(267-) Ya eyyühelleziyne amenu enfiku min tayyibati ma kesebtüm ve mimma ahrecna leküm minel Ard* ve la teyemmemül habiyse minhu tunfikune ve lestüm Bi ahıziyhi illâ en tüğmidu fiyh* va'lemu ennAllahe Ğaniyy'ün Hamiyd;
* Ey imân edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her
417
bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır.
لشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلاً وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
(268-) Eşşeytanü yeıdükümül fakre ve ye'muru-küm Bil fahşa'* vAllahu yeıduküm mağfiraten minhu ve fadlen, vAllahu Vasi'un 'Aliym;
*Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاءُ وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْراً كَثِيراً وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
(269-) Yü'til Hıkmete men yeşau'* ve men yü'tel Hıkmete fekad utiye hayren kesiyra* ve ma yezzekkeru illâ ülül elbab;
* Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.
Allah hikmeti dilediğine verir, kime ki hikmet verilmişse o hikmetin içinde çok büyük hayır vardır;
Hikmet lâfzıyla ona çok büyük hayır verilmiştir, hikmetin karşılığı hayır oldu burada, hayır dediğimiz zaman bütün hayırları kapsamına almaktadır ve bunu her kimse hatırlamaz ancak Kâmil akıl sahipleri bu hikmete sahip olurlar ve bunu hatırlarlar.
Cenâb-ı Hakk hikmetini bütün varlıklara vermiştir, burada bahse konu olan ise kim de, “zuhura çıkmıştır” demektir. Örneğin güneş nasıl kendinden haberi olmadığı halde dönüyorsa işte bunlar hep bir hikmet dahilinde oluyor ve Cenâb-ı Hakkk’ın Kudretiyle oluyordur, hikmetin en büyüğü ise varlığın kendisinde olan zâti hakikatini idrak
418
etmesidir, zâti hakikatin en üstüde insânda zuhur ettiğine göre hikmet sahibi bir insân kendi hakikatini idrak etmiş demektir, işte kime bu hikmet verilmişse ona büyük hayır verilmiştir dediği budur, bundan büyük hayır olmaz.
Bütün insânlarda bu hikmet var ve bu hikmeti kim de Hakkim isminin tecellisi varsa oradan ancak almak mümkün oluyor yoksa bu hikmeti başka türlü almak mümkün değil, o faaliyeti bilmek hikmet bu bilinen şeyi faaliyete koymak ise hayır oluyor.
Hikmet hakikatine ulaşmamış kimseler bu düşünceyi bu yaşantıyı anlayamazlar, hikmet hakikati kime verilmişse onlar bunu söylerler onlarda ulül elbab’tır, diyerek hikmet sahiplerinin lafızlarını söylüyor yani kimliklerini söylüyor. Ulül elbab Kâmil akıl sahipleri diye geçer, her insân akıl sahibidir, ancak Kâmil akıl sahibi başkadır. Ulül elbab’ın başka yönden lügat mânâsı, “bab” kapı demek olursa, kapı sahipleri olur yani Allah’a giden yoldaki kapılar ulül elbab’ın elindedir, onları bulmadan Allah’a ulaşmak mümkün değildir, kapıdan girmeden binaya ulaşmak nasıl mümkün değilse. Bugün İslâmiyyetin hâli birazda buna benziyor, yani bu binayı görüyor ama hep dışında dolaşıyor, Hakk’ın kapısı olan bu kapıda Esmâ-i İlâhiyyedir, Allah’ın isimleri kendine gelen kapısıdır işte irfan ehli Allah’ın isimlerinin kapılarıdır, isimden sıfatına, sıfatından zatına götürür, önce eşyanın hakikatini, sonra kimliklerini bilmektir.
وَمَا أَنفَقْتُم مِّن نَّفَقَةٍ أَوْ نَذَرْتُم مِّن نَّذْرٍ فَإِنَّ اللّهَ يَعْلَمُهُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ
(270-) Ve ma enfaktüm min nefekatin ev nezertüm min nezrin fe innAllahe ya'lemuh* ve ma lizzalimiyne min ensar;
* Allah yolunda her ne harcar veya her ne adarsanız, şüphesiz Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.
419
إِن تُبْدُواْ الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَ وَإِن تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَاء فَهُوَ خَيْرٌ لُّكُمْ وَيُكَفِّرُ عَنكُم مِّن سَيِّئَاتِكُمْ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
(271-) İn tübdüs sadekati feniımma hiye, ve in tuhfuha ve tü'tuhel fukarae fe huve hayrun leküm* ve yükeffiru anküm min seyyiatiküm* vAllahu Bi ma ta'melune Habiyr;
* Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da keffaret olur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
لَّيْسَ عَلَيْكَ هُدَاهُمْ وَلَـكِنَّ اللّهَ يَهْدِي مَن يَشَاءُ وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَلأنفُسِكُمْ وَمَا تُنفِقُونَ إِلاَّ ابْتِغَاء وَجْهِ اللّهِ وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ
(272-) Leyse aleyke hüdahüm ve lakinnAllahe yehdiy men yeşa'* ve ma tünfiku min hayrin felienfüsiküm* ve ma tünfikune illebtiğae vechillah* ve ma tünfiku min hayrin yüveffe ileyküm ve entüm la tuzlemun;
* Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zâten siz ancak Allah’ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç Hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir.
Onların hidayete ermeleri senin üzerine değildir, Hz. Rasûlüllah’ın üç özelliği vardır, şâhiden, mübeşşiran ve neziyran, evvelâ Benim şahidimsin yani Allah’ın şehadetçisisin, mübeşşiran tebşir edicisin ve neziyran ikaz edicisin, ancak Allah dilediğine hidayet verir, siz ne sarfetmişseniz sonra o size gelecektir.
420
لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْباً فِي الأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لاَ يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافاً وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
(273-) Lil fukarailleziyne uhsıru fiy sebiylillâhi la yestetıy'une darben fiyl Ardı, yahsebühümül cahilü ağniyae minet teaffüf* ta'rifühüm Bi siymahüm* la yes'elunen Nase ilhafa* ve ma tünfiku min hayrin fe innAllahe Bihi 'Aliym;
* (Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرّاً وَعَلاَنِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ
رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Dostları ilə paylaş: |