BOĞAZİÇİ
282
283
BOĞAZİÇİ
plus Bospori idi. Burada Boğaz sahillerinde birkaç köy ve çok sayıda sunak bulunduğu kaydedilmiştir. Fransız tabiat bilgini ve gezgini Pierre Gilles, 1544-1547 ve 1550'de İstanbul'da bulunduğu sırada çok eski denizcilik kılavuzlarının kopyası bir rehber olan bu eseri bulmuş, 1561'de yayımladığı De Bosporo Thracio libri adlı eserinde kullanmıştı. Daha sonra Boğaziçi'ni gezen kozmograflar, coğrafyacılar ve doğabilimciler her dönemde, ama en fazla 18-19. yy' larda, mitoloji, söylenceler ve tarihi bilgiler ile kendi gözlemlerini kaynaştıran, dolayısıyla pek de bilimsel olmayan bir bilgi yumağını tekrarlayıp günümüze aktarmışlardır. Çoğunlukla yaşadıkları çağın başat kültürel çerçevesine uygun romantik eğilimler taşıyan bu gözlemciler, gene de bazen çok ilgi çekici olabilen ayrıntıları kaydetmişler, Boğaziçi'nin tarihi topografyası açısından bugün dahi geçerli bazı saptamalarda bulunabilmişlerdir.
Boğaziçi'nin tarihi topografyası konusunda çalışmalar yapan çağdaş Bizans tarihçileri ise, bütün yerleştirmelerin birtakım tahminler, yakıştırmalar ve yaklaştırmalardan ibaret kaldığını teslim etmekle birlikte, bazı genellemelere ulaşabilmektedirler. Rumeli ve Anadolu yakalarında gemiler için güvenli, tarım ve balıkçılık için elverişli koylar bulunduğundan, her iki yakada da küçük yerleşim yerleri bulunmuş olabileceği akla gelmektedir. Oysa R. Janin, yazılı kaynaklarda, özellikle erken ve orta Bizans dönemlerinde Rumeli yakasında ancak "üç yazlık saray, on dokuz kilise, on altı manastır, bir tane düşkünlerevi" ile Anadolu yakasında "üç saray, on dört manastır, on bir kilise, dört düşkünler yurdu ve bir öksüzler yurdu" saptayabilmiştir. Bu yapıların ne kadar uzun ömürlü oldukları, Bizans'ın güçlü zamanında ya da sonraki gerileme döneminde hangilerinin ayakta kaldığı bilinemediği gibi, yalnızca denizden ulaşılabilen ve karada belki bazı patikalarla gerilere bağlanmış olması gereken köyler de henüz tespit edilememektedir. Bir yandan bu yapıların hemen hepsinin imparatorluğun ilk yıllarında kurulmuş olmasından, diğer yandan Boğaziçi'nin yerleşimlere imkân verecek derecede güvenli olmadığı tezinden ve zamanla yazlık saray ile villaların dahi dini yapılara dönüştürülmüş olduğu görüşünden hareketle, Bizans devrinde Boğaziçi'nin geniş ölçüde iskân edilmediği ileri sürülmektedir. Ancak mimari yapısını villa olarak tanımladığımız bu oluşumların Roma anlamında tam birer villa, yani aynı zamanda çiftlik ve malikâne tarzı üretim birimleri olup olmadığını, bugünkü bilgilerimiz ışığında saptayamıyoruz. Aynı şekilde, manastırların üretim faaliyetlerinin niteliği ve çapı hakkında da bilgi sahibi olmadıkça, bu sahillerde Bizans'ın çeşitli dönemlerinde yaşamış olan nüfus ve yerleşimler konusunda ileri sürülen hipotezler tatmin edici olamayacaktır.
Öte yandan, kullanılan kaynakların çeşitliliği, çokluğu, bulanıklığı ve arke-
olojik buluntularla desteklenememesi, Bizans imparatorlarının Boğaziçi'ndeki yazlık saray ve villaları" ile daha genel olarak Bizans başkentinde sayfiye geleneği konusunu da karanlıkta bırakmaktadır. Sayfiye yaşantısının saray ritüelleri arasında yer aldığını bildiğimiz Bizans başkentinde, imparatorların Boğaziçi'ne ne derece ilgi göstermiş oldukları, eğer yeni kaynaklar ortaya çıkmazsa, karanlıkta kalmaya devam edecektir.
Daha geç dönemler için ise, Bizans' in 9- yy'dan sonra dış tehlikeler karşısında giderek zayıf düşmesinin Boğaziçi'ndeki dini ve sivil yapıların giderek yok olmasına yol açtığını söyleyebiliyo-ruz. Bütçesinin önemli bir gelir kaynağı olan gemilerden geçiş resmi, vergi ve gümrük alma imtiyazım 14. yy ortalarında Cenevizlilere, fetih öncesinde de Osmanlılara kaptıran Bizans'ın tarihi yarımadaya çekilmesiyle birlikte, Boğaziçi'nde Osmanlı varlığı daha 15. yy başında iyice hissedilir hale gelmiştir.
Osmanlı Devrinde Boğaziçi: Fetret Devri'nin başlarında, 1403'te Boğaz'dan geçen ispanyol Elçisi Clavijo, Anadolu yakasındaki bazı yerleşmelerde, örneğin I. Bayezid'in (Yıldırım) 1395'te yaptırdığı Anadolu Hisarı'nda(->), Türklerle karşılaştığını kaydetmişti. 1453'ten hemen sonra ise Osmanlıların Rumeli yakasında da yerleştikleri görülmüştü. II. Mehmed' in (Fatih) Galata'da(->) inşa ettirdiği top imalathanesi ve topçu kışlaları çevresinde, saraya yakın olan çeşitli kademelerdeki devlet görevlilerinin yerleştiği Top-hane(-0 semti gelişirken, hemen yanı başında bu semtin gereksinimini sağlayacak biçimde ticaretin yoğunlaştığı bir pazar yeri, Salıpazarı(->) vücut bulmuştu. Salıpazarı'ndan Beşiktaş'a(->) kadar ise hasbahçeler ve sultanın yazlık sahil-sarayı uzanıyordu. 16. yy içinde iskân edilmeye başlanan Beşiktaş, kaptan-ı deryanın burada oturması, donanmanın her yıl buradan Akdeniz'e yelken açması, Anadolu yakasına (Üsküdar'a) buradaki iskeleden geçilmesi ve daha sonra Barbaros Hayreddin Paşa'nm türbesinin de burada yer almasıyla, özellikle denizciler için önem kazanmış; ayrıca ulaşım ve ticaret eksenlerinin burada kesişmesi nedeniyle semt kısa sürede büyümüştü. Hep Rumeli kıyısını izleyerek Karadeniz'e doğru çıkacak olursak, daha ilerideki OrtaköyC-»), Kuruçeşme(->), Arna-vutköy(-0 semtleri Bizans devrindeki küçük bağcı, bahçeci ve balıkçı köyü karakterlerini uzun süre korumuşlar; buralarda Hıristiyan ve Musevi nüfus 19. yy sonuna dek çoğunlukta olmuştu. Be-bek'te(->) ancak 18. yy'm ilk çeyreğinde, III. Ahmed'in (hd 1703-1730) planlı imar faaliyetiyle bir semt oluşurken, Rumeli-hisarı'nda(->) Boğaz'ın savunmasıyla görevli kale dizdarı ve askerlerinin kale i-çinde bulunan evlerinin yamsıra kale dışında da mahalleler gelişmiş; 19. yy'a gelindiğinde semt bir yönde Kayalar Köyü, diğer yönde de uzun süre yalnızca bir gezinti mahalli olan Baltalimanı(-0
ile birleşmişti. Boyacıköy'de(->) ancak 19. yy başında, gelişmiş Emirgân(-0 ise, Bebek'in gelişmesine benzer bir tarzda, asıl 18. yy'm son çeyreğinde, yani I. Ab-dülhamid döneminde (1774-1789) iskâna açılmıştı. Istinye(->) ve Yeniköy'de(->) Karadeniz Müslümanlarının iskân edildiği mahallelerde de, liman ve ikmal iskelesi olmaları nedeniyle çok sayıda denizci ve varlıklı esnaf oturmaktaydı. Yeni-köy'de olduğu gibi Tarabya'da(->) da Rum ve Ermeni nüfus çoğunluktaydı. 18. yy sonrasında burada ayrıca elçiliklerin yazlıkları ile gene elçilik görevlileri yerleşmişti. Daha sonra Büyükdere'ye(->) kadar sultanın gezi ve av alanları olan hasbahçeler uzanıyordu. Kireçburnu(->) ve Kefeliköy 19. yy'da geliştiler. Büyük-dere'de gene istanbul'da yaşayan yabancılar ve elçilik görevlileri oturmaktaydı. Sarıyer'de(->) Hıristiyan nüfus çoğunluktaydı; burada bağcılık, balıkçılık ve gemicilik yapılıyordu. Rumelikavağı(-») Boğaziçi'nin Rumeli sahilinde Topkapı Sarayı'na en uzak yerleşim merkeziydi; burada çoğunlukla Müslüman denizciler, balıkçılar ile kale görevlileri oturuyordu.
Aynı şekilde Anadolukavağı'nda(->) da Müslüman denizciler ile burada görevli askerler oturmaktaydı. Şimdi buradan Anadolu yakası boyunca Marmara' ya geri dönelim: Beykoz'da(->) mesireler ve av alanları bulunuyordu; sahilde de oldukça erken bir zamanda bahçıvanlık, odunculuk ve balıkçılıkla geçimini sağlayan büyük bir yerleşim merkezi gelişmişti. Tokat Bahçesi, Sultaniye Bahçesi, Çubuklu Bahçe gene hasbahçelerdi; sahilde Incirliköy adlı küçük ve seyrek bir yerleşim vardı. Bundan sonra gelen ve Anadolu yakasının en gelişmiş köylerinden olan Kanlıca'da Müslümanlar yaşıyordu. Köy halkının tümünün Müslüman olduğu Anadoluhisarı'nda da, Boğaz'ın savunmasıyla görevli kale dizdarının ve askerlerin kale içinde evleri bulunuyor; semtin varoşlarında ise büyük yalılar yer alıyordu. Göksu, Kandilli ve Kuleli hep hasbahçelerdi. Çengelköy de bir has-bahçeydi; sahilinde ise büyük bir Rum köyü bulunuyordu. Beylerbeyi'nin(->) 18. yy'a dek adı İstavroz idi ve burası da bir hasbahçeydi; 18. yy ortasından sonra burada sultanın bir sahilsarayı olacaktı. Sahilde bağ ve bahçecilikle geçimini sağlayan küçük bir köy vardı. Kuzguncuk'ta^) Hıristiyan ve Musevi nüfus çoğunluktaydı. Üsküdar ise Anadolu yakasında askerlik, ticaret, ulaşım açısından önemli en büyük yerleşimdi.
Boğaziçi'nin her iki sahilinde 15-18. yy'lar arasında kendi kendilerine yeterli üretim alanları olarak yer alan, tarihi yarımadaya da balıkçılık ve bahçecilik ile katkıda bulunan bu köyler, genellikle birbirinden ayrı tutulmuş Türk, Ermeni, Rum ve Musevi mahallelerinden oluşurken, her iki kıyı şeridinde de bu yerel ayrımın üstüne bir başka sosyal hiyerarşinin bindiğini görüyoruz. Osmanlı sosyal düzeni, Boğaziçi sahillerinde, kişilerin ve grupların devletle ilişkisi temelinde
Bartlett'in
Boğaziçi'm
betimleyen bir
deseninden
gravür, 19. yy.
Dostları ilə paylaş: |