Basın bülteni basın bülteni basın bülteni basın bülteni



Yüklə 48,52 Kb.
tarix06.03.2018
ölçüsü48,52 Kb.
#44787



basın bülteni - basın bülteni - basın bülteni - basın bülteni - basın bülteni - basın bülteni - basın bülteni -

BEAT KUŞAĞI”NIN 90’LARA UZANTISI : BEATNİKLER



1995 yılında Bedford’da, Bob Dylan’ın sembolik ölümünün 29. yılı nedeniyle verilen bir partide, Mary, isimlerini Kerouac ve Cassady’den alan Jack ve Neal ile tanışır. Jack ve Neal hiç yaşamadıkları bir döneme, Beat kuşağına, duydukları hayranlığı yaşam felsefelerine taşımışlar, giysilerinden, müziklerine, yediklerinden yazdıklarına kadar 1966 sonrası pop kültürünü reddedip kendilerine yeni bir dünya kurmuşlardır. Seslerini Cafe Bohemya ismini verdikleri edebiyat dergisi aracılığıyla diğer beatlere duyurmaya çalışmaktadırlar. İncilleri, Kerouac’ın “On the Road” (Yolda) kitabı; felsefeleri, yaşamdaki kötülükleri görmeme ve toplum kurallarını hiçe sayma; amaçları ise tabii ki yola çıkmaktır.
Her şey “hip”, her şey “cool” olmalı diye başladıkları yolculuk onları ummadıkları noktalara taşıyacak; sırları, inançları, korkuları ve düşleri yolculuğun sonunda ne kadar değişecektir?
Arabalı piliç Mary, kibirli Jack, uyumlu Neal, Neal’in beat kedisi Koko, aşkları, ihanetleri ve zayıflıkları ile sizi güldürüp eğlendirecek, sık sık şaşırtacak ama kesinlikle keyiflendirecek bir yolculuğa bekliyor.
BEATNİKLER

Yazar: Toby Litt

Türkçesi: Deniz Vural

Ne kadar Beatsiniz? Buyrun okuyun.
Bir Plan B kitabı.

basın bülteni - basın bülteni - basın bülteni - basın bülteni - basın bülteni - basın bülteni - basın bülteni -

ALINTILAR
Şimdi Striebel Yolu’na çıktılar. Dylan, önde motorun üstünde, Sara arabayla onu takip ediyor. Son birkaç gündür şu tıkırtı canını sıkıyor. Veya belki de vitesler.

Dylan seslere çok önem veren genç bir adamdır. ‘Vahşi civa sesi’ni, tehlikeli bir şekilde düşmanlık gösteren Amerikalı, İngiliz, Fransız ve Avustralyalı seyircilerin üstüne ateşleyerek, pop tarihindeki en kötü şöhretli turlardan birini henüz bitirmişti.

1965 Newport Festivali’nde, akustik folkun sessiz mesihi, kendisini Elvis’in elektrikli havarisi olarak ortaya koymuştu. Affedilmedi.
Alkışlamaya başladım; bir süre sonra tek başına tutulan alkışın her zaman ne kadar alaycı bir izlenime neden olduğunu hatırladım.

Ayrıca bir noktada alkışlamayı kesmek gerekir. Bu yüzden alkışlamayı kesmeden konuşmaya başladım:

Bob Dylan, değil mi?” dedim. “Müthiştir.”

Dylan mı?” diye sordu gitarist, sesi kulak tırmalayıcı ve alçaktı. “Dylan’ı sever misin?”

Müthiştir.”

Tabii,” dedi, diğer ikisine bakarak. Karşılıklı gülümsediler.

Başka kimleri seversin?” diye sordu bongo çalan.

I-mm, bir sürü insan var sevdiğim.”

Cool,” dedi kız.

Sen Neal’sın, doğru mu?” diye sordum bongo çalana.

İyi atıştı.”

Adım Mary. İsmini kapının üstünde gördüm.”

Dylan Tanrı’dır,” dedi gitarist.

Yaa,” dedim, komik olmaya çaba göstererek ve neredeyse başararak. ‘Ben, Clapton Tanrı sanıyordum.’
Başka bir akorun ardından, “Her şey,” dedi Jack. “Siz piliçler her şeyi ıskalarsınız; Dylan’ın en hızlı Beat ekolünün son gerçek asi bop şairi olduğunu ıskalarsınız ki bu ekol aslında bir ekol değil, Ginsberg ve Kerouac’ın, Burroughs ve Ferlinghetti’nin; ta Rimbaud-Verlaine ve Whitman’dan, Blake’e ve o kadim çılgın geçmişin diğer asilerine, spontan bop prosodi ustalarına kadar izlenebilen bir çizgiye ait asal niteliğin kesinlikle gizli mirasçısıdır; Dylan’la birlikte uzun, hüzünlü, geçici bir süre için Beat öldü ve radyo dahil her şey kötüye gitti.”

Ama Dylan yaşıyor,” dedim. “Bu bazen talihsiz bir durum olabiliyor, özellikle şarkı söylediğinde ama yine de yaşıyor.”

Hayır,” dedi Neal. “Dylan öldü.”

Ne zaman öldü peki?”

29 Temmuz 1966’da öldü,” dedi Neal. “Bu partiyi onun ölümünün 29’uncu yılı anısına veriyoruz. Partiye katılabildiğine memnun olduk.”

Tamam o zaman,” dedim ayağa kalkarken. “Size iyi eğlenceler çünkü ben Dünya gezegenine ışınlanacağım.”


Her zamanki gibi önce kütüphaneye baktım. Posterleri düşünüldüğünde Neal’ın kütüphanesindekileri tahmin etmek oldukça kolaydı: Kerouac, Burroughs, Ginsberg, Corso, Dostoyevski, Sartre. Cazla ilgili kitaplar. Dylan’ın şarkı sözü kitapları. Jackson Pollock. Munch. T. Lobsang Rampa diye birinin yazdığı, tuhaf görünüşlü bazı kitaplar. Bir de beklenmedik bir şekilde Len Deighton ve John Le Carré’nin gerilim romanları.

Daha sonra plaklarının sırtlarına baktım. Dylan’ın ilk dönem albümlerinin hepsi vardı ama daha sonrakilerin hiçbiri yoktu. Ne Blood on the Tracks ne de Infields. Ölü olduğunda şarkı yazmak zordur sanırım. Çok fazla miktarda caz vardı: Charlie Parker, Miles Davis, Billie Holiday, Dizzy Gillespie. Ama koleksiyonun bütünüyle ilgili bir şeyler birazcık garipti. Sonra anladım: Neal büyüdükten sonra çıkmış tek bir albüm bile yoktu. Ne Grease vardı ne de Kids from Fame. Utanç kaynağı olabilecek bir bölüm ya da bir nostalji bölümü yoktu. Ne zamandan sonrası yoktu, tarihlerden çok da emin değildim, 1960’ların sonuydu belki.

İçin kıpır kıpır değil mi? Bu heyecanı hissetmiyor musun? Caddelerden taşıp geliyor. Bu gelmiş geçmiş en hayat dolu şey olacak. Bu, Bedford’un uzun zamandır beklediği şey. Her şey olmak üzere, patlamak üzere. Ben bu hatta bağlandım. Bu olacak ve bunu biz yapacağız. Coşkulu, neşeli ve hayat dolu olacağız. Her şey değişecek, göreceksin. Tüm bu ölü kasaba uyanacak. Ölüler ayaklanacak. Haleluya. Devrim ve Rönesans başlamak üzere. Evet! Ve senle ben, Neal, bunu başlatacağız. Şu anda, tam da bu akşam olayı o noktaya getiriyoruz. Tüm akşamlar arasından bu akşamı seçtik ya da bu akşam bizi seçti. Bedford’un caddeleri, ara sokakları, avluları, kaldırımları ve otoyolları. Bunları kutsal şarkı söyleme vizyonumuzla dönüştüreceğiz. Publar ve kiliseler, bürolar ve mağazalar. Nehir, büyük Ouse’umuz. Köprü. Köprüler. Heykeller. Sanki daha önce hiç orada olmamış gibi, spontan bir şekilde yaratacağız onu. Cesur bağlantılar kudretle kurulacak. Korkunç ve kutsal alevlerle yanan ruhun Blakevari ateşi harlanacak. Gelecekte, Amerika’da, insanlar yıllar boyunca bizi konuşacak, övecek, bizim titreşimlerimizle titreşecek. Biz, Neal, biz!”


Neden umma zahmetine katlanıyorsun ki? Eğer yeterince okusaydın, bütün bunların daha önce olduğunu bilirdin. Bu aslında burada olmuyor, yıllarca önce oluyor. San Francisco’da oluyor. Seninle benim aramda binlerce kilometre mesafe var. Aramızda onlarca yıl var. Seni göremiyorum. Bağırsan sesini duyamıyorum. Seni duymak istemiyorum. Sen konuşmayı öğrendiğin yıllarda, ben çoktan ölmüştüm. Sen bana telefon bile edemezsin. Bu bir uzun mesafe değil, Mary, bu bir ruh çağırma seansı. Sen masanın üstüne vuruyorsun, ben altına. Sen beni göremezsin. Ben bir hayaletim. Sen de bir hayalet olmak mı istiyorsun?”
Dev kordela çiçeğimdeki ölü yaprakları kopardım, sonra canlı yaprakları da kopardım. Yatağa yattım, top yaptığım çoraplarımı havaya, tavana en çok yaklaşacakları ama değmeyecekleri noktaya atıp durdum. İkisinin birlikteliğiyle ilgili ve nefret ettiğim şeylerin bir listesini çıkarmaya başladım: biri diğerine ait bir sözü ettiğinde ya da jesti yaptığında bundan nefret ediyordum; ikisi de aynı anda aynı şeyi söylemeye başladıklarında, gülüp, birbirlerinin gözlerinin içine bakıp, söylemeye başladıkları şeyin devamını bildiklerinde; sana dokunmak üzereyimi bildiren o ilk hareketi yapmak zorunda olmaksızın birbirlerine dokunmalarından nefret ediyordum; Jack’in ceplerinden birine orada ne bulacağını kesinlikle bilerek uzandığında bundan nefret ediyordum; Jack’in eliyle yaptığı jestten, Maggie’yi gerçek dünyaya döndüren o jestten nefret ediyordum; benim hakkımda hoş bir şekilde bile olsa konuştuklarını düşünmekten nefret ediyordum.
Sıkıştık buraya, kuşatıldık. Bu yüzden yollarımızda bir coşku yok. İngiltere’nin Whitman’ı yok, asla olamadı. Burada kahrolası ivme yok. Yeterince hızlı ve çılgınca gitmeye başlar başlamaz yavaşlayıp durmak, yavaşça geriye dönmek ve tekrar hızlanmak zorunda kalıyorsun. Sıkıştık buraya. Ama ben çıkmak istiyorum! Brighton benim için yeterince uzak değil. Ben bütün yolu gitmek istiyorum: New York’tan San Francisco’ya, Denver üzerinden... ve sonra güneye New Mexico’ya. Belki Kerouac’ın doğum yeri olan Lowell’da ya da Dylan’ın öldüğü Woodstock’ta dururum. Ya da Desolation Peak’i bulurum. Ya da Hibbing’i. Veya Big Sur’u. Ama sadece gezmek istiyorum, camlar açık. Sadece otostop yapanları almak için durmak. Hızlanmak daha da hızlanmak. Bir yerde yalnızca içinden geçerken bulunmak. Artık bir nokta olmak istemiyorum, bir çizgi olmak istiyorum. Bir ok, bir meteor, bir otoyol olmak istiyorum.”
Bir tane Jack için, bir tane benim için,” dedim, otururken. “Her şeyin sonunda, hala birbirimizle görüşecek miyiz, ne dersin?” “Hayır ikiniz için birer tane değil. Bir tanesi doğu kıyısı için, diğeri batı kıyısı için. Ya da isterseniz bir tanesi Brooklyn Köprüsü için, diğeri de belki Golden Gate Köprüsü için.”

Bütün bunlar birazcık sembolik olmaya başladı, öyle değil mi?”

Bu bir yolculuk,” dedi Lang. “Dolayısıyla sembolik.”
Biz iyi insanlar değiliz!” diye bağırdım.

Biz kötü insanlarız.”

Çalarız.”

Yalan söyleriz.”

Hesap ödemeden kaçarız.”

Amerika’yı sevmiyoruz.”

Ah, biz korkuncuz,” dedim, sakinleşmeye çalışarak.

Biz Amerika karşıtı etkinliklere kalkıştık.”



Biz Bonnie ve Clyde’ız.”

TOBY LİTT
Toby Litt, 1968’de İngiltere’nin Ampthill kasabasında doğdu. Çocukluğu ve gençliği Bedford’da geçti. Oxford’da okudu, East Anglia Üniversitesi’nde “Yaratıcı Yazarlık” eğitimi aldı. İlk kitabı, kısa hikayelerden oluşan Adventures in Capitalism 1996 yılında yayınlandı. Bir İngiliz Yol Romanı alt başlıklı, Beat kuşağını anlattığı Beatniks ise yazarın ilk romanıdır. 1997’de yayınlanan Beatniks’i , 2000 yıllında Corpsing ve 2001 yılında Deadkidsongs izledi. Eserlerinin isimlerini alfabetik sırayla veren Toby Litt, 2002 yılında Exhibitionism ve 2003 yılında da Finding Myself’i yayınladı. Birçok edebiyat dergisinde hikaye ve denemeleri yayınlanan Litt ayrıca Henry James’in The Outcry isimli eserinin editörlüğünü de yapmıştır.
The Guardian ödüllerinin jürisinde yer alan Toby Litt, İngiltere’de on yılda bir açıklanan, ülkenin en başarılı yazarlarının yer aldığı Granta 2003 listesine seçildi. İngiltere’de kitapları yok satan Litt’in ilk romanı olan Beatnikler sinemaya aktarılıyor.
Toby Litt’in diğer eserleri de plan b tarafından yayınlanacak.

Granta Listesi

Granta, 1983'ten beri, on yılın en başarılı yazarlarını belirliyor. 1983 ve 1993 yıllarında Granta listesine giren yazarlar arasında Martin Amis, Ian Mc Ewan, Salman Rushdie, Graham Swift ve Pat Barker vardı. 2003 yılında Toby Litt, Granta listesine seçildi.

DENİZ VURAL
Arzu Taşçıoğlu ile birlikte, Frank Herbert’ın Çöl Gezegeni Dune, Dune’un Mesihi ve Dune’un Çocukları (1997-1998), Laura Mulvey’in Yurttaş Kane (2000) ve Joseph Stiglitz’in Küreselleşme, Büyük Hayalkırıklığı (2002) adlı kitaplarını çevirdi; Aaa... Öyle mi? (1998) ve Office 2000’den XP’ye adlı kitapları yazdı.

beatnikler partisi


Toby Litt'in cool romanı “Beatnikler”

ve Babylon'da yapılacak Beatnikler partisi ile

plan b, Beat kuşağını selamlıyor....

Tarih: 5 Haziran 2003

Saat: 21:30

Yer: Babylon

DJ: Hilmi Tezgör
Yolumuz uzun...

Bu gece Babylon’dan Denver’a,

Denver’dan Utah’a, San Francisco’ya uzanacağız...

Kimsesiz otobanların çocukları

şarkılarını, şiirlerini hatırlatacaklar bize...


Tam: 10 milyon

Öğrenci: 6 milyon
Yüklə 48,52 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin