Birinci tbmm’nin Açılışı ve Anlamı



Yüklə 13,16 Mb.
səhifə37/97
tarix16.01.2019
ölçüsü13,16 Mb.
#97427
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   97

Nihayet, 30 Kasım 1925 tarihli bir kanunla tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ve birtakım unvanların kullanılması yasaklanmıştır.23

1938’de çıkan Cemiyetler Kanunu’yla din, mezhep ve tarikata dayanan cemiyetlerin kurulması kanunsuz sayılmıştır. Din propagandası yapma amacı ile siyasî parti kurulması da kanunsuz sayılmıştır. 1926 Ceza Kanunu’nun 163. maddesiyle dini siyaset aracı olarak kullanma eylemi yasaklanmıştır. Aynı kanunun 241. maddesi din görevlilerinin görevlerini yaparken devlet kanunları ve nizamlarına karşı söylev ya da dinî konuşma yapmalarının yasak olduğunu ortaya koymuştur. Din öğretimi ve ilgili okulları herkes açabilirdi. Ama, 1928’de Latin harflerinin alınması zamanında izinsiz olarak okul ya da kurs açarak Arap yazısının öğretilmesi yasaklanmıştır.



1.12. Milletlerarası Takvim ve Saatin, Yeni Rakamların Kabulü: 26 Aralık 1925

Takvim, saat, rakam ve tatil meseleleri, gerek memleketin iç hayatında, gerekse dünya ile olan ilişkilerimizde ortaya büyük güçlükler çıkarıyordu. Hicrî takvimin, devlet maliyesi işlerine uymaması sonucu güçlükler çıkmaktaydı. Meşrutiyet Dönemi’nde Batı’da yerleşmiş (Gregoire) düzeltmeli güneş takviminin yavaş yavaş yaygınlaşmasıyla beraber Hicrî, Malî-Rumî gibi takvimler kullanılmaya devam edildi. Meşrutiyet’te bunu çözümlemek için girişim yapıldıysa da Ayan Meclisi’nin tutuculuğu yüzünden, yine çağdaş takvim sistemine tam giriş olmadı.24

Ancak, 26 Aralık 1925’te kabul edilen kanunlarla Hicrî ve Rumî takvim bırakılarak milletlerarası takvim (milâdî) ve milletlerarası saat kabul edildi.

20 Mayıs 1928’de milletlerarası rakam kabul edildi. Böylece milletlerarası fikrî, siyasî, malî ve iktisadî temasların zamanında yapılması sağlandı. Yerli malların kullanılması da 9 Aralık 1925’te karar altına alındı.25

1.13. Belediye Konusunda YapılanYenilikler

1908 Devrimi’nden sonra, demokratik belediye kurumlarının geliştirilmesi için yeni bir çabaya girişildi. 1912’de, her biri bir Hükûmet memuru tarafından yönetilen dokuz şubeli bir İstanbul Şehremaneti kuruldu. Her şubeden 6 üye katılmasıyla kurulan 54 üyeli bir Cemiyet-i Umumiye-i Belediye Şehremini’ne yardım edecekti.

Bu, İstanbul’un şehir hizmetlerini düzeltecek, özellikle lağım, çöp temizliği, itfaiye ile uğraşacaktı. Cumhuriyet Hükûmeti’nin ilk beledî tedbiri, Ankara’da yirmi dört üyeli bir umûmi meclis ile Şehremaneti’ni 16 Şubat 1924’te bir kanunla kurmak olmuştur.26

1.14. Belediye Kanunu: 3 Nisan 1930

3 Nisan 1930’da yeni bir belediye kanunu kabul edildi. Şehremini ve Şehremaneti adları kaldırıldı. Onların yerine belediye ve belediye reisi geldi. 1930 yılında Belediye Kanunu dolayısıyla kadına belediye üyesi seçmek ve seçilmek hakkının verilmesiyle, yüzyıllar boyunca ikinci plânda kalmış bulunan Türk kadını böylece siyasî alanda ilk hakkını kazanmış oldu.



1.15. Kadın Hakları

Kadın haklarının Cumhuriyetin ilk senelerinde değil de, daha sonraki tarihlerde kabul edilmesinin sebebi yüzyıllardır kafalara yerleşmiş olan muhafazakârlıktan ileri gelmiştir. 1923 yılının Nisan ayında kadınları da adet olarak sayalım teklifine karşı büyük bir reaksiyon doğmuş, değil siyasî hakkı tanımak, bu saymaya dahi razı olmayan bir düşünce Meclise hâkim olmuştur.27 20 Ocak 1924 yasasında mebus seçilme hakkının yalnızca erkeklere verilmesi de bunun bir delilidir. Kadın hakları konusunda en fazla Atatürk durmuştur. Mustafa Kemal, 21 Mart 1923’te Konya’da, Kızılay Kadınlar Şubesi’nin tertiplediği toplantıda kadın hak ve görevleri yönünden pek çok konuya temas etmişti.28 Ayrıca, Mustafa Kemal, 1925’te İnebolu’da, Kastamonu’da, İzmit Kız Öğretmen Okulunda bu çeşit konuşmalar yapmıştı.29

İstiklâl Savaşı sırasında, Büyük Millet Meclisi’nce “Hukûk-ı Aile Kanunu Projesi” Millî Hükûmet’çe üzerinde durulan bir konuydu. Bu kanun, 17.2.1926 Medenî Kanun olarak yürürlüğe girmiş ve kadınlar böylece pek çok hak elde etmişlerdi. 3 Nisan 1930’da ise 164 maddelik Belediye Kanunu kadınlara belediye seçiminde rey verme ve seçme hakkını getirmişti. Perşembe günü Meclis’te yapılan oturumda, 198 kişi oylamaya katılmış ve müspet oy vermiş, 117 kişi ise oylamaya katılmamıştı.30

Kadınlara bu hakların tanınmasında Atatürk’ün büyük çalışmaları mevcuttu. Atatürk, 1931 yılındaki uzun memleket dolaşmasında, İzmir’de yapmış olduğu sohbet toplantısında, vatandaşın siyasî seçimlerde oy kullanmasının bir hak olduğunu, erkek ve kadın arasında fark olmadığını, kadının siyasî haklara sahip olması gerektiğini söylüyordu. Atatürk bunları belirterek, siyasî haklar konusunda kadınların da erkeklerle eşit derecede tutulması gerektiğini ileri sürmüştü.31

5 Aralık 1934’te, uzun tartışmalardan sonra Teşkilât-ı Esasiye maddeleri düzenlenmiş ve “İntihâb-ı Mebûsân Kanunu’nun” maddelerini erkek kelimesi yanına kadını da ekleyerek, kadınların mebus seçilmesi sağlanmıştı.32

1.16. Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’yle Şer’iyye Mahkemelerinin Kaldırılması

1 Mart 1924’te Mustafa Kemal, Meclis’te vermiş olduğu nutukta, adliye düzeninin yüzyılın gereklerine uyması gerektiğini, her ulusta olan adlî ilerlemelerin acele ve kesin olarak yerine getirilmesinin milletin kendi isteği olduğunu ileri sürerek “Milletin arzu ve ihtiyaçlarına tâbi olarak adliyemizde her türlü tesirden cesaretle silkinmek ve ser’i terakkiyata atılmakta asla tereddüt olunmamasını” söylemişti. Mustafa Kemal devamla, aile hukukunda devam edilecek yolun medeniyet yolu olacağını, hurafelere inanılmamasını belirtmişti. Bu nutuk, Millet Meclisi’nde büyük heyecan uyandırdı. Bu daha çok yenilik isteyenlerin heyecanıydı.

2 Mart 1924’te, hilâfetin kaldırılması ile aynı zamanda Şer’iyye ve Evkâf Vekaleti’nin kaldırılması ve öğretimin birleştirilmesi teklifleri fırka grubunda tartışıldı. Teklifler kabul edildi.

3 Mart 1924’te aynı teklifler Meclis’te tartışıldı. Çok hararetli olan bu tartışmalar beş saat sürdü. Nihâyet, bütün teklifler kabul olundu. Şer’iyye ve Evkâf Vekaleti’ni kaldıran kanundan sonra, bunların yerine iki ayrı teşkilât meydana getirildi: Diyanet İşleri Reisliği ve Evkâf Umûm Müdürlüğü.Diyanet İşleri Reisî, hem kendisini hem de makamının bağlı olduğu başvekil tarafından atanacaktı. Ödevleri camilerin yönetimi, müezzin, imam, müftü ve diğerlerinin gözetimi olacaktı.33

Evkâf Umum Müdürlüğü vakıfların yönetiminden, dinî binaların ve tesislerin bakımından sorumluydu. 1931’den beri Evkâf yönetimi, dinî görevlilerin aylıklarının ödenmesini de üzerine aldı ve böylece Diyanet İşleri Reisliği’ne vaizleri atamak, onların hutbelerini denetlemek ve ara sıra bir şeriat sorunu üzerinde açıklamalarda bulunmaktan başka bir şey kalmadı.

1924 kanunlarıyla medreseler kapatılmıştı. Bununla beraber, devlet dinî görevlilere daha fazla eğitim sağlamak için çabalar gösterdi. Maarif Vekilliği bazı imam ve hatip okulları kurdu. Ayrıca eski Süleymaniye Medresesi, İstanbul Üniversitesi içinde, İlâhiyat Fakültesi olarak kuruldu. Bu fakülte, laik ve Batılı bir cumhuriyete daha uygun, yeni, modernleşmiş ve Türkiye’nin bilimsel bir dinî merkezi olacaktı.



1.17. Tevhid-i Tedrisat Kanunu: 3 Mart 1924

Osmanlılar devrinde öğretim kurumları üçe ayrılmaktaydı: 1- Medreseler 2- Yabancı okullar 3- Tanzimat okulları.

Ziya Gökalp, Türk Millî Eğitimi’nin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulabilmesi için millî bir nitelik almasını uygun görüyordu. Türkiye’de, halk, medreseliler, mektepliler diye üç zümrenin bulunduğuna değiniyordu.

Mustafa Kemal de, öğretim kurumlarının birleştirilmesi ve millî bir eğitim sisteminin uygulanmasını benimsemişti. 16 Temmuz 1921’de daha savaş yıllarında, Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’ni açarken “şimdiye kadar takip olunan öğretim ve eğitim usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en mühim bir âmil olduğu kanaatindeyim. Onun için bir millî eğitim programından bahsederken eski devrin hurâfelerinden ve fikrî vasıflarımızla hiçbir münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, Doğu’dan ve Batı’dan gelebilen bütün tesirlerden tamamıyla uzak, millî seciye ve tarihimize uygun bir kültür kastediyorum. Çünkü, millî dehamızın tamamıyla inkişâfı ancak böyle bir kültür ile sağlanabilir. Gelişigüzel bir yabancı kültür, şimdiye kadar takip olunan ecnebî kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir” demekteydi.34

31 Ocak 1923’te, İzmir’de halk ile yaptığı bir toplantıda medreseler hakkında sorulan bir sual üzerine, bu kurumlar hakkında geniş bilgi verdikten sonra, “milletimizin, memleketimizin irfân yuvaları bir olmalıdır. Bütün memleket evlâdı, kadın ve erkek aynı surette oradan çıkmalıdır” diye öğrenimin birlikliğine işaret etmişti. TBMM’nin ikinci devre seçimleri için, 8 Nisan 1923’te yayınladığı dokuz prensip programında ilköğretimde öğretimin birleştirilmesi prensibi de yer almaktaydı.35

Osmanlı İmparatorluğu’nda ve cumhuriyetin ilk yıllarında Müslüman halkın eğitim gereksinmelerini karşılayan medreseler daha çok ahirete yakın kimseler yetiştiriyor, müspet ilimler yerine Kur’ân ve benzeri derslere yer veriyorlardı. Azınlık okulları kendi dilleriyle ve istedikleri gibi eğitim yapıyorlardı. Dinî kurumların ise yolları çok değişik bir görünüm arz etmekte idi. Bu kurumlar ise ancak kendi dil, din ve kültürlerini yaymak amacını güdüyorlardı.

Atatürk, eğitimin birleştirilmesi konusunda işbirliği yapılması önerisini ortaya koyarken, Şer’iyye ve Maarif Bakanlıklarının bir anlaşmaya varamayacaklarını biliyordu. Fakat, gene de, bu iki kurumun birbirleriyle anlaşmaları için girişimlere geçilmesini önerdi. Bu girişimlerden bir sonuç alınamayınca, konuyu kökünden çözmek için 1 Mart 1924’te, TBMM’de söylemiş olduğu nutukta milletin eğitim ve öğretimin birleştirilmesini istediğini, bunun için zaman kaybedilmemesini belirtmişti.

2 Mart 1924’te, Halk Partisi Grubu’nda hilâfetin kaldırılması ile Şer’iyye, Evkâf, Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Bakanlıklarının kaldırılması konusundaki önergeler kabul edildikten sonra Tevhid-i Tedrisat hakkında Maarif Vekili Saruhan Saylavı Vasıf (Çınar) ve elli arkadaşının teklif ettikleri yasanın görüşülmesine geçilmişti. Önerge sahipleri görüşlerini şöyle açıklıyorlardı: “Bir devletin irfan ve genel maarif siyâsetinde, milletin fikir ve his itibarıyla birliğini sağlamak için öğretimin birleştirilmesi en doğru, en ilmî” her yere fayda getirecektir demekteydiler. Yasanın kabulü ile, bütün eğitim kurumlarının dayanacağı tek yerin Maarif Vekâleti olacağı ve tek bir eğitim olacağı açıklanmaktaydı. Parti grubunda kabul olunan önerge, 3 Mart 1924’te TBMM’ye getirildi. Kanun olduğu gibi kabul edildi.

Medreselerin kaldırılmasına karşılık, gene de, bu okulların açılmasını hesaplayanlar vardı. Atatürk’ün Rize gezisinde softalardan kurulmuş bir heyet Atatürk’e başvurarak medreselerin yeniden açılmasını önerdiler. Atatürk, bu heyete memleketin, milletin felâket sebepleri arasında medreselerin oynadığı yıkıcı rolü açıkladıktan sonra “Mektep istemiyorsunuz. Halbuki, millet onu istiyor. Bırakınız artık bu zavallı millet, bu memleket evlâdı yetişsin! Medreseler açılmayacaktır. Millete mektep lâzımdır” demişti.

Bir kısım aydınlar bile, medresenin yeniden kurulamayacağını anlamış, fakat, medresenin millî eğitime etkisinin sürmesini sağlamak istemişlerdi. Atatürk, din terbiyesinin devlet eliyle verilmesinin zararlı olduğunu çok önceden anlamış olduğundan, 1925 yılında Samsun’a yapmış olduğu seyahatlerinden birinde “Dünyada her şey için maddiyat ve maneviyat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delâlettir” demekteydi.

Millî Eğitim Bakanlığı bir süre sonra İmam-Hatip okullarını, ilk, orta ve lise kitaplarında din derslerini kaldırdı. Azınlık ve yabancı okullarının Türk okulları gibi teftiş edilmesine karar alındı. İlkokulların ve liselerin sayısı artırıldı. Kız sanat okulları ve akşam sanat okulları açıldı.36

1928 yılında devletin bir dini olduğu maddesi Anayasa’dan çıkarıldıktan sonra, 1930 yılında şehir okullarında, 1933 yılında köy okullarında din dersleri kaldırıldı. 1928 yılında Arapça ve Farsça dersleri kaldırılmış, bu dillerin öğretimi üniversite düzeyinde bilimsel araştırma araçları olarak okutulması kararı alınmıştı.37 Atatürk 1937’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında, Doğu Anadolu’da bir üniversitenin kurulması gereğini belirtmişti. Atatürk’ün sağlığında malî olanaksızlıklar dolayısıyla bu üniversite açılamamış,38 ama daha sonra açılan Erzurum Atatürk Üniversitesi ile bu düşüncesi yerine getirilmişti. Bu konular yüksek okullar bahsinde etraflıca incelenecektir.

Eski Türk tarihi ile uğraşan Atatürk, eski Türk medeniyetlerini geliştirmek istemişti. Bu bakımdan, madde ile uğraşan kurumlara, işletmelere, Sümerbank, Etibank gibi adlar vererek görüşünü sembolleştirmişti.39

1.18. Hukuk Alanındaki Diğer Yenilikler

Medenî Kanun: 17 Şubat 1926’da kabul edilen Medenî Kanun, 1907’de İsviçre’de hazırlanıp, 1912’de orada yürürlüğe giren kanundan alınmıştır.

Ceza Kanunu: 1889’da yapılmış İtalya Ceza Kanunu’ndan alınmıştır. Kanun suçlar ve cezalar hakkında en medenî hükümleri kapsar. 1 Mart 1926’da yürürlüğe girmiştir.

Hâkimler Kanunu: 3 Mart 1926’da kabul edilen bu yasa, Cumhuriyet Savcı’sının bağımsızlık ilkesini, yargı organlarının bağımsız ve halkın çıkarlarını en uygun şekilde gözetmeyi yasal cezalarla yerine getirmeyi amaçlar.

Ticaret Kanunu: 29 Mayıs 1926’da ve 15 Mayıs 1929’da yayımlanan yasalar ile onaylanmıştır. 1926’da yayımlanan Ticaret Kanunu ve 1929’da çıkan “Deniz Ticaret Kısmı” birbirini tamamlar. 1926’daki bu yasa dünyanın en gelişmiş ticaret yasalarından, özellikle Alman ve İtalyan ticarî eserlerinden, ikincisi ise Alman kanunlarından yararlanılarak düzenlenmiştir.

İcra ve İflâs Kanunu: 24 Nisan 1929 yılında İsviçre’den alınarak düzenlenmiştir. Fakat, beklenilen yararı sağlayamadığından, çeşitli kuruluşların düşünceleri alınarak 30 Haziran 1932’de yeniden düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere, 1926’dan itibaren hukuk alanında büyük yenilikler yapılmaya başlanmıştır. Ama, bunlar henüz yeterli değildir. Kadın erkek eşitliği konusunda önemli atılımlar ve yasalar, ancak 1930’dan sonra konuşulmaya ve yasa haline getirilmeye başlanacaktır.



1.19. Harf İnkılâbı: 3 Kasım 1928

Harf İnkılâbı’na kadar olan sürede, yazı konusunda pek çok tartışma olmuştu.

Sovyetler Birliği, kendi toplumundaki uluslararası Latin alfabesinin kabul edilmesini savunuyordu. 1 Mayıs 1925’te Azerbaycan’da Latin alfabesi kabul edilmişti. Sovyetlerin bu Latinleştirme siyasetinin amacı, İslâmlığın etkisini azaltmak ve Arap yazısı kullanan Türkiye Türkleri ile bağları koparmaktı.40

Meclis’te, yeni harflerin kabul edileceği ana kadar bu konuda girişimler olmuştur. Yazının Latinleşmesi fikri ilk defa 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde ortaya atılmıştı. 1927’de Türkiye’de genel nüfus, 13.642.870, okuma yazma bilenlerin sayısı 1.111.000 olup, okuma yazma oranı nüfusa göre yüzde 10.6 idi.41

İnkılâba 1927 yılında karar verildi. 8 Ocak 1928’de, Ankara Türk Ocağı’nda Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt, Latin harflerinin ulusun dilini güzelleştireceği yolunda bir konferans verdi. Bir hafta sonra, Dil Kurumu üyesi Köse Raif Paşazade Fuat ve Hamdullah Suphi Tanrıöver Latin harflerinin benimsenmesini ileri sürdüler.42 Bu arada bu konuda çalışmalar da hızlandırılmıştı. 25 Nisan 1928’de Milliyet gazetesinde Latin harflerinin kabulü konusunda ilerlemelerin olduğu açıklanıyordu.43

25 Mayıs 1928’de Alfabe Kurulu Vekiller Heyeti’nin onaylanması ile kuruldu. Alfabe Kurulu ilk toplantısını, 26 Haziran 1928’de yapmıştı.44 1927 Aralığı ile 1928 Mayısı arasında, Ahmet Cevat (Emre) bu konuda Atatürk’ün görüşünü yansıtan bir seri yazılar yazmıştı.45

Atatürk halkın içine girerek, Latin harflerini benimsetmek için büyük çaba göstermiştir. Bunun için, 23 Ağustos 1928’de Tekirdağ’a gitmiş46 ve Tekirdağlıların şimdiden yeni Türk harflerini okuyup yazabilmelerinden memnunluk duymuştu.47

Atatürk, 9 Ağustos 1928 akşamı Sarayburnu’nda halka bu inkılâbı açıkladıktan sonra,48 Dolmabahçe’de ders verilmeye başlanmıştı. 16 Ağustos 1928’de, CHP merkezinde yapılan toplantıda her mahallede bir dershane açılması kararlaştırıldı. Mustafa Kemal, Başöğretmen sanını aldı. Türk basını bütün bu çalışmalardan halkı haberdar etmekteydi. Gazeteler, yeni harfleri ve imlâ esaslarını yaymaya başladılar. Türkiye’nin bütün şehir ve kasabaları ve köylerinde halk yeni harfleri öğrenmeye başladı.49

Mustafa Kemal ise gezilerine devam ediyordu. 1 Eylül’den 21 Eylül’e kadar, Çanakkale, Maydos (Eceabat), Gelibolu, Malatya, Sinop, Samsun, Kayseri ve Ankara’ya gitmiş, verdiği derslerle halkı aydınlatmıştı.50 16 Eylül 1928’de, Atatürk, halkın ve çeşitli kuruluşların yeni harfleri öğrenmek için gösterdikleri çabadan memnuniyetini demecinde de belirtmiştir.51

Lâtin harflerinin kabulü sorunu 1 Kasım 1928’de Meclis’e getirildi. Mustafa Kemal, çeşitli konuları kapsayan nutkunda buna da temas etti.52 Daha sonra bu konuda üç milletvekilinin takririne geçildi53 ve ikinci oturumda bununla ilgili komisyonun sunduğu layiha kabul edildi.54

Nihayet, 3 Kasım 1928’de Latin harfleri resmen kabul olundu. Daha sonra vergiler bütçesine yeni yazı için gerekli harcama ile ilgili olarak olağanüstü bir kanun layihası verilmiş ve kabul edilmiştir.55

Basın yeni harfler yasasının kabul edilmesini, henüz maddelerin bir kısmının ilk görüşülmeye başlanması ile aynı anda haber vermişti. 2 Kasım 1928’de Ankara’da yayımlanan Hâkimiyet-i Milliye, Harfler Yasası’nın kabul edildiğini halka duyurmuş ve görüşülebilen maddeleri yazmıştı. Aynı gazete, Büyük Millet Meclisi’nin tarihî günlerinden birini yaşadığını da belirtmişti.56 Hemen, Ankara’nın bazı camilerinde ve Fırka Binası’nda da derslere başlanmıştı.57

11 Kasım 1928’de Millet Mektepleri Talimatnâmesi kabul edilmiş ve yürürlüğe konmuştu.58 İstanbul’da 1208 mektep açılmış olup, 45.000 öğrenci mevcuttu.59

1 Ocak 1929 tarihinde millet mekteplerinin merasimle açıldığını ve bunun Millî Eğitim Bayramı olduğunu belirten basın, bundan sonra Arap harflerinin yerini Latin harflerinin aldığını açıklamaktaydı.60 Kocaeli’de millet mekteplerinin açılması büyük hayranlık uyandırmış ve 1 Ocak akşamı 350 okulun daha açılacağı duyurulmuştu.61

1 Ocak 1929’da, İstanbul’da harfler marşı ile açılan millet mekteplerinde,62 bazen birkaç şube birden açılmaktaydı. Kadınlar için açılan okullarda 3 Ocak’tan itibaren derslere başlanmıştı.63 Yunus Nadi, 5 Ocak’ta yazdığı makalesinde, binaların az olduğunu belirtmektedir.64 Millî Eğitim Bakanlığı, önümüzdeki senede 250.000 kişinin okuyacağının sanıldığını65 ve her yerde millet mekteplerinin açılacağını açıklamaktaydı.66

Gerek halkın, gerekse hükûmetin uğraşıları sayesinde Türkiye’de okur-yazar sayısı iyice artmıştır. 1923-1924’te, ilkokullardaki erkek öğrenci sayısı 273.107 iken, 1970-1971’de bu 2.874.485’e çıkmıştı. Orta öğretimde bu, 1930-1931’de 20.148 erkek, 6945 kız iken, 1970-1971’de 565.360 erkek, 211.430 kız, liselerde 1930-1931’de 4333 erkek, 3115 kız iken, 1970-1971’de, 165.619 erkek, 63.893 kıza ulaşmıştır.67 Zamanında ise, okur yazar sayısı yüzde elliyi aşmıştır.



1.20. Atatürk’ün Türk Tarih Tezi

Atatürk, Avrupalıların, Türkleri sarı ırka bağlamak, yıkıcı ve medenî yetenekten yoksun olarak, medenî eser yaratamamak gibi ilmî kalıplar ileri sürerek ortaya koydukları iddialara inanmıyor, Türk vatanının bizim olduğunu, tarihin bunu ortaya koyacak en büyük manevî destek ve delil olduğunu ileri sürüyordu. Bunun için, önce kütüphane kurmakla işe başladı. Bunu büyük bir anket takip etti. Türkiye’de tarihle uğraşanlar, Türk tarihi ile ilgili kitapları incelemeye memur edildiler. Tercüme edilen kitaplar, raporlar halinde Atatürk’e sunuldu. Bu çalışmaların ilk ürünü olarak, Türk milletinin cihan tarihindeki yerini ve rolünü belirten “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı eser 1930 yılında bastırıldı. Bir sene sonra da Türk Tarihi üzerinde çalışmalar yapmak üzere “Türk Tarih Heyeti” kuruldu (15.4.1931). Atatürk, bu heyete, Türk tarihini belgelere dayanarak yazmalarını, gerçeklerin dışına çıkmamalarını, Türklüğü acuna duyurmalarını söyledikten sonra “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” demiştir.

26.9.1932 tarihinde Ankara’da Türk tarih profesörleri ve öğretmenlerinin katılmasıyla ilk kez Türk Tarih Kongresi toplandı ve Türk Tarih Tezi bu kongrede bilimsel bakımdan tartışıldı.

Kültür alanımızda yeni bir tarih görüşü olan bu tez şöyledir: “Türk milletinin tarihi şimdiye kadar sanıldığı gibi yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türkün tarihi çok daha eskidir ve temasta bulunduğu milletlerin medeniyetleri üzerine tesir etmiştir.” Bu tez ile Türk tarihi, Etiler, Sümerlerden başlatılmakta ve en eski uygarlıkların Türklerden çıktığı ispat edilmektedir.68



1.21. Türk Dil İnkılâbı

Osmanlı Türkçesi, yüzyıllardan beri, yabancı dillerden alınan kelime ve kuralların etkisi altında çok şey kaybetmiştir. Bu dilin anlaşılabilmesi için Arap ve Fars dillerinin dilbilgilerinin ve birleşimlerinin bilinmesi gerektir. Bu da Türkçenin millî bir dil olmasına engel olmaktadır. Büyük halk kitlelerinin konuştuğu dil ile aydınların dili arasında büyük bir uçurum vardı. Atatürk zamanına kadar olan dili sadeleştirme çabaları başarılı olamamıştı.

Harf İnkılâbı’nın olumlu sonuçları alınmaya başlanmış olduğundan Atatürk dil çalışmaları ile uğraşmak için 12 Temmuz 1932’de, Türk Tarih Cemiyeti’ne kardeş olarak Türk Dili Tedkik Cemiyeti’ni kurdu. Cemiyetin amacı, Türkçenin sözlük, terim, dilbilgisi, cümle bilgisi, etimoloji konularını incelemek ve Türkçenin gelişmesine, dilimizin dünya dilleri arasındaki yerini belirtmeye çalışmaktadır. Dil konusuna titizlikle eğilen Mustafa Kemal, 1929 Eylül’ünde Ertuğrul yatı ile İstanbul’dan Zonguldak’a giderken bir telsiz haberinin eski yazılarla kendisine verilmesine çok sinirlenmişti.69

Atatürk’ün direktiflerine göre, önce bir Dil Kurultayı toplanacak, Türk Dili Tetkik Cemiyet’in tezi orada Kurultay’a katılan uzmanların, yazarların, ozanların, basın yetkililerinin ve öğretmenlerin önünde açıklanacak ve onların düşüncesi de alınmak suretiyle dil işi ile olan ilgi genelleştirilecekti.

I. Türk Dili Kurultayı, 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplandı. Amerika Genelkurmay Başkanı General Mac Arthur, Atatürk’ü ziyaret anında Kurultay’daki tezleri, konferansları ilgiyle dinlemişti. Bu ilk kurultayda, Kurum Başkanı Samih Rifat, amacı “Türk dilinin kendi millî kudretleri içerisinde inkişâfını aramak” olarak nitelemişti.70 Çalışmaların sonunda, bir tüzük düzenlendi. Bunun 20. maddesinde “Türk Dili I. Kurultayı’nın toplandığı 26 Eylül Türk Dili Tetkik Cemiyeti azalarınca Dil Bayramı olarak her yıl kutlanır” denilmekteydi.71 26 Eylül’de başlayan Kurultay 1 Ekim’e kadar sürmüştü. Atatürk, Kurultayın ortaya koyduğu sonuçlardan çok memnun oldu. 1 Kasım 1932’de Büyük Millet Meclisi’ndeki açış nutkunda “Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyeti’nin temel dileği olarak temin edeceğiz. Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet teşkilâtımızın dikkatli, alâkalı olmasını isteriz” demekteydi. Türk Dili Cemiyeti daha sonra da Atatürk’ün koruyuculuğunda çalışmalarına devam etti. Bu devrede Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçeden tasfiye edilmesi fikrinden vazgeçen Atatürk bizzat kendi yazıları ve beyanlarıyla da bunu açıkça ifadeden çekinmemiştir.72 Atatürk, 18 Ağustos 1934’te II. ve 24 Ağustos 1936’da III. Dil Kurultaylarında hazır bulunmuş ve kurultayları izlemiştir. Daha sonra, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde, 1942, 1945, 1949, 1951, 1954, 1957, 1960 ve daha sonraki tarihlerde yapılan toplantılarda Dil Kurultayı çalışmalarına devam etmiştir.73


Yüklə 13,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   97




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin