Düşünsel ve İlmi Cihad
Bilindiği gibi, her sahih siyasal hareketin temel dinamiklerinden biri sağlam bir düşünce sistemidir. Kitlelerin kültür düzeyini yükseltmek, onları bilinçlendirmek, hareketin akışı içinde başına nelerin gelebileceğini, nelerle karşılaşabileceğini, bu bağlamda görev ve haklarının neler olduğunu anlatmak, bunları bilinçli bir şekilde kavramasını sağlamak, en başta sağlamlaştırılması gereken bir kaidedir. Bu sayede yıkıcı hakim rejimin etkileri ortadan kaldırılabilir. Çünkü yıkıcı düzenler bütün tarih boyunca insanları haktan ve hakka dair temel gerçekleri öğrenmekten uzak tutmaya çalışmışlardır.
İmam Zeynülabidin (a.s), bu sahada büyük ve önemli bir rol oynamıştır. Öncelikle egemen rejimin hadis rivayetini yasaklamasına karşı çıkmış, hadis rivayet edilmesini emretmiş, teşvik etmiştir.1 Kendisi sünneti tatbik eder, insanlara da sünneti tatbik etmeye ve sünnete uymaya davet ederdi. Ondan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Amellerin en faziletlisi, az da olsa sünnete uygun olarak yapılanıdır."2
İmam'ın (a.s) yaşadığı dönemde, hakim rejimin temel amacı, hakkı temelinden yıkmak, köklerini sökmekti. Bu anlamda hakkı da o dönemde Kur'an hafızları ve müfessirleri temsil ediyordu. Bu yüzden Kur'an'a sarılmaya çağırmak, o gün için en önemli yükümlülüklerden biriydi. Nitekim İmam Zeynülabidin (a.s), bu alanda büyük bir çaba sarf etmiştir.
İmam (a.s) şöyle diyor: "Aman; Kur'an'a sarıl. Çünkü yüce Allah, cenneti, kendi eliyle bir tuğlası altından, öbür tuğlası gümüşten olduğu halde yaratmıştır. Cennetin harcını misk, toprağını zaferan ve çakılını da inci kılmıştır. Cennetin derecelerini Kur'an ayetlerinin sayısı kadar kılmıştır. Kim Kur'an'dan bir bölüm okursa, ona: Oku ve yüksel, der. Kim de cennete girerse, peygamberlerin ve sıddıkların dışında ondan daha yüksek derecede bir kimse olmaz."1 Şöyle derdi: "Doğudakilerin ve batıdakilerin hepsi ölse, yanımda Kur'an olduktan sonra yalnızlık hissetmem."2
Pratikte Kur'an'ın yüceltilmesi için çeşitli yöntemlere baş vururdu. İnsanlar içinde onun kadar güzel ve içten bir sesle Kur'an okuyan bir başkası yoktu.3 Ayrıca Kur'an-ı Kerim'i tefsir ederek de halkı irşad ediyordu.4
İmam (a.s), ilahi tevhid inancının temellerini sabitleştirme, rükünlerini sağlamlaştırma yolunda da büyük çabalar sarf ediyordu. Bunun için bozulmamış fıtrata ve akla uygun kanıtlar ortaya koyuyordu. Yöneticilerin, insanların dillerine ve bedenlerine hakim olduktan sonra düşüncelerine de tam anlamıyla hakim olmak maksadıyla besledikleri ilahi cebir (Allah'ın insanı amel etmeye zorlaması / insanın amellerini kendi iradesiyle yapmaması) düşüncesi gibi sapık fikirlere karşı da müthiş bir mücadele veriyordu. Daha önce, Hz. Hüseyin'in (a.s) öldürülmesini Allah'a mal etmek isteyen İbn Ziyad'a: "Allah, öleceği zaman öleni vefat ettirir." ayetiyle cevap verdiğini hatırlatmıştık. Böylece İmam (a.s), yöneticinin meclisinde, bu kadar net konuşarak akidevi sapmaya açık tavır koymuştu. Dolayısıyla başkalarının haksız yere öldürülmesi ile Kur'an'ın Allah'a nisbet ettiği- katına döndürme ve canı alma arasındaki farkı ortaya koymuştu.
İmam'a (a.s): "İnsanların başına gelenler, kaderle mi başlarına geliyor, yoksa amelleriyle mi?" diye sorulduğunda, İmam (a.s) şöyle cevap verir: "Kader ve amel, ruh ve beden mesabesindedir. Bu hususta Allah, salih kullarına yardım eder." Sonra şöyle der: "Haberiniz olsun, kendi zulmünü adalet, doğru yolda olanın adaletini de zulüm gören kimse, insanların en zalimidir."1
Böylece İmam (a.s) teşbih ve tecsim inancına2 ve mürciye düşüncesine karşı koymuştur.3
İmamet ve velayet hususunda ise İmam (a.s) takiyyeye veya gizliliğe gerek duymadan bütün açıklığı ve sarahatiyle İmamlığını bizzat kendisi ilan etmiştir. Bu açık ilanı içeren bir çok hadis vardır. Bu hadislerden birinde şöyle deniyor: "Biz, Müslümanların İmamlarıyız, Allah'ın alemlere sunduğu hüccetleriyiz. Müminlerin seyyidleri, kalabalıkların önderiyiz. Müminlerin Mevlalarıyız. Biz, yeryüzü halkının güvencesiyiz, tıpkı yıldızların gök ehlinin güvenceleri olmaları gibi. Eğer yeryüzünde bizden biri olmasaydı, yer üzerindekileri yutardı. Allah'ın Adem'i (a.s) yarattığı günden beri yeryüzünde, açık ve meşhur veya gaybette ve gizli bir hüccet bulunmuştur. Kıyamet kopuncaya kadar da mutlaka yeryüzünde bir hüccet bulunacaktır. Böyle olmasaydı, yeryüzünde Allah'a kulluk edilmezdi.4
Ebu Minhal Nasr b. Evs et-Tai şöyle der: "Ali b. Hüseyin (a.s) bana dedi ki: 'İnsanlar kime gidiyorlar?' Dedim ki: Şuna buna gidiyorlar. Dedi ki: 'Onlara söyle, bana gelsinler.'5
Ebu Halid el-Kabuli İmam'a (a.s) şöyle dedi: "Efendim! Senden sonra kaç İmam geleceğini bana söyle. Dedi ki: 'Sekiz İmam gelecektir. Çünkü Resulullah'tan (s.a.a) sonra on iki İmam gelecektir. Bu, İsrailoğullarındaki esbatın da sayısıdır. Üç tanesi geçmişte geldi. Ben dördüncüsüyüm. Sekiz tanesi de benim soyumdan gelecektir…'6
Kuşkusuz Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s) uzaklaşma şeklinde kendini gösteren sapma, sadece onların yönetim ve siyasal velayet makamlarından uzaklaştırılmalarıyla sınırlı değildi. Aksine, bu uzaklaşma, şeri hükümler alanında koyu bir cehaletin hüküm sürmesine kadar vardı. Oysa Ehl-i Beyt İmamları (a.s), şeri hükümleri tanıtma misyonuna sahip gerçek merci ve sahih önder konumundaydılar.
İmam (a.s), sadece emir yetkisine, memleketi yönetme misyonuna ve kullara yol gösterme görevine sahip değildir, o, aynı zamanda şeriatı anlama ve hükümlerini açıklama hususunda da baş vurulacak mercidir. Son şeriatı eksiksiz bir şekilde bilmek ve şeriatın gerçek kaynaklarıyla sağlam bir irtibat kurmak için bundan başka yol yoktur.
Yöneticiler, Ehl-i Beyt'i (a.s), yönetim ve siyasal velayetten uzaklaştırdıkları gibi, dini ve ilmi merciliklerini ortadan kaldırmak ve insanları onlardan uzaklaştırmak için de büyük bir çaba sarf ediyorlardı. Bu nedenle İmamlar ve onların tabileri, insanlara İslâm şeraitinin bu berrak kaynağını göstermeye, insanların bu kaynaktan içmelerini sağlamaya özel bir önem verdiler. İmam Seccad (a.s) ise, bu hususa özellikle ilgili gösteriyordu. Örneğin şer’i, fıkhi bir meselede kendisiyle tartışan bir adama aynen şöyle demişti: "Be adam, eğer bizim evlerimize gelirsen, Cebrail'in hanelerimizdeki ayak izlerini sana gösterebiliriz. Böyle iken kim sünneti bizden daha iyi bilebilir ki?!"1
Başka bir yerde de şöyle buyuruyor: "Allah'ın dininde, eksik akıllarla, yanlış görüşlerle, fasit kriterlerle doğruya ulaşılmaz. Ancak teslim olmakla doğruya ulaşılır. Bize teslim olan kurtulur. Bizi örnek edinen hidayete erer. Kıyas ve kişisel görüşle amel edense helak olur. Bizim söylediğimiz veya hükmettiğimiz bir şeye karşı içinde rahatsızlık hisseden bir kimse, tekrarlanan yediyi (seb'u mesani / fatiha suresi) ve yüce Kur'an'ı indiren Allah'ı bilmeden, inkar etmiş olur."2
Dostları ilə paylaş: |