Bibliyografya :
Hidâyet. Ravzatü's-şafa, X, 436; Firîdûn Ademiyet. Fikr-i Âzâdi oe Mukaddimeyi Netıdat-i Meşrütiyyet-i İran, Tahran 1340 hş./1961; Yahya Armajani, "Islamic Literatüre in Post-war Iran", The World of İslam, London 1960, s. 271-282; R. W. Cottam. Nationalism in Iran, Pittsburgh 1964; N. R. Keddie, An Islamic Re-
sponse to tmperialism: Political and Religious Wriüngs ofSayyîd Jamal ad-Din al-Afghani, Berkeiey 1968; a.mlf.. "Religion and trreligion in Early Iranian NationaUsm", Comparative Studies in Society and History, IV/3 (1962), s. 265-295; Hamid Algar. Religion and State in Iran, 1785 -1906: The Role ofthe Ulama in the OajarPeriod, Berkeiey 1969; a.mlf.. "The Op-positional Role of the Ulama in Twentieth Century Iran", Sufis, Saints and Scholars (ed. N. R. Keddie), Berkeiey 1972, s. 231-255;a.mlf.. Mirza Malkum Khân: A Study in the History oflranian Modernism, Berkeiey 1973; Shaul Bakhash, Iran: Monarchy, Bureaucracy and Reform under the Qajars: 1858-1896, London 1978; Yann Richard, "Shan'at Sangalaji: A Reformist Theologian of the Rıda Shâh Period", Authority and Politiçat Culture in Shi'ism (ed. SaidAmirArjomand), Abany 1988, s. 159-177; a.mlf., "Clercs et intellectuels dans la republi-que islamique d'Iran", İntellectuels et militants de l'lslam contemporaln (ed. G. Keppel - Y. Richard), Paris 1990, s. 29-70; CHIr., VI!, tür.yer.; A. K. S. Lambton. "A Reconsideration of the Position of the Marja1 Al-laqlid and the Religious Institution", SU, XX (1964). s. 115-135; Azmi özcan. "Jamaladdin Afghani's Honorable Confinement in istanbul and Iran's Demands forHisExtradition", Osm.Ar., sy. 15 (1995), s. 285-291.
C) Hindistan.
Hint alt kıtasında 387 İslâm'ın yayılmaya başlamasından itibaren müslümanlar daima azınlık olarak yaşamak durumunda kalmışlardır. Birçok farklı din ve inanışın bulunduğu bu çevrede kaçınılmaz olarak gerçekleşen karşılıklı etkileşim, bazı gayri İslâmî unsurların müslümanlar tarafından da benimsenmesine yol açmış, bu durum, zaman zaman bir kısım ulemâ ve tasavvuf erbabını İslâm inancını yabancı unsurlardan temizleme gayretlerine sevketmiş-tir. Kaynaklarda bununla ilgili dağınık halde epeyce bilgi bulunmakla birlikte teknik anlamda Hindistan'da ıslahın başlangıcı Şah Veliyyullah'ın (ö. 1762) çalışmalarına dayandırılmaktadır.
XVIII. yüzyılla birlikte Hindistan'daki Bâ-bürlü hâkimiyetinin gerileme ve çöküş sürecine girmesi müslümanlar üzerinde derin tesirler bırakmıştır. Müslümanların tarihlerinde ilk defa siyasî hâkimiyeti kaybetmeleri psikolojik sarsıntılara, bunu takip eden iktisadî ve idari güçlükler de halkın bâtıl inanışlara, hurafelere ve bazı büyüklerin mezarlarından medet ummalarına yol açmıştır. Genel olarak bunalım dönemlerinde birçok toplumda yaşanan bu tür gelişmelerin Hindistan'da fazlasıyla görülmesi, halkın bu yönelişinden istifade etmek isteyen bazı dinî kisveli şahıs ve müesseselerin de ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştı. Bu şartlar çerçevesinde, bir Nakşibendî olan ve aynı zamanda Medrese-i Rahîmiyye adında bir medresesi bulunan Şah Veliyyullah gerçek İslâmî değerleri ortaya çıkarmak, inancı hurafelerden temizlemek, eğitim ve ahlâk seviyesini yükseltmek amacıyla bir ıslah hareketi başlatmıştır. Bundan sonra da Sir Seyyid Ahmed Han'dan Muhammed İkbal'e kadar Hindistan'da görülen bütün ıslah önderleri Şah VeliyyuHah'ın öğretisinin etkisi altında kalmış, onun yolunu takip etmişlerdir.
Şah Veliyyullah, kendi toplumunun içinde bulunduğu olumsuz şartlara Kur'an ve Sünnet çizgisinde sistemli bir şekilde çare bulmaya çalışan en önemli ilk şahsiyet olması bakımından Hindistan İslâm kültüründe ayrı bir yer işgal eder. Bu amaçla önce Kur'an'ın Farsça mealini hazırlayarak Arapça bilmeyen halkın kutsal kitaplarını anlamalarını sağlama yönünde ilk defa ciddi bir adım atmıştır. Şah VeliyyuHah'ın gayelerinden biri de müslüman-ların saadet ve kurtuluşunu hazırlayacak risâlet geleneğinin en güzel şekliyle Kur-'an'da yer aldığını göstermektir. Diğer dinî kitaplardaki birçok rivayet ve yorum sonradan ilâve edilmiş ve sahih hadislerle uydurma olanları birbirine karıştırıldığı için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamak çok zor hale gelmiştir. Şah VeliyyuHah'ın îzâletü'î-haiâ3 ve Hücce-tullâhi'l-bâliğa gibi eserleri onun İslâmî İlimlerdeki derinliğini ortaya koyduğu gibi halkın gayri İslâmî inanışlara yönelmesini önlemede önemli rol oynamıştır. Meselâ, Hüccetullâhta inanç, ibadet, tasavvuf, aile, cemaat hayatı ve sosyal ilişkiler, iktisadî meseleler, devlet idaresi, tebliğ ve cihad gibi neredeyse insanla hayat arasındaki her türlü mesele ele alınarak Kur'an ve Sünnet açısından değerlendirilmeye çalışılmıştır. Eserin girişindeki uzun takdimde Şah Veliyyullah din, insan tabiatı, kader, kültürel gelişme gibi birçok önemli kavram ve terimle ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Daha sonra toplumun mevcut durumunu ele alarak sûfî-leri şeriattan ayrılmakla, ulemâyı dünyaya iltifat etmekle, idarecileri de bencillik ve zevku safa peşinde koşmakla itham ederek eleştirmiştir. Toplumdaki bâtıl inanışlar ve hurafelerle ilgili olarak özellikle Hinduizm etkisinin görüldüğü alanlarla türbe ve mezarlarda ibadet yapmayı reddetmiş, İslâm'da kutsal mekân olarak sadece Kabe, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksâ'nın ziyaret edilebileceğini, müslümanların türbeleri -özellikle sûfî ve şeyhlerin mezarlarını- kutsal sayarak ziyaret etmelerinin günah olduğunu belirtmiştir. İslâm düşüncesinin gelişmesi sürecinde Muhyiddin İbnü'l-Arabî ile ona karşı ağır tenkitler yöneltmiş olmasına rağmen Ta-kıyyüddin İbn Teymiyye'nin önemli katkıları bulunduğunu, İbnü'l-Arabî'nin İslâm metafizik felsefesini devam ettirdiğini, İbn Teymiyye'nin ise Peygamber geleneği ve şeriatın yorumlanmasında önemli bir isim olduğunu ifade etmiştir. Bu da gösteriyor ki Şah Veliyyullah bu iki alanı, yani saf tasavvufla şeriatı birlikte ele alan bir anlayışı temsil etmektedir.
Şah VeliyyuHah'ın oğlu Şah Abdülazîz ed-Dihlevî bu halkanın devamıdır. Babasının özelliklerini tevarüs etmesinin yanı sıra onun vazifesine de devam etmiş ve kardeşleri Şah Abdülkâdir ile Şah Refîud-din'in yardımlarıyla Medrese-i Rahîmiy-ye'yi bir ıslah hareketi merkezi haline dönüştürmüştür. Medresedeki eğitim öğretim programında talebelere aklî ve naklî ilimler beraberce öğretilmekte, böylece zamanın ve toplumun ihtiyaçlarına gerçekçi cevaplar verebilecek ve toplumu ahlâk bakımından yükseltebilecek bir seviyenin yakalanmasına çalışılmaktaydı.
Hindistan müslümanları, XIX. yüzyılın başlarından itibaren İngiliz hâkimiyetiyle birlikte misyonerlik faaliyetlerini de bir tehdit olarak hissetmeye başladılar. İngiliz görevlilerin koruyup teşvik ettiği misyonerler, eğitimsiz insanların bile anlayabilecekleri kadar sade yazılmış çok sayıda kitap ve risale yardımıyla geniş halk kitlelerine ulaşmaya başlamışlardı. Bu risalelerde İslâm ve Hinduizm uydurma ve bâtıl dinler olarak gösteriliyordu. Şah Abdülazîz bu tehlikeyi önleyebilmek ve İslâm'ı savunabilmek için kardeşi Abdülkâdir'i Kur'an'ın Urduca mealini hazırlamaya teşvik etti. Şah Abdülazîz. aynı zamanda Şiî inancının yayılmasını kontrol etmek amacıyla Tuhfe-i İşnâ '.Aşeriyye adlı bir eser hazırlayarak Sünnî bakış açısından Şiî esaslarını inceledi; imamet fikrinin sonradan geliştiğini savundu. Yine Şah Abdü-lazîz'in verdiği fetvalar da elden ele dolaşarak halkın şuurlanmasında etkili oldu. Böylesine yoğun bir dönemde ortalıkta dolaşan hıristiyan, Şiî ve Sünnî literatür farklı inanç ve kültürlerin tanınmasını sağladı.
XIX. yüzyılın ortalarına doğru Şah Ab-dülazîz'in yakınlarından ve öğrencilerinden olan Seyyid Ahmed Şehîd, Şah Muhammed İsmail Şehîd ve Mevlânâ Ab-dülhay, bir taraftan üstatlarının yolunu devam ettirirken diğer taraftan Pencap'-taki Sih yönetimine karşı cihad hareketi başlattılar. Bunlardan ilk ikisi 1831'de savaş sırasında vefat etmelerine rağmen düşünceleri bütün Hindistan alt kıtasında derin tesirler uyandırdı. Şah İsmail Şe-hîd'in yazdığı Takviyetü '1-îmân adlı eser, cihad hareketinin dayandığı fikrî temelleri ve müellifin din anlayışını ihtiva etmektedir. Şah İsmail Vehhâbî öğretisinden de etkilenmiş, ancak tasavvuf geleneğinden geldiği için tamamen reddetmediği tasavvufun şeriat ve sünnete uygun olduğunda ısrar ederek Şah Veliyyullah ile Vehhâbî yaklaşımı arasında bir çeşit sentezi hedeflemiştir.
Hindistan'daki yenilikçi hareket içerisinde Şah Veliyyullah ve öğrencilerinden sonra dikkat çeken diğer bir isim de Delhi-li Mirza Mazhar Cân-ı Cânân'dır "Saf İslâm" taraftarı olduğunu belirterek Hindistan'da çok yaygın olan urs 388 kutlamalarını reddetmiş, bunların maksadını aşarak panayır haline dönüştüğünü ve istismar edildiğini söylemiştir. Cân-ı Cânân'ın Hindistan'ın birçok yerinde bulunan talebeleri de hem toplumdaki gayri İslâmî inanışlara hem de Şiî vaizlerin Sünnîlik dışı propagandalarına karşı halkı uyarmayı görev bilmişlerdir. Bu öğrencilerden Özellikle Şah Gu-lâm Ali. Şah Naîmullah ve Mevlânâ Gulâm Yahya dikkat çekmektedir. Gulâm Ali. Hindistan İçinde ve dışında çok sayıda kişiyi etkilerken Şah Naîmullah hocasının isteği üzerine Şiîler'in yoğun olduğu Bah-rayc ve Leknev'de iki hankah kurarak Sünnî inancını savunmaya gayret etmiştir. Gulâm Yahya ise Kelimetü'1-Hak ve Vah-det-i Vücûd adlı bir eser yazarak vah-det-i vücûd ile vahdet-i şühûdun aslında birbirinden farklı olmadığını söyleyen Şah VeliyyuHah'ın görüşüne karşı çıkmıştır. Gulâm Yahya'ya göre sûfîier tarafından ortaya atılan bu felsefî kavramlar, her ne kadar taraftarlarınca aksi söylense de İslâm'ın özüne ait değildir ve müslümanlar şeriat noktainazarından bunlara inanmak zorunda değildir. Cân-ı Cânân'ın Öğrencileri fiilen tasavvuf erbabı olmamalarına rağmen tasavvufun şeriatla uyum içerisinde bulunması üzerinde hassasiyetle duruyor, tasavvufun yok edilmesi durumunda maddeciliğin hayata hâkim olacağını, bunun da insanları ruhî sefalete götürerek sosyal sorumluluklardan uzaklaştıracağını söylüyorlardı.
Hindistan'daki İngiliz hâkimiyetine karşı 1857'de başlatılan büyük ayaklanmanın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından daha çok müslümanların sorumlu tutularak her alanda güçlüklerle karşılaşmaları üzerine dinî liderler müslümanların varlıklarını koruyabilmek için yeni birtakım reform faaliyetlerinin gerekliliğini savunmaya başladılar. Bu hareket yeni Şartlarda aynı amaca yönelik olarak Mev-lânâ Nezîr Hüseyin, Mevlânâ Muhammed Kasım Nânevtevîve Seyyid Ahmed Han'ın Önderliğinde olmak üzere üç ayrı şekilde ortaya çıktı. Bu üç isim de Medrese-i Rahî-miyye ile ortak bağlan olmakla birlikte üç farklı reform tavrını benimsemiştir. Mevlânâ Nezîr Hüseyin, "ehl-İ hadîs" hareketi olarak adlandırılan ekolünde Kur'an ve Sünnet'e sıkı sıkıya bağlılığı savunuyor ve mevcut mezheplerin herhangi birine bağlı olmayı veya onları taklit etmeyi gereksiz buluyordu. Ona göre tasavvuf ve şeyhlik müessesesi mevcut haliyle bir bid'attan ibaretti. Muhammed Kasım Nâ-nevtevî, Diyûbend Dârülulûmu'nun kurucusu olup daha çok geleneksel kültürü korumayı amaç edinmiş ve Hanefî mezhebine sıkı sıkıya bağlılığı savunmuştur. Nâ-nevtevîve öğrencileri mübalağaya kaçmayan tasavvuf anlayışını kabul ediyor ve bizzat yaşıyorlardı. Fakat onlar da türbe-başı ibadetleri, urs kutlamaları ve mezarlara adak adamak gibi bazı popüler alışkanlıkları reddediyorlardı. Diyûbendî mensupları eğitimde de geleneksel çizgiyi sürdürüyor ve Batı tipi modern eğitimi kabul etmiyorlardı. Buna karşılık Seyyid Ahmed Han farklı bir anlayışı ortaya atarak toplumun sosyal, moral ve kültürel açılardan ilerleyebilmesinin öncelikle ekonomik refahın gerçekleşmesine bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Bu çerçevede modern Batı tipi eğitimin mutlaka uygulanması ve Avrupalılarla müslümanlar arasındaki güvensizliğin ortadan kaldırılması gerektiğini belirten Seyyid Ahmed Han. önce bunları sağlamak İçin İngiliz dilindeki modern ilimlerle ilgili eserleri Urduca'ya çevirmek üzere ilmî bir dernek 389 kurdu. Daha sonra 1875'te Ali-garh'ta Muhammadan Anglo-Oriental College'ı tesis etti. Bu kolej sonraki yıllarda çok tutulan bir üniversite haline dönüştü ve Aligarh Müslim University olarak modern Hindistan tarihinin en önemli eğitim müesseselerinden biri oldu. Seyyid Ahmed Han'ın başlattığı Aligarh hareketi, kuruluş amacı çerçevesinde Hindistan'da çok etkili ve Hindistan müslü-inanlarının Batı'ya bakışında, Batı tipi eğitimi değerlendirişinde ve onu uygulamaya çalışmasında çok başarılı olmuştur. Dolayısıyla Hindistan'da Batı'ya yöneliş mânasında modernizmin gerçek öncüsü Seyyid Ahmed Han'dır.
Seyyid Ahmed Han dinî düşüncesinde Şah Veliyyullah'a dayanmış görünmektedir. İnsan hayatındaki en önemli gerçeğin onun dinî fikriyatı olduğunu belirterek dinî inancını bütünüyle hayatına aksetti-rebilen kişilerin zamanla doğruyu bulabileceği ve kötülüklerden uzaklaşabileceği onun özellikle üzerinde durduğu temel görüşlerindendir. Mezheplere bakış itibariyle ehl-i hadîs düşüncesini izleyen Ahmed Han bir taklitçi olmaktan ziyade tefekkürü savunuyor ve buna bağlı olarak Hanefî mezhebinin anladığı tarzda İcmâı kabul etmeyerek ictihad için kıyasın daha Önemli olduğuna inanıyordu. Ana hatlarıyla geleneksel ulemânın tepkisine yol açan bu tür fikirler içinde en çok dikkati çekeni, Seyyid Ahmed Han'ın akla ve tabiat kanunlarına yüklediği mâna ile bunların nasların değerlendirilmesinde ölçü kabul edilmesi gerektiği iddialarıdır. Buna bağlı olarak Seyyid Ahmed Han hadislerin sıhhatini tesbit ederken akla uygunluğu öncelikli olarak ele almış, mucizeleri kabul etmemiş ve İslâm'ın mükemmel bir din ve Hz. Peygamber'in de hikmet sahibi bir kişi olduğuna insanları ikna etmek için akıl ve mantık ölçülerinden başka bir şeye ihtiyaç duymalarına gerek olmadığını savunmuştur. Bir başka deyişle Seyyid Ahmed Han, yeni bir ilm-i kelâma ihtiyaç duyulduğunu ve bununla ya modern ilimlerin reddedilmesi ya da İslâm inancının esaslarıyla uyum içerisinde olduğunun gösterilmesi gerektiğini söylemiştir. Pozitivizm çağında Seyyid Ahmed Han'ın akla bu derece önem vermesinin anlaşılabilir sebepleri olduğu ortadadır. Bu çerçevede onun şu ifadeleri düşünce sistemini çok iyi açıklamaktadır: "Kur'an Allah'ın kelâmı, tabiat da Allah'ın işidir. Allah'ın kelâmı ile işi arasında bir uygunsuzluk söz konusu olamaz.
Seyyid Ahmed Han'ın bu alanda en büyük destekçileri arasında Muhsinü'l-Mülk ve Çırağ Ali özellikle anılmalıdır. Muhsinü'l-Mülk, Seyyid Ahmed Han'ın Aligarh'-taki halefi olmasının yanı sıra Mısır'daki Menâr grubu ile de irtibatta bulunmuş ve eğitim alanında radikal görüşleri temsil etmiştir. Çırağ Ali ise İslâmî ilimlerde derinliği olmamasına rağmen araştırmacılığı ve görüşlerindeki ısrarlı tutumu sayesinde kendisinden sonra gelen modernist aydınlar üzerinde hadis, fıkıh ve özellikle kadının konumuna dair fikirleriyle etkili olmuştur. Ona göre hadis külliyatı zamanla art niyetli kişilerin ihtirasları yüzünden bir kaos denizine dönüşmüş ve Hz. Peygamber şahsî arzular, beklentiler ve menfaatler uğruna mevzu hadislerle istismar edilmiştir. Fıkıh ise statik hale getirilerek neredeyse imanla eşdeğer olmuştur. Çırağ Ali. kadın konusunda taaddüd-i zevcâtın Kur'an'ın genel çerçevesinde yasak edildiği fikriyle kendi şartlarında oldukça cesur bir tavır ortaya koymuştur.
Bu çizgide dikkat çeken bir diğer isim Doğu Bengal'de yetişmiş olan Keramet Ali'dir (ö 1873). Eğitim konusunda Seyyid Ahmed'le aynı düşünceyi paylaşmasının yanı sıra Me'âhizü'l-'ulûm adlı eserinde Kur'an'dan ilham alan müslümanların başlangıçta ilme çok büyük katkılarının olduğunu ve esasen Avrupalılar'ın müsbet ilimleri İspanya müslümanlann-dan öğrendiğini ileri sürmüştür. Aynı şekilde Seyyid Emîr Ali de bir sosyal reformcu ve siyasî lider olarak Hindistan müslü-manları üzerinde ciddi tesirler bırakmıştır. Diğer birçok kişinin aksine Seyyid Emîr Ali, genellikle İngilizce yazarak daha çok Avrupa kamuoyundaki yanlış İslâm ve müslüman imajlarının düzeltilmesi ve şarkiyatçıların yanlış kanaatlerinin ortaya konması için gayret göstermiştir. Öte yandan Emîr Ali'nin The Ethics of islam, The Life and the Teachings of Moham-mad ve The Spirit of islam gibi eserleri, Avrupa'nın ilim ve teknolojideki üstünlüğü dolayısıyla komplekse düşmüş birçok genç Hindistanlı'nın inançlarıyla tatmin olup kendilerine güvenmelerine yardımcı olmuştur. Emîr Ali genel olarak dinî polemiğe girmek yerine İslâm'a bir medeniyet olarak bakarak geçmişteki iyi örneklerin müslümanların daha güzel bir geleceği için ilham teşkil etmesi gerektiğine inanmakta ve İslâm'ın gelişmeye engel olması bir yana bizzat kendisinin bir terakki olduğunu savunmaktaydı.
XIX. yüzyılda dikkat çeken bir başka isim. Diyûbend gelenekselliğiyle Seyyid Ahmed Han'ın modernizmi arasında orta bir yol tutulmasını savunan Mevlânâ Şiblî Nu'mânî'dir. Kendisinin bu amaçla 1894'te kurucuları arasına katıldığı Ned-vetü'l-ulemâ, farklı anlayışlardaki ulemâ arasında yakınlaşmayı sağlayarak Hindistan İslâm kültürünün gelişmesine katkıda bulunan müesseselerden biri olmuştur. Batı medeniyeti ve değerlerine İslâm noktainazarından bakılması gerektiğini söylemiş, fakat geleneksel medrese eğitimi ve ders programını tenkit ederek yeni bir müfredat geliştirilmesini hedeflemiştir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında görülen bu farklı anlayışlar, kendi etki alanlarında özellikle XX. yüzyılın başlarında Hindistan'da ortaya çıkmış Muhammed İkbal, Ebü'l-Kelâm Âzâd ve Mevdûdî gibi fikir adamı ve düşünürlerin yetişmesine zemin hazırlamıştır. Muhammed İkbal, eğitim için gittiği Avrupa'da Bat'nın ilim ve teknolojideki üstünlüğü ile karşılaştıktan sonra Cemâleddîn-i Efgânî ve Muhammed Abduh gibi simaların düşüncelerinden etkilenerek İslâm toplumlarının içinde bulunduğu durum hakkında fikir üretmeye başlamıştır. Önceleri mevcut durumu daha da kötüleştiren faktörler arasına âhirete çok fazla vurgu yapan tasavvuf anlayışını da dahil ederken daha sonra bu kanaati değişmiş ve İbnü'l-Arabîile Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin felsefesini benimsemiştir. Yazı ve şiirleriyle daima toplumu dinamik olmaya çağırmış ve insanın Allah'ın yarattığı en üstün varlık olarak sınırsız kapasite ve kabiliyeti bulunduğunu vurgulamıştır. Bu anlayışın tabii bir sonucu olarak İkbal de ictihad üzerinde duruyor ve İslâm hukukunda yeniden ictihad geleneğinin başlatılmasını istiyordu.
Ebü'l-Kelâm Âzâd ise gazetecilik, ilim ve siyaset arasında geçen çok hareketti bir hayat içerisinde nevi şahsına münhasır bir mücadele insanı olarak dikkat çekmektedir. Geleneksel medrese usulünden yetişmiş olmasına rağmen zamanın şartlarını çabuk kavrayabilen bir anlayışa sahipti. Şiblî Nu'mânî'nin etkisiyle bir Kur'an tefsirine başlamış ve bunda özellikle millî duyguların meşruiyeti üzerinde durmuştur. Yüzyılın başlarında çıkardığı el-Hilâl adlı dergiyle bilhassa Osmanlı hilâfeti taraftan ve bağımsızlık yanlısı yayınlarıyla zaman zaman İngilizler tarafından tutuklanan Âzâd 1920'lerden sonra bütün mesaisini siyasî mücadeleye vermiş ve Hindistan Kongre Partisi 390 içerisinde en etkili isimlerden biri olmuştur.
Sonuç olarak Hindistan İslâm kültüründe ıslah kavramı içerisinde değerlendirilebilecek eğilimler genel olarak eğitim üzerinde yoğunlaşmış ve XX. yüzyıla gelindiğinde aydınların büyük bir kısmı müslü-manların kültürel gelişmesinin modern eğitim metotlarına öncelik verilmesiyle mümkün olabileceğinde fikir birliğine varmıştı. Buna bağlı olarak başta Aligarh ve Delhi olmak üzere birçok şehirde kız ve erkeklerin eğitimi için yeni kolejler açılmış ve büyük mesafeler katedilmiştir. Ancak bunun yanı sıra geleneksel eğitim müesseseleri de varlıklarını korumuş ve yeni şartlara kendilerini adapte ederek toplumun eğitim ve kültür seviyesinin yükselmesine katkıda bulunmuştur.
Bibliyografya :
Şah Velİyyullah ed-Dihlevî, Hüccetullâhi'l-bâ-liğa, Delhi, ts., ], 24, 50, 106; M, 67-68, 81-87; a.mlf.. et-Tefhîmâtü'l-ilâtıiyye |nşr Gulâm Mustafa el-Kâsımî). Haydarâbâd 1970; a.mlf.. İzâle-tü'l-hafâ3 can hilâfeti'l-hulefa', Karaçi, ts.; Seyid Ahmed Han. Hutbet-i Ahmediyye, Agra 1870; a.mlf., Teşânîf-i Ahmediyye, Aligarh 1893; a.mlf.. Tefsirü'l-Kur'ân, Agra 1904, VII; a.mlf.. Makâlât-ı SörSeyyid, Lahor 1963, XIII, 392; Gulâm Ali Dihlevî, Mektûbât-ı Şerife, Madras 1892, s. 80-85;a.mlf.. Makâmât-ı Mazhariyye, Delhi 1892, s. 60-80; Syed Amir Ali. A Short HistoryofSaracens, London 1889; a.mlf., The Ethics of İslam, Calcutta 1893; a.mlf.. TheSpirit of İslam, London 1922; Şah Abdülazîz, Fetâuâ-yı Şâh 'Abdüt'azîz, Delhi 1894, II, 41, 94-96, 189; Muhammed İkbâl, The Development of Metaphysics in Persİa, London 1908; a.mlf., The Reconstruction of Religious Thought in İslam, Lahore 1962; Aziz Ahmad. Istamic Mod-ernism in India and Pakistan, London 1967; C. W. Troll. Sayyid Ahmad Khan, New Delhi 1978; A. M. Schİmmel, İslam in the Indian Sub-continent, Leİden-KÖln 1980; J. M. S. Baljon, Religîon and Thought ofShah Waii Allah Dih-latvi (1703-1762), Leiden 1986; I. H. Siddiqui. İslam and Muslims in South Asia: Historical Perspecttve, Delhi 1987; a.mlf., "lqbal and Ta-sawwuf With Special Reference to Ibn al-Ara-bi's Sufism", İslam and Modern Age,XVIII, New Delhi 1987, s. 97-105; Shan Muhammed, The Right Honourabte Syed AmeerAli, Personality and Achieuements, New Delhi 1991.
D) Tatarîstan, Azerbaycan ve Orta Asya.
Tataristan. XIX. yüzyıldaki ıslah hareketlerinden biri, Kazan Tatarları arasında ortaya çıkan ve gelenekle modernizmi uzlaştırmaya çalışan Cedîdcilik akımıdır. 1800'lerin başlarında küçük bir ulemâ grubunun İslâm dinini yeniden yorumlaması şeklinde başlayan Tatar ıslah hareketi 1880-1890'larda yoğun bir eğitim ve kültür faaliyeti şeklinde devam etmiş, 1905'ten itibaren daha da genişleyerek siyasî alana yayılmıştır. Bütün Rusya müsiümanlarına önderlik eden Tatar reformcuları, 1905-1917 yılları arasında mutedil olarak tanımlanabilecek siyasî girişimleriyle müslümanların Rusya siyasetine katılmalarını ve bu yolda gelişme kaydetmelerini sağlamışlardır.
Rusya müslümanları arasında ıslah hareketinin Kazan Tatarları tarafından başlatılmış olmasının özel sebepleri vardır.
Volga Tatarları veya eski isimleriyle İdil Bulgarları Türk kavimleri arasında yerleşik hayata ilk geçenlerdendi. Ayrıca köklü bir ticaret geleneğine sahip olduklarından Rus İmparatorluğunda ve Orta Asya'da yaşayan müslümanlara göre daha yüksek bir hayat standardına ulaşmışlardı. Özellikle XVIII. yüzyıl sonundan itibaren Rusya ile Orta Asya arasındaki ticarette aracılık rolünü üstlenmiş, Volga boyunca ticaret yaparak zenginleşmiş Tatarlar vardı. Bunlar, yine ticarî amaçlarla İslâm dünyasının birçok yerine 391 seyahat imkânı buluyor, bu sayede pek çok Tatar İslâm dünyasındaki gelişmelerden haberdar oluyordu.
Tatarlar'ın müslüman bir topluluk olarak Ortodoks Ruslar'la yan yana yaşamak zorunda olmaları, onların kimlik bilinci kazanmalarına ve İslâmiyet'e daha sıkı sarılmalarına yol açarken Batı kültürüyle de erkenden tanışmalarını ve bu kültürden daha fazla yararlanmalarını sağlamıştır. Tatar hayatındaki bu zenginlik, onların müslüman ve hıristiyan dünyaları arasındaki gelişmişlik farkını anlamalarını kolaylaştırmış, bu da onlarda farkı kapatma arzusunu uyandırmış olmalıdır. Sonuçta en güçlü ıslahçılar, XIX. yüzyılda son derece muhafazakâr müslüman bir topluluk olan Tatarlar arasından çıkmıştır.
Tatar ıslah hareketini "teedîd" ve "ce-dîd" şeklinde iki değişik safhada ele almak daha doğrudur. Abdünnâsır Kursavî (ö. 1812),Şehâbeddin Mercanı, Rizâed-din Fahreddin ve Mûsâ Cârullah Bigi gibi aydınlar, hem müslüman kalmayı hem de Batı fikirlerini benimsemeyi mümkün kılacak bir ideoloji oluşturmak çabasın-daydılar. Tatar reformunun babası olarak kabul edilen Kursavî, aslında klasik İslâm âlimlerinin bazı düşüncelerini yeniden ortaya koyuyordu. Bu düşünceler arasında en çok tartışılanı kelâm karşıtı olanıydı. Kursavî kelâm ilminin müslümanlann kafalarını karıştırdığına, akidelerini bozduğuna ve dolayısıyla faydadan çok zarar getirdiğine inanıyordu. Daha sonraki Tatar reformcularının hemen hepsi 392 kelâm konusunda aynı düşünceyi paylaştılar. Onlar ayrıca kelâmı çağın ihtiyaçlarına hitap etmeyen, zamanı geçmiş bir ilim olarak görüyorlardı. Halbuki medrese müfredatında kelâm ilmi öylesine geniş bir yer kaplıyordu ki bu yüzden sadece fen bilimleri değil diğer İslâmî ilimlerin öğretimi bile neredeyse ortadan kalkmıştı. Buhara'daki medrese müfredatı ile tatmin olmayarak kütüphanelerdeki eski kitaplara yönelmesi ve muhtemelen Türkistan'a Hindistan'dan gelen reform fikirlerinden etkilenmiş olması Kursavfyi farklı kılmış, özellikle İslâm düşünce tarihinde eskiden beri var olan bazı konuları yeniden gündeme taşıması onu ister istemez diğer ulemâ ile karşı karşıya getirmişti. O dönemde Buhara ulemâsı çok güçlü bir konuma sahip olduğu için Kursavî burada tutunamaya-rak kendi memleketine dönmek zorunda kaldı.
KursavTden sonra ıslah hareketinin en tanınmış şahsiyeti yine Kazanlı bir molla ailesinden gelen Şehâbeddin Mercânî'-dir. Mercânî de Kursavî gibi Buhara'da tahsil gördü, fakat ondan farklı olarak Buhara ulemâsı ile İyi geçindi. Ancak memleketi olan Kazan'a döndüğünde o da kelâm ilmini ve medreselerdeki eğitim sistemini eleştirdi. Bu eleştiriler gelenekçi ulemânın tepkisine yol açtıysa da Kazan'-daki durum Buhara'ya göre daha serbest olduğundan Mercânî bu tepkilerden fazla etkilenmedi. Mercânfnin ve daha sonraki dinî reformcuların ortak vasfı, İslâm'ın orijinal kaynaklarına dönülmesinin gerekliliğini savunmalarıdır. Tatar ıslah-çılan, bu kaynakların ilk asırlardaki akîde-vî berraklığının sonradan karışan yabancı düşüncelerle bulandırıldığını, İslâm dünyasındaki mevcut çöküntü halinin de bu bozulmanın sonucu olduğunu, dolayısıyla kurtuluş için öze dönülmesi gerektiğini savunuyorlardı.
Tataristan'da kuvvetli bir sûfî geleneğinin bulunması da Tatar ıslah hareketini özgün bir hâle getirmiştir. Islahçıların hemen hepsinde sûfî muhabbeti görülmektedir. Kazan Tatariarı'ndan Mûsâ Câ-rullah Bigi hem İbn Teymiyye'ye hem de İbnü'l-Arabi'ye hayranlık duyuyordu. Tatarlar arasında ve Orta Asya'da kökleri çok eskilere dayanan bu sûfî geleneği içinde Nakşibendîlik önemli bir yer tutuyordu. Nakşibendîliğin ıslahçı kolu olan Mü-ceddidiyye hem Orta Asya'da hem de Hindistan'da yaygındı. Kursavî'nin şeyhi İşan Niyaz Kulı et-Türkmânî bir Müceddidî-Nakşibendî şeyhiydi, Mercânrnin de şeyhlere muhabbeti ve hatta bağlılığı vardı. Başkırtlar'ın meşhur Nakşibendî şeyhi Zeynuilah Resûlî, bizzat ıslahçı sayılmasa bile ıslatıcılara yakınlık duyduğu gibi kendi medresesini de usûl-i cedîd üzere tertip etmişti. Yine meşhur cedîdci Âlimcan Barudî aynı zamanda bir şeyh idi.
Tatar ıslahçılannın bir diğer özelliği yeniliğe açık olmalarıdır. Onlar Vehhâbîler gibi her yeniliği bid'at saymıyor, Batı'dan gelen her şeye de karşı çıkmıyorlardı. Tatar ıslahçıları çok evlilik, erkeklerin kadınları kolayca boşayabilmesi ve kadınların geri planda bırakılması noktalarında Ortodoks misyonerlerinin İslâmiyet'e yönelttikleri eleştiriler karşısında İslâmiyet'i savunmak için basın da dahil olmak üzere her vasıtaya başvuruyorlar, Tatar zenginleri de din gayretiyle ulemâya, refomcu-lara maddî destek sağlıyor, matbaa ve okul açmalarına yardımcı oluyorlardı.
1804'te Kazan Üniversitesi'nin açılması, buradaki matbaada Arapça ve Tatarca eserlerin basılması zaman içinde etkisini gösterdi. Medrese talebeleri, yirmi yıl kadar Arap diliyle uğraştıktan sonra bile doğru dürüst Arapça öğrenemezken şarkiyatçıların kurduğu okullarda bu dil iki yıl gibi kısa bir sürede öğretiliyor. ıslahçı ulemâ buradaki etkili eğitimi takdirle karşılıyordu. Mercânî. Rus şarkiyatçıları ile dostça ilişkiye giren ilk müslüman mollalardandır. Böylece başlangıçta daha çok dinî konularda yoğunlaşan ıslah hareketi, zamanla müslümanların Rusya'daki modern gelişmelerden etkilenmeleri sonucunda yeni bir aşamaya girdi. 1880'lerde başlayan bu yeni dönemdeki aydınların modernist bir yöne sahip oldukları görülmektedir.
Kırım Tatarı İsmail Gaspıralı'nın Cedîd-cilik çerçevesinde 1880'lerde başlattığı eğitim faaliyetleri Rusya Türkleri'nin tarihinde yeni bir sayfa açtı. Gaspıralı'nın bir eğitim reformu anlayışı içinde kurduğu yeni mektepler eğitim alanında önemli bir çığır açtı. Ayrıca yine onun kurduğu Tercüman gazetesi (1883-1918), Rusya müs-lümanlannın en uzun süren ve çok geniş bir coğrafyada okuyucu bulan bir iletişim aracı olma özelliği taşıyordu.
Azerbaycan. Tataristan. Başkırdistan ve Kırım'da önceleri dinî mahiyette başlayıp zamanla modernist eğilimlerin de katıldığı türden bir yenileşme olurken Kafkaslar'da modernist yönü ağır basan bir yenileşme tecrübesi yaşanmaktaydı. Azerbaycan'daki hızlı dönüşüm, XIX. yüzyılın başında Ruslar'ın Kuzey Azerbaycan'a nüfuz etmesiyle yakından ilgilidir. Yeni oluşan tüccar sınıfının ve Rusya'nın birtakım imtiyazlar vermek suretiyle kendisine bağladığı aristokrat kesimin çocukları Kafkasya'da yeni açılan Rus okullarında okuyarak Avrupa fikirlerinden haberdar oldular. Böylece XIX. yüzyılın ikinci yarısında Batı kültür geleneğinde yetişen bir aydın sınıfı ortaya çıktı. Ancak geniş halk kitlesi hâlâ geleneksel aydın tipinin temsilcileri olan Şiî ulemânın tesiri altındaydı.
Ulemâ sınıfı geniş halk kitlesinden başka eski geleneğe sadık beyler ve hanların desteğine sahipti. Bundan sonra Azerî kültür hayatı, toplumu Batı'daki gelişmeler doğrultusunda değiştirmeye çalışan az sayıdaki yenilikçi aydın sınıfı ile gelenekçi ulemâ arasındaki mücadelelere sahne oldu.
Yenilikçilerle gelenekçiler arasındaki tartışmaların en Önemlisi müslüman okullarının geleceği konusundaydı. Çarlık yönetiminin eğitim sistemini ıslah etme konusundaki girişimleri yenilikçilerin fikirleriyle uyuşuyordu. Hükümet, böylece Rusça'yı yaygınlaştırmayı planlıyordu. Mirza Feth Ali Ahundzâde (Armndov), Hasanbey Melikzâde Zerdâbîve Hacı Seyyid Azim Şirvânî gibi aydınlar Rusça Öğrenmenin gerekliliğine inanıyordu. Rusça Öğrenmek, müslümanların hem modern meslekler edinmelerini kolaylaştıracak hem de onların dış dünyadan haberdar olmalarını sağlayacaktı. Gelenekçi ulemâ ise Rusça konusundaki tavırları yüzünden yenilik taraftarlarını Ruslaşmaya alet olmakla suçluyordu. Ayrıca yenilik taraftarlarının klasik İran edebiyatı yerine Türkçe'ye ağırlık vermeleri de İran kökenli Azerbaycanlı Şiîler'in tepkisine yol açıyordu.
Yenilik taraftarlarının en önemli isimleri arasında Mirza Kâzım Bey. Abbas Kulı Ağa Bâkihanlı, Mirza Şefi Vazıh ve İsmail Bey Gutgaşınlı gibi şahsiyetler bulunmaktaydı. XIX. yüzyılın başlarında etkili olan bu kişiler Azerî uyanışının öncüleri sayılır. Ancak Azerbaycan'daki asıl aydınlanma hareketi genellikle Mirza Feth Ali Ahundzâde ile başlatılır. Bundan sonraki önemli şahsiyetler Hasanbey Zerdâbî, Ali Bey Hü-seyinzâde ve Ahmet Ağaoğlu'dur. Ahundzâde 1850-1855 yılları arasında Azerî toplumunun kusurlu yönlerini, cahil mollaları, çok evliliğin zararlarını. İranlı devlet adamlarının acizliklerini, cimri tüccar tiplerini mizahî bir dille eleştiren komediler yazdı. O gün anlaşılan ve uygulanan biçimiyle dini. toplumun ilerlemesi yolu üzerinde en büyük engel olarak gören Ahundzâde, İslâm dininin çağın ihtiyaçlarına uygun bir reforma ihtiyacı olduğu kanaa-tindeydi. Ancak ona göre bu reform din adamları tarafından değil filozoflar ve ilim adamları tarafından yapılmalıydı. Çelişkili bir kimliğe sahip olan Ahundzâde, çarın sadık bir memuru olmakla birlikte kendisini İranlı hissediyordu. İslâm öncesi İran kültürünü övmesine ve İranlı kimliğine rağmen ana dili olan Azerî Türkçe-si'ni canlandırmaya çalışmış, böylece Azerî kimliğinin oluşmasında önemli katkılarda bulunmuştur. Ayrıca eserleriyle modern Azerî edebiyatının temellerini atmıştır.
Azerbaycan'ı Rusya içlerine bağlayan demiryolunun yapılması, bu sayede ticarî ilişkilerin artması ve petrol sanayiindeki ilerlemeler Azerbaycan'ı Batı kültürüne yaklaştırmıştı. Eğitim, basın ve tiyatro konusunda yerli petrol zenginlerinin yaptıkları hayır faaliyetleri de bu gelişmelere önemli katkılarda bulunmuştur. Bunlardan özellikle gazetecilik ve tiyatro Azerbaycan'daki edebî canlanışa vesile olmuştur. Gazete ve dergiler, millî dilin gelişmesi için önemli vasıta olmalarının yanı sıra siyasî ve sosyal reformlar için de bir ekol vazifesi görmekteydi.
Azerbaycan'ın fikir hayatı XIX. yüzyılın sonunda diğer Rusya müslümanlanndan da etkilenmekteydi. Özellikle Kırımlı İsmail Gaspıralı'nın açtığı usûl-i cedîd okulları ve yine onun çıkardığı Tercüman gazetesi Rusya Türkleri'nin modernleşmesi yolunda önemli katkılarda bulunuyor, Türkler arasında birlik ve dayanışmanın sağlanmasında hayli etkili oluyordu. Milliyetçi aydın sınıfının yoğun kültür faaliyetleri XX. yüzyılın başında Azeriler arasında siyasî bilincin gelişmesini hazırladı.
Orta Asya. Bazı yönlerden Azerbaycan dakine benzeyen bir modernleşme tecrübesi XIX. yüzyılın ikinci yarısında Kazaklar arasında da başladı. Kazaklar'ın Batı kültürüne açılması, diğer bölgelere göre daha belirgin bir şekilde Rus tesiri altında olmuştur. Kazakistan'a sürülen önemli sayıdaki Rus entelektüelinin bu yeni oluşumda büyük katkıları vardır. Rus sürgünlerinden birçoğu Kazak halkına sempati beslemiş, onların kültürüne ilgi duymuş ve Kazak düşüncesini derinden etkilemiştir.
Bu yeni gelişmelerden ilk etkilenenler, Rus desteğini sürdürmeyi çıkarları için uygun gören Kazak aristokratları oldu. Çarlık hükümeti yüksek askerî rütbeler ve maaş vermek suretiyle onları kendisine bağlamıştı. Çar idaresi, aynı zamanda Kazak aristokrasisinin çocuklarını Rus okullarında okutmaları için teşvik ediyordu. Çok geçmeden Rus eğitimi Kazak hayatında önemli değişikliklere sebep olacak sonuçları doğurdu. Soylu kişilikleri sebebiyle esasen halk kitlesinden uzak olan aristokrat sınıfı aldıkları Rus eğitimiyle halktan iyice koptu.
XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren Kazakistan'da açılan Rus okullarından yetişen Kazak aydın sınıfı kendi yerli kültürünü, hatta birçoğu ana dilini bile iyi bilmiyordu. Batıcı eğilime sahip olan bu ilk aydınlar, geleneksel Kazak toplumunun değer ve alışkanlıklarını modern bir toplum sürecine geçişte engel olarak görüyorlardı. Bunların en tipik örneği Çokan Velihanov'dur. 0 aynı zamanda Batı düşüncesinin kapısını açan ilk Kazak'tır. Velihanov'un fikrî oluşumu, Rus liberalizmi ve Rus-Alman şarkiyatçıları muhitinde gelişti. Onun ilmî çalışmaları Kazak millî kültürünün gelişmesinde, Kazak yazılı edebiyatının oluşmasında Önemli katkılar sağlamıştır. Velihanov ülkesindeki Rus işgalini sempatiyle karşılamış ve çok defa kendisini Kazak halkından ziyade Rus-lar'a yakın bulmuştu. Ancak sonunda Rus ordusuyla birlikte Evliyâata'ya girerken Ruslar'ın bir Kazak kadınını öldürmelerine tahammül edemediği için asker üniformasını çıkarıp çöle çekilmişti.
Kazakistan'da XIX. yüzyılın ikinci yarısında bu yabancılaşmış aydın grubu ile geniş halk kitlesi arasındaki kopukluk daha ılımlı bir aydın grubu tarafından giderilmeye başlandı. Bu kişiler, Rus okullarında eğitim gördükten sonra tercümanlık ve öğretmenlik gibi görevlerle hükümet hizmetine giriyorlardı. Batı ve Kazak kültürlerini ilk defa birleştirmeye çalışan bu grubun en tipik örneği îbray Altınsarın'-dir. Rus - Kazak öğretmen okulunu bitiren Altınsarın iyi bir pedagogdu ve Kazak-lar'ı aydınlatmayı kendine görev bilmişti. 1887'de kadınların eğitim görmesi için girişim yaptıysa da hükümetten destek görmedi. Ruslar'a yakın olmakla beraber İslâmiyet'le bağını koparmamış, hatta 1883'te Kazaklar için bir ilmihal kitabı yazmıştır.
Kazak, İslâm ve Batı kültürlerinin sentezini yapmaya, Batı kültürünü takdim ederken Kazak kültürünü de korumaya çalışan diğer bir Kazak aydını Abay Kunanbay'dır. Aristokrat bir aileden gelen Kunanbay, Rus düşünürlerinden etkilenmekle birlikte Semipalatinsk'te medrese tahsili gördüğü için İslâm kültürüne de âşinâ idi. Ruslar'ın baskıcı politikalarına karşı çıktı; fakat aydınlatman çabalan Ruslar'ın hoşuna gitmediği gibi kendi halkından da takdir görmedi.
XIX. yüzyılın sonuna doğru Kazak aydınları arasında milliyetçilik eğilimi bir ekol olarak kendini göstermeye başladı. Teslimiyetçi bir tavır sergileyen Batıcılar'dan farklı olarak Kazak milliyetçileri daha ziyade Çağatay edebiyatına ve geleneksel Kazak folkloruna ilgi duyuyor, Rus kültürünü reddediyordu. Ayrıca milliyetçiler,
Batı düşüncesinin etkisini dengelemek için Doğu-müslüman edebiyatından tercümeler yapıyorlardı. Kazak milliyetçilerinin önde gelenleri arasında Alihan Bu-keyhanuli, Ahmed Baytursunov, Mîr Cakıb Devletuli ve Magcan Cumabayuli (Cumabayev) gibi isimler vardır. 1905'te Rus olmayan milliyetler üzerindeki sınırlamaların büyük oranda kaldırılmasıyla milliyetçi eğilim daha belirgin bir şekilde kendini ifade etme imkânı buldu. Bu arada Batıcılarla milliyetçiler arasındaki ayrılık da arttı. 1917 Ekim İhtilâli olduğunda Batıcılar devrimin bazı kısımlarını kabul ederken milliyetçiler bunun Batı tarafından bir dayatma olduğunu ve halkın millî geleneklerine ters düştüğünü söyleyerek yeni rejimi reddetmişlerdir.
Türkistan'ın Buhara, Hîve ve Hokand hanlıkları XIX. yüzyılın ikinci yansına kadar Rus işgali görmemişti. Bunlardan Buhara Hanlığı'nın kuzeybatısında yer alan Hîve Hanlığı yenileşme yolunda Buhara'-ya göre farklılık gösterir. XIX. yüzyılda Hîve'de eski Hârizm'in serbest düşünce geleneği devam ediyordu. Rus döneminde de Hîve hanları Buhara'ya göre daha ge-lişmeci idiler. Hîve Hanı Muhammed Rahim Han zamanın ihtiyaçlarını anlamış bir kimseydi. Hîve'de taşbaskı sistemi Rus işgalinden önce kurulmuştu. Hîve Hanıİs-fendiyar Han Rusça bilen, Rus yayınlarını takip eden, şarkiyatçılarla ilişkide olan bir kimseydi. Memleketin ilerlemesi için usûl-i cedîd mektepleri açtırdı ve bunlar için Tatar muallimler getirtti.
Türkistan hanlıkları içinde en önemlisi olan Buhara Hanlığı'nda ise reform daha geç başlamış XIX. yüzyılın sonunda, kültürel ve siyasî boyutlardaki gelişmesi Ta-taristan ve Azerbaycan'a kıyasla daha zayıf olmuştur. Buradaki yenileşme fikrinin gelişmesinde Kırım, Kafkasya ve Kazan'-dan gelen tesirler etkili olmuştur. Orta Asya'ya tesir eden diğer bir fikir kaynağı da Hindistan idi. Kültürel, tarihî ve coğrafî yakınlık sebebiyle Hindistan'daki ıslahçı akımlar Türkistan'ı da etkilemiştir. XIX. yüzyılda bu etki hâlâ gelişme aşa-masmdaydı. Hindistan'da Seyyid Ahmed Han'ın fikirleri İslâm'ın modern dünyaya uyarlanması konusunda önemli tesirler yapmıştı. Orta Asya'daki Hint tesirinin derecesi ve ağırlığı konusunda kesin bir hüküm vermek güç olmakla birlikte Hindistan'da basılan kitapların Buhara ve Hokand pazarlarına oldukça önemli miktarda ulaştığı. Şah Veliyyullah'ın ve Ah-med-i Birîlvfnin fikirlerinin Buhara Hanlığı'nda ilgiyle karşılandığı bilinmektedir.
Özellikle XIX. yüzyılın sonunda Hindistan'daki düşünce hareketlerinin tesirleri Türkistan'ı etkiliyordu. Bu temaslar ve etkileşim daha çok medrese talebeleri vasıtasıyla oluyordu.
Ruslar'ın Türkistan'ı İşgalinden sonra Orta Asya'da modernleşme büyük bir hız kazandı. İlk Batılılaşan Türkistanlılar çoğunlukla Ruslar'a yakınlaşan varlıklı ailelerden gelenlerdi. Kazakistan dışındaki Türkistan'a Rus eğitimi daha geç gelmiştir. XIX. yüzyılın sonuna kadar Türkistan'da eğitim tamamen dinî mahiyetteydi. Buradaki okullar, İslâm dünyasının diğer yerlerinde olduğu gibi mektepler ve medreselerden oluşuyordu. Mektepler genellikle camilerde bulunurdu ve şahısların veya halkın maddî katkılarıyla yaşardı. Eğitimciler imam veya müezzindi. İki üç yıl süren bu eğitimden sonra buradan mezun olanların çok az bir kısmı medreselere giderdi. Medreseler vakıflar veya zenginler tarafından desteklenir, bir mütevelli heyeti tarafından idare edilirdi. Medresede okutulan dersler daha çok Arapça ve dinî bilgilerden ibaretti. Buradan mezun olanlar müderris olur veya dinî bir görev üstlenirlerdi.
Batı Türkistan'da ilk "Rus-yerli okulu" Şartlar için 393 Çimkent şehrinde 1874te açılmıştı. Özbek zenginlerinden biri 1884'te Taşkent'te Özbekler için bir Rus ilkokulu açtı. 188S"te üç, 1886'da on dört okul daha faaliyete başladı. 1896"da Siriderya bölgesinde on dört okul vardı. Ancak çocuklarını Ruslar'a teslim etmek istemeyen müslüman halk bu okullara pek rağbet etmiyordu. Halkı ısındırmak için hükümet öğretmenlere halkın inançlarına saygılı davranmaları konusunda talimat verdi; ayrıca bazı mollalar işe alınarak Arap harflerini ve İslâm dinini Öğreten dersler vermeleri sağlandı. Yine de yerli halktan çok az sayıda kişi bu okullarda öğrenim görmüştür.
XIX. yüzyılda Türkistan'da ortaya çıkan yeni gelişmeler çok geçmeden tesirlerini göstermeye başladı. Az sayıda da olsa Rus hayatı ve düşüncesiyle yüz yüze gelen bir aydın sınıfı doğdu. Bu aydınlar içinde en önemlisi, Türkistan'daki Cedîdciler'in öncüsü olan Ahmed Mahdum Dâniştir. Bu-hara'da bir imamın oğlu olarak doğup mektep ve medrese tahsili gören Dâniş, Emîr Muzafferüddin'in müneccimliği makamına kadar yükseldi. 18S6,1860,1870 yıllarında emîrin elçilik heyeti içinde Moskova ve Petersburg'a gitti. Bu geziler sonucunda Rus sosyal hayatından etkilendi. Rus liberal düşüncesinin temsilcilerinden haberdar oldu. Böylece Buhara'daki geriliği farketti ve bunun sebepleri üzerinde düşündü. Buhara Hanlığı'ndaki sosyal düzeni büyük bir cesaretle kıyasıyla sorguladı. Dâniş ülkesinin yine eski büyüklüğüne erişmesini istiyordu. Ancak ülkesini işgal eden Ruslar'ı reddetmek fikrinde de değildi. Bundan dolayı özellikle kendilerini Rus etkisine kapayan soydaşlarını eleştiriyordu. Zira Avrupa'nın dinamik kültürüne ve maddî başarılarına ulaşmanın yolunun Rusya hayatını öğrenmekten geçtiği kanaatindeydi.
Rusya'ya seyahatleri sonunda Rus sempatizanı ve reform savunucusu olan Dâniş, Ortaçağ yapısındaki müslüman devletler çökerken Rusya'nın gelişmekte olduğunu gözlemledi. Nevâdirü'l-vekayi' adlı eserinde Buhara'da ıslahat yapılması gerektiğini savundu. XIX. yüzyılın ikinci yansında Buhara Hanlığı'nın içtimaî ve siyasî hayatını ele aldı ve Rusya'nın askerî gücü hakkında bilgi verdi. Tercüme-i Ahvâl-i Emîrân-ı Buhârâ-yı Şerîf adlı eserinde ise büyük bir cesaretle eleştirdiği dönemin Buhara Hanlığı'ndaki bozulmayı dile getirdi. Mollalardan çoğunun İslâmiyet'i yanlış yorumladığını savunan Dâniş eğitimin yaygınlaştırılması, kadınların durumlarının ve aile hayatının ıslah edilmesi gerektiğini belirtti. Ahmed Dâniş İslâmiyet'le birlikte o dönemde Batı'-yı sarmaya başlayan fikir hareketleri hakkında da kafa yormuştu. Kendi ülkesinin zayıflığı konusunda düşünürken geleneksel İslâm düşüncesi içinde çareler aramakla kalmamış, 1860'larda Rusya'da yeşeren hayalci sosyalizmle de ilgilenmiş, Herzen. Belinsky, Çerniçevsky ve Dobrol-yubov'un fikirlerine merak sarmıştır.
Ahmed Dâniş kadar orijinal olmasa da aynı dönemdeki diğer bir reformcu da Zâkircan Furkat'tır. Rusya'nın yeni ele geçirdiği Hokand bölgesinden olan Furkat da İslâm dünyasının gerilemesine eski emîr-lerin kötü yönetiminin, halkı sömürmelerinin sebep olduğunu düşündü; çağdaş uygarlığı yakalamak İçin Rusya tecrübesinden yararlanmak gerektiğini ileri sürdü. 1904 Rus-Japon Savaşı'ndan sonra İngiliz sömürgecilerinin Hindistan'da yaptıklarını şiddetle eleştirdi. Rusya'nın müs-lümanlara karşı takip ettiği siyasetten dolayı hayal kırıklığına uğrayan Furkat'ın Rusya'ya güveni sarsıldı. Yine de kendi toplumunun kurtuluşu için üzerinde durduğu iki nokta Rusça'nın öğrenilmesi ve eğitim reformuna gidilmesiydi.
XX. yüzyılın başında Orta Asya'nın Ce-dîdciler'i içinde en tanınmışı Mahmud Hoca BehbûdTdir. Semerkantlı bir molla ailesine mensup olan Behbûdî. burada mektep ve medrese tahsili gördükten sonra Buhara'da öğrenimine devam etti. Kendi gayretiyle Rusça öğrendi. Türkistan'daki cehaletin zararlarını konu alan ilk dram eserini yazdı (Pederküş, 1912). 1913-1915 arasında Âyine adlı dergiyi, ardından Semerkanfta Sadâ-yı Türkistan adlı gazeteyi çıkardı. 1917 îhtilâli'n-den sonra siyasî hayatta önemli faaliyetlerde bulundu. Türkistan Millî Merkezî Şûrası" nın üyesiydi.
Eserlerini tamamen İslâm dünyasındaki bunalım konusunda yoğunlaştıran diğer bir aydın. Buharalı küçük bir tüccar ailesinden gelen Abdürraûf Fıtrat'tır. Ona göre Buhara Hanlığı'nın gerilemesinin sebeplerinden biri ulemânın durumu İdi; ulemâ Peygamber'in getirdiği dini dinamizme ve gelişmeye düşman, hareketsiz, kemikleştirilmiş bir din haline dönüştürmüştü. Bu sebeple diğer ıslatıcılar gibi o da dinî otoriteye körü körüne itaati reddetti.
Halkın aydınlatılması için uğraşan aydınlardan biri olan Münevver Kâri Abdür-reşîd, Buhara Medresesi'nde okuduktan sonra Taşkent'te imamlığa başladı. 1901'-de yeni usuldeki okullardan ilkini Taşkent'te açtı. İstanbul ve Azerbaycan'a talebe göndermek ve diğer eğitim ihtiyaçlarını temin etmek için yardım dernekleri oluşturdu. Hurşid adlı bir gazete çıkararak mektep ve medreselerdeki ıslah meselesiyle ortak dil oluşturma konularında yoğunlaşan yazılar yayımladı. Kârî, 1917 İhtilâli'nden sonra Şûrâ-yı İslâm adlı bir teşkilât kurdu. Milliyetçi teşkilatlardaki çalışmalarını Sovyet döneminde de sürdürdü. 1921'de hükümet kendisini ve arkadaşlarını tutukladı. Belli aralıklarla birkaç defa daha tutuklandıktan sonra 1933'te kurşuna dizildi.
Türkistan'da yenilik hareketinin güçlenmesi, aydınların örgütlenmesi 1905'i takip eden yıllarda, Özellikle 1908 Genç Türk ihtilâli'nden sonra mümkün oldu. 1910'da yenilik taraftan aydınlar bir araya gelerek Buhara Neşr-i Maârif Derneği'-ni kurdular.394 Savaş yılları sırasında Cedîd-ciler gizlice örgütlenme fırsatı buldular. Bunlar arasında iki akım ortaya çıktı. Genellikle yaşlı kimselerden oluşan ve sınırlı bir reform taraftarı olan ılımlı Cedîdci-ler medenî haklar, vergilerin azaltılması ve fanatizmin engellenmesi gibi konular üzerinde durdular. Radikal Cedîdciler ise Genç Türkler gibi daha köklü reformlar istiyorlardı. Bunlar 1916 yılında Genç Buha-ralılar adlı bir gizli örgüt kurdular. 1917 Bolşevik İhtilâli onların açıktan faaliyet göstermelerine müsaade etti. Bunlar arasında Abdülvâhid Burhanov, Abdürraûf Fıtrat ve Osman Hocaoğlu (Hocayev) bulunuyordu.
XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başı İslâm dünyasında bir değişim döneminin de başlangıcıydı. Panislâmizm fikri Tatar-lar'a bu dönemde Ortadoğu aydınları vasıtasıyla ulaşmıştı. Meselâ Abdurrahman el-Kevâkİbî gibi Suriyeli bir ıslatıcının, yöneticilerin despotluğunu bertaraf etmek ve müslümanları birleştirmek amacıyla toplantılar düzenlenmesi hakkındaki fikirleri Rusya müslümanları arasında yankı buluyordu. En azından Kırımlı İsmail Gaspıralı, Kazanlı Mûsâ Cârullah ve Ziyâ-eddin Kemâlî, Kevâkibî'nin fikirlerinden haberdardılar. Bunlardan Mûsâ Cârullah'a göre Kevâkibî'nin Ümmü'1-kurâ adlı kitabı müslümanları birleştirmek için büyük bir konferans düzenlenmesini teklif ediyordu ve bu fikir Rusya'dakİ müslüman entelektüeller arasında bir hareket uyandırmıştı.
Millet ve milliyetçilik gibi modern kavramların bölge müslümanlannın gündemine girmesi ise daha çok Rusya yoluyla olmuştur. Bazı araştırmacıların iddiasına göre panslavizm fikri pantürkizm fikri için bir model oluşturmuştur. Diğer bir ifadeyle Rusya müslümanları arasındaki pantürkizm fikri panslavizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Rusya müslümanlannın 1904-1917yılları arasındaki faaliyetleri o derece yoğun ve hızlı geçmiştir ki bu süre içinde Rusya müslümanları Rus çarına sadık bir tebaa olmak durumundan otonomi iddia eden bir toplum konumuna gelmişlerdir. Yine bu dönemde Rusya müslümanlarının aydınları tarihlerinde ilk defa ortak meselelerini tartıştıkları toplantılar tertip etmişler, Rusya'da tek bir Türk dili ve dinî liderlik oluşturma konusunda önemli adımlar atmışlardır.395
Bibliyografya :
Genel Eserler. Mûsâ Cârullah Bigiyef, Umum Rusiya Musulmanlannıng üçüncü ResmîNed-ueleri,Kazan 1906;a.mlf.. Islahat Esaslart,Pe-tersburg 1917; Bütün Rusiya Musulmanlan-nıng 1917 rtçi Yılda 1-11 Mayda Meskeu'de Bulgan Umumi İsyezdinİn Protokolları, Pe-tersburg 1917; ulemâ İttifakı, Kazan 1917; A. Bennigsen - C. L. Quelquejay. La presse et te mouuement nationat chez les musutmans de Russieauant 1920, Paris 1964; Isabelle Teitz Kreİndler, Educational Poiicies Toiüard the Eastern fİaUonatiUes in czarist Russia: a Study of H'minskii's System (doktora tezi, 1970), Co-lumbia University; W. K. Medlin v.dğr, Educa-Üon and Deoelopment in Central Asia, Leiden 1971; Nadir Devlet, Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi (1905-1917), Ankara 1985; H. C. d'Encausse. "TSarist Educational Folicy in Tur-kestan, 1867-1917", Central Asian Revieu), sy. 11 (1963), s. 374-394. Tataristan. Cem al edd in Ve I İdî. Tatar Edebiyatının Banşı, Orenburg J912;a.mlf., Oçerk istorü obrazoüannosti i iiterattıri tatar, Moskova 1923; Mercanî(der. Salih b. Sabit Ubeydullin), Kazan 1915; Ali Rahim-A. Aziz, Tatar Edebiyatı Tarihi, Kazan 1923. III, 145-181; Abdullah Battal "faymas. Kazan Türkleri, İstanbul 1925; Abdurrahman Sa'dî, Tatar Edebiyatı Tarihi, Kazan 1926; Bekir Çobanzâde. Dinî Islahat ve Medenî inkılab, Akmescit 1927, s. 35-67; A. Bennigsen - C. L. Quelquejay. Les mouuements na-tionaux chez les musulmans de Russie: le 'Sultangalleuİsme'au Tatarstan, Paris 1960;C. L. Quelquejay. İslam in the Souiet Union, New York 1967;TamurbekDavletshin,SoLjyetsfciı Tatarstan, London 1974; F. Ceorgeon, Aux origines du nationalisme turc (Yusuf Akchura, 1876-1935), Paris 1980; A. Bennigsen - S. Enders VVimbush, Mystics and Commissars: Sufîsm in the Souiet Union, London 1985;Azade-Ayşe Rorlich. The Volga 7a(ars,Stanford 1986;Ahmet Kanlıdere. Reform Within İslam: The Tajdid and Jadid Movement Amanj the Kazan Tatars (1809-1917), İstanbul 1997;Akdes Nimet Kurat. "Kazan Türklerinin 'Medenî Uyanış' Devri", DTCFD, XXIV/3-4 (1966|, s. 95-194. Azerbaycan. Ahmet Caferoğlu, XIX. Yüzyıl Büyük Azeri Reformatoru Mirza Fethall Ahund-Zâde, Roma 1940; a.mlf.. "Büyük Azerî Alimi Mirza Kâzım Bey", AYB, I (1932], s. 62-68; Hüseyin Baykara, Azerbaycan'da Yenileşme Hareketleri: XIX. Yüzyıl, Ankara 1966, s. 57-87, 153-174; Köprülü, Edebiyat Araştırmaları II, s. 66-81; a.mlf., "Abbaskulu Aga", Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul 1935, I, 18-22; A. Altstadt- Mirhadi. The Azerbaİjanİ Turks: Poıver and Identity under Russian Rule, Stan-ford 1992, s. 184-189;Yavuz Akpınar./\zerî Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul 1994, s. 45-53; T. Swietochowskİ, Russia and Azerbaijan: A Borderland in Transition, New York 1995. Kırım. Cafer Seydahmet, Casptralı İsmail Bey, İstanbul 1934; Edvvard A. Allvvorth, Tatars of the Crimea: Their Struggle for Sıtruiual, Durham 1988; Sırrı Hakan Kırımlı. Kırım Tatarlarında Millî Kimlik ue Milli Hareketler (1905-1916), Ankara 1996. Orta Asya. V. V. Barthold, Istoriya kul'turnoy jizni Turkistana, Leningrad 1927; T. G. Winner. The Oral Art and Literatüre of the Kazakhs of Russian Central Asia, London 1958; H. C. d'Encausse, İslam and the Russian Empire: Reform and Reoolution in Central Asia, Paris 1966; Zeki Velİdî Togan. Hatıralar, İstanbul 1969; a.mlf.. Bugünkü Türkili Türkistan ue Yakın Tarihi, İstanbul 1981; Central Asia: 120 Years of Russian Rule (ed. Edward A. Allvvorth), Durham 1989; Köprülü, Edebiyat Araştırmaları II, s. 177-193;
Edvvard A. Allvvorth, The Modern Uzbeks: From the Fourteenth Century to the Present, 5tan-ford 1990; Isabelle Teitz Kreindler. "ibrahim Altinsarin, Nikolai Il'minskii and the Kazakh National Awakening", CAS, 11/3(19831, s. 100
E) Endonezya ve Malezya.
Endonezya ve Malezya'da ıslah hareketleri XIX. yüzyılın sonlarından itibaren görülmeye başlandı. Sömürge yönetimlerinin beraberinde getirdiği Batılı kültürel değerlerden ve hıristiyan misyoner teşkilâtlarının yoğun faaliyetlerinden rahatsız olan birçok Endonezyalı ve Malezyalı müslüman âlim bunlarla mücadele etmenin yollarını aradı. Bu âlimler, hem geçmişin dinî mirasını keşfederek hem de Batılılar tarafından bölgeye getirilen modern metotları uygulamaya koyarak toplumda değişim yapılması gerektiğine inanıyorlardı. Bunda, İslâm dünyasının diğer taraflarında ortaya çıkan yenilikçi dinî akımların tesiri de büyüktür.
XIX. yüzyılın ortalarından itibaren gerek hac ibadeti gerekse dinî tahsil sebebiyle bölgedeki adalarla İslâm kültürünün merkezi sayılan Ortadoğu İslâm ülkeleri arasındaki temas hızlanmıştı. Ulaşım ve haberleşmedeki gelişmeler sonucu her yıl binlerce Endonezyalı ve Malezyalı müslüman hac ibadetini ifa etmek üzere Mekke ve Medine'ye gidiyor, bunların bir kısmı tahsil amacıyla Hicaz'da kalıyor, bu arada diğer İslâm ülkelerinden gelen müslü-manlarla fikir alışverişinde bulunuyordu. Kahire'dekİ Ezher Üniversitesi'nde tahsil gören ve çağdaş gelişmelerden etkilenen Endonezyalı ve Malezyalı öğrenciler de ülkelerine döndüklerinde yenilikçi dinî fikirlerin gelişmesine ön ayak oldular. Ayrıca XIX. yüzyılda başta Cava ve Singapur olmak üzere adalara gelip yerleşen Had-ramut kökenli Araplar, kendi ülkelerinden getirdikleri yeni fikir ve akımları bölge halkı arasında yaymaya çalışıyorlardı. Bütün bu faktörler, XIX. yüzyılın sonlarında bölgede bir İslâmî uyanış ve yenilik hareketinin doğmasına zemin hazırlamıştır.
Endonezya. Endonezya'daki ıslah hareketlerinin başlangıcını XIX. yüzyıl başlarına kadar götürmek mümkündür. 1802 yılında Hacı Miskin, Hacı Muhammed Arif. Hacı Abdurrahman adlarındaki üç Endonezyalı, Mekke'de bir süre kaldıktan sonra doğup büyüdükleri yer olan Sumatra'nın Minangkabau bölgesine Arabistan'da o dönemlerde ortaya çıkan Vehhâbî hareketinden etkilenmiş olarak dönmüş ve İslâmiyet'i bid'at ve hurafelerden arındırmak iddiasıyla faaliyete başlamıştı. Bu tür faaliyetler, zamanla toplumda gelişerek halk arasında "Kaum Adat" diye adlandırılan geleneksel çevrelerle çatışmaya yol açtı. Tarihe Pedri hareketi (1821-1837) adıyla geçen bu mücadele, esas itibariyle bölgedeki yenilikçi din âlimleriyle Hollanda taraftarı geleneksel kabile reisleri arasında cereyan etmekteydi. Hollandalılar'ın müdahale etmesiyle hareketin önderliğini yürüten Tuanku İmam Bonjol 183S yılında teslim oldu. Bunun ardından bölge doğrudan Hollanda sömürge yönetiminin altına girdi.
XIX. yüzyılın sonlarında Cemâleddîn-i Efgânî ve Muhammed Abduh gibi isimlerin doğrudan etkisi görülmeye başlandı. Islah hareketlerinin doğuşu başlangıçta büyük ölçüde dış etkenlere bağlı olmakla birlikte bu hareketlerin daha sonra gelişmesinde bölgenin sosyal, kültürel ve siyasî şartlarına uygun yeni İslâmî yorumlar yapabilen modernist eğilimli müslü-man aydınların büyük katkısı oldu. Bilhassa Sumatra'nm Minangkabau bölgesinde doğan ve uzun süre Mekke'de kaldıktan sonra Mescid-i Haram imamlığına kadar yükselen Şeyh Ahmed Hatîb Minangkabau ve onun yetiştirdiği Şeyh Muhammed Tâhir Celâleddin Ezherî. Şeyh Muhammed Cemîl Cambek, Hacı Resul adıyla tanınan Hacı Abdülkerim Emrullah ve Hacı Abdullah Ahmed gibi bazıları Ezher Üniversitesi'nde tahsil görmüş olan Mi-nangkabaulu âlimler bu bölgede İslâm modernizminin ilk öncüleri oldular ve ülkelerine döndükleri zaman İslâmiyet'i çeşitli bid'at ve hurafelerden arındırmak için tebliğ faaliyetlerine giriştiler.
Bunlardan Şeyh Muhammed Tâhir, hem Sumatra'da hem Singapur adasında faaliyet gösterirken diğerleri i 909 yılından itibaren Minangkabau bölgesinde dinî derslerin yanında tarih, coğrafya ve matematik gibi derslerin de okutulduğu Adabiyah (edebiyye) adlı modern medreselerin yanında 1918'de Sumatra Tavâlib adıyla bir eğitim teşkilâtı kurarak faaliyete başladılar. Ancak daha sonra Persatuan Muslimin Indonesia-Permi'ye dönüşen Sumatra Tavâlib. bağımsızlık hareketlerini destekleyen siyasî faaliyetlere de katılması üzerine 1933'te Hollanda Hindistan hükümeti tarafından kapatıldı. Adı geçen âlimler, 1911-1916 yılları arasında Batı Sumatra'nm Padang şehrinde el-Münîr adlı İslâmî bir dergi çıkararak yenilikçi düşüncelerini yaymaya çalıştılar. Bu dergi birçok bakımdan Mısır'da neşredilen el-Menâr dergisine benziyordu. Bu âlimlerin ve teşkilâtlarının savunduğu yenilikçi fikirler kısa zamanda tesirini göstererek bölgedeki müslüman toplumun Kaum Tua eski nesil ve Kaum Muda (yeni nesi!) olmak üzere iki gruba ayrılmasına yol açtı. Kaum Tua grubu yerleşik dinî gelenek ve göreneklerin devamını, mutlaka bir mezhebe bağlılığı sürdürmeyi ve ictihad kapısının kapandığını savunurken Kaum Muda bu alanda reform yapılmasını ve müslüman halkın içtimaî ve dinî hayatının geliştirilmesini hedeflemekteydi.
Aynı dönemlerde Cava adasında da yenilikçi fikirleri savunan hareketler ortaya çıkmaya başladı. Bu yöndeki ilk teşebbüs, Arap asıllı Endonezyalılar tarafından 1905 yılında Cakarta'da dinî eğitimin gelişmesini sağlamak için Cem'iyyetü'l-hayr adında bir cemiyetin kurulmasıdır. Daha sonra Cakarta'da bir okul açan ve aynı zamanda İstanbul'a da öğrenci gönderen bu cemiyet, faaliyetlerini dinî derslerin yanında diğer kültür derslerinin de okutulduğu modern okullar açarak sürdürdü. Hareketin liderlerinden Sudan asıllı Şeyh Ahmed Surkatî, "seyyid" unvanı taşıyan Arap arkadaşlarıyla fikrî anlaşmazlığa düşünce 191S'te Cem'iyyetü'i-ıslah ve'1-irşâd adıyla ayrı bir cemiyet kurdu. Bu cemiyet de Cava'nın çeşitli şehirlerinde Endonezyaca, Arapça ve Hollandaca eğitim veren modern medrese tipinde okullar açtı.
Cavalılar arasındaki ilkyenilikçi hareket, pesantren eğitimini tamamladıktan sonra üç yıl Mekke'de tahsil gören Hacı Abdülhalim'in 191 l'de Batı Cava'nın Maca-lengka şehrinde, daha sonra Persyarika-tan Ulama'ya dönüşen Hâce-tü'l-kulûb adında bir cemiyet kurmasıyla başladı. Bölgedeki birçok âlimi bünyesinde toplayan bu cemiyet, yenilikçi dinî düşünce ile gelenekçi düşünce akımları arasında orta bir yol takip etti. Batı Cava'da kurulan diğer önemli bir cemiyet de 1923 yılında Hacı Zemzem ve Hacı Muhammed Yûnus gibi tüccarların öncülüğünde oluşturulan ve bilhassa Bandung ve çevresinde faaliyet gösteren Persatuan islam idi. Bu hareket doğrudan Kur'an ve Sünnet'e dönüşü savunmaktaydı. Âyet ve hadisler yeni şartlara uygun olarak yorumlanabilir ve yetkili âlimler tarafından yeni icti-hadlar yapılabilirdi. Persatuan İslam muska kullanımı, tedavi için sihire başvurma, evliyadan şefaat dileme ve onların türbelerine karşı aşırı tazim gibi anlayış ve uygulamaları reddetti. Hareket davetçi ve tebliğci yetiştirmek amacıyla çeşitli kolejler açtı ve Pembela İslam adlı bir dergi ile birçok risale ve kitap yayımladı. Ayrıca çalışma grupları oluşturarak müslüman toplumun İslâmî yönden bilinçlenmesini sağlamaya gayret etti.
1912'de kurulan ve Endonezya'nın ilk millî hareketi sayılan Sarekat islam adındaki teşkilât da dinî bakımdan yenilikçi bir çizgi takip etmekteydi. Sömürge hükümetince başlangıçta sadece Yogyakar-ta bölgesinde faaliyet yapmasına İzin verilen Sarekat İslam, 1916 yılından sonra mahallî bir teşkilât olmaktan çıkıp ülke çapında faaliyet gösteren siyasî bir teşkilâta dönüştü ve 2 milyon üyesi olduğunu ileri süren bir halk hareketi haline geldi. Ayrıca ilk defa Endonezya için muhtariyet fikrini ortaya atarak Hollandalılarla iş birliği yapmama politikasını benimsedi: zamanla tam bir siyasî parti hüviyeti kazanıp faaliyetlerini bu alanda yoğunlaştırdı.
Fakat Cava'da yenilikçi dinî düşüncenin iyice kökleşmesinde ve bütün Endonezya adalarında gelişmesinde en önemli rolü, 1912 yılında Kiai Hacı Ahmed Dahlân tarafından Orta Cava'nın Yogyakarta şehrinde kurulan Muhammediyye adlı teşkilât oynadı. Bir din görevlisinin oğlu olan Ahmed Dahlân, iki defa gittiği Mekke'de kaldığı süre zarfında özellikle İbn Teymiy-ye ve İbn Kayyım el-Cevziyye gibi Hanbelî âlimlerinin fikirlerinden etkilendi: aynı zamanda o dönemde Mısır ve Hindistan'da ortaya çıkan yenilikçi fikirlerin tesiri altında kalarak Endonezya Müslümanlığını dış tesirlerden. İslâm'ın özüne aykırı yerli örf ve âdetlerden korumak, İslâm akidesini modern düşüncenin ışığında yeniden düzenlemek ve din eğitiminde köklü değişiklikler yapmak amacıyla faaliyete başladı. Ancak onun bu faaliyetleri başlangıçta muhafazakâr çevrelerin muhalefetiyle karşılaştı. Buna rağmen kendini yavaş yavaş kabul ettiren Ahmed Dahlân, geleneksel dinî eğitim kurumlarının Batı tipi sömürge okullarıyla rekabet edemeyeceğini görerek 1911 yılında Yogyakar-ta'da dinî ilimlerin yanı sıra tarih, coğrafya, matematik, biyoloji, felsefe gibi derslerin de okutulduğu Muhammediyye Med-resesi'ni açtı. Ayrıca misyoner teşkilâtlarının müslümanlar üzerindeki olumsuz etkilerini gidermek üzere ertesi yıl bir grup arkadaşıyla birlikte Muhammediyye teşkilâtını kurdu. Teşkilâtın geniş bir alanda faaliyet gösterme arzusundan tedirgin olan Hollanda sömürge hükümeti, 22 Ağustos 1914 tarihinde Muhammediyye'nin kuruluşunu resmen tanımasına rağmen faaliyet alanını Yogyakarta bölgesiyle sınırlandırdı. Teşkilât bütün Endonezya adalarında faaliyet gösterme iznini ancak 1920'de alabildi. Bundan sonra faaliyetlerini Cava'nın dışındaki adalara da yayan Muhammediyye, ortak İslâmî miras vasıtasıyla farklı bölgelerin insanlarını birleştirerek sadece Cava'da değil bütün Endonezya'da faaliyet gösteren millî bir teşkilât haline geldi. Ahmed Dahlân 23 Şubat 1923'te öldüğü zaman Muhammediyye, kendisini dinî hayatın yenileşmesine ve müslüman toplumun sosyal bakımdan gelişmesine adayan moder-nist bir İslâmî hareket olarak toplumda güçlü bir şekilde yerleşmişti. Nitekim Ahmed Dahlân'ın vefatı sırasında teşkilâtın Cava'daki şube sayısı on beşe, üye sayısı da 3346'ya ulaşmıştı.
Muhammediyye'nin bünyesinde zamanla çeşitli sosyal alanları kapsayan birçok alt birim kurulmuştur. Teşkilâtın önemli bir faaliyeti de modern eğitim araç ve gereçlerini kullanan çağdaş dinî eğitim kurumları açması idi. Muhammediyye okullarında temel dinî ilimlerin yanı sıra Arapça, Hollandaca, İslâm tarihi, matematik ve felsefe gibi dersler okutulmaktaydı. Böylece modern eğitim araçlarının kullanıldığı, kitap geçme yerine sınıf geçme sisteminin uygulandığı, ezbercilik yerine akıl yürütmeyi esas alan bir eğitim ve öğretim metodu başlatıldı.
İslâm dünyasının çeşitli yerlerinde ortaya çıkan ıslah hareketleri gibi Muhammediyye de İslâmiyet'in Kur'an veSün-net'te yer alan iman ve ibadetle ilgili temel prensiplerine sıkı sıkıya bağlılığı savunmuş, eğitim ve sosyal alanlarda çağın gereklerine uygun yeni kurumların oluşturulmasını hedeflemiştir. Bu çerçevede tevhid inancına vurgu yaparak animizm, Budizm ve Hinduizm gibi daha önce bölgede etkisini gösteren diğer dinlerden gelen hurafelerle mücadele etmeyi temel görevlerinden biri saymıştır. Allah'tan başka varlıklara tazimde bulunmayı ve onlardan yardım beklemeyi, bazı mahallî halk doktorlarının tedavi yöntemlerini, falcılık, sihirbazlık, muskacılık ve büyücülüğü şiddetle reddetmiş, ölenin ardından mezarın üzerinde yapılan telkini bid'at kabul etmiş, doğum, ölüm ve düğün yıldönümlerinde icra edilen geleneksel törenlere karşı çıkmıştır. Muhafazakârların dört mezhebin koyduğu fıkhı hükümlerde ısrar etmesini de tenkit eden Muhammediyye bu yöndeki katı tutumları benimsememiştir. Taklidi reddederek içtihadı savunmuş ve dinî ilimlerde yeterli bilgi sahibi olmuş her müslümanın icti-had yapabileceğini, müslümanların İslâm'ın temel kaynakları olan Kur'an ve Sünnet'i dönemin ve çağın gereklerine uygun olarak tekrar yorumlamaları gerektiği fikrini savunmuştur. Nitekim "Kur'an ve Sünnete dönüş" Muhammediyye'nin temel sloganlarından biridir.
Diğer hareket ve teşkilâtların çoğu etkilerini zamanla kaybederken Muhammediyye daha çok dinî, içtimaî ve eğitimle ilgili alanlara ağırlık veren modernist eğilimli İslâmî bir hareket olarak bugün ülkenin çeşitli yerlerinde camileri, mescidleri, okulları, üniversiteleri, çocuk yuvaları, klinik ve hastahaneleri, yurtları, büro ve toplantı salonları bulunan bir gönüllü kuruluş şeklinde faaliyetlerine devam etmektedir.
Malezya. Malezya'da XIX. yüzyılın sonlarına doğru İngiliz sömürge yönetiminin tam olarak yerleşmesi yeni ekonomik faaliyet şekilleri, şehirleşme ve yaygın eğitimin başlaması gibi hususların uygulamaya konmasıyla birlikte Malaylar arasında bir şuurlanma hareketinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Diğer taraftan XX. yüzyılın ilk otuz yılında çok hızlı ve yoğun biçimde ülkeye gelip yerleşen birkaç milyon Çinli ve Hintli göçmenin zamanla bazı bölgelerde nüfus çoğunluğuna sahip olması, başlangıçta işçi olarak çalışan bu göçmenlerin ticarete atılarak zengin bir toplum haline gelmeleri Malaylar arasında büyük bir rahatsızlık meydana getirdi ve bu toprakların gerçek sahiplerinin kendileri olduğu bilincine varmalarını sağladı. Malaylar'ı hem geri kalmışlıktan hem de dinî değerlerin erozyonundan kurtarmak için ıslahat taraftan müslüman aydınlar çeşitli girişimler başlattılar. Müslüman aydınlar, gelişmenin ancak modern eğitim sistemiyle mümkün olabileceğini savunuyor, dinî ve içtimaî alanlarda yenilik yapılarak geleneksel anlayışın ve hurafelerin terkedilmesi ve İslâmiyet'in ilk kaynakları olan Kur'an ve Sün-net'e dönülmesi çağrısında bulunuyorlardı. Bu anlayış, muhafazakâr ulemâ kesiminin ve geleneksel din eğitimi kurumlarının muhalefetiyle karşılaşmasına rağmen bilhassa eğitim görmüş genç nesiller üzerinde etkili olmaktaydı.
Malezya'da yenilikçi İslâmî düşüncenin geliştiği en önemli bölge Malaka, Penang ve Singapur'dan oluşan Boğazlar bölge-siydi. 1867 yılında İngilizler tarafından kurulan Boğazlar bölgesi, işçi ve sermaye akımının yanı sıra modern düşüncelerin Malay yarımadasına girmesinde bir kapı vazifesi görmüştür. İngiliz yönetimi altındaki Singapur, Hollandalıların hacca getirdikleri kısıtlamalar sonucunda XIX. yüzyılın ikinci yansında Endonezyalı hacılar için hac limanlarından biri haline gelmişti. Singapur aynı zamanda önemli dinî eğitim merkezlerinden biriydi ve bu Önemini XX. yüzyılın İlk çeyreğine kadar sürdürdü. Malaylar arasında özel bir statüye sahip olan ve kendilerine daima hürmet edilen Hadramutlu şeyhler ve sey-yidler de din eğitimi alanındaki faaliyetleri ve inşa ettirdikleri camilerle dinî hayata canlılık getiriyorlardı. Takımadalardan, Ortadoğu ve Hindistan'dan gelen müslümanlar yeni fikirleri tartışmakta, Arapça dinî eserleri Malayca'ya tercüme etmekte, dergi, kitap ve gazete basımına büyük önem vermekteydiler. Böylece ilk olarak Singapur'da gelişmeye başlayan yenilikçi hareketler ticaret, hac ve eğitim yoluyla ülkenin diğer yerlerine de yayıldı.
Yenilikçi dinî düşünce akımının gelişmesinde, bilhassa aslen Sumatralı olan Şeyh Muhammed Tâhir Celâleddin Ezherî'nin büyük rolü vardır. Sumatra'nın Bukitting-gi şehrine bağlı Ampek Angkok kasabasında doğan Şeyh Tâhir. ilk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra öğrenim amacıyla Mekke'ye gitti. 1900 yılında Mekke'den dönüşünde Malezya'ya yerleşti. Bu arada İslâm dünyasının önemli merkezlerini ve bazı Batı ülkelerinin başşehirlerini ziyaret ederek bilgisini ve kültürünü geliştirdi. Singapur'da 1906-1908 yıllan arasında Malay dilinde yayımladığı el-İmâm adlı dergi geleneksel İslâm'ı sürekli sorgulayan bir yayın organı idi. Dergi dünyadaki önemli olaylar ve güncel konular, özellikle İslâm dünyasındaki gelişmeler, sosyal, kültürel ve dinî meseleler hakkında yazılar ihtiva etmekteydi. Dinle İlgili olan hususlarda dergi genellikle Muhammed Abduh'un görüşlerinden ve eî-Menâr dergisinden alıntılar yaparak çözüm yolu önermekteydi. Hatta Şeyh Tâhir, Ezher'e karşı duyduğu sevgi ve bağlılıktan dolayı ismine "Ezherî" nisbesini eklemişti. Daha çok şehirlerdeki eğitim görmüş kişiler arasında okunmasına rağmen dergi, modern programlara sahip medreselerin açılmasıyla geniş halk kitleleri üzerinde de etkili oldu; aynı zamanda Endonezya'da da büyük bir okuyucu kitlesi buldu. Şeyh Tâhir. Singapur'da 1908 yılında Raca Hacı Ali b. Ahmed adındaki Arap asıllı bir müslümanla birlikte el-İkbâlü'l-İslâmiyye adıyla bir okul açtı. Fakat bu okul, malî zorluklar sebebiyle birkaç yıl sonra Endonezya'nın Riau adasına taşındı ve burada Şeyh Tâhir'in katılımı olmaksızın eğitim faaliyetlerine bir süre daha devam etti.
Islahçı eğilime sahip diğer bir âlim de el-İmâm dergisinin yazarlarından Seyyid Ahmed el-HâdTdir. Penanglı Arap asıllı bir aileden gelen Seyyid Ahmed, Muhammed Abduh ile Cemâleddîn-i Efgânî'ye karşı büyük bir hayranlık duymaktaydı. Malayh müslüman kadınların haklarının savunuculuğunu da yapan Hâdî, 1926'da çağdaş fikirleri savunan eî-İhvân adlı Malayca bir dergi çıkarmaya başladı. Bu dergideki yazıların bir kısmı İslâm birliği, Malay birliği ve sömürge aleyhtarlığı gibi konuları işlerken bazıları da Arapça'dan Malayca'ya çevrilmiş dinî muhtevalı makalelerdi.
Bu dergilerin özellikle federal Malay eyaletlerinde temsilciler bulundurması ve bir kısım din âlimlerinin yenilikçi müslüman aydınların açtıkları okullara ilgi göstermesi sonucunda yeni İslâmî fikir ve görüşler şehirlerin dışında da taraftar buldu. Sultanlıkla yönetilen eyaletlerde ise daha çok geleneksel dinî anlayış güçlü idi. İslâm diniyle ilgili bütün işlerden sorumlu olan sultanlar, yenilikçi fikirlerin yayılmasını önlemek amacıyla dinî muhtevalı yayınların kendi eyaletlerine girmesini yasaklıyor, yabancı eğitimcilere zorluklar çıkarıyorlardı. Bu arada sürekli seyahat eden tüccarlarla memleketlerine yeni Fikirlerden etkilenmiş olarak dönen Malayh öğrenciler mahallî din görevlilerine ve tarikat şeyhlerine karşı bir tavır almışlardı. Sumatra adasında olduğu gibi Malay yarımadasında da yenilikçi dinî düşünceleri yaymaya çalışanlar zamanla Kaum Muda, muhafazakâr kesimler ise Kaum Tua olarak adlandırıldı.
1920'li yılların sonlarına doğru Kaum Muda taraftan aydınlar İslâm birliği, Malay birliği gibi siyasî ve millî konulan gündeme getirerek sömürge aleyhtarlığı fikirleri de toplumda işlemeye başladılar. 1930'lu yıllarda Kaum Muda, sömürge yönetimine karşı okumuş kesimlerin millî ve dinî duygularını uyandıran bir muhalefet hareketini simgelemekteydi. Ancak daha sonraki yıllarda Batı eğitimi almış Malayh aydın çevrelerin sayısının artmasıyla birlikte siyasî ve millî niteliğe sahip teşkilâtlar kurulmaya başlandı. Yenilikçi müslüman aydınların bazıları bu teşkilâtlar içerisinde görev alırken bazıları da bağımsızlık sonrasında modernist eğilimli çeşitli dinî teşekküller oluşturdular.
Bibliyografya :
R. van Niel, The Emergency of the Modern Indonesian Elite, The Hague 1960; Solichin Salam, K. H. Ahmad Dahlan: Reformer İslam In-donesia, Djakarta 1963; Abdul Mukti Ali, Alam Pikiran İslam Modern di Indonesia dan Modern Islamic Thought in Indenosia, Jogyakarta 1969; H. M. Federspiel, Persatuan İslam: Isiamic Reform İn Tıventieth Century Indonesia, İthaca 1970; W. R. Roff, "South-East Asian islam in the Nineteenth Century", CHIs., Il/A, s. 155-181; Harry J. Benda, "South-East Asian islam in the Twentieth Century", a.e.Jl/A, s. 182-206; Taufik Abdullah. Schoots and Potitics; The Kaum Muda Movement in West Sumatra, 1927-1933, İthaca 1971; Deliar Noer, The Modernist Müslim Mouement in Indonesia (1900-1942), London 1973; Mıısthofa Kama! Pasha - Chus-nan Jıısuf, Muhammadiyah Sebagai Gerakan islam, Yogyakarta 1977; J. L Peacock, Purifying the Faİth: The Muhammadijah Mouement in Indonesian İslam, Menlo Park 1978; F. R. von der Mehden, "Isiamic Resurgence in Malaysia", İslam and Development (ed. |. L. Esposito), Syracuse 1980, s. 163-180; a.mtf., "Malaysia: islam and Multiethnic Politics", İslam in Asia (ed..|. L. Esposito), New York 1987,s. 177-201; John Funston, "Maiaysİa", The Politics of Isiamic Reassertion (ed. Mohammed Ayoob). London 1981,s. 165-189;S.Soebardi-C.P.Wood-croft- Lee, "islam in Indonesia", The Crescent in the East (ed. R. Israeli), London 1982, s. 190-195; Ronald Provenccher, "islam in Malaysia and îailand", a.e., s. 140-155; M. H. Nakamu-ra, The Crescent Arises Ouer the Banyan Tree: A Study of the Muhammadijah Mouement in a CentralJavanese Town, Yogyakarta 1983; İsmail Hakkı Göksoy, Endonezya'da islâm ue Hollanda Sömürgeciliği, Ankara 1995, s. 27-36; a.mlf., "Malezya'da İslamiyet", Süleyman De-mirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2, İsparta 1995, s. 193-252; a.mlf.. "Endonezya'da Çağdaş İslam Düşüncesi ve Muhamme-diyye Hareketi", a.e., sy. 3 (1996), s. 115-169.
Dostları ilə paylaş: |