müziğinde peşrev ve saz semaisinin birinci hanesi.

serhas (a.i.) sivri uçlu nebat (bitki).

serhas-ı müzekker bot. eğreltiotu, fr. fougere mâle.

serhasiyye (a.i.) bot. eğreltiotugiller.

serhasiyye-i kebîre bot. kıral otu, lât. peucedanum ostruthium.

ser-hayl (f.a.b.i.) 1. kervan ve kafile başı. (bkz: sâr-bân). 2. baş, başkan, (bkz: sındîd).

serheng (f.i.c. serhengân) 1. çavuş; kavas; yasakçı. 2. müz. Türk müziğinde bir kaç asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

serhengân (f.i. serheng'in c.) çavuşlar; kavaslar; yasakçılar.

ser-hôş (f.b.s.) sarhoş, (bkz: bed-mest, mest, sekrân).

ser-hôşâne (f.zf.) sarhoşça, sarhoşçasma. (bkz: mest-âne).

ser-hôşî (f.b.i.) sarhoşluk.

serî', serîa (a.s. sür'at'den. c. sırâ') 1. çabuk, hızlı. 2. ed. aruzda ahengi hızlıca bir vezin olup bizde kullanılmış şekli şudur "müfteilün müfteilün fâilün".

serî-ül-hareke, -üs-seyr hızlı giden.

serî-ül-infiâl, -üt-teessür çabuk gücenen.

serî-ül-intikal çabuk anlayan, pek zeki.

serî-üs seyr hızlı giden.

serî-üz-zevâl çabuk kaybolan, süreksiz.

serîan (a.zf.) sür'atle, çabuk, hemen, çarçabuk, (bkz: aceleten).

serîd (a.i.) tirit denilen yemek.

serika (a.i.) çalınmış, çalınmış şey. (bkz: mesrûk).

serikat (a.i.) çalınmış nesne.

serikat-ı muhtelife huk. gerek bir kimseye ve gerek başka başka kimselere ait olup muhtelif hırzlarda bulunan mallar hakkındaki şirketler.

serikat-ı müttehide huk. başka başka kimselere ait olduğu halde bir mahallî hırzda bulunan mallar hakkındaki sirkatler.

serikûy (f.i.). (bkz. ser-kûy).

serîr (a.i.c. esirre sürür) 1. taht. (bkz: erîke). 2. yatacak yer.

serîr-i basarî anat. talamus.

serîr-i felek astr. Büyükayı takımyıldızı, yedigen, (bkz: Dübb-i ekber).

serîr-i mecrûhîn yaralı hasta yatağı.

serîr ü efser taht ve taç.

serîr-ârâ (a.f.b.s.) "tahtı süsleyen" pâdişâh, (bkz. serîr-nişîn).

serîre (a.i.c. serâir) 1. gizli şey, sır; gizli fikir ve hal. 2. yatak.

serîre-dân (f.b.s.) içteki sırrı bilen.

serîrî (a.s.) yatırarak hastaya bakma, klinik, fr. clinique.

serîriyyât (a.i. serîre'nin c.) 1. yataklar. 2. klinikler, hekim yetişeceklerin hasta başında ders gördükleri hasta koğuşları; hasta bakılan yerler, klinikler.

serîriyyât-ı dâhiliyye hek. iç hastalıkları kliniği.

serîriyyât-ı hâriciyye hek. dış hastalıkları kliniği.

serîr-nişîn (a.f.b.s.) "tahtta oturan" pâdişâh, (bkz: serîr-ârâ).

serî-ül-hezec (a.b.i.) müz. Türk müziğinin vaktiyle kullanılmış usullerinden biri olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

seriyye (a.i.c. serâyâ) 1. düşman üzerine gönderilen küçük süvari müfrezesi; gece baskını gazvesi. 2. câriye, odalık.

ser-kâr (f.b.i.) işbaşı, müdür; kâhya.

ser-karîn (f.a.b.i.) baş mabeyinci. (bkz. ser-kurenâ).

ser-kâtib (f.a.b.i.) baş kâtip, mâbeyn kâtiplerinin başı, hükümdarların başkâtipleri [Tanzimat'tan sonra].

ser-kehhâl (f.a.b.i.) pâdişâhın baş gözhekimi.

ser-kerde (f.b.i.) bir gürûhun başı, bir takımın başı, baş. [fena mânâda].

ser-kerde-i eşkıyâ çete reisi.

ser-keş (f.b.s.) dikbaşlı, başkaldıran; inatçı; itaatsiz.

ser-keşâne (f.zf.) itaatsizlikle, inatla, dikbaşlılıkla.

ser-keşî (f.b.i.) serkeşlik, inatçılık, itaatsizlik, dikbaşlılık.

ser-kûb (f.b.s.) 1. başa vuran, başa kakan. 2. başa vuracak şey.

se-kûçe (f.b.i.) sokak başı.

ser-kudûmû f.a.b.i.) tas. Mevlevî âyinlerini idare eden kimse, orkestra şefi.

ser-kurenâ (f.a.b.i.) baş mabeyinci, (bkz: ser-karîn).

ser-kûy (f.b.i.) mahalle, sokak başı.

ser-levha (a.f.b.i.) başlık [yazıda],

serm (a.i.) birinin dişlerini kırma.

Sermâ (f.i.) kış, soğuk, (bkz: şitâ).

sermâ-dîde (f.b.s.) çok üşümüş, donmuş. Mâr-ı sermâ-dîde (kış geçirmiş yılan) mec. eski kurt, tecrübeli kurnaz adam.

sermak (a.i.) bot. karapazı.

ser-mâye (f.b.i.) 1. anamal.

sermâye-i ayniyye eko. sermayenin yani ekonomik mânada kâr gayesi ile tahsis edilmiş servetlerin, nakitten başka kıymetlerden teşekkül eden kısmı. 2. anapara. Mütedâvil sermâye (döner sermâye) bir ticâret işini çevirmek ve yaşatmak için bütçede ayrılan sermâye.

sermâye-i mübâhât haklı sevinç ve iftihar sebebi.

sermâye-i tereddüd şüpheli sermâye, alışverişte kullanılmayacak şüpheli sermâye. 3. bilgi, ustalık. 4. genelev kadını.

sermâye-dâr (f.b.s.) sermâyesi olan. (bkz: mâl-dâr).

sermâye-dârân (f.b.i. sermâye-dâr'ın c.) sermayedarlar.

sermed (f.s.) 1. daimî, sürekli, (bkz: câvid, câvidân, dâim, ebedî). 2. i. erkek adı.

sermedî (f.s.). (bkz. sermed).

sermediyyet (f.i.) 1. dâimîlik, dâimlik, sürerlik, süreklilik, (bkz: beka, ebediyyet). 2. fels. eternite.

ser-menzil (f.a.b.i.) durak yeri.

ser-mest (f.b.s.) sarhoş, (bkz: bed-mest, ser-hoş, sekrân).

ser-mest-i gurûr gurur sarhoşu.

ser-mestâne (f.b.zf.) sarhoş gibi, sarhoşça, sarhoşcasına.

ser-mestî (f.b.i.) sarhoşluk.

ser-mû (f.b.s.) kıl kadar, pek az şey.

ser-muharrir (f.a.b.i.) başmuharrir, başyazar.

ser-mûze (f.b.i.) çizme üzerine giyilen lâstik ayakkabı.

ser-mücellid (f.a.b.i.) 1. başmücellit. 2. saray mücellitlerinin başı.

ser-müneccim (f.a.b.i.) müneccimbaşı; vaktiyle saraylarda yıldıza bakarak hüküm çıkaran vazîfeli kimse.

ser-mürettib (f.a.b.i.) baş mürettip, mürettiphane servisi şefî.

ser-nâme (f.b.i.) 1. mektup başlığı. 2. bir taifenin başı.

ser-nigûn (f.b.s.) 1. başaşağı olmuş, ters dönmüş, (bkz: ma'kûs). 2. talihsiz, bahtsız.

ser-nüvişt (f.b.s.) 1. başa yazılan, alın yazısı, (bkz: mukadderat). 2. yazı başlığı, (bkz: ser-nâme, ünvân).

serpâş (f.i.) 1. çomak; gürz. 2. [eskiden] savaşta giyilen demir başlık.

ser-penâh (f.b.i.) başlık, miğfer; miğferin enseyi koruyan saçaklı kısmı; tolga.

ser-pençe (f.b.i.) güçlü kuvvetli kimse.

ser-pençegî (f.b.i.) serpençelik, güçlülük, kuvvetlilik.

ser-pûş (f.b.i.) başa giyilen şey, başlık.

ser-pûşe (f.b.i.) başörtüsü, (bkz: bürka').

ser-pûşene (f.b.i.) başörtüsü. (bkz. ser-pûşe).

serrâ' (a.i.) genişlik, kolaylık.

serrâ' ve derrâ genişlik ve darlık (sıkıntı).

serrâc (a.i.) saraç.

serrâcân (a.i. serrâc'ın c.) saraçlar.

serrâc-hâne (a.f.b.i.) saraçhane, saraçların bulunduğu çarşı.

ser-rişte (f.b.i.) ipucu, tutamak.

ser-sâm (f.b.i.) sersem; insana sersemlik veren bir hastalık.

sersâr (a.s.). (bkz. herze-gû).

ser-sebük (f.b.s.) aklı hafif, akılsız, beyinsiz.

ser-sebz (f.b.s.) 1. taze, yeni yetişmiş; yemyeşil. 2. şanslı, talihli.

ser-sebzî (f.b.i.) 1. tazelik. 2. şanslılık, talihlilik.

serserî (f.s.) 1. serseri, ötede beride başı boş gezen. 2. boş, beyhude söz.

serseriyâne (f.zf.) serserice.

ser-şâr (f.s.) 1. ağzına kadar dolu, taşkın, (bkz: leb-â-leb). 2. sınırı aşan, ileri giden.

ser-şârî (f.i.) doluluk, taşkınlık.

ser-şikeste (f.b.s.) başı kırık; ucu kırılmış olan.

ser-tâb (f.b.s.) inatçı, (bkz: anûd).

sertâb (f.i.) cildin tamamlayıcısı olarak yapılan ve kitabın üst kısmını örten miklab'ın açıkta duran üst kısmı.

ser-tabbâl (f.a.b.i.) tar. baş davulcu.

ser-tâ-be-pâ (f.b.s.) baştan ayağa, baştan başa. (bkz: ser-â-pâ, ser-â-ser, ser-tâ-pâ, ser-tâ-ser).

ser-tâ-be-ser (f.b.s.) baştan başa.

ser-tabîb (f.a.b.i.) başhekim.

ser-tâc (f.b.s.) baş tacı olan, çok sevilen, sayılan.

ser-tâk (f.b.i.) evin üstünde bulunan etrafı açık oda, dâire.

ser-tâ-pâ (f.b.zf.) baştan ayağa, baştan aşağı, baştan başa, tamamıyla, büsbütün, (bkz: ser-â-pâ, ser-â-ser, ser-tâ-ser).

ser-tarîk (f.a.b.i.) tar. çelebi efendinin muavini ve Konya Mevlevîhânesinin şeyhi yerindeki kıdemli dedenin unvanı. [Mevlevî tâbirlerindendir].

ser-tâ-ser (f.zf.) baştan başa, hep, bütün, (bkz: ser-â-pâ, ser-tâ-pâ).

ser-te-ser (f.zf.). (bkz: ser-â-ser, ser-tâ-ser).

ser-tırâş (f.b.i.) berber.

ser-tîz (f.b.s.) ucu, baştarafı sivri olan; keskin.

Tîg-i ser-tîz keskin kılıç, (bkz: seyf-i bürrân).

serû (f.i.) 1. boynuz, (bkz: karn). 2. şarap kadehi.

ser ü pâ[y] (f.i.) 1. baştan aşağı, tamamen. 2. tas. dervişin tarikat ve mevlevîhâne ile bağını kesme. [Mevlevî tâbirlerindendir].

serv (f.i.) 1. servi, selvi. 2. mec. sevgilinin boyu boşu.

serv-i âzâd çok uzayan düz bir selvi; düzgün, başı dik.

serv-i çemân naz ve eda ile salına salına yürüyen sevgili.

serv-i hırâmân 1) nazlı sallanan selvi; 2) mec. (bkz: serv-i ceman).

serv-i nâz dallan yana sarkan selvi; meç. uzun boylu sevgili.

serv-i revân yürüyen selvi; mec. uzun boylu sevgili.

serv-i sehî doğru büyümüş iki daldan ibaret selvi. [güzellerin boyu buna benzetilir].

serv-i ser-efrâz başı yüksek selvi; baş çeken selvi.

serv-i sîmîn (gümüş selvi) ayışığının denizde yaptığı ışık yol.

servâ (f.i.) söz; masal.

ser-vakt (f.i.) kimse bulunmayan boş oda, dâire; yalnız görüşülecek yer.

serv-endâm (f.b.s.) servi boylu, boyu uzun ve biçimli olan [kimse], (bkz: reşîk).

server (f.i.c. serverân). 1. baş, başkan, reis, ulu.

server-i enbiyâ, -i kâinat (Peygamberlerin başı, kâinatın en büyüğü) Hz. Muhammed. 2. erkek adı.

serverân (f.i. server'in c.) başlar, başkanlar, reisler; ulular.

serverî (f.i.) 1. başlık, başkanlık. (bkz. riyâset). 2. ululuk.

servet (a.i.) 1. zenginlik, varlık, (bkz: gınâ).

İlm-i servet iktisat, f r. economie.

servet-i akl akıl zenginliği, akıllılık.

Servet-i Fünûn 1891 de Ahmet İhsan tarafından İstanbul'da yayımlanmış haftalık bir dergi.

servet-i ilmiyye ilim zenginliği, bilgililik. 2. erkek veya kadın adı.

servistân f.b.i.) servilik, selvilik.

serviyye (f.a.i.) bot. servigiller.

serv-kadd (f.a.b.s.) servi boylu.

ser-zagarî (f.b.i.) tar. Yeniçeri cemâat ortalarından altmış dördüncü ortanın kumandanı.

ser-zede (f.b.s.) baş göstermiş, uç vermiş, çıkmış.

ser-zemîn (f.zf.) başını yere koyarak, (bkz: ser-be-zemîn).

ser-zeniş (f.b.i.) başa kakma, takaza.

ser-zeniş-i rûzgâr kaderin cilvesi, başa gelen kötü hal.

ser-zeniş-kâr (f.b.s.) başa kakan, sitem eden, çıkışan.

ser-zeniş-kârâne (f.b.zf.) başa kakarcasına, sitemli bir şekilde.

ser-zergerân (f.b.i.) tar. kuyumcubaşı.

ser-zevvâkin-i hâssa (f.a.b.i.) tar. çeşnigirbaşı.

se-şenbih (f.b.i.) ; üçüncü gün, salı.

setâ (f.i.) müz. üç telli saz; tanbur. [aslı"seh-tâ" dır].

setâir (a.i. sitâre'nin c.) örtünülecek, perdelenecek şeyler.

se-târe (f.b.i.) 1. müz. üç telli saz. 2. düzen, uyum.

setir (a.s. setr'den) 1. örtülmüş, kapalı, (bkz: mestur). 2. meç. temiz, namuslu.

setîre (a.s.) 1. setîr'in müennesi. 2. i. örtü.

Setr (a.i.) örtme, kapama, gizleme.

setr-i avret ayıp yerlerini kapama.

setr-i hakikat doğruyu saklama, gizleme.

setr-i hüsn güzelliği örtüp gizleme.

setre (a.i. setr'den). (bkz. setrî).

setrî (a.i. setr'den) düz yakalı, önü tek ilikli, çuhadan yapılmış elbise.

settâr (a.s. setr'den) 1. örten; Allah.

settâr-ül-uyûb ayıpları (günahları) örten, bağışlayan Allah; mec. ayıpları örten eski püskü elbise. 2. i. [abdüssettar'dan kısaltma olarak] erkek adı.

sevâ' (a.i.) beraber olma, beraberlik, denk, eşit. (bkz: müsâvî).

sevâb (a.i.) 1. Allah tarafından mükâfatlandırılan hareket. 2. hayırlı hareket, hayır işleme.

sevâbık (a.i. sâbıka'nın c.) geçmiş şeyler, geçmiş haller; geçmişte işlenmiş suçlar.

sevâbit (a.i. sâbite'nin c.) seyyar (gezegen) olmayan ve yerinde durur gibi görünen gök cisimleri, yıldızlar.

sevâd (a.i.) 1. karalık, siyahlık, karartı. 2. yazı, karalama.

Teksîr-i sevâd boş yere yazı yazma. 3. uzaktan karartı hâlinde görülen kalabalık. 4. bir şehrin çevresindeki karartı hâlinde görünen bağ, bahçe ve bostanlar. 5. s. kara, siyah. 6. gümüş üstüne siyahla işleme nakış, savat.

sevâd-ı a'zam "ulu şehir" Mekke-i Mükerreme.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   144   145   146   147   148   149   150   151   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin