Benlik-Benlik Saygısı ve Ana-baba tutumları
Son yıllarda aileye ve çocuğa büyük önem verilmekte, ailenin ve çocuğun değişik boyutlarını içeren birçok araştırma ve çalışma yapılmaktadır. Bütün araştırma ve çalışmalarda ortak olan görüş ailesinin, toplumun temel yapı taşı, temel birimi olduğu ve üyelerinin ruhsal bakımdan sağlıklı ve mutlu olmasının ve olumsuz yönlerine büyük önem verilmiş, araştırma ve çalışmalar bu yönde gerçekleştirilmiştir.
Çocuğun, canlılar içinde en yoğun bakımla, en ince özenle, en uzun sürede olgunlaşan bir varlık olduğu bilinmektedir. Bunun için çocuğun uzunca bir süre korunması, kollanması, desteklenmesi ve yönlendirilmesi gereklidir. Çocuklar beden hastalıkları gibi, ruhsal örselenmelere karşı da oldukça dayanıksızdırlar. Çocuk ancak ailesinin sevgisi, ilgisi ve kılavuzluğu ile sağlıklı olarak büyüyebilir. Aksi takdirde sevgi gösterilmeyen, ilgilenilmeyen çocuğun, ruhsal gelişimi sağlıklı olmayabilir. Örneğin çocuk sevgi görmediği için belki o da başkalarına sevgi göstermeyecek, ilgilenilmediği için kendisini değersiz bir varlık olarak hissedecektir(İkizoğlu, 1983).
Uyumlu ilişkiler içinde, güvenli bir aile ortamında sevgi ve anlayışla büyüyen çocuk olgunlaşır, sağlam bir kişilik kazanır, kendi kendine yeterli duruma gelir. Çocuk sevildikçe benlik saygısı artar. Ailesinden anlayış gördükçe hoşgörülü olmayı, sorumluluk aldıkça bağımsız davranmayı öğrenir(Maşrabacı,1994).
Toplumlumuzda çocuğun eğitiminde, disiplin altına alınmasında dayağa sık başvurulmaktadır. Bu yaklaşım, pek çok kişi tarafından da onay görmektedir. Kırsal kesimde yaygın olan fiziksel cezaya karşı, kentsel kesimde, psikolojik ceza olarak, başkalarının yanında azarlama, ilişkilerin gerginleşmesi daha yaygındır. Ayrıca harçlık vermeme, sevdiği bir şeyi almama davranışı da görülebilmektedir(Arıkan,1988).
Tufan (1983) “Aile içi ilişkilerin ruh sağlığına etkisi” üzerine yaptığı araştırmasında aile bireylerinin ruh sağlığının çok faktörlü bir biçimde açıklanması gerektiğini ileri sürmüştür. Birçok bilim adamına göre, ruhsal hastalığa eğilim kalıtsaldır. Bu eğilime sahip bireyler ağır zorlama durumlarıyla karşılaştıklarında ruhsal bozukluk gösterebilirler. Buna karşılık, yaşamını uygun koşullar içinde sürdürebilen bireyde bu kalıtımsal eğilim ortaya çıkabilir. Aile ortamı çocuk için vazgeçilmez bir ortamdır. Ailenin görevi çocuğa ruh sağlığı açısından yeterli ve gerekli ortamıdır. Anne-babanın ve tüm aile ortamının mutlu ve sağlıklı olması, çocukların ruhsal yönden sağlıklı olmalarını sağlar. Sonuçta da topluma ailesinden iyi yetişmiş iyi ana-baba uygulamasına maruz kalmış bireyler kazandırılmış olur, bu da toplumun geleceğini koruyabilecek bir önlem niteliğidir.
Çocuğun cinsel kimliğini kazanmasında da anne babasını örnek olarak algılaması etkilidir. Çocuğun anne ve babasından örnek aldığı davranışlarla toplum içinde bir yön bulması, onlara benzer hareket etmesi söz konusudur. Anne ve babanın çocuğa sevgi göstermeleri ve iyi anlaşan, birbirine bağlı olan eşler olarak çocuğu örnek olmaları onun ruhsal gelişimini olumlu yönde etkiler. Sonuçta, çocuk da başkalarını sever, kendisi de biran önce evlenip iyi bir eş, iyi bir anne ya da baba olmayı arzular. Toplum kurallarını öğrendiği, iyi-kötü, doğru-yanlış ayrımlarını yapabildiği ölçüde topluma uyum sağlar. İleride sağlıklı bir ruh halinin kazanılmasında çocukluk yaşantı ve tecrübelerinin olumlu olmasının büyük önemi vardır. Yani çocuk sıcak bir aile ortamında, annesinin babasının kendisine gösterdiği sevgi, verdiği değerle, onları örnek alarak büyürse ruh sağlığı da iyi bir durumda olacaktır (Yörükoğlu, 1989).
Ruhsal bozukluklar doğuştan da gelebilmektedir. Eğer neden bu değilse, çocuğun ruhsal bozukluğunun sebebi aile içinde aranmalıdır; tabii ki ruhsal sağlıklılık da aileye bağlanmalıdır. Anne ve babaların zaman zaman kavgalarını sıklaştırması, çatışmalarının sürekli olması ve çocuğun gözü önünde geçmesi çocuğu olumsuz etkileyebilir. Kavgalar, küslükler, ana-babanın birbirine gösterdiği şiddet, çocuklarda kalıcı bunalımlara neden olabilir(Yörükoğlu,1989).
Benlik saygısının yüksek veya düşük oluşunda da ana-baba davranışlarının çocuğa karşı sağlıklı, gerektiği gibi, yani sıcak, sevgi dolu ve değer verici olmasının büyük önemi vardır. Çünkü çocuk yaşamının bu dönemlerinde en yoğun ilişkileri anne babasıyla yaşar.
Anne-babasının sevgisini, kendisine değer verip vermemesini tartar ve kendi hakkında bir fikre ulaşır( Dinç, 1992).
Yörükoğlu’nun (1990) aktardığına göre, benlik saygısı, kişinin kendini değerlendirmesi sonucu ulaştığı benlik kavramını kabul etmesinden doğan bir beğeni durumudur. Kişi kendinde bazı eksiklikler bulunduğu gibi kendini eleştirebilir, kendini eksiksiz olarak görebilir de. Benlik saygısı bireyin kendini olduğu gibi, ne çok aşağı ne de çok üstün görmeden değerlendirip, sonuçta memnun olması durumudur. Benlik saygısının düşük ve yüksek oluşunda birçok unsur etkili olabilir. Benlik saygısında kişinin geldiği aile ve ana-baba özelliklerinin, eğitim düzeyi, meslek ve ekonomik durumlarının etkili olup olmadığını anlamak için birçok araştırma yapılmıştır. Bu amaç yönünde, özel olarak düzenlenmiş benlik saygısı ölçekleri yardımıyla kişilerin benlik saygılarını olumlu veya olumsuz etkileyen durumlar incelenmeye çalışılmıştır.
Örneğin ailenin sosyo-ekonomik durumu ve gencin benlik saygısının ilişkisini aileden gelen gençlerin %51’inde yüksek benlik saygısı belirlenmiş, alt toplumsal ekonomik düzeyden gelen gençlerde bu oranın %33 olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durum, üst veya orta sınıflarda erkek çocuklara daha çok önem verilmesiyle, her iki uçta yer alan gençlerin baba-oğul bakımından eşitlenmesiyle benlik saygısı da birbirine yakın çıkmaktadır diye açıklamaktadır(İkizoğlu, 1983).
Anne-babanın ilgisiyle gencin benlik saygısının ilişkisinin incelenen araştırmalarda genel de alt-orta-üst ekonomik düzey farkı gözetmeksizin, ailenin ilgisi oranında gencin benlik saygısının yüksek çıktığı görülmektedir. Bu araştırmalarda gençlere sözel ifadelerle yaklaşılmış, sonuçta gençlerden elde edilen bilgiler ışığında, ana-babanın ilgisiz davranmasının çocuğun benlik saygısını baskıcı ve genelde cezalandırıcı bir tutum sergilemesinden daha çok düşürdüğü bulguları ortaya çıkarılmıştır. İlgisizlik, bir anlamda çocuğa değer vermeme, ona sevgi ve destek göstermeme demektir ki, bu durum çocukta umutsuzluğa düşmeyi ve kendisini değersiz hissetmeyi ortaya çıkarmaktadır. Ama cezalandıran bir babanın hiç olmazsa çocuğun iyiliği için bunu yapmaya çalıştığı da düşünülmektedir. Ana-babanın değer vermediği, sürekli ittiği, ilgisiz davrandığı çocuklarda benlik saygısının yüksek olması beklenemez, çünkü çocuk en çok ana-babasına değer vermektedir. Çocuk kendini hep onların gözüyle görmeye alışır. Benlik kavramını onların değerlendirmesiyle orantılı algılar(Erkan,1986).
Konuya ailenin, çocuk için bir örnek oluşturması, bir değer taşıması açısından bakıldığında benlik saygısını olumlu ve olumsuz yönde etkilemede çocuk üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Dolayısıyla ana-babanın çocuğa yönelik, katı, sert, disiplinli “otoriter” bir tutum sergilemesinin benlik saygısı üzerindeki etkisiyle; yumuşak, hoşgörülü ona değer verici bir “demokratik” tutum sergilemesinin ve “ilgisiz” bir tutum sergilemesinin etkisi bir olmayacak, otoriter ve ilgisiz tutum benlik saygısını düşürücü bir rol oynayabilecek, demokratik tutum ise yükseltebilecektir. Çünkü yukarıda da değinildiği gibi ana-baba çocuk için çok değerlidir ve her hareketi onun için anlam, önem taşır. Kendisini algılamasını, değerlendirmesini etkiler.
Ana-babanın ve aile içindeki diğer bireylerin çocukla etkileşimleri, çocuğun aile içindeki konumunu belirler. Çocuğa karşı olumlu davranışta bulunma, çocuğun ilk yaşantı deneyimleri açısından çok önemlidir. Ana ve babanın aldığı tavır, gösterdiği davranış çocuk açısından özellikle önemlidir. Çünkü ana-baba tutumları kişiliği şekillendirmede, iyiye veya kötüye götürmede çok büyük bir etkendir. Ana-babanın olumlu, yapıcı davranışı çocukta sağlan bir kişiliği sağlarken; olumsuz, sert yıkıcı davranışları bozuk bir kişilik oluşmasına neden olabilecektir. Araştırmacılara göre hoşgörülü ve demokratik evlerde bulunan çocuklar, arkadaş ilişkilerinde daha etkin, daha girişken, daha yaratıcı fikirler ileri sürebilen, rahatça kendini ifade edebilen çocuklardır. Buna karşılık sert bir denetim altında, değişken eğitim yöntemleriyle büyütülen çocuklarda, karşı çıkma, saldırganlık gibi yollarla kendilerini kabul ettirme durumu ortaya çıkabilmekte, kendilerini ifade etmekte zorluk çekmektedirler(Yavuzer, 1990).
Ana-babanın bilinçli veya bilinçsizce sergilediği, “demokratik”, “ otoriter” veya “ilgisiz” tutumlar, yukarıdaki bilgiler ışığında ele alındığında, benlik saygısını düşürücü, artırıcı rol oynayabilmektedir. Çünkü çocuğun demokratik ortamda yetişmesi kendini rahat ifade edebilme, kendini değerli görme gibi özellikler kazanmasını sağlayacaktır.
“Demokratik”, “otoriter” ve “ilgisiz” ana-baba tutumlarının çocukların benlik saygısına etkisi konusunda yapılan bu araştırma ergen grubunu kapsamaktadır. Genç bu dönemde kimlik arayışı içinde bulunmaktadır. Ergenlik çağında anne ve babasının aşırı otoriter tutumu, kimlik arayışı içinde de lan ergenin bocalamasına neden olur. Bu durumda ergen kendine güvenmez ve kendine değer vermez. Kendine saygısı düşük olur( Yavuzer, 1991).
Bu araştırma ana-baba çocuk etkileşimi açısından ele alınmıştır. Araştırmanın temel sorunu, “demokratik”, “otoriter” ve “ilgisiz” ana-baba tutumlarının lise çağındaki ergenin benlik saygısı üzerindeki etkisini araştırmak olarak belirlenmiştir.
Ailenin çocuk üzerindeki etkilerinin daha çocuk anne karnındayken başladığı bilinmektedir. Çocuğun doğumuna karşı ailesinin isteksiz olması, dolayısıyla ortaya çıkan duygusal tepki yoğunluğu, kızgınlık, ruhsal ve fiziksel yorgunluk, umutsuzluk, korku gibi duyguları, aşırı heyecanları bebeği daha anne karnındayken bile etkiler. Bu duyguların, heyecanların uzun süreli olması, bebeği doğuştan sonrada etkiler(İkizoğlu, 1983).
İnsan yaşamında, doğumdan önce başlayan ve hayatın sonuna kadar etkisini sürdüren bir kurum olarak aile, fizyolojik olduğu kadar, ekonomik kültürel ve toplumsal yönleriyle de kişinin ruhsal gelişimini, davranışlarını inceleyip, yönlendirir. Aile çocuğun ruhsal gelişiminde, tartışmasız en önemli ortam ve en önemli toplumsal kurumdur. Hatalı anne-baba tutumu ve bozuk aile yapısı, sağlıksız bir gelişimin uyumsuzluğun başlıca kaynağı olabilir. Anne-baba, kimi zaman çocuğa çok şey vererek onun kendi gelişimine yön verilmesini engeller; kimi zamanda çok az şey vererek ona gerekli desteği sağlayamaz ve uygunsuz davranış örüntülerinin gelişimine neden olur(Cüceloğlu, 1991).
Freud ve Psikanalitik yaklaşımın diğer savunucuların erken çocukluk yıllarında ana-baba-çocuk etkileşiminin önemini vurgulayan ilk kuramcıdır. Ancak, Freud ve diğer öncüler ana-baba-çocuk etkileşiminde daha çok çocuğun beslenme şekli, memeden kesilmesi, tuvalet eğitimi gibi sınırlı konular ve bunların etkileri üzerinde durmuşlar, daha genel anlamda, ana-babanın çocuğa karşı olan belirli tutumların etkileri üzerinde fazla durulmamıştır. Ancak daha sonraki yıllarda ana-baba tutumlarının çocuklar üzerindeki etkisini inceleyen araştırmalar yapılmıştır(Akt: Azizoğlu, 1993).
Adler, çevrenin birey üzerindeki etkilerini tartışırken özellikle aileler üzerinde durulmuştur. Adler’e göre çocuğun yürekli ve topluma yönelik bir insan olarak yetişmesi ve hayatını yapıcı çabalar üzerinde kurmayı öğrenebilmesi için, ana-babanın çocuğa sevgi vermesi, girişim yeteneğini ve özgüvenini kazanabilmesi için onu desteklemesi gerektiğini vurgular(Akt: Maşrabacı, 1994).
Maslow, hayatın ilk yılarında çevrenin özellikle ana-babanın göstereceği sevgi ve şefkatin çocuğun ilerde kişilik gelişimi üzerinde olumlu etkileri olacağına inanmaktadır. Maslow’a göre ana-baba çocuğun temel fizyolojik ihtiyaçlarının yanı sıra sevilme ve saygı görme ihtiyacına da dikkat etmeli ve bunu yeterince karşılamaya çalışmalıdır. Yetişkinlerin yapacağı şey çocuğa seçme olanağı vermek, ihtiyaçlarını çekinmeden söyleyebileceği bir ortam yaratmaktır(Akt:Öztürk, 1990).
Jersild, Watson ve Lafoe’un araştırmalarına değinmiştir, Watsan’ın yaptığı bir araştırmada, hoşgörülü ve sıkı disiplinli evlerden gelen çocuklar öğretmenleri tarafından değerlendirilmiştir. Sonuçta, hoşgörülü ve demokratik evlerde büyüyen çocuklar arkadaş ilişkilerinde daha etkin, girişken, atılgan, kendisini daha iyi ifade edebilen ve kurallara daha az uyan çocuklar olarak belirlenmiştir. Bunun yanında daha sert bir denetim altında tutulan çocuklar, oyunculuk, başkaldırma ya da saldırganlık gibi yollarla kendilerini ifade etmede, öne sürmede, açıklamada daha tutuk davranmaktadır. Bunun yanında Watson, “ iyi bir ailede uygulanan sert disiplinin, hiçbir açık kişilik üstünlüğü yaratmadığını hayretle gördüm” demektedir. Hoşgörü içinde büyümüş çocuklarda ise kişilik farklarının oldukça belirgin olduğunu vurgulamaktadır(Akt: Azizoğlu, 1993).
Watson, kişiliğin gelişiminde rol oynayan etmenlerle, çocuk yetiştirme yöntemleri arasındaki etkileşimi de şuna dayanmaktadır: “Bu araştırma, bazı üstünlüklerin, ana-babanın yumuşak davranmasından mı, yoksa bu tür davranışların kalıtım ve kültür etmenlerine bağlı olarak çocuğa sözü geçen üstün nitelikleri vermesinden mi ileri geldiğini açıkça cevaplandırmıyor. Belki de, çocuğa yumuşak davranan ana-baba, kalıtım ve kültür yoluyla ona değişik bir nitelik ve yaşama tarzı aşılamış oluyorlar. Bu yüzden daha önce sert olan ana-babanın birden yumuşaması ile çocukların daha bağımsız ve işbirliğine yatkın kişiler haline dönüşmesi mümkündür gibi bir varsayım yapmıyoruz. Böyle bir sonuç ortaya çıkabilir de, çıkmayabilir de. Bilindiği gibi, korelasyon var demek, nedensellik var demek değildir” diye açıklama yapmaktadır(Akt: Azizoğlu, 1993)
Medinnus ve Johnson 1969 yılında yaptıkları çalışmalarda başat ve uysal ana-baba tutumlarını incelemişti. Başat ana-babalar, çocuğu fazla denetlememekte, onu kendi halinde gevşek bırakmakta, tutarsız bir disiplin uygulamaktadırlar. Bu çocukların davranışları arasındaki farklara bakıldığında,ana-babaları başat olan çocukların toplum kurallarına daha fazla uyum sağladıkları, buna karşılık ana-babaların tarafından serbest bırakılan çocuklara kıyasla daha hassas, çekingen, içine kapanık ve bağımlı oldukları görülmüştür. Ana-babaları uysal olan çocukların otoriteye baş kaldırmaya ve sorumsuzca davranmaya eğilimli oldukları ancak, kendilerini etkin bir biçimde ifade edebildikleri bağımsız ve kendine güven duyguları yüksek bireyler oldukları saptanmıştır. Bu araştırmanın sonuçlarına dayanarak, başat ve uysal aile ortamlarının, çocuklarda istendik olduğu kadar istemedik özelliklerin de ortaya çıkmasına neden oldukları söylenebilir(Akt: Abacı, 1986).
Demokratik ailelerde anne sevecen ve sıcaktır. Gerektiğinde çocuklara sınır koyabilir, ceza verebilir. Baba ise daha otoriterdir ama onunki ılımlı, esnek ve demokratik bir tutumdur. Çocuklar babaya sokulabilirler ondan korkmak yerine sayarlar. Bu evde çocuklara deneme ve yanılma payı bırakılmıştır. Çocuk buyruklarla değil, yol gösterilerek ve uyarılarak eğitilir. Çocuğun kişiliğine saygı gösterilir, ondan yaşından olgun davranış beklenmez. Bağımsız davranması için aileden destek görür, kendi işini kendi görmeye alıştırılır, özgür davranış onaylanır. Böylece demokratik bir aile gençlik çağına giren çocuğun daha bağımsız davranma eğilimi görür ve destekler, bu yapılırken denetim eksik bırakılmaz. Çocuğa karşı serbestlik tanımak, izin verici bir tutumda olmak denetim yokluğu biçiminde düşünülmemelidir. Burada serbestlik tanıyan hoşgörülü tutum, ana-babanın çocuğu, belli davranışları yapmada ve yeteneklerine uygun kararlar vermesinde serbest bırakılması anlamına gelmektedir. Denetim ve sorumluluk yokluğu ise ilgisiz, reddedici ana-baba tutumuna işaret eder(Kovach, 1983).
Lafore anneler üzerinde bir araştırma yapmış, ana-babanın kullandıkları yöntemleri ve çocukların davranışlarını incelemiştir. Sonuçta hiçbir ailede tek bir yetiştirme yönteminin kullanılmadığı belirtilmektedir. Lafore bu aileleri dört ana gruba ayırarak incelemekte, her bir grup için de aynen şu bilgileri vermektedir:
“Diktatörler: otoriteye ve boyun eğmeye önem veren, çocuğa diktatörce davranan ana-baba.
İşbirlikçiler: Başat özelliği dostça davranış olan ana-baba. Çocuğuna, karşılıklı saygı havası içinde davranan, her şeyi açıklayan ve birlikte hareket edildiği zaman kayıtsız şartsız boyun eğmenin gerekli olmayacağına inanan kişiler.
Kararsızlar: Çocuğuna, duruma göre davranan, davranışını duruma göre değiştirebilen ana-baba. Bunların belli davranış biçimleri yoktur, her yeni durumda başka bir tavır takınırlar. Durum iyiyse mesele yok, ana-baba da iyidir; durum kötüyse şaşırıp kalırlar; ne yaptıklarını, ne yapmaları gerektiğini, ne yapacaklarını bilemez ve kararsızlığa düşerler.
Yatıştırıcılar: Başat özelliği, uzlaşma ve bir dereceye kadar da olsa çocuktan çekinme olan ana-baba. Denetim çocuğun elindedir. Böyle ana-babalar, bir bakıma, zorluklardan kaçınan, zorluklar karşısında yan çizmeye kalkan kişilerdir. Bir sorunu ele almaktan çekinirler; “başları belaya girmesin de ne olursa olsun” diye davranırlar(Akt: Altay, 1985).
Buradan da anlaşılacağı gibi çocuğa yönelik ana-baba davranışlarının içeriği, çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirmesi, çevresine uyum sağlayabilmesi, kendine güvenebilmesi, yaratıcı, atılgan ve başarılı olabilmesi açılarından büyük önem taşımaktadır.
Çocuğun benlik kavramı literatürde de değinildiği gibi, çocuklar için büyük önemi olan ana-babasının ona gösterdikleri tutumların bir göstergesidir. Ana-babanın itici tutumu, çocuğun kendisi hakkında olumsuz duygular geliştirilmesine, kendini değersiz hissetmesine neden olur. Böyle bir ortamda büyüyen çocukların olumlu duygular geliştirmesi, kendini değerli hissetmesi mümkün değildir. İstenen davranışları gösterdiğinde ödül almayan ödüllendirilmeyen çocuk iyi-kötü davranış yapamaz. Anne-babanın çocuğun gelişimindeki rehberliği de böylece sağlıksız olur. İtici davranışlar genellikle üç biçimde görülür:
1. Açık düşmanlık ve ilgisizlik.
2.Çocuktan kusursuz olmasını bekleme.
3. Ödünleyici aşırı koruma.
Açık olarak düşmanlık taşıyan bir anne, çocuğu hakkında duygularını dile getirdiğinde “onu sevemiyorum” derken, kusursuz davranış bekleyen bir anne “ onu sevemiyorum” derken, kusursuz davranış bekleyen bir anne “ onu olduğu ve davrandığı biçimde sevmeme olanak yok, kusursuz olursa sevebilir” diyecektir. Aşırı koruyucu anne ise “nasıl olur da çocuğumu sevmediğimi düşünebilirler? Her an onun iyiliği için çabalıyorum. Kendimi ona adadığımdan yaşamın tüm zevklerinden kendimi yoksun bırakmaktayım. Bu da onu ne denli sevdiğimi kanıtlamaz mı?” diye duygularını ifade edecektir( Geçtan, 1988).
Çocuklara ana-babalarının kötü davranışlar gösterilmesi çocuk üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır. Bu etkilere maruz kalan çocuklar okul çağında arkadaşlık kurmakta ve ilişkilerinde zorluk çekerler. Araştırmalara göre bu çocukların diğer çocuklara göre daha saldırgan, güven duyguları zayıf, sebatsız çoğu zaman uygunsuz davranışlarda bulunan kişiler oldukları ortaya çıkmıştır. Bu çocukların zihinsel ve duygusal bakımdan gelişmelerinde çok büyük olumsuzlukların olduğu günümüzde kabul gören bir gerçektir.
Çocuğa kötü davranma, üç nedene bağlanmıştır: 1. Ana-baba ile ilgili nedenler, 2. Çevreyle ilgili nedenler ( ana-baba ve çocuğun içinde bulunduğu), 3. Çocuktan kaynaklanan nedenler.
Bunlardan çocuğu kötü davranan ana-babaların aralarındaki en önemli ortak noktanın, hemen hepsinin kendilerinin de küçükken kötü davranışa maruz kalmış olmalarıdır. Küçükken ana-babalarından kötü davranış görmeleri nedeniyle, bir diğer kimseye sevgiyle bağlanma ve sevgi temelinde ilişki kurma yeteneğini geliştirmemişlerdir. Bu ebeveynlerin engellenme ve stres hallerinde kullanabilecekleri tek model, dayak atma, saldırgan tutum içinde bulunma, çocuklarına karşı ilgisiz davranma modelidir; çünkü kendileri de küçükken bunu görmüşlerdir. (Cüceloğlu,1991)
Araştırma açısından “demokratik”, “otoriter” ve “ilgisiz” ana-baba tutumları ele alındığında, şu önemli notlara da değinilebilir.
Kuzgun, “demokratik” ana-babanın, çocuğun arzu ve ihtiyaçlarına hassas olduğunu, davranışlarını ilgi ve anlayışla izlediğini belirti. “Demokratik” ana-baba otonom benlik iradesine ve çocuğun sağlıklı uyumuna değer verir, yaşına göre kendisi ile ilgili bazı kararlar almaya çocuğu teşvik eder, önemli konularda alınan kararların nedenlerini çocukla tartışır, onun görüşlerine değer verir. Dilsel alış verişe olanak sağlar, hemen her konuda çocuğa iyi bir rehber olmaya çalışır.
“ otoriter” ana-baba, “ çoğunu belki sevmektedir; ancak sevgisini, çocuk istenilen şekilde davrandıkça gösterir. Yani sevgiyi bir pekiştireç olarak kullanır. İstenen davranışlar da, çoğunlukla gelenek ve daha üst otoriterce saptanmış kurallara ve normlara uygun davranışlardır. Ana-baba kendisini toplumsal otoritenin temsilcisi olarak görür ve mutlaka itaat bekler kendisi otoriter kişiliğin temel nitelikleri olan katılım ve dogmatik düşünme tarzına yatkın olduğundan çocukla dilsel alışverişte bulunmaz, istek ve emirlerin tartışmasız yerine getirilmesini ister. Aksi halde cezaya başvurur.”
“İlgisiz” anne-baba ise, çocuğun davranışları karşısında “ilgisiz ve kayıtsız” davranışlar sergileyen anne-babadır. Onlar için çocuğun varlığı ve yokluğu belli değildir. Bu gruba giren anne-babalar hoşgörü ile boş vermeyi birbirine karıştırmaktadırlar. Anne-baba çocuğa karşı çocuğun kendisini rahatsız hissedecek kayıtsız kalabilmektedir. Çocuğu ihmal eden anne-baba zorunlu olduğu zamanlarda, çocukla yüzeysel bir ilişki kurabilmektedir. Çocuk anne-babayı rahatsız etmediği müddetçe, görünürde çocukla ilgili pek bir problem yoktur. Eğer çocuk anne- babayı rahatsız eder ve onları yollarına çıkıp engel teşkil ederse, anne-baba çocuğa karşı düşmanca bir tutum ve tavır takınır. Çocuğu düşman kuvvet ilan ederler. Daha sonra ise çocuğa karşı yine ilgisiz tutum sergilerler. Anne-babaların kişilik yapıları değişkendir. Rahat, sessiz, vurdumduymaz pasif oldukları gibi saldırgan da olabilirler(Akt: Abacı, 1986).
Ebeveynler genelde bilmeyerek, çocuklarının benlik saygılarını düşürücü etkilerde bulunabilirler. Bilinçsizce çocuğa yönelik yapılan davranışların olumsuz olması durumunda, çocukların benlik saygısında bir düşme görülecektir. Bu davranışlar soğuk reddedici ve takdir etmez şekilde, hoş karşılanmayacak davranışlardır(Şahin, 1994).
Critelli’ye göre, çocukların bir miktar disiplin olmaksızın, toplum bazında uygun, davranışları öğrenmeleri mümkün değildir. Daha ötesi, kendilerini kontrol etme ve kendi disiplin kapasiteleri gelişmeyebilir. Birçok ebeveyn disiplin ve cezayı eşit görür. Zaman zaman da ceza ve sevgi ifadesini karşıt olarak düşünürler. Böylece ebeveynler sıklıkla, çocuklarını sevme ve kontrole etme çabaları arasında bir seçim yapmaları gerektiğini hissederler. Carl Rogers, ebeveynlerin çocukların yaşantılarında önemli kişiler olduğu, bu önemli kişiler tarafından çocukların, kabul edilme ve sevilmeye ihtiyaç duyduğu çerçevesinde dönen bir disiplin teorisi yorumlar. Rogers, çocuk ebeveyn uygun gelmeyen bir davranışta bulunduğunda bir yaramazlık yaptığında, ebeveynlerin sevgilerini ondan esirgemesine karşıdır. İyi davranışlarda bulunmaları için çocuklar seçici mükafatlar verilmesine karşıdır. Burada Rogers, şartsız sevgi göstermenin eksikliğine değinmiştir. Rogers, ebeveynlerin çocuklarına karşı duyduğu sevgiyi kesintiye uğratmayan bir disiplin tarzı bulmalarından yanadır. Ebeveynler, çocuklarına sert disiplin yöntemleriyle yaklaşmakla beraber, zaman zaman davranışlarının çocuklarının üstündeki olumsuz etkilerini görürler, bundan rahatsız olurlar. Ancak yine de çocuğun ruhsal yapısının hatalı disiplin yöntemleri nedeniyle sürekli zarar gördüğünü tam kestiremezler ve alışkanlıklarına devam ederler(Akt: Yılmaz, 2000).
Sonuç olarak denilebilir ki, araştırıcılar ve teorisyenler genelde ana-babaların otoriter davranışları ve bu davranışların red, aşırı baskı, sertlik, cezalandırma, şartlı sevgi gibi değişik boyutları üzerinde durmuşlardır. Bu şekildeki davranışların çocuk üzerinde, anksiyete, korku, saldırganlık, yaratıcılık ve girişkenliğin olmaması, okulda başarısızlık şeklinde yansıdığını araştırıcı ve değer teorisyenleri sonuçta üzerinde birleştikleri ortak görüşlerdir. Bunun aksi davranış olan ebeveynlerin demokratik davranışları ve bunun değişik görünümleri olan, hoşgörü, ilgi, sevgi, kabul gibi davranışların çocuklar üzerinde, atılganlık, başarı, yaratıcılık, sorumluluk taşıma duygusu, kendine güven şeklinde yansıdığı, yine aynı konudaki birçok görüşün ortak noktalarıdır.
Ana-baba tutumlarına ilişkin tanımlar şunlardır:
Demokratik ana-baba çocuğa içten ve derin bir sevgi duyar ve bunu şartsız olarak gösterir. Çocuğun ilgi ve ihtiyaçlarına hassastır, davranışlarını ilgi ve anlayışla izler, otonom benlik iradesine ve sağlıklı uyuma değer verir. Yaşına göre kendisi ile ilgili bazı kararlar almaya çocuğu teşvik eder, önemli konularda alınan kararların nedenlerini çocukla tartışır, onun görüşlerine değer verir, sözel alışverişe olanak sağlar, hemen her konuda çocuğa iyi bir rehber olmaya çalışır( Abacı, 1986).
Otoriter ana-baba, çocuğunu belki sevmektedir, ancak sevgisini, çocuk istenilen şekilde davrandıkça gösterir. Yani sevgiyi istenen davranışlarının belirip gelişmesi için bir pekiştireç olarak kullanır. İstenen davranışlar da çoğunlukla gelenek ve daha üst otoritelerce saptanmış kurallara ve normlara uygun davranışlardır. Ana-baba, kendisi toplumsal otoritenin temsilcisi olarak görür ve mutlak itaat bekler. Kendisi otoriter kişiliğin temel nitelikleri olan katılık ve doğmatik bir düşünme tarzına yatkın olduğundan çocukla sözel alışverişte bulunmaz, istek ve emirlerinin tartışılmaz yerine getirilmesini ister, aksi halde cezaya başvurur, çocuğu yerine göre kendini yönetebilecek ve hakkındaki bazı kararları alabilecek güçte görmeyip her türlü kararları kendi alır(Abacı, 1986).
İlgisiz ana-baba, çocuğunu ihmal, hatta psikolojik bakımdan reddeder, çocuğun ilgi ve ihtiyaçlarından habersizdir, nerede ne yaptığı ile fazla ilgilenmez, varlığından rahatsız olduğundan çocuğunu çevresinden mümkün olduğu kadar uzak tutmaya çalışır. İlgisiz ana-baba çocuğuna en az sevgi gösteren ve davranışlarına en az kontrol uygulayan anne-babadır.(Abacı, 1986).
Benlik:
Kişiliğin öznel yanı benlik olarak adlandırılmaktadır. Kişiliğin temel özelliklerini veren “ ben” ya da “benlik” denilen katman son yıllarda psikologların en çok üzerinde durdukları alanlardan biri durumuna gelmiştir. Benlik ile kişilik arasında gelişme ve yapı bakımından bir sınır çizmek çok zordur( Çağlar, 1993).
“Benlik, kendi kişiliğimize ilişkin kanılarımızı ve kendi kendimizi görüş, düşünüş tarzımızdan oluşur. Bu bakımdan benlik, kişiliğin öznel yanı” olarak tanımlanabilir( Zırh, 1995).
Şerif benliği, çocuğun ailesi, öğretmenler ve arkadaşların etkisiyle oluşmuş bir değerler sistemi olarak tanımlanmıştır. Bireyin psikolojik yapısından, etrafındaki maddi evren, kişiler, gruplar ve sosyal değerler sistemi ve kurumlarla etkileşimi ile gelişmiş bir değerler sistemi veya alt yapıdır(Akt: Altıntaş, 1989).
Dai benlik kuramı toplumsal boyutta ele almakta ve benliği bireyin birincil toplumsal grubunda geliştiğine ve bu benlik kuramının ikinci derecedeki çeşitli toplumsal grup kavramlarının kişilikte bütünleşmesindeki benlik hiyerarşisinin temelinde olduğuna işaret etmektedir. Bu görüşe göre benlik kavramlarının temelinde birincil toplumsal grupta gelişmiş olan benlik kavramı vardır( Akt: Can, 1986).
Shostrom ve Brammer, benliği bireyin bir durumda nasıl davranacağını tayin eden kavramların, değerlerinin, amaç ve ideallerinin dinamik bir örgütlenmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu yazarlar ego ve self arasında ayırım yapmaktadırlar. Kişiliği (1) Dış savunma sistemi (2) Ego sistemi (3) Benlik sistemi (4) İç savunma sistemi ve (5) Öz sistemi olmak üzere beş bölgeye ayırmaktadırlar(Akt: Çuhadaroğlu, 1985).
Benlik gelişimi bebeklik ve çocukluğun başlarından çok hızlıdır, fakat insanların kendileri hakkındaki düşünceleri yaşam boyunca değişir. İnsanlar genellikle kendilerini hep olumlu açılardan değerlendirirler. Araştırmacılar bu “olumluluk yanlılığı”nın yaşam boyunca devam edip etmediğini araştırmışlardır. Bu amaçla Ruble, Eisenberg ve Higgins 5-6-, 7-8 ve 9-10 yaşlarındaki çocuklarla bir deney yapmışlardır. Çocukların yaklaşık yarısına kendilerine verilen bir deneysel görevde ya başarılı ya da başarısız oldukları söylenmiştir. Diğer yarısı kendileriyle aynı yaş ve cinsiyette verilen görevde başarılı ya da başarısız olan çocukları gözlemiştir. Daha sonra çocuklar kendisinin ( ya da diğer çocuğun) yeteneğini değerlendirmişlerdir. Sonuçta, bütün yaş grubundaki çocukların kendi yeteneklerini diğer çocuklardan daha olumlu değerlendirdikleri görülmüştür. Ruble ve ark. Aynı zamanda en küçük yaş grubundaki deneklerin kendilerini en büyük yaş grubundaki çocuklardan çok daha olumlu değerlendirdikleri bulmuşlardır. Yapılan diğer çalışmalarda da 3-8 yaşları arasına çocukların kendilerini oldukça olumlu değerlendirdikleri, 9-10 yaşlarında bu olumlu değerlendirmelerde düşmeler olduğu ve bunun ergenliğin aşlarına kadar sürdüğü fakat 15 yaşlarında olumlu değerlendirmede yine ani bir artış olduğu görülmüştür. Bu olumlu değerlendirme yetişkinliğin başlarına kadar devam etmiştir(Akt: Yılmaz, 2000)
Ergenlik döneminin başlangıcında ergenin kendini olumsuz değerlendirmesi, ergenlik döneminin zor bir dönem olmasından kaynaklanmaktadır. Bu zorluklar ergenlik dönemindeki fiziksel değişiklik (buluğ çağının başlaması), bilişsel değişiklik ( formel işlemsel düşüncenin başlaması) ve sosyal değişikliklerdir ( sosyal beklentiler ve arkadaş örüntüsündeki değişiklikler). Erikson’un belirttiği gibi “ kimlik krizi” ergenin kendisi hakkında düşünmesini ve hissetmesini etkilemektedir. Bu değişiklikler çok ani ve süreksizdir. Ergen benlik kavramında tam bir karmaşa yaşar ve bu krizi çözmek için daha önce var olan benliği ile şu anda kendisi hakkındaki düşünce ve duygular arasında bir denge sağlamak ister, kendisi hakkındaki çeşitli fikirlerini organize etmeye çalışır( Tarhan, 1995).
Benlik Saygısı:
Benlik ile birlikte, benlik kavramı ya da benlik tasarımı (self-consept), kendine saygı ( self-esteem), kendini kabul (self- acceptance), kendine güven (self-confidence), kendi kendine yardım (self- help)vb. gibi bir takım kavramların türediği de görülmüştür. Benliğin bu doğurgaları birbiriyle ilişkili olup, bireyin kendisi hakkındaki algı ve tutumlarını yansıtmaktadır (Gür, 1996).
Benlik saygısı, “kişinin kendini değerlendirmesi sonucu ulaştığı benlik kavramını onaylamasından doğan benliğini durumudur. Benlik saygısı, kendini olduğundan aşağı ya da olduğundan üstün görmeksizin kendinden memnun olma durumudur”. Bir başka şekilde, kendine saygı, “ kendine, kendince verilen değer”dir (İkizoğlu, 1983).
Rogers “ ‘ olumlu saygı’ ve’ olumlu benlik saygısı’ olmak üzere iki gereksinim üzerinde durur. Olumlu saygı, bireyin başkaları tarafından kabul ve saygı görmesi, sevilmesi ve başkaları tarafından hoşlanılması gibi yaşantıları içeren bir terimdir. Bu tür yaşantıları olan kimse kendine saygı duyacaktır. Olumlu benlik saygısı ise, başkalarının tutumuna bağlı kalmaksızın bireyin kendi benliğine karşı olumlu tutumudur (Akt: Çuhadaroğlu, 1985).
Rosenberg’e göre ergenlik döneminde genç, kendinin nasıl bir oluğu, neye benzediği, kendisi hakkında neler hissettiği sorularıyla yoğun bir biçimde meşgul olmaktadır. Bunlara yanıt ararken de benlik-algılarını (self-perceptions) kullanılır. İçsel faktörlerin yanı sıra, çevresel faktörlerin de etkisiyle gelişen benlik imgeleri (self-image) ergenin kendi kendisine yaklaşım biçiminde belirlenmesinde rol oynar. Bu yaklaşım biçiminde yönü, yani kendine değerli ya da değersiz görmesi, benlik saygısını belirler. Benlik saygısını belirler. Benlik saygısı, ergenin ilerideki yaşamında düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını ve davranışlarını belirleyen öznel yaşamının, bir başka yaşamında kimliğinin çekirdeğini oluşturur. Rosenberg bu anlamda bütüncül (global) bir benlik saygısı görüşüne sahiptir. Yani benlik saygısı tek boyutlu olmaktan çok bileşenlere sahiptir; bunlar da sosyal yeterlilik, kişisel değer, görünüş hissidir. Kişinin kendisini değerlendirirken olumlu bir tutum takınmaksızın, yüksek benlik saygısına sahip olmasını da beraberinde getireceğini vurgulamaktadır (Akt: Eğrilmez, Kültür, Ulun, 1988).
Coopersmith, benlik saygısını, kişiliğin önemli bir boyutu ve olumlu bir kişilik özelliği olarak kabul ederken; bireyin yetenekli, önemli, başarılı ve değerli olarak algılanma derecesi şeklinde tanımlamaktadır. Coopersmith, benlik saygısının gelişimine katkıda bulunan 4 temel etkenden bahsetmektedir:
1. Kişinin yaşamında önemli bir yere sahip olan diğer insanlardan ( significant others) gördüğü ilgili, kabul edici ve saygılı muamelenin miktarı bu konudaki temel etkenlerden biridir.
2. 2. Benlik saygısının gelişimi açısından kişinin başarıları, içinde bulunduğu pozisyon ve sahip olduğu statü de bir başka etkendir. Bireyin başarıları, onun toplum içinde fark edilmesini ve statü kazanmasını sağlar; bu benlik saygısı için somut bir temel oluşturur.
3. Kişinin, başkaları tarafından kendisi için konulan ve kendi isteği amaçlara ulaşmış olması gerekir. Bu bakımdan, kişinin başarılarını ve gücünü kendi ölçüleri Açısından değerlendirmesi benlik saygısının gelişmesiyle ilgili bir temel etken oluşturur.
4. Kişinin başkaları tarafından kendisi için yapılan değerlendirmelere, nasıl karşılık verdiği de bir başka etken olarak gösterilmektedir.
Coopersmith aynı zamanda, benlik saygısının ana bileşeninin yeterlilik duygusu, önemlilik, erdem ve yetenek olduğunu savunur ve kişinin kendi hakkında ve sürekliliği olan bir dizi değerlendirici tutumdan oluştuğunu belirtir. Ancak bu süreklilik doğrusal (lineer) olmaktan çok, dalgalanmalar gösteren bir yapıdır (Akt: Erkan, 1986).
Açık sistem özelliğe sahip ailelerde üyeler, birbirinin karşılıklı özelliğini kabul eder, birbirlerine cesaretlendirici ve saygı arttırıcı bir biçimde davranış gösterirler. Her aile üyesi o ailenin olmaktan duyduğu gurur kadar, ayrı bir birey olmaktan da gurur duyar. Ebeveynler çocuklarına gerçekçi ve uygun sınırlar koyabilirler ama bir şartla bağlı olmaksızın saygı da duyarlar. Coopersmith’in araştırma sonuçlarına göre bunun sonucunda bireyde olumlu benlik saygısı gelişir (Akt: Çuhadaroğlu, 1986).
Başta Erickson olmak üzere birçok yazar, ergenlik döneminde kimlik gelişimi ile benlik saygısı ilişkisini vurgulamışlardır. Kimlik (identity) kişinin kendini fiziki olarak kabul etmesini, uzun vadeli sosyal amaçları ve rolleri berrak hale getirilmesini; bunun için karar vermesini ve bir iş bağlantısı kurmasını içermektedir. Ego psikolojisi kuramcılarından olan Erickson aynı zamanda, benlik saygısının kökeninin psikososyal gelişme sürecinin 1. Basamağında aynılık ve süreklilik duygusuna bağlı temel güven duygusundan köken aldığını belirtmektedir. 2. Gelişim döneminde sfinkter kontrolünün kazanılması özerklik duygusuyla bitlikte benlik saygısına arttırır. Benlik saygısının gelişiminde etkili bir diğer gelişim dönemi de ergenlik dönemidir. Bu dönemde ergen, erken dönemdeki aynılık ve süreklilik duygusunu başkalarıyla ilişkilerinde dener ve değerlendirir; böylece kimlik duygusu gelişir. Ergen böylece yeteneklerine, sosyal rolüne ve ego idealine bağlı gerçekçi bir benlik saygısı geliştirir (Akt: Maşrabacı, 1994)
Beck benlik saygısının, kişisel deneyimle, başkalarının onun hakkındaki yargılarını, aile ve arkadaşlarla özdeşimine bağlı olarak kazandığını; ancak olayların yorumlanmasında kendilik görüşüne önemli derecede erkti yaptığını belirtmektedir(Akt: Şahin, 1994)
Sullivan, benlik saygısı için erken aile yaşantılarına önem verirken, kendini açıklama ve düzeltmeye yeni fırsatlar veren ergenlik öncesi ve ergenlik döneminin rolünü vurgulamaktadır. Bu dönemlerde, kişisel değerlere ve toplumsal değerlendirmeye akran ilişkileri eşlik eder. Kişinin bu dönemlerde ana babadan çok akranlar tarafından onaylanma gereksinimi vardır ve “ayna” görevini akranlar yapmaktadırlar. Sullivan’a göre ergenlik dönemi başarılı biz uzlaşma ile sonuçlandığı taktirde birey bu dönemden her türlü koşula yetecek benlik saygısı edinerek çıkmaktadır. Bu kazanılan benlik saygısı başkalarına saygıyı ve kişisel özellikleri toplumsal düzene uydurarak, kişisel girişimciliği de beraberinde getirecektir(Akt: Yılmaz, 2000).
Chrzanowski, benlik saygısının, bireyin kendi niteliklerini ve kabiliyetini doğru bir şekilde değerlendirmesinin geçerli bir yansıması olduğunu; benlik saygısının içine kişisel değer yargıları, değerlendirmeleri ve bireyin yapısını oluşturan temel insani değerlerin girdiğini belirtmektedir. Bunlar kadar önemli bir başka konunun da bireyin kişisel ihtiyaçlarının farkında olması ve bunları tatmin etmenin özgürlüğüne sahip olması olduğunu ileri sürmektedir. Chrzanowski’ye göre, zeka, mizaç, görünüş, beden yapısı benlik saygısını yaratan niteliklerdir; yaşam deneyimleri, kültür, toplum, aile ve çevresel faktörler de bu materyali oluşturmaktadır. Ayrıca benlik saygısının çevre değişiklikleri, belirli kişilerle ilişkiler ve özel/ iş hayatındaki olayların etkisinde olduğunu da belirtmektedir (Akt: Çuhadaroğlu, 1986).
Yörükoğlu (1990) benlik saygısını, kişinin kendini değerlendirmesi sonucunda ulaştığı benlik kavramını onaylanmasından doğan beğeni durumu ve özne güvenmeyi sağlayan olumlu bir ruh hali olarask tanımlamaktadır.
Ünlüoğlu’nun belirttiğine göre ise, insanlar kendileri hakkında daha iyi bir görüşe ulaşma yönünde değişme potansiyeline sahiptirler, özellikle de gençlik dönemi böyle bir değişim için yoğun çabaların harcandığı bir dönemdir. Genç, nasıl biri olduğunu, olumlu-olumsuz yönlerini, ne olmak ve ne yapmak istediğini, çevrenin onu nasıl gördüğünü ve kendisi hakkında neler hissettiğini anlamaya ve bunlarla ilgili sorularına cevap bulmaya çalışır. Bu çaba içinde hem kendi duygu ve düşünceleri hem de çevre faktörlerinin etkisiyle kendine karşı tutumu belirlenir. Bu dönemde oluşan benlik saygısı kuşkusuz daha önceki dönemlerde kazanılmış benlik saygısından etkilenecektir. Nitekim ergenlik dönemi daha önceki gelişim dönemlerinin yeniden yaşandığı, bazı özelliklerin değişip yeni bir yapılaşmaya doğru gittiği bir süreçtir. Bu bakımdan gençlik döneminde benlik saygısı da yeniden düzenlenecek ve gencin yaşamı boyunca onun düşünce, duygu ve davranışlarını belirleyen bir kimliğin esasını oluşturacaktır (Akt: Çuhadaroğlu, 1985).
Battle benlik saygısının bireyin başarı örüntüleri, diğerleriyle etkileşimlerini ve zihinsel sağlığını etkilediğini ifade etmektedir (Akt: Can, 1986).
Tufan (1989) benlik saygısının, kendilik sisteminin duygusal yönü ile ilgili olup, kişinin kendini nasıl gördüğüne ilişkin duyguları olduğunu belirtmektedir. Tufan’a göre, benlik saygısını belirleyen yargılarda bir değişmezlik, göreli olarak bir süreklilik vardır. Bununa beraber kişinin benlik saygısının değişmeye duyarlı olduğu kabul edilmektedir.
Bütün bu tanımlamalar ve açıklamalarda belirtilen noktalar birleştirildiğinde, benlik saygısı kavramının, kişinin kendini tanıması ve gerçekçi olarak değerlendirmesi ve güçlerini olduğu gibi kabul edip, kendini benimsemesi sonucunda, kendine karşı durduğu sevgi, saygı ve güven duygularından oluştuğu ifade edilmektedir.
Ergenin kendisini değerlendirmesi konusunda benlik saygısı ile yakından bağlantısı olan benlik kavramı (self-concept) tamiri birçok kuramcı ve araştırmacı tarafından birbiri yerine kullanılmaktadır. Benlik kavramı terimi, ergenin kendisini nasıl gördüğüne karşılık gelmektedir mc andeless ve Evans’a göre benlik saygısının bir tanımı, ergenin kendisine ve davranışına biçtiği değerdir, bu da genel bir çerçeve içinde ergenin kendisi hakkındaki düşünceleri olarak değerlendirilebilir. Buna karşın Wylie’ye göre, benlik saygısının diğer tanımları, benlik kavramının sadece kendine gurur duyma veya kişinin kendi özellikleri olduğundan daha yüksek değerlendirmesi gibi olumlu yönleri kapsar (Akt: İkizoğlu, 1983).
Benlik saygısı yüksek olan kişide kendine güven, iyimserlik, başarma isteği, zorluklardan yılmama gibi olumlu ruhsal nitelikler bulunur. Benlik saygısı düşük bir kimsenin, kendine güveni azdır, kolay umutsuzluğa kalıpır. Benlik saygısı yüksek gençler başarıya çok önem verir ve yarışma gerektiren uğraşları severler (Çağlar, 1993).
Araştırma açısından ergenlik dönemi ele alındığında, bazı önemli noktalar üzerinde durmak gereklidir. Bu dönemin önde gelen sorunlarından biri de, ergenin fiziksel değişme ve gelişme gösteren bedenini kabul etmesi ve bu duruma uyum gösterebilmesidir. Bu hızlı gelişim ve değişim ergen için kaygı durumu da yaratabilir. Ergen bu dönemde kendine rehber olarak aileye gereksinim duymaktadır. Ailesinin yardımıyla kendisine rehberlik edebilecek davranışları kazanabilecektir. Ana-baba tutumları bu açıdan çok önemlidir. Ergen yavaş yavaş, anne ve babasında gördüğü davranış biçimlerini, arkadaş grubunun davranış ölçülerine uyarmaya çalışır. Ergenin bu tür davranışının temelinde, başkaları tarafaından beğenilmek, kabul görmek isteği ile şiddetli bir bağımsızlık arzusu ve kendi kişiliğini kanıtlama gereksinimi bulunmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |