Edebiyatta Çamlıca
İstanbul'un Adalar, Beyoğlu gibi bazı semtleri edebiyata daha geç dönemlerde yansımışken, Çamlıca yüzyıllar boyunca, özellikle şiirde iz sürmüştür. Tıpkı Boğaziçi gibi, Çamlıca da geçen yüzyılın sonunda ve bu yüzyılın başlangıcında, edebiyattaki yerini korumuş, ne var ki, semte ilişkin birtakım değişimlere işaret ederken, daha eleştirel bir ifadeye bürünmüştür.
Recaizade Ekrem'in Araba Sevdası'n-da (1896) ağaçlıkla sınırlı Çamlıca, servi ve meşe ağaçlarıyla, bir yanda "metruk bir mezarlık'la, bir yanda "büyük büyük sararmış kayalar"la belirir. Oysa Na-
mık Kemal'in İntibah'mda. (1876) Çam-lıca'yı çiçek ve meyve bahçelerinin iz-düşümleriyle yakalamak olasıdır. Burada Çamlıca pitoresk bir görüntüyle tasvir edilmiştir. Araba Sevdası'mn anlattığı Çamlıca'yla çevrenin değişmeye başladığını fark ederiz.
Bununla birlikte semtin güzelliği, temiz havası, bitki örtüsü daha bir zaman için edebiyata esin kaynağı olacaktır. Şiir alanında, Abdülhak Hamid Tarhan'dan Yahya Kemal Beyatlı'ya, hattâ Orhan Ve-li'den Özdemir Asaf a, Çamlıca, bir huzur, dinlenme köşesi, temiz hava alma bucağıdır. Abdülhak Hamid'in "Şehrimizde Çamlıca en hoş tepe" dizesine, Yahya Kemal, "Eski Musikf'nin "şada ve nur akı-nı"nı ekler; bir ilkyaz gecesi Çamlıca'da tanbur dinlenir. Faruk Nafiz Çamlıbel tepeyi ayışığı içinde ve dolunayda hatırlar; Çamlıca'nın bir ulu çınarı için ayrıca bir şiir yazacaktır. Orhan Veli'yle Özdemir Asaf ise, o eski Çamlıca'nın 20. yy'daki değişimine işaret ederler. Orhan Veli'nin, Şöyle bir fırsat bulup, yarım gün / Yan gelebilmek Çamlıca tepesine dizelerinde semt âdeta sepya fotoğraflardaki, aile albümlerindeki kır gezintisi görüntüsüne dönüşür. "Çamlıca bahçelerinde eski günler hatırlanıyor" diyen Özdemir Asaf da bir anlamda değişimi, başkalaşımı dile getirmekte, bu eski günleri, eski şiirin izdüşümlerini şefkatli ve duyarlı bir anlatımla sarakaya almaktadır.
19. yy'm sonundaki edebiyat, düzyazı alanında, Çamlıca'yı peyzaj dokusu içinde saptamıştır. Samipaşazade Sezai, Çamlıca'nın uzun eteklerinde açmış çiçekleri, bahar kokusunu saptar. Çamlıca'nın "güzel kırlarından" söz açmayı gereksinir. Fakat 20. yy'da Abdülhak Şinasi Hisar, artık bu yöreyi bir hatıralar imbiğinden süzerek anlatacak ve belki bize Çamlıca'nın "geçmiş zaman"a karıştığını da söylemiş olacaktır. Abdülhak Hamid'in çocukluğundan, gençliğinden söz açan Hisar, böylelikle Çamlıca'nın köşklerine, bahçelerine, havasına, suyuna değinme fırsatı bulur. Çamlıca'yı bir renk cümbüşü içinde sergilerken, eski köşk hayatının özelliklerini de dile getirir. Semte tutkun olan Hisar, Çamlıca'daki Enişte-mz'z'de (1944) bütün bir doğayı tasvir etmeye özen göstermiştir: Burada mevsimler, yalnızca hava koşullarıyla değişmez, bir yandan da çiçekler değişir ve her mevsimin Çamlıca'ya özgü çiçekleri var gibidir. Yazların şenliği bitince ve sonbaharın hüznü başlayınca Çamlıca yeniden alevlenir, geçip göçmekte bir güzelliğe tekrar kavuşur. Öte yandan, Çamlıca' daki Eniştemiz, Üsküdar-Çamlıca yolundan geçirilirken, anlatıcının gözlerim sımsıkı kapamasına yol açacak ölçüde sosyal endişeleri saptar: Yukarıdaki varlıklı görünüm, aşağıda hayli kötü koşullarda yaşandığını örtemez gibidir.
Halide Edip Adıvar'ın gençlik dönemi romanlarında Çamlıca, varlıklı bir yaşayışın ortamı olarak belirirken, doğası açısından rüzgârlı, yüksek tepelerin hırçın dünyasıyla tasvir edilir. Semt, çoğu
kez, güzel görünümüne, koruluk alanlarına karşın, bir "uzlet" köşesinin renklerini taşımaktadır.
Ahmet Hamdi Tanpınar, tepedeki varlıklı köşk hayatını, Beş Şehifâe (1946) kazanç kaynaklarıyla saptar: Yüzyılın başlangıcında, "cenup Akdeniz'in bir İslâm çevresinde zevk, sanat içinde yaşamak isteyen zenginleri" İstanbul'a gelmişler; Çamlıca'da, Boğaziçi'nde, sonraları da Kadıköy'ün bahçelik semtlerinde oturmuşlardır. Böylece "büyük bahçe ve korular" yeşermiş, köşkler zamana dire-nebilmiştir. Fakat hemen eklemek gerekir ki, Tanpınar'ın andığı Çamlıca, "zengin, fakir her sınıfın birlikte göründüğü, birlikte eğlendiği İstanbul semtlerinden biridir. Çamlıca orta halli yurttaşın kır gezintileri için eşsiz bir yerken, zamanla modası geçer, Çamlıca'nın yerini alafranga Büyükada alır ve piknikler, günübirlik gezintiler Büyükada'ya kayar. Tanpınar, Çamlıca'daki tarihi eserlerin son tanıklarından biridir: Küçükçamlıca'da, "altından Avcı Mehmed devrinin bir çeşmesi akan" taraçayı unutamaz; eski sokaklardan geçer, denize bakan sokaklarda ahşap mimarinin örneklerine dalıp gider. Nihayet köşklerin debdebesi son bulacak; Çamlıca'da, "çok yüksekten açılmış şemsiyeleriyle yaz gecelerimizi dolduran o geniş nefesli gazellere benzeyen fıstık ağaçları", "yumuşak kokulu" ıhlamurlar, sararan yaprakları sarı kehribarları andırır kavaklar, sakızağaçları bir hatıra gibi bir süre daha yaşayacaktır. Zaten Tanpınar, Çamlıca'yla Boğaziçi'ni "hatırası, debdebesi ve sanatkâr zevkleri" 20. yy'ın ilk yarısına yansıyabilmiş "asıl geçmiş zaman ülkesi" sayar.
Tanpınar'ın saptayımıyla, atalarımızın, "Şark kayserlerinin" hazinelerini Çamlıca'dan seyrettikleri günlerden günümüze, Çamlıca boyuna varlığını, zengin bitki örtüsünü, özel mimarisini, seçkin konumunu yitirecek, gitgide unutulan bir semt olacaktır. Sâmiha Ayverdi'nin(->) İstanbul Geceleri'nde (1952) Çamlıca'ya ayrılmış sayfalar birçok yazıklanmayı içerir. Bir zamanlar simitçi, helvacı, oyuncakçı, mısırcı, kestaneci, kuruyemişçi gibi satıcıların ekmek parası kazandığı, herkesin ziyaret ettiği Çamlıca, Ayverdi' nin deyişiyle, "Ah bu köşkler... bu yıpranmış eski zaman harabelerf'yle donan-dıkça, bize artık "çiçekten dilleri, rüzgârdan feryatları, güneşten tufanları, rengi, kokusu, şekli, duruşu, kibarlığı ve asaleti ile masallar, hikâyeler" fısıldayacaktır.
Ercümend Ekrem Talû, Sermet Muhtar Alus(-0, Reşad Ekrem Koçu(->) gibi İstanbul yazarlarının dergilerde, gazetelerde kalmış nice yazılarında defalarca anılmış Çamlıca, edebiyattan usul usul ayrılırken, sözgelimi Sevim Burak'm(->) bir oyununda şöyle bir belirip bir piknik a-nısıyla hatırlanacaktır. Çamlıca Tepesi'ni dile getiren son bir çalışma, burasını elden geldiğince korumak, bayındır kılmak istemiş Çelik Gülersoy'un(->) Çamlıca' dan Bakışlar (1982) adlı monografisidir.
SELİM İLERİ
Dostları ilə paylaş: |