Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə150/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   146   147   148   149   150   151   152   153   ...   189

sibâk u siyâk (bkz: siyâk u sibâk).

sicâl (a.i. secl'in c.) içi su ile dolu olan kovalar, (bkz: sücûl).

sicill (a.i.c. sicillât) 1. resmî vesikaların kaydedildiği kütük. 2. me'murlarm durumu için tutulan dosya.

sicill-i ahvâl me'murların hal tercümelerinin resmî işlerle ilgili bulunan hususları.

sicill-i nüfûs nüfus kütüğü.

sicillât (a.i. sicill'in c.) 1. resmî vesikaların kaydedildiği kütükler. 2. me'murların durumunu gösteren dosyalar. 3. g. s. bir yazı sitili.

sicn (a.i.c. sücûn) hapishane, cezaevi. (bkz. mahbes, zindan).

sidâd (a.i.) 1. şişe tıpası, (bkz: sımâd). 2. delik, yarık kapatacak şey. 3. hek. tıkaç, tampon.

sidirât (a.i. sidre'nin c.), (bkz. sidrât).

sidr (a.i. sidre'nin c.) Arabistan kirazları, (bkz: sidrât).

sidrât (a.i. sidre'nin c.) Arabistan kirazları, (bkz: sidr).

sidre (a.i.c. sidr, sidrât) 1. bot. Arabistan kirazı. 2. en yüksek makam, [ondan sonra Tanrı'ya gidilir].

sidret-ül-müntehâ arşın sağ yanında bir ağaçtır ki ötesine hiç bir mahlûk geçemez, ["sidret-ül-müntehâ" yi, beşerî ilmin son haddi olarak îzah edenler vardır; ötesi Allah'ın zât âlemidir].

sidre-kadd (a.b.s.) uzun boy.

sidre-nişîn (a.f.b.s. ve i.) Sidre'de oturan melek.

sidre-nişînân (a.i.c.) sidret-ül-müntehâ hududunda duran melekler.

sidy (a.i.c. sedâyâ), (bkz: sedâ, sedy).

sifâd (a.i.) hayvanların çiftleşmesi.

Mevsim-i sifâd hayvanların çiftleşme zamanı.

sifâl, sifâle (f.i.) 1. testi ve saksı parçaları. 2. çanak, çömlek. 3. fıstık, ceviz, badem kabuğu. 4. orak.

sifâlîn (f.i.) çanak çömlek gibi şeyler; çamurdan yapma şey.

Kûze-i sifâlîn toprak testi.

sifânet (a.i.) marangozluk, (bkz: dürûgerî).

sifâriş (f.i.). (bkz. sipariş).

sifle (a.s.) alçak, adî; terbiyesiz.

sifle-kâm (a.f.b.s.) adîlerin, bayağıların işine yarayan.

sifle-nihâd (a.f.b.s.) alçak tabiatlı.

sifle-perver (f.b.s.) alçak, adî kimseleri tutan, koruyan ve kullanan.

sifr (a.i.c. esfâr) 1. yazılı şey; kitap, cüz; mektup. 2. Tevrat'ın beş kitabından her biri.

sîga (a.i.c. sıyag) gr. *kip, fiilin çekiminden meydana gelen türlü şekillerden her biri.

sîga-i atfîyye bağlama ulacı.

sîga-i ihbâriyye gr. bildirme *kipi, fr. indicatif.

sîga-i inşâiyye gr. dilek kipleri, fr. subjonctif.

sîga-i iltizâmiyye gr. istek kipi, fr. optatif-subjonctif.

sîga-i rabtiyye gr. ulaç, bağ-fiil, fr. gerondif.

sîga-i şartiyye gr. şart sîgası (*kipi). [gelirse söylerim..." gibi].

sigâl (f.i.) 1. fikir, düşünce. 2. kuruntu, (bkz: endîşe).

Bed-sigâl fena fikirli.

sigâliş (f.i.) düşünüş, kuruş.

sigar ("ga" uzun okunur, a.s. sagîr'in c.) küçükler.

sigar ü kibâr küçükler ve büyükler.

sigar (a.i.) küçüklük, ufaklık.

sigar-i cirm cüsse küçüklüğü.

sigar-i ciirm suç küçüklüğü.

sigar-i sinn yaş küçüklüğü, çocukluk, (bkz: sahavet).

sîh (f.i.) 1. demir şiş. 2. kebap şişi.

sihâ' (a.i.c. eshiye) 1. ince deri. 2. beyin zarı. (bkz. sehâ').

sihâh (a.s. ve i. sahîh'in c.), (bkz: sıhâh).

sihâm (a.i. sehm'in c.) 1. oklar.

Sihâm-ı Kazâ (mukadderat okları) şâir Nefî'nin meşhur hiciv mecmuası. 2. sehimler, hisseler.

sihâm-ı mefrûza huk. [eskiden] takdir ve tâyin olunan sehimler.

sihan (a.i.) kalınlık, içi boş olan şeylerin kalınlığı, (bkz: sehânet).

sihr (a.i.) 1. büyü; gözbağcılık, büyücülük, (bkz: efsun). 2. büyü kadar te'sîri olan şey, fettanlık. 3. şiir ve güzel söz söyleme gibi insanı meftun eden hüner, sanat.

sihr-i helâl (helâl olan büyücülük) ed. her iki tarafa bağlanması mümkün olan bir ara cümle veya kelimeyi muhtevi mısra veya beytin ruha hoş gelmesi hâli. [Meselâ, Nedim'in "Gizlice arasam ağzın lebin emsem sorsam / Hiç bir çâre bilir mi dil-i bîmâre aceb" beytindeki "sorsam" kelimesi sihr-i helâl'dir].

sihr-âferîn (a.f.b.s.) büyüleyen, büyüleyici.

sihr-âmîz (a.f.b.s.) büyü gibi te'sirli olan, büyüleyici.

sihr-bâz (a.f.b.s.) büyü yapan, büyücü, (bkz: neffâs, neffâse, sâhir).

sihr-bâzâne (a.f.zf.) büyücülükle, büyücü gibi, fettanlıkla.

sihr-bâzî (a.f.b.i.) sihirbazlık, büyücülük.

sihr-benân (a.b.i.) üstün sanatkâr veya yazar.

sihr-beyân (a.b.s.) düzgün ve tesirli anlatma.

sihrî, sihriyye (a.s.) büyü ile ilgili.

sihr-sâz (a.f.b.s.) büyücü, (bkz sihr-bâz).

Sika’ ("ka" uzun okunur, a.i.) kırba, sakaların içine su koydukları köseleden yapılmış kab.

sika (a.i. vüsûk'dan. c. sikat) 1. güven, emniyet. 2. inanılır, güvenilir kimse.

sikâk (a.i. sakk'in c.) şer'î mahkemelerden verilen hüccetler, îlâmlar, beratlar, (bkz: sukûk).

sikal ("ka" uzun okunur, sakîl'in c.) 1. ağır şeyler. 2 . ağırcanlı kimseler.

sikâliş (f.i.) düşünüş, kuruş.

sîkan ("ka" uzun okunur, a.i. sak'ın c.) saklar.

sikat ("ka" uzun okunur, a.i. sika'nın c.) inanılır kimseler.

sikaye ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. su içecek kab. 2. içilecek suyun toplanması için yapılan yer, büğet.

sikayet ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. birine içecek su verme. 2. Kâ'be sakalığı, Mekke'de hacılara zemzem dağıtma işi.

sikek (a.i. sikke'nin c.) sikkeler.

sikencübîn (a.i.) bal ile sirkenin karıştırılmasından meydana gelen bir şerbet.

Sikender (f.h.i.). (bkz. iskender).

sikengübîn (f.i.). (bkz: sikencübîn).

sikke (a.i.c. sikek) 1. para üzerine vurulan damga. 2. madenî para, akçe.

sikke-i hâlise hâlis altın veya gümüş akçe.

sikke-i hasene para.

sikke-i mağşûşe karışık veya gümüş para. 3. düz sokak, düz yol. 4. mevlevî külahı.

sikke-i şerîfe Mevlevî tarikatı mensuplarının başlarına giydikleri külah.

sikket-ül-hadîd demiryolu.

sikke-dâr (a.f.b.s.) darphane muhasebecisi.

sikke-hâne (a.f.b.i.) para basılan yer.

sikke-ken (a.f.b.s.) madenî paranın kalıbını hakkeden, kazan; para ressamı.

sikke-pûş (a.f.b.i.) sikke denilen başlığı giyen.

sikke-sûret (a.b.i.) para gibi gösterme, yüzünü gözünü kendini parlak boyama.

sikke-şinâs (a.f.b.s.) nümismat, meskukât uzmanı.

sikke tekbîri (a.b.i.) tas.tarikata yeni girenlerin başına sikke giydirilirken yapılan dua. [Mevlevi tâbirlerindendir].

sikke-zen (a.f.b.s.) madenî para basan.

sikkîn (a.i.) bıçak.

silâ' (a.i.c. seleât) hek. hıyarcıklar; urlar.

sil'a (a.i.) 1. ticaret malı. 2. vücutta olan ur. 3. sülük.

silâh (a.i.c. esliha) silâh.

silâh-dâr (a.f.b.s.) silâhlan muhafaza eden me'mur.

silâh-endâz (a.f.b.s.) icâbında karaya çıkarılan tüfekli deniz eri.

silâh-hâne (a.f.b.i.) silâhların saklandığı yer, askerî depo.

silâh-şôr (a.f.b.i.) silâhlı adam, silâh eri, savaşçı.

silâl (a.i. selle'nin c.) seleler, sepetler.

sîlî (f.i.) 1. şamar, tokat. 2. belâ, musıybet, felâket.

silif (a.i.) bacanak.

silih (a.i.). (bkz: silâh).

sîlî-hâr (f.b.s.) şamar yiyen, tokat yiyen, (bkz: sîlî-hôr).

silih-dâr (a.f.b.s.). (bkz: silâh-dâr).

sîlî-hôr (f.i.) sille, şamar, tokat yiyen, (bkz. sîlî-hâr).

silih-şôr (a.f.b.s.). (bkz. silâh-şör).

sîlî-zen (f.b.s.) tokat vuran.

silk (a.i.) bot. pancar.

silk (a.i.) 1. iplik. 2. sıra, dizi. 3. yol; meslek, tutulan yol.

silk-i askerî askerlik mesleği.

silk-i leâlî inci dizisi.

sill (a.i.) 1. erime, (bkz: zevebân). 2. hek. verem.

sill-i hanâzîr (bkz. dâ-ül-hanâzîr).

sill-ür-rie verem, akciğer veremi.

sillî (a.s.) verem hastalığı ile ilgili.

silm (a.i.) barış, barışıklık, (bkz: asayiş, sulh).

silsile (a.i.c. selâsil) 1. zincir, zincirleme olan şey. 2. art arda gelen şeylerin meydana getirdiği sıra. 3. soysop, ocak. 4. babadan oğula sıra ile yazılarak meydana gelen

kuşak, soy defteri. 5. jeol. sıradağ. 6. mat. seri, dizi, fr. serie. mat.

silsile-i adediyye-i mütenâkısa azalan aritmetik dizi. mat.

silsile-i adediyye-i mütezâyide çoğalan aritmetik dizi.

silsile-i ale-l-vilâ mat. dizi, fr. progression.

silsile-i cibâl coğr. sıradağ.

silsile-i merâtib büyükten küçüğe veya küçükten büyüğe doğru [rütbe sırasına göre sosy. hiyerarşi, fr. hierarchie.

silsile-i mütekarib mat. yakınsak dizi.

silsile-i nukat mat. noktalar dizisi.

silsilet-üz-zeheb tas. "On iki imam'ı tasdik etmek, candan sevmek" yerinde kullanılan bir tâbir.

silsile-nâme (a.f.b.i.) meşhur bir kimsenin silsilesini gösteren cetvel.

silta (a.i.) şilte.

sîm (f.i.) 1. gümüş, (bkz: fıdda). 2. gümüş para. 3. s. gümüşten, sırmadan. 4. s. gümüş taklidi sırma veya mâden tel. sîm ü zer gümüş ve altın.

sîmâ (f.i.) 1. yüz, çehre, beniz, (bkz: vech). 2. kimse.

şecer-i sîmâ bot. aylanduz [kötü kokan bir ağaç], lât. ailanthus glandulosa.

simâ‘ (a.i.) çalgı dinleme; çalgılı tören.

sîm-âb (f.i.) (gümüş su) cıva. (bkz: zîbak).

simâk (a.i.) 1. bir şeyi yükseltip kaldıracak âlet; vâsıta, sebep.

simâk-i a'zel astr. semânın kuzey yarım küresinde bulunan sünbüle burcunun en parlak yıldızı, fr. l'Epi. [alpha Virgo].

simâk-i râmih astr. semânın kuzey yarım küresinde bulunan el-Avvâ burcunun en parlak yıldızı, Arcturus. [alpha Boötes]. 2.

(a.i. semek'in c.) balıklar, (bkz: esmâk).

simâkân (a.i.c.) astr. simâk-ı a'zel ile simâk-i râmih.

simâm (a.i. semm'in c.) zehirler, ağılar, (bkz: sümûm).

simân (a.s. semîn'in c.) semizler, besililer, yağlılar.

simâr (a.i. semer'in c.) meyvalar, yemişler.

simâr-ı bakliyye bot. bakla, fasulya gibi bitkiler.

simâr-ı cerâbiyye bot. kuru tohumlu bitkiler.

simâr-ı harnûbiyye keçiboynuzu ve benzeri gibi çok çekirdekli bitkiler.

simâr-ı hayvâniyye bot. tek hücreli ve yuvarlak bir çizgi üzerinde açılan meyvalar.

simâr-ı mücennaha bot. ekseriya bir tohumlu ve kanat biçiminde olan meyvalar.

simâr-ı mültesika bot. bir kütle içinde bir çok kendine kıvrılmış yaprakların birleşmesiyle meydana gelen meyvalar.

simâr-ı nevâiyye çok çekirdekli meyvalar.

simâr-ı tuffâhiyye elma cinsinden meyvalar.

simât (a.i.) 1. sofra, yemek masası. (bkz. mâide). 2. sofraya gelmiş yemekler. 3. ziyafet.

simât-ut-taâm sofraya dizilmiş yemekler.

simât (a.i.) nişan, alâmet; damga, iz.

-simât (a.i. sime'nin c.) damgalar, işaretler, izler.

Fazâil-simât alâmetleri faziletten ibaret olan.

sîm-ber (f.b.s.c. sîm-berân) göğsü gümüş gibi olan.

sîm-berân (f.b.s. sîm-ber'in c.) göğsü gümüş gibi olanlar.

sime (a.i. c. simât) damga, işaret, iz; fels. fr. seneme.

sime-tül-vakf huk. bir şeyin vakfedildiğini gösteren işaret.

simen (a.i.) semen, semizlik.

sîm-endûd (f.b.s.) gümüş kaplı, gümüş yaldızlı.

simeviyye (o.i.) sime'ye mensup, fr. schematique.

simhâk (a.i.) anat. kemikleri örten ince deri veya zar.

sîmîn (f.s.) gümüşten, gümüş gibi, gümüşe benzer.

Piyâle-i sîmîn gümüş kadeh.

sîmîn-ber (f.b.s.) gümüş vücutlu, vücudu gümüş gibi olan.

sîmîn-fevvâre (f.a.b.s.) Ay. (bkz. Kamer, Mâh).

sîmîn-ten (f.b.s.) gümüş tenli, gümüş gibi parlak ve beyaz vücutlu, (bkz: sîm-ten).

simiyâ (a.i.) eski, bâtıl kimya ilmi.

simiyâ-ger (a.f.b.i.) simyacı.

sîm-keş (f.b.i.c.) sîm-keşan) haddeden gümüş tel çeken sanatkâr.

sîm-keşân (f.b.i. sîm-keş'in c.) gümüş tel çekenler, sırma işleyiciler.

sîm-keş-hâne (f.b.i.) sırma tel işlenilen yer.

simlâh (a.i.). (bkz. samlâh).

sîm-reng (f.b.s.) beyaz ve parlak.

simsâr (a.i.c. semâsire) simsar, tellal, komisyoncu.

simsâriyye (a.i.) simsarın, alıcıdan veya satıcıdan aldığı para.

Simsim (a.i.) susam, (bkz: sûsen).

sîm-ten (f.b.s.) gümüş tenli, (bkz: sîmîn-ten).

sîmürg (f.i.) anka kuşu, masal kuşu.

sîn (a.ha.) 1. Osmanlı alfabesinin on beşinci harfi olup "ebced" hesabında altmış sayısının karşılığıdır; s sesini verir.

sîn-i mühmele "sin" harfinin bir adı. [noktasızlığından dolayı]. 2. "sual" kelimesinin kısaltılmış şekli.

sîn (a.i.). (bkz : sinn).

Sîn (a.h.i.) Çin.

Sînâ (a.h.i.) Arap Yanmadası'nın Mısır ile birleştiği yerde bir müselles ("üçgen) teşkil eden yarımada, [İsrâiloğulları Hz. Musa ile kırk sene yol bulamayıp burada dolaşmışlar ve Hz. Musa buradaki Tûr-i Sînâ'da Allah'ın hitabına nail olmuştur].

sinâd (a.i.) ed. revîden önce gelen ünlülerin değişmesi sonucu ortaya çıkan yanlış kafiye.

sinân (a.i.c. esinne) 1. mızrak, süngü. 2. erkek adı.

sinânî (a.s.) 1. mızrak ile ilgili. 2. i. süngü, mızrak gibi şeyler yapan usta.

Sinâniyye (a.h.i.) tas. Ahmediyye-i Halvetiyye'nin kollarından biri. [kurucusu ibrahim bin Abdurrahman-ül-Halvetî'nin mahlası olan "Ümmî Sinan" a nispetle bu adı almıştır].

sincâb (f.i.) zool. sincap, teyin, çökelez.

sincâbî (f.s.) sincap renginde olan, kahve rengi ile kurşûni arasında bir renk.

sincâbiyye (f.a.i.) zool. sincapgiller.

sincerf (f.i.) sülüğen boya.

sindân (f.i.) örs. ["sendân" şeklinde Arapçalaştırılmıştır].

sindiyân (a.i.) bot. pelit ağacı.

sine (a.i.c. sinevât) uyuklama, uyku bastırma, ımızganma, (bkz: na's, na'se).

sîne (f.i.) 1. göğüs. 2. yürek (kalb).

sîne-i billûr çok beyaz göğüs.

sîne-i pür hırs hırs dolu göğüs, yürek.

sîne-i pür-kîne kin ile dolu yürek.

sîne-i sâf temiz göğüs.

sîne-i sîmîn gümüş gibi beyaz olan göğüs.

sîne-i şefkat müşfik, şefkatli kalb.

sîne-i ter taze göğüs.

sîne-bend (f.b.i.) göğüs bağı, sutyen.

sîne-çâk (f.b.s.) göğsü, yüreği yaralı, (bkz: mecrûh-ül-kelb).

sîne-gâh (f.b.i.) göğüs.

sîne-güşâ (f.b.s.) göğüs açan.

sîne-pûş (f.b.i.) göğüslük, zırh.

sîne-sâf (f.a.b.s.) sarılıp kucaklaşmış.

sîne-sûz (f.b.s.) yürek yakan.

sinevât (a.i. sine'nin c.) uyuklamalar, ımızganmalar.

sîne-zen (f.b.s.) göğüs döven, göğsünü döverek yas tutan.

sinh (a.i.c. esnâh, sünûh) diş yuvası, diş çukuru.

sinh-i sinn anat. diş çukuru.

sinî (f.i.). (bkz. sînî).

sînî (f.i.) sini, büyük tepsi.

Sînî (a.h.i.) 1. Çinli. 2. Çin'de yapılmış, Çin işi, porselen.

Sinimmâr (a h i ) Nu'man İbn-i Münzir'in Havernak adıyla yaptırdığı köşkün mi'marı. [köşk bittikten sonra bir benzerini daha yapmasın diye sarayın damından atılarak öldürülmüştür].

sinîn (a.i. sene'nin c.) yıllar, (bkz: a'vâm, sâlhâ, senevât).

sinîn-i sâlîfe geçen yıllar.

Sînîn (a.h.i.) Sînâ dağı. (bkz: Tûr-i Sînâ).

sinn (a.i.c. esinne, esnân, esünn) 1. diş. (bkz. dendân). 2. yaş, ömrün derecesi.

Cezrüs-sinn diş kökleri.

Hadâset-i sinn (yaş tazeliği) gençlik.

İnficâr-ı sinn ağızda ilk dişlerin çıkışı.

Lebb-üs-sinn hek. dişin hassas olan kısmı.

Tahdîd-i sinn yaş haddi.

Tâc-üs-sinn hek. dişin, etden dışarı çıkmış kısmı.

Unk-üs-sinn dişin kökü ile, etten dışarı çıkan kısmı arasındaki yer.

sinn-i buhrân (bkz. sinn-i ye's).

sinn-i bülûğ ergenlik yaşı, bülûğ yaşı.

sinn-i cevânî onbeş yaşından otuz yaşına kadar geçen ömür.

sinn-i inhitât çökkünlük çağı.

sinn-i kühûlet otuz yaş ile elli yaş arasındaki zaman.

sinn-i lâhime zool. etobur dişi.

sinn-i nâbî köpek dişi.

sinn-i sabâvet doğduğu zamandan erginlik çağına kadar geçen on beş yıllık zaman.

sinn-i sâmit gr. *dişsel, diş sessizi, fr. dentale.

sinn-i şebâb yedi yaşından on beş veya yirmi yaşına kadar olan zaman.

sinn-i seyhûhet elli yaşından sonraki zaman.

sinn-i temyîz ayırdetme yaşı.

sinn-i tufûliyyet süt dişlerinin düşmesiyle onların yerine sabit dişlerin çıkmaya başladığı zaman, [insanlarda hayâtın yedinci senesidir].

sinn-i vukuf duraklama yaşı.

sinn-i ye's kadınların âdetten kesildiği yaş.

[en çok 45-50 yaş arasında olur].

sinnen (a.zf.) yaşça, yaş bakımından.

sinnevr (a.i.c. senânîr) kedi. (bkz: gürbe, hirr, hirre, kıtt).

sinnevr-i cebelî dağ kedisi.

sinnî (a.s.) dişe ait, dişle ilgili.

sinnî sâmit gr. diş sessizi, diş ünsüzü.

sinniyye (a.s.) ["sinnî" nin müen.]. (bkz. sinnî).

sipâh (f.i.c. sipâhân) 1. asker, (bkz: ceyş, leşker, sipeh). 2. ordu. (bkz. cünd).

sipâh-dâr (f.b.i.) en büyük asker. (bkz: ser-asker).

sipâhî (f.i.c. sipâhiyân) timar sahibi süvari askeri, [eski Osmanlı ordusunda bir sınıf süvari olup, öşrünü aldıkları araziye karşılık, savaşa kendi yetiştirdikleri hayvanlarıyla katılırlar, fakat cephaneyi hükümetten alırlardı].

sipâhi senedi tar. sipahilerin timarları içindeki devlet topraklarını çiftçilere dağıtırken verdikleri vesîka.

sipâhiyân (f.i. sipâhî'nin c.) sipahiler, timar sahibi süvari askerleri.

sipâhiyâne (f.zf.) sipahice, sipahiye yakışır surette.

sipâh-sâlâr (f.b.i.) askerlerin en büyüğü, (bkz: sipâh-dâr, ser-asker).

-sipâr (f.s.) "feda eden, veren" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapar

Cân-sipâr canını feda eden.. gibi.

sî-pâre (f.b.i.) 1. Kur'ân'ın her bir cüzü. 2. mecmua, küçük kitap. [30 cüz demektir].

sipâriş (f.i.c. sipârişât) 1. ısmarlama, ısmarlayış. 2. bir şeyin yapılmasını ısmarlama. 3. birinin, başka yerde bulunan akrabasından birine kendi aylığından ayırtıp verdirdiği para.

sipârişât (f.i. sipâriş'in c.) siparişler.

sipâs (f.i.) şükretme, dua etme.

hamd ü sipâs Allah'a şükür.

sipâs-dâr (f.b.s.) hamdeden, şükreden.

sipâs-dârî (f.b.i.) şükrederlik, şükretme, (bkz: sipâs-güzârî).

sipâs-güzâr (f.b.s.) şükreden, Allah'a dua eden.

sipâs-güzârî (f.b.i.) şükrederlik, şükretme, (bkz: sipâs-dârî).

sipâsî (f.s.) teşekkür eden, minnettar.

sipeh (f.i.) 1. asker, (bkz: ceyş, leşker, sipâh). 2. ordu. (bkz: cünd).

sipeh-i belâ belâ askeri; belâ ordusu.

sipeh-büd (f.b.i.) başbuğ, başkumandan, ["sipeh-bed" şekli de var].

sipeh-dâr (f.b.i.). (bkz. sipâh-dâr).

sipeh-dârî (f.b.i.) seraskerlik, başkomutanlık.

sipeh-keş (f.b.s.) "er güder" başkumandan (başkomutan).

sipeh-sâlâr (f.b.i.). (bkz. sipâh-sâlâr).

sipeh-sâlârî (f.b.i.). (bkz. sipeh-dârî)

sipenc (f.i.) 1. misafirhane, otel. 2. (bu) dünyâ.

Serây-i sipenc dünyâ.

Sipend (f.i.) üzerlik tohumu, [tütsü olarak kullanılır].

siper (f.i.) 1. arkasına saklanılacak şey. 2. koruyucu engel. 3. gizlenilip savaşılacak yer

veya şey. 4. s. kuytu, korunulabilen [yer]. 5. şapka kenarı, önü.

siper-i sâika yıldırımsavar, paratoner, fr. paratonnerre.

siper-i şems, şems-siper şapka kenarı, yüzü güneşten koruyan başlık.

sipergam (f.i.) bot. fesleğen, lât. ocvmum basilicum.

siper-misâl (f.a.b.zf.) kalkan gibi.

sipihr (f.i.) 1. (bkz: asmân, semâ). 2. talih. 3. muüz. Türk müziğinde bir mürekkep makam olup en az altı asırlıktır; az kullanılmıştır, iki çeşidi vardır. Birinci nev'i şehnaz ile hisardan mürekkeptir, ikinci nev'i ise hisar ile kûçekten müteşekkildir. Birinci çeşide "eski sipihr" diyebiliriz; çünkü eskiden kullanılmıştır ve muahhar eserler ikinci nev'e dâhildir. Her iki çeşit de dügâh (la) perdesinde kalır (ilki hisar, ikincisi kûçek ile). Güçlü, birinci derecede her ikisinde de hüseyni (mi) perdesidir, ikinci derecede güçlü, eski sipihr'de neva, diğerinde ise çargâh'dır. Donanıma hisar'ın "sol" ve "re" bakıyye diyezleri konulur; hisarda mevcut hüseynî için, bu iki perde bekar yapılarak "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi kullanılır. Şehnaz ve diğer sipihr'deki kûçek için îcâbeden işaretler, nota içerisinde kullanılır, (ikinci bir donanım açılabilir). Maâmâfih, makamı terkîbeden dizilerin bâzan tamâmı değil, bir parçası kullanılır.

sipihr-hüseynî (f.b.i.) müz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

sipihr-uşşâk (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

sipürde (f.i.) müz. Türk müziğinde diyapazon'un lâ'sını hüseynî (mi) olarak alan ahenk ki, "ahterî" de denilir.

sîr (f.s.) 1. tok, doymuş.

Dil-sîr gönlü tok, kanmış. 2. sarmısak. (bkz: fûm).

sîr ü piyaz sarmısak ve soğan.

si’r (a.i.c. es'âr) narh.

sîr-âb (f.b.s.) 1. suya kanmış. 2. taze, körpe.

Gül-i sîr-âb taze gül.

sirâc (a.i.c. sürüc) ışık, kandil, mum.

sirâc-ı râh-ı hidâyet doğru yolun ışığı; Hz. Muhammed.

sirâc-üd-dîn 1) dînin kandili; 2) [sıraceddin şeklinde kullanılan] erkek adı.

sirâc-ün-nehâr (sabah ışığı) güneş.

sirâce (a.i.) hek. sıraca, (bkz: dâ-ül-hanâzîr).

sirâcî (a.s.) 1. mumla, kandille ilgili. 2. i. tar. Osmanlı devlerinde mum ve kandillerin bakımı ve yakımı işiyle görevli olan kimse.

sirâd (a.i.) ayakkabıcı bizi. (bkz: bîz).

sîrân (a.i. sûr'un c.) kaleler, hisarlar.

sirâyet (a.i.) geçme, bulaşma; yayılma; dağılma.

sirâyet-fi-l-cinâye huk. işlenen bir cinayet neticesinde çıkan şecce (baş yarığı) veya cerahatin dâiresini genişletmesi veya vefata müeddî olması.

sirbâl (a.i.c. serâbîl) gömlek, (bkz: kamîs, pîrâhen).

sîr-çeşm (f.b.s.) gözü, gönlü tok.

sîr-çeşmî (f.b.i.) tokgözlülük.

si-reng (f.b.s.) 1. üç renk, üç renkli. 2. XV., XVI. asırlardan, XVIII. asra kadar kullanılan bir çeşit ipekli kumaş. 3. s. güç anlaşılan şey.

sîreng (f.i.) 1. anka denilen hayalî kuş. 2. müz. Türk müziğinin en az iki üç asırlık mürekkep bir makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

sîret (a.i.c. siyer) 1. bir kimsenin içi, hâli, tavrı, gidişi, ahlâkı. 2. hal tercümesi, fr. biographie.

sîret-i hasene güzel, iyi ahlâk.

sirhân (a.i.c. serâhîn) kurt [yırtıcı hayvan], (bkz: gürg, zi'b).

sirişk (f.i.) gözyaşı, (bkz: dem', eşk).

sirişk-bâr (f.b.s.) gözyaşı döken.

sirişt (f.i.) yaradılış, tabiat, huy. (bkz: hilkat, tabîat).

sirişt-i hûb güzel tabîat, ahlâk.

sirişte (f.s.) yoğurulmuş; karıştırılmış.

sirkat (a.i.) hırsızlık, çalma, çalınma.

sirke (f.i.) sirke; bit yumurtası.

sirke-i dih-sâle (on yıllık sirke) kin, düşmanlık.

sirke-ebrû (f.b.s.) huysuz, aksi, ters [arkadaş].

sirke-furûş (f.b.s.) 1. sirke satan, sirkeci. 2. mec. ekşimiş yüzlü [kimse].

sirke-furûşî (f.b.i.) 1. sirke satıcılık, sirkecilik. 2. ekşi yüzlülük.

sirkencübîn (a.i.) bal ile sirkenin karıştırılmasından meydana gelen bir şerbet.

sirkengübîn (f.i.) (bkz. sirkencübîn).

sirvâl (a.i.c. serâvîl) şalvar (bkz: şervâl).

sîsâ (a.i.) hek. omurga kemiklerinin dizildiği yer.

sîsâî, sîsâiyye (a.s.) sîsaya ait.

Basala-i sîsâiyye hek. Soğan ilik.

sit (a.i. ve s.), (bkz. sitt).

sît (a.i.) 1. ün, iyi şöhret, (bkz: zikr-i cemîl). 2. çatırdı, patırdı.

sît-i safâ neş'e sesi.

sitâd (f.i.) alma, alış.

Dâd ü sitâd alış, alım satım, (bkz. ahz ü i'tâ).

sitâm (f.i.) altınla, gümüşle işlemeli at başlığı.

-sitân (f.e.) yer adı yapmaya yarayan ek. (bkz. -istân).

Gül-sitân gü yeri, gül bahçesi, güllük.

Seng-sitân taşlı yer, taşlık. (bkz. seng-lâh).

-sitân (f.s.) "alan, alıcı" mânâlarıyla birleşik kelimeler yapar.

Cân-sitân can alan.

Dil-sitân gönül alan.

sitâre (a.i. setr'den. c. setâir) örtünülecek, perdelenecek şey.

sitâre (f.i.c. sitaregân) 1. astr. yıldız, (bkz: ahter, kevkeb, necm). 2. talih, kader, baht.

sitâre-i rahşân parlak yıldız.

sitâre-dân (f.b.i.) müneccim, fr. astrologue. (bkz: sitâre-şinâs).

sitâregân (f.i. sitâre'nin c.) astr. yıldızlar, (bkz: kevâkib, nücûm).

sitâre-şinâs (f.b.i.). (bkz. müneccim).

sitâyiş (f.i.) 1. övme, övüş. (bkz: medh, senâ). 2. s. öven.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   146   147   148   149   150   151   152   153   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin