Bibliyografya 7 afganiler tekkesi 7



Yüklə 1,56 Mb.
səhifə13/52
tarix17.01.2019
ölçüsü1,56 Mb.
#97857
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   52

Bibliyografya



1- J. C. Anane-G. Brown, Africa in the Nine-teenth and Twentieth Centuries, İbadan 1966.

2- A. Bourde. L'Afriçue Orientale, Paris 1968.

3- J. D. Fage. A History of West Africa, Cambridge 1969.

4- Abdurrahman Çaycı. Büyük Sahra'da Türk-Fransız Rekabe­ti (1858-1911), Erzurum 1970.

5- R. Lurafhi. Sömürgecilik Tarihi (trc. Halim İnal), İstanbul 1975.

6- Charles-Andra Julien, Histoire de l'Afriçue Blanche, Paris 1976.

7- Fernand Bezy, “Du Colonialisme au neo-Colonialisme”, Le Nouueau dossierAf-rique, Marabout 1977.

8- C. Mc-Evedy. The Penguin Atlas of African History, London 1980.

9- Baskın Oran, Az Gelişmiş Ülke Milliyetçiliği: Kara Afrika Modeli, Ankara 1980.

10- E. A. Boateng, A Polotica! Geography of Africa, Cambridge 1980.

11- G. Barraclough, Times Dünya Tarihi Atlası (trc. Zeki Özer), İstanbul 1980.

12- D. Fagel. Verity. An Atlas of African History, London 1982.

13- The Cambridge Encyclopedia of Africa (nşr. Roland Oliver), Cambridge 1984.

14- İbrahim Sughayroon. “İslam in Uganda: Traders and Trade Routes and the Establishment of islam in Uganda Kingdom”, Proceeding of the First Islamic Geographical Conference, Riyad 1984.

15- Africa South of the Sahara 1988, London 1987.

16- Henri Brunschvvig, “Politique et economie dans l'Empire Français d'Afrique Noire 1870-1914”, JAfr.H, Xl/3 (1970).

17- Olutunji Oloruntimehin, “French Colonisation and African Resistance in West Africa up to the First World War”, Tarikh, İV/3, Nigeria 1973.

18- Ishijuke kabongo. “Les Cultes africains comme manifesta-tion de la resistance au colonialisme belge (1920-1948)”, Presence Africaine, sy. 104, Pa­ris 1977.

19- “Afrique”, EUn., I, 345-363. 85

8- Afrika'da Başlıca Islâmî Cihad ve Di­reniş Hareketleri.

Afrika XIX. yüzyıl ile XX. yüzyılın başlarında İslâm'ı yaymak ve Avrupa ülkelerinin sömürgeci geniş­lemesine karşı koymak amacı taşıyan bazı hareketlere sahne oldu. Tasavvuff düşünceden büyük çapta etkilenen bu hareketlerin belli başlıları şunlardır. 86



a- Fülâni Hareketi.

Batı Afrika'da sö­mürgecilik öncesinde en önemli İslâmî cihad hareketi. Senegal'in Futa Toro böl­gesinden Nijerya'nın kuzeyindeki Hevsâ bölgesine hicret etmiş Fülânî kabilesine mensup Osman b. Pûdrnin (Osman’dan Fodyo, ö. 1817) putperest kabileler ara­sında İslâm'ı yaymak için başlattığı ha­rekettir. Osman b. FÛdrnin kısa zaman­da iyi sonuçlar elde etmesiyle Gobir bölgesindeki Degal'da büyük bir müslü-man topluluk meydana geldi. Bu toplu­luğun gittikçe güçlenmesi, bölgeyi kont­rolünde tutan Hevsâ Krallığı'nda endi­şe uyandırdı ve iki topluluk arasında bir gerilime yol açtı. 1797'de Gobir Kra­lı Nafata ile onun yerine geçen Yunfa müslüman yayılmasının önüne geçmek için bazı tedbirler aldılar. Hareketin li­deri Osman b. Fûdrye karşı saldırıya geçen Gobir Kralı Yunfa'nın kuvvetleri­ni müslümanlar başarıyla püskürterek 1806-1808 yıllan arasında bölgede bir­çok önemli merkezi ele geçirip nüfuz­larını genişlettiler. Gobir'in merkezi Alkalavva'yı da Fülânî hareketinin nüfuzu­na alan Osman b. Fûdî. İslâmî esaslara bağlı bir devlet kurdu (1809) ve Atlantik sahillerinden Tinbüktü ve Hevsâ'ya kadar olan bölgeyi hâkimiyeti altına aldı. Daha sonra, sınırları genişleyen devletin batı kesimini kardeşi Abdullah b. Muhammed'e, doğu kesimini de oğlu Muhammed Bello'ya bıraktıysa da ölünce­ye kadar devleti tek başına yönetmeye devam etti.

Fülânî hareketi, Osman b. FÛdînin ölü­münden sonra oğlu Muhammed Bello (o. 1838) tarafından Sokoto Halifeliği adı altında sürdürüldü. Bello, Fülânî hâki­miyetini kabul etmeyen kabilelerle de­vamlı bir savaş halinde idi ve kendisine itaat etmeyen kabilelere karşı 1836'da kazandığı Gavvakuke Savaşfyla hâkimi­yeti altındaki topraklar en geniş sınırla­rına ulaştı. Sokoto Devleti'nin sınırlan batıda Mâsînâ'dan doğuda Bagîrmfye, güneyde Yorbu'dan kuzeyde Büyük Sahra'daki Adar Agâdes'e kadar uzanıyor­du. Giriştiği fetih hareketleri yanında Muhammed Bello. ilmî gelişmeyi de teş­vik ederek medrese ve camiler inşa ettirdi. Kendisi de ilmî çalışmalara bizzat iştirak ederek ülkede ilmî seviyenin yük­selmesine çalıştı. Aynca dışarıdan gele­bilecek saldırılara karşı koymak için sı­nırlarda ribât'lar inşa ettirdi.

Mâsînâ bölgesinde Osman b. Fûdrninkine benzer faaliyeti, Ahmedü Lobbo (Şeyh Hamedü) olarak bilinen Fülânî âli­mi Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekir b. Saîd gerçekleştirmiştir. Osman b. FÛdrnin emrinde cihad hareketlerine katılan Ahmedü Lobbo daha sonra Mâ­sînâ bölgesindeki kabileler arasında İslâm'ı yaymaya çalıştı ve 1813'te put­perest Bambara kabilelerine karşı ci­had ilân etti. 1826'da Tinbüktü'ye ka­dar ilerledi ve Hamdullahi şehrini baş­şehir yaparak bir İslâm devleti (Mâsînâ Şeyh Hamad Devleti) kurdu. Ahmedü Lobbo'nun ölümü üzerine (1844) devle­tin başına oğlu Ahmedü Şeyhu (ö. 1852) geçti ise de el-Hâc Ömer'in 1862'de baş­şehir Hamdullahi'yi ele geçirmesiyle bu devlet ortadan kalktı. 87



b- Tekrûr Devleti ve el-Hâc Ömer.

Bati Afrika'da Avrupa sömürgeciliğine karşı başlatılan cihad hareketlerinin önemli­lerinden biri de el-Hâc Ömer'in (ö. 1864) liderliğindeki harekettir. Ticâniyye tari­katına mensup olan el-Hâc Ömer. Futa Calon bölgesinde Diaguku'da bir din öğ­retim ve davet merkezi kurarak (1840) etrafına büyük bir cemaat topladı. Da­ha sonra Dinguiray'a yerleşerek putpe­restleri İslâm'a davet etmeye başladı ve 1852'de putperest kabilelere karşı cihad ilân etti. Kısa zamanda bölgedeki şehirlerin çoğunu ele geçirdi. Bambuk ve Bambara Krallığı'nı kontrolüne aldı. Ardından Avrupa sömürgeciliğine karşı harekete geçti. el-Hâc Ömer'le ticari ilişki içinde olmalanna rağmen Fransız­lar bölgeyi sömürgeleştirmek amacıyla. Senegal nehri kıyısındaki Medine şehri­ne saldırdılar (1857). Ancak el-Hâc Ömer liderliğindeki müslümanlar şeh­ri kuvvetle savundu. Daha sonra doğu­ya doğru çekilmeye karar veren el-Hâc Ömer, Mâsînâ ve Bambara bölgesindeki birçok şehri kontrolüne aldı ve kurduğu Tekrûr Devleti. Tinbüktü'ye kadar uza­nan bölgeye hâkim oldu. Bu arada bölgede el-Hâc Ömer'e karşı birçok ayaklanma meydana geldi. Kendisi de bu ayaklanmaların birinde öldürüldü (1864). el-Hâc Ömer'in ölümünden son­ra, taraftarlanndan bir kısmı başkanlık için seçim yapılmasını isterlerken bir kısmı da onun büyük oğlunu halef tayin ettiğini iddia ettiler. el-Hâc Ömer'in yerine getirilen oğlu Ahmedü Seku ülke­nin bütününe hâkim olamadığından si­yasî birlik bozuldu ve 1870'te iki yıl sü­ren bir iç savaş ortaya çıktı. Ahmedü 1880'lerde Fransızlar'ın Tekrûr Devletl'-ne yönelik işgallerine karşı koydu ise de iç ayaklanma ile dışarıdan gelen bu sal­dırılar karşısında yenilmekten kurtula­madı ve Tekrûr Devleti Fransızlar tara­fından ortadan kaldırıldı (1893). 88



c- Mehdî Hareketleri.

Sudan Mehdisi. Sudan'da Muhammed Ahmed b. Seyyid Abdullah (ö. 1885) tarafından başlatılan ve Mehdîlik hareketi adını alan dinî-siyasî hareket, özellikte Avrupa sömürgecili­ğine karşı yürütülen mücadele ile önem kazandı. 1880'e kadar Beyaz Nil üzerin­deki Aba adasında münzevi bir hayat yaşayan Muhammed Ahmed. 1881’de kendisini mehdî ilân ederek faaliyetleri­ne başladı. Bu hareketin yayılmasında özellikle kuzeydeki kabile reislerinin yar­dımını gördü. Bağlı bulunduğu Semmâ-niyye tarikatını bir haberleşme vasıtası gibi kullanarak Mehdîlik hareketini bü­tün Sudan'a yaydı ve bölgeyi sömürge­leştirmek isteyen İngilizler'e karşı müca­dele etti. Mısır'ın nüfuzundaki Sudan'ın kuzey bölgelerinde Mehdrnin etkisinin artması ve fikirlerinin yayılması üzerine Mısır'ın yönetime karşı çıktıkları gerek­çesiyle Mehdî ve taraftarları üzerine as­kerî birlikler yollamasından sonra (1881) batıya doğru çekilen Mehdî, dostluk kur­duğu ve ailevî ilişkilerle bağlı bulundu­ğu Baggara kabilesine sığındı. Bu ara­da bölgenin diğer kabile reisleri ile dinî liderlerinin desteğini kazanarak 1882'den itibaren İngilizler'e karşı hareke­ti büyütüp savaş esaslarına göre orga­nize edilen silâhlı kuvvetlerinin (ensar), 1883'te Mısır-İngiliz kuvvetlerine karşı başarı kazanmalarından sonra Mehdîlik bütün Sudan'ı etkisi altına aldı. 27 Ocak 1885'te Hartum'un ele geçirilmesiyle gücü en yüksek noktaya ulaşan Mehdî, başşehri Hartum olan bir İslâm devleti kurarak mücadelesini daha da yoğun­laştırdı. Ancak kısa bir süre sonra Ölen Mehdi’nin 89 yerine ge­çen Abdullah b. Muhammed et-Teâyişî (ö. 1899) hareketi yaymaya devam ettiy­se de Tuşki'de İngiliz-Mısır ortak kuvvet­leri karşısında uğranılan yenilgi (1889), hareketin dönüm noktasını teşkil etti. Bu mağlûbiyeti takip eden iç ayaklan­maların devletin gücünü sarsması, ye­nilgiye yenilerin eklenmesine yol açtı ve 1896'da İngiliz-Mısır kuvvetlerinin bü­tün Sudan'ı ele geçirmek için başlattığı büyük askerî hareket karşısında Mehdî

kuvvetleri dağıldı. Daha sonra 1899'da Halife Abdullah'ın yenilmesiyle de Meh­dî Devleti ortadan kalkmış oldu.90

Somali Mehdisi.

Somali'de Muham­med b. Abdullah Hasan'ın (ö. 1920) li­derliğini yaptığı bir İslâmî direniş hare­ketidir. Muhammed b. Abdullah 1895'te Mekke'de Sâlihiyye tarikatına intisap ederek Somali'ye döndükten sonra bu tarikatı yaymaya çalıştı ve kısa zaman­da Somali'nin İngiliz sömürgesi olan kısmında taraftar topladı. Başlangıçta sömürge yönetimiyle ilişkilerini iyi tut­makla beraber 1899'dan itibaren tutu­munu değiştirerek İngilizler'e karşı cephe aldı. Aynı yıl mehdî olduğunu ilân ederek gayri müslimlere karşı cihad başlattı. İngilizler, İtalyanlarla birlikte 1900-1904 yılları arasında Mehdîlik ha­reketini durdurmak İçin karşı saldırıya geçtiler. Bu saldırılar karşısında ülkede bir birlik oluşturmayı amaçlayan Mehdî, kabileleri bir araya getirmeye çalıştıysa da bunda başarı sağlayamadı. Bu arada kendisinin de Sâlihiyye prensiplerinin dışına çıkan hareketleri, tarikat lideri ve kurucusu Seyyid Muhammed es-Sâlihî tarafından hoş karşılanmadı ve tari­kattan çıkarılmasına sebep oldu. Muhammed b. Abdullah'ın Somali'de yirmi yıl boyunca devam eden mücadelesi, 1920 yılında İngilizler'in nihaî saldırısı karşısında uğranılan yenilgiyle sona er­di ve kendisi de kısa bir müddet sonra öldü. 91



d- Senûsîlik Hareketi.

Aynı zamanda bir tarikat olan ve Libya ile Büyük Sahra'da Avrupa sömürgeciliğine karşı et­kili mücadele veren Senüsiyye hareketi, Muhammed b. Ali es-Senûsî (ö 1859) tarafından başlatıldı. Muhammed b. Ali es-Senûsî Mekke'de, Abdullah b. İdrîs el-Fâsi’nin müridi oldu ve onun ölümü üzerine ortaya çıkan gruplardan birinin liderliğine getirildi. Birkaç yıl Mekke'de kaldıktan sonra kendisine karşı gelişen muhalefet yüzünden 1840 yılında Ku­zey Afrika'ya dönmek zorunda kaldı. Dönüşte uğradığı Kahire'de de aynı ta­vırla karşılaştı. Libya'da ise bütün karşı koyuşlara rağmen düşüncelerini kabile­ler arasında yaymak için uygun bir or­tam buldu. 1843 yılında tarikatın ilk zaviyesini Derne ile Bingazi arasındaki Beydâ'da kurarak faaliyetlerini düzenli bir şekilde sürdürdü. 1846'da tekrar gittiği Mekke'de 1853 yılına kadar kal­dı. Bu sırada ilmî çalışmalar yaparak düşünce ve prensiplerine daha düzenli bir şekil verdi. Libya'ya geri döndüğünde hareketini yeniden organize ederek daha aktif hale getirdi. Zaviyeleri büyü­tüp daha müstahkem yerler olan ribâtlara dönüştürdü ve hareketin mer­kezini Mısır sının yakınındaki Cagbub'a taşıdı. Sultan Abdülmecid'den yakın ilgi ve destek gördü. SenûsFnin ölümüyle hareketin liderliğine oğlu Muhammed el-Mehdî (ö. 1902) geçti. Diğer oğlu Mu­hammed eş-Şerif (ö. 1896) ise Cag-bub'daki medresenin yönetimini üstlen­di. 1870'te Bingazi, 1882'de Trablusgarp zaviyelerinin kurulmasına rağmen şehirlerdeki yayılışı oldukça sınırlı kalan Senûsîlik, Sahra kabileleri arasında hız­la yayılarak 1870'lerde bölgenin yansını etkisi altına aldı. XIX. yüzyılın sonunda merkezi Cagbub'dan Kufra'ya taşındı ve burada hareketin daha düzenli bir hale getirilmesi için idarî ve adlî ku­rumlar teşkil edildi. Ayrıca Senûsîler Kufra'da, Çad gölüne doğru ilerleyen Fransızlar ve Sudan'daki Mısır-İngiliz güçlerine karşı yer yer çatışmaya girdi­ler. Hareketin liderlerinden Şerifin 1896'da, Mehdrnin de 1902'de ölmele­rine rağmen halefleri Senûsî hareketini devam ettirdiler. 1902'de Mehdrnin büyük oğlu Seyyid İdris çok genç yaşta liderliği üstlendi. İtalyanlar'ın Libya'ya girmeleri üzerine (1911) Osmanlı kuv­vetleriyle birleşerek sömürgeciliğe karşı mücadelesini sürdüren Senüsîlik hare­keti 1920'ye kadar Büyük Sahra'da gücünü korumaya devam etti. 92



e- Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî Hareketi.

Cezayir'in batısında Fransız sömürgeci­liğine karşı Emir Abdülkâdir'in (ö. 1883) başlattığı hareket, kabilelerin Fransız­lara karşı koymak istemelerinden doğ­du. Babası tarafından bu harekete ön­derlik yapması için görevlendirilen Ab­dülkâdir, 1832'de Oran ve MuaskeF ka­bilelerinin bağlılıklarını temin ederek mücadeleyi başlattı. Ulemânın desteği ile bölgedeki otoritesini daha da güç­lendirerek elinde bulunan kuvvetlerle düzenli bir ordu kurmayı başardı. Ab­dülkâdir mücadelesini iki safhada sür­dürdü. 1832'den 1839'a kadar devam eden ilk devre, bir dizi silâhlı mücadele ve düşmanla taktik icabı yapılmış bazı antlaşmaları ihtiva eder; bunlardan Tafna Antlaşması'yla Cezayir'in üçte iki­sini hâkimiyetine aldı. 1839'dan 1847'ye kadar olan ikinci devrede ise Fransızlar'la devamlı çarpışma halinde bulundu ve bu yüzden kurulması düşünülen dev­let fikri gerçekleştirilemedi. Fransızlar'ın devamlı saldırıları karşısında Abdülkâdir Fas sultanına sığındı. Cezayir'de 1845'te Muhammed b. Abdullah'ın başlattığı di­renişi fırsat bilerek tekrar ülkesine dö­nen Abdülkâdir 1847'de Fransızlar'a ye­nik düşüp esir alınmasına kadar müca­delesine devam etti. 93



f- Abdülkerîm el-Hattâbî Hareketi.

Kuzey Afrika'da İspanyol ve Fransız sömür­geci güçlerine karşı bir hareket başla­tan Abdülkerîm el-Hattâbî (ö. 19631, ba­basının ölümünden sonra kabilesinin ba­şına geçerek diğer kabilelerle birlikte Rif bölgesinde bağımsız bir devlet kur­mak için İspanyollar'a cihad açtı. İspanyollar'a karşı 1921’de büyük Rif ayak­lanmasını düzenledi; İspanyol ordusunu mağlûp ederek Rif Cumhuriyeti'ni kur­du ve bu devletin ilk başkanı oldu. Bu başarı, Abdülkerîm'e halk arasında bü­yük bir nüfuz sağladı. Cumhuriyetin dı­şarıda tanınması için yapılan teşebbüs­ler sonuçsuz kaldı. Fransızlar, gittikçe güçlenen Hattâbfye karşı bölgedeki et­kili tarikatları ayaklandırmaya çalıştıkları gibi İspanyollar'la da anlaşarak gü­neyden ve kuzeyden Abdülkerîm'in or­dularına saldırdılar ve onları mağlûp et­tiler; Abdülkerîm'i de esir alıp sürgüne gönderdiler. Böylece Hattâbî hareketi son bulmuş oldu. 94



Bibliyografya



1- I. M. Lewis, İslam in Tropical Africa, Oxford 1966,

2- Anson P. Atterbury, İslam in Africa, Westport 1969.

3- J. D. Fage, A History of West Africa, Cambridge 1969.

4- The Cambridge History of İslam, Cambridge 1970, 11/A.

5- Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra'da Türk-Fransız Rekabeti (1858-1911), Erzurum 1970.

6- J. Spencer Triming-ham, islam in East Africa, Oxford 1971.

7- B. C. Martin, Müslim Brotherhoods in 19th Century Africa, New York 1978.;

8- Hasan fsâ Abdüzzâhir, ed-Da'uetü'l-İslâmîyye fî Garbi İfrikıyâ ve kiyâmü devleti'l-Fûlânî, Riyad 1401/1981.

9- Muhammed Abdullah en-Nakire, Intişârü'l-lslâm fî Şarki Ifrîkiyye ve münâhedatü'l-Ğarbi tehû, Riyad 1402/1982.

10- John Obert Voli, İslam, Continuity and Change in the Modern World, Colorado 1982.

11- Fethi Ye­ken. et-Mevsû'atü'l-harekiyye, Amman 1403/1983.

12- Peter B. Clarke, West Africa and İslam, London 1984.

13- H. İbrahim Hasan, Intişârü't-lslâm fi'l-kârreti'l-lfrîkıyye. Kahire 1984.

14- Magali Morsy, North Africa 1800-1900, New York 1984.

15- Mervyn Hiskett, The Development of İslam in West Africa, Mew York 1984. ayrıca bk. İndeks;

16- Jamil M. Abu'n-Nasr, A Histonj of the Maghrib in the Islamic Period, Cambridge 1987.

17- Edward Seli. “İslam in Africa”, The Moslem World, New York 1911.

18- Abdurrahman Zeki. “Hareketü'1-işlâhi'd-dînî fî Garbi İfrîkıyye”, Redista, XIII, Madrid 1965-66. 95

III- Din

Afrika'da yerli dinler ile sonradan ya­yılmış dinler arasında İslâmiyet ve Hıris­tiyanlık önemli yer tutar. Afrika'nın özel­likle batı. ekvator ve güney bölgelerin­de yaşamakta olan yerli dinler, konu­şulan dillerin sayısından daha fazla ol­makla birlikte üç ana din grubu içerisin­de mütalaa edilebilir. Bunlar animizm, fetişizm ve totemizmdir. Orta Afrika'da pek çok taraftan bulunan animizm ina­nışında canlı ve cansız varlıkların birer ruhu olduğuna ve “Ruh gücü”ne inanıl­maktadır. Batı Afrika klanlarının dini olan ve İçinde bir ruh veya olağan üstü bir güç olduğuna inanılan bir nesneye (fetiş) tapınmanın esas teşkil ettiği fe­tişizmde, insanların tabiat kuvvetlen karşısında duydukları korkulardan kur­tulmak İçin başvurdukları büyü ve sihir gibi müesseseler önemli yer tutar. Da­ha çok büyük göller bölgesinde rastla­nan totemizmde ise atalar bir bitki ve­ya hayvanın kimliği ile bütünleştirilmek-te ve totem olarak kabul ettikleri bu nesneden türediklerine inanılmaktadır.

Afrika yerli dinlerinin günlük hayat­taki yeri büyüktür. Kozmolojiyi, ölümü ve toplum ilişkilerini açıklamaya çalı­şan din ile sosyal ve siyasî hayat âdeta iç içedir. Aile veya kabile reisi aynı za­manda bir kâhin, âyin yöneticisi ve nis-beten tannlaştınlmış bir din adamıdır. Bu kişinin dinî reis olması İçin uzman olmasına gerek olmayıp otoritesi aile­den, klandan ve siyasî konumundan gel­mektedir. Afrika topluluklarında büyü­cülüğün sosyal hayattaki önemi giderek azalmakta ise de kırsal alanlarda yine de büyüye itibar edilmektedir. Yerli Af­rika dinlerinde dikkat çeken en önemli özellik bir “Yüce varlık” inancının bulun­ması ve bunun yaratıcı, öldürücü bir gü­cü ifade etmesidir. Günlük hayatın merkezinde yer alan dinde geleneksel for­müller şeklinde olan dualar nesilden nesile intikal edegelmiştir. Yazılı bir dinî metin bulunmamaktadır. Yerli dinlerin Önemli rol oynadığı Afrika toplumların­da, ölüleri ve dirileri içine alan hiyerarşik bir yapılanmanın yer aldığı gözlen­mektedir. Toplum hiyeraşisinin en üst tabakasında “Atalar”, onun altında aile­nin kurucusu “Dedeler” yer almaktadır. Bu iki tabaka dirilerle ölüler arasında bir geçiş basamağı olup her aile veya klanın bunlar tarafından korunduğuna inanılmaktadır. Ailenin üstünde soy, so­yun üstünde köy ve köyün üstünde de klan yer almakta olup klan reisi, aynı zamanda dinî ve siyasî bir liderdir.

Afrika'da uzun bir geçmişi bulunan İslâmiyet ve Hıristiyanlık daha ziyade şehirlerde yaygındır. IV. yüzyılda Hıristi­yanlık, Mısır'dan Tunus körfezine kadar olan sahada ve özellikle Aşağı Nil böl­gesinde hâkimiyet kazandı. Fakat VII. yüzyılda İslâm dininin yayılmasıyla geri­lemeye ve silinmeye başlayan bu din, sadece köklü bir geçmişe sahip olduğu Habeşistan'da gücünü koruyagelmiştir.

Hıristiyanlık hiçbir zaman Büyük Sah-ra'dan Batı Afrika'ya doğru sokulamamıştır. İslâmiyet ise VII. yüzyıldan İtiba­ren Avrupalılar'ın Gine körfezinin kuzey kıyıları boyunca uzanan sahaya gelme­sine kadar geçen bin yıllık zaman zar­fında Kuzey Afrika'daki bütün topluluk­lar tarafından benimsenmiş ve Gine körfezine kadar yayılmıştır. Hıristiyanlık bu bölgeye ancak XIX. yüzyılın ortasın­dan itibaren nüfuz etmeye başlamıştır. Portekizliler, XVI. yüzyılda İslâmiyet'in hicrî I. asrın başlanndan itibaren yayıl­maya başladığı Doğu Afrika sahilleri ve Batı'da Kongo ve Angola'nın kıyı bölge­leri ile Batı Afrika'nın bazı noktalarında misyonlar kurarak Hıristiyanlığı yaymaya çalıştılar. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ise Hollandalı göçmenler, Hıristiyanlığın değişik bir yorumu olan Kalvinizm'i Gü­ney Afrika'ya soktular. XIX. yüzyılın or­tasından itibaren gerek Protestan ge­rekse Katolik misyonerler Batı. Doğu ve Merkezî Afrika'nın muhtelif kısımların­da çalışmalara başlamışlardır. Misyonerlik faaliyetleri 1860'tan sonra çok genişlemiş ve bugün artık Büyük Sahra'nın güneyindeki sahalarda Hıristiyan misyonu bulunmayan pek az yer kal­mıştır. Bununla beraber Hıristiyanlık, İslâm dininin uzun zamandan beri hâ­kim olduğu bölgelerde fazla sayıda in­sanı dinlerinden döndürmeye muvaffak olamamıştır. Bugün ise İslâmiyet'in Hı­ristiyanlık'tan daha çabuk yayıldığı gö­rülmektedir. Bölgelere göre yer yer oranlarda farklılıklar olmakla birlikte genel olarak Büyük Sahra'nın güneyin­deki ülkelerde nüfusun % 25'ten biraz fazlası müslümandır. Hıristiyanların ora­nı % 25'ten az olup kalan % 50'si gele­neksel kabile dinlerine bağlıdır. Afrika nüfusunun yaklaşık % 50'si müslüman olmakla beraber Gine körfezinin kuzey kıyıları boyunca sıralanan ülkelerde nü­fusun % 80'den fazlası. Kuzey Afrika ülkeleri ile doğuda Somali'nin tamamı müslümandır. Kenya ve Tanzanya'da müslümanların çoğu kıyı bölgelerinde. Batı Afrika ülkelerinde ise daha çok ku­zey bölgelerinde toplanmışlardır. Kon­go Halk Cumhuriyeti ile Zambiya'da ise müslüman azdır. 96

Afrika'da İslâmiyet.

Afrika, müslüman nüfus oranının diğer kıtalara nisbetle en yüksek olduğu kıtadır. İslâmiyet, Afrika'da yalnız inançların değişmesine yol açmamış, bunun yanında sosyal, kül­türel ve iktisadî bakımdan da kıtada bir gelişme unsuru olmuştur. Bu durum İs­lâmiyet'in asırlar boyunca siyasî bir güç olarak varlığını sürdürdüğü Kuzey Afrika'da en yüksek seviyede gözlenmek­te, bunu doğu ve güney sahilleriyle iç bölgeler takip etmektedir. İslâmiyet'in yayılmasıyla birlikte Afrika yerlilerinin sosyal hayatında önemli gelişmeler ol­du. Dar aile ve kabile bağları yerini za­manla daha güçlü sosyal ve siyasî bağ­lara terketti, kabileler birleşerek dev­letler kurdular. Eğitim ve kültür seviye­si yükseldi, büyük ilim ve kültür mer­kezleri doğdu. Ticaret, sanat ve ziraatta büyük ilerlemeler kaydedildi.

Yerli Afrika dinlerinde bir yüce tanrı inancının varlığı yanında, yerlilerin gün­lük hayatta doğum, evlenme, sünnet, ölüm, yağmur, hasat vb. münasebetler­le ilâhlar, ruhlar, çeşitli tabiat güç ve unsurları adına düzenledikleri dinî tö­ren, dua ve kurban gibi uygulamaların cemaatle namaz, cuma ve bayram na­mazları, kurban, sünnet, düğün ve ce­naze törenleri. Kadir, Berat. Mevlid ge­celeri gibi daha sağlam ve mantıkî esaslara dayalı benzerlerini İslâm'da bulmaları bu dine intibaklarını kolaylaş­tırdı. İslâmiyet'in tesiriyle İnsan eti ye­me, tanrılara insan kurban etme, ço­cukları diri diri toprağa gömme gibi in­sanlık dışı âdetler kalktı, çırılçıplak ge­zenler örtünmeye, hiç yıkanmayanlar yıkanmaya başladı. Bununla birlikte İs­lâmiyet'in dinî ve sosyal hayat üzerin­deki etkisi Afrika'nın her yerinde aynı olmamıştır. İslâmiyet'in Afrika'da gerek inanç gerek dinî yaşayış bakımından birbirinden çok farklı biçimlerde anla­şıldığı ve uygulandığı görülmektedir. Özellikle yerliler arasında İslâm ile geleneksel inanç ve hayat tarzı birbirine ka­rışmış durumdadır. Doğu İslâm dünya­sıyla baştan beri sıkı münasebetleri bu­lunan, ilim ve kültür merkezlerinin yay­gın olduğu ve Afrika müslüman nüfu­sunun büyük çoğunluğunun yaşadığı Kuzey Afrika ile Doğu Afrika sahilleri boyunca İslâmî inanç ve yaşayışın sıh­hatli oluşuna karşılık, buralara uzak ka­lan İç bölgelerde inanç ve dinî yaşayışın daha karmaşık ve zayıf olduğu müşa­hede edilmektedir. Esasen Afrika'da İslâm'ın en belirgin bir özelliği de bir şehir dini olarak ortaya çıkması, kırsal bölgelerde fazla etkili olmamasıdır. İs­lâmiyet'i kabul eden yerlilerden bazıları eski inanç ve âdetlerini İslâmî bir şekil ve renk vererek devam ettirmektedir­ler. Bazı yerliler tarikatlardaki zikir hal­kalarını çeşitli merasimlerdeki danslar­la özdeşleştirirken, bazıları da kabile ve dinî reislerinin, sihirbaz ve kâhinlerin fonksiyonunu müslüman din âlimleri ve tarikat şeyhlerinin şahsında görmekte­dirler. Bazı bölgelerde erkeklerin dört­ten fazla kadınla veya iki kız kardeşle birlikte evlenmesi, doğum, düğün, ce­naze defni, bayram vb. konularda eski âdetleri uygulamaları, haram olan bazı hayvan etlerini yemeleri, tesettüre tam riayet etmemeleri de bu nevidendir. İslâm inancının bulanık ve dinî yaşayışın zayıf olması, özellikle bir kabilenin bü­tünüyle müslüman olması durumunda daha çok görülmektedir. Kabileden bazı kimselerin müslüman olarak ilim ve kültür merkezlerine hicret etmesi veya bu merkezlere yakın olmaları duru­munda ise inanç ve yaşayışları daha sıhhatli olmaktadır. Özellikle Kuzey ve Batı Afrika'da baştan beri birbirini ta­kip eden İslâm cihad ve ıslah hareketle­ri ile tarikatların yerliler arasında ger­çek İslâmî inanç ve hayat tarzının yerleşmesinde büyük tesiri olmuştur. Hac ibadetinin de bu konudaki önemine İşa­ret etmek gerekir.

Burada işaret edilmesi gereken bir husus da İslâmiyet'in kabul görmediği bazı bölgelerde bile yerli putperest inançları etkilemiş olması ve özellikle tek tanrı inancının gelişmesinde önemli rol oynamış bulunmasıdır. Birçok yerde müslüman olmayan yerliler, hatta bazan halkın yansı müslümanlar gibi na­maz kılmakta, cenaze törenleri ve bay­ramlara iştirak etmektedirler. Bunların müslüman âlim ve mürşidlerini vasıta kılarak tanrıdan hayır dilemeleri, çocuk­larını eğitmek üzere onlara teslim et­meleri de çok sık rastlanan hususlar­dan biridir. Genel olarak kültür seviye­sinin yüksek olduğu yerlerde İslâmî inanç ve hayat doğruluk ve saflığını ko­rurken, eğitim ve kültür seviyesinin dü­şük olduğu yörelerde İnanç ve yaşayışta bulanıklık ve zaaf görülmektedir. 97



a- Kuzey Afrika'da İslâmiyet.

İslâmi­yet'in, doğduğu asırda Bizans'ın elinde bulunan Kuzey Afrika'ya ulaşması ol­dukça erken dönemlere rastlar. Halife Hz. Ömer tarafından Mısır'ın fethi ile görevlendirilen Amr b. Âs'ın 641 yılında Mısır'ı fethetmesiyle İslâmiyet Afrika kıtasına ilk adımını atmış oldu. İslâmi­yet bu fetihten sonra Nil vadisi doğrul­tusunda güneye ve Akdeniz sahilinden batıya doğru ilerlemeye başladı. 647de Trablusgarp'a varan Amr b. Âs Hz. Os­man tarafından geri çağrılınca yerine gönderilen Abdullah b. Sa'd, Trablusgarp'tan İfrîkıyye'ye (bugünkü Tunus ve civan) kadar ilerledi ve buraların İslâm­laşmasında önemli rol oynadı. Daha sonra İfrîkıyye başkumandanlığına geti­rilen Ukbe b. Nâfi'in Kuzey Afrika'daki fütuhatı ve bölgedeki Berberîler'in müs­lüman olmalarındaki gayreti büyüktür. Ukbe 670 yılında Kayrevan şehrini kur­du ve burası kısa zamanda bölgenin en önemli ilim ve kültür merkezi haline geldi. Onun fetihleri sonunda müslü­manlar Atlantik kıyılarına kadar ilerle­yerek Kuzey Afrika'ya hâkim. oldular. Ukbe, sadece Akdeniz sahili şeridinde yaşayan Bizanslılarla değil aynca sahil­den içeride yaşayan Berberiler'le de çarpışmış ve onları İslâm hâkimiyetine almıştır. Kısa zamanda İslâmiyet'i be­nimseyen Berberiler İslâm bayrağının Batı Afrika'ya kadar götürülmesinde büyük rol oynadılar. Ukbe Atlas Okya­nusu kıyısındaki Tanca'ya ulaştıktan sonra güneye doğru yönelerek Lemtüne çölüne kadar ilerledi ve burada yaşayan Berberîler'i de itaat altına al­dı. Ukbe b. Nâfi' Kayrevan'a geri döner­ken Berberi kumandanı Kusayle tara­fından öldürüldüğünde (683), bütün Ku­zey Afrika İslâm hâkimiyetine girmiş, fakat Berberîler'İn hepsi müslüman ol­mamışlardı.

Muâviye zamanında kurulan İfrîkıyye eyaletinin valisi olan Hasan b. Nu'mân el-Gassânî İdaresinde, bölgedeki Bizans otoritesi tamamen son buldu ve Berbe-rîler üzerinde İslâm hâkimiyeti kesin olarak sağlandı. Kartaca yakınlarında Tunus şehri kurularak önemli bir mer­kez haline getirildi. Hasan b. Nu'mân'ın yerine 698 yılında İfrîkıyye valisi olan Mûsâ b. Nusayr da bölgede İslâm hâki­miyeti altındaki toprakları genişletti. Sahra'ya doğru ilerleyerek diğer Berbe­ri kabileleri itaat altına aldı ve onların müslüman olmalarını sağladı. İslâm'ın hâkimiyetine giren Kuzey Afrika'da si­yasî otoritenin müslümanların elinde olması, bir anda son bulmayan mahallî inanç ve geleneklerin yaşamasına engel teşkil etmemiş, bölgenin müslümanlaş-ması yavaş yavaş olmuştur.

756'da bağımsız Endülüs Emevî Devleti'nin kurulmasından sonra Kuzey Af­rika'da bağımsızlık hareketleri başladı ve bölgede müstakil bazı İslâmî yöne­timler doğdu. Burada Önce Haricî hane­danlar ortaya çıktı. Cezayir'in batısında hüküm süren Rüstemîler (777-909) ile Sicilmâse'de ortaya çıkan Midrârîler (772-977), Hâricî-İbâzî inanışına mensup hanedanlar idi. İbâzîler'in merkezi hali­ne gelen Tâhert'e servet edinmek ve Haricî düşüncesine bağlılık gayesiyle İran'dan ve başka yerlerden pek çok ki­şi gelmiştir. Bugünkü Fas'ın bulunduğu bölgede hükümran olan İdrîsîler (788-985) Abbâsîler'e bağlı kaldılar. IX. yüzyılda bugünkü Tunus'ta kurulan Ağlebîler de (800-909) şeklen bile olsa Bağdat'a bağlı kalıp bir asır parlak bir devlet olarak yaşadılar. Ağlebîler'in ye­rini alan Fâtımîler (909-1171), Şiî olduk­ları halde bölgedeki Sünnî halka hü­kümran oldular. IX. yüzyılın ortalarına kadar Tunus'ta hüküm süren Fâtımîler, Kahire'ye yerleştikten sonra iyice güç­lenerek bütün Kuzey Afrika'yı, Mısırın güneyini, Arap yarımadasını. Filistin ve Suriye'yi içine alan bir imparatorluk kurdular. X. yüzyılın son çeyreğinden XII. yüzyılın ortalarına kadar Tunus, Ce­zayir, Fas ve Sicilya'da hüküm süren Zîrîler (972-1148), Şiî olmalarına rağmen Fâtımîler'den ayrı bir hanedan idiler. Zîrfler'in bir kolu olan Hammûdîler (1040-10581, Cezayir'i Zîrîler'den alarak bir emirlik şekline getirdiler. XI. yüzyılın ortalarından XII. yüzyılın ortalarına ka­dar Kuzey Afrika'da hükümran olan Murâbıtlar (1056-1147) ise bölgede İs­lâm birliğini yeniden kurmaya çalışarak Kuzey Afrika, Endülüs, Batı ve Orta Af­rika'yı içine alan bir imparatorluk kur­mayı başardılar. Sünnî inanışa bağlı Murabıtlar'in başşehri Merakeş idi. Murâbıt veliahtları “Nâib” unvanıyla müs­lüman İspanya'da genel vali olarak gö­rev yaptılar. Ayrıca Murâbıtlar'ın Kara Afrika'nın (Zenci Afrika, Batı ve Orta Afri­ka) müslümanlaşmasında büyük tesir­leri görüldü. Bölgede Murabıtlar'm ha­lefi Fas, Cezayir, Tunus ve Güney İspan­ya'da hüküm süren Muvahhidîler (1130-1269) oldu. Sünnî olan bu hanedanın başşehri de Merakeş idi.

Daha sonra Kuzey Afrika XIII. yüzyılda Hafsîler (1228-1574), Abdülvâdîler (Zeyyânîler) (1235-1550) ve Merînîler (1195-1470) arasında paylaşıldı. Üç asır kadar Kuzey Afrika'da hüküm süren bu hane­danlar bölgede İslâm medeniyetinin ge­lişmesinde, şehirlerin imar ve iskânında Önemli rol oynadılar. XVI. yüzyılın orta­larından sonra Kuzey Afrika'da hâkimi­yet Osmanlılar'ın eline geçti.

İslâm dünyasında erken dönemde başlayan siyasî kargaşalıklar sebebiyle ortaya çıkan bazı aşırı siyasî-dinî akımlar, iktidar merkezlerinde yaşama im­kânı bulamadıklarından başşehirden uzak bölgelere kaymış ve bu arada Kuzey Afrika Hâricîler'le İbâzîler'in ve Şiîler'in sığındıkları bir yer haline gelmiş­tir. Bölgede Hâricîlik uzun zaman yaşa­mışsa da zamanla Sünnîlik içerisinde eriyip gitmiştir. Fâtımîler zamanında bölgeye yayılan Şiîliğin de geniş bir et­kisi olmamıştır. Esas itibarıyla Kuzey Afrika'da Mâlikî mezhebi yaygın olmak­la birlikte bölgenin Osmanlı hâkimiyeti­ne girmesinden sonra idarecilerin bu­lunduğu merkezlerde Hanefîlik de güçlenmiştir. Fransa'nın Kuzey Afrika'yı iş­gal etmesinden sonra ise bölgede Hıris­tiyanlığın etkisini artırmak için büyük gayret gösterilmiş, fakat bütün çabala­ra rağmen halk İslâm'ı bırakıp Hıristi­yanlığa geçmemiştir. Uzun yıllar Fran­sa'nın sömürgesi olarak kalan Mağrib'de halk dinî bakımdan muhafaza­kâr, reformist ve modernist eğitimlere sahip gruplar halindedir. Özellikle Batı'da yetişenler laik ve reformist düşün­ceyi temsil ederken halkın büyük çoğun­luğu mukafazakârdır. Son yıllarda Batı etkisine ve laik uygulamalara karşı üm­metçi-siyasî hareketlerin geliştiği göz­lenmektedir. 98



b- Batı ve Orta Afrika'da İslâmiyet.

At­las Okyanusu kıyısındaki Senegal'den Habeşistan'a kadar uzanan Büyük Sah-ra'nın güneyindeki, müslüman coğraf­yacıların Sudan (Bilâdü's-Sûdân) adını verdikleri bölgenin batı ve orta kısım­ları, Batı Afrika'yı meydana getirmek­tedir. Kuzey Afrika'daki önemli mer­kezlerden Sudan'a inen ve Sahra'yı do­ğudan batıya geçen eski ticaret yolla­rı, Batı Afrika'nın müslümanlaşmasın­da çok önemli rol oynamıştır. İslâm'­ın Afrika'ya girişinde. Kuzey Afrika'nın müslüman Araplar tarafından fethedi­lerek İslâmiyet'in burada yayılması bi­rinci safha, müslüman tüccarların Su­dan'a inmeleri ve İslâm'ı bu bölgeye ge­tirmeleri de ikinci safha olarak kabul edilebilir. İslâm'ın bu bölgeye yayılma­sında yardımcı olan önemli ticaret yol­ları durumundaki Sicilmâse'den Takhara'ya kadar uzanıp Gana İmparatorlu-ğu'na ve yine Sicitmâse'den Tuat, Gao ve Tinbüktü'ye giden yollarla Nijerya'yı Bornu, Fas. Trablusgarp'a ve yine Nijer­ya'yı Hevsâ, Gât, Gadâmes ve Tunus'a bağlayan yollar sayılabilir. Ayrıca Mısır'­dan Fizan. Gât ve Tadmeka'ya uğraya­rak Tinbüktü'ye varan bir başka önemli ticaret yolu daha bulunuyordu.

Ticaret amacıyla Sahra'dan geçip Batı ve Orta Sudan'a gelen müslüman tüc­carlar, bölgeye İslâm'ı getiren ilk öncü­ler oldular. VII. ve VIII. yüzyıllarda tica­ret yolları üzerinde bulunan şehirlerde, bazısı dışarıdan ticaret maksadıyla bu­raya gelip yerleşen, bazısı da İslâm'a giren yerlilerden oluşan müslüman ma­halleler doğdu. Bu asırlarda Gap, Tinbüktü, Fizan, Takeda, Sicilmâse, Gât gi­bi ticaret şehirlerinin sosyal yapısını yerli ve dışarıdan gelen müslümanlarla mahallî dinlere mensup olanlar meyda­na getiriyordu. Bu şehirler müslümanların sayısının kısa zamanda artması ile önemli ilim ve kültür merkezleri haline geldi; Gao ve Tinbüktü en önemli İslâm merkezleri olarak gelişti. Ticaret yollan üzerinde bulunan şehirlerde müslüman tüccarların etkisi ile İslâm'a girenler ge­nellikle toplumun ileri gelen şefleri, zen­ginleri ve yöneticileri idi. Eşrafın İslâm'a girişi halk üzerinde olumlu etki yapıp onların da yöneticileri takip etmelerine sebep olmuşsa da şehir merkezlerin­den uzak yerlerde yaşayan halk arasın­da mahallî putperest inançlar günümü­ze kadar varlığını korumuştur.

Batı ve Orta Afrika'ya müslüman tüc­carların gelmelerinden sonra, XI. yüzyıl­da Senegal kıyılarından Batı Afrika'da güçlü bir devlet olan Gana İmparatorlu-ğu'na kadar içeriye doğru nüfuz eden Murâbıtlar ile daha sonraki asırlarda bölgeye yayılan çeşitli tarikat mensup­ları, İslâm dininin burada yayılmasını ve kökleşmesini sağladılar. Murâbıtlar Devleti'nin kurucusu Abdullah b. Yasin (ö. 1059), Senegal bölgesine inerek burada bir ribât inşa ettirdi ve İslâm dinini bu bölgede yaşayan Lemtûne kabilesi ara­sında yaymaya çalıştı. Onun mücadeleleri sonunda İslâmiyet Senegal-Nijerya yöresinde iyice yerleşmiş ve Gana İm­paratorluğu üzerinde hâkimiyet kur­muştur. Batı Sudan bölgesinin her ta­rafına dağılan Murâbıttar'la merkezî şe­hirlerdeki medrese ve zaviyelerde yeti­şen tarikat şeyhleri, İslâmiyet'i uzak köy ve şehirlere kadar götürüp yayma­ya çalışmışlardır.

XI. yüzyılda Murâbıtlar'ın nüfuz saha­sına giren Gana'da camilerin bulundu­ğu, devletin özellikle maliye, dış ilişkiler ve tercüme hizmetlerinde müslüman memurlara yer verildiği bilinmektedir. XII. yüzyıldan itibaren bugünkü Sene­gal, Gambia, Burkina Faso, Orta Nijer havzası ile Cad gölü çevresini içine alan Batı ve Orta Sudan'da çeşitli müslüman devletler kuruldu. Bunlardan XIII. yüz­yılda Gana İmparatorluğunun kalıntıla­rı üzerinde yükselen Mali, kısa zamanda yukarı Nijer vadisi ile Gana bölgesini ve bu bölgedeki ticaret yollarını deneti­mine aldı. Mısır ve Endülüs'ten gelerek Mali'ye yerleşen pek çok müslüman İs­lâmiyet'in bu bölgeye yayılmasında önemli rol oynamıştır. Mali Devleti'nin başında bulunanlar, özellikle hac mev­simlerinde Mekke'ye giderek İslâm dünyası ile münasebetlerini geliştirme­ye çalıştılar. Devlet en güçlü dönemini yaşadığı XIV. yüzyılda Sultan (Mense) Mûsâ (1312-1337), Fas ve Mısır'la müna­sebet kurdu ve 1325'te hac dönüşü pek çok âlimi ülkesine getirdi. Getirdiği mimarlara ilk defa pişirilmiş tuğladan beş cami inşa ettirdi. Sultan Süleyman döneminde (1341-1360) Mali'yi ziyaret eden İbn Battûta'nın anlattığı ülkenin refahı ve kültürel zenginliği, Sultan Musa'nın çalışmalarının ürünüdür. Mali'nin sınırlan içinde bulunan Tinbüktü, bu dönemin en önemli İslâm ilim ve kültür merkezi haline geldi.

İslâmiyet Orta Nijer'deki Gao şehri çevresinde kurulmuş bulunan Songay Devletine XI. yüzyılda girmiş olmakla birlikte uzun zaman büyük bir gelişme gösteremedi. Sınırları genişleterek Tin­büktü ve Cenne gibi önemli kültür mer­kezlerini hâkimiyeti altına alan Sünnî Ali'nin (1464-1492) müslüman adı taşı­masına rağmen, İslâmî kurallarla gele­neksel putperest inançlarını bağdaştır­maya yönelik politikası İslâm'ın geliş­mesine mâni oldu ve İslâm bilginleri açıkça ona karşı tavır aldılar. Songay Devleti'nde İslâm'ın asıl gelişmesi, XV. ve XVI. yüzyıllarda hüküm süren Askiya hanedanından Muhammed Türe (1493-1528) zamanında olmuştur. Hacca gitmeyi teşvik eden Muhammed Türe, ül­kesinde İslâmî okulları arttırdı ve ülkeyi İslâmî eserlerle imar etti. Böylece ilim ve kültür alanında büyük bir gelişme sağlandı. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Faslılar Songay'ı ele geçirerek bu devle­te son verdiler.

XI. yüzyılda Murâbıtlar hareketinin tesiriyle Batı Sudan bölgesinde İslâmi­yet'i ilk kabul eden halk. Senegal'in alçak ovalarında yaşayan zenci Tekrûrlar'dir. İslâm'ı kabul eden bölgenin ilk emîri 1042'de ölen Vâryâbi’dir. 99

Tekrûrlar'ın yaşadığı bölgenin güne­yinde Futa Calon'da yaşayan Mandingo kabilesine de İslâm erken dönemlerde nüfuz etmiş, ancak sadece toplumun ileri gelenleri arasında benimsenerek halkın büyük bir kısmı tabiat kuvvetlerine ve çeşitli tanrılara tapmaya devam etmiştir. XIII. yüzyılda, bu kabilenin kurduğu devletin yöneticilerinin müs­lüman oldukları bilinmektedir. Mandin­go Devleti XV. yüzyılda çevresindeki Songay, Musi, Tuareg ve Tekrûr krallık­larının hücumları sonucunda yıkıldı.



Çad gölü çevresini içine alan Orta Su­dan'a da İslâmiyet ilk defa XI. yüzyılda girdi ve bölgenin en önemli merkezi olan Kanem'de Kral Hümay-Cilmi'nin (1085-1097) ihtida etmesiyle gelişme gösterdi. Mali'den buraya gelen bazı müslümanlar şehrin daha yoğun biçim­de İslâmlaşmasına katkıda bulundular ve burada bir müslüman şehir devleti kuruldu. Emevî hanedanına mensup bazı kişilerin de yerleştikleri bilinen Ka-nem'in Trablusgarp'tan gelen ticaret yolu üzerinde bulunması, sultanlığın sosyal ve iktisadî hayatını önemli şekil­de etkilemiştir. Burada da sultan ve eş­rafın Müslümanlığı benimsemiş olması­na rağmen halk mahallî İnanışlara sa­hip kalmıştır. Kanem Sultanlığı'nın yer­li Maylar tarafından yıkılması üzerine XIV. yüzyılda müslümanlar başşehirleri­ni Bornu'ya taşıdılar ve Ali Gazi, burayı müreffeh bir şehir haline getirdi. XIX. yüzyılın başlarına kadar Orta Sudan'da bir İslâm sultanlığı olarak yaşayan Kanem-Bomu. Fülânîler tarafından yıkıldı. Kanem-Bornu Sultanlığı'nın batısında bulunan Kano'ya İslâmiyet XIV. yüzyılda girmiş ve kısa zamanda gelişmiştir. Bu­rada özellikle Muhammed Rumfa (1463-1499) zamanında bilginler ve tüccarlar artmış, devletler arası ticaretin geliş­mesi ve Kano'nun bir ilim merkezi ol­ması için çalışılmıştır.

Batı Afrika'da İslâmiyet, Murâbıtlar hareketinden sonra en önemli gelişme­sini XVIII. ve XIX. yüzyıllarda gerçekleş­tirmiştir. Bu gelişme, Tekrûrlar'm Futa Calon'da dinî bir devlet kurmalarıyla başladı (1720) ve o zamana kadar put­perest kalmış olan Fulbeler'e karşı za­fer kazanılması sonunda Futa Toru'da da benzer bir İslâm devletinin kurulma­sıyla devam etti (1776). XI. yüzyıldan bu yana müslüman kalan Tekrûrlar, XVIII. yüzyılda putperest Pöller'in hâkimiyeti altına girmişlerse de dinî inançlarını ko­rumuş ve kısa zamanda esaretten kur­tulmuşlardır. 1776'da Pöller'in hâkimi­yetine son veren Süleyman Bal, yeniden Tekrûr İslâm Devleti'ni kurdu. Bu dev­let “Almami” denilen ve eşrafın seçtiği dinî-siyasî bir başkan tarafından idare ediliyordu. Tekrûrlu el-Hâc Ömer (ö. 1864), İslâmî kurallara göre İşleyen dev­leti güçlendirdi İse de Fransa'nın sömür­geci ilerlemesi karşısında yıkılmaktan kurtulamadı (1893) Yukarı Senegal ve günümüzdeki Burkina Faso'nun bulun­duğu bölgede Mandingolar'dan Samori Ture'nin cihadı ve siyasî faaliyetleri XIX. yüzyılda İslâm'ın güçlenmesine katkıda bulundu. Bölgede siyasî birliğin kurul­ması ve sömürgeciliğe karşı verilen sa­vaşta büyük gayretleri olan Samori Tu­re'nin kurduğu devlet de Fransızlar ta­rafından yıkıldı. İslâmiyet bugünkü Ni­jerya'nın kuzeyinde yaşayan Hevsâlar'a ise XIV. yüzyılın sonlarına doğru Nijer ve Bornu havalisinden gelen tüccarlar vasıtasıyla ulaştı. Gine ile Kahire arasın­daki ticarette oldukça faal bir yer olan Hevsâ'ya Mısır ve Cezayir'den gelip yer­leşen müslümanlar. İslâmiyet'in bu bölgeye yayılmasında önemli rol oynadılar, özellikle XV. yüzyılın ortalarında Ceza­yir'den gelen Muhammed b. Abdülkerîm b. Mahmud el-Magîlfnin bölgenin İslâmlaşmasındaki rolü büyüktür. XV. yüzyıldan itibaren Kano ve Katsina ilim ve kültür merkezleri oldu. Cenne ve Tinbüktülü İslâm âlimleri buradaki şe­hirlerde ders veriyorlardı. Bununla bir­likte Hevsâlar'da İslâmiyet iyice yayıl­mış değildi. XIX. yüzyılda Fülânî kabile­sinden olan Osman b. Fûdfnin (ö. 18171 putperestlere karşı başlattığı cihad ha­reketi kısa zamanda olumlu sonuç ver­di ve Hevsâlar'ın çoğu İslâm'a girdi. Âlim bir kişinin oğlu olan Osman b. Fûdî. bu tarihe kadar putperest kalan Hevsâ'nın batısındaki Sokoto bölgesinin İslâm'a girmesinde büyük gayret gös­terdi. Ayrıca Hevsâlar'ın kurdukları Zaria, Kano ve Katsina gibi şehir devletleri de Osman b. Fûdrnin Fülânî Devleti'nin sınırlan içinde yer aldılar. Osman b. Fûdî Tinbüktü'den Hevsâ'ya kadar ge­niş bir bölgeye hâkim olan Fülânî İslâm Devleti'ni kardeşi Abdullahi (Abdullah b. Muhammed) ile oğlu Muhammed Bello arasında paylaştırdı. Babasının ölümün­den sonra, Muhammed Bello, bölgeyi hâkimiyetine alarak kurduğu Sokoto Devleti (1871), Batı Afrika'da XIX. yüzyıl­da kısa zamanda genişleyerek bölgenin en güçlü devleti oldu. Bu İslâm devle­ti İngiltere'nin Nijerya'yı ele geçirdiği 1900 yılına kadar ayakta kalmayı ba­şarmıştır. Bugünkü Gana ve Fildişi Sahili'nin bulunduğu bölgedeki Aganti ül­kesi de XVIII. yüzyılda müslüman cema­atlerin buluşma yeri haline geldi. Bura­ya İslâmiyet'i özellikle Hevsâlı müslü­man tüccarlar getirip yaydılar. Müslü­manların burada tesis ettikleri okullar, İslâm kültürünün yerleşmesinde etkili oldu. Fülânî, Mandingo ve Hevsâ kabile­lerine mensup ve genellikle ticaretle meşgul olan müslümanlar buraya gelip yerleşerek İslâm dininin güçlenmesine katkıda bulundular.

Kuzey ve Siyah Afrika'da İslâm dini­nin kısa zamanda yayılmasını sağlayan bazı faktörler vardır. Özellikle Siyah Af­rika'da İslâm'ın yayılmasında ticaret yollan etkili olmuştur. Bu yollar üzerin­de bulunan şehirlerde kısa zamanda teşekkül eden müslüman cemaatler, yerli yöneticiler ve ileri gelenler üzerin­de müessir olmuş, bunun sonucunda İslâmiyet öncelikle şehirlerde yayılmış, merkezi yerlerden uzak bölgelerde ise geleneksel inançlar yaşamaya devam etmiştir. İslâmiyet'in Siyah Afrika'da hızla yayılmasının bir diğer sebebi de İslâm dininin yapısından kaynaklanmak­tadır. İslâmiyet'in bu insanlara yeni ba­kış açıları kazandırması, toplumun yeni­den toparlanmasına imkân vermesi, di­ğer inanç sistemlerinden üstün olması ve İslâm'a girişin sade, formalitesiz oluşu gibi özellikler bu yayılmada rol oyna­mıştır. Hem Kuzey Afrika'da hem de Siyah Afrika'da İslâm'ın yayılışında en önemli rolü tüccarlar, toplumun ileri gelenleri, buralara yerleşen müslüman muhacirler ve çeşitti tarikat mensupları oynamıştır. XI. yüzyılda Batı Afrika'ya İslâmiyet'in nüfuz etmesinde büyük et­kisi olan Murâbıtlar'ın dışında XV. yüzyıldan itibaren de Kâdiriyye tarikatı büyük rol oynadı. XII. yüzyılın sonlarına doğru Fas'a ulaşmış olan Kâdiriyye tari­katı kısa zamanda nüfuz alanını geniş­leterek Batı ve Orta Sudan'da İslâmi­yet'in yayılmasını hızlandıran temel un­sur oldu. Tarikata mensup şeyhler ve müridler gittikleri yerlerde putperest yerlileri İslâm dinine çağırdılar ve onla­ra İslâmiyet'i sevdirdiler. Ayrıca Ceza­yir'in Fransızlar tarafından işgali sıra­sında yürütülen mücadelede Kâdiriyye tarikatı siyasî bir görev de yüklenmiş­tir.

XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Ticânî (ö. 1915) tarafından Fas'ta kurulan Ticâniyye tarikatının bilhassa Mağrib'de büyük etkisi oldu. Bu tarikat mevcut yönetime itaat etmeyi savunması sebe­biyle işgalci-sömürgeci yönetimler nezdinde de gayet iyi bir mevkie sahipti. Bu sebeple Ticâniyye bilhassa Fransız sömürgelerinde yayılarak halkın İslâm'a girmelerinde etkili olmuştur. XIX. yüzyı­lın başlarında Fas'ta kurulan Derkâviy-ye ve Medeniyye tarikatlannın yanı sıra Büyük Sahra'da geniş nüfuza sahip Senûsîliğin şeklen müslüman olanların ve putperestlerin İslâm'a girmelerinde gör­düğü hizmet büyüktür. Merkezi Cag-bub'da iken, Sultan Abdülmecid'den vergi muafiyeti ve taraftarlarından öşür toplama yetkisini alan Senûsîlik, Libya ile Cad arasındaki bölgede gelişme gös­termiştir. Şehirlerde tutunması sınırlı kalmakla birlikte Sahra kabileleri ara­sında hızla yayılmış ve XIX. yüzyılın son­larına doğru bölgenin büyük bölümünü etkisi altına almıştır. Merkezi Cagbub'dan Kufra'ya taşındıktan sonra Senûsî­lik, sömürgeciliğe karşı verilen mücade­lede de çok önemli hizmetler görmüş­tür. Ayrıca XIX. yüzyılda Batı ve Orta Af­rika'nın muhtelif bölgelerinde görülen çeşitli cihad hareketlerinin putperestle­rin İslâm'a girmelerinde ve bölgede İs­lâm devletlerinin kurulmasında büyük etkisi olmuştur.

Bunların yanında sömürgecilik hare­ketleri de Siyah Afrika'da İslâm'ın yayıl­masını ve güçlenmesini hızlandırmıştır. Sömürge yönetimleri döneminde gele­neksel kültür ve inanç sistemlerinin ge­rilemesi, yaşlılara olan bağlılığın azal­ması ve sosyal yapıdaki değişmeler İs­lâm'ın yayılmasını kolaylaştırmış, Afri­kalılar için İslâm bir sığınak ve yeni bir şahsiyet bulma vesilesi olmuştur.



Bugün Nijerya, Mali, Çad, Nıjer, Sene­gal ve Gambia gibi Batı Afrika ülkele­rinde nüfusun çoğu müslümandır ve buralarda Kâdiriyye ve Ticâniyye tari­katlarının nüfuzu büyüktür. Buna karşı­lık Gana, Sierra Leone, Fildişi Sahili. Be­nin Cumhuriyeti ve Burkina Faso'da ise müslümanlar azınlıktadır ve buralarda da İslâm dışı hareketlerden biri olan ve Müslümanlık'la Hıristiyanlığı bütünleş­tirmeye çalışan Hindistan kökenli Kâdı-yânîlik yaygın olup propagandaya yöne­lik güçlü yayın araçlarına ve özel kolej­lere sahiptir. 100

Bibliyografya



1- J. P. Rony. L'İslam en Occident: Europe-Afrique, Paris 1959.

2- J. D. Fage, A Histoıy of West Africa, Cambridge 1972.

3- J. D. Fage, M. Verity, An Atlas of African History, London 1982.

4- H. Deschamps. Les Religions de l'Afrique Noire, Paris 1977.

5- Charles-Andre Julien. Histoire de lAfriquc du Nord: Tunisie-Algerie-Maroc, Pa­ris 1980.

6- V. Monteil, L'lslam Noir, Paris 1980.

7- V. Monteil, “L'lslam Africain”, Encyclopedia de la Pleidde Ethnoiogie Regionelet (nşr J-an Poirierl, Paris 1972.

8- C. Mc-Evedy. The Penguin Atlas of African History, London 1980.

9- T. W. Arnold, İntişârı İslâm Tarihi (trc. Hasan Gündüzer), İstanbul 1982.

10- M. Hiskette, The Deuelop-ment of İslam in West Africa, London 1984.

11- Peder B. Clarke, West Africa and İslam, Lon­don 1984.

12- J. Spencer Trimingham. A History of İslam in West Africa, Oxford 1985.

13- P. Balta. L'lslam dans le Monde, Paris 1986.

14- Jamil M. Abun-Nasr, A History of the Maghrib in the Islamic Period, Cambridge 1987.

15- ismael Hamet, “La Civilization Arabe en Afrique Centrale", RMM, XIV/ 1.

16- Najor C. Bratihwaite Wallis. “The Influance of islam on African Native Law I-II”, The Müslim World, Xl/2, New York 1921.

17- XI/3 (1927).

18- Joseph J. Cooksey, “İslam in North Africa”, a.e., XXIV/4 (1934).

19- R. Le Tourneau. “L'lslam Nord-African”, Annaies de l'lnstitu-te d'Etudes Orientales, XV, Alger 1957.

20- W. Montgomery Watt. “Some Problems Before West African islâm”, The Islamic Quarterty, İV/1, London 1957.

21- E. G. ParrinrJer, “İslam and West African Indigenous Religion”, Numen, VI, Leiden 1959.

22- Ünver Günay, “Zenci Afrika'da İslâmiyet'in Yayılışının Belli Başlı Safhala­rı”, İslâmî İlimler Fakültesi, Prof. Dr. M. Tayyîb Okiç Armağanı, Ankara 1978.

23- Ünver Günay, “Zenci Afrika'da İslâmiyet'in Yayılışı­nın Temel Etkenleri”, islâmî İlimler Fakültesi Dergisi, sy. 4, Ankara 1980.

24- A. Rahman 1. Doi, “M-slim Minorities in West Africa I-ll-IU”, The Müslim World League Journal, VIII/8, Makkah 1981.

25- Vlll/9 (1981).

26- VIII/10 (1981).

27- A. Rahman 1. Doi, “The planting and diffusion of islam in Africa-South of the Sahara”, Proceeding of the First Islamic Geographical Conference, Riyad 1984.

28- William F. S. Miles. “İs­lam and Development in the Western Sahel”.

29- Engine or Brake, Journal Institute of Müslim Minority Affairs, VII/2, London 3986.

30- Maurice Delafosse. “Sudan”, İA, X, 772-776. 101

c- Doğu Afrika'da İslâmiyet.

İslâmi­yet'in Doğu Afrika'da yayılışı, kıtanın Kızıldeniz ve Hint Okyanusu sahilleri bo­yunca ticarî münasebetler ve bu yörelere yapılan göçlerle denizden, Mısır'ın fethini müteakip Nil vadisi boyunca gi­rişilen fetih hareketleri, ticarî faaliyet­ler ve yeni göçlerle de karadan olmak üzere başlıca iki yolla olmuştur. 102



Sahil Kesiminde Yayılışı.

Arapların Doğu Afrika ile ticarî münasebetleri İs­lâm'ın doğuşundan çok önceki tarihlere uzanmaktadır. Müslümanların Afrika ile ilk münasebetleri İse Habeşistan hic­retleri sırasında meydana geldi. Mekke müşriklerinin İslâmiyet'i kabul edenlere uyguladıkları baskı ve zulmün artması üzerine Hz. Peygamber'in izniyle bir grup müslüman Habeşistan'a hicret et­ti; daha sonra da ikinci hicret gerçek­leşti. Hicrî altıncı yılda Hz. Peygamber komşu bazı ülkelerin hükümdarları gibi Habeş Kralı Necâşî'ye de bir mektup göndererek onu İslâm'a davet etti. Necâşi’nin bu mektuba müsbet cevap ver­diği bilinmektedir. Habeşistan'a hicret eden müslümanlar da Hayber'in fethi­ne kadar (7/628) orada kaldılar.

Arapların Doğu Afrika sahilleri bo­yunca eskiden kurdukları ticarî müna­sebetler. Arap yarımadasının tamamen İslâmiyet'i kabul etmesiyle daha da ge­lişti. Müslüman tüccarlar Doğu Afrika sahillerinde ve bu sahillere bakan ada­larda, yalnız sahil yerlileri ile değil kıta­nın iç taraflarından gelenlerle de müna­sebet kuruyorlar ve aynı zamanda Do­ğu ve Güney Asya ile Afrika sahilleri ve Mısır arasındaki ticaretin önemli bir hal­kasını oluşturuyorlardı. Hatta bazı li­manlarda kıtanın iç bölgeleriyle irtibat sadece müslüman tacirler vasıtasıyla sağlanabiliyordu.

Hz. Peygamberden sonra Hulefâ’yi Râşidîn devrinde ticaret yollarının em­niyeti konusuna verilen önem. Afrika ile münasebetlerin gelişmesinde büyük rol oynadı. Emevî ve Abbasî devirlerinde devletin sınırlarının genişlemesi, refah ve servetin artması, ticarî münasebet­leri daha da geliştirdi. Fildişi, altın ve diğer madenleri temin maksadıyla Hint Okyanusu'na açılarak Afrika sahilleri boyunca ilerleyen ve gittikçe güçlene­rek bu bölgelerde ticareti kontrol altı­na alan müslüman tüccarlar daha hicrî ikinci asırda Rodezya'nın kuzeyindeki altın kaynaklarına ulaşmayı ve Zimbab-ve'den hayvan sırtında demir gibi bazı madenleri getirmeyi başardılar.

Emevîler devrinden başlamak üzere kabile, aile ve dinî cemaatler arasında görülen mücadele ve çatışmalar sonucu zaman zaman bazı gruplar, hükümdar­ların ve rakiplerinin sultasından uzak buldukları Doğu Afrika sahillerine ve özellikle Habeşistan'a toplu halde hic­ret ettiler. Bunların ilki 65 (684) yılında Haccâc'ın yönetiminden rahatsız olarak Şam yöresinden ayrılan bir grupla aynı yıl Abdülmelik b. Mervân'ın gönderdiği ordudan kaçarak Afrika sahillerine göç eden Uman İbâzîleri'dir. Yine Abdülme­lik b. Mervân zamanında, daha önce Hz. Ömer devrinde de bir defa yapıldığı gi­bi. Kızıldeniz'de gemilerin rahatça do­laşmasını sağlamak üzere Habeş kor­sanlarının üzerine bir ordu gönderilerek barınakları olan Dehlek adası ele geçi­rildi (702). Bu, aynı zamanda Doğu Afri­ka sahillerinde gerçekleştirilen ilk fetih­tir ve bu fetihten sonra müsiüman ta­cirler Dehlek adası ve Massava Limanı yoluyla Habeşistan içlerine kolayca nü­fuz etme imkânı bulmuşlardır. Abdül­melik b. Mervân zamanında Afrika'ya göç eden müslümanlar Hint Okyanusu'nun bugünkü Kenya ve Tanzanya kıyılarındaki liman ve adalarda Lamu, Pate. Malindi, Mombasa ve Zengibar gibi şe­hirleri kurdular. Hişâm b. Abdülmelik zamanındaki Şîa isyanları sırasında çı­kan bir savaşta Zeyd b. Ali'nin öldürül­mesi üzerine göç eden taraftarları, So­mali kıyılarındaki Benâdir bölgesine yer­leştiler (740). Bu Zeydî Şiîler'den bazıları Abbasî devrinin başlarında da daha güneydeki Pemba adasına göçtüler. İslâ­miyet'ten önce Araplar'ın ticarî müna­sebet kurmuş bulundukları Komor ada­ları ve Madagaskar'a da İslâmiyet hicri birinci asırda girdi.

Abbasîler zamanında Karmatîler'in çı­kardıkları iç karışıklıklarda. Ahsa hü­kümdarının baskısından kaçan büyük bir grup Somali sahillerine hicret ede­rek orada bugünkü Somali'nin başşehri olan Makdişu (Mogadişu) şehrini kurdu­lar (907) Bu bölgenin daha önceki sa­kinleri olan Zeydîler bu Sünnî grupla imtizaç edemeyerek daha güneye ve iç bölgelere çekilip karşılıklı evlenmeler yo­luyla yerli halka karışarak Arap ve Zenci karışımı bir topluluk meydana getirdi­ler. Bunlara muhtemelen Ümmet-i Zeydiyye'den muharref olarak Emüzeydiç denildi. Ahsâ'dan göç eden Araplar da­ha sonra Brava ve Merka gibi bazı şe­hirleri kurdular.

X. yüzyılın ortalarında Şiraz hüküm­darı, annesinin Habeş asıllı olması se­bebiyle diğer kardeşleri tarafından aşağılayıcı bir muameleye mâruz kalması üzerine, aile ve tebaasından bir grupla birlikte Hürmüz adasından hareketle Afrika sahillerine yöneldi. Kendileri Şiî olduklarından Makdişu Limanı'na uğramayarak daha güneylere indiler ve bu­günkü Tanzanya kıyılarında bulunan Kilve şehrini kurdular. Burada zamanla güçlü bir devlet meydana getiren Şîrâ-zîler'in hâkimiyeti altındaki topraklar kuzeyde Zengibar ve Pemba adasına, güneyde Süfâle'ye (Sofala) kadar uzan­maktaydı. Bunlar XVI. yüzyılın başların­da Portekizliler'in gelişine kadar hâkimiyetlerini sürdürdüler. Kilve ve Zengi­bar havalisi, XVII. yüzyılın sonlarına doğ­ru Maskat (Uman) sultanları tarafından Portekizliler'den geri alınarak tekrar müslümanların hâkimiyetine sokuldu. Portekizliler bölgeye geldiğinde Kilve'de 500'den fazla cami bulunuyordu.

XII. yüzyılın başlarında Uman'da Nebhânîler Devleti'nin yıkılışından sonra, hü­kümdar Süleyman b. Süleyman'ın mai­yetinde büyük bir grup Afrika'ya hicret ederek bugünkü Kenya kıyılarında yer alan Pate adasına vardılar. Adanın Arap ve İran asıllı sakinlerince iyi karşılanan Nebhânîler daha sonra yönetimi elleri­ne alarak XIX. yüyıla kadar hâkimiyetle­rini sürdürdüler.

Sahil boyunca teşekkül eden müslü­man sultanlıklar zamanla ticarî faali­yetlerini arttırarak özellikle altın ve fildişi temini maksadıyla Rodezya ve bu­günkü Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ku­zeydoğu taraflarından kıtanın içlerine nüfuz ettiler. Mozambik'in Güney Afri­ka Cumhuriyeti sınırına yakın bir yerde bulunan Süfâle XVI. yüzyılda bölgenin en önemli altın ihraç limanıydı. Afrika'­nın Hint Okyanusu sahilinde kuzeyde genel olarak Araplar, güneyde ise İran asıllılar hâkimdiler. Kıyı boyunca ve özel­likle Zengibar ve Kilve havalisinde mu­hacirlerle yerli halkın kaynaşmasından Sevâhilî (sahilliler. kıyıda yaşayanlar) de­nilen karma bir halk oluştu. Bunlar aynı adı taşıyan ve Bantu dili ile Arapça'nın karışımı olan bir dil konuşuyorlardı. 103

İç Bölgelerde Yayılışı.

İslâmiyet'in Afri­ka kıtası ile karadan ilk münasebeti Hz. Ömer'in hilâfeti sırasında Amr b. Âs'm Mısır'ı fethetmesiyle (20/641) olmuş­tur. Bizans hâkimiyeti ve kilisenin halk üzerindeki baskısı Mısır'ın fethini ve İslâmiyet'in buranın yerli halkı olan Kip­tiler arasında yayılmasını kolaylaştırdı. Öyle ki Kıptîler'in çoğu daha fetih ta­mamlanmadan müslüman oldu ve sayı­lan gittikçe arttı. Bu yüzden Hz. Osman zamanında (643-655) Mısır'dan elde edi­len haraç on iki milyon dinar iken Muâviye zamanında (661-679) bu miktar ye­di milyon dinara düştü. Ömer b. Abdülazîz devrinde (717-720) bu miktann son derece azalması üzerine, Mısır valisi bundan böyle müslüman olacak kimse­lerden cizye vergisinin düşürülmemesi-ni teklif ettiyse de halife Ömer b. Abdülazîz, “Allah Hz. Muhammed'i câbî (vergi toplayan) değil, dâî (doğru yola ça­ğıran) olarak göndermiştir” diyerek bu­nu reddetti.

Mısır'ın fethinden sonra müslüman­lar ülkenin güney sınırından gelebilecek muhtemel bir saldırıya karşı Nûbe'ye yöneldiler. Ukbe b. Nâfi'in Nûbe'ye dü­zenlediği sefer bir sonuç vermedi ve Nûbeliler'le bir anlaşma yapıldı (641). Daha sonra Mısır Valisi Abdullah b. Sa'd b. Ebû Şerh, Nûbe içlerinde Dongola'ya kadar vardı ve yine karşılıklı güven ve ticarî iş birliği esasına dayalı bir anlaş­ma yapıldı (651). Bu arada Kızıldeniz ile Nil arasındaki Becâ bölgesinde yaşayan halkın birçoğu İslâmiyet'i kabul etti. Da­ha sonraki yıllarda Mısır'da haraç âmili olan (723-734) Ubeydullah b. Habhâb Becâlılar'la bir anlaşma yaptı ve bunun ardından aralarında Cüheyne. Himyer ve Hevâzin gibi tanınmış kabile men­suplarının da bulunduğu birçok Arap Becâ ülkesine yerleşti. Bu yeni İskân hareketinden sonra İslâmiyet bölgede süratle yayıldı ve hicrî II. yüzyılın başla­rından İtibaren bazı Becâ hükümdarları da İslâm'a girmeye başladı.

Mısır ile Sudan arasına yerleşmiş bu­lunan Benî Rebîa kabilesi X. yüzyıldan itibaren Becâlılar'la münasebetlerini ge­liştirerek Allâki madenlerini kontrolleri altına aldılar. Bu asnn müslüman müel­lifleri Becâ bölgesindeki Sevâkin (Suakin) ve Ayzâb (Aidhab) gibi şehirlerde­ki parlak İslâmî hayatı tasvir etmekte­dirler. Selâhaddîn-i Eyyûbî zamanında Nûbelîler'in düşmanca bazı teşebbüs­leri sebebiyle Selâhaddin'in kardeşi Tu­ran Şah Aşağı Nûbe'yi istilâ etti (1173), fakat ülkeyi ilhak etmedi. Muhacir ve tacirler vasıtasıyla İslâmiyet giderek ge­lişme gösterirken Nûbe'de çok eski ta­rihlerde yerleşen Hıristiyanlık gittikçe zayıflamaya yüz tuttu ve İlk defa XIV. yüzyılda Nûbe'de müslüman sultanlık­lar görülmeye başladı. Bölgenin en bü­yük yerleşim merkezlerinden biri olan Dongola şehri hükümdarı İslâmiyet'i ka­bul etti ve Mısır halifesi adına hutbe okuttu.

Hz. Peygamber zamanında yapılan hicretlerden sonra asırlar boyunca müslümanlann Habeşistan'a nüfuzu son derece sınırlı olmuştur. Hz. Ömer devrinde Kureyş kabilesinin Benî Manzum kolu Habeşistan'a hicret etmişti. Bunların bugünkü Adisababa'nın bulunduğu yer­deki Süve (Shoa) bölgesinde müslüman bir sultanlık kurdukları (896) bilinmek­tedir. Bu tarihlerden itibaren müslümanlar Habeşistan'ın içlerine nüfuz et­meye başladı, güneyde Sİdâmâ ile ku­zeyde Tigre'ye yerleştiler. Daha iç taraf­larda bulunan Cuba (bugün Sudan'ın gü­neyindeki Juba) bölgesi İslâmiyet'i ka­bul etti. XII. yüzyılın başlarında Şüve hü­kümdarları burayı hâkimiyetleri altına aldılar ve İslâmiyet Şüve'nin doğusunda yayılmaya başladı. XIII. asırda Şüve'nin doğusunda sahilde Zeyla'a varan böl­gede Evfât Sultanlığı kuruldu. XVI. yüz­yılın ilk yansında Harar Emîri Ahmed Gran Habeşistan'ı kuzey sınırlarına kadar istilâ etti. Bu istilânın müslümanların Ülke içlerine nüfuzu ve İslâmiyet'­in yayılmasına büyük tesiri oldu. Daha sonra Portekizliler'in yardımıyla müslümanlar mağlûp edilmekle birlikte, hıristiyan kiliselerinin rekabeti ve hıristiyan din adamlarının içine düştükleri ahlâkî çöküntü karşısında İslâmiyet yayılmaya devam etti. Habeşistan toprakların­da muhtelif dönemlerde ortaya çıkan müslüman sultanlıklar, Habeşistan Hı­ristiyan Krallığı'na zaman zaman ver­gi ödemek zorunda kalmalarına rağ­men hükümranlıklarını sürdürerek İs­lâmiyet'i yaymaya devam ettiler.

İslâmiyet Batı Sudan'a XI. yüzyılda gir­mekle birlikte Doğu Sudan'da (Mısır Su­danı) ancak XIV. yüzyılda Nûbe'de Don­gola Hıristiyan Krallığı'nın yıkılışından sonra geniş şekilde yayılmaya başladı. Fakat Dongola ile Alve'nin İslâm hâki­miyetine girmesine rağmen güneyde Habeşistan engeli sebebiyle Sennâr'dan öteye geçilemedi. Orta Sudan'da Kordofan, Dârfûr ve Bornu istikametinde ilerleme kaydedildi. XVI. yüzyılın başlarında Sennâr ve havalisinde kurulan Func İslâm Sultanlığı, XVIII. yüzyılın son­larına kadar hüküm sürdü. Bu sultanlık Sudan'da kurulan ilk İslâm devleti idi ve en parlak dönemi olan XVIII. yüzyılda sınırlan güneyde Fazugli, doğuda Kızıldeniz, kuzeyde Üçüncü Şelâle ve batıda Kordofan'a kadar uzanıyordu. Daha ön­celeri muhacir Araplar'ın gelip yerleş­tikleri Kordofan bölgesine İslâmiyet'in girişi erken tarihlerde vuku bulmuştu; Arapça konuşulan kuzey ve orta kısım­larda halkın hepsi müslüman olup gü­neyde ise İslâmiyet daha çok ticaret yol­lan boyunca yayılmışta. XIV. yüzyılda Tu­nus'tan ve doğudan gelip Dârfûr'a yer­leşen müslümanlar XVI. yüzyılda güçlü bir İslâm devleti kurdular. Mehmed Ali Paşa'nın Doğu Sudan'ı fethine kadar bölgenin en güçlü devleti olan Dârfûr'un sultanları Babıâli ile de münasebet kurmuşlar, Sultan Abdülmecid ve Sul­tan Abdülaziz'den hükümdarlıklarını ta­nıyan fermanlar almışlardır. Dârfûr'un batısında yer alan Vaday'da XVIII. yüz­yılın başlanndan itibaren İslâmiyet yer­li halk arasında yayılmaya başlamış ve bu sırada kurulan Vaday Sultanlığı XX. yüzyılın başlanna kadar hüküm sür­müştür.

Somali topraklarının Arabistan'a ya­kınlığı, burayı İslâm'ın ilk tebliğ faali­yeti alanlanndan biri haline getirmiştir. Ülkenin güney sahillerine müslüman muhacirler erken tarihlerde yerleştiler. İslâmiyet'in sahilde kolayca yayılmasına karşılık iç bölgelerin İslâmlaşması daha yavaş ve genellikle tarikatlar vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Ülkenin kuzeyinde Ha­beşistan'ın güney sınırlan boyunca XIV. yüzyıldan başlayarak kurulan Zeyla, Adal ve Harar gibi müslüman sultanlık­ların da Somali'de İslâmiyet'in yayılma­sında önemli tesirleri olmuştur.

Doğu Afrika'da İslâmiyet'in yayılışı temelde barışçı yollarla sağlanmıştır. Kı-zıldenlz ve Hint Okyanusu sahilleri bo­yunca çok eskilere varan ve İslâmî de­virde gittikçe gelişen ticarî münasebet­lerle çeşitli zamanlarda meydana gelen göçler Doğu Afrika'nın İslâmlaşması­na temel teşkil etmiştir. Gerek Mısır'­ın fethini müteakip güneyde Nûbe'ye doğru girişilen fetih hareketi, gerekse sahillerde ve daha sonraları iç bölgeler­de oluşan müslüman sultanlıkların yerli putperest ve hıristiyanlarla zaman za­man yaptıktan savaşlar, düşmanın mu­kavemetini kırmada faydalı olmuşsa da müslümanlann taraftar kazanması dai­ma barışçı yollardan sağlanmıştır. Sey­yahlar ve araştırmacıların verdikleri bil­giler, İslâmiyet'in Afrika'da zorlayıcı ted­birlerle değil tamamen barışçı yollarla yayıldığını açıkça göstermektedir.

Müslüman tacir ve tebliğcilerin gü­nün belli zamanlannda abdest alıp na­maz kılmaları, dua etmeleri, cuma ve bayram namazları, kurban kesme gibi ibadetleri yerlilerin dikkatini çekmiş, kendileriyle kurulan yakın ve samimi münasebetler, muhtaç ve kimsesizlere yapılan yardımlar güven telkin etmiş ve müslümanlarla kolayca kaynaşmalarını sağlamıştır. Bilgi, kültür ve ahlâk bakı­mından müslümanlann sahip olduklan üstünlük de onlara büyük bir itibar ka­zandırmıştır. Müslüman tacir ve muha­cirlerin yerli kadınlarla evlenerek onlar­la kaynaştıktan konusunda kaynaklar son derece açıktır. Bu da İslâm'ın yayılı­şını kolaylaştıran önemli hususlardan biridir. Müslüman tebliğcilerin sınıf far­kı gözetmemesi ve yerlilerin müslüman olur olmaz tebliğcilerle kendilerini eşit durumda görmelerine karşılık, hıristi­yan misyonerlerin kendilerini yerli halk­tan üstün görmeleri, yerli kadınlarla ev­lenmemeleri, İslâm'ın siyahların dini, Hıristiyanlığın da beyazların dini olduğu şeklinde bir kanaatin doğmasına yol açmıştır. Diğer taraftan İslâmiyet'i ka­bul etmekle parlak bir kültür ve me­deniyetin bir ferdi olma imtiyazını eide etme ve bütün İslâm ülkelerinde ser­bestçe dolaşma imkânına kavuşma düşüncesi de müslüman olmayı yerlilerin gözünde cazip hale getirmiştir. İslâmi­yet'in dağlık bölgelerden çok vadi ve ovalarla ana yollann çevrelerinde yayılmış olması da ticaretin bu konudaki ro­lünü göstermesi bakımından önemlidir.

Bat sömürgecilik hareketinin, Afrika'­da İslâmiyet'in yayılmasına dolaylı yol­dan da olsa müsbet bir tesiri olmuştur. Sömürge altındaki ülkelerde düzen ve güvenliğin sağlanması, demiryollarının açılması, ana yollara bağlanan tâli yol­ların yapılması, müslüman tacir ve teb-liğcilerin iç bölgelere nüfuzunu kolay­laştırmıştır. Sömürgeci devletlerin idarî görevlerdeki yardımcı personeli ve açı­lan okullarda ders veren hocaları daha çok fikrî ve kültürel bakımdan ileri olan müslümanlardan seçmeleri, hem İslâm tebliğini kolaylaştırmış hem de müslü­man olmayı yerlilerin gözünde cazip ha­le getirmiştir.

Doğu Afrika'da İslâmiyet'in yayılma­sında etkili olan diğer bir faktör .de ta­rikatlardır. Özellikle dışarıdan gelen mu­hacir müslümanlann yerleştikleri yer­lerde cami ve medreseler baştan beri mevcut olagelmiştir. Daha sonraki asır­larda özellikle tarikatların İslâm'ı teb­liğ konusunda gösterdikleri faaliyetler, cami ve medreselere tekke ve zaviyeleri de eklemiştir. Cami, medrese ve zaviye­ler dinî Öğretim ve tebliğin birer mer­kezi idi. Buralarda ders veren ve irşad-da bulunanlar Fas, Tunus, Kayrevan, Ka­hire, Şam, Bağdat. Mekke ve Medine gi­bi İslâm ilim merkezlerinde tahsil gö­rüp dönüyorlardı. Açılan medreselerde hem müslüman hem de putperest yerli çocuklar birlikte okutuluyor, kimsesiz­ler toplanıp müslüman olarak yetiştiri­liyordu. Tahsilini buralarda tamamla­yanlar dört bir tarafa tebliğe gönderili­yorlardı. İslâm'ı sade ve basit bir dille tebliğ eden bu âlim ve mürşidler, yalnız müslümanların değil yerlilerin gözünde de büyük bir itibara sahiptiler. Bazı böl­gelerde sosyal mevki bakımından ka­bile reislerinden sonra gelir, birbirine düşman topraklardan serbestçe geçe­bilirlerdi.

Doğu Afrika'ya tarikatların girişi, özel­likle yakın münasebetleri bulunan Ye­men ve Hadramut tacir ve muhacirleri vasıtasıyla olmuştur. Bu bölgeye giren en eski tarikat Kâdirîlik'tir. Kadirîliğin Doğu Afrika'ya VIII. {XIV.) asırdan önce girmediği ileri sürülmekle birlikte, Kızıldeniz kıyısındaki Massava şehri halkı Abdülkadir-i Geylânînin (ö. 561/1165-66) orada vefat ettiğine inanmakta ve Massava'da onun adını taşıyan ve aynı zamanda ziyaretgâh olan bir cami bu­lunmaktadır. Massava'nın ardından da­ha güneyde Zeyla' ile Somali'nin Hint Okyanusu sahillerindeki Makdişu'da ya­yılan Kadirîlik, XVI. yüzyıla doğru Habe­şistan içlerindeki Harar bölgesine girdi. Ahmed Gran'ın fetihleri boyunca (1506-1543) bütün Habeşistan'da ve daha son­ra da Somali, Tanzanya ve diğer yöre­lere yayıldı. Doğu Afrika'da etkili tari­katlardan biri de Mîrganiyye'dir (Hatmiyye). Bu tarikat, İdrisiyye'nin kurucu­su Ahmed b. İdris'in (ö. 1253/1837) Mı­sır ve Sudan'da tarikatı yaymak üzere gönderdiği Muhammed b. Osman el-Mîrganî (ö. 1268/1852) tarafından şey­hinin ölümünden sonra Kesela'da (Doğu Sudan) kuruldu. Onun zamanında İslâ­miyet'in tebliği Kesela bölgesinde zirve­ye ulaştı. Daha sonra tarikat Kızıldeniz sahilindeki Sevâkin, Massava ve Eritre'de yayıldı. XIX. yüzyılın ilk yansında

Kuzey Afrika'da kurulan Senûsîlik, Do­ğu Afrika'da özellikle Somali ve Gala (Galla) bölgesinde etkili oldu. Aynı za­manda dinî bir ıslah hareketi olan Senû­sîlik medrese ve zaviyelere büyük önem verdi. Senûsîler'in köleleri satın alıp azat ederek tarikatın merkezinde eğittikten sonra tebliğde bulunmak üzere kendi memleketlerine geri göndermeleri son derece etkili olmuştur. Diğer tarikatlar­dan Ahmediyye daha çok Somali'de, Şâzeliyye Tanzanya'nın güneyinde. Ti-câniyye Habeşistan'da. Semmâniyye de Sudan ve Eritre'de yayılmıştır.

Bugün Doğu Afrika ülkelerinden So­mali, Cibuti ve Komor adalarında nü­fusun tamamı müslümandır. Sudan'da müslümanlann oranı %70. müslüman­ların çoğunlukta bulundukları Eritre bölgesinde 1960tan beri örgütlenerek bağımsızlık mücadelesi verdikleri Habe­şistan'da (Etiyopya) %50 dolaylarında. Tanzanya'da %40. Mozambik'te % 18, Kenya'da %7.5 ve Madagaskar'da %5'tir. Tanzanya, Mozambik ve Kenya'da müslüman nüfus daha çok sahil boyun­ca yoğunluk göstermektedir.

Hint Okyanusu sahilleri boyunca yer yer bazı Şiî gruplar bulunmakla birlikte Doğu Afrika ülkelerinin hemen hepsin­de halkın çoğunluğu Sünnî'dir ve Şafiî mezhebine mensuptur. Yalnız Sudan'­da Mâlikî mezhebi hâkim olup Tanzan­ya'da Afrika menşeliler Şafiî, Hintliler Hanefî, Umanlılar ise Sünnî olmayıp İbâzi’dir. Kenya'da çoğunluk Şafiî olmakla birlikte Asya menşeliler Hanefî, Sudan­lılar da Mâlikî'dir. 104

Bibliyografya



1- Lottırop Stoddard. Hazirü'l- Silemi'l-lslâmi (trc. Accâc Nüveyhid, nşr. Şekîb Arslan), Bey­rut 1394/1973.

2- Ahmed İbrahim Diyâb, Lemehât mine't-tarihi'l-el-hadîş, Riyad 1401/1981.

3- T. W. Arnold, İntişâr-ı İslam Tarihi (trc. Hasan Gündüzler). An­kara 1982.

4- Muhammed Abdullah en-Nakire. İntişârü'l-İslâm fî Şarki Ifrîkıyye ve münâhedatü'l-Ğarbi lehû, Riyâd 1402/1982.

5- H. İbrahim Hasan, İntişârü'l-İslâm fi’l-kârreti’lfrikıyye, Kahire 1984.

6- P. Balta, L'lslam dans le monde, Paris 1986.

7- Hasan Ahmed Mahmûd, el-lslâm ve'ş-şekâfetul-'Arabiyye fi Ifrîkıyâ, Kahire 1986.

8- M. Ali Kettânî. Müslim Minoriües İn the World Today, London 1987.

9- Hüseyin Mü'nis, Atlasu Târîhi'l-İslâm, Kahire 1407/1987.

10- Ünver Günay, “Zenci Afrika'da İslâmiyet'in Yayılı­şının Belli Başlı Safhaları”, Islâmî İlimler Fakültesi, Prof. Dr. M. Tayyib Okiç Armağanı, Ankara 1978.

11- Ünver Günay, “Zenci Afri­ka'da İslâmiyet'in Yayılışının Temel Etken­leri”, İslamf İlimler Fakültesi Dergisi, sy. 4, Ankara 1980.

12- Z. I. Oseni, “The Prophet's Contact With Africa”, The Müslim World League Journal, K/U. Makkah 1982.

13- Muhammed Hamîdullah, “African Muslims in the Time of the Prophet”, a,e, XII/9-10(1985). 105


Yüklə 1,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin