Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə102/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   134

Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 609; Habib, Hat ye Hattatân, İst., 1305, s. 268-274; Mustafa Âli, Menâkıb-ı Hünerverân, ist., 1926, s. 73; Türk Ticaret Salnamesi 1340-1341, ist., 1340-41/1924-25, s. 353; C. E. Arseven, "Cilt", Sanat Ansiklopedisi, I, 341-348; "Cilt", TA, XI, 2-5; R. M. Meriç, Türk Cilt Sanatı Tarihi Araştırmaları I: Vesikalar, Ankara, 1954; 1. Binark, Türk Cilt Sanatı, Ankara, 1968; K.. Çığ, Türk Kitap Kaplan, İst., 1971; O. Öcal,

Kitabın Evrimi, Ankara, 1971, s. 119-131; dungul, Eski Eserler, I, 71-73, II, 9-11; M. Al-pay-S. Özkan, İstanbul Kütüphaneleri, İst.,

1982, s. 48-49; O. Aslanapa, "Osmanlı DevriCild Sanatı", Türkiyemiz, S. 38 (1982), s. 12-17; M. S. Kütükoğlu, Osmanlılarda NarhMüessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İst.,

1983, s. 108-109; Y. Yücel, Osmanlı Ekono-mi-Kültür-Uygarlık Tarihine Dair Bir Kaynak: Es'ar Defteri (1640 Tarihli), Ankara,1992, s. 40; A. S. Arıtan, "Ciltçilik", DİA, VII,551-557.

İSTANBUL


CİMCOZ, ADALET

(25 Temmuz 1910, Çanakkale -13 Man 1970, İstanbul) Yazar, çevirmen, seslendirme sanatçısı.

Ortaöğrenimini Almanya'da yaptı. İstanbul'a gelişiyle birlikte şehrin toplumsal hayatında önemli bir gözlemci oldu: Hafta, Yirminci Asır, Salon, Tef gibi dergilerde ve Cumhuriyet gazetesinde uzun yıllar "Fitne-Fücur" takma adıyla bütünüyle kendine özgü "dedikodu yazıları" kaleme aldı. Bir kitapta derlenmediğine yerinilecek bu yazılarda, şehrin o günkü sosyetesi, seçkin tabakası ve en önemlisi resim ve tiyatro hayatı, yer yer sivri bir dille tutanağa geçirilmiş gibidir. Tiyatroların ilk gecelerinden resim galerisi açılışlarına, başta Müzeyyen Senar ve Hamiyet Yüceses gibi ünlü ses sanatçıları olmak üzere, hanımların giysilerinden, süründükleri parfümlerden, beylerin davranışlarına, salonlardaki konuşmalara, bu yazılarda geniş yer verilmiştir.

Adalet Cimcoz, 1950'de Beyoğlu'nda Maya Sanat Galerisi'ni kurdu. Plastik sanatlar alanında birçok sanatçının eserlerini kamuya açtı. Alman edebiyatından seçme bazı eserleri duru bir dille Türk-çeye kazandıran Cimcoz'un bir başka ö-zelliği de Türk sinemasındaki seslendirme çalışmalarıydı. İstanbul'da ve bütün yurtta, sayısı saptanamayacak kadar çok yerli filmde, Muhterem Nur, Belgin Doruk, Türkan Şoray gibi film yıldızlarını

Adalet Cimcoz

Nazım Timuroğlu koleksiyonu

seslendirdi; karakteristik sesiyle birkaç kuşağın kulaklarında iz bıraktı. Kardeşi Ferdi Tayfur da ünlü bir aktör ve dublaj sanatçısıydı.

SELİM İLERi

CİNCİ HOCA

(?, Safranbolu - 29 Ekim 1648, Karacabey) "Cinci Hüseyin Efendi", "Kazasker Hüseyin Efendi" adlarıyla da bilinir. Sultan ibrahim'in saltanatında (1640-1648) saray üfürükçülüğü yapmış, bu kısa dönemde İstanbul'da etkili olmuş hocadır.

Safranbolulu Karabaş ibrahim Efen-dizade Şeyh Mehmed Efendi'nin oğludur. Gençliğinde İstanbul'a geldi. Hüse-yinefendizade Şeyh Mehmed Efendi'nin "darü'l-üffâdesine" girdi. Epeyce bir zaman medrese derslerini izledi. Fakat başarı gösteremedi. l640'ta Şeyh Mehmed Efendi, Süleymaniye müderrisliğinden İzmir kadılığına atandığında, muidi (asistan) Hüseyin'e mülâzemet (müderris a-daylığı) oluru vermedi. Fakat Hüseyin'in istanbul'da bulunan annesi, saray haremine girip çıkan kadınlarla temasta olduğundan oğluna bir şans kapısı araladı. O sırada sinir krizleri geçiren Sultan İbrahim için Mahpeyker (Kösem) Valide Sultan, nefesi kuvvetli hoca arıyordu. Hüseyin, Safranbolu'da iken babasından büyü, sihir yöntemleri ve duaları öğrenmişti. Annesi hareme haber gönderdi ve oğlunun \pek etkili dualar bildiğini ve "izinli" olduğunu duyurdu. Padişaha o-kursa mutlaka iyileşeceğini ileri sürdü.

O gün saraya çağrılan Hüseyin "kıra-at-ı azîme"de bulundu ve Sultan İbrahim'i rahatlattı. Padişah, Hüseyin'e ihsanda bulundu. Bir fermanla da kendisine mülazımlık ve kırklı müderrisliği üstünde altmışlı sahn müderrisliği verildi. Şeyhülislam Yahya Efendi ve Sadrazam Kara Mustafa Paşa, ilmiye sınıfının iç düzenini bozan bu atamayı engelleyemediler. 1641-1643 arasında hızla yükselerek Süleymaniye müderrisliğinden Galata kadılığına geçti. 1644'te muallim-i sultanî (padişah hocası) oldu. Kazasker Karaçelebi-zade Mahmud Efendi'nin kızıyla evlendi. l644'te Anadolu kazaskerliğini elde etti. Protokolde ise Rumeli kazaskerinin altında olması gerekirken onun üstünde bir konum kazandı. Bundan alınan Rumeli kazaskeri, sadrazama ve padişaha rüşvet vererek şeyhülislam oldu ve Cinci Hoca'nın önüne geçti. Galata Kazası kendisine arpalık olarak tahsis edilen ve kısa aralıklarla dört kez Anadolu kazaskerliği yapan Cinci Hoca, giderek etkinlik kazandı. Kara Mustafa Paşa'nın sadrazamlıktan alınıp öldürülmesinde rolü oldu. Silahdar Yusuf Paşa ile birlikte hareket edip Girit'e sefer açılmasına padişahı ikna etti.

IV. Murad döneminden (1623-1640) beri, güvenlikten ve sağduyulu yönetimden yoksun kalan İstanbul'da, dengesiz padişahı avucunun içine alan Cinci Ho-ca'dan herkes çekiniyordu. Bir bedestan tellalını kendisine kethüda yapan Cinci Hoca, kadılıkları rüşvetle satmakta, ken-

disine hediye ve para sunanlara istedikleri görevleri verdirmekteydi. Parasal işleri tellal kethüdası çeviriyordu. Naîmâ' nın anlattığına göre herkes ondan çekiniyor, taşra görevinden dönenler de yüklü hediyeler sunuyorlardı. Cinci Hoca, Gelibolu'ya sürülen mimar Kasım Ağa'yı da affettirip geri getirtti. Çünkü Kasım Ağa 100 altın rüşvet vermişti.

Cinci Hoca Kumkapı'da, hazineden verilen iki milyon akçe ile bir konak yaptırmıştı. Cevrî Çelebi 1644'te yapılan Cinci Hoca Konağı için bir tarih manzumesi yazmıştır. Bunda, konağın pek ferah, içerisi bahar çiçeklerinden motiflerle bezeli, bahçesi cenneti hatırlatan bir yer olduğu vurgulanır. Evliya Çelebi de 1648'de bu konağı gezdiğini ve "kara sakallı bir çelebi olan Cinci Hoca'yı ziyaretini, kendisine hediye edilen kürkü, lokmalı kaftanı, atı, evine gönderilen erzakı" anlatır.

l646'da kısa süre konağı elinden alınan Cinci Hoca, l647'de gözden düşüp izmit'e sürüldü. Bağışlanarak istanbul'a dönmesine izin verildi. İbrahim 1648'de tahttan indirilince Paşa Kapısı'nda tutuklandı. Tüm çiftliklerinin, mülklerinin tapuları iptal edildi. Cülus(->) bahşişine harcanmak üzere kendisinden 200 kese akçe istendi. Vermeyince konağı basıldı. Kaçarken yakalanan Cinci Hoca, Cellat Kara Ali tarafından korkutulunca paralarının yerini söyledi. 3.000 kese gümüş, 200 kese kıymetinde altın eşya ortaya çıktı. Bu müâzizam servetle 1.958.000 altın tutan cülus bahşişi dağıtıldı ve uzun süre piyasadaki halis akçelere halk "Cinci akçesi" dedi. Kumkapı'dan denizyolu ile Mudanya'ya gönderilen Cinci Hoca sürgün yeri İbrim'e (Mısır) gidecekken Mi-halıç'ta (bugün Karacabey) hastalandı. Burada ileri geri konuştuğu ve İstanbul' da da aracılar bulup kendisini affettirmeye çalıştığı öğrenilince bir çavuş gönderilerek boğduruldu. İstanbul'da bir hamamı olan Cinci Hoca, Safranbolu'da "Cinci Hanı" denen büyük bir han yaptırmıştır.

Bibi. Tarih-i Naima, IV, 337 vd; J. von Harn-mer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, X, İst., 1338, s. 35 vd, s. 125 vd; Danişmend, Kronoloji, III, 391, 392, 413; Evliya, Seyahatname, I, 324; Şeyhî, Vekayiü'l-Fuzalâ, I, 178-179; H. Ayan, Cevrî, Erzurum, 1981, s. 332-333.

NECDET SAKAOĞLU



CİVANYAN, MIGIRDIC

(1848, İstanbul - 1906, İstanbul) Ermeni ressam.

Beşiktaş'ta doğdu. Babası saray kemancısı Ohannes Civanyan'dır. Resimle ilgili bilgileri Beşiktaş Ermeni Okulu'nda öğrenciyken hocası ressam Abraham Sakar-yan'dan aldı. 1874'te Fransız ressam Pier-re Desire Guillemet'in Beyoğlu'nda açtığı akademiye devam etti. Bu yıllarda istanbul'a gelen ünlü ressam Ayvazovski(->) ile tanıştı ve sanatından etkilendi. Kendini devamlı geliştirme çabası içinde o-lan sanatçı, 1876'da İtalya'ya giderek, burada üç yıl resim eğitimi gördü. İstan-



CİZVİTLER

436

43 7 CLAVIJO, RUY GONZALEZ DE

bul'a döndükten sonra üyelerinin çoğunluğunu gayrimüslim sanatçıların oluşturduğu Elifba Kulübü'nün açtığı sergiye (8 Nisan 1881) dört eserle katıldı. 1894'te de Beyoğlu'ndaki Rus Elçiliği'nde kişisel bir sergi açtı. 1894-1905 arasında Odessa ve St. Petersburg'da yaşadığı, şarkıcı olarak opera temsillerinde rol aldığı bilinmektedir.

Seri, yığmacı tuş tekniği ile oluşturduğu çalışmalarında, özellikle istanbul ve deniz konulu resimlerinde Ayvazovski' nin belirgin etkileri görülür. Ermeni ressamlar kuşağının en başarılı ve üretken ressamlarından olan Civanyan'ın çeşitli müze, okul ve özel koleksiyonlarda e-serleri vardır, istanbul'la ilgili resimlerinden "Gurupta Moda'dan İstanbul'a Bakış", "Kız Kulesi ve Sarayburnu", "Köy ve Bahar" en tanınmışlarıdır.

Bibi. P. Tuğlacı, Ayvazovski Türkiye'de, ist., 1983; K. Pamukciyan, "Osmanlı Döneminde İstanbul Sergilerine Katılan Ermeni Ressamlar", TT, no. 34.

AHMET ÖZEL



CİZVİTLER

16. yy'in ortalarında Ignace de Loyola adlı bir îspanyolun küçük grubu tarafından Paris'te başlatılan ve reform hareketlerine karşı Katolikliği, papalığı güçlendirmeyi savunan tarikatın Fransızca-daki adı olan "isa'ya bağlı", "İsa'cı" anla-

mındaki Jesuite sözcüğü dilimize "Cez-vit" ya da "Cizvit" olarak yerleşmiştir. Daha çok, eğitimle, mahkûmların, fahişelerin ıslahıyla, hastaların bakımıyla, kimsesiz gençlerin yetiştirilmesiyle uğraşan, Cizvit misyonerleri Katolikliği yaymak amacıyla 16. yy'ın sonlarına doğru bu ünlü kente de geldiler.

Dört Cizvit misyoneri Galata'daki St. Benoît Manastırı ve Kilisesi'ne yerleştirildiler ve burada hemen bir okul açarak eğitim faaliyetinin yanısıra, akşamları hapishane ve hastaneleri ziyarete başladılar. Cizvitlerin çalışmaları, ayinleri, başkentin azınlık Hıristiyan halkı arasında yavaş yavaş ilgi toplamaya başlayınca, Ortodoks Rumların, Gregoryen Ermenilerin, hattâ Venedikliler, Cenevizliler gibi Katolik Latinlerin yöneticileri ve Protestan diplomatik misyon şefleri (Anglikan [ingiliz], Kalvenist [Hollandalı] vb) rahatsız olmaya başladılar. Cizvitler buna rağmen, Fransız uyruklu oldukları için Osmanlı yönetiminden himaye ve yardım gördülerse de Hıristiyan nüfus arasında huzursuzlukların çıkmasına, bunun sokak hareketlerine dek varmasına yol açtıkları için birkaç kez İstanbul dışına sürüldüler, ama her defasında geri dönüp St. Benoît Manastırı'na yerleştiler.

Cizvit tarikatı ruhbanı, bütün 17. yy boyunca İstanbul'da faaliyetini sürdürdü. 1604'te I. Ahmed ile Fransa Kralı IV.

Mıgırdıç Civanyan'ın "Kız Kulesi ve .Sarayburnu" adlı resmi, tuval üzerine yağlıboya, 50,7x62 cm, Atatürk Kitaplığı. Gözlem Yayıncılık Fotoğraf Arşivi

Henri arasında imzalanan 5. kapitülasyon ahitnamesinde Fransızlara, ya da Fransızların dostu olan devletlerin yurttaşlarına ve tüm bu ülkelere mensup Katolik rahiplere kolaylık gösterileceğine dair bir madde yer alıyordu. l673'te IV. Meh-med zamanında imzalanan 6. ahitnamede ise "Galata'daki Cezvit ve Capucin tarikatları ruhbanı"na tanınacak haklar ve ayrıcalıklar anılıyordu. Bununla birlikte, yönetim Cizvitlerin faaliyeti konusunda giderek büyüyen sorunlarla karşılaşıyordu. Ermeni ve Rum reaya arasında huzursuzluklar ve bu cemaat patriklerinin hükümete baskıları sürüp gidiyordu. Bu arada Cizvitlere yumuşak davranan Ermeni Patriği Sahak'm değiştirilmesiyle göreve getirilen şiddetli bir Katolik düşmanı olan Avedik'in kendi topluluğu i-çinden Gregoryenliği bırakıp Katolikliğe geçenlere hükümet eliyle baskı yaptırması, sonra da Katolik Ermeniler ve Fransızların çabalarıyla hükümetçe görevden alınıp Sakız'a sürgüne gönderilmesi, ama Fransızların eski patriği kaçırarak Normandiya sahillerindeki ünlü Mont St. Michel Adası'ndaki aynı adlı kalede, sonra da Bastille'de hapsetmeleri, Osmanlı hükümetinin hiç hoşuna gitmedi (1707).

Her ne kadar Gregoryen Patriği Ave-dik, üç yıllık mahpus hayatı sonucunda Katolikliğe geçip, tercümanı, ünlü şarki-

yatçı Petis de La Crobc'nın evine yerleşerek Katolik kilisesinde ayin yönetmeye başladıysa da, sorun Osmanlı yönetimi açısından bitmedi, kendi ülkesinde kendi hükümranlığının çiğnendiğini gören Babıâli sadece Katolikliğe geçen Ermenilere değil, Cizvitlere karşı da kısıtlamalara gitti, bu arada Capucin (Kapusen), Dominicain (Dominiken) ve Franciscain (Fransisken) ruhbanın da faaliyeti sınırlandırıldı.

Cizvit rahipleri bu tarihten sonra, daha çok gündüzleri tersanelerde, kadırgalarda, inşaatlarda, çeşitli ağır işlerde ya da özel kişilerin evlerinde çalıştırılan, geceleri ise bugünkü adlarıyla Kasımpaşa, Beşiktaş ve Tophane semtlerindeki zindanlarda kalan Frank, Venedikli, İtalyan, Prusyalı, Leh, Rus vb gibi Hıristiyan köleler arasında çalışmaya yöneldiler.

Cizvitlerin varlığı ve faaliyeti, tarikatın 1773'te papalık tarafından lağvedilmesine kadar sürdü. Fransız papazlar ülkelerine döndüler, Galata'nın yerlisi Latin-lerden yetişmiş Cizvitler ise "pretes se-culiers" (tarikatsız papaz) olarak St. Benoît Manastırı'nda kaldılar. Ama 10 yıl sonra manastırda onların yerini bu kez Lazariste tarikatının misyonerleri aldı. Papa, Cizvit tarikatına 1814'te yeniden izin verince, İstanbul'a bu kez italyan Cizvit-leri geldiler. 1864'te Collegio di St. Pulc-heria adlı okulu açtılar, 1891'de de bugün Beyoğlu Parmakkapı'daki binayı yaptırdılar. Okul bir süre sonra Lazaristlere devredilince, italyanca Santa Pulcheria olan adı Fransızca St. Pulcherie'ye çevrildi, kendisi de zamanla rahibeler okuluna, oradan da süreç içinde bugünkü Fransız kız ortaokuluna dönüştü.

istanbul cları, robert de



(12-13, yy) 13. yy'ın başlarında, IV. Haçlı Seferi sırasında Konstantinopolis'e gelen Fransız şövalyelerindendir. Hayatına dair bir bilgi yoktur.

Kuzeybatı Fransa'da Haçlı seferleri için Fransızları coşturan Pierre L'Ermite' in de memleketi olan Amiens dolaylarında yaşayan ve Clari (veya Clairi) arazisinin sahibi olan Robert de Clari, İstanbul'un Haçlılar tarafından alınışını anlatan hatıralarını, okuryazar olmadığından 1210'da yurduna döndüğünde birine anlatarak yazdırmıştır. Bu hatıralar ortaçağ Fransız edebiyatının ilginç ürünlerinden biri olarak tanınmıştır. Bilindiği kadarıyla Robert de Clari'nin arazisi ona "şövalye soyluluk unvanı sağlamış fakat 6 hektarlık toprağı ile doyurmaya yetmemişti".

Robert de Clari'nin konuşma üslubuyla ve eski Fransız dilinde yazılmış olan hatıratının başında oldukça ayrıntılı olarak Bizans tarihinin 12. yy'daki gelişmeleri ve başlıca taht olayları anlatılmış, bunun arkasından, Avrupa'da hazırlanan IV. Haçlı Seferi'nin niçin doğrudan doğruya Müslümanlara karşı değil de, Konstantinopolis'e yöneldiği üzerinde durulmuştur. Bu sefere Robert'in kardeşi Ra-

hip Aliaume de Clari de katılmıştır. Bunlar Haçlı ordusunun yoksul şövalyeleriydi. Güçlü ve varlıklı olanlardan biri de, hatıratı günümüze kadar gelen Geoffroy de Villehardouin'dir. Clari, hatıralarında, bu varlıklı grubun tutumundan yakınır ve onlann kendilerini ezdiğinden şikâyet eder. Aliaume de Clari, şehrin Haliç tarafında örülmüş bir kapıyı delenlerin başındadır ve hattâ Robert onun burada açılan delikten ilk giren olmasını önlemeye çalışmıştır. Böylece her iki kardeşin en önde çarpışanlardan oldukları anlaşılır. Şehir Haçlıların eline geçtiğinde ise, başta gelen büyük soylular, küçük şövalyeler daha farkına varmadan, Bizanslıların zengin konaklarına yerleşmişler, küçükler ise ancak buldukları ile yetinmek zorunda kalmışlardır.

Robert de Clari, Blahernai Savaşı'nda buldukları hazineleri, Ayasofya'yı, bu kilisenin önündeki atlı imparator heykelini, On İki Havari Kilisesi'ni, Altmkapı' yi, Bukoleon Sarayı'nı, şehrin içindeki bazı anıtları, Pantokrator Manastırı olması muhtemel bir yapıyı anlatır. Kitabının son bölümlerinde. Haçlıların arasından bir Latin imparatorunun seçilmesi ile yağmada elde edilen malların paylaşılması üzerinde durulur. Hattâ bu arada, kardeşi Aliaume'a bir rahip namzedi olduğu gerekçesiyle yağmadan pay verilmesi önlenmeye çalışılır. Ancak onun kahramanca çarpıştığı bazılarınca öne sürülerek hisse alması sağlanır. Bu küçük kitabın son bölümleri, Latin İmparator-luğu'nun ilk yıllarındaki olaylara dairdir.

Robert de Clari'nin kitabı birkaç defa yayımlanmıştır: Historiens et chroniqu-eurs du Moyen-Age, Robert de Clari, Vil-lehardouin, Joinville, Froissart, Commy-nes, (yay. A. Pauphilet), (Paris, 1938); La conquete de Constantinople, (yay. Ph. Lauer), (Paris, 1956); R. de Clari'nin kitabı P. Charlot tarafından bugünkü Fran-sızcaya çevrilerek küçük bir cilt halinde basılmıştır: La conquete de Constantinople, (Paris, 1939). Beynun Akyavaş tarafından yapılmış bir de Türkçe tercümesi vardır: Konstantinopolis'in Zaptı (1204), (Ankara, ty). Ancak birçok kısımlar eksik olduğundan bu çeviri kaynak olarak kullanılamaz.



Bibi. G. Paris, Esquise historique de la litte-rature française au Moyen Age, Paris, 1913, s. 144.

SEMAVÎ EY1CE



CIAVTJO, RUY GONZALEZ DE

(_?, Madrid - 2 Nisan 1412, Madrid) İspanyol gezgin.

Soylu bir aileden olan Clavijo'nun Kas-tilya Kralı III. Henrique'nin (hd 1390-1406) Timur'a gönderdiği elçilik heyetinin başına geçmesine kadarki hayatı hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. O sırada kralın mabeyincisi olan Clavijo üç yıl sürecek olan bu yolculuğa 21 Mayıs 1403'te Sevilla'da gemiye binerek başlar. Messi-na ve Rodos'a uğradıktan sonra 24 Ekim' de o sırada Ceneviz kolonisi olan Galata' ya varır.

Clavijo'ya göre o dönemde İstanbul'un üç ayrı sahibi vardır. Suriçi Konstantino-polis'te Bizans İmparatoru II. Manuel, Galata'da Cenevizliler ve Üsküdar'da Türkler. Türkler her gün Galata ve Kons-tantinopolis pazarlarına alışverişe gelirler, haftada bir defa ise Bizanslılar ve Latinler Üsküdar pazarına giderlerdi.

Elçilik heyeti 28 Ekim' de karşıya geçerek imparatoru ziyaret eder, iki gün sonra da kentte bir gezinti yapar. Clavijo'nun ilk anlattığı binalardan Santa Ma-ria Parabilico, Peribleptos Kilisesi, onun yanındaki San Juan ise Studion Kilisesi (bugün Imrahor Camii) olmalıdır. Atmey-danı'nın denize bakan tarafında 27 sütun vardır; bunlar birbirlerine kemerlerle bağlanmıştır ve onların üstünde düzenlenmiş seyir yerinden Hippodrom' daki törenler seyredilir.

Konstantinopolis'te görülen diğer kiliseler, Ahırkapı yakınlarında olan St. Ge-orges de Manganes, Meryem Hodegetria ve Blahernai kiliseleridir. Ayrıca 490 sütunluk bir yeraltı sarnıcından ve kentin surlarından söz edilir. Clavijo'ya göre boyutlarına ve surların uzunluğuna rağmen kentin nüfusu azdır, içinde tarla, bağ ve bahçe olarak kullanılan tepeler ve vadiler vardır. Kentin en yoğun bölgesi Haliç yöresi ve orada denize açılan kapıların çevresidir. Özellikle Galata'ya. karşı olan yerler en kalabalıktır. Kentte bulunan büyük saray, kilise ve manastırların çoğu haraptır. Havariyun Kilisesi'nden vadinin karşı tarafına geçen sukemeri (Valens Kemeri) aynı zamanda köprü vazifesini görür. Haliç surunun dışında çok sayıda dükkân ve malzeme deposu vardır. Karşıdaki Galata kenti küçüktür, ancak güzel evleri vardır.

Elçilik heyeti 14 Kasım'da Galata'dan ayrılır, yolda, bir Bizans kulesinin bulunduğu Tarabya'dan su alınır. İleride, Ka-vaklar'da karşılıklı iki kale vardır. Rumeli tarafındaki Bizans kalesi harap ve boştur. Anadolu yakasındaki, bir tepe üzerinde olan kalede ise Türk askerleri vardır. Karadeniz'e çıkan gemi Şile ve Kef-ken'e uğradıktan sonra Kerpe yakınlarında fırtınaya yakalanarak batar, kurtulan heyet Galata'ya döner ve kışı orada geçirir. 20 Mayıs 1404'te yeniden yola çıkılarak Trabzon'a ulaşılır ve oradan karayoluyla Erzurum, Maku, Hoy, Tebriz, Tahran, Nişabur üzerinden Timur'un başkenti olan Semerkant'a varılır. 8 Eylül-20 Kasım arasında orada kalındıktan sonra aynı yoldan geri dönülür. Dönüşte Clavijo ve yanındakiler 23 Ekim-3 Kasım 1405 arasında Galata'ya uğrarlar.

Clavijo'nun yolculuk anıları ilk olarak 1582'de Sevilla'da Historis del gran Ta-morlan e üinerario y enarracidn del vi-age y relaciön de la embajada que Ruy Gonzalez de Clavijo le hizo per manda-do del muy poderoso senor Rey Don Henrique el Tercero del Castilla, adıyla basıldı. İkinci baskısı 1782'de Madrid'de yapıldı. Ayrıca 1943 tarihli bir Madrid baskısı ile İngilizce (Londra, 1859), Rusça (Sankt Petersburg, 1861), Farsça (Tah-

COECKEVAN AELST

438

439

CONSTANTINUS I

Con Paşa Köşkü'nün kabul salonlarının tavan süslemelerinden ayrıntı.



Erkin Emiroğlu

ran, 1958) ve Fransızca (Paris, 1990) çevirileri vardır. Türkçesi de Timur Devrinde Kadis'ten Semerkand'a Seyahat (1939) adıyla yayımlanmıştır.

STEFANOS YERASİMOS

COECKE VAN AELST

(14 Ağustos 1502, Aelst - 6 Aralık 1550 Brüksel) Flaman ressam, gravür sanatçısı, desinatör ve mimarlık kuramcısı.

Adı Pieter Coecke olan ve doğum yeri Aelst'i (bugün Aalst) unvan olarak kullanan sanatçı atölye öğrenimi gördü, Brüksel ve Roma'da anıt mimarisi, bezeme sanatları, halı desinatörlüğü gibi alanlarda kendisini yetiştirdi. 1533'te bağlı bulunduğu loncanın isteğiyle bir delegasyon eşliğinde halı ticareti için İstanbul'a gönderildi. Başkentte bir yıl kaldı. Türkçeyi öğrendi, saraya kadar girip I. Süleyman'ın (Kanuni) takdirini kazandı, hattâ padişahın bir geçit törenindeki resmini bile gravür (oymabaskı) halinde yaptı, ayrıca istanbul'un, Balkanlar'ın yaşamından çeşitli sahneleri ve giysileri resmetti. "I. Süleyman'ın Hippodrom'dan (Atmeydanı'ndan) Geçit Töreni", "Bir Sünnet Düğünü", "Bir Cenaze Alayı", "Bayram ilanı", "Türklerin Kent Dışı (Taşra) Yaşamı", "Türkler Nasıl Yemek Yerler", "Türkler Nasıl Seyahat Ederler" adlı çalışmaları bunlardandır.

Pieter Coecke ertesi yıl kutsal Roma-Germen imparatoru V. KarPın (Şarlken) saray ressamı payesini kazandı. Çalışmalarını Brüksel, Roma ve çeşitli Rönesans kentlerinde sürdürdü, italyan mimarisinin ustalarından Flamancaya çeviriler yaptı. Mesleki çalışmaları kapsamında mimarlık, duvar inşaatı, goblen desinatörlüğü, perspektif vb konularda yazdığı kitaplar, "St. Paulus'un Hayatı", "Ya-şu'nun Öyküsü", "Büyük Günahlar" adlı duvar halısı resimleri de bulunur. Bazı yağlıboya tabloların onun tarafından yapıldığı, böylece Antwerpen'in (Anvers) gotik maniyerizminden romantizme geçişi başlatan ressam olduğu sanılmaktadır. Rönesans'a katılan ilk flaman sanatçılar arasında yer alan Coecke hakkındaki diğer bir kayda değer bilgi de ünlü ressam Pieter Brugel'i atölyesine çırak alıp yetiştirmiş ve kendisine damat seçmiş olmasıdır.

İSTANBUL


COĞRAFİ KONUM

istanbul İli 41° 33'-40° 28' kuzey enlemleri ve 28° 01'-29° 55' doğu boylamları arasındaki 5.712 km2'lik alanı kaplar. Karadeniz ile Marmara Denizi'ni birleştiren istanbul Boğazı, Asya ve Avrupa kıtalarını birbirinden ayırır. Böylece İstanbul, dünyanın iki kıtaya yayılmış tek kenti olma özelliğini de taşır.

istanbul ili kuzeyde Karadeniz, güneyde Marmara Denizi, batıda Ergene Havzası'nın su ayrım çizgisi, doğuda Kocaeli Sıradağları ile çevrilidir, idari açıdan batıda Kırklareli ve Tekirdağ, doğuda Kocaeli illeriyle komşudur. İstanbul'

un ilçelerinden Yalova ise Marmara De-nizi'nin izmit Körfezi'nin güneybatı sa-hilindedir. Bu ilçe de Burs'a İli'ne komşudur. Bu sınırlar dahilinde, topraklarının büyük bölümü Asya, üçte ikisinden biraz azı da Avrupa kesiminde yer alır. iki yaka Boğaziçi'nin üstünden geçen Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprüleriyle birleşir.

İstanbul lli'nin yüzölçümü bütün Türkiye topraklarının yüzde 0,7'si, nüfusu ise 1990 nüfus sayımına göre 7.309-190' dır. 1990'da km2'ye düşen 1.280 kişiyle İstanbul Türkiye'nin en kalabalık ve en yüksek nüfus yoğunluğuna sahip ilidir (Türkiye nüfus yoğunluğu ortalaması, 1990'da 73 kişi).

Topraklarının dörtte üçünü platolar kaplar. Orman ve fundalık alanlar yüzde 60 civarındadır. Akdeniz ve Karadeniz iklimleri arasında bir geçiş bölgesidir (bak. doğal yapı; iklim; akarsular; göller).

İSTANBUL

CON PAŞA KÖŞKÜ

Büyükada'da, Çankaya (Nizam) Cadde-si'nin üzerinde bulunmaktadır.

Caddenin kuzey (deniz) tarafında, geniş bir bahçenin içinde yer alan ve Bü-yükada'mn en ünlü sivil mimarlık eserlerinden olan bu köşk, son dönem Osmanlı ricalinden, İtalyan-Rum melezi, a-sıl adı Trasivolos Yannaros olan Con Paşa tarafından 1880'de mimar Ahileus Poliçis'e inşa ettirilmiştir. I. Dünya Savaşı yıllarında Milli Emlak'e intikal eden, daha sonra satılarak birçok şahıs arasında el değiştiren köşk günümüzde sağlam durumda bulunmakta ve sahibi Borova-lı ailesi tarafından yazlık konut olarak kullanılmaktadır.

Üç katlı ahşap bina, doğu-batı doğrultusunda caddeye paralel uzanan dik-



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin