Dikkat eksikliği ve hiperaktivite
bozukluğu nedir?
DEHB; çocuğun olması gereken düzeyden daha fazla hareketli olma, dürtüsellik, dikkat eksikliği durumları yaşaması halidir. Bireyin sahip olduğu potansiyelini kullanabilmesi ve gelişimini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için ilaç kullanımının ve bunun yanında terapötik destek veya dışarıdan eğitim desteği alınmasının gerekebileceği, tedavi edilmesi gereken nöronal bazlı bir bozukluktur. DEHB her çocukta farklı düzey ve şekillerde görülür, dolayısıyla her çocuk tıbbi, eğitsel ve psikososyal yönden bireysel olarak değerlendirilmelidir. Bazı çocuklarda yalnızca hiperaktivite, bazı çocuklar da yalnızca dikkat eksikliği görülürken kimi çocuklarda her ikisi birden görülebilir. Bunun yanı sıra yoğunluk derecesi de çocuktan çocuğa farklılık gösterebilir. DEHB belirtileri çocuklukta başlar ve yetişkinliğe doğru bir miktar azalma göstererek devam eder. En önemlisi; Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu bir zekâ problemi değildir! Dahi çocuklarda dahi görülebilen bir rahatsızlıktır.
Çocuğumun ilaç kullanmasını
istemiyorum, şart mı?
DEHB konusunda önyargıya sebep olan temel noktalardan biri ilaç kullanımıdır. Her DEHB olan çocukta ilaç tedavisi kullanılmayabilir. DEHB nörolojik bir rahatsızlıktır, çocuğun durumuna göre ilaç kullanımı gerektirebilir. DEHB belirtileri çocuklukta başlar ve tedavi edilmez ise kişinin çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerini psikososyal ve akademik açıdan olumsuz yönde etkileyebilir.
Hareketliliğe neden olan diğer etmenler
Erken çocuklukta görülen hareketlilik normal bir durumdur. Çocuklar doğarlar, büyürler ve yürümeye başlarlar. Dolayısıyla sahip oldukları keşif duygusuyla etrafı kolaçan etmeye, her yeri karıştırmaya başlarlar. Enerjileri yüksektir. Hiç durmadan altı saat boyunca hareket etme potansiyeline sahiptirler. Gerekli enerji salınımını yapamayan ve yaşamının büyük çoğunluğunu dört duvar arasında geçiren çocuklar hareket ihtiyacını dar alanlarda normalden fazla hareketlilik göstererek gidermeye çalışırlar. Bir diğer etken olarak kurallar; çocuk gelişiminde önemli bir yer taşır. Çocuklar 3 yaş itibariyle kural almaya başlayabilirler. Yaşa uygun ve gerekli kuralları almayan, her istediğini elde edebilen çocuklarda fazla hareketlilik görebilmekteyiz. Aşırı rahat anne baba tutumları da yine normalden fazla hareket
li davranışlara neden olabilmektedir. Aşırı baskıcı anne baba tarafından büyütülen çocuk, anne babasının olmadığı ortamlarda evde gösteremediği hareket etme ihtiyacını fazlasıyla gösterme eğilimi taşıyabiliyor. Aşırı rahat anne baba tutumu da az önce bahsettiğimiz üzere kural koyma noktasında etkin performans göstermedikleri için yine bu tür anne baba tutumu gören çocuklarda da fazla hareketli davranışlar gözlemleyebiliyoruz. Özetle bu etkenlerden dolayı fazla hareketlilik gösteren çocuklar hiperaktif olarak değerlendirilmemelidirler.
DEHB olan çocuklarda hangi davranışlar
görülür?
Bu tanıya sahip olan çocuklarda sınıf içerisinde ve ders sırasında sık sık dikkat dağılması, uzun süreli odaklanamama, ders sırasında kalkıp dolaşma ihtiyacı, uzun süreli oturmakta zorlanma, uyum sorunları, fazla konuşma ve bunların akabinde akademik problemler yaşadığı görülür. Buna ek olarak sınıfın düzeninin sıkça bozulmasına sebep olması, okullarda yaşanan en büyük problemlerden biridir.
DEHB belirtileri nelerdir?
Unutkanlık, sürekli hayal kurma hali, dağınıklık, odaklanamama, başladığı işi bitirememe, basit sorumlulukları yerine getirememe, boş vermiş tavrı sergileme, zevk aldığı işler dışındaki işlere duyulan ilgisizlik, bir yere geç kalma sürekliliği, zamanı kullanamama, fazla hareketlilik, durdurulamayan davranışlar.
DEHB’in tedavi edilmediği durumlarda
ortaya çıkabilecek olası olumsuz durumlar
Çocukta Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu tedavi edilmediğinde gözlemlenen problemler yaş ilerledikçe artmaya başlayabilir. Yalnızca % 10-20 gibi bir dilimin hiçbir sorun yaşamadan yetişkinliğe eriştiği görülmektedir. Bu da demek oluyor ki, % 80-90 gibi büyük bir dilim risk altındadır ve riske atılmaması gerekir.
Yaş ilerledikçe tedavi edilmemeye devam edilen kişide sorunlar olumsuz yönde değişim göstererek kişinin yaşam kalitesinin gittikçe düşmesine sebep olabilir. Örneğin potansiyeli olduğu halde DEHB tedavisi görmeyen öğrenci akademik başarısızlık yaşayabilir ve eğitim öğretim hayatı sekteye uğrayabilir. Akabinde çocukta başarısızlıktan dolayı özgüven problemleri oluşabilir, bu da kişinin sosyal ilişkilerine yansıyabilir.
Bunun yanı sıra yine DEHB olan çocuklarda kendilerine ve başkalarına zarar verme davranışları gözlemlenebilir. Adrenalin miktarı fazla olduğundan riskli ve tehlikeli davranışlarda bulunma ihtimalleri artar. Çoğu zaman hiperaktivitesi olan çocuklar koşarken arkadaşına hızlıca çarpıp can yaktığının farkında bile olmayabilir. Ergenliğe doğru çocuk, mizacına göre, okullarda çeteleşme sürecine girebilir, sosyal açıdan onaylanmayan gruplar kurabilirler. Buna ek olarak alkol, madde ve sigara kullanımı yine DEHB olan kişilerde daha çok görülmektedir. Yine akademik açıdan başarı gösteremeyen çocuklar, kendilerini gösterebilme amacıyla güç gösterisine girme davranışı gösterebilirler. Yetişkinlikte ise problemler kendisini iş hayatında tutunamama, evliliği sürdürememe gibi sorunlara yol açabilir. DEHB’ye ek olarak başka psikiyatrik bozuklukların eklendiği de görülebilir.
Özetle; tedavi edilmeyen DEHB kişinin tüm hayatını ve evrelerini olumsuz yönde etkileyebilir ve kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürebilir. Ve en önemlisi, araştırmalar, tedavi edilmeyen DEHB’nin kişilerin yaşam süresini kısalttığını göstermektedir.
DEHB olan çocuklarda anne-baba
tutumları nasıl olmalıdır?
Öncelikle anne babanın sabırlı ve anlayışlı olması DEHB olan çocuklar açısından büyük önem arz etmektedir. Baskıcı, zorlayıcı tutum hiçbir çocukta işe yaramadığı gibi DEHB olan çocuklarda da işe yaramayacak, aksine durumun daha da kötüleşmesine sebep olacaktır.
Davranışsal problemler yaşayan çocuklar, doğru desteklenmediğinde öğrenme problemi de eklenir. Hâlâ desteklenmez ise bu iki etmene bir de duygusal problemler eklenir.
Eğer siz de çocuğunuzda bunlara benzer davranışlar görüyor ve bunların çocuğunuzu akademik, duygusal ve sosyal açıdan etkilediğini düşünüyorsanız mutlaka Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu konusunda bir uzmana danışmalı ve çocuğunuzun gelişimi için geç olmadan destek almalısınız.
Senin için hastalık
bir sıhhattir
İslâm hükemasının Eflâtun’u ve hekimlerin şeyhi ve filozofların üstadı, dâhi-i meşhur Ebu Ali İbn-i Sina, yalnız tıp noktasında, “Yiyin, için, fakat israf etmeyin” âyetini şöyle tefsir etmiş. Demiş: Yani, ilm-i tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat kadar daha yeme. Şifa hazımdadır. Yani, kolayca hazmedeceğin miktarı ye, nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir. (Haşiye: Yani, vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek, veyahut telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır.)
(Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar)
İkinci adam ve meselesi: Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: “Bende unutkanlık hastalığı tezayüt ediyor, ne yapayım?”
Ben de dedim: “Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünkü rivayet var: İmam-ı Şâfiî’nin (ra) dediği gibi, Haram-ı nazar, nisyan verir.”
Evet, ehl-i İslam’da, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir.
Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su-i nazardan su-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz’î, küllî o şekvâdadır. İşte, bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hadis-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: “Âhir zamanda, hâfızların göğsünden Kur’an nez’ediliyor, çıkıyor, unutuluyor”. Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur’an’a bu sû-i nazarla bazılarda set çekilecek; o hadisin tevilini gösterecek.
(Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası)
Şâfî-i Hakîm-i Zülcelâl, küre-i arz olan eczahane-i kübrâsında, her derde bir devâ istif etmiş. O devâlar ise dertleri isterler. Her derde bir derman halk etmiştir. Tedavi için ilâçları almak, istimal etmek meşrudur; fakat tesiri ve şifayı Cenâb-ı Haktan bilmek gerektir. Derdi O verdiği gibi, şifayı da O veriyor. Hâzık, mütedeyyin hekimlerin tavsiyelerini tutmak, ehemmiyetli bir ilâçtır. Çünkü ekser hastalıklar sû-i istimâlâttan, perhizsizlikten ve israftan ve hatîattan ve sefahetten ve dikkatsizlikten geliyor. Mütedeyyin hekim, elbette meşru bir dairede nasihat eder ve vesâyâda bulunur. Sû-i istimâlâttan, israfattan men eder, teselli verir. Hasta o vesâyâ ve o teselliye itimad edip hastalığı hafifleşir; sıkıntı yerinden bir ferahlık verir.
(Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar)
Hem nev-i beşerin ehemmiyetli bir kısmı, hastalar ve mazlumlar ve bizim gibi musibetzedeler ve fakirler ve ağır ceza alan mahpuslar, eğer iman-ı âhiret onların imdadına yetişmezse, her vakit hastalığın ihtarıyla gözü önüne gelen ölüm ve intikamını alamadığı ve namusunu elinden kurtaramadığı zâlimin mağrurâne ihaneti ve büyük musibetlerde boşu boşuna malını, evlâdını kaybetmekle gelen elîm meyusiyeti ve bir-iki dakika veya bir iki saat keyif yüzünden beş on sene böyle bir hapis azabını çekmekten gelen kederli sıkıntı, elbette o biçarelere dünyayı zindan ve hayatı bir işkenceli azaba çevirir. Eğer âhirete iman imdatlarına yetişse, birden onlar nefes alırlar; sıkıntıları, meyusiyetleri ve endişeleri ve intikam hiddetleri, derece-i imanına göre kısmen ve bazan tamamen zâil olur. Hattâ diyebilirim ki, benim ve bir kısım kardeşlerimin bu sebepsiz hapsimizde ve dehşetli musibetimizde, eğer iman-ı âhiret yardım etmeseydi, bir gün dayanmak, ölüm kadar tesir edip bizi hayattan istifa etmeye sevk edecekti. Fakat hadsiz şükür olsun, benim canım kadar sevdiğim pek çok kardeşlerimin bu musibetten gelen elemlerini de çektiğim ve gözüm kadar sevdiğim binler Risale-i Nur risaleleri ve benim yaldızlı ve süslü ve çok kıymettar kitaplarımın ziyaları ve ağlamalarından teessüflerini çektiğim ve eskiden beri az bir ihaneti ve tahakkümü kaldıramadığım halde; sizi kasemle temin ederim ki, iman-ı bil’âhiret nuru ve kuvveti bana öyle bir sabır ve tahammül ve tesellî ve metanet, belki mücahidâne, kârlı bir imtihan dersinde daha büyük mükâfatı kazanmak için bir şevk verdi ki, ben bu risalenin başında dediğim gibi, kendimi medrese-i Yusufiye ünvanına lâyık bir güzel ve hayırlı medresede biliyorum. Arasıra gelen hastalıklar ve ihtiyarlıktan neş’et eden titizlikler olmasaydı, mükemmel ve rahat-ı kalb ile derslerime daha ziyade çalışacaktım. Her ne ise, bu makam münasebetiyle saded harici girdi; kusura bakılmasın.
(Bediüzzaman Said Nursî, Asa-yı Musa)
Yirmi Beş Devâdır
Hastalara bir merhem, bir teselli, mânevî bir reçete, bir iyâdetü’l-marîz ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.
Beşinci devâ: Ey maraza müptelâ hasta! Bu zamanda tecrübemle kanaatim gelmiştir ki, hastalık bazılara bir ihsan-ı İlâhîdir, bir hediye-i Rahmânîdir. Bu sekiz dokuz senedir, liyakatsiz olduğum halde, bazı genç zatlar hastalık münasebetiyle dua için benimle görüştüler. Dikkat ettim ki: Hangi hastalıklı genci gördüm; sair gençlere nispeten âhiretini düşünmeye başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvânî hevesattan bir derece kendini kurtarıyor. Ben de bakıyordum, onların tahammül dahilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı İlâhî olduğunu ihtar ederdim. Derdim ki:
“Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim. Hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki, dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış. Ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra, Hâlık-ı Rahîm inşaallah sana şifa verir.”
Hem derdim: “Senin bir kısım emsalin sıhhat belâsıyla gaflete düşüp, namazı terk edip, kabri düşünmeyip, Allah’ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zâhirî keyfiyle hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler, belki de harap eder. Sen hastalık gözüyle, herhalde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevî menzilleri görürsün ve onlara göre davranıyorsun. Demek senin için hastalık bir sıhhattir; bir kısım emsalindeki sıhhat bir hastalıktır.”
(Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar)
Lugatçe
Tezayüt: Ziyadeleşme, artma.
Nisyan: Unutma.
Memalik-i harre:Sıcak memleketler.
Mücahidâne: Mücahid bir kimseye yakışır suret ve şekilde
Dua etme adabı
“Dua eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli her şeye yetişir.”
Bediüzzaman Said Nursi
Resul-i Ekrem (asm) bir gün bir Sahabenin çok hasta olduğunu duydu ve hemen ziyarete gitti. Sahabeyi gördüğünde şaşırdı çünkü hastalıktan yatağa düşmüş, saçları dökülmüştü ve zaman geçtikçe daha kötü bir hal alıyordu. Resulullah Efendimiz (asm) Sahabeye sordu: “Sen Allah’ın (cc) emrettiklerine uymadın mı?”
Sahabe cevap verdi: “Ben Rabbimin emirlerinin tamamını yerine getirdim.”
“Peki Allah’a isyan mı ettin?”
Sahabe:“Hayır ya Resullallah!”
Peygamber Efendimiz (asm): “Sen Cenab-ı Allah’tan herhangi bir şey istemiş miydin?” Bunun üzerine Sahabe: “Ben Allah’a dua ettim. Dedim ki “Allah’ım, eğer bana ahirette ceza vereceksen, verme. O cezayı bana dünyada ver” dedi.
Peygamber Efendimiz (asm) bu cevaptan sonra durumu anlar ve “Sen niçin ‘Allah’ım, bize ahirette de dünyada da iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru’ diye dua etmedin?”der.
Yaptığı hatayı anlayan Sahabe, Efendimizin (asm) öğrettiği gibi dua eder ve çok zaman geçmeden şifa bulur.
Şifâ âyetleri ve şifâ duâları
Soru: Peygamber Efendimiz (asm) hastalara ne gibi duâlar yapmıştır?
İnsanın hastalandığında şifâ için sebeplere müracaat etmesi, bu çerçevede doktora gitmesi, doktorun tavsiyelerine uyması, verdiği ilâçları kullanması, hastalığın hikmetlerini kavrayarak sabretmesi ve şifâyı yalnız Allah’tan beklemesi; sağlıklı günlerinde ise sıhhat ve âfiyetini gözetmesi ve sıhhatini bozmamaya dikkat göstermesi hiç şüphesiz şifâ için önemli birer fiilî duâ niteliği taşır. Şifâ için olsun, devâ için olsun, derde derman için olsun, Bedîüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle, duâyı fiilî olarak yapmak, bununla berâber kavlî duâyı da ihmal etmemek gerekir.1
Peygamber Efendimiz (asm) bir insana teveccüh buyurdu mu, o insanın maddî-mânevî ne hastalığı varsa şifâ bulur, ne derdi varsa kaybolur giderdi. Onun yönelişi şifâ demekti, nazarı şifâ demekti, sözleri şifâ demekti, ilgisi şifâ demekti, gülümseyişi şifâ demekti. Onun getirdiği Kur’ân da şifâ hükmündedir.
* Resûl-i Ekrem (asm), Ebû Katâde’nin genç kalması için şöyle duâ lütfetti: “Efleha’llahü vecheke Allahümme bârik lehû fî şa’rihî ve beşerihî” (Allah yüzünün güzelliğini arttırsın. Allah’ım saçını ve vücudunu kendisi için mübârek kıl.) Ebû Katâde (ra) bu duânın bereketiyle yetmiş yaşında vefât ettiği zaman on beş yaşında bir genç gibi gösteriyordu.2
* Yine bir gazvede Ebû Katâde’nin (ra) yüzüne ok isâbet etmiş ve yırtılmıştı. Resûl-i Ekrem (asm) mübârek eliyle meshetti. Ebû Katâde (ra) der ki: “Kat’iyyen ve asla ne acısını ve ne de cerahatini görmedim.”3
* Bir gün İmam Ebû Kâsım Kuşeyrî Hazretlerinin çocuğu hastalanmıştı. Çok üzüntü çektiği günlerde Resûl-i Ekrem’i (asm) rüyasında gördü. Ve Efendimiz’den (asm) şifâ talep etti. Peygamber Efendimiz (as): “Oğluna şifâ âyetlerini oku” buyurdu. Hazret-i İmam da oğluna şifâ âyetlerini okudu ve Allah’ın izniyle oğlu şifâ buldu.
Şifâ âyetleri şunlardır:
1- “Ve yeşfî sudûra kavmi’m-mü’minîne ve yüzhib ğayza kulûbihim.” (Allah mü’minler topluluğunun gönüllerini ferahlandırsın, şifâ versin ve kalplerindeki ıztırabı gidersin.)4
2- “Yâ eyyühe’n-nâsü kad câet küm mev’ızatun min Rabbikum ve şifâü’l-limâ fi’s-sudûri ve hüden ve rahmetün li’l-mü’minîn.” (Ey İnsanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerin derdine şifâ, mü’minlere bir hidâyet ve rahmet gelmiştir.)5
3- “Yahrucu mim-butûnihâ şarâbüm-muhtelifün elvânühû fîhi şifâü’l-linnâsi inne fî zâlike le’âyete’l-likavmi’y-yetefekkerûn.” (Onların karınlarından çeşitli renklerde bir şerbet çıkar ki, onda insanlar için şifâ bulunur. Düşünen bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır.”)6
4- “Ve nünezzilü mine’l-Kur’âni mâ hüve şifâü’v-ve rahmetü’l-li’l-mü’minîn.” (Biz Kur’ân’da mü’minler için şifâ ve rahmet olan âyetleri indiriyoruz.)7
5- “Ve izâ meridtü fehüve yeşfîn.” (Hastalandığımda bana şifâ veren Allah’tır.”8
6- “Kul hüve li’llezîne âmenû hüden ve şifâün.” (De ki: Kur’ân, inananlar için hidâyet ve şifâdır.)9
Resûl-i Ekrem (asm) hastalara şöyle duâ etmiştir:
1-“Allahümme rabbi’n-nâsi ezhibi’l-be’se işfi. Ente’ş-şâfî. Lâ şifâe illâ şifâüke. Şifâen lâ yüğâdiru sekamen. Allahümme işfi abdeke yenke’ leke adüvven ev yemşî leke ilâ salatin.” (Allah’ım! Ey insanların Rabbi! Şifâ ver! Şifâ veren ancak Sen’sin! Sen’den başka şifâ verecek kimse yoktur! Allah’ım! Şu kuluna şifâ ver ki, Senin bir düşmanına acı versin veya Senin rızânı kazanmak için namaz kılmak üzere yürüsün.)10
2- “Bismillâhi erkîke min külli şey’in yü’zîke min şerri külli nefsin ev aynü hâsidin. Allahümme yeşfîke bismillâhi erkîke.” (Sana ıztırap veren her şeyden, her kıskanç nefisten, her hasetçi gözden Allah’ın adıyla sana şifâ dilerim. Allah sana şifâ versin. Allah’ın adıyla sana şifâ dilerim.)11
Dipnot:
1- Sözler, 287, 288;
2- Mektûbât, s. 145;
3- a.g.e., 139;
4- Tevbe Sûresi: 14-15;
5- Yûnus Sûresi: 57;
6- Nahl Sûresi: 69;
7- İsrâ Sûresi: 82;
8- Şuarâ Sûresi: 80;
9- Fussilet Sûresi: 44;
10- Ebû Dâvud, Tıb, 3883; Ebû Dâvud, Cenâiz, 3107;
11- Tirmizî, Cenâiz, 9720,
Mehmed Akif Ersoy
(1873-1936)
“Merhum Mehmed Akif’in ‘Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı’ beytiyle ifade ettiği idealini tahakkuk ettirmek, Bediüzzaman’a müyesser olmuştur.”1
İstiklal marşının yazarı olmasından dolayı “Milli Şairimiz” olarak tanıdığımız Mehmed Akif, İstanbul başta olmak üzere, vatanın dört bir yanının işgal edildiği bir zamanda yazdığı şiiriyle ümitsizliğe yer olmadığını haykırdı. Dârülhikmeti’l- İslâmiye’de Bediüzzaman ve diğer ünlü din alimleriyle beraber çalıştı. İstiklal Savaşı boyunca insanlarımızı heyecana getiren yazı, şiir ve hutbeleriyle önemli katkılarda bulundu. Hayatı boyunca izzet ve şerefinden ödün vermeyerek örnek bir hayat yaşadı.
Mehmed Akif, 1873 yılında İstanbul’un Fatih ilçesi Sarıgüzel mahallesinde doğdu. Babası Fatih Medresesi müderrislerinden Temiz lakaplı Mehmed Tahir Efendidir. Annesi Buharalı Mehmed Efendinin kızı Emine Şerife Hanımdır. Takva sahibi ebeveynlerin evladı olarak dünyaya gözlerini açan çocuğa babası tarafından ebcet hesabı düşünülerek Ragif ismi verildi. Ancak gerek ev halkı, gerekse mahalleli, bu ismi anlayamadıklarından, babası hariç herkes tarafından Akif olarak çağrıldı.
Eğitimine dört yaşında Fatih Emir Buhari mahalle mektebine giderek başladı. İki yıl sonra Eğitim Bakanlığına bağlı İbtidaî mektebine gitti. Bu arada babasından Arapça derslerini aldı. Buradaki üç yıllık eğitimin sonunda Fatih Merkez Rüştiyesine girdi. Bu okula devam ederken aynı zamanda, ikindiden sonra Fatih Camiine giderek burada Esad Dede’den; Hafız Divanı, Gülistan ve Mesnevi derslerini aldı. Bu eğitimi sırasında Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca dillerini öğrendi, bu alanda sınıf birincisiydi. Şiiri çok severdi. İlk okuduğu şiir kitabı, Fuzulî’nin Leyla ile Mecnun’udur.
İdadîyi bitirdikten sonra Mülkiye mektebine girdi. Bir süre sonra bu okuldan ayrılarak yeni açılmış bulunan Baytar (veterinerlik) mektebine başladı. Şiire olan merakı burada da devam etti. Okulunu birincilikle bitirdi. Eğitiminin devam ettiği sırada iki acı olay yaşadı. Önce babası vefat etti, bir süre sonra da evleri yandı. Babası vefat ettiği zaman on dört yaşındaydı. Okulunu bitirdikten sonra Ziraat Bakanlığı’nda iş hayatına başladı. Memurluk merkezi bakanlık olmakla birlikte Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da birçok yeri dolaşarak hayvanlardaki bulaşıcı hastalıklar konusunda insanları bilgilendirmeye çalıştı.
İş hayatına atıldıktan sonra Tophane-i Amire veznedar Mehmet Emin Beyin kızı İsmet hanımla evlendi. Akif’in vefatına kadar devam eden bu evlilikten altı çocuk dünyaya geldi. Başladığı memurluk hayatı da istifa edip ayrıldığı 1923 yılına kadar devam etti. Ancak, resmi görevler almaya devam etti. Mektep ve medreselerde öğretmenlik yaptı. 25 Ağustos 1918 tarihinde kurulan Dârülhikmeti’l- İslâmiye Cemiyetinin başkatipliğine atandı.
Bu cemiyet, bir tür İslâm Akademisi mahiyetinde idi. Üyeleri arasında Bediüzzaman Said Nursi, Ahmed Cevdet, Hafız İsmail Hakkı, Muhammed Hamdi gibi dönemin meşhur ilim ve fikir adamları yer aldı. Cemiyetin gayesi; Osmanlı ve İslâm aleminde ortaya çıkan dinî meseleleri halletmek ve İslâm’a yapılan hücum ve saldırılara cevap vermekti. Gerek vatandaşlar gerekse yabancılar tarafından sorulan sorular komisyonlarda görüşülerek resmen cevap verilmekteydi. Özellikle basın yoluyla yapılan hücumlara cevap verilmeye çalışıldı. Diğer taraftan üyeler muhtelif gazetelerde makaleler yayınlayarak, ferdi olarak da İslâm’a etmeye çalışıyorlardı.
Cemiyetin faaliyetlerinden birisi de özellikle insanları ikaz etmek maksadıyla neşredilen beyannamelerdir. Haya ve namus hakkında neşredilen beyannamede; ahlâk kanunlarına, en ince noktalarına varıncaya kadar mutlak itaat etmenin, insanların en önemli vazifesi olduğuna işaret edildi. Ahlâk kanunları içinde yer alan en önemli hasletlerden birinin haya olduğu, bu ve benzeri hasletlerden uzaklaşmanın, insanı insanlığından uzaklaştıracağına vurgu yapıldı. Çocuk düşürme ile ilgili olarak yayınlanan beyannamede, bu hareketin şeriat nazarında cinayet olduğu belirtildi. Bu cinayetin hafife alınması, hiçbir günahı olmayan bir masumun kendi eliyle boğmasının şefkatli bir anneye asla yakışmadığı belirtildi. Bunların dışında memleket gençliği ve ahlâksızlık konularında da beyanname neşredildi.
Gerek Akif’in gerekse Bediüzzaman’ın birbirleri hakkındaki ifadelerinden aralarında sıcak bir ilgi ve muhabbetin olduğu anlaşılmaktadır. Akif değerli ediplerin bulunduğu bir mecliste, “Victor Hugolar, Shakespearler, Descartesler, edebiyatta ve felsefede Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilir.”2 sözleriyle takdirlerini bildirmektedir. Buna karşılık, Risale-i Nur muhtelif yerlerinde de büyük şairin adı ve şiirlerinden alıntılar yer alır. Bediüzzaman “Hem merhum Fetva Emini Ali Rıza ve merhum Ahmed Şiranî ve merhum Şevket Efendi ve merhum Mehmed Akif gibi insaflı, Risale-i Nur’u fevkalade takdir ve tahsin eden o muhterem ve merhum zatların hatırı için, biz İstanbul hocalarına dostuz, onlardan gücenmeyiz.”3 ifadelerine yer vermektedir. Akif’in “O nuru gönder İlahi, asırlar oldu yeter/ Bunaldı milletin afakı, bir sabah ister.” “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” şeklindeki niyaz ve arzuları Risale-i Nur’la hayat buldu. Akif’in arzusu, ilhamını direk Kur’ân’dan alan Risale-i Nur’la gerçekleşti.
İkinci Meşrutiyet Akif’in hayatında bir dönüm teşkil etmektedir. 1908 tarihinden itibaren şiirlerini Sırat-ı Müstakim dergisinde yayınlamaya başladı. Mondros Mütarekesi’nden sonra Milli Mücadeleyi teşvik edici hitabelerde bulundu. BMM’ne mebus olarak katıldı. İstiklal şiirini yazdı. Meclisin taahhüt ettiği 500 lirayı orduya hediye ederek almadı. 1923’te Mısır’a gitti. Orada hastalanınca İstanbul’a döndü ve 27 Aralık 1936’da hayata gözlerini yumdu.
Dostları ilə paylaş: |