Başariyi taniyalim



Yüklə 450,41 Kb.
səhifə12/15
tarix15.01.2018
ölçüsü450,41 Kb.
#38439
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15

11. SABIR - SEBAT


Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır.”

Sabır, dayanma ve tahammül gücünü belirtir. Acele ve telaş göstermeden geleceği ve olacağı bekleyebilmek sabır etmektir.

Sebat, yerinde ve sözünde durma halidir. Kararlı olmak ve devam etmek demektir.

Azim, sabır ve sebatla birleşince verimli olur. Günlük yaşantımızda yer alan küçük veya büyük başarılar azmimizi kuvvetlendirir. Fakat bazen moralimizi bozan, hevesimizi kıran, ve enerjimizi parçalayan olaylarla da karşılaşabiliriz. Bu gibi hallerde yenilgiyi kabullenmeyeceğiz. Sabırla karşı koyacak, kırılmaz bir enerji ile sonuna kadar dayanacağız.

Başarı sabretmekte ve dayanmaktadır. Tembelliğe ve bıkkınlığa yenilmeden sonuna kadar sabreden başarıya ulaşır, mutluluğa erişir.

Peygamberimiz; “İnsana sabırdan daha iyi ve geniş bir şey verilmemiştir.” buyurmuş, başarının ancak sabırla olacağını bildirmiştir. Hz. İsa; “Hoşlanmadığınıza sabretmedikçe, hoşlandığınızı ele geçiremezsiniz” demiştir.

Sabır ve sebatla yapılan işler bize kendimizi saymayı ve kendimize güvenmeyi de öğretir. Bir işe girişmeden önce iyi düşünmeli, başladıktan sonrada sabırla devam ederek ve her engele karşı koyarak bitirmeye çalışmalıyız.

Öğrenciler de, okuluna başlamadan önce iyi düşünerek karar vermeli, azmetmelidir. Başladıktan sonra da sabırla devam ederek çalışmalı, öğrenmeli ve başarıyla okulunu bitirmelidir. Şuurlu ve iradeli öğrenci bunu yapar.

Sabreyle işine, hayır gelsin başına.”


12. SEVGİ - SAYGI - HOŞGÖRÜ


Sevgi, gönülden duyulan temiz bir duygudur.

Gönül, kalbin manevi yönüdür. İnsanın güzel duygularının merkezi, kaynağı gönüldür. Gönülden duyulan sevgi, insanı yüksek fedakârlıklara götüren tatlı bir duygudur.

Sevgi muhabbettir. Muhabbet meyildir, ilgidir, dostluktur, bağlılıktır. Sevgi manevidir; insanın iç aleminde yer eder. Görülmez fakat hissedilir... Sözle tarifi güçtür, yaşanarak öğrenilen hoş bir duygudur... Sevgi, insanı yücelten, yükselten, manevi hazza ulaştıran yüksek bir duygudur...


Seven İnsan


Sevgi duygusuna ulaşan insan kötü şeyler düşünemez; kötü işler yapamaz; kötülere eş ve alet olamaz. Aksine: Seven insan iyilik düşünür, iyilik yapar ve iyilikler peşinde koşar...

Seven insan serin kalpli olur. Sakin duruşlu ve kendisinden emin görünür... Seven insanın gözlerinin içi güler; bakışları parlak, yüzü güleç ve dili tatlı olur.



Seven insan sevilir ve çevre edinir... Sevilen ve çevresi genişleyen insan, herkesten ilgi, itibar, yardım ve himaye görür... “Sev ki sevilesin” diyen atalarımız sevilmeyi sevmeye bağlamışlardır. Benjamin Franklin’in söylediği gibi: “Sevilmek istiyorsanız, önce sevin ve sevimli olun”.

Seven, sevdiği için sevilen, sevildiği için sayılan, çevresinden yardım ve himaye gören insanın, verimli çalışma ortamı gelişir. Gelişen bu ortamda, başarının aydınlık yolu kendisine olabildiğince açılır. Açılan başarı yolunda – başarının diğer şartlarını da yerine getirmek suretiyle – ilerlemek ve başarılardan başarılara yürümek, seven ve sevilen insan için normal bir olaydır...


Sevgiye Ulaşmak


Sevgi içten gelen bir duygudur. Dıştan zorlamayla olamaz. Ancak, insan aklını kullanarak ve kendi kendine telkin etmek suretiyle sevgiyi geliştirebilir. Şöyle ki:

İnsan, sevilmesi gerekenleri aklıyla bulur ve bunlar üzerine düşünür... Önceden sevemiyorsa da: “Sevmeliyim... Seveceğim... Seviyorum...” gibi sözlerle kendi kendine telkin yapar. Bu yolla, zamanla sevmeye alışır. Sevdikçe de sevildiğini fark eder. Sevildikçe sevgisi daha da derinleşir ve sonunda manevi hazza ulaşır... Artık bundan sonra sevgiden kopamaz.


Sempati


Çoğu zaman, sevgi sempati ile başlar. Sempati, insanlar arasında birbirine yakınlık duyma eğilimidir. Buna “duygusallık” da diyebiliriz. Birinin, bir başkasına karşı beslediği sıcak ve içten duygu sempatidir.

