Biyatı Antolojisi, İstanbul 1935; a



Yüklə 1,15 Mb.
səhifə3/27
tarix26.08.2018
ölçüsü1,15 Mb.
#75068
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27

Türk halk müziği çalışmalarına yaban­cı müzik adamları da ilgi göstermiş ve onların faaliyetleri halk müziğinin yurt dışında tanıtılması konusunda etkili ol­muştur. Bu araştırmacılar içinde Bela Bar-tök. Kurt ve Ursula Reinhard, Laurence Piçken, VVouther Svvets, Harumi Koshi-ba, İrene Markoff. Martin Stokes. Sipos Jânos gibi isimler ilk akla gelenlerdir. Pic-ken'in Folk Musical Instruments of Tiır-key (London 1975) adlı eseri, sahasında hazırlanmış çalışmalardan biri olarak bü­yük önem taşır. Bartök'un, Türkiye'deki araştırmalarını içeren ve 1975'te Buda­peşte'de Bela Bartok's Folk Music Re­search in Turkey, Amerika'da Turkish Folk Music From Asia Minör adlarıyla neşredilen eseri de bu alandaki yayımla­rın en önemlilerindendir. Eser. Amerika'-daki neşrinden Küçük Asya'dan Türk Halk Musikisi adıyla Bülent Aksoy ta­rafından Türkçe'ye çevrilmiştir (İstanbul 1991).

Cumhuriyet'in ilk elli yılında halk müzi­ği araştırmalarını resmî kişilikleri yanın­da şahsî gayretleriyle de sürdüren bilim adamı ve sanatçılardan bazıları şunlardır: Yusuf Ziya Demircioğlu, Mahmut Ragıp Gazimihal. Ferruh Arsunar, Ahmet Ad­nan Saygun, Seyfettin ve Sezai Asal, Halil Bedî Yönetken, Muzaffer Sarısözen, Sa­di Yaver Ataman, \feysel Arseven, Nida Tüfekçi. Neriman Tüfekçi, Yücel Paşmak-çı, Orhan Dağlı, Adnan Ataman. Muam­mer Sun, Kemal İlerici, Gültekin Oran-say. Muammer Uludemir. Ahmet Yürür, Yıldiray Erdener. Şenel Önaldı. Mehmet Özbek, Mansur Kaymak, Suphi Saatçi, Süleyman Şenel.

Türkiye'de yaklaşık yetmiş yıl önce baş­layan resmî ve yarı resmî halk müziği ça-

358


lışmalarında yüzlerce etnografik ve folk­lorik değer gün ışığına çıkarılmıştır. Yurt içinde ve yurt dışında konuyla ilgili olarak birçok eser yazılmış, resmî ve özel arşiv­lerde 40.000 civarında halk müziği örne­ği toplanmıştır. Almanya, Fransa, Maca­ristan, Hollanda. Amerika Birleşik Devlet­leri ve Japonya başta olmak üzere yurt dışındaki çeşitli arşivlerde bulunan mal­zemenin miktarı ise henüz tam olarak bi­linmemektedir (Türk halk müziğinin şe­killeri, ezgi yapısı, işlediği konular, usul­leri ve sazları hakkında geniş bilgi için bk. TÜRK).

BİBLİYOGRAFYA :

Ziya Gökalp. "İçtimaiyat: Hars ve Medeni­yet", Yeni Mecmua, sy. 60, İstanbul 1918, s. 142-143; Mûsâ Süreyya, "Asker Türküsü", a.e. (Çanakkale: 5-18 Mart 1915-331/Kenİ Mecmua­nın Fevkalâde Nüshası, 1918), s. 80; Rauf Yek­ta. Dârü'l-elhan/Anadolu Halk Şarkıları, Def­ter 1, İstanbul 1926, s. 7-8; a.mlf.. "Kafkasya Mûsikîsi", Şehbâl, sy. 59, İstanbul 1328, s. 210; Seyfettin-Sezai Âsaf |Asal], Yurdumuzun Nağmeleri, İstanbul 1926; Mahmut Ragıp Gazi­mihal, Anadolu Türküleri ue Mûsiki İstikbâli­miz, İstanbul 1928; a.mlf.. Şarkî Anadolu Tür­kü ue Oyunları, İstanbul 1929; a.mlf.. Balkan­larda Musikî Hareketleri, İstanbul 1937; a.mlf, Türkiye-Avrupa Musiki Münasebetleri, İstan­bul 1939; Yusuf Ziya Demircioğlu, Anadolu Köy­lerinin Türküleri, İstanbul 1938; a.mlf., "Dün­yada İlk Musiki Folklor Hareketleri", Musiki Ansiklopedisi, sy. 1, İstanbul 1947, s. 13-14; a.mlf., "Memleketimizde Musiki Folklor Hare­ketleri", a.e., sy. 4 (1947). s. 3; sy. 5 (1947). s. 3; Orhan Saik Gökyay, Deutet Konseruatuuart Ta­rihçesi, Ankara 1941, s. 19; İbrahim Aslanoğlu, Sivas Halk Şairleri Bayramı, Sivas 1965; Cahit Öztelli, Eülerİnın önü, İstanbul 1972; M. Şakir Ülkütaşır. Cumhuriyetle Birlikte Türkiye'de Folklor ue Etnografya Çalışmaları, Ankara 1973; Z. Kodâly. Folk Music of Hungary, Budapest 1982; B. Netti, TheStudy of Ethnomusicology, Urbana-Chicago I983;P. Hindemith, TürkKüğ Yaşamının Kalkınması İçin Öneriler: Vor-schlage Für Den Au(bau Des Türkischen Musiktebens (trc. Gültekin Oransay), İ2mİr 1983, s. 111; Philip V. Bohlman. The Study of Folk Music in the Modern V/orld, Indiana 1988; Bela Bartök, Küçük Asya'dan Türk Halk Mu­sikisi (trc. Bülent Aksoy). İstanbul 1991; Yıldı-ray Erdener, "Etnomüzikoloji Nedir?", Türk Halk Kültürü Araştırmaları, Ankara 1993, s. 65-72; Ahmet Adnan Saygun, "Halk Musikisi", Yücel, XI/62, İstanbul 1940, s. 94-100; a.mlf., "Halk Müziğinin Derlenmesi", Müzik Görüş­leri, sy. 10, İstanbul 1949, s. 3-4; Halil Bedî Yö­netken, "Folklor Dersleri", Orkestra, sy. 94, İs­tanbul 1971, s. 42-54; sy. 95(1971), s. 25-46; Süleyman Şenel. "Dârü'l-eîhân Heyeti Tarafın­dan Fonografla Derlenen İlk Türkü", TFAYBel­leten (1987), s. 212-240; a.mlf., "Küçük As­ya'dan Türk Halk Musikisi", Çahntt, sy. 2, İs­tanbul 1993, s. 76-79; Nida Tüfekçi. "Türk Halk Müziği", CD7A.VI, 1482-1488.

İRİ Süleyman Şenel

HALKA

Zikir veya ilim meclisi anlamında bîr terim.



L J

Sözlükte "daire, insanların bir daire bi­çiminde dizilmesi" mânasına gelen halka (haleka) kelimesi, ilim öğrenmek için öğ­rencilerin bir hocanın ve zikir yapmak için sûfîlerin bir şeyhin çevresinde top­lanmasını ifade etmek üzere "tedris" ve "zikir" kelimeleriyle birlikte "meclis" anla­mında kullanılmıştır (halka-i tedris, hal-ka-i zikir). Namaz kılarken cemaatin saf teşkil etmesi istendiği halde sohbetler­de, vaazlarda ve derslerde çok defa hal­ka veya hilâl biçiminde sıralanma tercih edilmiştir. Dinleyicilerin kalabalık olması durumunda bir halkanın arkasında bir veya birkaç halka daha oluşturulur. Böy­lece yapılan vaazın veya verilen dersin daha rahat dinlenmesi ve daha iyi anla­şılması sağlanır.

Hz. Peygamber zamanında ders ve zi­kir halkalarının mevcut olduğunu göste­ren bazı rivayetler vardır. Resûl-i Ekrem mescidde ashabın biri öğretim, diğeri Kur'an okuma ve dua olmak üzere iki halka teşkil ettiğini görmüş, bunların her ikisinin de hayırlı olduğunu söylemiş, fakat kendisi muallim olarak gönderildi­ğini belirterek öğretim halkasına dahil olmuştur (İbn Mâce, "Mukaddime", 17). Diğer bir hadiste halkada boş bulduğu yere oturan, boş yer bulunmadığında ar­kada ikinci bir halka başlatan kişiler övül­müş, halkaya dahil olmayanlar ise kınan­mıştır (Buhârî, "cîlim",8. "Şalât", 84). Ayrıca Hz. Peygamber cemaate onar ki­şilik halkalar oluşturup yemek yemele­rini tavsiye etmiştir (Müslim. "Nikâh", 94). Fakat namazdan önce saf düzenin­de bulunması gereken cemaat böyle bir zamanda haika teşkil etmekten menedil-miştir (Müslim, "Şalât", 119; İbnül-Esîr, en-Nihâye, "hlk" md). Bir hadiste de zi­kir halkaları cennet bahçelerine benzeti­lerek müminlerin buralara devam etme­si teşvik edilmiştir (Müsned, III, 150).

Resûl-i Ekrem zamanında mevcut olan zikir halkaları sonraki dönemlerde de var­lığını sürdürmüştür. Ancak başlangıçta ilim ve zikir halkaları henüz birbirinden kesin hatlarla ayrılmamıştı. Halka teşkil etmek de sûfîlerin ayırt edici özelliği de­ğildi. Bundan dolayı ilk tasavvufî kaynak­larda zikir halkası tabiri üzerinde durul­mamış, Serrâc, Ebû Tâlib el-Mekkî. Ku-şeyrî. Hücvîrî ve Sühreverdî gibi ilk sûfî

müellifler eserlerinde zikir toplantılarını daha çok zikir meclisi şeklinde ifade et­mişlerdir.

Yaygın olmamakla birlikte zikir halkası tabirinin ilk sûfîler tarafından kullanıl­dığı bilinmektedir. Kaynaklarda ŞiblFnin Medine'de mescidde bir halka kurduğu kaydedilir. Bünân b. Hammâl de halka kurup oturan bir grup çocuk gördüğü­nü, içlerinden birinin onlara tasavvufî nasihatlerde bulunduğunu anlatır. Ebû Amr b. Nüceyd, Mekke'de Ebû Amr ez-Zeccâcî başkanlığında bir halka oluştu­rulduğunu, Ebû Bekir el-Kettânî ve Ebü'l-Hüseyin el-Müzeyyin gibi büyük sûfflerin bu halkaya katıldığını belirtir. Abdullah el-Ensârî'ye şeyhi sefere çıkmamasını, halka kurup oturmasını tavsiye etmişti (Lâmiî, s. 209, 230, 267, 375). Câmî, bazı sûfîlerin rüyalarında sohbet toplantıları­nın ve zikir meclislerinin halka şeklinde düzenlendiğini gördüklerini söyler [a.g.e., s. 259,406). Bu örnekler ilk sûfîlerin zikir, vaaz ve sohbet meclislerinde halka şek­linde oturduklarını göstermektedir.

Bir sûfî semâ meclisinde vecde gelip ayağa kalktığı zaman halka şeklinde dön­meye (devretmeye) başlar, ona katılan der­vişler de dönerken halkalar oluştururlar. Bu sebeple semâ meclisine "deveran" adı da verilir. Şeyhin etrafında halka olup dö­nen dervişler kutub çevresinde dönen âle­me benzetilir. Zikir halkalarının etrafın­da meleklerin halka oluşturup zikreden­leri kuşattıkları kabul edilir. Bütün bun­lar sûfîlerin zikir halkalarına büyük önem vermelerine, bu halkaları feyiz ve irfan kaynağı saymalarına sebep olmuştur.

Tarikat mensuplarının tekkelerde, za­viyelerde, mescidlerde. bazan evlerde, özellikle ihya ve niyaz geceleri teşkil et­tikleri zikir halkalarına "halka-i dervîşân, halka-i tevhîd. halka-i irâdet" gibi isimler verilmiştir. Bu halkalarda zikir, muraka­be ve semâ yapılır, ilâhiler okunur, soh­bet edilir. Bir şeyhin halka-i irâdetine da­hil olmak ona intisap etmek ve müridleri arasına girmek anlamına gelir. Nakşiben-diyye'de, sohbete katılan müridlerin şey­hin çevresinde halka teşkil etmesi özel­likle tavsiye edilir (Muhammed b. Abdul­lah ei-Hânî, s. 32). "Tarikat silsileleri de birbirine bağlı halkalardan oluşan bir metinle tesbit edilir.

Ulemânın gösterdiği tepkiden çekinen tarikat mensupları camilerde zikir hal­kaları oluşturmaktan kaçınmışlar, bu iş için tekke ve zaviyeleri, bazan da mes-cidleri tercih etmişlerdir.

BİBLİYOGRAFYA :

İbnü'i-Esîr, en-Nitıâye, "hlk" md.; Cafer Sec-câdî. Ferheng, Tahran 1370 hş., s. 329; Mûs-ned, III, 150; Buhârî. ueİlİm", 8. "Şalât", 84; Müslim. "Nikâh", 94, "Şalât". 119; İbn Mâce, "Mukaddime", 17; Ebû Bekir el-Mâlikî. Riyâ-tü'n-nüfüs (nşr. Beşîr el-Bekkûş - M. el-Arûsî el-Matvî), Kahire 1401-1403/1981-83,1,32,496; Ahmed-i Câmî, ÜnsÜ't-tâ'İbİn (nşr. Ali Fâzıl). Tahran 1368 hş., s. 103, 229, 513; Ebû Mansûr el-Abbâdî. Şûfinâme (nşr. Culâm Hüseyn-İ Yû-sufî). Tahran 1347 hş., s. 77; Sübta*. Tabakât, VI, 198, 209; Lâmiî, tiefehât Tercümesi, s. 209. 230, 259, 267, 375, 406, 484; Muhammed b. Abdullah el-Hânî, el-Behcetü's-senİyye, İstanbul 1989, s. 32; Seyyid Sâdık-ı Gûherîn. Şerhi Iştt-tâhât-ı Taşauuuf, Tahran 1367 hş., IV. 283; Schimmel, Mysücal Dimensions of islam, s. 159; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü'l-idâriy-ye (Özel). III, 39-42; M. Berekât el-Beylî. ez-Zühhâd ue'l-mutaşaouife. Kahire 1993, s. 64; Dihhudâ. Luğatnâme, XI, 777.

İM Süleyman Uludağ F HALKA n

Kuzey Afrika'da İbâzîler'in dinî ve idari işlerini yürüten meclis.

İbâzıyye mezhebi Kuzey Afrika'ya II. (VIII.) yüzyıl başlarında gelmiş ve kısa sü­rede önemli bir gelişme kaydetmiştir. Fakat mezhep mensupları 283 (896) yı­lında Ağlebîler'ie, 296'da (908) İsmâilî-ler'le yaptıkları savaşlarda mağlûp olun­ca imameti kuracak güce ulaşamadıkları için "zuhur devresi" adını verdikleri dö­nemden "kitman (gizlilik) devresi" deni­len döneme geçmişlerdi. IV. (X.) yüzyılda bir ihtilâlle imameti kurmak isteyen, an­cak başarılı olamayan mezhep ileri ge­lenleri İbâzîliğin tehlikeye düşmesinden endişe ederek zuhur devrindeki imamet müessesesinin yerine kaim olacak bir meclis kurma gereğini duydular. "Azzâ-bV denilen sâlih ve âlim kişilerden oluşan bu meclisin üyeleri, aralarına şeytanın girmesine fırsat vermemek için boşluk bırakmadan halka şeklinde oturdukla­rından kurdukları meclise "halka" adı ve­rilmiştir.

Mağrib İbâzîleri arasında halka keli­mesini ilk defa Ebû Zekeriyyâ Kitâbü's-Sire'sinde, IV. (X.) yüzyıl İbâzî şeyhleri Ebü'l-Kâsım Yezîd b. Mahled ve Ebû Ha-zer Yağla b. Zeltâf hakkında bilgi verir­ken kullanmıştır. Ebû Zekeriyyâ'ya göre bu iki âlimin kurduğu halkaya Vehbî İbâ-zîler de devam etmiştir. Çok zengin olan Ebü'l-Kâsım Yezîd halkaya katılanların ihtiyaçlarını karşılamış, fakat öğrenimle­rine engel olacağı gerekçesiyle evlenme-

HALKA


lerini yasaklamış, bir öğrencinin evlendi­ğini duymaktansa ölüm haberini almayı tercih edeceğini söylemiştir [Kitâbü's-Sî-re, s. 194). Bir başka İbâzıyye fırkası olan Nükkâriyye'nin lideri Ebû Yezîd en-Nük-kârî'nin Ebü'I-Ammâr Abdülhamîd el-A'mâ ile birlikte seçkin ve nüfuzlu kim­selerden oluşan on iki kişilik bir heyet kurduğu bilinmektedir. Ebü'l-Kâsım Ye­zîd b. Mahled ve Ebû Hazer Yağla b. Zel­tâf'm. muhalifleri olan Nökkârîler'in on iki kişilik halkasından etkilenmeleri de mümkündür. Ebû Hazer'in öğrencilerin­den Ebû Muhammed Vîsfân b. Ya'küb da memleketi olan Cerbe'de bir halkanın li­derliğini yürütmüştü.

İbâzî kaynaklarına göre dinî ve içtimaî mânadaki halkayı ilk kuran ve esaslarını tesbit eden Ebû Abdullah Muhammed b. Bekir'dir. IV. (X.) yüzyılın son çeyreğin­de doğan Ebû Abdullah. Bilâdülcerîd'de Ebû Nûh Saîd b. Zengîl ve Ebû Zekeriyyâ b. Ebû Misver'den öğrenim görmüş, Ebû Nuh'un ölümünün ardından bilgisini art­tırmak için Kayrevan'a gitmiş, daha son­ra Bilâdülcerid'e dönerek "fakyûs'ta yer­leşmişti. Ebû Abdullah, Cerbe'den gelen genç İbâzîler'in isteği üzerine 409 (1018-19) yılında bir halka kurarak teşkilâtlan­dırmış, halkayı oluşturan üyelere azzâbî, halkanın başındaki kişiye şeyh adı veril­miştir. Şeyh azzâbîlerin içtimaî, idarî ve eğitimle ilgili işlerinden, mallarının mu­hafazası ve itibarlarının korunmasından sorumlu tutulmuştur. Cemaate yiyecek içecek temin etmek, öğrencilerin eğiti­mine nezaret eden ve "urefâ" denilen görevlileri tayin etmek de şeyhin vazife­leri arasındadır. Ebû Abdullah'ın oluştur­duğu halkanın üyeleri görevlerini yaptık­tan sonra vakitlerini ibadete, sâlih amel­lere, özellikle Kur'an okumaya ve tefsiri­ne ayırırlardı. Geniş ve beyaz elbise giyer­ler, saçlarını kesinlikle uzatmazlar, baş­larına beyaz bir örtü bağlayıp bir ucunu sağ tarafa sarkıtırlardı. Halkaya üye ol­mak isteyen bir kimsenin ilim öğrenme­ye kararlı, dünya işlerinden uzak, hafız, âbid. sâlih ve malını Allah yolunda harca­yabilecek vasıflara sahip olması gereki­yordu.

Ebû Abdullah, daha sonra öğrencile­riyle İbâzıyye'nin yaygın olduğu yerleri dolaşarak muhtelif halkaların kurulma­sını sağladı. Bundan dolayı bazı İbâzî mü­ellifleri Ebû Abdullah Muhammed'i ve öğrencilerini Hz. îsâ ve havarilerine ben­zetmişlerdir. Ebû Abdullah'ın son yılla­rını geçirdiği Vercelân'da (Vargla) 440'ta (1048-49) ölümünden sonra öğrencile-

359


HALKA

rinden Ebü'l-Hattâb Abdüsselâm Man-sûr hocasının başlattığı halkayı devam ettirdi. VI. (XII.) yüzyılın ilk yansında ya­şayan İbâzî âlimi Ebû Zeyd Abdurrah-man b. Ma'lâ. bu organizasyonu gelişti­rerek Vâdîrîg'de Tigurt Camii'ndeki hal­kayı kurdu. Ebû Zeyd'den sonra halka kaidelerinin geliştirilmesi ve son şeklini almasında önemli hizmetler ifa eden Ebû Ammâr Abdülkâfî'nin halka kuralları ko­nusunda yazdığı Sîretü EM 'Ammâr cAb-dilkâfî adlı risalesi Mizâb İbâzî âlimleri arasında meşhur olup günümüze intikal etmiştir. Bu kurallara göre halka mensu­bu olan kimse (azzâbf) ailesiyle ilgisini kes-meli, geceleri dağ başlarında ibadet ve dua ile meşgul olmalı, sadece yünlü elbi­se giymeli, hafız olmalı ve halka tarafın­dan verilen görevi tereddütsüz kabul edip yerine getirmelidir. Ayrıca ilim öğrenme­li, zayıfın haklarını gözetmeli, bulunduğu beldenin huzurunu korumaya çalışmalı­dır. Halkanın şeyhi de zeki. kibar ve mu­tedil bir kimse olmalıdır. Halka üç kate­goriye ayrılmıştır. İlkini sadece şeyh tem­sil eder. İkinci kategoriyi teşkil eden dört seçkin üye şeyhle birlikte halkanın işleri­ni yürüten özel bir meclis oluşturur. Bu üyelerden birinin ölümü halinde bir baş­ka azzâbî onun yerine görevlendirilir. Hal­ka üyeleri içinden bir müezzin, okulda ço­cuklara Kur'an okutmakla görevli üç ho­ca, cenazeleri yıkamak İçin beş görevli ve camide cemaate namaz kıldıracak bir imam tayin edilir. Halka üyelerinden ikisi mescide ait mal ve gelirleri düzenleme görevini yürütürken bir üye de azzâbîle-rin ve öğrencilerin yiyeceğinin dağıtımın­dan, bir başka üye de caminin temizliğin­den sorumludur. Bütün halka mensupla­rı üçüncü kategoriyi temsil eder.

Halka, daha sonraki dönemlerde Veh­bî İbâzıyye ile bütünleşerek onun ayrıl­maz bir kurumu olmuş, Vâdîrîg gibi bazı bölgelerde halka yerine "azzâbe" kelime­si kullanılmıştır.

Cerbe adasında V. (XI.) yüzyılın ilk yan­sında bir şeyhin başkanlığında sadece ilim öğrenen halkaların bulunduğu gö­rülmektedir. Bu müessese Cerbe'nin İs­panyollar tarafından işgaline kadar (1511) devam etmiştir. Cerbe'de halka meclis­lerinin en önemli şeyhi bir Vehbî İbâzî olan fakih Ebü'n-Necât Yûnus b. Saîd idi. Bu devrede Trablus'un kuzeyindeki Ce-belinefûse'de de Cerbe ile irtibat halinde bulunan Vehbî İbâzî halkaları bulunmak­taydı.

1882 yılında Fransa'nın Mizâb bölge­sini ilhakından sonra da azzâbe şeyhleri

360


Mizâb şehirlerinde ahlâkî otorite olma özelliğini devam ettirmişlerdir. Bugün halkanın bölgedeki gücü Mizâb'ın bazı şehirlerindeki talebelere ve camiye mün­hasır kalmıştır. Mizâb İbâzî toplumunun kontrolünü elinde bulunduran halka şey­hi bölgede en büyük dinî ve ahlâkî otori­te olarak kabul edilir.

BİBLİYOGRAFYA :

İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, "hlk" md.; Ca'fer Sec-câdî. Ferheng, Tahran 1983, s. 329; Serrâc, et-Lümac, s. 238, 267; Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Ebû Bekir, Kİtâbü's-Sîre oe ahbâri't-ç'imme (nşr. Abdurrahmarı Eyyûb). Tunus 1405/1985, s. 194; Dercînî. Tabakâtü'l-meşâ'ih bi't-Mağrib (nşr. İbrahim Tallây), Beyrut, ts. (Dârül-Fikri'l-Arabî), [, 3, 14, 17, 95-102, 145, 160, 167-169; Şem-mâtiî, Kitâbû's-Siyer, Kahire 1301, s. 384-390; Ali Yahya Muammer, el-Ibazıyye ft mevkibi't-târîfı, Beyrut 1385/1966, s. 421-426; a.mlf., el-lbâztyye fı'l-Cezâ'ir, Kahire 1399/1979, s. 176-192,313-316,546-551; Ferhâd Câbiri, Ni­zâm ü'l-cazzâbe Hnde't-lbâztyyeti'l-Vehbiyye fi Cerbe, Tunus 1975; Salih Bâciyye. et-İbâztyye bi'i-Cerîd, Tunus 1976, s. 185; Seyyid Sâdık-ı Gû-herîn. Şertt-i lş(tlâhât-ı Tasavvuf, Tahran 1988, IV, 243; Muhsin Kiyânî, Târihi Hankâh derîrân. Tahran 1369, s. 440, 453; Abdülhay el-Kettâ-nî. et-Terâttbü'1-idâriyye (Özel), III, 39-42; Sab-ri Hizmetli, " İbâdilikte Azzâbe". AÜİFD, XXIX (1987). s. 285-301; T. Lewicki. "Halka71, El2 (İng), III, 95-99; Dihhudâ, Luğatnâme, XI, 777.

1A! Mustafa Öz

HALKA

(Ubdl)


Eyyûbîler ve Memlükler zamanında askerî bir sınıf.

L J


Halka tabirinin ilk olarak ne zaman kul­lanıldığı, bu adı taşıyan birliklerin kuru­luş tarihi ve ismin menşei hakkında bilgi yoktur. Ancak Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin (1171-1193) ordusundaki bazı birliklerin "el-halkatü'1-hâs" adını taşıdıkları bilin­mekte ve bunların adından, sultanın şah­sına bağlı ve seferler dışında da ondan ayrılmayan özel birlikler oldukları anlaşıl­maktadır. Nitekim İbnü'l-Esîr. sultanın sefer mevsimi geçince ordusunun diğer birimlerine mensup askerlerine ilkbahar­da dönmek üzere memleketlerine gitme izni verdiğini ve kendisinin "has halka­sı" ile birlikte Akkâ Kalesi'nde kaldığını bildirmektedir {el-Kâmit, XI, 557). İsmin menşeiyle ilgili olarak başlıca iki görüş ileri sürülmüştür. Quatremere ve D. Aya-lon, özel muhafızların sultanın etrafında bir halka oluşturmasından, A. N. Poliak ise Türk ordularının savaş alanında düş­manı halka (daire) içine almasından dola­yı verildiğini söylemektedirler.

Eyyûbîler'in askerî teşkilâtında önemli bir yere sahip olan el-halkatü'l-hâs, en parlak dönemini Selâhaddîn-i Eyyûbî za­manında yaşamıştır. "Halkatü's-sultân" (el-halkatü's-sultânıyye) adıyla da bilinen bu birlikler ordunun imtiyazlı bir bölü­münü oluşturuyordu; ancak bunların Se-lâhaddin'in halefleri zamanındaki durum­ları hakkında yeterli bilgi yoktur. Halka Memlükler'in ilk dönemlerinde de güç ve itibarını korumuş, nizamî ordunun diğer iki sınıfını teşkil eden el-memâlîkü's-sul-tâniyye ve memâlîkü'l-ümerâ yanında önemli bir unsur olmaya devam etmiş­tir. Bu safhada adı, sonraki dönemlerde pek rastlanmayan bir şekilde daha çok "mansûre" sıfatıyla birlikte kullanılmış­tır. Hatta bu birliklerin kumandanları olan mukaddemü'l-halkalar emîrler, di­ğer devlet adamları ve kadılarla birlikte veliaht tayini gibi önemli merasimlere katılmışlardır. Meselâ I. Baybars'ın667 (1268) yılında oğlu Saîd'i veliaht tayin edişinde onlar da hazır bulunmuştu. Yi­ne mukaddemü'l-halkalar "hâssekiyye"-ye ayrılan elçilik görevinde de istihdam ediliyor, bir imtiyaz olmak üzere yenleri tırâzlı elbise giyiyor ve mahmuzlarına da altın kakma yaptırabiliyorlardı.

Memlükler zamanında nizamî ordu üç sınıf askerden meydana geliyordu. Bun­ların birincisi, statü ve eğitim bakımın­dan en önemlileri olan ve el-memâlîkü's-sultâniyye denilen sultanın kapıkulu bir­likleriydi. Memâlîkü'l-ümerâ adındaki ikinci grubu ise eyalet ve vilâyetlerde gö­rev yapan nâib ve valilerin kapıkulu bir­likleri teşkil ediyordu. Bu iki sınıf görev ve mahiyet itibariyle birbirine benziyor­du; ancak birinci grupta kumanda doğ­rudan sultana, ikinci grupta ise emirlere bağlı idi. Bunlardan farklı bir durumda olan üçüncü grup birlikler ise "ecnâdü'l-halka", "ricâlü'l-halka" veya sadece "ec-nâd" denilen iktâ sahibi askerlerden olu­şuyordu. Memlükler döneminde bu niza­mî kuvvetlerden başka savaş zamanla­rında Suriye'deki bedevî Arap kabilele­rinden, özellikle Halep civarındaki Türk-menler'den ve el-Cezîre'deki Kürtler'den yardımcı kuvvet niteliğinde asker topla­nır, bu kabilelerin beylerine iktâ verilir ve savaş sırasında askerleriyle birlikte or­duya katılmaları sağlanırdı.

İktâ sahibi hür askerlerin teşkil ettiği halka birliklerine çeşitli kesimlerden as­ker alınıyordu. Memlükler'in ilk sultanla­rından Baybars. Musul veya diğer mer­kezlerden kendisine gelen emîrleri "el-halkatü'l-mansûre"de görevlendirmiş ve

onlara durumlarına göre iktâ arazileri tahsis ederek bazılarını yetmiş, bazıları­nı ise elli süvarinin kumandanı tayin et­mişti; ayrıca ülkesine iltica edip müslü-man olanları halkaya aldığı bilinmek­tedir (İbn Şeddâd, s. 332-338). Halkanın önemli bir kaynağı da sultan ve emîrle-rin çocukları idi. Emirlerin oğullan bulûğ çağına geldiklerinde sultan kendi tahsi­satından onların maaş ve erzakını verir, daha sonra da iktâ tahsis ederdi. Bu genç­ler en küçük rütbeli emirlik olan "ham-sevât" derecesine girerler ve evlâdü'n-nâs* şeklinde adlandırılırlardı; arala­rındaki sultan çocukları ise bir üst grubu teşkil eder ve bunlara "esyâd" veya "ev-lâdü'l-mülûk" denilirdi. Ancak halkada kendilerine dirlik verilen sultan çocukları isyan çıkarırlar endişesiyle çok defa ha­yatlarının büyük bölümünü tutuklu ola­rak geçirmek zorunda kalırlardı. Evlâ-dü'n-nâstan bazıları emîrü aşere, hatta bir kısmı emîrü erbain rütbesine erişebi­lirdi; özellikle Bilâdüşşâmiyye'de (Suriye, Lübnan, Filistin) emîrü mie mukadde-mü elf rütbesine yükselenler dahi bulu­nuyordu. Bu grup halka içindeki en güç­lü kısmı oluşturuyordu. Nitekim bu bir­liklerin önemini kaybettiği Memlükler'in son dönemlerinde halka yerine evlâdü'n-nâs tabiri yaygınlaşmıştı. İlk dönemlerde halka içinde ve özellikle mukaddemleri arasında sultan ve emîr çocuklarının yanı sıra memlûk asker ve emîrlerinin de yer aldığı görülmektedir. Hatta 712 (1312-13) yılında el-Melikü'n-Nâsir Muhammed b. Kalavun hanedan memlükierinin bir kısmını halkaya transfer etmişti. Yine emîrlerin memlüklerine de halka içeri­sinde iktâ ver itebiliyordu.

Halkanın İşleri Dîvânü'l-ceyş tarafından yürütülür, cerideler Mısır ve Bilâdüşşâ-miyye bölgelerine tahsis edilen iki divan tarafından tutulurdu. Bir halka askeri­nin istihdamı için onu sultanın bizzat gö­rüp seçmesi gerekirdi. Bilâdüşşâmiyye'­de ise iktâ verme ve gerekli belgeyi sul­tana gönderip onay alma işi nâibü's-sal-tana tarafından yürütülürdü. İktâlar, ik-tânın evsafını ve sahibini açıklayan "mi­sal" adlı arz vesikasının kabulünden son­ra sultan tarafından bir beratla tevcih edilirdi. İktâlar, verim ve genişlik bakımın­dan emîrlerin rütbelerine uygun biçim­de bir çiftlik, bir köy veya daha geniş top­raklar şeklinde olurdu. Bir asker ölünce onun iktâı geleneğe göre oğluna verilir­di. Zengîler ve Eyyûbîler döneminde iktâ arazilerinde geçerli olan verâseten inti­kal Bahriyye Memlükleri'nin ilk dönemle-

rinde de devam ettirildi. Ecnâddan biri öldüğünde nâib onun iktâ arazisinin ki­me devredildiğini bölge Dîvânü'l-ceyş'ine bildirir, bu bilgi sultana ulaştırılır ve mer­kezdeki Dîvân ü'1-ceyş'İn kayıtları ile kar­şılaştırıldıktan sonra sultan tarafından onaylanırsa ilgili menşur yazılırdı. İktâla-nn devri hususunda uygulanan veraset usulü sonradan ihlâl edildi ve arazilerin satılması veya değiştirilmesi bu bozul­mayı had safhaya ulaştırdı.

İktâlı askerler arazilerinin başında ve­ya yakınında bulunurlar, sultan ne zaman çağırırsa kendilerine bağlı süvarilerle bir­likte savaşa giderlerdi; ayrıca arazileri üzerine tahakkuk ettirilen haraç vergisi­ni de ödemekle mükelleftiler. Buna kar­şılık Örfen sultan tarafından kendilerine ayrılan birtakım tahsisat olurdu. Savaşa gidemedikleri takdirde yerlerine başka birini gönderir veya belli bir miktar para yollarlardı. Halkada görev yapan kuman­danlara emîrü mie mukaddemü elf (bin­başı), nakîb veya baş (yüzbaşı) ve mukad-demü'l-halka (kırkbaşı) unvanları verilir­di. Bu kumandanların kendilerine bağlı askerler üzerindeki otoriteleri sadece savaş zamanlarında geçerliydi ve her ku­mandan kendi askerlerinin tertip, tan­zim, sevk ve idaresinden sorumlu idi.


Yüklə 1,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin