Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə91/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   87   88   89   90   91   92   93   94   ...   134

CELLATLAR

"Cellat Ocağı", "bostancı cellatları" da denmiştir. İstanbul'da, Bostancı Ocağı' na(-») bağlı saray cellatlarıydı. 1826'da kapıkulu ocaklarının kapatılışıyla birlikte bu örgüt de dağıtılmıştır.

Bostancıbaşına bağlı Cellat Ocağı'mn koğuşu, Sarayburnu'nda Hamlacılar Ocağı'mn yanındaydı. Kıpti ya da Hırvat asıllı olan cellat ve cellat yamakları, bir cel-latbaşının yönetiminde örgütlenmişlerdir. Sayıları en çok bir oda (10-20 kişi) kadardı. Cellatlar, Bostancı Ocağı efradından sayılmaktaydılar. Buyrukları da bos-tancıbaşından alırlardı. Bostancıbaşı, ö-nemli kişilerin idamında hazır bulunur, fakat sıradan kişilerin idamını cellatbaşı-na havale ederdi. İdam hükümleri, infazın ne biçimde yapılması gerektiğini içeriyorsa buna aynen uyulurdu. Mahkûm, kendi evinde, bir meydanda ya da suçu işlediği yerde, sarayda veya "fırın mah-besi" denen tutukevinde yağlı kementle

Cellat ve

yamağı. „

Hayat Tarih

Mecmuası,

S. 3 (1973)

veya satırla idam edilirdi. Ocak askerlerinin, suçlu komutanların cellat satırı ile boyunlarının vurulması kuraldı. Adi suçlular, hırsız, soyguncu ve caniler, kentin, Çarşıkapı, Bahçekapı, Gümrükönü, Par-makkapı gibi işlek noktalarında ve herkesin önünde asılır veya boyunları vurulurdu. Siyaseten idam denen, padişahın ya da sadrazamın buyruğu ile yargısız gerçekleştirilen infazlarda, kişiye son ana kadar saygı gösterilir, cellatlar yağlı kemendi dikkatle boynuna geçirip boğarlar, "şifre" denen keskin ustura ile başı düzgün biçimde kesip ibret taşına koyarlar veya muayene için huzura gönderirlerdi. Bu idamlar çoğu kez, Topkapı Sa-rayı'nm orta kapısı içindeki kapı arasında veya kapı dışındaki Cellat Çeşmesi önünde infaz edilir, bazen cellat da çağ-nlmayarak infaz görevi saray kapıcılarına, çadır mehterlerine verilirdi. Paşa Ka-pısı'nda, Yedikule'de de idam infazları olmaktaydı.

Cellatbaşı ve yamakları, direnmek isteyen suçluyu tekme ya da yumrukla ansızın sendeletip yere çökertirler ve bir anda kemendi boynuna geçirirlerdi. Satırla boyun vurmada ise diz çöktürüp ellerini arkadan bağladıktan sonra birisi



CELVETILIK

394

395

CELVETÎLİK

Topkapı Sarayı avlusunda Cellat Çeşmesi diye anılan kitabesiz çeşme, 18. yy sonu. AH Hikmet Varlık

perçeminden tutarken diğeri tek vuruşla enseden boynu keserdi.

Cellatlar, aldıkları buyruk uyarınca suçlulara türlü işkenceler de uygularlardı. Konuşturmak için, ustura ile deri yüzmek, başa kızgın tas geçirmek, cımbızla sinir çekmek, makata burgu sokmak, çekiçle kemik kırmak yöntemlerine başvururlardı. İşkenceyle idam ise üç türlüydü. Çengel cezası Eminönü'ndeki özel ahşap kulede uygulanıyordu. Limana bakan bu kulenin ön yüzünde yerden yüksekçe çengeller vardı. Suçlu bir makara ile yukarıya çekilir, ip boşaltılınca hızla düşerken çengellerden bir veya ikisi vücuduna saplanır, orada ölünceye kadar asılı kalırdı. Donanmanın İstanbul'a her dönüşünde, yakalanan forsalardan birkaçının burada çengele vurulması gelenekti. Çarmıh cezası eşkıya reislerine ve casuslara uygulanıyordu. Soyulan mahkûm, yüzükoyun bir çarmıha bağlanır, kabaet-leri bıçakla oyularak iri birer yağ mumu dikilip yakılır, bir devenin sırtında kentte gezdirildikten sonra, akşama kadar ölmezse asılırdı. Kazık, en ağır işkenceydi. Suçlu soyulur, makatından ucu sivri ve bilek kalınlığında bir kazığa yavaş yavaş çakılır, kazığın ucu omuz başından çıkınca iki omzuna yağ mumları dikilerek meydanda teşhir edilirdi. Cellatlar, her üç işkencede de hüner gösterip mahkûmun uzun süre işkence çekmesini sağlayarak bahşiş alırlardı.

Taşrada idam edilen vezirlerin, ünlü zorbaların ve derebeylerinin kesik başları İstanbul'a geldiğinde bunlar Cellat Ocağı'nda temizlenip Bâb-ı Hümayun ö-

nünde ibret taşlarına konurdu. Akşam, kesik başları toplayıp bir kayıkla karşıya götürerek Karacaahmet'teki kesik başlara mahsus yere gömmek de cellatların göreviydi.