Sempati yönsemesi, cemiyeti ayakta tutan çok önemli manevi bağlardan birisidir... Milletçe buna muhtacız.



İnsanlar arasında, önce sempatiyle başlayan yakınlık eğilimi, zamanla kuvvetlenerek sevgiye dönüşebilir... Küçük sevgiler, genellikle, büyük sevgilerin temelidir: Anne baba, kardeş ve arkadaş sevgisi; zamanla millet, memleket ve insanlık sevgisine yücelebilir...

Sempatiden sevgiye, sevgiden diğer sevgilere (daha önemli ve daha yüksek sevgilere) yol açıldığına göre: Sevmek istediğimiz şeylere önce sempati duyarak başlayabiliriz. Kendi kendine yapacağımız etkili telkinlerle, sempatiyi zamanla sevgiye ve sevgiyi de geliştirerek daha yüksek sevgilere yüceltebiliriz...

Şefkat


Şefkat, karşılık beklemeden, içten gelen, koruyucu ve esirgeyici bir sevgidir. Sevginin daha da gelişmiş bir şeklidir. Şefkat, daha ziyade, büyüklerin küçüklere, yada kuvvetlilerin zayıflara karşı duyduğu koruyucu – kol kanat gerici – bir sevgidir.

Sevginin şefkat derecesinde gelişmesi; küçüklerin büyüklerden, halsizlerin güçlülerden,zayıfların kuvvetlilerden muhtaçların varlıklılardan yardım ve himaye görmesi gibi yüksek fedakârlıkların ve üstün meziyetlerin gelişmesine yol açar ki; bu hal, birbirini görüp gözeten ahenkli ve huzurlu bir toplum düzeninin kurulup gelişmesine yardımcı olur.

Saygı


Saygı, sevgi ile bağlılık karışımı yüce bir duygudur.

Saygı daha ziyade, küçüklerin büyüklere karşı duyduğu ya da önemli ve değerli kimselere karşı duyulan bağlılık ve beğenmek duygusudur.

Saygı, “hürmet”le eş anlamlıdır. Hatır sayma-hatır gözetme hali saygıdan ileri gelir.

Saygı, daima sevginin yanı başındadır. Zira, seven insan sevdiğini sayar. Saygıya yönelmeyen, göstermelik sevgiler sevgi olmaktan çok uzaktır. Böyle sevgiler içten değil yüzeyseldir. Çoğu zaman şahsi çıkara dayanır...

Saygı duygusuyla yoğrularak yetişen insan, sevmese de saymasını bilir. Zira, saygı sadece duygunun değil, aklın da gereğidir. Şahsi çıkarımızın yerine gelmesi de karşımızdakine saygılı olmamıza bağlıdır...

O halde: Sevsek de sevmesek de, her insana karşı saygılı olmak zorundayız... Ve gene sevsek de sevmesek de, her arkadaşımıza ve her yakınımıza saygı göstermekle yükümlüyüz... Kendisinden faydalansak da faydalanmasak da, her büyüğe ve her değerli insana saygı göstermek ve saygılı davranmakla mükellefiz... Karşımızdakinin görüşleri, bize uysa da uymasa da, tarafımızdan kabul görse de görmese de, saygıyla karşılamak durumundayız... Zira: saymasını bilenler sayılırlar... Sayan insan kendisini kabul ettirir ve öncelikle kendisini büyültür.

Biz sayarsak, karşımızdakiler de bizi sayar. Biz görüşlere saygı duyarsak, karşımızdakiler de bizim görüşlerimize saygı duyar... Böylece, karşılıklı saygı ortamı gelişir. Oluşan saygı ortamında, görüşler serbestçe tartışılabilir; gerçekler ve doğrular kolaylıkla anlaşılabilir...

Karşılıklı saygı havası içinde gelişen huzur ortamında, çalışmanın verimi artar ve başarıya ulaşması kolaylaşır...

Hoşgörü


Hoşgörü, her şeyi anlayışla karşılamaktır. Hoşgörü, bazı hallerde kusuru görmezden gelmektir. Yada, kusuru bağışlayarak sahibini sevindirmektir.

Arapça dan gelen “müsamaha” ile Fransızca dan gelen “tolerans” kelimeleri de bugün dilimizde hoşgörü anlamında kullanılmaktadır.



Hoşgörü saygıdan daha da ileridedir. Zira, hoş görüde bağışlamak vardır; bağışlayarak sevindirmek, bu yolla iyiye yönlendirmek ve iyiyi buldurmak vardır.

Hoşgörüsüz toplumlarda daima kusurlar görülür; kusurlar büyültülerek büyük problemler oluşturulur... Hoşgörülü toplumlarda ise, kusurlar hoş görülür. Büyük kusurlar küçültülür, küçükler düzeltilir ve birbirini seven sayan huzurlu bir toplum oluşturulur...


ÇEŞİTLİ SEVGİLER

Sevgiler çeşitlidir. Bunları dört grupta incelemek yerinde olur:


  1. İnsanlara yönelik sevgiler.

  2. Tabiata ve hayvanlara yönelik sevgiler.

  3. Yüksek meziyetlere yönelik sevgiler.

  4. Mukaddes değerler sevgisi - Allah sevgisi

Bunlara özetle değinelim:

a) İnsanlara Yönelik Sevgiler

İnsanlara yönelik sevgilerin başında anne- baba, kardeş, arkadaş ve eş sevgisi gelir. Bunlar, ihmal edemeyeceğimiz en önde gelen sevgilerdir. Bu en yakınlarımıza olan sevgilerimizi, görevlerimizle birlikte sürdürmekle yükümlüyüz... Anne sevgisi sevginin temelidir. Bütün sevgiler anne sevgisi üzerine kurulur. Bu temel kuvvetli atılmalıdır.

Öğretmen sevgisi, hısım akraba, konu komşu ve hemşehrilik sevgisi de insanlara yönelik sevgilerdir. Bunlara sevgiyle yaklaşanlar, sevgiyle ve belki daha fazlasıyla karşılık görürler; çevrelerini genişletirler ve mükâfatını alırlar...

Öğretmenini seven öğrenci, onun dersini de sever. Sevilen ders, daha kolay ve daha sağlam öğrenilir... Kazanan gene öğrenci olur. Severek öğretmenini sevindirmiş olmanın da ayrı bir değeri vardır...

Hısım akraba, konu komşu ve hemşehrisini tanıyan, onlara karşı sevgi ve saygıda kusur etmeyen öğrenciler; komşuluk, akrabalık ve hemşehrilik görevini yerine getirmiş olmanın yanı sıra, iyi öğrenci ve iyi insan olma yolunda önemli adımlar atmış olurlar...



İnsanlara yönelik sevginin daha da genişi ve gelişmişi, millet ve memleket sevgisidir. Kendi milletini ve memleketini sevmek; Milletinin refah ve saadeti için hizmet ülküsü beslemek ve bu uğurda elinden gelen gayreti göstermek, her millet ferdinin vatandaşlık ve insanlık görevidir... Bu görevi yerine getirenler manen huzur bulur ve çevresine de huzur verirler...

Millet ve memleket sevgisiyle yoğrularak; Milletinin, millî ve manevi değerlerine sahip çıkarak; Milletine hizmet aşkıyla dolu olarak ve bu uğurda fedakârlıklara katlanmaya hazır olarak yetişen ve gelişen öğrenciler, yakın bir gelecekte, memleket ufuklarında parlayan bir yıldız gibi doğmaya namzet olanlardır!..

İnsanlara yönelik sevginin en genişi ve gelişmişi İNSANLIK SEVGİSİ dir. Tüm insanlara karşı duyulan sevgidir.



Kendi Milletini de taşarak, yeryüzündeki bütün insanlara sevgi ve saygı duyan; insanlığa hizmet ülküsüyle dolu olarak yetişen ve gelişen öğrenciler, bu yüce ülküye ulaşabilmek gayretiyle daha verimli çalışabilecekler ve er geç başarılı sonuca ulaşabileceklerdir... Bu gibiler, gelecekte, bütün insanlık alemine vereceği önemli ve kalıcı hizmetlerle hem kendilerini yüceltecekler ve hem de Milletimizin yüce adını, dünya ufuklarında şanla ve şerefle dalgalandıracaklardır!..

b) Tabiata ve Hayvanlara Yönelik Sevgiler

Tabiatın yeşilliğini, ağaçlarını, çiçeklerini ve diğer bitkilerini sevmek ve onları koruyucu olmak, insan hassasiyetinin ve insan ruhunun inceliğini gösterir... Bunlara karşı duyulan sevgi, insan ruhuna huzur ve sükun verir...

Hayvanları sevmek, onları korumak ve onların yaşamalarına yardımcı olmak; hassas duygunun, merhametin ve iyilikseverliğin önemli göstergesidir...

Diğer sevgilerin yanı sıra, tabiat ve hayvan sevgisiyle de yüklü olarak yetişen öğrenci ancak o zaman " kâmil insan" olmaya namzet olabilir...

c) Yüksek Meziyetlere Yönelik Sevgiler

Okuma sevgisi, öğrenme sevgisi, vazife (görev yapma) sevgisi, güzellik sevgisi, güzel sanatlar sevgisi, doğruluk sevgisi, hak ve hakikat sevgisi ve benzerleri, yüksek meziyetlere yönelik sevgilerdir.



Bu sevgiler, öğrenciye kendisini bulduran, onun ufkunu açan, yükselmesine ve yücelmesine yol açan çok yüce sevgilerdir... Bu yüce sevgilerle dolu olarak yetişen ve gelişen öğrenciler: İyi insan, olgun insan ve faydalı insan olmanın ideal yolcularıdır...

d) Mukaddes Değerler Sevgisi - Allah Sevgisi

İnsanlar için, mukaddes sayılan (mübarek-kutsal bilinen) değerler ve bunlara karşı duyulan mukaddes sevgiler vardır. Dini inanışların mukaddes saydığı değerlere duyulan sevgiler bunların başında gelir.



Allah sevgisi, Allah'ın emirlerini tebliğ etmekle görevli olan Peygamberlere duyulan sevgi, Allah'ın buyruklarını içine alan kutsal kitaplara olan sevgi, mukaddes sevgilerin önde gelenleridir.

Din denilince ilk akla gelen Allah olduğuna göre, mukaddes sevgilerin en büyüğü Allah sevgisidir: Kâinatta mevcut her şeyi yaratan, her şeyi gören, bilen, her şeye gücü yeten; iyilerin, doğruların, haklıların ve çalışanların her daim yardımcısı olan yüce bir kudretin varlığına inanmak, ona sevgi ve saygı duymak, insana güç-kuvvet veren yıkılmaz bir dayanaktır. Allah inancını ve Allah sevgisini benliğinde duyan kimseler, doğruluğuna inandığı ve haklı bildiği yolda dönmeden yürürler... Böyleleri, güçlüklerle karşılaşsalar da yılgınlık göstermeden yollarına devam ederler; inandıkları davaları yönünde, işleyen zekâlarıyla çözüm yolları bulabilirler ve er geç amaçlarına ulaşabilirler...

Burada bir gerçeği dile getirelim: "Allah sevgisine giden yol insan sevgisinden geçer". Bir atasözümüzde ifadesini bulduğu gibi, "Atasını sevmeyen Allah'ını sevemez".

Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere; Allah sevgisine ulaşmak isteyenler, öncelikle insanları sevmelidirler. Yaratılanı sevmelidirler, yaratana ulaşmak için. Özellikle, cemiyete faydası dokunmuş kimseleri sevmek ve onlara derinden saygı duymak hepimizin insanlık borcudur...



Vatan Sevgisi de mukaddes sevgiler arasında yer alır. Sevgilerin en güzeli vatan sevgisidir. Vatan, din, millet kelimelerinin söylenişi bile insanda tatlı heyecan uyandırır...

Özellikle biz Türklerin, vatanlarına karşı duyduğu sevgi, hiç bir sevgiyle kıyaslanamayacak kadar yüksektir. Bunun içindir ki: "Vatan sevgisi imandan gelir" demişizdir... Bizler, vatanımızın bir karış toprağı için gerekirse, canımızı-kanımızı ve her şeyimizi vermeye hazır olan asil bir Milletin çocuklarıyız!..


Sevgiler Bir Bütündür


Sevgilerin hepsi bir bütündür. Hepsi önemli ve hepsi değerlidir. Hepsi birbirinin tamamlayıcısıdır. Birinden diğerine geçilebilir, fakat biri diğerine tercih edilemez...

Sevgi olgunluğuna eren insan, birini sevince, genellikle diğerini de sevebilir. Sevgisizler, sevginin zevkine varamayanlar yalnız kalmış kimselerdir. Bunlar kurumuş ağaç misali gölgesizdirler, faydasızdırlar...

Öğrencide Sevgi


Hayatının ilkbaharını yaşamakta olan öğrenciler, sevmenin ve sevilmenin hazzına mutlaka ulaşmalıdırlar. Bunun için, öncelikle sevmeye gayret göstermeli, sevebilmek için kendisini teşvik etmeli ve bu yolda kendi kendisine telkin yapmalıdırlar...

Unutmayalım: Sevenler sevilir. Sevilenler ilgi ve itibar görür, başarı yolunda yardım ve himaye görürler...



Öğrencinin yakın çevresinde oluşacak, karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü ortamı, ahenkli ve huzurlu bir çalışmaya fırsat verecektir. Bunun temini ise daha çok, öğrencinin kendi elindedir. Kendisinin göstereceği sevgi, saygı, hoşgörü; karşısındakilerin aynıyla karşılık vermelerine zemin hazırlayacaktır. Hattâ daha ileri derecede karşılık bulacaktır...
13. İNİSİYATİF

İnisiyatif, Fransızca'dan dilimize girmiş ve tutulmuş bir kelimedir. Sözlüklerimizde, teşebbüs ve girişkenlik kelimeleri de inisiyatif anlamında açıklanmışsa da, inisiyatif anlamını tam olarak karşıladığı söylenemez. Bu bakımdan başlığı inisiyatif olarak seçtim.

İnisiyatif: Bir şeyi ilk olarak yapma veya ortaya atma eylemidir. Bir kimsenin herhangi bir işe daha önce başlaması ve başarması onun inisiyatif gücüdür. Bir kimsenin gerekli kararı kendiliğinden alabilmek konusunda sahip olduğu özel nitelikler onun inisiyatifidir.

İnisiyatif, karar ve yürütme konusunda sahip olunan vasıflardır. Bir işe daha önce başlamak ve başarmak inisiyatif sahibi olmaktır.

Teşebbüs: Bir işe girişme, yapışma, ele alma, itina ile başlama anlamındadır.

Girişkenlik: Kolay ilişki kurabilmek, faal ve teşebbüs sahibi olmak halidir. Teşebbüs eden, girişken olan kimselere müteşebbis denir.

İnisiyatif sahibi olan insan başlama ve başarmada önde gider, fırsatları değerlendirir. Herhangi bir konuda eylem üstünlüğünü sağlar, sevk ve idareye hakim olabilir.



İnisiyatif Sahibi Olanlar: İnisiyatif sahibi kimseler kendilerine güvenlidirler. Bir şeyler düşünürler, bir şeyler öğrenirler, bir şeyler yapmaya karar verirler. Kararlarını öncelikle ve cesaretle uygulamaya başlarlar ve de başarırlar.

İnisiyatif kullananlar çekingen değil girişkendirler, pısırık değil müteşebbistirler. Canlı ve hareketlidirler. Tereddütle vakit öldürmezler, daima faaldirler. Bunlar eğer, önceden iyi düşünür, iyi öğrenir ve tedbirlerini iyi alarak işe başlarlarsa çok başarılı sonuçlar alabilirler.



Okulunda neyin yapılacağını, neyin öğrenileceğini önceden düşünen ve bulan, düşündüğünü uygulayan; kimseyi söyletmeden derslerini günü gününe hazırlayan öğrenci de inisiyatif sahibidir.

Dershanede parmak kaldırıp söz isteyen, isteyerek dersini anlatan, çekinmeden görüşlerini açıklayan öğrenci girişkendir. Böyleleri öğretmenin dikkatini çeker ve övülür. Arkadaşları arasında sevilir ve beğenilir. Yarının büyük girişimcileri böyle başlar. Girişken öğrenciler kendilerini kabul ettirirler, okullarında önemli görevler alırlar. Bu yolla, daha okul sıralarındayken hayata hazırlanırlar.

Herkeste inisiyatif (teşebbüs gücü) vardır. Ama, bazılarında daha az bazılarında daha çok. İnsan olarak, bu meziyetimizi geliştirmek elimizdedir. Hem de kendimize karşı olan önemli görevlerimizden birisidir.

Ürkekler ve çekingenler de pekalâ müteşebbis olabilirler. Yeter ki bir şeyleri yapmayı istesinler, üzerinde düşünsünler, ön bilgileri edinsinler ve cesaretle işe başlasınlar. Çalışır ve çabalarlarsa er geç başarıya ulaşırlar.


Başarı Müteşebbislerindir


Devrimiz pısırıklık, çekingenlik devri değil, teşebbüs devri, atılganlık devridir. Devrimizde pısırıklara hayat hakkı yoktur... Artık cesaretle ileri atılalım, girişelim, müteşebbis olalım, inisiyatifimizi kullanalım. Ancak ölçüyü de kaçırmayalım : Geleceği önceden görelim ve sınırı tayin etmesini bilelim. Düşünme gücünü kullanan inisiyatif sahipleri, ölçülü olmasını ve sınırda durmasını da bilirler...

Sözlerini ve davranışlarını zekâsının kontrolüne alan müteşebbisler, verilen görevi daha rahat ve kolaylıkla yaparlar. Kimseyi sıkmadan, üzmeden işlerini takip eder ve başarıya ulaşırlar. Bu tip öğrenciler derslerini vukufla öğrenir, rahatlıkla sınıflarını geçer ve başarıyla okullarını bitirirler.



Azmeden ve aklını kullanan inisiyatif sahipleri, yüklendikleri görevi zor da olsa, imkânsız da sanılsa başarıyla yürütür ve yüz akı ile sonuca varırlar. Bunlar, az sözden çok şey anlarlar. Eksik bulduklarını kendi muhakeme güçleriyle tamamlarlar. Araştırırlar, incelerler. Kendi yollarını kendileri bulurlar. Yol üzerindeki engelleri bertaraf eder ve istenilen yere ulaşırlar.

Aşağıya aldığım olayı, inisiyatif sahibi olmaya bir örnek olarak sunuyorum:

GARCIA'YA MEKTUP

Bu, eski bir mektup hikâyesidir. Her ülkede ve her devirde, günlük gazetelerin ve dergilerin fıkra yazarlarına konu olmuştur. Hikâyeyi yorumlayan yazarlar, herkesin ve özellikle gençlerin okuyup faydalanmalarını öğütlemişlerdir. Büyük trajlı bir İstanbul gazetesi fıkra yazarının, kendi sütununda - değişik yıllarda- üç defa bu konuyu işlediğine tanık oldum. Amerikalı ünlü yazar ve hatip DALE CARNEJİ de SÖZ SÖYLEMEK ve İŞ BAŞARMAK isimli kitabında bu konuya yer vermiştir. Çok önemli gördüğümden, ben de bu mektup hikâyesini aşağıda özetliyorum ve yorumluyorum:

1898 yılında, Amerika - İspanya savaşı başlayınca, ispanya sömürgesi olan KÜBA millîyetçileri bunu fırsat bilerek isyan ederler. O günkü Amerika Cumhurbaşkanı Mc. Kinley, isyan eden halkın lideri General GARCİA ile temas kurarak ona yardımcı olmak ister. Fakat Garcia, Küba'nın dağlarından birisine sığınmıştır, yerinin nerede olduğunu bilen yoktur.

Amerikan Cumhurbaşkanı, çok önemli bir mektubu Garcia'ya ulaştırmak kararındadır. Mektubu götürecek gözü pek birisini arar. Gönderirler. Fakat, Başkan ilk gelenleri kovar. Çünkü bunlar: "Acaba kendisini nerede buluruz? Ne yoldan götürelim?"... gibi sorularla bilgi almak isterler. Oysa yerini başkan da bilmemektedir. Sormadan görevi yüklenecek yetenekli birisine ihtiyaç vardır...

Nihayet, Yüzbaşı Rovan'ı gönderirler. (Çavuş Rovan diye yazanlar da var) Başkan, Rovan'a: "Al bu gizli mektubu, Küba'ya götürüp Garcia'ya ver!" der. Rovan: "Başüstüne" diyerek mektubu alır, bir keseye kor ve kalbinin üstüne yerleştirir. Mektubun nereye gideceğini ve nasıl gideceğini sormadan almış ve götürmüştür. Görevi verene bir şey sormamıştır. Fakat görevi yapmaya kararlı olarak yollara düşmüştür. Sormamıştır, ama elbette, kendi kendine düşünmüştür. Kendi inisiyatifiyle araştırmış, sorup soruşturmuş, bilgi toplamış, gideceği yolu kestirmiştir. Yolu üzerindeki engelleri peşinen göğüslemiştir...

Rovan, ne yapıp etmiş... Küba dağlarında, ormanlıklar arasında gizlenen ihtilalcileri bulmuş ve mektubu Garcia'ya vermiştir.



Hikâyenin özeti bu. Olay gayet basittir. Fakat anlamı geniştir ve derindir. Hikâyeyi anlatan ELBERT HUBBARD önemli yorumlar yapmaktadır. Biz de kendimize göre yorumlayalım:

Çok önemli bir mektup alınıyor, götürülüyor, ihtilalcilerin liderine veriliyor. Ancak, nerede bulunacağı ve nasıl gidileceği söylenmiyor. Kendi inisiyatifi ile bir çıkış yolu bulan görevli, tek başına yollara düşüyor. Sahillere yanaşıyor, dağlara tırmanıyor, ormanlarda dolaşıyor, güçlüklere karşı koyuyor... Aradığını buluyor ve görevini yapıyor...

Bu, öyle kolay olmamıştır. Sızlanmadan ve şikayetlenmeden görevi kabullenen Rovan kendine güvenmiş, aklını kullanmış, fedakarlıklara katlanmış ve neticede başarıya ulaşmıştır.

Bugün bütün dünya, Garcia'ya mektup götürecek adamları arıyor...

Garcia'ya mektubu anlatan yazar Elbert Hubbard'ın makalesi New York'da milyonlarca basılarak herkese dağıtılmıştır. Rus-Japon savaşı sırasında, makale Rusça'ya çevrilmiş ve cepheye giden her askere birer nüsha verilmiştir. Japon'lar, bu makaleyi Rus askerlerinin üzerinde bularak okumuşlar; faydalı olduğuna inanarak Japonca'ya tercüme etmişler; bastırarak çoğaltmışlar; sivil ve asker bütün mensuplarına dağıtmışlar. Gaye: Garcia'ya mektup götürecek adamı yetiştirmek...

Bugün, bizim de Garcia'ya mektup götürecek insanlara ihtiyacımız vardır. Gençlerimiz ve öğrencilerimiz herhalde bu nitelikte yetişmeli ve yetiştirilmelidir. Bu gelişmeyi milletçe özlüyor ve umutla bekliyoruz...

Millî kültürümüzle beslenerek; Garcia'ya mektup götürecek nitelikte yetişmiş; millî duygu ve millî heyecanla yoğrulmuş, millet ve memleket sevgisiyle dolmuş; millete hizmet aşkıyla yücelmiş; bilgili, becerikli, ülkücü ve inisiyatif sahibi gençlerimiz elinde milletimiz yükselecek, vatanımız kalkınacak - mamur olacak, millî birlik ve beraberliğimiz pekişecek, refahlı ve mutlu günlere erişeceğiz!...

İnanıyoruz ki: Hayallerimiz elbet bir gün hakikat olacaktır!...

14. CESARET - METANET “Cesaret, gözü kapalı tehlikeye atılmak değildir.”

Ali Fuat Başgil

CESARET: yiğitlik, yüreklilik, korkmazlık, atılganlık ve gözüpeklik gibi... yüksek ruh halleridir. Cesaret sahibi olan kimseye cesur denilir.

ŞECAAT da, biraz farkıyla, cesaret anlamındadır. Şecaat kalp metinliğidir, kahramanlıktır... Daha çok savaş meydanlarında kendini gösterir.

METANET: Dayanıklılık, sağlamlık, kavi ve berk olmak demektir. Metanet, insanın sözünde sabit; inancında ve görüşünde kuvvetli; işinde cesur, yürekli ve sabırlı olmasıdır. Metin olmaktan gelen metanet cesaretle yan yana kullanılan bir sözdür. Bunlar birbirini tamamlamaktadır.

Akıllı bir cesaret, inattan uzak bir sabır ve metanet, işimizde başarının temeli sayılmaktadır.

Korkmadan, ürkmeden ve çekinmeden bir işe girişmek cesaretli olmaktır. Ancak cesaret, akılla birlikte yürürse başarı yolu açıktır. Zira: Amacı akıl tespit eder, gidilecek yolu akıl çizer, tehlikeleri akıl görür, tedbirleri akıl gösterir. Aklın gösterdiği yoldan giden cesur insan er geç amacına ulaşır. Akıl süzgecinden geçmeden gösterilen şuursuz cesaret, insanı karanlığa iteler; sonu belirsiz maceraya sürükler... Akılla beraber yürümeyen cesaret cürettir. Cüretkârların çoğu akılsız cesurlardır. Böyleleri, başlangıçta başarılı olsalar bile sonuçları hazindir... İçinde yaşadığı toplumu, kendileriyle birlikte felâkete sürüklemiş -gelmiş geçmiş- cüretkârların, maceraperestlerin sayısı dünyamızda epeyce fazladır...

Cesaretin zıddı korkudur. KORKU: Çekingenlik, ürkeklik, ileriye atılamamaktır. Korkaklar, yiğitlik, yüreklilik gibi yüksek ruh hallerinden mahrumdur. Aklın süzgecinden geçerek gelen çekingenlik hali korku değildir. Bu hal, gelecek muhtemel tehlikelere kulak kabartmadır. Tehlikeyi önceden görme işaretidir; tedbirli ve dikkatli olma uyarısıdır. Fakat, aklın tehlikeli görmediği durumlarda bile devam edegelen çekingenlik cesaretsizliktir, korkaklıktır.

Cesaretsiz İnsan: Cesaretsiz insan, gereksiz endişelerle ve fobilerle yüklüdür. O, şuursuz korkunun ve endişenin esiri olmuştur. Cesaretsiz insan, başlayacağı işin zamanını iyi tayin edemez, öncelikle yapılacak işe karar veremez, inisiyatifini kullanamaz, fırsatlardan faydalanamaz, tesadüfleri değerlendiremez... Cesaretsiz insan şuursuz korkuların üzerine yükselemez, kendine güvenemez, eziklikten kurtulamaz. S. Smith'in söylediği gibi: "Dünyada pek çok yetenek, küçük bir cesaret olmadığı için kaybolur gider".


Ne yaptığını ve ne yapacağını bilerek yürüyen cesur insanlarda akıl vardır, mantık vardır, gaye vardır ve iman vardır. İnançlı insan cesaretlidir. Ülküsü olan cesurdur. Cesur ve imanlı insan, ülküsü yolunda yılmadan ve sapmadan yürür. Cesaretli insan güçlüdür... Güçlü insan muzafferdir...

Cesaret Yeri Geldiğinde Geçerlidir


Demir tavında dövüldüğü gibi, cesaret de sırasında geçerlidir. Demirin tavı gibi, her işin de bir zamanı vardır. O zamanı kaçırırsak işimiz aksar. Çok pahalıya da mal olsa, zamansız cesaretten verimli sonuç alınamaz. "Cesaret aklın eşliğinde yürümelidir" görüşünü savunmuştuk. Doğrudur. Fakat aklımızı kullanacağız diye, uzun uzadıya ölçüp biçerken işimizin başlamasını geciktirir ve zamanını geçirirsek, bu tür akıldan fayda değil zarar görürüz. Zaman aşımına uğratan akıl hocalığından medet umulamaz.

Cesaret de çabukluk esastır: Süratli cesaret etkilidir... Fakat, cesaret de telaş ve acelecilik yoktur. Zira: Telaş şuurlu düşünmeyi önler. Bilelim ki: "Telaşla giden kendine eder". Cesur olacağım diye acelecilik yaparak hesapsız, kitapsız işlere girişirsek, kendimizi batağa sürüklemiş oluruz. "Acele giden ecele gider" denilir. Biz de değiştirerek söyleyelim: Atağa giden batağa gider... Geciken cesaret faydasızdır, kayıptır, gaflettir... Vakti gelmeden ortaya çıkan cesaret ise yararlı değil zararlıdır... Ne önce, ne sonra, tam sırasında... İşte cesaret budur. Cesaret, yerinde ve zamanında kullanılırsa, bütün silâhları mağlup eden en etkili bir silâhtır... Akıllı cesaret, zafer yolunu açan iman silâhıdır.

Cesaret, yanında metaneti getirir. Akıl eşliğindeki cesaret ve metanet, iman gücüyle birleşirse, sabır ve sebatla desteklenirse, azmedilip de yapılamayacak hiç bir şey yoktur.

Tarihimizden Cesaret ve Metanet Örnekleri

Bizler, Büyük Türk Milletinin çocuklarıyız!.. Türk cesurdur, metindir ve de güçlüdür. Tarihimiz cesaret ve metanet destanlarıyla doludur. Tek başına 10 düşmanı yerlere seren, Mehmetçiğin özündeki cesaret ateşidir.



"Uyvar önünde Türk gibi" sözünü Avrupalılara söyleten, damarlarında Türk kanı dolaşan askerlerimizin gösterdiği cesaret ve metanettir. Bu söz, bir "darbımesel" haline gelerek, yüzyıllardan beri Avrupa'lılar arasında söylenegelmiştir. İstiklal savaşımız, Türklük aşkıyla yanan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının emrine uyarak, "Ya istiklal, ya ölüm! nidalarıyla ileriye atılan Mehmetçiğin cesaret ve metanetiyle kazanılmıştır.

İnönülerde, Sakarya'da, Dumlupınar'da serden geçerek vuruşan Mehmetçikler, Türklük cesaret ve metanetinin timsali olmuşlardır. Kore'de, sayıca çok üstün düşman kuvvetleri tarafından çevrilen bir avuç Mehmetçik, Türklük duygusu ve gururuyla silkinerek çevresindeki çemberi yarmış ve düşmanı bozguna uğratmıştır. Bu seferde: "Kore'de Türk gibi" sözünü uzak doğu semalarında ve Amerika göklerinde dalgalandırmıştır.



Millî tarihimizden okuyup öğreniyoruz: Her sahada büyük işler yapmış olan Türk Milleti, edebiyatta ve ilimde de dehalar yetiştirmiş ve yüksek başarılara ulaşmıştır. Bugünkü Avrupa ilminin ve tekniğinin temeli, Türklerin yüksek zekâ ve çalışmalarının eseridir.

Böyle asil bir milletin çocukları, dedelerinden daha üstün meziyetlerle yetişebilir; öğrenimlerini başarıyla sürdürebilir; Yüce Milletimize lâyık Türk Gençleri olarak hayata atılabilirler. Atalette kalmak Türk Çocuklarına yakışmaz. Türk öğrencileri, kendi özel sorunlarını kendileri çözebilir, bunalımlara düşmekten kendilerini koruyabilir veya cesaretli adımlarıyla bunalımlarının üzerine yükselebilirler...

Kendine Güvenen Cesur Türk Gençleri

Kendilerine güvenen, akıllarını kullanan, azim ve cesaretle yol alan, millî duygularla bezenmiş Türk Gençleri, milletimize ve memleketimize çok faydalı unsurlar haline gelebilirler, Milletimizin daha da mutlu günlere ulaşmasında önder ve rehber olabilirler. Yeter ki, o yöne eğilelim, cesaretimizi ve metanetimizi kırmadan çalışmaya devam edelim!...

Hayat bir mücadeledir. Atatürk'e göre: "Hayatta başarılı olmak mücadelede başarılı olmakla mümkündür.” Mücadelede başarının ön şartı cesarettir. Hayatın güçlüklerine karşı ancak cesaret ve metanet gücüyle direnebiliriz. Cesaret ümitle birlikte yürür. Ümidini kaybeden cesaretini de yitirir. İnançlı insan ümidini kaybetmez. Ümit insana güç verir, güven verir, canlılık verir.

Bazen, lüzumsuz korku ve üzüntüler insanı sarabilir. Böyle durumlarda aklın rehberliğine müracaat şarttır. Bu korkunun, bu üzüntünün sebebi nedir diye düşünülmelidir. Sebep bulunabiliyorsa, aklın yol göstermesiyle o sebep kaldırılmalıdır. Belirli bir sebep bulunamıyorsa, gene aklın rehberliğiyle, o sebepsiz korkudan, üzüntü, endişe ve çekingenliklerden sıyrılmanın yolu bulunmalıdır. İnsan kendisini, aklı, zekâsı ve şuurunun kontrolüne alırsa bunu yapabilir. İleriye ümitle bakabilmek ve cesaretle hamle edebilmek dirayetini göstermeye kendimizi alıştırmalıyız.

Öğrencide Cesaret

Bazı öğrenciler, dershanede parmak kaldırmaktan ve söz alarak fikrini açıklamaktan çekinirler veya dersini anlatmak gücünü kendisinde bulamazlar. Bu hal cesaret kıtlığındandır. Böyleleri, önce kendi kendilerine telkin yapmalıdırlar: "Benim diğer arkadaşlardan farkım yoktur. Çekingenliğim ve mahcubiyetim sebepsizdir. Çalışıyorum, öğreniyorum. O halde öğrendiğimi de anlatabilirim" demelidir. Arkasından: "Bugün sınıfta söz alacağım ve dersimi anlatacağım" kararını vermelidir. Aynı gün, verdiği kararı uygulamaya geçmelidirler. Başlangıçta aksamalar olabilir. Moral bozulmadan ümitle, cesaret ve azimle aynı yolda yürümeye devam edilirse, kısa zamanda çok olumlu sonuçlar alınabilir. Kararlı öğrenci, her gün biraz daha gelişir, zamanla gül gibi açılır ve serpilir. Yeter ki, öğrenci toparlanmasını bilsin, kendisini bulsun, düşünsün, bir karara varsın, kendine güvensin ve cesaretle ilk adımını atsın...

Unutmayalım: Cesaret, başarının vazgeçilemez şartıdır.

Yüklə 450,41 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin