OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMİNDE ORTAYA ÇIKAN DÜŞÜNCE AKIMLARI
Osmanlı Devleti’nin pek çok alanda güç duruma düştüğü 19. yüzyılda, devletin eski parlak devirlerine dönmesi için birtakım yapılanma çalışmaları sürerken bazı devlet adamları ve aydınlar yurt içinde ve dışında farklı arayışlara girdiler. Bunun sonucunda çeşitli düşünce akımları ortaya çıktı ve gelişti. Bu akımların başlıcaları şunlardır: Batıcılık, Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük.
Batıcılık (Garpçılık): Batılı tarzda düşünme, hareket etme ve yaşamayı esas alan anlayıştır. Bazı Osmanlı aydınları Batılılaşmayı, devletin sorunlarını çözmede dinamik ve etkili bir çözüm yolu olarak görürler. Bu aydınlar, Batı medeniyeti çizgisinde – Osmanlı’nın kendi temel dinamiklerine zarar vermeden – ilerlemeyi amaçlar. Meşrutiyet döneminde (1876 – 1923) Abdullah Cevdet’in başını çektiği, Celâl Nuri gibi bazı aydınlarca desteklenen bir düşüncedir.
Osmanlıcılık: Fransız İhtilâli’nden sonra dünyada yayılan milliyetçilik akımı, Osmanlı coğrafyasında yer alan bazı toplumların bağımsız devletler kurma düşüncelerini güçlendirir. Aydınlar, bunun önüne geçmek için ilk olarak II. Mahmut zamanında, ırktan çok vicdani bir milliyetçilik anlayışı ortaya koyan Fransız modeli milliyetçilikten yola çıkarak “Osmanlı Milleti” oluşturma fikrini savunurlar. Hem Müslüman olan hem de Müslüman olmayan unsurları bir arada tutmak amacı güdülür. Bu anlayışın gelişmesi için Ali Paşa ve Fuat Paşa büyük çaba harcar. Din farkı gözetmeksizin “toplumsal birliktelik” düşüncesiyle ortaya atılan bu görüşün önemli savunucuları şunlardır: Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Ziya Paşa, Agâh Efendi, Mithat Paşa…
İslâmcılık: Islahat Fermanı, Osmanlıcılık akımından çok İslâmcılık akımının gelişmesine yol açtı. Müslüman olmayan unsurlara tanınan ayrıcalıklar Müslüman aydınları harekete geçirdi. Bunun sonucunda İslâmcılık düşüncesi ortaya çıktı. Avrupalıların Panislâmizm dedikleri bu düşünce; Orta Doğu, Balkanlar ve Afrika’daki Müslüman unsurların bir arada tutulması için çare olarak düşünülmüştür. Sultan Abdülaziz döneminde başlayan bu akım II. Abdülhamit tarafından desteklenmiş, Cemaleddin Afgani tarafından sistemleştirilmiştir. Bu akımın önemli temsilcileri; Mısır’da Muhammed Abduh, Balkanlar’da Filibeli Ahmet Hilmi Bey, İstanbul’da Sait Halim Paşa, Mehmet Akif ve Eşref Edip’tir.
Türkçülük: 1789 Fransız İhtilâli bütün dünyada olduğu gibi, Osmanlı’da da milliyetçilik hareketlerinin fitilini ateşler. Ancak Osmanlı İmparatorluğu çok milletli, çok dilli, çok dinli bir devlet olduğu ve devleti kuran temel unsur da Türk unsuru olduğu için, Türkçülük düşüncesi adeta diğer bütün unsurlar ayrıştıktan sonra ortaya çıkmıştır.
Kaşgarlı Mahmut’tan Âşık Paşa’ya, değişik yazarlarca ele alınan milliyetçi damar, II. Meşrutiyet’e kadar siyasi bir anlayış olmaktan ziyade bir kültür ve sanat anlayışı olarak gelişir. Şemseddin Sami’den Ahmet Vefik Paşa’ya, Süleyman Paşa’dan Ziya Paşa’ya dek gündeme getirilen “Türkçe’nin sadeleştirilmesi” fikri siyasi bir hedefe yönelik değildir. II. Meşrutiyet’ten sonra Türkçülüğün sosyolojik, tarihî, felsefî ve siyasî teorisinin oluşturulmasının mimarı Ziya Gökalp’tir. Yusuf Akçura, Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfeddin gibi aydınlar Türkçülük fikrinin önemli savunucularıdır.
Türkçülük akımı, Osmanlı coğrafyası dışındaki Türklere de ilgi duyan bir akımdır.
MİLLÎ EDEBİYAT (1911-1923)
Millî Edebiyat Akımının Oluşumu ve Genel Özellikler: II. Meşrutiyet’in ilânı (1908), bunu izleyen 31 Mart Vakası, Balkan (1912-1913) ve I. Dünya (1914-1918) Savaşları Osmanlı Devleti’ni derinden etkiler. Devleti, içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarma çabaları, yeni fikir hareketlerini doğurur.
Yaşanan acı yenilgiler, yıkımlar, başarısızlıkla sonuçlanan girişimler aydınları, Türklerin millî kimliğini belirleme ve birliğini kurma yolunu bulmaya yöneltir. “Milliyetçilik” akımı bu yönelişle ortaya çıkar.
XX. yüzyılın başlarında “Milliyetçilik” hareketleri önce kültür alanında kendini gösterir. Tanzimat döneminde Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi yazarlar sade Türkçe’yi savunarak “dilde milliyetçilik” akımının öncülüğünü yaparlar. Şemsettin Sami, Ahmet Vefik Paşa, Süleyman Paşa gibi edebiyat ve bilim adamları Türk dili ve tarihi alanında önemli çalışmalara imza atarlar.
XX. yüzyılın başlarında “Milliyetçilik” hareketleri kendi özünü bulur. 1908’de Türk Derneği kurulur; Türklerin geçmişini araştırmak, Türkçe’yi yabancı kural ve kelimelerden arındırmak amacıyla aynı adla bir dergi çıkarılır. Bunu, 1911’de Türk Yurdu Derneği ve Türk Yurdu dergisi izler. 1912’de Türk Ocağı kurulur. Bu derneklerde Orta Asya, Azerbaycan Türkleri ve onların şiveleriyle ilgili çalışmalar yapılır.
Bu arada, XX. Yüzyılın başlarında birbiri ardınca kurulan milliyetçi derneklerden önce, 1897’de Mehmet Emin Yurdakul, “Ben Bir Türküm” diye başlayan şiirini yazdı. Daha sonra 1905’te Selânik’te çıkan “Çocuk Bahçesi” adlı dergide, sade Türkçe ve hece ölçüsüyle millî duyguları dile getiren başka şiirler kaleme aldı. Bu şiirler daha sonra, “Türkçe Şiirler” adıyla kitaplaştırıldı ki, Millî Edebiyat akımını hazırlayan en önemli faktörlerden biri de, Yurdakul’un hece ile ve sade Türkçe’yle yazdığı bu şiirlerdir.
Millî Edebiyat akımının öncüleri 1911’de Selânik’te “Genç Kalemler” dergisi çevresinde toplanan Ömer Seyfeddin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp’tir. Çıkarılan dergilerde millî duygu ve düşünceleri dile getiren yazılar, şiirler yayımlanır. Ziya Gökalp, Türkçülüğü düşünceleriyle yönlendirir. Fuat Köprülü, dış Türklerin tarih ve kültürlerine de uzanan incelemeler yayımlar. Ömer Seyfeddin yazıları ve hikâyeleriyle bu yeni akımı savunur. Ömer Seyfeddin’in “Genç Kalemler” dergisinde yayımlanan “Yeni Lisan” başlıklı makalesi bir bakıma Millî Edebiyat akımının bildirisi (beyannamesi manifestosu) niteliğindedir. O, “saf, sade ve temiz Türkçe”yi savunarak “Yeni Lisan” hareketine büyük katkıda bulunur. Onun bilhassa dil konusundaki yazıları ilgi uyandırır. Millî Edebiyat akımının ortaya çıkmasından kısa süre sonra Fecr-i Âtî topluluğu dağılmış ve bu topluluğun; Yakup Kadri, Refik Halit, Fuat Köprülü, Halide Edip, Hamdullah Suphi gibi pek çok üyesi Millî Edebiyat hareketine katılmıştır. Hatta Servet-i Fünûncu Ahmet Hikmet Müftüoğlu da bu dönemde ateşli bir Türkçülük savunucusu olmuş ve Millî Edebiyat akımının ilkeleri doğrultusunda hikâyeler yazmıştır.
Millî Edebiyat akımına bağlanan aydınlar ve sanatçılar; şiir ve nesirle ilgili olarak şu ilkelerde birleşirler: 1- Dil, sade halk Türkçesi olmalıdır. 2- İstanbul Türkçesi temel alınmalıdır. 3- Dilimize Türkçe’nin dil bilgisi kuralları hakim olmalı; Arapça ve Farsça dil bilgisi kuralları bırakılmalıdır. 4- Dilimize yerleşmiş, halkın kullandığı ve anlamını bildiği yabancı kökenli kelimelere dokunulmamalıdır. 5- Şiirde hece ölçüsü kullanılmalıdır. 6- Halk edebiyatının nazım biçimlerinden ve türlerinden yararlanılmalıdır. 7- Konular halkın yaşayışından alınmalı; millî kaynaklara, yurt gerçeklerine ve ülke meselelerine yönelinmelidir.
MEHMET EMİN YURDAKUL (1869 – 1944)
Mehmet Emin Yurdakul, Edebiyat-ı Cedide döneminde şiir yazmaya başlar. Bu dönemde bile hece ölçüsünü kullanmış ve sade Türkçe’yle yazmıştır. Anadolu insanının dertlerini, millî duygularını şiire aktarmıştır. 1897’de Osmanlı-Yunan savaşı sırasında yazdığı, “Ben bir Türk’üm” diye başlayan “Cenge Giderken” şiiriyle dikkati çeker. Bu şiiri diğerleri izler ve daha sonra bunlar, “Türkçe Şiirler” adıyla bir kitapta toplanır. Şiirleri estetik ve teknik bakımdan çok başarılı değildir. Fakat o, ele aldığı konular bakımından halkın ruhunu şiirlerine yansıtmış, halkına karşı sorumlu aydın tavrının hakkını vermiştir. “Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet / Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” mısraları da ona aittir.
Mehmet Emin Yurdakul, ele aldığı konular ve bunları ele alış biçimiyle, kullandığı sade Türkçe ile ve hece ölçüsüyle yazdığı şiirleriyle Millî Edebiyat akımının hem hazırlayıcısı hem de öncüsü olmuştur.
ESERLERİ Şiir: Türkçe Şiirler, Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Ordunun Destanı, Aydın Kızları, İsyan ve Dua, Turan’a Doğru, Tan Sesleri, Dicle Önünde, Ankara. Nesir: Fazilet ve Asalet, Türk’ün Hukuku, Dante’ye.
ZİYA GÖKALP (1876 – 1924)
Ziya Gökalp, 1910 yılında Selânik’e giderek orada, “Genç Kalemler” dergisini çıkaran Ömer Seyfeddin ve Ali Canip Yöntem ile tanıştı. Dergide “Gökalp” takma adıyla 1911’de ünlü “Turan” şiirini yayımladı. Bunu başka yazıları takip etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde ağırlıklı bir yere sahip oldu. Türkçülük ve sosyoloji alanlarında bilimsel çalışmalar yaptı. “Türkçülüğün Esasları” adlı eseriyle Türkçülük akımını bir sisteme oturttu. Millî Edebiyat akımının “fikir” kanadında yer aldı. Gökalp’in Türkçülüğü; “dil, iktisat, edebiyat, güzel sanatlar ve siyaset” alanlarındadır. “Türkçülük, Türk toplumunu yükseltmektir.” der ve bunun için de ilim, fen ve tekniği Batı’dan, kültürü milletten alıp millî yükselişi ve birliği sağlayabileceğimizi söyler.
Ziya Gökalp başlangıçta, bütün Türkleri tek bayrak altında toplayan bir “Turan ülkesi” hayal etmiştir. Türk milliyetçiliği fikrini; “Turancılık”, “Oğuzculuk ve Türkmencilik”, “Türkiyecilik” devrelerine ayırmış, “Türkiyecilik”te karar kılmıştır. Gökalp, sosyoloji alanındaki çalışmalarında Fransız sosyolog Emile Durkheim (Emil Durkeym)in yolundan yürümüş ve kendisi de Türk sosyolojisinin kurucusu olarak görülmüştür. O, şiiri de düşüncelerini anlatmada bir araç olarak kullanmış, dolayısıyla genel olarak öğretici (didaktik) şiirler yazmıştır. Türkçe ile ilgili düşüncelerini ünlü “Lisan” adlı şiirinde ifade etmiştir. İslâmiyet öncesi Türk tarihiyle ilgili araştırmalar da yapmıştır.
ESERLERİ Şiir: Kızıl Elma, Altın Işık, Yeni Hayat (Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat” adlı bir romanı vardır.) Makale: Türkleşmek İslâmlaşmak Muasırlaşmak İnceleme: Türkçülüğün Esasları, Türk Medeniyeti Tarihi Mektup: Malta Mektupları
ÖMER SEYFEDDİN (1884 – 1920)
Asıl mesleği askerlik olan Ömer Seyfeddin, 1910 yılında subaylıktan istifa ederek Selânik’e gelmiş, burada Ali Canip’le birlikte Genç Kalemler dergisinde yayımladıkları yazılarla (bilhassa “Yeni Lisan” başlıklı makalesiyle) Millî Edebiyat akımını başlatmışlardır. Aynı yıl Gökalp de Selânik’e gelmiş ve bu iki yazara katılmıştır.
Ömer Seyfeddin, edebiyatımızda “Maupassant tarzı hikâye” olarak da bilinen “olay hikâyesinin” en önemli temsilcisidir. Hikâyelerinin konularını genellikle; Türk tarihinden, toplum sorunlarından, çocukluk hatıralarından ve Balkanlardaki Türklerden, onların yaşadıkları zulümlerden almıştır. Kısa cümlelere dayanan, okurun dikkat ve heyecanını canlı tutan bir anlatımı vardır. Düşüncesini hikâyenin akışı içine ustalıkla yerleştirir. Hikâyelerinde birtakım efsanelerden, menkıbelerden yararlanmıştır. “Yeni Lisan” başlıklı makalesinde dile getirdiği ilkeleri hikâyelerinde uygulamış ve böylece “dilde sadeleşme” akımına öncülük etmiştir.
Ömer Seyfeddin, otuz altı yıllık kısa ömrünün son on yılına yüz kırk kadar hikâye ile pek çok yazı ve şiir sığdırmış, bunların çok büyük bölümünü de, Kabataş Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptığı son altı yılda yazmıştır. Hikâyelerinde millî bilinci uyandırma ve güçlendirme amacı gütmüştür. “Toplum için sanat” anlayışıyla millî değerlere yönelmiş realist bir yazardır. Mizahtan da geniş ölçüde yararlanarak toplumdaki aksayan tarafları eleştirmiştir. Bu bakımdan hikâyeleri toplumsal hiciv karakteri de taşır. O, Sami Paşazade Sezai ve Halit Ziya Uşaklıgil’den gelen hikâyeciliğimizde yeni bir duraktır.
ESERLERİ Hikâye: Kaşağı, İlk Düşen Ak, Pembe İncili Kaftan, Bahar ve Kelebekler,Yüksek Ökçeler, Gizli Mabet, And, Beyaz Lâle, Bomba, Asilzadeler… Roman: Efruz Bey, Yalnız Efe, Harem.
ALİ CANİP YÖNTEM (1887 – 1967)
Ali Canip Yöntem, önce Fecr-i Âtî topluluğuna girmiş ve bu topluluğun sanat anlayışına uygun şiirler yazmıştır. Daha sonra Millî Edebiyat hareketine katılmış, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’le birlikte bu hareketin öncülüğünü yapmıştır. Şiirlerinde hem heceyi hem de aruzu kullanmıştır. Millî Edebiyat akımına yönelik eleştirilere genellikle o cevap vermiştir. Zamanla şiiri bırakmış, eleştiri, makale ve edebiyat tarihi türlerinde yazmıştır.
ESERLERİ Şiir: Geçtiğimiz Yol İnceleme-Makale: Ömer Seyfeddin’in Hayatı ve Eserleri, Millî Edebiyat Meseleleri Eleştiri: Cenap Bey’le Münakaşalarım
MEHMET FUAT KÖPRÜLÜ (1876 – 1927)
Edebiyat dünyasına Fecr-i Âtî topluluğunda şiir türüyle girdi. Sonraları Millî Edebiyata katıldı. Türk kültürü, dili ve uygarlığıyla ilgili çok önemli çalışmalar ve araştırmalar yaptı. Türk edebiyatı tarihi alanında, dünyaca ünlü bilim adamımızdır.
ESERLERİ Edebiyat Tarihi-Makale: Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları, Türk Saz Şairleri, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Türkiye Tarihi, Azerî Edebiyatına Ait İncelemeler…
YUSUF AKÇURA (1876 – 1935)
Yusuf Akçura, Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerindendir. 1904 yılında Mısır’da “Türk” adlı bir gazetede yayımladığı “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesi onu Türk siyasî hayatında önemli bir isim haline getirdi. Türkçülük akımının bildirisi kabul edilen bu makalede Akçura, Osmanlı’nın toparlanabilmesi için üç ana görüşün (Osmanlıcılık, Türkçülük, Batıcılık) bulunduğunu ve bunlar arasında en uygun görüşün Türkçülük olduğunu savunmuştur. ESERİ Makale: Üç Tarz-ı Siyaset.
REFİK HALİT KARAY (1888 – 1966)
Refik Halit Karay, önce Fecr-i Âtî topluluğu içinde yer almış, daha sonra Millî Edebiyat akımına katılmıştır. Hikâye, roman, mizah, fıkra ve deneme türlerinde eser vermiştir. “Aydede” adlı bir mizah dergisi çıkarmış, “Kirpi” takma adıyla mizahî yazılar yazmıştır. Uzun yıllar sürgün hayatı yaşamış, gerek Anadolu’yu ve gerekse Anadolu dışında görüp yaşadıklarını hikâyelerine yansıtmıştır. Edebiyatımızda, “Memleket Hikâyeleri” ve “Gurbet Hikâyeleri” adlı hikâye kitaplarıyla ve siyasî, mizahî yazılarıyla tanınır. Güçlü bir dış gözlem yeteneğine sahip olan Refik Halit, eserlerinde Türkçe’yi büyük bir ustalıkla kullanmıştır. Kendine has sıcak, akıcı bir üslûbu vardır. İnsanların, dürüst olmayan, kurnaz ve çıkarcı yönlerini ustaca ortaya koyar. Bunun sonucunda da ister istemez mizaha ve eleştiriye kayar.
ESERLERİ Hikâye: Memleket Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri. Roman: Sürgün, Bugünün Saraylısı, Nilgün, Yezidin Kızı, İstanbul’un İçyüzü, Dişi Örümcek, Çete, Dört Yapraklı Yonca, Kadınlar Tekkesi, Yer Altında Dünya Var, Karlı Dağdaki Ateş… Hatıra: Üç Nesil Üç Hayat, Bir Ömür Boyunca. Hiciv-Mizah: Kirpinin Dedikleri, Guguklu Saat, Sakın Aldanma İnanma Kanma…
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU ( 1889-1974 )
Edebiyata Fecr-i Ati topluluğunda romantik-realist hikâye ve mensur şiirlerle girdi. Daha sonra Millî Edebiyat topluluğuna katıldı. Romanlarında Türk toplumunun “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e” geçirdiği dönüşümleri anlatmıştır. Romanlarını sağlam bir teknikle kaleme almış, karakterleri başarıyla canlandırmıştır. Realizmden etkilenmiş, toplum için sanat anlayışına bağlanmıştır. Batı edebiyatı realist ve natüralistlerinden, bilhassa Balzac, Flaubert ve Zola’dan etkilenmiştir. Türk edebiyatına tezli roman düşüncesini (özellikle Yaban ile) getirmiştir. Roman dışında hikâye, hatıra, monografi, deneme, makale, mensur şiir türlerinde de eser vermiştir.
“Kiralık Konak” romanında, Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na kadarki dönemde Batılılaşmanın toplumumuzdaki etkileri ve art arda yetişen üç neslin fikir ayrılıkları, çatışmaları anlatılır. “Bir Sürgün” romanında Paris’e kaçan Jön Türkler, “Nur Baba”da Bektaşîliğin son zamanlardaki yozlaşmış hâli; “Hüküm Gecesi”nde 2. Meşrutiyet’ten sonraki parti kavgaları; “Sodom ve Gomore”de İstanbul’un işgali sırasındaki bozgunculuk; “Yaban”da İstiklâl savaşı yıllarındaki Anadolu köylüsü, aydın-taşralı ilişkisi ve bunların birbirine bakışı; “Ankara”romanında yeni kurulan Ankara’nın durumu anlatılır. “Panorama”da ise Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yenilikler, politika, toplum ve kültür hayatımız, Atatürk’ün ölümünden sonraki yıllar ele alınır.
ESERLERİ Roman: Kiralık Konak, Bir Sürgün, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban, Ankara, Panorama I-II, Hep O Şarkı. Hikâye: Millî Savaş Hikâyeleri, Bir Serencam, Rahmet. Mensur Şiir: Erenlerin Bağından, Okun Ucundan. Hatıra (Anı): Anamın Kitabı, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Politikada Kırk Beş Yıl, Zoraki Diplamat, Vatan Yolunda. Monografi: Ahmet Haşim, Atatürk. Makale: Ergenekon.
HALİDE EDİP ADIVAR (1884-1964 )
Edebiyat dünyasında “Halide Salih” imzasıyla tanınan sanatçı; roman, hikâye, hatıra, tiyatro, inceleme, mensur şiir türlerinde; bilim ve düşünce alanlarında eser vermiştir. Eserlerinde gözlem ve tasvirleri güçlü; fakat dil ve anlatım savruk ve özensizdir. Sade bir Türkçesi vardır.
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine Sultanahmet ve Fatih mitinglerinde ateşli konuşmalar yapmış, Kurtuluş Savaşı’na katılan ilk kadın aydın olmuştur.
Romanlarının ortak özelliği; sevgi, ruh çözümlemeleri, olağanüstü güçlü kişiliği olan kadın kahramanlar ve onların psikolojisidir. İlk romanlarında İngiliz edebiyatının etkisiyle aşk ve kadın psikolojisi üzerinde durmuş (Seviye Talip, Handan gibi), ikinci dönem romanlarında Kurtuluş Savaşı dönemini, Millî Mücadele ruhunu (Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye gibi) yansıtmıştır. Son dönemde ise; belli bir dönemin tarihî, sosyal şartlarının, gelenek ve göreneklerinin insan hayatına yön verişini konu edinen töre romanları yazmıştır. (Sinekli Bakkal, Tatarcık, Sonsuz Panayır gibi)
NOT: Sinekli Bakkal, 1942 CHP roman yarışmasında birinci olmuştur. Aynı yarışmada Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” adlı romanı ikinci, Abdülhak Şinasi Hisar’ın “Fahim Bey ve Biz” adlı romanı da üçüncü olmuştur. “Mor Salkımlı Ev”de, kendi çocukluk hatıralarını anlatmıştır. “Vurun Kahpeye” romanında ise, Anadolu’ya öğretmen olarak atanan genç bir kız olan Aliye’nin, düşman işbirlikçileri tarafından iftira sonucunda linç edilişi anlatılır.
ESERLERİ Roman: Seviye Talip, Handan, Zeyno’nun Oğlu, Sinekli Bakkal, Yeni Turan, Yol Palas Cinayeti, Tatarcık, Sonsuz Panayır, Harap Mabetler, Akile Hanım Sokağı, Raik’in Annesi, Kalp Ağrısı, Döner Ayna, Mev’ut Hüküm. Hikâye: Dağa Çıkan Kurt, İzmir’den Bursa’ya. Hatıra (Anı): Mor Salkımlı Ev, Türk’ün Ateşle İmtihanı. Tiyatro: Kenan Çobanları, Maske ve Ruh.
EBUBEKİR HÂZIM TEPEYRAN (1864 – 1947)
Ebubekir Hâzım Tepeyran, Nabizade Nazım’ın Karabibik romanından sonra “köy”ü konu edinen ikinci eser olan “Küçük Paşa” romanıyla tanınmıştır. Bir köylü kadınla oğlunun hayat hikâyesini anlattığı bu romanda Anadolu köyünü gerçek ve nesnel (objektif) çizgilerle yansıtmıştır.
ESERLERİ Roman: Küçük Paşa. Hatıra (anı): Belgelerle Kurtuluş Savaşı Hatıraları
Hikâye: Eski Şeyler.
HALİDE NUSRET ZORLUTUNA (1901 – 1984)
Halide Nusret Zorlutuna, Kurtuluş Savaşı yıllarında yayımlanan “Git Bahar” şiiriyle tanındı. Hece ölçüsüyle ve sade bir dille şiirler yazdı. Öğretmenlik yıllarıyla ilgili hatıralarını “Benim Küçük Dostlarım” adlı eserinde topladı. Cumhuriyet sonrasında “Hisar” dergisi çevresinde bulundu.
ESERLERİ Hatıra: Benim Küçük Dostlarım, Bir Devrin Romanı. Şiir: Geceden Taşan Dertler, Yayla Türküsü, Yurdumun Dört Bucağı, Ellerim Bomboş. Roman: Sisli Geceler, Gülün Babası Kim, Aşk ve Zafer.
MUSAHİPZADE CELÂL (1870 – 1959)
Musahipzade Celâl, Millî Edebiyat dönemi tiyatro yazarıdır. Teknik bakımından zayıf, fakat gözlem, tarihî ayrıntı ve yergi bakımlarından başarılı komediler yazmıştır. Eserlerinin konularını Osmanlı İmparatorluğu’ndan, kendi deyimiyle “tarihin gölgesi altında hayal-meyal seçilen halk hayatından” almıştır.
ESERLERİ Tiyatro: Bir Kavuk Devrildi, Aynaroz Kadısı, Köprülüler, Fermanlı Deli Hazretleri.
MİTHAT CEMAL KUNTAY (1885 – 1956)
Mithat Cemal Kuntay, “vatan, millet, kahramanlık” konularında aruzla yazdığı epik ve lirik şiirleriyle tanınır. Mehmet Akif’in yakın arkadaşı da olan Kuntay’ın “Üç İstanbul” adlı bir romanı da vardır. “Üç İstanbul”da yazar; Abdülhamit, Meşrutiyet ve Mütareke dönemleri İstanbul’unu anlatır. Eser, çökmüş kurumları ve yozlaşmış insanların aşk ve çıkar ilişkilerini ele alırken daha geniş boyutta Osmanlı Devleti’nin hangi şartlarda çöküşe gittiğini de sergiler.
ESERLERİ Şiir: Türk’ün Şehnamesi Roman: Üç İstanbul Monografi: Mehmet Akif, Namı Kemal.
RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI (1869 – 1949)
“Filozof Rıza” olarak da tanınan Rıza Tevfik, “Uçun Kuşlar” adlı şiiriyle geniş kesimlerce sevildi. Başlangıçta Abdülhak Hâmid ve Tevfik Fikret etkisinde aruz ölçüsüyle şiirler yazmış; zamanla asıl edebî kişiliğini oluşturan Âşık Tarzı ve Dinî-Tasavvufî halk şiiri geleneğinden faydalanarak duygulu, içten koşma ve nefesler kaleme almıştır. Şiir dışında felsefe ve edebiyat tarihi alanlarında da eser vermiştir.
ESERİ Şiir: Serab-ı Ömrüm
MİLLÎ EDEBİYAT DÖNEMİNDE BAĞIMSIZ SANATÇILAR
MEHMET AKİF ERSOY (1873 – 1936)
Mehmet Akif’in ilk şiiri 1895’te Resimli Gazete’de yayımlandı. Daha sonra Servet-i Fünûn dergisine geçti. 1908’de Eşref Edip’in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonrasında Sebilü’r-Reşat dergilerinde yazılarını ve şiirlerini yayımladı. Şiirlerini genel olarak sade bir dille kaleme aldı. Aruzu Türkçe’ye başarıyla uyarladı. İslâmcılık düşüncesini ve İslâm birliğini savundu.Kurtuluş Savaşı yıllarında halkı Millî Mücadeleye teşvik için camilerde vaazlar verdi, şiirleriyle halka ümit aşıladı. Kurtuluş Savaşı’nın devam ettiği dönemde (1921) İstiklâl Marşımızı yazdı ve ordumuza bağışladı.
Akif, kuvvetli bir gözlemcidir. Toplumun meselelerini gerçekçi bir bakış açısıyla anlatmış, olayları manzum hikâyelerinde canlı, sade bir anlatımla ve tasvirlerle ortaya koymuştur. O, “Hayal ile yoktur benim alışverişim / Ne söylemişsem görüp de söylemişim” diyecek kadar gerçekçi; “Şudur benim cihanda en beğendiğim meslek / Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” diyecek kadar da “doğru” bir insandır.
Mehmet Akif’in en ünlü şiirleri; “İstiklâl Marşı, Çanakkale Şehitlerine, Bülbül vb.” en çok tanınan manzum hikâyeleri ise; “Küfe, Seyfi Baba, Hasta” gibi eserleridir. Akif, şiirlerini yedi ayrı kitapta toplamıştır. Ölümünden sonra bu yedi kitap ve bu kitapların dışında kalan şiirleri, birinci kitabın adı olan “Safahat” adı altında tek kitapta toplanmıştır. Şiirlerinin dışında, çeşitli yayın organlarında yayımlanan nesirleri de sonradan kitap haline getirilmiştir.
ESERLERİ Şiir: Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Âsım, Gölgeler.
YAHYA KEMAL BEYATLI 1884 – 1958)
Yahya Kemal’in çocukluğu, doğduğu yer olan (Bugün Makedonya’nın başkenti) Üsküp’te geçer. 1902’de İstanbul Vefa İdadisi’ni bitirir. 1903’te Paris’e gider. Paris’te parnasizm ve sembolizm akımlarının etkisiyle yazılmış şiir örnekleriyle tanıştı. Mallarme, Verlaine, Hugo, Baudelaire gibi şairlerden etkilendi. Paris’te geçirdiği yıllar onun tarih, sanat ve şiir görüşünü yeniden yoğurdu. Tarihçi Albert Sorel’in derslerini ilgiyle izledi. Ondan aldığı ilhamla ve onun etkisiyle Osmanlı tarihini ve Klasik edebiyatı dikkatle inceledi. Kendince bazı kararlar aldı. Bu kararlar uyarınca Osmanlı uygarlığına, kültür ve edebiyatına büyük değer ve önem verdi. Türk (Osmanlı) tarihinden aldığı ilhamla, tarihî coşkuyu işleyen şiirler yazdı. Öte yandan klasik şiirin ilhamıyla yazdığı şiirler sonradan “Eski Şiirin Rüzgârıyla” adlı kitapta toplandı.
Yahya Kemal, en güzel şiirlerini elli yaşından sonra yazdı. Onun şiirlerinde çok okumuş, araştırmış, düşünmüş ve yaşamış bir insanın olgun havası vardır. Şairin bir başka özelliği de Osmanlı tarihinin zafer sayfalarını bir destan şairi ruhuyla şiirleştirmesidir. “Mohaç Türküsü, Akıncılar, Selimname, Açık Deniz vb.”
Şair son dönemde “düşünce” unsurunun büyük yer tuttuğu şiirler kaleme alır. “Ölüm” temasını sıkça işler. Gerçi ölümden ürkmez, onu rindçe karşılar, fakat “vatandan ayrılışın ıstırabı” kendisine zor gelir. Onun için ölüm; bilinmeyen, korkunç bir şey değil, belki İstanbul dışında geçirilecek özlem dolu uzun bir gecedir. “Yol Düşüncesi, Sonbahar, Sessiz Gemi, Rindlerin Ölümü, Rindlerin Akşamı” gibi şiirler bu görüşü yansıtır.
Bu örneklerin dışında Yahya Kemal, Osmanlı uygarlığına duyduğu hayranlığı da “Itrî, Bir Tepeden vb.” şiirlerinde işler. Ayrıca “Mehlika Sultan, Nazar” gibi birkaç efsane-şiir de kaleme alır.
Yahya Kemal bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle, sadece “OK” şiirini hece ölçüsüyle yazdı.Aruzu Türkçe’ye başarıyla uygulayan şairlerimizdendir. O, aynı zamanda bir İstanbul âşığıdır. Çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış olan şiir, deneme, makale, hatıra, mektup ve hikâyeleri, ölümünden sonra dostları ve sevenleri tarafından 1961’de kurulan Yahya Kemal Enstitüsü’nün çabalarıyla derlenerek kitaplaştırılmıştır.
ESERLERİ Şiir: Kendi Gökkubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş. Nesir: Siyasî ve Edebî Portreler, Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasî Hikâyeler, Edebiyata Dair, Mektuplar-Makaleler.
ÖZ (SAF) ŞİİR
Türk edebiyatında Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’in öncülük ettiği; sonrasında da Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dıranas, Ziya Osman Saba, Asaf Hâlet Çelebi gibi şairler tarafından devam ettirilen bir şiir anlayışıdır. Paul Verlaine, Paul Valery, Mallarme, Baudelaure gibi Fransız sembolist şairlerinden etkilenilmiştir.
Saf (öz) şiir anlayışını benimseyen şairlere göre, önemli olan “iyi” ve “güzel” şiir yazmaktır. Sanat için sanat anlayışına bağlıdırlar. Şiiri soylu bir sanat ve uğraş olarak görürler. Bireyin iç dünyasını, insanın evrensel duygularını (yalnızlık, aşk, çocukluk özlemi, ölüm vb.) anlatmaya çalışmışlardır. Şiirde müzikaliteye değer vermişler; ahengi “söyleyiş tarzı, ritim, kafiye vb.” unsurlarla sağlamışlardır. Gelenekle moderni birleştirmeyi, hece ölçüsünü modern şiirle bütünleştirmeyi başarmışlardır. (Edebiyatımızda saf (öz) şiir anlayışının öncüsü olan Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı hakkında daha önce bilgi verildi.)
NOT: Divan edebiyatımız bu anlamda saf (öz) şiirin sayısız örnekleriyle doludur.
Dostları ilə paylaş: |