İman ve Amel
Bir başka husus da şudur: Kur’an-ı Kerim’de pekçok yerde iman ve amel-i sâlih beraber zikredilmektedir. Amel, umumî mânâda iş, vazife, hareket, davranış, ibadet, hayırlı faaliyet demektir. Fakat, daha ziyade insanların bir maksada binaen yaptıkları işe “amel” denir. Yapılan işte bir gâye ve maksat yoksa buna “fiil” denir, amel denmez. Necip Fazıl “iman ve aksiyon” konferansında temelde “aksiyon”u “amel”in karşılığında kullanmıştı. Fakat, Kurân-ı Kerim’in o mevzudaki üslubunu tercih ederek “iman ve amel” demek daha uygun ve doğru olsa gerek. Evet, sâlih amel, Cenâb-ı Hak nezdinde güzel ve makbul olan iş demektir. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât ve sadaka vermek gibi ameller amel-i sâlihe dahildir. Hatta güzel ahlaklı olmak ve evrensel İslâmî değerleri sergilemek de bir sâlih ameldir. Kur’an-ı Kerim ameli, “sâlih” sıfatıyla beraber ortaya koyuyor. Dolayısıyla, “aksiyon” kelimesi mânâyı karşılamakta yetersiz kalıyor. Çünkü, aksiyonda sadece hareket vardır. Sâlih amelde ise, arızasız, kusursuz ve bir gâyeye matuf olma esastır. Sâlih kelimesini, “kısır döngü” dedikleri “fâsid daire”nin zıddı olarak uydurma dildeki “doğurgan döngü”nün karşılığı olan “sâlih daire” ifadesinde de kullanıyoruz. Nasıl ki, şerler, şerre çağrıdır, davetiyedir; bir şer, başka bir şerrin vesilesidir, mukaddimesidir; aynen öyle de, bir hayır, başka bir hayrın çağrısıdır. Nasıl ki, insan bir şer işlemekle imandan bir adım uzaklaşır, küfre bir adım yaklaşmış olur; bir hayır işlemekle de imanda o kadar pekişmiş, o kadar güçlenmiş ve dolayısıyla da küfre, dalâlete karşı kendisine yeni bir sera daha oluşturmuş, zarardan korunmuş olur. İşte, bir hayrın daha başka hayırlara vesile olması ve sonraki hayırlara ortam teşkil etmesiyle sürekli hayırlar meydana gelmesine sâlih daire diyoruz.
Kur’an’daki, “sâlih amel” ifadesinde bir ıtlak vardır, yani, sâlih amelden kastın ne olduğu net olarak ifade edilmemiş, sınırları çizilmemiştir. Üstad hazretlerinin Sünuhat’ta dediği gibi, “Kur’ân, sâlihat’ı mutlak, müphem bırakıyor. Çünkü ahlâk ve faziletler, hüsün ve hayır çoğu nisbîdirler. Neviden nev’e geçtikçe değişir. Sınıftan sınıfa nâzil oldukça ayrılır. Mahalden mahalle tebdil-i mekân ettikçe başkalaşır. Meselâ, bir idarecinin, makamındaki ciddiyeti vakar, mahviyeti zillettir. Kendi evindeki ciddiyeti ise kibir, mahviyeti tevazudur. Madem ki, Kur’ân, bütün tabakata, bütün asırlara, her hâle şâmil bir hitab-ı ezelîdir. Hem nisbî hüsün ve hayır çoktur. Sâlihat’taki ıtlakı, beliğâne bir icâz-ı mutnebdir. Beyanda sükûtu, geniş bir sözdür.” Evet, Kur’an-ı Kerim bazı şeyleri mutlak bırakıyor ki, o mevzu şâmil olsun, benzer her hususu içine alsın. Öyleyse, hâlis bir niyetle, rükünlerine riâyet edilerek, şekil ve lafzın yanında meselenin ruhu, mânâsı ve özü de göz önünde bulundurularak, ondan matlub olan ma’rifet, muhabbet, aşk-u şevk yudumlanarak kılınan bir namaz da sâlih ameldir. Dolayısıyla, emr-i bi’l m’aruf, nehy-i ani’l-münker veya i’lâ-yı kelimetullah da sâlih amel haricinde kalmaz. Hani, Hilafet kaldırılırken bir kanun maddesi olarak deniyor ki: “Hilâfet resmen ilgâ edilmiştir; fakat Büyük Millet Meclisi’nin şahs-ı mânevîsinde meknuzdur.” İşte, amel-i sâlih’in ruhunda da emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i anil-münker, irşâd ve i’lâ-yı kelimetullah meknuzdur. Demek ki, “iman edenler ve salih amel işleyenler” dendiği zaman i’lâ-yı kelimetullah da kastedilmektedir. Normal zamanlarda farz-ı kifaye olarak, irşad adına seferberlik anında da farz-ı ayn, yani teker teker her ferdin görevi olarak o vazife terettüp etmektedir.
Şeytanın Gemleri
Şunu da unutmamak lazım; Lokman aleyhisselam oğluna, “Evladım, namazı hakkıyla ifa et, iyiliği yay, kötülüğü de önlemeye çalış ve başına gelen sıkıntılara sabret! Çünkü bunlar azim ve kararlılık gerektiren işlerdendir.” (Lokman, 31/17) buyuruyor. Emir mahiyetinde dört nasihatte bulunuyor: namaz kıl, emr-i bil-m’aruf yap, nehyi anil-münkerde bulun ve bunları yaparken başına gelebilecek musibetlere karşı dişini sık, sabret. Çünkü, azim ve kararlılık gerektiren çok kıymetli bu üç ameli eda edenleri şeytan ve avaneleri pek hoş karşılamaz ve rahat bırakmazlar; tahditlere, sıkıntılara, eziyetlere, takiplere, esaretlere, sürgünlere... maruz bırakırlar. Hatta ölümle tehdit eder, fırsat bulurlarsa zehirler, darağaçları hazırlar ve ne yapıp edip ilâ-yı kelimetullah vazifesinin yapılmasına mani olmaya çalışırlar.
Bu kavga, ta Hazreti Adem’e karşı şeytanın düşmanlığıyla başlamıştır, günümüzde de devam etmektedir. Üstad, “Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır.” demiyor mu? Eğer hayırlı işlerin arkasındaysanız, şeytan ve onun cinnî-insî dostları sizinle de uğraşacaklardır. Peki neden başkalarıyla uğraşmıyorlar? Niye uğraşsınlar ki? Anlatılır ya: Birisi, caminin önünden geçerken bakmış ki orada başka biri bekliyor. “Sen kimsin, burada ne bekliyorsun?” diye sormuş. Karşıdaki cevap vermiş: “Ben şeytanım, şu camiden çıkacak insanları bekliyorum. Elimdeki şu gemleri onların kafalarına vuracak ve istediğim tarafa yönlendireceğim onları.” Adam tekrar sormuş; “Benim için getirdiğin gem hangisi?” Şeytan cevap vermiş: “Senin için geme lüzum yok ki; sen zaten kendi ihtiyarınla arkamdan koşturup duruyorsun.” Evet, tabiatı dalalete, küfre kilitlenmiş bir varlıktır şeytan. Başka şeyleri düşünmeye, faydalı işleri mülahazaya almaya içinde hiç boşluk kalmamıştır onun. Mütemâdî kine, nefrete, düşmanlığa kilitlenmiştir.. Ebu’l-Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-ğâfilîn’in son bahsinde Peygamber Efendimiz ve şeytanın karşılaştığından, Efendimizin ona on tane soru sorduğundan bahsediyor. Soruların birinde Peygamber Efendimiz, “En çok kimden nefret ediyorsun?” deyince “Senden” diye cevap veriyor mel’un. Elbette O’ndan nefret edecektir. Çünkü O’nun, kâinatın yüzüne serptiği nurlarla varlığın mânâsı ve mahiyeti okunmuş; şeytanın oyunları bozulmuştur. Çünkü O olmasaydı eşyânın mahiyeti anlaşılamayacaktı.. O olmasaydı biz Enbiya’yı tanıyamayacak.. O olmasaydı dünya ve ukbâyı anlayamayacaktık. Elbette şeytan onun düşmanı olacaktır. Ondan sonra da derecesine göre, peygamber varislerine düşmanlık edecektir.
Cenâb-ı Allah, “Sen, de ki: “Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!” (Mu’minûn, 23/97-98) buyuruyor. “Şeytan” değil de “şeyâtîn” diyor; yani, bir tane değil, pek çok şeytandan, onun avanesinden, dost ve yardımcılarından Kendisine sığınmamızı emir buyuruyor. “O şeytan, cinlerden de olur, insanlardan da.” (Nâs, 114/6) diyerek cinler arasında olduğu gibi insanlar arasında da şeytan fıtratlı, şeytanın yardımcısı kimseler bulunduğunu haber veriyor. Allah’ı inkâr eden, inkâra dokunulduğu zaman kendisine dokunulmuş gibi rahatsızlık duyan, küfre kilitlenmiş tabiatlara dikkat çekiyor. İşte, eğer siz hayırlı bir iş yapıyorsanız, cinnî ve insî şeytanlar, mutlaka ona mani olmak isteyeceklerdir. Size meyleden insanların da başlarına gem vurmaya, onları başka vadilere çekmeye çalışacak, o hayırlı faaliyetlerinizden istifade etmelerine engel olacaklardır. Sürekli, hayırlı işlerin önünü kesmeye çalışacak, daima sâlihâtla aranıza setler çekeceklerdir. Bazen, malla, bazen dünyevî menfaatlerle, bazen şehvet, servet ve devlet vaadiyle hiç durma bilmeden size musallat olacak ve Allah’ın rızasına giden yolda ayağınıza çelmeler takmaya çalışacaklardır.
Fakat, inşaallah, sağlam bir imanınız varsa ve onu takviye etmenize vesile olan kendi kültür kaynaklarınıza karşı bir kopukluk yaşamıyorsanız, şeytanın muzır mânileri karşısında sarsılmayacak, tökezlemeyecek, dimdik ayakta duracak, doğru bildiğiniz yolda yüreyecek ve rıza burcuna ulaşacaksınız. Hem yaptığınız işlerden dolayı pozitif olarak sevap kazanacaksınız; hem de dünyanın hiçbir câzibedar güzelliği karşısında dize gelmeyecek, dünya tecessüm etse bir fettan şeklinde karşınıza dikilse bile rahatlıkla onu da itmesini bilecek, hiçbir şey karşısında eğilmeyecek, dünyayı ve dünyevîlikleri ayağınızın ucuyla itecek, bütün şeytanî engelleri aşacak ve “Allah” deyip yolunuza devam edeceksiniz; edecek ve bir de o manileri aşmakla sevap kazanacaksınız. Bilinemez, yaptığınız müsbet şeylerle kazandığınız sevap mı daha büyüktür; yoksa menfi şeyleri itmek ve yolunuza yürümekle elde ettiğiniz sevap mı daha büyük?!.
Dostları ilə paylaş: |