süleymânî (a.i.) 1. kemer tokası ve sâire yapmakta kullanılan kıymetli bir taş. 2. Süleyman'a ait, süleymanla ilgili. 3. s. g. s. güzel sanatlarda kullanılan bir kâğıt cinsi [tezhip, hat, minyatür v.b.].
süleyme (a.i.) hek. el ve ayak parmaklarının ikinci kemiği, fr. phalange.
süleyme-i sagîre anat. parmak üçüncü kemiği, fr. phalangette.
sülhafâ (a.i.) kaplumbağa.
sülhafâ-i azb zool. tatlı su kaplumbağası.
sülhafâ-i bahriyye zool. deniz kaplumbağası.
sülhafâ-i berriyye zool. kara kaplumbağası.
sülhafâ-i mezragıyye zool. nehir, göl ve bataklıkların kenarında yaşayan, kara kaplumbağasına benzer bir cins kaplumbağa.
sülhafât (a.i.c. selâhif) zool. kaplumbağa, (bkz: sülhafâ).
sülhafiyye (a.i.) zool. kaplumbağalar, fr.cheloniens.
süllâ' (a.i.) nebatların (*bitki) kabukları üzerinde bulunan ve kolaylıkla kopan dikenler.
süllâf (a.i. selefin c.) selefler, önce gelip geçmişler, (bkz: eslâf).
sülle (a.i.) 1. çok para. 2. insan topluluğu, kalabalık.
Lâ-yüferriku beyne-s-sülle ve-s selle
koyun sürüsü ile insan kalabalığını farketmez; çok aptal.
süllem (a.i.c. selâlim) 1. merdiven. (bkz. mi'râc1,mirkat) 2. hek. kulağın içindeki merdiven şeklinde olan boşluk.
sülme (a.i.) gedik, çatlak. (bkz: sahre).
sülûc (a.i. selc'in c.) karlar.
Sülûk (a.i. silk'den) 1. bir yola girme, bir yol tutma. 2. husûsî bir sınıfa, bir grupa katılma. 3. bir tarikata intisâbetme.
sü'lûl (a.i.) 1. meme başı. 2. vücutta meydana gelen siğil.
sülüs (a.i.) 1. üçte bir. 2. (bkz: hatt-ı sülüs). 3. sikkenin üçte bir değerindeki madenî para.
sülüs celîsi g. s. bir yazı sitili. sülüs grossi g. s. bir yazı sitili, [hattat Râkım'ın îcâdıdır].
sülüsân (a.s.) üçte iki, üç kısımda iki kısım, (bkz: sülüseyn).
sülüseyn (a.s.c.) üçte iki, üç kısımda iki kısım, (bkz: sülüsân).
sülüsî (a.s.) 1. sülüsle, üçte bir ile ilgili. 2. i. bir yazı sitili.
sülvân, sülvâne (a.i.) yüreğe ferahlık veren ruh; iç açıcı ilâç.
süm (f.i.) dört ayaklı hayvanların tırnağı.
süm'a (a.i.) görsünler, işitsinler diye yapılan göstermecilik, (bkz: riya).
sümeyre (a.i.) 1. meyva çağlası. 2. bot. kendi üzerine kıvrılmış yaprak.
sümmâk (a.i.) somak, kebaba, hamura konulan ekşice ve kırmızı taneler.
sümme (a.zf.) 1. sonra, (bkz: ba'dehu, pes). 2. tekrar ve tekrar.
sümme-t-tedârik (a.b.s ve zf.) tedârikten sonra, iş olduktan sonra düşünülmüş, sonradan uydurma; son anda yapılan veya düşünülen, [aslı "sümme-t-tedârük" dür].
sümpâre (o.i.) zımpara, (bkz: sünbâde).
sümre, sümret (a.i. esmerlik, karayağızlık.
süm-tırâş (f.b.i.) suntraç, nalbantların tırnak kesme âleti.
sümûhat (a.i.) elaçıklığı, cömertlik. (bkz: semahat).
sümûm (a.i. semm'in c.) zehirler, ağılar. (bkz: simâm).
sümut (a.i. simât'ın c.) 1. sofralar, yemek masaları. 2. sofraya gelmiş yemekler. 3. saflar, sıralar, diziler.
sümün (a.i.) sekizde bir 1/8. ("sümn" de denilir).
sümüvv (a.i.) yükseklik, yücelik, (bkz: rif’at, ulüvv). [maddî, manevî kullanılır].
sünâî (a.s.) 1. ikili, ikilik, iki kısımdan olma. 2. gr. aslî harfi iki olan [kelime], s. fels. ikincil, fr. secondaire.
sünâî-yül-mesken bot. iki evcikli, fr. dioîque.
sünâî küûl kim. ikincil alkol, fr. alcool secondaire.
sünâiyye (a.i.) fels. ikicilik, fr. dualisme. (bkz: isneyniyyet).
sünbâde (f.i.) zımpara. (bkz: süm-pâre).
sünbâdec (a.i.). (bkz. sünbâde).
sünbük (a.i.c. senâbik) toynak, at, eşek gibi tek tırnaklı hayvanların tırnağı.
sünbül (f.i.) 1. sünbül. 2. güzellerin saçı.
sünbül-i asâfîr (bkz: âle ).
sünbül-i hatâî bot. melekotu.
sünbül-i hindî bot. kediotu.
sünbül-i müzekker bot. tırtılımsı, fr. châton.
sünbül-i rûmî bot. hind sünbülü, nardin yağı, kedi otu.
sünbül-i sir-âb taze, taravetli sünbül.
sünbül-i teber bot. güzelhâtunçiçeğigillerden, özellikle iki çeşidi çok yaygın olan bir süs bitkisi.
sünbülât (a.i. sünbüle'nin c.) başaklar.
sünbüle (a.i. senâbil, sünbülât) 1. başak. 2. astr. Başak Burcu, semânın kuzey yarım küresinde bulunan yedi parlak yıldızdan müteşekkil bir dörtgen ve iki kuyruklu bir burç, lât. virgo; fr. vierge. [Güneş ağustosta bu burca girer]. 3. müz. muhayyer sünbüle makamının XIX. asırdan evvel kullanılan ismi [maamâfih, bu iki makam arasında ehemmiyetsiz bir farkın bulunduğu anlaşılıyor]. Sünbüle en eski makamlardandır. 4. Muallim Naci'nin 1890 da basılmış bir şiir kitabı.
sünbüle-i kadîm müz. Türk müziğinde eski bir mürekkep makamdır.
sünbüle-nihâvend (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinde bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur; en az iki asırlıktır.
sünbülî (f.s.) 1. sünbüle mensup, sünbülle ilgili. 2. yağmursuz kapalı hava. 3. Halvetiyye tarikatının Sünbül Sinan Efendi bölümüne mensup. 4. i. g. s. bir yazı sitili.
Sünbüliyye-i Halvetiyye (f.a.h.i.) tas. Halvetiyye tarikatı şubelerinden "Cemâliyye-i Halvetiyye" nin kollarından biri. [Sünbül Sinan adıyla meşhur Sinâneddîn-i Borlovî tarafından kurulduğu için bu adı almıştır].
sünbül-zâr (f.b.i.) sünbül bahçesi.
sündüs (a.i.) parlak renkli, çiçekli altın veya gümüş telle işlemeli, nakışlı olarak dokunmuş ipek kumaş.
sündüsî (a.s.) sündüsten yapılmış şey.
sünen (a.i. sünnet'in c.) sünnetler.
sünen-i seniyye Hz. Muhammed'in işledikleri kutsal işler.
sünne (a.i.) (bkz: sünnet).
sünnet (a.i.c. sünen) 1. iyi ahlâk, iyi tabîat. 2. Hz. Muhammed'in sözleri, işleri ve tasvibleri [misvak kullanma, cemaatle namaz kılma vb. gibi].(bkz: hadîs).
Ehl-i sünnet Şia'nın haricindeki İslâm mezheplerine mensup olan çoğunluk.
sünnet-i gayr-i müekkede Hz. Peygamberin çok defa eda edip bâzan terk ettikleri sünnet [namazda uzun okuma, ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri gibi..].
sünnet-i müekkede Hz. Peygamberin hemen hemen dâima eda ettikleri (sabah, öğle, akşam namazlarındaki) sünnetler. 3. çocuğu sünnet etme. (bkz: hitân).
sünnet-ullah Allah'ın koyduğu nizam.
sünnî, sünniyye (a.s.) sünnet ehlinden olan kimse, [aksi şîî].
sünûh (a.i.c. sünûhât) 1. sağlam ve emîn olma. 2. adamakıllı bilme. 3. (sinh'in c.) diş yuvaları, diş çukurlan.
Sünûh (a.i.c. sünûhât) l. akla, hatıra gelme, içe doğma. 2. çıkma, zuhur etme, vâki olma.
Şeref-sünûh şerefle akla gelen.
sünûhât (a.i. sünûh'un c.) akla, hatıra gelen, içe doğan şeyler.
sünûhî (a.s.) 1. içe doğma hâline mensup, hatıra gelmekle ilgili. 2. erkek adı.
sünûn (a.i. sene'nin c.) yıllar, (bkz: sinîn).
-süpâr (f.s.) (bkz: -sipâr).
süpâre (f.b.i.) 1. Kur'ân'ın her bir cüzü. 2. mecmua, küçük kitap, [aslı “sî-pâre = 30 cüz" dür].
süpürde (f.s.) 1. ısmarlanmış, sipariş olunmuş. 2. verilmiş, bırakılmış.
sür a.i.) (bkz: sürr).
sürâdık (a.i.c. sürâdıkat) 1. büyük pâdişâh çadırı. 2. saray perdesi, (bkz: serâ-perde).
sürâdikat ("ka" uzun okunur, a.i. sürâdık'ın c.) l. saray perdeleri, harem dâirelerinin önüne çekilen büyük perdeler. 2. otağlar, pâdişâh çadırları.
sürâg (f.i.) iz, eser, işaret.
sür'at (a.i.) çabukluk, hız.
sür'at-i infiâl çok çabuk gücenen, darılan.
sür'at-i intikal çabuk anlama, çabuk kavrama.
sür'at-i intişâr yayılma hızı.
sür'at-i mümkine mümkün olan çabukluk.
sür'at-i seyr gidiş hızı.
sür'at-i tebahhur fiz. buğulaşma hızı.
sürb (f.i.) kurşun; kalay; kurşun ve kalay karışımı.
sürbe (a.i.c. süreb, sürüb) 1. sürü. 2. gürûh, cemâat.
sürehâ' (a.s. sarîh'in c.) saf ırklar.
sürer (a.i. sürre'nin c.) anat. göbekler.
Süreyyâ (a.h.i.) 1. astr. Ülker yıldızı, [semânın kuzey yarım küresinde Sevr burcunun en parlak yıldızı olan Eddeberân'ın ilerisinde ve Feres-i A'zam istikametinde görünen güzel bir yıldız kümesi (Pleiades)]. (bkz: Pervîn).
Ikd-ı Süreyya astr. Ülker [gerdanlığa benzetilmesinden dolayı bu ad verilmiştir]. 2. erkek ve kadın adı. 3. asılmış avize.
sürfe (a.i.) biy. kurtçuk.
sürfe (f.i.) öksürük, (bkz: suâl).
sürh (f.s.) 1. kırmızı, kızıl, (bkz: ahmer). 2. kırmızı mürekkep. 3. bab veya fasıl
başlıkları kırmızı mürekkeple yazılmış olan yazma kitap.
sürh-âb (f.b.i.) 1. kırmızı su. [kan ve şarap]; allık. 2. mec. keder, gözyaşı.
sürh-âbî (f.b.i.) 1. kırmızı ördek. 2. s. kırmızı su renginde olan.
sürhî (f.i.) kırmızılık, kızıllık, (bkz: humret).
sürhî-i hicâb utançtan doğan kırmızılık.
sürh-ser (f.b.s ve i.) 1. kızılbaş. (bkz. râfızî). 2. s. kırmızı başlı.
sürîn (f.i.) 1. makat. 2. göbek.
süriyye (a.i.c. serârî) câriye, odalık. (bkz. kenîzek, memlûke).
sürm (a.i.) anat. kalın bağırsağın alt kısmı.
Nezf-i sürm basur.
sürme (f.i.) sürme. (bkz: kûhl).
sürme-çûb (f.b.s.) göze sürme çekmek için kullanılan mil.
sürme-dân (f.b.i.) sürme kabı, sürme hokkası.
sürme-keş (f.b.s.) sürme çekmiş; sürme çeken, sürme çekici.
sürr (a.i.) anat. yeni doğmuş çocuğun kesilmiş göbeği.
sürrâk (a.s. sârik'ın c.) hırsızlar, (bkz: düzdân).
sürrât (a.i. sürre'nin c.). (bkz. sürer).
sürre (a.i.c. sürer, sürrât) 1. göbek. (bkz: nâf).
sürre-i bâtına yumurtanın şansı, iç göbek, fr. chalaze. [tam ortasında bulunmasından kinaye].
sürre-i rie anat. akciğer göbeği, fr. hile pulmonaire. 2. s. erkeğin hoşlandığı [kadın].
sürrevî (o.s.) göbeğe ait, göbekle ilgili, [aslı "sürrî" dir]. (bkz: sürrî).
sürrî (a.s.) göbeğe ait, göbekle ilgili.
sürûb (a.i. serb'in c.) 1. içyağları. 2. azarlamalar, çekiştirmeler, beğenmeler.
sürûc (a.i. serc'in c.) eyerler, at takımları.
sürûd (f.i.) şarkı; türkü.
sürûd-i hezâr bülbül nağmesi.
sürûd-i husrevânî müz. İran sâsânî müziğinde halk türkülerine verilen isimlerden biri. [kısaca husrevânî de denilir].
sürûd-gû (f.b.i. ve s.) 1. şarkıcı, solist. 2. şâir, ozan.
sürûd-serâ (f.b.i. ve s.) 1. şarkıcı, solist. 2. şâir.
sürûr (a.i.) sevinç.
Dâr-üs-sürûr sevinç evi, sevinçli yer.
Sürûrî (a.h.i.) XVIII. asrın ikinci yarısında yaşamış olan bu şâirin asıl adı Osman'dır. Adanalıdır. Şiirde önce "Hüznî" sonra da "Sürûrî" mahlasını kullanmıştır. Birçok şiirler yazmış ve bunlardan bir dîvan tertîbetmiştir. Şiirlerin çoğu hiciv ve mizaha aittir. Zamanı şâirlerinden Sünbülzâde Vehbî ile Şeyh Galib'i de hicvetmiştir. Sünnî'nin asıl şöhret ve muvaffakiyeti "ebced" hesabıyla tertîbettiği manzum târihlerindedir. Târihlerinden bir kısmı sonradan "Sürûrî Mecmuası" adıyla neşredilmiştir.(d.?-ö.1813).
sürûrî (a.s.) l. sürurla, sevinçle ilgili. 2. neşeli, keyifli. 3. i. erkek adı.
sürûş (f.i.) 1. (c. sürûşân) melek, (bkz firişte). 2. Cebrail.
sürûşân (f.i. sürûş'un c.) melekler, (bkz: firiştegân).
sürûşe (f.i.). (bkz. sürüş).
sürüc (a.i. sirâc'in c.) ışıklar, kandiller, mumlar.
sürür (a.i. serîr'in c.) 1. yatacak yerler. 2. tahtlar.
Süryânî (a.s. ve i.) eski Suriye (Şam) halkından, onların eski dinlerinden olanlar.
süst (f.s.) 1. gevşek, sölpük, mec. tenbel. 2. mânâsız, değersiz [kelime].
süst-azm (f.a.b.s.) iradesi zayıf [kimse].
süst-baht (f.b.s.) talihsiz, şanssız [kimse].
süst-endâm (f.b.s.) vücutça zayıf [kimse].
süstî (f.b.i.) 1. gevşeklik, sölpüklük, tenbellik. 2 . değersizlik.
süst-pây (f.b.s.) yavaş yürüyen.
süst-peymân (f.b.s.) sözü, andı gevşek olan, sağlam olmayan.
sütâ' (a.i.) nezle, (bkz: zükâm).
sütre (a.i.) perde, örtü.
sütre-i beyzâ beyaz perde.
sütre-i hadrâ yeşil perde.
sütûde (f.s.) övülmüş; övülmeye değer.
sütûde-gî (f.i.) övülmüş, övülmeye lâyık olma hâli.
sütûde-sıfât (f.a.b.s.) sıfatı, vasfı övülmüş, iyi vasıflı.
sütûde-şiyem (f.b.s.) ahlâkı övülmüş, iyi ahlâklı.
sütûh (f.s.) 1. kederli, sıkıntılı. 2. yorgun. 3. beceriksiz.
sütûh-i mütevâziye geo. paralel düzlemler.
sütûn (f.i.) 1. direk. 2. gazete, kitap veya dergi gibi şeylerde sahifenin, yukardan aşağı doğru bölünmüş olduğu kısımlardan her biri, kolon.
sütûr (f.i.) binek ve yük hayvanı.
sütûr (a.i. sitr'in c.) 1. perdeler. 2. örtüler.
sütûr-bân (f.b.i.) seyis, hayvana bakan.
sütûr-dân (f.b.i.) ahır.
sütürde (f.s.) tıraş edilmiş, yontulmuş.
sütüre (f.i.) ustura.
sütürg (f.s.) 1. büyük, iri. (bkz: muazzam). 2. kuvvetli, güçlü. 3. öfkeli, kızgın, kavgacı.
süûl (a.i.) etbeni.
süvâr (f.i. ve s.c. süvârân) 1. ata binmiş, binici. 2. "binen, binici" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler meydana getirir.
Esb-süvâr ata binen, ata binici.
Ester-süvâr katıra binen... gibi.
süvâri (f.i.) 1. atlı. 2. atlı asker. 3. gemi kaptanı.
süver (a.i. sûre'nin c.) sûreler.
süveydâ (a.i.) 1. kalbin ortasında bulunduğu sanılan kara benek. 2. kalbdeki gizli günah. 3. bot. besidoku, f r. endosperme. 4. bot. besiörü, fr. albunıen.
süveydâ-ül-kalb yürekte olan siyah nokta. (bkz. esved-ül-kalb, habbet-ül-kalb, sevdâ-ül-kalb).
süveyk (a.i. sak'dan) bot. sapçık.
süvüm (f.s.) üçüncü, (bkz: sâlis).
süyûf (a.i. seyf’in c.) kılınçlar. (bkz: esyâf)
Bakıyyet-üs-süyûf kılıçtan arta kalanlar, savaştan ölmeden kurtulabilenler.
Ehl-i süyûf kıhç ehli, askerler.
süyûh (a.i. seyh'in c.) 1. akar sular. 2. çizgili elbiseler, (bkz. esyâh).
süyûl (a.i. seyl'in c.) seller.
Şaâbîn (a.i. şa'bân'ın c.) şa'banlar.
şaâyir (a.i. şaîre2nin c.) hek. arpacıklar, fr. orgelets.
şâb (f.i.) şap.
şâb-ı rûmî bir çeşit biber.
şâb (a.s. ve i.) (bkz: şâbb).
şa'b (a.i.c. şuûb) 1. cemaat, taife; kabîle. 2. Kızıldenizden çıkarılan dallı budaklı taşlar. 3. bölünmüş, parçalanmış şey. 4. hek. kafatasındaki çatlaklık.
şa'bân (a.i.c. şaâbîn) 1. arabî aylarının sekizincisi, ramazandan önce gelen ay. 2. erkek adı.
Şa'bâniyye-i Halvetiyye (a.b.h.i.) tas. Halvetiyye Tarikatı aslî şubelerinden biri. [kurucusu Şa'bân-ı Velîdir].
şâbâş (f.i.) takdir etme, beğenme, "aferin!" deme. (bkz: hôşâ).
şâbâşı (f.i.) aferin deme, beğenme, alkışlama.
şâbâş-hân (f.b.s.) beğenip alkışlayan, aferin diyen, (bkz. âferîn-hân, tahsîn-hân).
şâbb (a.s. ve i. şebâb'dan. c. şübbân) genç, delikanlı; yiğit.
Şeyh ü şâbb ihtiyar ve genç.
şâbb-ı emred henüz sakalı, bıyığı çıkmamış olan genç.
şa'beze (a.i.) el çabukluğu, hokkabazlık, (bkz: şu'bede).
şa'beze-bâz (a.f.b.s. ve i.) hokkabaz.
şâb-hâne (f.b.i.) şap çıkarılan yer.
şâd (f.s.) sevinçli, (bkz: memnûn, mesrûr).
Dil-şâd gönlü sevinçli.
şâd-âb (f.b.s.) suya kanmış, sulu; taze. (bkz: reyyân).
şâd-âbî (f.b.i.) suya kanmışlık, sulu olma; tazelik.
şâd-âb-ter (f.b.s.) çok, aşırı sulanmış, su verilmiş.
şâdân (f.s.) 1. sevinçli, keyifli. 2. şâd kimseler. 3. i. kadın ve erkek adı.
şâd-behr (f.b.i.) sevinçli durum.
şâd-hâb (f.b.s.) uykusu tatlı.
şâdî (f.i.) 1. memnunluk, sevinçlilik, gönül ferahlığı, (bkz: mesrûriyyet). 2. erkek adı.
Mürde-i şâdî çok sevinçten gelen ölüm. [müen. "şâdiye"].
şâdiye (a.s.) 1. güzel sesle şarkı okuyan, şiir söyleyen kadın. 2. i. kadın adı.
şâdî (a.i. şedâ'dan) 1. mahkeme hademesi; mübaşir. 2. tar. vaktiyle sultan sarayına odun götüren yeniçeri; odun anban me'muru. 3. nağme ile şiir okuyan. 4. ilimden, edebiyattan hissesi olan. 5. tar. torba oğlanı, Acemi Ocağı neferi.
şâd-kâm (f.b.s.) çok sevinçli.
şâd-kâmî (f.b.i.) çok sevinçlilik.
şâd-mân (f.s.) sevinçli, (bkz: mahzûz, memnun, mesrur).
şâd-mânî (f.i.) sevinç, (bkz: mahzûziyyet, mesrûriyyet).
izhâr-ı şâd-mânî sevincini gösterme.
şâd-merg (f.b.i.) sevinç ölümü, çok sevinmeden doğan ölüm.
şâd-nâk (f.b.s.) gönlü memnun. (bkz. mesrur).
şâdurvân (f.b.i.) şadırvan, en çok cami avlularında bulunan, etrafı çok musluklu
duvarla çevrili su haznesi.
şâe (a.fi.) istedi.
İnşâ'-Allah (inşallah) Allah istedi ise; Allah isterse.
şafak (a.i.) 1. gurubdan sonraki alaca karanlık. 2. Güneş doğmadan önceki alacalık.
şafak-âlûd (a.f.b.s.) şafak renginde, şafak gibi.
şafak-gûn (a.f.b.s.) şafak renkli, kızıl.
şafak-nümûn (a.f.b.s.) şafak yeri gibi kızıl renkte görünen.
şâfi' (a.s. şefâat'den) şefaat eden, kabahatli kimsenin afvı için araya girip yalvaran
(bkz: şefî').
şâfi-i rûz-i ceza (ceza gününün şefaatçisi); Hz. Muhammed.
şâfi-i yevm-i arasât [arasat (meydan) gününün şefaatçisi] Hz. Muhammed.
şâfî, şâfiye (a.s. şifâ'dan) l. şifâ veren, verici, hastayı iyi eden.
Edviye-i şâfiye şifalı ilâçlar. 2. kifayet eden, yeter görünen, (bkz: mukni').
Cevâb-ı şâfî yeter görülen cevap.
Şâfiî (a.h.i.) imâm-ı Şafiî mezhebinden olan kimse.
Şâfiî (a.h.i.) sünnet ehlinin sâlik bulundukları dört mezhepten birinin imamı olan zat [Gazzeli olup asıl adı îdris'dir]. (Hicrî d. 150 - ö. 204).
şâfiiyy-ül-mezhep Şafiî mezhebinden olan kimse.
şâfiyye (a.i.) şâfiîlik, İmâm-ı Şafiî mezhebinden olma.
şagal (f.i.) (bkz: segal).
şâgil (a.s. şugl'den) 1. meşgul eden, edici. 2. meşgul olmayı gerektiren. 3. işgal eden; tutan. 4. bir mülkte oturan.
şâgird (f.i.c. şâgirdân). (bkz: şâkird).
şâgirdî (f.i.) şakirtlik, çıraklık.
şâh (f.i.) 1. dal, budak, (bkz: gusn).
şâh-ı gül gül dalı. 2. geyik ve benzeri gibi hayvanların dallı boynuzu, (bkz: karn).
şâh-ı âhû ceylân boynuzu. 3. parça.
şâh şâh parça parça. 4. kadeh. 5. parmak uçlarından koltuğa kadar insan eli. 6. su arkı. 7. eğe kemiği. 8. alın. 9. elbise tirizi. 10. büyük boy ney.
şâh (f.i.c. şâhân) 1. pâdişâh, (bkz: husrev, pâd-şâh, şeh, şehen-şâh). 2. îran veya Efgan hükümdarı. 3. satranç taşlarının en mühimi.
şâh-ı encüm astr. Güneş.
şâh-ı gedâ-nihâd fakir mizaçlı şah, kibirli olmayan hükümdar.
şâh-ı Kerbelâ (Kerbela şahı) Hz. Hüseyin.
şâh-ı Kevneyn Hz. Muhammed. "iki Dünyânın şahı"
şâh-ı Levlâk Hz. Muhammed.
şâh-ı mârân (yılanların şahı, pâdişâhı) ejderha.
şâh-ı merdân, şâh-ı velâyet Hz. Ali.
şâh-ı Risâlet Hz. Muhammed.
şâh-ı şîr-çeng arslan pençeli pâdişâh.
şâh-ı zinde (Kasım İbn-i Abbâs) Hz. Muhammed'in yeğeni.
şâh-ı zü-l-fekar Hz. Ali.
şâha (f.i.) 1. boyunduruk. 2. iki dişli çatal.
şahâb (a.i.c. şihbân, şühüb) 1. (bkz: şihâb). 2. erkek adı.
şahâdet (a.i.) 1. şahitlik, şahitlik etme, tanıklık. 2. bir şeyin doğruluğuna inanma. 3. delâlet, alâmet, işaret. 4. "eşhedü en la ilahe il lallâh..." cümlesini söyleme. 5. şehitlik, şehit olma. 6. gözle görülen şeyler, varlıklar, dünyâ.
Âem-i şahâdet Dünyâ, cihan.
Âlim-ül-gayb ve-ş-şâhâde (görülen ve görülmeyen şeyleri bilen) Allah.
şahâdet-nâme (a.f.b.i.) 1. diploma. 2. vesîka, "belge.
şahâmet (a.i.) yağlılık, semizlik, şişmanlık, şişman olma.
şâhân (f.i. şâh'ın c.) şahlar,
şâhâne (f.zf.) 1. hükümdara ait, hükümdarla ilgili. 2. hükümdara yakışacak şekilde olan, çok mükemmel.
şâh-bâl (f.b.i.) kuş kanadının en uzun tüyü. (bkz. şeh-bâl).
şâh-bâz (f.b.i.) 1. bir cins iri ve beyaz doğan. 2. s. yiğit, şanlı, gösterişli [adam].
şâh-bender (f.b.i.). (bkz. şeh-bender).
şâh-beyt (f.a.b.i.) ed. bir gazelin en güzel beyti.
şâh-dâne (f.b.i.) 1. iri inci tanesi. 2. kenevir tohumu.
şâh-dâr (f.b.s.) 1. dallı, budaklı [ağaç]. 2. dallı boynuzu olan [hayvan].
şâh-dârû (f.b.i.) şarap, (bkz: bâde, sahpâ).
şâhen-şâh (f.b.i.) en büyük pâdişâh, şah, pâdişâhlar pâdişâhı, şahlar şahı.
şâhen-şâhî (f.b.i.) ulu padişahlık, yüce hükümdarlık.
şâhen-şeh (f.b.i.). (bkz. şâhen-şâh, şehen-şeh).
şâhen-şehî (f.b.i.) ulu hükümdarlık.
şâh-eser (f.a.b.i.) 1. üstün eser, fr. chef-d'oeuvres. 2. üstün değerde, (bkz: şâh-kâr). 3. ed. bir şâirin, bir muharririn en güzel eseri.
şâhıs (a.i. şahs'dan) 1. belirten. 2. ölçmek için dikilen, bir buçuk metre kadar uzunluğunda bulunan ağaç kazıklar.
şâhî (f.s.) 1. şaha, hükümdara mensup, şah ile ilgili. 2. i. şahlık, hükümdarlık. 3. i. yumurtalı, nişastalı bir helva. 4. i. mermerşahi da denilen ince ve makbul bir patiska. 5. i. eski topların bir çeşidi. 6. i. eskiden gümüşten, sonraları bakırla nikelden yapılan ve kırân'ın (bkz: kıran) yirmide biri değerinde olan bir îran parası.
şâhid (a.s. ve i. şehâdet'den. c. şevâhid) 1. şahit (tanık). 2. senet yerine geçecek şekilde büyük bir eserden veya kimseden alınan örnek.
şâhid-i âdil doğru sözlü şahit.
şâhid (f.s.) 1. sevgili, (bkz: mahbûbe). 2. güzel, (bkz: dil-ber).
şâhid-i bâzâr orta malı güzel [kadın].
şâhid-i devrân ünlü güzel, herkesçe bilinen ve sevilen güzel.
şâhid-i zîbâ yakışıklı güzel.
şâhid-bâz (f.b.s.) "güzelle oynayan" oğlancı, kulampara, (bkz: mâhbûb-dost).
şâhid-bâzî (f.b.i.) oğlancılık, kulamparalık.
şâhide (a.i.) mezara dikine dikilen ve üzerinde yazı ve çiçek bulunan mermerden baş ve ayak taşı.
şâhid-zôr (a.f.b.s.) yalancı şahit.
şâhik (a.s.) yüksek, yüce [dağ, bina, yapı..].
şâhika (a.i.c. şevâhik) dağ tepesi, dağ doruğu, (bkz: zirve).
şahîm (a.s.) yağlı, semiz, şişman.
şâhîn (f.i. arapça c. şevâhîn) zool. doğan [kuş], lât. falco peregrinus.
şâh-kâr (f.b.i.) baş eser, en güzel eser. (bkz: şâh-eser).
şahm (a.i.c. şuhûm) 1. içyağı, etler arasında bulunan yağ. 2. kim. katıyağ, don yağı.
şahm-ı ma'denî mineral yağ.
şahme (a.i.) [bir parça] içyağı.
şahmet-ül-üzn kulak memesi.
şâh-merdân (f.b.s.) şahmerdan, aşağı yukarı çıkan büyük demir tokmak.
şâh-nâme (f.b.i.) 1. hükümdarların biyografisini manzum olarak anlatan eser. 2. h. i. Tus'lu Firdevsî'nin ünlü manzum destanı.
şahne (a.i.) 1. inzibat me'muru, emniyet me'muru. [aslı "şihne" dir]. 2. harmanlara nezâret eden kimse.
şâhne-i çehârüm (dördüncü kanun düzenleyen) Hz. Muhammed.
şahne-i çehârüm-hisâr 1) Güneş; 2) Hz. İsa.
şahne-i çehârüm-kitâb (dördüncü kitabın sahibi) Hz. Muhammed.
şahne-i deryâ-yı ışk (aşk denizinin bekçisi) Hz. Muhammed.
şahne-i gavga-i kıyâmet (kıyamet gününün adalet ve emniyetini sağlamakla görevli) Hz. Muhammed.
şahne-i iklîm-i adi ü dâd (adalet ve doğruluk ülkesinin emniyetini sağlayan) halîfe Hz. Ömer.
şahne-i kişver-i sıdk halîfe Hz. Ebûbekir.
şahne-i mülk-i hayâ halîfe Hz. Osman.
şahne-i necef halîfe Hz. Alî.
şahne-i pencüm hisâr astr. Merih gezegeni.
şahne-i şeb gece bekçisi.
şahne-i şeb ü seher Hz. Muhammed.
şâh-nişîn (f.b.i.) odanın sokak tarafına olan çıkıntısı, dışarıya doğru uzanan kısmı.
şâh-per (f.b.i.). (bkz. şâh-bâl).
şâh-râh (f.b.i.) 1. büyük, işlek yol, ana yol, cadde. 2. şaşırılması mümkün olmayan doğru ve açık yol.
şâh-reg (f.b.i.) şah damar, büyük damar, (bkz: şiryân-ı ebher).
şahs (a.i.c. şihâs, şuhûs, eşhâs) 1. kişi, kimse. 2. gr. şahıs.
şahs-ı hükmî tüzel kişi.
şahs-ı ma'nevî kendisine bir şahıs muamelesi yapılan banka, şirket v.b. gibi ortaklıklar.
şahs-ı sâlis (üçüncü şahıs) dâvada her iki tarafı da tutmayan.
şâh-sâr (f.b.s.) dallık, ağaçlık, koruluk.
şahsen (a.zf.) 1. şahıs itibarıyla, şahısça, cisimce. 2. kendi [kendim, kendin, kendiniz...]. 3. yalnız uzaktan görerek.
şâhsî, şahsiyye (a.s.) şahsa, kişiye, kendine ait, şahısla, kendi ile, kişi ile ilgili.
Ef'âl-i şahsiyye şahsî işler.
Zamîr-i şahsî şahıs zamîri ben, sen, o., gibi.
şahsî beyyine huk. kişisel ispat, tanıkla ispat.
Dostları ilə paylaş: |