İdam edilenin üzerindeki her şey cellatların olur, topladıklarını yılda bir kez cellat mezadı düzenleyerek satarlardı. Cellatlık, halk arasında en uğursuz meslek sayıldığından ölen cellatlar, umumi mezarlıklara gömülmeyerek sur dışındaki ve Eyüp'te Karyağdı Bayırı'ndaki cellat mezarlığına defnedilirler, üzerlerine de kabaca yontulmuş iri ve yazısız taşlar dikilirdi.

Osmanlı tarihinde ünlü cellatbaşı Kara Ali(->) ile yamağı Hammal Ali'yi Na-îmâ ve Evliya Çelebi, eserlerinde anlatmışlardır.



Bibi. R. E. Koçu, "Osmanlı İmparatorluğunda Cellatlar", Resimli Tarih Mecmuası, s. 190-192; Tarih-i Naima, IV, 332; Evliya, Seyahatname, I, 518; "Cellad, Cellad Ocağı, Cellad Mezadı, Cellad Mezarı", İSTA, VI, 3426, 3429. NECDET SAKAOĞLU

CELVE1ÎLİK

16. yy sonlarında Aziz Mahmud Hü-daî(-0 tarafından kurulan ve İstanbul merkez olmak üzere Batı Anadolu ile Balkanlar'da faaliyet gösteren tarikat.

Celvetîlik, kurucusu Aziz Mahmud Hüdaî'nin (ö. 1628) tarikat silsilesinde yer alan Halvetîlik(->) ve BayramîlikC-») ile yakından ilişkilidir. Tarikatın Halvetî silsilesi, "Erdebil Sufîleri" olarak bilinen tasavvuf zümresinin kurucusu Safiyyüd-din Erdebilî'ye (ö. 1334) ve ondan da İbrahim Zâhid-i Geylanî'ye (ö. 1291) ulaşır. Bayramî silsilesi ise, Aziz Mahmud Hüdaî'nin şeyhi Muhyieddin Üftâ-de'ye (ö. 1580) ve Muk'ad Hızır Dede (ö. 1512) ile Akbıyık Meczub (ö. 1456) aracılığıyla Hacı Bayram-ı Velî'ye (ö. 1429) bağlanır. Celvetîliğin bu ikinci silsilesi ayrıca Bayramîliğin Ebu'l-Hasan el-Ha-rakanî'de Nakşibendîlik(->) ile bütünleşmesinden dolayı "Sıddıkî" bir özellik de taşımaktadır.

Celvetîliğin silsile bakımından Halve-tîlik ile Bayramîliğe bağlanması, bu tarikatların bir kolu olarak değerlendirilmesine yol açmış ise de, aslında tamamen bağımsız bir mistik kuruluş şeklinde örgütlenmiş ve diğerleri gibi İstanbul hayatına dışarıdan değil, şehir kültürünün içinden çıkarak katılmıştır. Bu yüzden Celvetîlik, tam anlamıyla bir İstanbul tarikatı sayılır.

Aziz Mahmud Hüdaî'nin tasavvuf hayatında birbirini izleyen iki farklı dönem, Celvetîliğin kuruluşunu aydınlatabilecek ipuçlarını barındırmaktadır. Bunlardan ilki Hüdaî'nin İstanbul'da Küçük Ayasofya Medresesi'ndeki öğrencilik yıllarından başlayıp, hocası Nâzırzade Ramazan Efendi (ö. 1576) ile birlikte önce Edirne, ardından Mısır, Şam ve Bursa seyahatlerim içine alan ve 1573'e kadar süren dönemdir. Bu dönemde henüz ilmiye sınıfına mensup bulunan Hüdaî, Filibeli Nured-dinzade Musliheddin Efendi'nin (ö. 1573)

sohbetlerine katılarak Halvetî zümresine girmiş ve daha sonra Mısır'da tarikatın Demirtaşîlik kolu şeyhlerinden Kerimüd-din Halvetî'ye intisap ederek icazet almıştır. Celvetîliğin oluşumunu hazırlayan ikinci dönem ise, Hüdaî'nin bir Halvetî şeyhi olarak Mısır'dan Bursa'ya döndüğü 1573'ten itibaren başlar ve İstanbul'a geldiği 1580lerin ilk yıllarına kadar sürer. Bu dönem, Bayramîliğin Üftâde aracılığıyla Hüdaî üzerindeki mistik etkisini yoğunlaştırarak Celvetî tarikatının doğmasına yol açtığı, kısa fakat son derece etkili bir zaman kesitidir.

1580'lerin başından itibaren İstanbul' da örgütlenmeye başlayan Celvetîlik, l628'e kadar şehir hayatında Aziz Mahmud Hüdaî ve çevresinde oluşan geniş bir mürit halkası tarafından yaygınlaştırılmıştır. Tarikatın İstanbul'da kurumlaştığı 1580-1628 arasındaki bu birinci dönem, Hüdaî'nin karizmatik kişiliğine bağlı olarak şekillenen Celvetî mistisizminin özellikle sarayın da desteğini alarak üst tabakada rağbet bulduğu ve henüz şehir halkının orta ve alt tabakalarına yeterince nüfuz edemediği bir zaman kesitidir. Hüdaî'nin başta III. Murad (hd 1574-1595) olmak üzere III. Mehmed (hd 1595-1603), I. Ahmed (hd 1603-1617), I. Mustafa (hd 1617-1618, 1622-1623), II. Osman (hd 1618-1622) ve IV. Murad (hd 1623-1640) ile yakından kurduğu ilişki, Celvetîliğe hem siyasi ve maddi destek hem de aralarında Sadrazam Halil Paşa (ö. 1629), Re-isülküttab Okçuzade Mehmed Şâhî Efendi (ö. 1629), Şeyhülislam Hocazade Esad Efendi (ö. 1625) gibi devlet adamlarıyla, Sarı Abdullah (ö. 1660), Şeyh İbrahim Efendi (ö. 1655) ve Nev'izade Ataî (ö. 1635) gibi döneminin aydın kadrosunu oluşturan önemli kişileri kazandırmıştır.

Celvetîliğin İstanbul'daki ilk merkezi, Aziz Mahmud Hüdaî'nin daha önce öğrencilik yıllarını geçirdiği Küçük Ayasofya Medresesi bünyesindeki tekkedir. Kü-çükçamlıca'da yaptırdığı ve bir süre inziva hayatı yaşadığı Çilehane ya da Musalla Mescidi Tekkesi de tarikatın şehir hayatındaki ilk merkezleri arasında sayılabilir. Hüdaî'nin halifelerinden Muk'ad Ahmed Efendi (ö. 1639), burada bir süre postnişinlik yapmıştır. Bizans dönemine ait Sergios ve Bakhos Kilisesi'nden camiye çevrilen Küçük Ayasofya Tekkesi ise aslen bir Halvetî merkezi olup Nureddin-zade Musliheddin Efendi'nin vefatını (1573) izleyen yıllarda Hüdaî tarafından Celvetîliğe bağlanmış ve kendisi burada yaklaşık 8 yıl postnişinlik yaptıktan sonra yerine halifesi Filibeli İsmail Efendi'yi (ö. 1642) bırakarak Üsküdar'da 1589'da inşa ettirmeye başladığı ve 1595'te tamamlanan tarikatın merkez tekkesinin başına geçmiştir. 1595-1628 döneminde Hüdaî Asitanesi, Celvetîliğin İstanbul'daki tek örgütlenme merkezi olup tarikat, henüz mahalle ölçeğinde yaygınlık kazanabileceği tekke organizasyonunu gerçekleştirememiştir. Tarikatın bu dönemdeki asıl faaliyet sahası, merkez tekkeye bağlı olarak İstanbul dışında, özellikle Batı Ana-

dolu ve Balkanlar'da görülmektedir. Hüdaî'nin halifelerinden Dizdarzade Ahmed Efendi (ö. 1623), Üftadezade İbrahim Efendi (ö. 1678), Saçlı İbrahim Efendi (ö. 1664), Aksaraylı Abdurrahim Efendi (ö. 1645), Kemaleddin Efendi (ö. 1657), Arap Yahya Efendi (ö. 1666) ve Eyyûb Efendi (ö. 1621), Celvetîliği başta Bursa ve Edirne olmak üzere bu sahada yaymışlardır. Hüdaî'nin vefatından sonra İstanbul'da kurulmaya başlayan Celvetî tekkelerinde, özellikle bu bölgede yetişen şeyhlerin meşihat görevini üstlendikleri görülmektedir.

Aziz Mahmud Hüdaî'nin lö28'de vefat etmesiyle Celvetîlik dört şubeye ayrılmış ve her şube kurduğu tekkeler aracılığıyla İstanbul'un mahalle ölçeğinde tarikatın yaygınlaşmasını sağlamıştır. Celvetîliğin, 1628'den başlayıp tekkelerin kapatıldığı 1925'e kadar süren bu ikinci dönemine damgasını vuran kişi, Hüdaî' nin başhalifesi Muk'ad Ahmed Efendi' dir. Hüdaî'den sonra Üsküdar'daki Celvetî Âsitanesi'nin meşihatını üstlenmiş ve yetiştirdiği iki önemli halifesi Zâkirzade Abdullah Efendi (ö. 1657) ile Devatî Mustafa Efendi'ye (ö. 1650) mensup şeyhler tarafından kurulan Celvetî şubeleri, tarikatın 17. yy ortalarından başlayarak İstanbul'da hızla yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Celvetîliğin orta tabaka arasında rağbet bulduğu bu dönem, daha önce şehir hayatına giren Mevlevî, Nakşî, Bayramî ve Halvetî tarikatlarının yanısıra 16. yy sonlarında Rıfaîlik ile 17. yy başlarında Kadirîliğin İstanbul'da örgütlenmeye başladıkları, Celvetîliğin de bu faaliyetlere paralel şekilde kendi tekke organizasyonunu genişletmeye çalıştığı bir zaman dilimi olarak dikkati çekmektedir.

İstanbul Celvetîliğinin Hüdaî sonrası dönemine damgasını vuran Muk'ad Ahmed Efendi halifelerinden Zâkirzade Abdullah Efendi, Hüdaî Asitanesi zâkirba-şısı Şa'ban Efendi'nin (ö. 1650) oğludur. Nakşîliği İstanbul'a getiren Abdullah İlâ-hî'nin(->) postnişinlik yaptığı Zeyrek Tekkesi ile Atik Ali Paşa Camii bünyesindeki Kasım Çelebi Tekkesi'nde postnişinlik yapmış ve bu tekkeler, Hüdaî'den sonra Celvetî organizasyonuna bağlanan ilk tarikat merkezleri olmuşlardır. Zâkirzade Abdullah Efendi'nin faaliyetleri yalnızca bu tekkelerle sınırlı değildir. Onun İstanbul'daki Celvetî örgütlenmesi açısından taşıdığı asıl önem, yetiştirdiği halifeleri aracılığıyla tarikatın dört şubesinden üçünün silsile itibariyle kendine bağlı oluşudur.

Zâkirzade Abdullah Efendi'nin iki halifesi vardır. Bunlar Atpazarî Osman E-fendi (ö. 1690) ile Selâmî Ali Efendi'dir (ö. 1692). "Fazl-ı İlahî" olarak tanınan Osman Efendi, Fatih Atpazarı'nda kendi adına bir tekke kurmuş ve Celvetîliğin suriçindeki en faal merkezlerinden birini oluşturmuştur. Halifelerinden Silsile-i Ta-rik-i Celvetî yazarı İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1724) ise, Celvetîliğin Hakkîlik şubesinin kurucusudur. Hakkîlik, 17. yy sonlarından itibaren önce Bursa'da yaygın-

laşmış, 1774'te Hüdaî Asitanesi postnişini olan Mudanyalı Mehmed Ruşen Efendi (ö. 1794) ile Celvetîliğin İstanbul'daki merkez tekkesinde temsil edilmiştir. Faaliyet alanı Hüdaî Asitanesi ile sınırlı kalan Hakkî meşihatını, Büyük Ruşen Efendi ailesine mensup bulunan Şehabeddin Efendi (ö. 1819), Abdürrahman Nesib Efendi (ö. 1842), Mehmed Ruşen Efendi (ö. 1891), Mehmed Şehabeddin Efendi (ö. 1911) ve el-Hac Mehmed Ruşen Efendi tekkenin kapatıldığı 1925'e kadar yürütmüşlerdir. (YANLIŞ BİLGİ: Mehmed Ruşen değil Mehmed Gülşen Efendi 1923’te vefat etti. Son şeyh ise yeğeni Abdu'l-gafur Abid KOCAMAN’dır. MAK)

Zâkirzade Abdullah Efendi'nin ikinci halifesi Selâmî Ali Efendi (ö. 1692), Celvetîliğin İstanbul'daki en yaygın tekke organizasyonunu gerçekleştiren Selamî-liğin kurucusudur. Müderrislik ve müftülük görevlerinde bulunmuş, daha sonra Devatîzade Mehmed Talib Efendi'nin l679'da vefatıyla birlikte Hüdaî Asitanesi postnişinliğine atanmıştır. Selâmî Ali Efendi, Celvetîlik ile Halvetîliğin aşırı vahdet-i vücutçu şubelerinden Mısrîlik arasında yakınlaşma sağlayan kişi olarak tanınır. Bu amaç doğrultusunda Mısrîliğin kurucusu Niyazî-i Mısrî (ö. 1693) ile tasavvufun temel konuları üzerinde mektuplaşa-rak ortak bir anlaşma zemini hazırlamaya çalışmış, fakat bu girişimi zahit Cel-vetîlerce uygun görülmeyerek Hüdaî Âsitanesi'ndeki meşihat görevine 1682' de son verilmiştir. Bu göreve tekrar iadesi, Mustafa Erzincanî'nin meşihatından sonra olup, vefat ettiği 1692'ye kadar post-nişinliği devam etmiştir.

Selâmî Ali Efendi, Üsküdar'da Selamsız, Kısıklı ve Acıbadem'de üç ayrı Celvetî tekkesi kurarak Selamîliğin 17. yy sonlarından itibaren İstanbul hayatına nüfuz etmesini sağlamıştır. Selamsız ve Acıbadem tekkelerinin meşihatım da üstlenen Selâmî Ali Efendi, bu merkezlerle Hüdaî Asitanesi arasındaki ortak meşihatı vefatına kadar sürdürmüş, fakat daha sonra Kısıklı Tekkesi dışındaki Selamsız ve Acıbadem tekkelerinin idaresi 18. yy ortalarından itibaren Celvetîliğin Ha-şimî şubesinin denetimine geçmiştir. Selâmî Ali Efendi'nin halifesi Bilecikli Osman Efendi (ö. 1727) ise hem Üsküdar Atpazarı'nda 1720'de kurduğu tekkede, hem de Hüdaî Âsitanesi'nde Selamîliği temsil etmiştir.

Celvetîliğin üçüncü şubesi Fenaîlik, Selâmî Ali Efendi'nin halifelerinden Fe-naî Ali Efendi (ö. 1745) tarafından kurulmuştur. Fenaî Ali Efendi'nin tarikat silsilesi, mürşidi Selâmî Ali Efendi tarafından Zâkirzade Abdullah Efendi'ye u-laşır. Fenaî Ali Efendi Kütahyalıdır. Önce Selâmî Ali Efendi'nin Selamsız Tekkesi'nde postnişinlik yapmış, 1714'te bu görevinden ayrılarak Üsküdar Pazarba-şı'ndaki kendi adıyla anılan Fenaî Tekkesi meşihatını üstlenmiştir. Fenaîliğin Celvetî organizasyonu içindeki etkisi 18. yy boyunca devam eder. Bu dönemde Abdullah Rıfkî Efendi (ö. 1770), Mehmed Nazif Efendi (ö. 1792) ve hattat Mehmed Şakir Efendi tarafından Fenaî meşihatı temsil edilmiş, 19. yy başların-

da tekke Celvetîliğin Haşimîlik şubesine geçmiştir.

18. yy ortalarında Celvetîliğin dördüncü ve son şubesi olan Haşimîlik, Mustafa Hâşim Efendi (ö. 1782) tarafından kurulur. Mustafa Hâşim Efendi'nin aynı zamanda Bektaşî olması nedeniyle bu tarikat, İstanbul'daki Celvetî örgütlenmesi içinde rint meşrep bir tasavvuf anlayışının uzantısı şeklinde gelişmiş, 20. yy başlarına kadar Celvetî, Melamî ve Bektaşî zümreleri içinde etkisini sürdürmüştür.

Mustafa Hâşim Efendi'nin tarikat silsilesi, babası Yusuf Nizameddin Efendi (ö. 1752) aracılığıyla Mustafa Erzincanî' ye (ö: 1711) ve ondan da Muk'ad Ahmed Efendi'nin halifesi Devatî Mustafa Efendi'ye uzanmaktadır.

Devatî Mustafa Efendi, tıpkı Muk'ad Ahmed Efendi'nin diğer halifesi Zâkirzade Abdullah Efendi gibi, 17. yy ortalarında İstanbul'un önde gelen Celvetî şeyhlerinden birisi olmuş, Üsküdar Şeyh Camii bünyesinde kurduğu ve kendi adıyla ünlenen Devatî Tekkesi'nin post-nişinliğini yapmıştır. Mustafa Efendi ailesine mensup şeyhler, aynı zamanda Hüdaî Asitanesi meşihatında da bulunarak her iki tekkenin Celvetî organizasyonu içindeki ilişkisini sağlamışlardır. Bu şeyhlerden Mehmed Talib Efendi (ö. 1679), Hüdaî Asitanesi ile Devatî Tekkesi'nin ortak meşihatında bulunmuş, halifesi Mustafa Erzincanî ise aynı göreve iki defa getirilmiştir/ Haşimîliğin kurucusu Mustafa Hâşim Efendi'nin babası Yusuf Nizameddin Efendi, Şeyh Mustafa Erzincanî'nin halifesidir.

Sadrazam Şehit Ali Paşa tarafından Yusuf Nizameddin Efendi için Üsküdar İnadiye'de inşa ettirilen tekke, Yusuf E-fendi'nin doğum yerine nispetle Bandır-malı Tekkesi olarak tanınır. Bu tekke başlangıçta bir Celvetî merkezi olarak kurulmuş, fakat sonradan Yusuf Efendi'nin oğlu Mustafa Hâşim Efendi'nin, Mısır Kay-gusuz Abdal Tekkesi Şeyhi Hasan Baba' ya (ö. 1756) intisap ederek Bektaşîliğe bağlanması üzerine, çift tarikatlı bir tekkeye dönüşmüştür. Haşimîliğin temelleri, Mustafa Hâşim Efendi tarafından bu tekkede atılmış ve Celvetîlik ile Bektaşîliği birleştiren tarikat 18. yy ortalarından 20. yy başına kadar İstanbul Celvetîliğinin en güçlü kolu olarak varlığını devam ettirmiştir. Hâşim Efendi'den sonra meşihata geçen Mehmed Galib Efendi (ö. 1831), Celvetîliğin tarihinde önemli rol oynayan bir kişidir. 1826'da Bektaşîliğin Yeniçeri Ocağı ile birlikte kaldırılması için II. Mahmud'un saraya davet ettiği şeyhler arasında bulunan Mehmed Galib Efendi, hem yetiştirdiği halifeleri, hem de kendi ailesine mensup şeyhler aracılığıyla son dönem İstanbul Celvetîliği üzerinde derin izler bırakmıştır. Bandırmak Tekkesi'ndeki Haşimî Meşihatı Mehmed Galib Efendi ailesine mensup Abdurrahim Selâmet Efendi (ö. 1849), Mehmed Fahreddin Efendi (ö. 1893) ve Küçük Mehmed Galib Efendi (ö. 1911) ile sürmüş olup son postnişini

CELVETÎLİK

39 7 CEMAL REŞİT REY KONSER

Bektaşî şeyhlerinden Yusuf Fahir Baba" dır (Ataer) (ö. 1967).

Haşimîlik, diğer Celvetî tekkelerini 18. yy ortalarından itibaren kendi kontrolü altına alan ve böylece tarikat organizasyonu içinde bütünleşmeyi gerçekleştiren bir mistik akım olarak dikkati çekmektedir. Haşimîlik önce Selamı ardından Fenaî şubesine ait tekkeler üzerinde hâkimiyet kurmuştur. Mustafa Hâşim Efendi'nin büyük kardeşi Hâmid Efendi (ö. 1758) ve oğlu Kemal Efendi, Acıbadem Selamî Tekkesi meşihatında bulunmuşlar, ardından halifesi Mehmed Râşid Efendi (ö. 1834), Üsküdar Selamsız'daki Selamı Tekkesi postnişini olarak bu merkezi 19- yy başlarında Bandırmalı Tekkesi meşihatına bağlamıştır. Mehmed Râşid Efendi ailesine mensup şeyhlerden Seyyid Abdullah Efendi (ö. 1858) ile Ahmed Muhtar Efendi (ö. 1887), bu tekkedeki Haşimî meşihatının temsilcileridirler. Bandırmalı Tekkesi Postnişini Mehmed Galib Efendi'nin halifelerinden Mehmed Efendi (ö. 1845), Üsküdar Pa-zarbaşı'ndaki Fenaî Tekkesi şeyhliğine atanarak buradaki Fenaî meşihatına son vermiş, kendisinden sonra gelen Mehmed Şakır Efendi (ö. 1884) ve İhsan Efendi ile Haşimî meşihatı 20. yy başlarına kadar sürmüştür. Tekkenin son postnişini Küçük Şakir Efendi'dir (ö. 1951). Haşimîliğin kendine bağladığı bir diğer Celvetî merkezi de Üsküdar'daki iskender Baba Tekkesi'dir. Kaymakçızade Mehmed Efendi (ö. 1773) tarafından kumlan bu tekke, Mehmed Galib Efendi'nin halifelerinden Mehmed Şakir Efendi (ö. 1862) tarafından Haşimîliğe bağlanmış, kendisini oğlu Mehmed Şerefeddin Efendi (ö. 1892), Ahmed Safî Efendi (ö. 1895) ve Bandırmalı Tekkesi Postnişini Küçük Mehmed Galib Efendi'nin (ö. 1911) meşihat dönemleri izlemiştir.

istanbul'daki faaliyetini, özellikle Hü-daî Âsitanesi'nin bulunduğu Üsküdar'da yoğunlaştıran Celvetîliğin suriçinde yeterince etkili bir tekke organizasyonu gerçekleştiremediği görülmektedir. Tarikatın suriçinde kurduğu iki önemli merkezden biri Fatih'te Atpazarî Osman Efendi Tekkesi, diğeri de Edirnekapı'daki Sarmaşık Tekkesi'dir. Bu tekke Hüdaî Âsi-tanesi postnişinlerinden Dede Çelebi lakabıyla anılan Mehmed Saburî Efendi (ö. 1717) tarafından 18. yy başında kurulmuş ve oğlu Seyyid İsmail Efendi'nin (ö. 1732) vefatından sonra önce Gülşenî-liğe, ardından da Halvetîliğe geçmiş, 19-yy'm ilk çeyreğinde Seyyid İbrahim Efendi'nin (ö. 1831) meşihata atanmasıyla tekrar Celvetîliğe bağlanmıştır. İbrahim Efendi ailesine mensup Mehmed Tahir Efendi (ö. 1846) ile Ahmed Sıdkî Efendi'nin (ö. 1882) postnişinlik yılları, Celvetîliğin suriçinde giderek etkinliğinin azaldığı bir döneme rastlamaktadır.

Kendi içine kapalı bir mistik kurum görüntüsü veren Celvetîliğin İstanbul'da diğer tarikatlarla ilişkisi, Halvetîlik hariç tutulursa pek yoğun olmamıştır. Tarikatın İstanbul hayatında yaygınlaşma di-

namiği, kendi kurduğu tekkeler arasında yine kendi kurduğu kolların meşihat değişimine dayanmaktadır. Bu içedönük mistik kurumlaşma anlayışının dışında Celvetîlik, tarikat silsilesi bakımından bağlı bulunduğu Halvetîlik ile yakın ilişki kurmuş, bu tarikata ait suriçindeki Sokollu Mehmed Paşa Tekkesi'nde, daha sonra Hüdaî Âsitanesi postnişinliği de yapan Abdülhay Efendi (ö. 1705) ile Mustafa Erzincanî meşihat görevini kısa bir süre üstlenmişlerdir. Bunun gibi 17. yy'ın son çeyreğinde Kocamustafapaşa' daki Bezirgan Tekkesi, Musa Şükûrî Efendi (ö. 1678) ile Osman Ma'nâ Efendi'nin (ö. 1688) meşihat dönemlerinde, Aksaray'daki Alaeddin Tekkesi ise 19. yy ortalarında Halvetîlikten Celvetîliğe geçen tarikat merkezleri olmuşlardır. Kadirîliğe bağlı Tophane Akarca Tekkesi ve Nakşî-liğe bağlı Beşiktaş Çakır Dede Tekkesi'nde de kısa süreli Celvetî meşihatı vardır.

Celvetîliğe ad olan "celvet" kelimesi, tıpkı Halvetîliğe ad olan "halvet" gibi tasavvuf düşüncesinin temel kavramlarından biridir. Tarikata intisap eden kişinin bir süre toplumdan uzaklaşarak inzivaya çekilmesi anlamına gelen "halvef'in tersine "celvet", kişinin benliğinden sıyrılarak topluma geri dönmesi anlamını taşır. Bu yüzden Celvetîler, kendilerinin hem "Hak" hem de "halk'la bir olduklarım ileri sürerek, Halvetîlikten daha kapsamlı bir tasavvuf anlayışını temsil ettiklerini savunurlar.

Celvetî tacı 13 terkli (dilimli) olup koyu yeşil renktedir. Bu terkler, Aziz Mahmud Hüdaî'nin kutbiyetini ve On İki İmam'ı sembolize ederler. Tarikatın şubelerinden Selamîlikte 17, Fenaîlikte ise 19 terkli taç giyilmiştir.



Bibi. CSR, Dosya A/41, B/160, 215; Cema-leddin Hulvî, Lemezat-ı Hulviye, Süleymani-ye Ktp, Hacı Mahmud Efendi, no. 4536, vr 115b-117b; Ataî, Hadaiku'l-Hakaik, II, 760-762; Şeyhî, Vekayiu'l-Fuzalâ, I, 280-281; Uş-şakizade, Zeyl-i Şakaik, 123-124, 688; Müsta-kimzade, Risâle-i Tâciyye, Süleymaniye Ktp, Pertev Paşa, no. 6li, vr l69b; Haririzade, Tibyân, I, 227a-245b; Ayvansarayî, Hadîka, II, 195-204; 1. Hakkı Bursevî, Silsüe-i Tarik-i Celvetî, İst., 1291; Ahmed Münib, Mir'atü't-Turuk, İst., 1306, s. 38-45; Mehmed Samî, Es-mâr-ı Esrar, İst., 1316, s. 40; Yakub Afvî, He-diyyetü's-Sâlikîn, İst., 1329; Vassaf, Sefine, II, 372-382; Hocazade, Ziyaret, 56-64; Mehmed Gülsen, Külliyat-ı Hazret-i Hüdaî, İst., 1338; Ergun, Antoloji, II, 409; A. Gölpmarlı, "Cel-vetiye", İA, III, 67-69; Beldiceanu-Steinherr, "Hüdaî", EP, II, 538-539; 2. Tezeren, Seyyid Aziz Mahmud Hüdayî, I, İst., 1984; H. Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayî ve Celvetiyye Tarikatı, İst., 1982; ay, "Celvetiyye", DlA, VII, 273-275; A. B. Turnal-E. Y. Turnalı, "Celvetîlik ile Bektaşîliği Birleştiren ilgi Çekici Bir Dal: Haşîmiyye Kolu ve Üsküdar'da Bandırmalı Tekkesi", Türk Dünyası Araştırmaları, S. 66 (Haziran 1990), s. 111-120.

EKREM IŞIN



Zikir Usulü ve Musiki

Celvetîlik Türk tasavvuf musikisinde ö-nemli bir yer tutar. Bu önem özellikle tarikatın kurucusu Aziz Mahmud Hüdaî' nin musikici olmasından kaynaklanır.



Coşkunluktan çok ağırbaşlılığa, hareketten çok durgunluğa, heyecandan çok istikrara, sohbetten çok tefekküre, vecd-den çok huşûa ağırlık verilen Celvetîlik-te musiki de, ayin de bu özellikleri taşır. Dini törenlerini dönerek ve ayakta gerçekleştiren tarikatların ayinlerinde görülen coşkunluk ve hareketlilik ile musikilerindeki ahenk ve ritim bu tarikatın ayinlerinde yoktur.

Celvetîlikte öbür tarikatların ayinlerinden farklı olarak, ayin sırasında, ilahiler zâkirlerce topluca değil, birer birer solo olarak okunur. Ancak, öteki tarikat ayinlerinde olduğu gibi Celvetî ayini de zâkirbaşının Fatiha okumasıyla başlar. Üsküdar'daki Hüdaî Âsitanesi'nde cuma namazından sonra ayin düzenlenirdi. Zikre katılacak olanlar halka halinde o-tururlar, halkanın ortasında zâkirlerin o-luşturduğu bir halka daha bulunurdu. Şeyh bu sırada halkaya girmez, minberin karşısındaki kafesli odada kalırdı. Zâkir-başı Fatiha'dan sonra kelime-i tevhîdi başlatırdı. Çok ağır tempoda, uzun uzun on, on iki veya on beş defa topluca tekrar edilen kelime-i tevhîdden sonra (bazen "dört dört" denilen tevhîd açma u-sulü kullanılırdı, her dört kelime-i tev-hîdde perde kaldırılır, böylece on altı tevhîd çekilmiş olurdu), zâkirbaşının "Ya Allah hû" demesiyle gene topluca dizüstü kalkılırdı. Zikir "Allah hû" diye devam ederken zâkirlerce Hüdaî'nin ilahilerinden biri okunurdu. Bu durumda süren zikir şekli sadece Celvetîliğe özgü olup "Nısf-ı kıyam" veya "Hızır kıyamı" diye adlandırılır. Nısf-ı kıyam sırasında zâkirbaşı perde kaldırarak, yani perdeyi tizleştirerek bir daha "Ya Allah hû" dediğinde dizüstü durumdan ayağa kalkılır. Bu kıyam zikri sırasında "Hû" esması okunur. Belli sayıda "Hû" denildikten sonra zâkirbaşı "ism-i Celâl'e (Allah) geçer. Allah adı anıldıktan sonra da zâkirbaşının üç defa uzun "Hû" demesiyle a-yinin başlangıç safhası sona erer. Zâkirlerce duruma uygun bir ilahi topluca o-kunmaya başlar. İlahi okunurken şeyh kafesli odadan çıkar, makam seccade-sindeki yerini alır. (Celvetî âsitanesinde şeyhler posta değil, seccadeye otururlar, bu nedenle şeyhlerine "seccade-nişin" de denir.) İlahi bittiğinde herkes yerine oturur ve bir zâkirin okuduğu "durak" dinlenir. Durak bitince şeyh Fatiha okur, okumazsa ellerini yere vurarak "Ya Allah hû" dediğinde yeniden ayağa kalkılır ve "Hû" zikrine başlanır. Zikir sürerken, zikrin perdesine ve ritmine uygun ilahiler okunur. Zikredenler bedenlerini sağa sola eğerek, başlarını da sağa sola çevirerek "Hû" kelimesini tekrarlamaya devam ederler. Zâkirlerin okumakta oldukları ilahinin sonunda şeyh perde yükseltmek ve zikrin temposunu hızlandırmak isterse üç defa "Allah" diyerek bir işaret verir. İlahilerin perdesini yeni bir perdeye aktarabilmek için zâkirbaşının veya onun görevlendirdiği bir zâkirin kısa bir taksiminden sonra yeni perdeden başka bir ilahiye geçilir. Bu ilahiler sadece Celvetîliğe özgü bir usulle, solo olarak okunur. Çok hafif sesle süren "Hû" zikri sırasında zâkirbaşının işaretiyle bir zâkirin okumaya başladığı solo ilahi zikir meydanına yayılır. Böylelikle tarikatın coşkunluğa yer vermeyen ta-savvufi düşüncesi zikir ayinine de yansıtılır.'Perde kaldırmalı ve solo ilahili zikir bir süre daha devam ettikten sonra, şeyhin "Hû, illâ hû" diye yüksek perdeden seslenmesiyle sona erdirilir ve oturulur. Oturulunca zâkirlerce bir cumhur ilahisi okunur. Şeyhin duasıyla ayin sona erer. İstanbul'da ve Anadolu'daki Celvetî tekkelerinde ayin bu şekilde düzenlenmişti. Tarikatın Fenaî ve Hakkî kollarında da ayin düzeni böyleydi; ancak, Selamî ve Haşimî kollarında bazı küçük farklılıklar vardı.

Celvetî musikicilerinin en önde geleni tarikatın kurucusu Aziz Mahmud Hüdaî' dir. Çargâh makamındaki tevşihi (Kudümün rahmet-i zevk u safadır yâ Resûlal-lah) dini musikinin şaheserlerindendir. Bu tarikatta musikicilerin çoğu başta Üsküdar'daki âsitane olmak üzere Celvetî tekkelerinde zâkirbaşılık görevinde bulunmuştur. Ayinleri zâkirbaşının başlatması geleneği zâkirbaşıların musikiyi iyi bilmesini gerektiriyordu. Bunlar arasında, aynı zamanda birer besteci olan Hafız Kumral ile Şaban Dede başta gelir. Şeyhülislam Esad Efendi, 17. yy'da yaşamış cilan Hafız KumraPın otuz dolayında eser bestelediğini kaydeder; Şaban Dede'nin ise acem ilahisi (Yâ Rabbi mahşer yerine ne yüz ile varayım ben) çok tanınmıştır. Hüdaî Âsitanesi'nin beşinci şeyhi Divitçi-zade Şeyh Mehmed Talib Efendi (ö. 1679) bu yüzyılın bir başka musikicisi-dir. İstanbul'da Celvetî musikisinin en önemli temsilcilerinden biri Şeyh Mehmed Zaîfî Efendi'dir. Akbaba Camii imamı olduğundan "Akbaba İmamı" diye tanınan Zaîfî Efendi Kuran kıraatında ve Muhammediye okumakta ustaydı. Bestelediği otuz üç eserden sadece ırak makamındaki durak günümüze ulaşabilmiştir. Celvetîliğin en tanınmış temsilcilerinden mutasavvıf, bilgin İsmail Hakkı Bursavî (ö. 1724) ile Kalburcuzade Zâkir Hacı Mehmed Efendi'nin besteledikleri ilahiler eski mecmualarda kaydedilmiştir.

Celvetî ayininde zâkirbaşının özel görevi dolayısıyla öbür tarikat tekkeleri zâ-kirbaşılığından daha önemli olan Hüdaî Âsitanesi zâkirbaşılığı görevinde hep değerli musikiciler bulunmuştur. Ömer Efendi (ö. 1813), Hatip Aziz Efendi (19. yy), Hayrullah Zekâi Efendi bunlardan bazılarıdır. Üsküdar İnadiye'deki İskender Baba ve Bandırmalı tekkelerinin zâkirbaşısı Aksaraylı Hafız Hüseyin Efendi de (Malak Hafız) çok ünlü bir zâkirbaşıydı. Üsküdar'daki Bandırmak Tekkesi'nin zikirlerinden Hüseyin Tevfik Efendi son dönemde İstanbul'un en tanınmış mersiye okuyucusuydu. Gene Bandırmak Tekkesi'nin şeyhi Zâkirbaşı Paşa Mehmed (ö. 1900) repertuvarının genişliğiyle tanınmıştı, dini eserler dışında birçok dindışı eser de hafızasındaydı. Miraciyefnin ta-

mamım ve besteli mevlidi de biliniyordu. Hüdaî Âsitanesi'nin on dokuzuncu şeyhi Abdurrahman Nesîb Efendi ile yirminci şeyhi oğlu Ruşen Tevfikî Efendi de besteci şeyhlerdendir. Celvetîliğin "Pîr Makamı" olan Hüdaî Âsitanesi şeyhlerinin hepsinin musikiye aşina kimseler olduğuna kesin gözüyle bakılabilir; ancak, yazılı kaynaklarda sadece bestecilere yer verilmiştir.



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   87   88   89   90   91   92   93   94   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin