İMAM ZEYNÜLABİDİN (a.s) MEDİNE'DE
Ehl-i Beyt'in (a.s) esirlerinin Kûfe'ye girmesiyle birlikte, İmam Hüseyin'in (a.s) öldürülmesine dönük tepkiler de uç vermeye başladı. Yezid'e karşı en ufak bir itiraz gösteren kişilere karşı İbn Ziyad'ın uyguladığı baskı, sindirme ve terör yöntemlerine rağmen, egemen zulmü protesto eden sesler gün be gün daha gür çıkıyordu.
Örneğin bir gün İbn Ziyad minbere çıktı, Yezid ve partisini öven sözler sarfettikten sonra Hüseyin (a.s) ve Resul-i erkemin (s.a.a) Ehl-i Beyt'i hakkında kötü sözler söyledi. Bunun üzerine Abdullah b. Afif el-Ezdi hemen ayağa kalktı ve şöyle tepki gösterdi: "Ey Allah'ın düşmanı! Hiç şüphesiz yalancı sensin, senin babandır, seni vali tayin edendir ve onun babasıdır, ey Mercane'nin oğlu! Peygamberlerin evlatlarını öldürüyorsun, utanmadan da doğruların makamı olan minbere çıkıyorsun!"
İbn Ziyad: "Onu bana getirin," dedi. Muhafızlar yakaladılar onu. O da Ezd kabilesini yardıma çağırdı. Ezd kabilesinden yediyüz kişi toplandı ve onu muhafızların elinden kurtardılar. Akşam olunca İbn Ziyad birini gönderdi, onu evinden çıkarıp boynunu vurdu sonra da cesedini asıp teşhir etti.1 Bu karşı çıkış eylemi İbn Ziyad'ın lehine sonuçlandıysa da, başka ayaklanmaların, başkaldırıların da başlangıcı oldu.
Şam'da da öfke ve rahatsızlık belirtileri baş gösterdi. Bu yüzden Yezid, Hüseyin'in (a.s) öldürülmesinin suçunu İbn Ziyad'a yıkma gereğini duydu. Fakat bu tepkilerin en şiddetlisi Hicaz'da gerçekleşti. Abdullah b. Zübeyr, Yezid'in tahta çıktığı ilk günlerde Mekke'ye taşınmıştı. Orayı Şam yönetimine muhalefetin üssü haline getirmişti. Kerbela faciasını, Yezid rejimini eleştirmek maksadıyla bir argüman olarak kullanmaya başladı. Bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında Iraklıları vefasızlıkla, sözlerinde durmamakla suçladı. Hüseyin b. Ali'den (a.s) övgüyle söz etti, onu takva ve ibadet ehli olarak nitelendirdi.
İmam Zeynülabidin (a.s) de Şam ve Irak'tan dönüşünün ardından Medine'de ahaliye bir konuşma yaptı. Tarihçiler, İmam'ın (a.s) şehre girişinden önce halkı şehrin dışında topladığını ve onlara şu konuşmayı yaptığını anlatıyorlar:
"Alemlerin rabbi, din gününün sahibi, bütün mahlukatın yaratıcısı olan Allah'a hamd olsun. O, uzaktır; en yüce semavatta yükselmiştir. Yakındır; gizli konuşmaların tanığıdır. Büyük olaylardan, zamanın facialarından, yakıcı musibetlerden, dehşet verici felaketlerden, büyük, yıkıcı, insanın canına tak eden, korkunç ve helak edici afetlerden dolayı Ona hamd ediyoruz.
Ey topluluk! Hiç kuşkusuz yüce Allah -Ona hamd olsun-, bizi büyük musibetlerle sınadı. İslâm'ın duvarında açılan gedik bu yüzden çok büyüktür. Evet, Ebu Abdullah Hüseyin (a.s) öldürüldü, kadınları ve çocukları esir alındı. Kesik başı mızrakların ucuna takılarak memleket memleket dolaştırıldı. İşte bu, benzeri olmayan bir musibettir.
Ey insanlar! İçinizde hangi erkek, onun ölümünden sonra sevinebilir? Ondan dolayı hangi yürek üzüntüden yanmaz? Hangi göz, yaşlarını tutar da sel gibi akıtmaz? Onun öldürülmesinden dolayı yedi kat gök ağladı, denizler dalgalarıyla, gökler dayanaklarıyla, yer kuşe bucaklarıyla, ağaçlar dallarıyla, balıklar, denizlerin derinlikleri, mukarreb melekler ve bütün semavat ehli ağladı.
Ey insanlar! Onun öldürülmesinin acısıyla parçalanmayacak kalp var mıdır? Hangi yürek onun için yanmaz ki? İslâm'ın surunda açılan bu kapanmaz gediği, bu onmaz yarayı duymayan kulak kaldı mı?
Ey insanlar! Şehirlerden, diyarlardan kovulur, sağa sola savrulur, memleketlerden çıkarılır, uzaklaştırılır olduk. Sanki Türklerin ve Kabil'in çocuklarıymışız gibi! Hem de işlediğimiz bir suç, irtikap ettiğimiz bir günah olmaksızın! İslâm'da yıkıcı bir gedik açmadığımız halde! Önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık. Bu olsa olsa uydurulmuş bir düzendir.
Allah'a yemin ederim ki, eğer Hz. Peygamber (s.a.a) bizi sevmelerini, bize itaat etmelerini önerdiği gibi, bizi öldürmelerini önermiş olsaydı, bu yaptıklarından fazlasını yapmayacaklardı. Hiç şüphesiz biz Allah'tan geldik ve yine Ona döneceğiz. Ne büyük ne acı bir felaket! Ne korkunç, ne yakıcı, ne dehşet verici, ne alemli ve ne müthiş bir musibet!! Başımıza gelenlerden ve bize yapılan kötülüklerden dolayı Allah'ın sevabını umuyoruz. Çünkü O, üstün iradelidir, öç alıcıdır."1
Kısa olmasına rağmen bu konuşma, Kerbela olayını bütün gerçekliğiyle somutlaştırıyordu. Bir yanda, Hüseyin b. Ali'nin (a.s) öldürülmesi, öbür yanda ailesinin esir edilmesi temelinde Ehl-i Beyt'in (a.s) uğradığı zulmü işliyordu. “Taff hadisesi2”’inden sonra yaşadıkları zulümler de cabası. Ki Ehl-i Beyt'ten öldürülenlerin kesik başları, en başta Ehl-i Beyt'in efendisi Hüseyin'in (a.s) kesik başı olmak üzere mızrakların uçlarına takılarak memleket memleket dolaştırılmıştı.
İmam Zeynülabidin (a.s), kısa, ama etkili ve vurgulu bir değiniyle, Ehl-i Beyt'in (a.s) yaşadığı sürgünleri, perişanlığı, sağa sola savrulmuşluğu, gördükleri kötü muameleyi ve aşağılayıcı tavırları da tasvir etti. Onlar vahiy hanesinin, risalet madeninin fertleriydiler. İman ehlinin önderleri, hayır, rahmet ve hidayetin kapılarıydılar.
İmam (a.s) konuşmasını, büyük bir dikkatin ve özenin eseri olduğu hemen fark edilen ifadelerle Emevî ordularının Ehl-i Beyt'e (a.s) karşı işlediği suçları tasvir ederek sonlandırdı. Gerçekten Resulullah (s.a.a) eğer bunlara, Ehl-i Beyt'i öldürüp organlarını kesmelerini, müsle yapmalarını, işkenceye uğratmalarını emretmiş olsaydı, bu yaptıklarından fazla bir şey yapmayacaklardı. Peki, peygamber (s.a.a) öldürülen kişilere müsle yapılmasını (organlarının kesilmesini) uyuzu köpeklere bile yapılmasını yasaklarken, Ehl-i Beyt'e karşı bu cinayeti nasıl işleyebildiler?! Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'ine dair tavsiyeleri ortada duruken, bu insanlar yaptıklarını nasıl izah edeceklerdi?!
Oysa, Resulullah (s.a.a) peygamberliğinin ücreti olarak akrabalarının sevilmesinden başka bir şey talep etmemişti.!!!
İmam Zeynülabidin (a.s), Ehl-i Beyt'in (a.s) mazlumiyetini işlediği bu konuşmasında, Medinelilerin devrimci ruhlarını uyandırmayı amaçlamıştı. Emevi zorbalığına, Süfyani azgınlığa karşı aydınlanmacı, inkılapçı duyguları harekete geçirmeyi hedeflemişti.
Velid b. Utbe b. Ebu Süfyan'ın idaresindeki Medine'de ortam o sene bir gün dahi durulmadı. İki sene içinde üç valinin değiştirilmiş olması durumun, ortamın sakinleşmediğinin en somut, en açık kanıtıdır. O kadar ki, Yezid, Velid b. Utbe yerine Osman b. Muhammed b. Ebu Süfyan'ı atamak zorunda kalmıştı.3
Osman, Medine'yi yönetebildiğini göstermek, ayrıca Medine'nin ileri gelenlerinin Yezid'den ve kendisinden hoşnut olmalarını sağlamak maksadıyla Muhacir ve Ensarın çocuklarından oluşan bir heyeti Şam'a gönderdi. Ki genç halifeyi yakından görsünler ve ondan bir takım hediyeler alsınlar. Fakat giden heyet, Yezid'in iğrenç hayat tarzına ve sapkın davranışlarına tanık oldu.
Medine'ye geri döndüklerinde açıktan açığa Yezid'e sövmeye ve onu kınamaya başladılar. Dediler ki: "Dinsiz bir adamın yanından geliyoruz. Şarap içiyor, saz çalıyor, meclisinde cariyeler şarkı söylüyorlar. Bu adam köpeklerle oynaşıyor. Onun meclisindeki yarenleri hırsızlardır. Onu halife olarak tanımadığımıza sizi şahit tutuyoruz."
Abdullah b. Hanzala şöyle dedi: "Şunların çocuklarından başka kimseyi bulamasam dahi, onlarla mutlaka savaşacağım. Bana bağışta bulundu ve ikram etti. Ancak ben sırf daha güçleneyim diye onun bağışını kabul ettim."
Halk Yezid'i halife olarak tanımadığını bildirdi ve Abdullah b. Hanzala el-Gasil'e biat etti. Onu kendilerine vali olarak atadılar.1
Dostları ilə paylaş: |