MECLİSİ, MUHAMMED TAKÎ
Muhammed Takî b. Maksûd Alî el-Meclisî-i Evvel el-İsfahânî el-Amilî (Ö. 1070/1659)
Şiî âlim ve müellifi. 1003 (1594) yılında İsfahan'da dünyaya geldi. Doğum yerine nisbetle İsfahânî, aile büyüklerinin geldiği bölgeye izafeten Âmilî diye anılır. İnsanlarla kolay anlaşıp çevresinde sohbetler gerçekleştirildiği için Meclisi lakabıyla meşhur olmuş, soyundan gelenler de aynı lakapla zikredilmiştir.429 Şîa'nin en hacimli hadis kaynağı Bihârü'I-envâr'm müellifi oğlu Muhammed el-Bâkır'dan ayrılması için kendisine Meclisî-i Evvel denilmiştir. İlimle meşgul olan bir aileden gelmektedir. Soyu baba tarafından Hil-yetü'l-evliyâ adlı eserin müellifi Ebû Nuaym el-İsfahânî'ye, anne tarafından Cebeliâmil'in büyük müctehidierinden Derviş Muhammed b. Hasan el-Âmilî'ye dayanır.
Meclisî başta Bahâeddin el-Âmilî, Abdullah et-Tüsterî ve İshak el-Esterâbâdî olmak üzere devrin önde geien âlimlerinden ders aldı. Kısa zamanda tefsir, hadis, fıkıh ve rical gibi alanlarda yetişerek dönemin seçkin simalarından biri haline geldi.430 Hayatını genellikle yetiştiği muhitte geçiren Meclisî zaman zaman Küfe, Meşhed, Kerbelâ gibi Şîa merkezlerine seyahat etti.
İlmî faaliyetleri yanında devlet idarecilerine de yakın olmaya çalışan Meclisî, özellikle Safevî Hükümdarı Şah II. Abbas ile iyi münasebetler kurarak yazdığı eseri ona ithaf etti.431 Onun kaynaklarda belirtilen en önemli özelliklerden biri İsfahan'da cuma imamlığı vazifesine getirilmiş olmasıdır. Bu görev kendisine hocası Bahâeddin el-Âmilî'nin vefatının ardından verildiğine göre göreve başlama tarihi 1031 (1622) yılından sonra olmalıdır.
Hayatının önemli bölümünü Hz. Peygamber'den ve on iki imamdan nakledilen rivayetleri derlemeye ve eser telifine ayıran Meclisî İsfahan'da vefat etti. Kaynaklarda, çocukları arasında hadis derleme yolunda babasının izini takip eden ve zamanla onu çok aşarak Şia'nın en büyük hadis külliyatını meydana getiren Muhammed Bakır eİ-Meclisî ile kızlarından Muhammed Salih el-Mâzenderânî'nin eşi bilhassa zikredilmektedir.432
Meclisî tefsir, fıkıh ve tasavvuf gibi ilimlerle meşgul olmuşsa da onun yoğunlaştığı temel alan hadis ilmi olmuştur. Kaynaklarda kendisinden Safevîler döneminde imamlardan nakledilen rivayetleri neşreden ilk âlim olarak söz edilir. Meclisî rivayetleri derlemekle kalmamış, bunların halka yansımasına da büyük Önem vermiştir. Şîa'nın dört temel hadis külliyatından ikisine dairyazdığı şerhlerle de bunu göstermiştir. Şiî geleneğinde iki ayrı ekol olarak gelişen Ahbârî ve Usûlî ayırımından ilkine mensup olan Meclisî, Kur-'an'ın ancak imamlardan nakledilen rivayetlerle (ahbâr) anlaşılabileceğini, imamların yaşadıkları dönemde olduğu gibi gay-bet döneminde de kendilerinden menkul haberlerin yeterli olacağını, aklî istidlallere dayalı ictihadlara gerek olmadığını belirtmiştir.433 Tasavvufa da ilgi duyan ve Teşvîku's-sâlikîn adlı bir eser yazan Meclisî diğer bazı kitaplarında da tasavvuf! yorumlara yer vermiş, birtakım menkıbe, keramet ve rüyalardan söz etmiştir. Onun özellikleLevâmi:adlı eserinde sûfî motifler üzerinde durulmaktadır. Ancak tasavvufu sapıklık olarak gören oğlu Muhammed el-Bâkir babasının tasavvuftan uzak olduğunu iddia etmiş, onun görünüşte tasavvufa yakın olmasının tasavvufu benimsemesinden değil sûfîliği daha yakından tanıyıp yanlış taraflarını eleştirme amacından kaynaklandığını ileri sürmüştür.434
Eserleri.
1. el'LevâmFu'l-kudsiyye. Şia'nın dört temel hadis külliyatından biri olan İbn Bâbeveyh Şeyh Sadûk'un Men lâ yahduruhü'î-fakih adlı eserinin Farsça şerhidir. Meclisî bu çalışmayı Sâhibkı-rân lakabıyla da anılan Şah Abbas'a ithaf etmiş ve ismini LevâmFu Şâhibkırânî şeklinde değiştirmiştir. 435
2. Ravza-tü'l-müttakin. Bir önceki eserin Arapça versiyonudur. Meclisî bu şerhte yer yer hadislerin îsnad ve sıhhati hakkında da bilgi vermiştir.436
3. fia-dîkatü'l-müttekln iî mcfrifeti ahkâ-mi'd-dîn H'rükâ'i me'ârici'I-yakîn. Farsça bir risale olup taharet, namaz, zekât ve humus, oruç, hac ve ziyaretler olmak üzere beş bölüm halinde düzenlenmiştir (Hindistan 1265).
4. el-Erbtfûn hadîşen. 437
5. İhyâü'l~ehâ-dîş. Ebû Ca'fer et-Tûsî'nin Kütüb-i Er-bcfa dan biri olan Tehzîbü'l-ahkâm adlı eserinin şerhidir.438
6. Teş-vîku's-sâlikîn. Tasavvufî mahiyette bir eserdir. 439
7. Hukuku '1-vâlideyn. i 046 (1636) yılında kaleme alınmış küçük hacimli Farsça bir çalışmadır.440 Kaynaklarda bunlardan başka Kitâ-bü'r'Radâ, Kitâb fi'r-ricâl, Risale fî'l-mekâdir, Şerh calâ hadîsi Hemmâm fî şıfâti'î-mtfmin gibi eserler de Meclisfye izafe edilmektedir.441
Bibliyografya :
İbn Usfûr el-Bahrânî, Lu'lü'etü'l-Bahreyn (nşr. M. SâdıkÂl-i Bahrülulûm). Beyrut 1406/ 1986, s. 60-61; Abdullah Efendi el-İsfahânî, Ri-yâzii'l-'ulemâ' ve hiyâzü'l-fuialâ1 (nşr. Ahmed el-Hüseynî), Kum 1401, V, 47; Hânsârî, Rauzâ-tü't-cennât, II, 118-123; Mirza Muhammed b. Süleyman et-Tünükâbünî, Kışaşü'l-'ulenıâ*, Tahran 1396, s. 231-233; Browne. LHP, IV, 403-404, 417; Tebrîzî, ReyhâneLü'l-edeb, Tebriz 1347.V, 198-20\;Hânbâba. Fihrist-i Kitâbhâ-yi Çâpî-yi 'Arabi, Tahran 1344 hş., 1, 1355; IV, 4406; Âgâ Büzürg-i Tahrânî. ez-Zen'a ilâ teşânî-n'ş-Şt% Beyrut 1403/1983,1,307,413; VI, 389; XI, 302-303; XIII, 304-305; XVIII, 368-370; A'yânü'ş-Şİca, IX, 192-193; Abbas el-Kummî. et-Künâ ue'l-elkâb, Beyrut 1403/1983, III, 151; Hossein Modarressi Tabâtabâ'î. An Inlroduclion toShl'iLaıv, London 1984, s. 96; Mazlum Uyar, İmâmiyye Şiası'nda Düşünce Ekolleri Ahbâ-rîlik, İstanbul 2000, s. 223-226; Abdul-Hadİ Hairi, "Madjlisi-yî AwwaP\ EFfİng.], V, 1088 ILVAS ÜZÜM
MECMA-i ASAR-ı ATIKA 442 MECMAU'İ-BAHREYN
Kur'an'a göre Mûsâ ile Hızır'ın buluştuğu yerin adı.
"İKİ denizin birleştiği yer" anlamındaki bu ifade Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Mûsâ ile ilgili bir kıssa sebebiyle yer almaktadır. Buna göre Mûsâ yardımcısı olan gençle birlikte Allah katından kendisine rahmet ve ilim verilmiş, hadislerde adının Hızır olduğu belirtilen sâlih kişi ile görüşmek için iki denizin birleştiği yere gider ve o kişiden bilmediği bazı şeyleri öğrenmek ister; ancak mahiyetini anlayamadığı olaylar karşısında sabredemeyip söz verdiği halde soru sormaya devam edince beraberlikleri sona erer.443
Mecmau'l-bahreynin neresi olduğuna dair Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde bilgi bulunmamakta, gerek kıssadaki Musa'nın kimliği gerekse bahr kavramının ifade ettiği anlam çerçevesinde mecmau'l-bahreynin delâlet ettiği yer konusunda İslâmî literatürde çeşitli yorumlar yer almaktadır. Arapça'da bahr kelimesi bol su, dolayısıyla deniz, göl ve büyük nehir için kullanılmakta, Lût gölüne el-Bahrü'l-meyyit (Ölüdeniz), Nil nehrine de Bahr veya Bahru Mısr denilmektedir.444 Öte yandan bahreyn kelimesi Kur'an'da biri bahrân şeklinde olmak üzere dört yerde geçmektedir; ancak bunların Mûsâ ile Hızır'ın buluştuğu yer olan mecmau'İ-bahreyn ile ilgisi yoktur.445
Bugün bir ülkenin adı olan bahreyn kelimesi, İslâm öncesinde ve İslâm'ın ilk dönemlerinde Katîf ve Hasa vahalarının da dahil olduğu Doğu Arabistan'a verilmiş bir isim olmasına karşılık 446 müfessirler, Kehf sûresinin 60. âyetinde-ki bahreynin bir yerin adı olması ihtimalini göz önünde bulundurmayıp isimleri verilmeyen iki denizle bunların birleştiği yerin kastedildiğini kabul ediyorlardı; çünkü bahreynin özel isim olması halinde tekil zamir kullanılması gerektiği, halbuki âyette "o ikisinin birleştiği yere vardıklarında" denilmek suretiyle iki ayrı denize işaret edildiği belirtilmektedir.447
İki denizin birleştiği yerin neresi olduğu tartışmalıdır. Müfessirler, bahr kelimesinin anlamından ve Kur'ân-ı Kerîm'de verilen özelliklerinden hareketle bahreyn ile kastedilen iki yerin bir nehir ve bu nehrin döküldüğü deniz veya iki ayrı deniz ya da bir nehirle onun döküldüğü göl olabileceğini ileri sürmekte; iki denizin birleştiği yerden mutlaka bir boğazın anlaşılmaması gerektiğini, zira arada bir engelin bulunduğunun belirtildiğini ifade etmektedirler.
Bu çerçevede bahreynin Fırat ve Nil nehirleriyle bunların döküldüğü deniz, mecmau'l-bahreynin de bu nehirlerin denize döküldüğü yer veya Bahr-i Fâris (Basra körfeziyle bağlantısı sebebiyle Atlas Okyanusu) ve Bizans denizi (Akdeniz), bu iki denizin birleştiği yerin de Tanca ve Cebelitarık Boğazı yahut Karadeniz'le Hazar denizi, hatta Kafkasya'daki Kur ve Res nehirlerinin arası veya İfrîkıye (Tunus çevresi) olduğu rivayet edilmektedir. Bahr-i Fâris'in Basra körfezi, Rum denizinin Kı-zıldeniz, mecmau'l-bahreynin Bâbülmen-deb olduğu, ayrıca Basra körfeziyle Uman denizi arasındaki Hürmüz Boğazı olabileceği ileri sürülmektedir. Mecmau'l-bahreynin Basra körfeziyle Akdeniz'in birleştiği (birbirine yaklaştığı) yer yani Süveyş bölgesi ve Ürdün ırmağı ile onun döküldüğü Taberiye gölü olduğu da söylenmektedir.448 Öte yandan hadisenin Sudan'da Mavi Nil ile Beyaz Nil'in birleştiği yerde geçtiği ifade edilmektedir.449 Çivi yazılı tabletlerdeki "büyük suların kavşağf'nın ve Kur'an'daki mecmau'l-bahreynin Bahreyn adasının bulunduğu bölge olduğu da söylenmekte 450 Gılgamış destanı, İskender'in romanı ve bir yahudi efsanesiyle alâka kurulmaktadır.451
Ancak en kuvvetli ihtimale göre mecmau'I-bahreyn Akabe ve Süveyş körfezlerinin birleştiği yerdir. Çünkü burası iki denizin ayrıldığı ve birleştiği noktadır. İbn Abbas'ın naklettiği bir hadisteki bilgilerden anlaşıldığı gibi olay 452 Hz. Musa'nın İsrâilo-ğullan'nı Mısır'dan çıkarıp Sînâ dağına götürmesi ve burada vahiy almasından sonra vuku bulmuştur. Sînâ dağına ve Sînâ çölüne en yakın iki deniz ise Süveyş ve Akabe körfezleridir. Hz. Musa'nın Hızır'la buluşmak için Cebelitarık Boğazı'na veya Nil'in doğduğu yere yahut Basra körfezindeki Bahreyn adasına gitmesi uzak ihtimaldir. Zira bilindiği kadarıyla Hz. Mûsâ, Mısır'dan ayrıldıktan sonra denizi geçip Sînâ yarımadasının batı sahilini takip ederek güneydeki Sînâ dağına ulaşmış, daha sonra arz-ı mev'ûda gitmek üzere bu defa Sînâ yarımadasının doğu tarafından yukarıya çıkmış, İsrâiloğullan söz dinlemeyince geri dönmüş, kırk yılını Sînâ yarımadasında geçirmiş 453 ve Tevrat'ın bildirdiğine göre Eriha karşısındaki Nebo dağında vefat etmiştir.454
Mecmau'İ-bahreyn biri Musa'nın temsil ettiği zahir, diğeri Hızır'ın temsil ettiği bâtın ilminden oluşan iki ilim denizi veya ruhla cisim âlemlerinin birleşmesi şeklinde yorumlanmışsa da 455 birinci yorum bid'atçılık olarak değerlendirilmiştir.456
Bibliyografya :
M. F. Abdülbâkî, el'Mu'cem, "bhr" md.; Buharı, "Tefsir", 18/2-4, '"İlim", 44, "Enbiyâ'", 27; Müslim, "Fezâ'il", 170, 172; Taberî, Câmicu.'l-beyân, XV, 271; Sa'lebî, 'Arg'isü't-mecâlis, s. 166; Zemahşerî, et-Keşşâf'(Kahire), II, 490; Fahreddin er-Râzî. Mefâtihu'i-ğayb, XXI, 143 vd.; Yâküt, Mu'cemü'l-büldân, I, 343-344,347; Kurtubî, et-Câmi\ XI, 9-10; İbn Kesîr, Tefsîrû'l-Kur'ân, V, 170-178; Abdürrezzâk b. Ahmed el-Kâşânî, Te'oUât-ı Kâşâniyye (trc. Ali Rıza Dok-sanyedi, s.nşr. M. Vehbi Güloğlu], Ankara 1987, II, 237; Elmalılı. Hak Dini, V, 366-369; VII, 371; Mustafavî, et-Tafykılk, I, 204-207; M. Tâhir b. Âşûr. Tefsîril't-Tahrîr ue't-tenaîr, (baskı yeri ve tarihi yoki, XV, 362; Seyyid Kutub, R ZüâlVİ-Ktır'ân, Beyrut, ts., XV, 106; Mevdûdî. Tefht-mu'i-Kur'ân, İstanbul 1996, IH, 182;Sargon Erdem, "Cennet Ülkesi", Zafer, sy. 115, Adapazarı 1986, s. 3-9; G. Rentz - W. E. Mulligan, "al-Bahrayn", E/2(Fr.), 1, 970; A. J. Wensinck. "al-Khadir", a.e., IV, 935-937; J. H. Kramers, "al-Nir, a.e., VIII, 38.
Celal Kırca
Dostları ilə paylaş: |