Bakara sûresi


(32) Kalû sübhaneKE lâ ılme lena illâ ma 'allemtena, inneKE ENTEl Aliymül Hakkiym



Yüklə 2,66 Mb.
səhifə9/75
tarix28.10.2017
ölçüsü2,66 Mb.
#17892
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   75

(32) Kalû sübhaneKE lâ ılme lena illâ ma 'allemtena, inneKE ENTEl Aliymül Hakkiym;


* Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.

Onlar dediler ki, “biz seni tenzih ederiz herşeyden, noksanlıklardan, noksan sıfatlardan, sen bize ne öğretmişsen biz onu biliriz, onun dışında başka bir şey bilmeyiz” diye melekler acizliklerini orada ifade ettiler.

44

Muhakkak ki Sen herşeyi bilirsin herşeye alîm’sin ve hakîm’sin, hakkıyla hükmedersin, hikmet sahibisin diye acziyetlerini bildirdiler. Âdem (a.s.) ile melâikeyi kirâm karşılaştıklarında ve melâikeyi kirâm Âdem (a.s.)ın kendilerinin çok üstünde bir oluşuma sahip olduğunu görünce acizliklerini ifade ettiler. İşte ef’âl mertebesi ile Zat mertebesinin birbirinden ne kadar ayrı olduğunu bu Âyeti Kerîme’ler bize gösteriyor, genel mânâ da karşılıklı konuşma gibi geçiyor, âlem genişliğinde o hâdise olmuş fakat bugün bu hâdise bu Âyetler bize ne veriyor bunu bilmemiz lâzım. Bu Âyetleri ve zâhir olarak oluşumu okuyacağız inceleyeceğiz ama orada bırakırsak biz irfan ehli değil nakil ehli oluruz ve şartlı bir bilgiyle, sınırlı bir bilgiyle Kûr’ân-ı Kerîm’e bakmış ve bu hâdiseleri değerlendirmiş oluruz.



Nasıl ki Cenâb-ı Hakk bütün işlerini melekleri vasıtasıyla gördürüyor işte bizde de o meleki güçler irfaniyyetin emrine girdikten sonra, biz o meleki güçleri daha iyi değerlendirip daha iyi daha güzel şekilde kullanabiliriz. İbadetlerle beraber hilâfetin faaliyete geçmesi gerekiyor, insân üzerinde hilâfet dediğimiz şeyde gönül âlemidir, gönül mertebesidir, Zât-î tecellinin olacağı yer insân’ın gönlüdür, bunları idrak edeceği yer ise aklıdır, beynidir. Aklı cüz’in aklı külle ulaşması lâzım, günlük işlerimizde kullandığımız aklı cüz, ki buna aklı maaşta diyorlar onuncu akılda diyorlar işte bu aklı cüz’imiz ile sevap kazanılıyor ancak bu da aklı cüz’i yerinde kullanırsak oluyor, genel olarak insânlara baktığımızda aklı cüz’ in de altında bir akılla hareket ediyorlar, aklı cüz bunların yanında çok parlak kalıyor fakat dinizimiz bu aklı cüz’in de yetersiz olduğunu bildiriyor, aklı cüz’den yavaş yavaş havalanarak Âdem’lik hükmüne sâhip olarak beden toprağımıza Âdem’i hakikatleri indirerek orada onu geliştirip genişleterek feyiz verdirerek aklı külle doğru yola çıkarmamız gerekiyor ancak buda irfaniyet yoluyla ariflik yoluyla olabiliyor işte meselelere böyle baktığımızda aklı cüz’den meydana gelen melâikeyi kirâm yani bizdeki meleki güçlerin aklı külle boyun eğmeleri gerekiyor,

45

neticedede onu yapıyorlar. Âyetin sonuna “Hâkim” ismini koymuş Cenâb-ı Hakk, “Hakkîm” hikmetle hareket eden demek, yani Alim, birşeyi bilici ama o biliş sadece zâhir mânâsı itibarıyla oluyorsa hikmet yoktur orada, tabi ki her ilmin bir hikmeti vardır fakat burada bahsedilen Hakkim bütün bu meselelerin zâhirîyle, bâtınıyle, haddiyle, matlaı’ ile hikmetlerine sâhip olan, o şekilde bilen ve bildiren demektir, işte hikmet hakikatıyle bu işleri anlamamız gerekiyor yani bu işlerin çözüm şifrelerinden bir tanesi de Hakkim ismi’dir yani bu Hakkim isminin zuhuru gerekiyor, fakat bunu faaliyete geçirecek vasıtalar da gerekiyor.



Her insânda mevcut olan bu Doksan dokuz(99) Esmâ-i İlâhiyye ve İsmi A’zam ile yani bütün bu Esmâ-i İlâhiyye yi bünyesinde toplayan halife ile birlikte Yüz(100) oluyor ve bu rakamdaki toplam olan (1+0+0=1) (Bir) Ahadiyet mertebesidir ve Ahadiyet mertebesinin bütün bu mertebelerdeki zuhuru ve tecellisidir ki bu âlemleri faaliyete geçiren sıfırlar, kendi başlarına hiç bir şey ifade etmiyorlarken 1 (Bir) in önüne gelince çokluğu meydana getirmiş oluyor, o sıfırların oluşumu dahi 1 (Bir) in yuvarlatılmış halinden başka bir şey değildir fakat kendi başına olduğundan sıfır oluyor, işte bu sıfırı ortadan böldüğümüz zaman “Kabe kafseyn” çıkar ortaya, tabi o da işin bir başka yönü, ikilik olacak ki muhabbet olsun ama 2 (İki) kendisinin salt olarak 2 (İki) olmadığı iki adet Bir (1+1) olduğunu idrak ettiği zaman o ikilik tesir etmez ve hakikatine ulaşmış olur.

قَالَ يَا آدَمُ أَنبِئْهُم بِأَسْمَآئِهِمْ فَلَمَّا أَنبَأَهُمْ بِأَسْمَآئِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ


(33-) Kale ya Ademü enbi'hüm BiEsmâihim, felemma enbeehüm BiEsmâihim, kale elem ekul leküm inniy a'lemu ğaybesSemavati vel'Ardı ve a'lemu ma tübdüne ve ma küntüm tektümun;


* Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların

46

isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybini şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi.

Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk melâikeyi kirâm’ın bu sözüne karşılık “ey Âdem o isimlerin hakikatlerini sen haber ver” dedi.

Mertebe-i Âdemiyyet yani kişideki aşkullah, şevkullah, irfaniyyetin merkezi olan hilâfet mertebesi, gönül mertebesi ona söyle dedi ve Âdem (a.s.) da o isimlerin hakikatlerini bir bir melâikeyi kirâm’a anlattı, bunun üzerine Cenâb-ı Hakk buyurdu;“Ben size dememişmiydim, muhakkak ki Ben Semavat ve Arz da ne varsa hepsini bilirim, sizin bilmediklerinizi de açıkladıklarınızı da, hepsini bilirim” dedi.

Buraya gelinceye kadar bütün hakikat Âdem (a.s.)ın üzerinde döndüğü halde Âdem (a.s) dan hiçbir söz yok, Cenâb-ı Hakk söyle dediği zaman bir şey söylüyor fakat melekler Cenâb-ı Hakk onlara söylemeden söze karıştılar ve faaliyete geçtiler. Burada işte Âdem’in asâletini görüyoruz, kendi hakikatini idrak etmesinin nasıl olduğunu görüyoruz, kendinden bahsetmiyor çünkü kendinde kendi yok, kendinde tamamıyla Hakk’ın tecellisi, zuhuru var Hakk’ın insân esmâsıyla Âdem’de zuhuru var, bunun üzerine hâdisenin devamını şöyle görüyoruz, Ey muhatap olan kimse kendin de, bir zaman oluştur ki kendine dönerek ben şuyum, ben buyum de, istersen ben en kötü insânım de, yeter ki kendini bil, kendine gel kendinde olduktan sonra eksikliğin fazlalığın varsa bunların hepsi yoluna girer eğitimle meydana çıkar ama kendinde kendini kendin olarak bulmadığın sürece ne yapacaksın ki, elindeki malzemeyi bilmedikten sonra o malzemeyi nasıl kullanacaksın, hep yaptığımız iş hayalde bir varlık tasavvur etmek yani hayali bir üst varlık tasavvur etmek ve bunun arkasından koşmak ama Cenâb-ı Hakk ben kulu-

47

mun zannına göreyim diyor ve bunların hepsini kabul ediyor biz herhangi bir kimse veya kimseleri incitmek için konuşmuyoruz biz ne söylüyorsak kendimize söylüyoruz yeter ki bunların hakikatlerini anlamaya çalışalım bizim başkasıyla işimiz yok, zâten irfan ehlinin başkasıyla işi olmaz kendisiyle işi olur, Rabbiyle işi olur, bizim Rabbimizle işimiz yoksa başkasıyla istediğimiz kadar uğraşalım onu methedelim, bunu küçültelim, şunu yükseltelim hep dışarda, hep dışarıyla uğraşmış oluruz ama bize kendimizle uğraşmak lâzım çünkü ne varsa bu varlığın içinde var, özünde var herbirerlerimizde.



وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ


Yüklə 2,66 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin