Türk halk müziği çalışmalarına yabancı müzik adamları da ilgi göstermiş ve onların faaliyetleri halk müziğinin yurt dışında tanıtılması konusunda etkili olmuştur. Bu araştırmacılar içinde Bela Bar-tök. Kurt ve Ursula Reinhard, Laurence Piçken, VVouther Svvets, Harumi Koshi-ba, İrene Markoff. Martin Stokes. Sipos Jânos gibi isimler ilk akla gelenlerdir. Pic-ken'in Folk Musical Instruments of Tiır-key (London 1975) adlı eseri, sahasında hazırlanmış çalışmalardan biri olarak büyük önem taşır. Bartök'un, Türkiye'deki araştırmalarını içeren ve 1975'te Budapeşte'de Bela Bartok's Folk Music Research in Turkey, Amerika'da Turkish Folk Music From Asia Minör adlarıyla neşredilen eseri de bu alandaki yayımların en önemlilerindendir. Eser. Amerika'-daki neşrinden Küçük Asya'dan Türk Halk Musikisi adıyla Bülent Aksoy tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir (İstanbul 1991).
Cumhuriyet'in ilk elli yılında halk müziği araştırmalarını resmî kişilikleri yanında şahsî gayretleriyle de sürdüren bilim adamı ve sanatçılardan bazıları şunlardır: Yusuf Ziya Demircioğlu, Mahmut Ragıp Gazimihal. Ferruh Arsunar, Ahmet Adnan Saygun, Seyfettin ve Sezai Asal, Halil Bedî Yönetken, Muzaffer Sarısözen, Sadi Yaver Ataman, \feysel Arseven, Nida Tüfekçi. Neriman Tüfekçi, Yücel Paşmak-çı, Orhan Dağlı, Adnan Ataman. Muammer Sun, Kemal İlerici, Gültekin Oran-say. Muammer Uludemir. Ahmet Yürür, Yıldiray Erdener. Şenel Önaldı. Mehmet Özbek, Mansur Kaymak, Suphi Saatçi, Süleyman Şenel.
Türkiye'de yaklaşık yetmiş yıl önce başlayan resmî ve yarı resmî halk müziği ça-
358
lışmalarında yüzlerce etnografik ve folklorik değer gün ışığına çıkarılmıştır. Yurt içinde ve yurt dışında konuyla ilgili olarak birçok eser yazılmış, resmî ve özel arşivlerde 40.000 civarında halk müziği örneği toplanmıştır. Almanya, Fransa, Macaristan, Hollanda. Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya başta olmak üzere yurt dışındaki çeşitli arşivlerde bulunan malzemenin miktarı ise henüz tam olarak bilinmemektedir (Türk halk müziğinin şekilleri, ezgi yapısı, işlediği konular, usulleri ve sazları hakkında geniş bilgi için bk. TÜRK).
BİBLİYOGRAFYA :
Ziya Gökalp. "İçtimaiyat: Hars ve Medeniyet", Yeni Mecmua, sy. 60, İstanbul 1918, s. 142-143; Mûsâ Süreyya, "Asker Türküsü", a.e. (Çanakkale: 5-18 Mart 1915-331/Kenİ Mecmuanın Fevkalâde Nüshası, 1918), s. 80; Rauf Yekta. Dârü'l-elhan/Anadolu Halk Şarkıları, Defter 1, İstanbul 1926, s. 7-8; a.mlf.. "Kafkasya Mûsikîsi", Şehbâl, sy. 59, İstanbul 1328, s. 210; Seyfettin-Sezai Âsaf |Asal], Yurdumuzun Nağmeleri, İstanbul 1926; Mahmut Ragıp Gazimihal, Anadolu Türküleri ue Mûsiki İstikbâlimiz, İstanbul 1928; a.mlf.. Şarkî Anadolu Türkü ue Oyunları, İstanbul 1929; a.mlf.. Balkanlarda Musikî Hareketleri, İstanbul 1937; a.mlf, Türkiye-Avrupa Musiki Münasebetleri, İstanbul 1939; Yusuf Ziya Demircioğlu, Anadolu Köylerinin Türküleri, İstanbul 1938; a.mlf., "Dünyada İlk Musiki Folklor Hareketleri", Musiki Ansiklopedisi, sy. 1, İstanbul 1947, s. 13-14; a.mlf., "Memleketimizde Musiki Folklor Hareketleri", a.e., sy. 4 (1947). s. 3; sy. 5 (1947). s. 3; Orhan Saik Gökyay, Deutet Konseruatuuart Tarihçesi, Ankara 1941, s. 19; İbrahim Aslanoğlu, Sivas Halk Şairleri Bayramı, Sivas 1965; Cahit Öztelli, Eülerİnın önü, İstanbul 1972; M. Şakir Ülkütaşır. Cumhuriyetle Birlikte Türkiye'de Folklor ue Etnografya Çalışmaları, Ankara 1973; Z. Kodâly. Folk Music of Hungary, Budapest 1982; B. Netti, TheStudy of Ethnomusicology, Urbana-Chicago I983;P. Hindemith, TürkKüğ Yaşamının Kalkınması İçin Öneriler: Vor-schlage Für Den Au(bau Des Türkischen Musiktebens (trc. Gültekin Oransay), İ2mİr 1983, s. 111; Philip V. Bohlman. The Study of Folk Music in the Modern V/orld, Indiana 1988; Bela Bartök, Küçük Asya'dan Türk Halk Musikisi (trc. Bülent Aksoy). İstanbul 1991; Yıldı-ray Erdener, "Etnomüzikoloji Nedir?", Türk Halk Kültürü Araştırmaları, Ankara 1993, s. 65-72; Ahmet Adnan Saygun, "Halk Musikisi", Yücel, XI/62, İstanbul 1940, s. 94-100; a.mlf., "Halk Müziğinin Derlenmesi", Müzik Görüşleri, sy. 10, İstanbul 1949, s. 3-4; Halil Bedî Yönetken, "Folklor Dersleri", Orkestra, sy. 94, İstanbul 1971, s. 42-54; sy. 95(1971), s. 25-46; Süleyman Şenel. "Dârü'l-eîhân Heyeti Tarafından Fonografla Derlenen İlk Türkü", TFAYBelleten (1987), s. 212-240; a.mlf., "Küçük Asya'dan Türk Halk Musikisi", Çahntt, sy. 2, İstanbul 1993, s. 76-79; Nida Tüfekçi. "Türk Halk Müziği", CD7A.VI, 1482-1488.
İRİ Süleyman Şenel
HALKA
Zikir veya ilim meclisi anlamında bîr terim.
L J
Sözlükte "daire, insanların bir daire biçiminde dizilmesi" mânasına gelen halka (haleka) kelimesi, ilim öğrenmek için öğrencilerin bir hocanın ve zikir yapmak için sûfîlerin bir şeyhin çevresinde toplanmasını ifade etmek üzere "tedris" ve "zikir" kelimeleriyle birlikte "meclis" anlamında kullanılmıştır (halka-i tedris, hal-ka-i zikir). Namaz kılarken cemaatin saf teşkil etmesi istendiği halde sohbetlerde, vaazlarda ve derslerde çok defa halka veya hilâl biçiminde sıralanma tercih edilmiştir. Dinleyicilerin kalabalık olması durumunda bir halkanın arkasında bir veya birkaç halka daha oluşturulur. Böylece yapılan vaazın veya verilen dersin daha rahat dinlenmesi ve daha iyi anlaşılması sağlanır.
Hz. Peygamber zamanında ders ve zikir halkalarının mevcut olduğunu gösteren bazı rivayetler vardır. Resûl-i Ekrem mescidde ashabın biri öğretim, diğeri Kur'an okuma ve dua olmak üzere iki halka teşkil ettiğini görmüş, bunların her ikisinin de hayırlı olduğunu söylemiş, fakat kendisi muallim olarak gönderildiğini belirterek öğretim halkasına dahil olmuştur (İbn Mâce, "Mukaddime", 17). Diğer bir hadiste halkada boş bulduğu yere oturan, boş yer bulunmadığında arkada ikinci bir halka başlatan kişiler övülmüş, halkaya dahil olmayanlar ise kınanmıştır (Buhârî, "cîlim",8. "Şalât", 84). Ayrıca Hz. Peygamber cemaate onar kişilik halkalar oluşturup yemek yemelerini tavsiye etmiştir (Müslim. "Nikâh", 94). Fakat namazdan önce saf düzeninde bulunması gereken cemaat böyle bir zamanda haika teşkil etmekten menedil-miştir (Müslim, "Şalât", 119; İbnül-Esîr, en-Nihâye, "hlk" md). Bir hadiste de zikir halkaları cennet bahçelerine benzetilerek müminlerin buralara devam etmesi teşvik edilmiştir (Müsned, III, 150).
Resûl-i Ekrem zamanında mevcut olan zikir halkaları sonraki dönemlerde de varlığını sürdürmüştür. Ancak başlangıçta ilim ve zikir halkaları henüz birbirinden kesin hatlarla ayrılmamıştı. Halka teşkil etmek de sûfîlerin ayırt edici özelliği değildi. Bundan dolayı ilk tasavvufî kaynaklarda zikir halkası tabiri üzerinde durulmamış, Serrâc, Ebû Tâlib el-Mekkî. Ku-şeyrî. Hücvîrî ve Sühreverdî gibi ilk sûfî
müellifler eserlerinde zikir toplantılarını daha çok zikir meclisi şeklinde ifade etmişlerdir.
Yaygın olmamakla birlikte zikir halkası tabirinin ilk sûfîler tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Kaynaklarda ŞiblFnin Medine'de mescidde bir halka kurduğu kaydedilir. Bünân b. Hammâl de halka kurup oturan bir grup çocuk gördüğünü, içlerinden birinin onlara tasavvufî nasihatlerde bulunduğunu anlatır. Ebû Amr b. Nüceyd, Mekke'de Ebû Amr ez-Zeccâcî başkanlığında bir halka oluşturulduğunu, Ebû Bekir el-Kettânî ve Ebü'l-Hüseyin el-Müzeyyin gibi büyük sûfflerin bu halkaya katıldığını belirtir. Abdullah el-Ensârî'ye şeyhi sefere çıkmamasını, halka kurup oturmasını tavsiye etmişti (Lâmiî, s. 209, 230, 267, 375). Câmî, bazı sûfîlerin rüyalarında sohbet toplantılarının ve zikir meclislerinin halka şeklinde düzenlendiğini gördüklerini söyler [a.g.e., s. 259,406). Bu örnekler ilk sûfîlerin zikir, vaaz ve sohbet meclislerinde halka şeklinde oturduklarını göstermektedir.
Bir sûfî semâ meclisinde vecde gelip ayağa kalktığı zaman halka şeklinde dönmeye (devretmeye) başlar, ona katılan dervişler de dönerken halkalar oluştururlar. Bu sebeple semâ meclisine "deveran" adı da verilir. Şeyhin etrafında halka olup dönen dervişler kutub çevresinde dönen âleme benzetilir. Zikir halkalarının etrafında meleklerin halka oluşturup zikredenleri kuşattıkları kabul edilir. Bütün bunlar sûfîlerin zikir halkalarına büyük önem vermelerine, bu halkaları feyiz ve irfan kaynağı saymalarına sebep olmuştur.
Tarikat mensuplarının tekkelerde, zaviyelerde, mescidlerde. bazan evlerde, özellikle ihya ve niyaz geceleri teşkil ettikleri zikir halkalarına "halka-i dervîşân, halka-i tevhîd. halka-i irâdet" gibi isimler verilmiştir. Bu halkalarda zikir, murakabe ve semâ yapılır, ilâhiler okunur, sohbet edilir. Bir şeyhin halka-i irâdetine dahil olmak ona intisap etmek ve müridleri arasına girmek anlamına gelir. Nakşiben-diyye'de, sohbete katılan müridlerin şeyhin çevresinde halka teşkil etmesi özellikle tavsiye edilir (Muhammed b. Abdullah ei-Hânî, s. 32). "Tarikat silsileleri de birbirine bağlı halkalardan oluşan bir metinle tesbit edilir.
Ulemânın gösterdiği tepkiden çekinen tarikat mensupları camilerde zikir halkaları oluşturmaktan kaçınmışlar, bu iş için tekke ve zaviyeleri, bazan da mes-cidleri tercih etmişlerdir.
BİBLİYOGRAFYA :
İbnü'i-Esîr, en-Nitıâye, "hlk" md.; Cafer Sec-câdî. Ferheng, Tahran 1370 hş., s. 329; Mûs-ned, III, 150; Buhârî. ueİlİm", 8. "Şalât", 84; Müslim. "Nikâh", 94, "Şalât". 119; İbn Mâce, "Mukaddime", 17; Ebû Bekir el-Mâlikî. Riyâ-tü'n-nüfüs (nşr. Beşîr el-Bekkûş - M. el-Arûsî el-Matvî), Kahire 1401-1403/1981-83,1,32,496; Ahmed-i Câmî, ÜnsÜ't-tâ'İbİn (nşr. Ali Fâzıl). Tahran 1368 hş., s. 103, 229, 513; Ebû Mansûr el-Abbâdî. Şûfinâme (nşr. Culâm Hüseyn-İ Yû-sufî). Tahran 1347 hş., s. 77; Sübta*. Tabakât, VI, 198, 209; Lâmiî, tiefehât Tercümesi, s. 209. 230, 259, 267, 375, 406, 484; Muhammed b. Abdullah el-Hânî, el-Behcetü's-senİyye, İstanbul 1989, s. 32; Seyyid Sâdık-ı Gûherîn. Şerhi Iştt-tâhât-ı Taşauuuf, Tahran 1367 hş., IV. 283; Schimmel, Mysücal Dimensions of islam, s. 159; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü'l-idâriy-ye (Özel). III, 39-42; M. Berekât el-Beylî. ez-Zühhâd ue'l-mutaşaouife. Kahire 1993, s. 64; Dihhudâ. Luğatnâme, XI, 777.
İM Süleyman Uludağ F HALKA n
Kuzey Afrika'da İbâzîler'in dinî ve idari işlerini yürüten meclis.
İbâzıyye mezhebi Kuzey Afrika'ya II. (VIII.) yüzyıl başlarında gelmiş ve kısa sürede önemli bir gelişme kaydetmiştir. Fakat mezhep mensupları 283 (896) yılında Ağlebîler'ie, 296'da (908) İsmâilî-ler'le yaptıkları savaşlarda mağlûp olunca imameti kuracak güce ulaşamadıkları için "zuhur devresi" adını verdikleri dönemden "kitman (gizlilik) devresi" denilen döneme geçmişlerdi. IV. (X.) yüzyılda bir ihtilâlle imameti kurmak isteyen, ancak başarılı olamayan mezhep ileri gelenleri İbâzîliğin tehlikeye düşmesinden endişe ederek zuhur devrindeki imamet müessesesinin yerine kaim olacak bir meclis kurma gereğini duydular. "Azzâ-bV denilen sâlih ve âlim kişilerden oluşan bu meclisin üyeleri, aralarına şeytanın girmesine fırsat vermemek için boşluk bırakmadan halka şeklinde oturduklarından kurdukları meclise "halka" adı verilmiştir.
Mağrib İbâzîleri arasında halka kelimesini ilk defa Ebû Zekeriyyâ Kitâbü's-Sire'sinde, IV. (X.) yüzyıl İbâzî şeyhleri Ebü'l-Kâsım Yezîd b. Mahled ve Ebû Ha-zer Yağla b. Zeltâf hakkında bilgi verirken kullanmıştır. Ebû Zekeriyyâ'ya göre bu iki âlimin kurduğu halkaya Vehbî İbâ-zîler de devam etmiştir. Çok zengin olan Ebü'l-Kâsım Yezîd halkaya katılanların ihtiyaçlarını karşılamış, fakat öğrenimlerine engel olacağı gerekçesiyle evlenme-
HALKA
lerini yasaklamış, bir öğrencinin evlendiğini duymaktansa ölüm haberini almayı tercih edeceğini söylemiştir [Kitâbü's-Sî-re, s. 194). Bir başka İbâzıyye fırkası olan Nükkâriyye'nin lideri Ebû Yezîd en-Nük-kârî'nin Ebü'I-Ammâr Abdülhamîd el-A'mâ ile birlikte seçkin ve nüfuzlu kimselerden oluşan on iki kişilik bir heyet kurduğu bilinmektedir. Ebü'l-Kâsım Yezîd b. Mahled ve Ebû Hazer Yağla b. Zeltâf'm. muhalifleri olan Nökkârîler'in on iki kişilik halkasından etkilenmeleri de mümkündür. Ebû Hazer'in öğrencilerinden Ebû Muhammed Vîsfân b. Ya'küb da memleketi olan Cerbe'de bir halkanın liderliğini yürütmüştü.
İbâzî kaynaklarına göre dinî ve içtimaî mânadaki halkayı ilk kuran ve esaslarını tesbit eden Ebû Abdullah Muhammed b. Bekir'dir. IV. (X.) yüzyılın son çeyreğinde doğan Ebû Abdullah. Bilâdülcerîd'de Ebû Nûh Saîd b. Zengîl ve Ebû Zekeriyyâ b. Ebû Misver'den öğrenim görmüş, Ebû Nuh'un ölümünün ardından bilgisini arttırmak için Kayrevan'a gitmiş, daha sonra Bilâdülcerid'e dönerek "fakyûs'ta yerleşmişti. Ebû Abdullah, Cerbe'den gelen genç İbâzîler'in isteği üzerine 409 (1018-19) yılında bir halka kurarak teşkilâtlandırmış, halkayı oluşturan üyelere azzâbî, halkanın başındaki kişiye şeyh adı verilmiştir. Şeyh azzâbîlerin içtimaî, idarî ve eğitimle ilgili işlerinden, mallarının muhafazası ve itibarlarının korunmasından sorumlu tutulmuştur. Cemaate yiyecek içecek temin etmek, öğrencilerin eğitimine nezaret eden ve "urefâ" denilen görevlileri tayin etmek de şeyhin vazifeleri arasındadır. Ebû Abdullah'ın oluşturduğu halkanın üyeleri görevlerini yaptıktan sonra vakitlerini ibadete, sâlih amellere, özellikle Kur'an okumaya ve tefsirine ayırırlardı. Geniş ve beyaz elbise giyerler, saçlarını kesinlikle uzatmazlar, başlarına beyaz bir örtü bağlayıp bir ucunu sağ tarafa sarkıtırlardı. Halkaya üye olmak isteyen bir kimsenin ilim öğrenmeye kararlı, dünya işlerinden uzak, hafız, âbid. sâlih ve malını Allah yolunda harcayabilecek vasıflara sahip olması gerekiyordu.
Ebû Abdullah, daha sonra öğrencileriyle İbâzıyye'nin yaygın olduğu yerleri dolaşarak muhtelif halkaların kurulmasını sağladı. Bundan dolayı bazı İbâzî müellifleri Ebû Abdullah Muhammed'i ve öğrencilerini Hz. îsâ ve havarilerine benzetmişlerdir. Ebû Abdullah'ın son yıllarını geçirdiği Vercelân'da (Vargla) 440'ta (1048-49) ölümünden sonra öğrencile-
359
HALKA
rinden Ebü'l-Hattâb Abdüsselâm Man-sûr hocasının başlattığı halkayı devam ettirdi. VI. (XII.) yüzyılın ilk yansında yaşayan İbâzî âlimi Ebû Zeyd Abdurrah-man b. Ma'lâ. bu organizasyonu geliştirerek Vâdîrîg'de Tigurt Camii'ndeki halkayı kurdu. Ebû Zeyd'den sonra halka kaidelerinin geliştirilmesi ve son şeklini almasında önemli hizmetler ifa eden Ebû Ammâr Abdülkâfî'nin halka kuralları konusunda yazdığı Sîretü EM 'Ammâr cAb-dilkâfî adlı risalesi Mizâb İbâzî âlimleri arasında meşhur olup günümüze intikal etmiştir. Bu kurallara göre halka mensubu olan kimse (azzâbf) ailesiyle ilgisini kes-meli, geceleri dağ başlarında ibadet ve dua ile meşgul olmalı, sadece yünlü elbise giymeli, hafız olmalı ve halka tarafından verilen görevi tereddütsüz kabul edip yerine getirmelidir. Ayrıca ilim öğrenmeli, zayıfın haklarını gözetmeli, bulunduğu beldenin huzurunu korumaya çalışmalıdır. Halkanın şeyhi de zeki. kibar ve mutedil bir kimse olmalıdır. Halka üç kategoriye ayrılmıştır. İlkini sadece şeyh temsil eder. İkinci kategoriyi teşkil eden dört seçkin üye şeyhle birlikte halkanın işlerini yürüten özel bir meclis oluşturur. Bu üyelerden birinin ölümü halinde bir başka azzâbî onun yerine görevlendirilir. Halka üyeleri içinden bir müezzin, okulda çocuklara Kur'an okutmakla görevli üç hoca, cenazeleri yıkamak İçin beş görevli ve camide cemaate namaz kıldıracak bir imam tayin edilir. Halka üyelerinden ikisi mescide ait mal ve gelirleri düzenleme görevini yürütürken bir üye de azzâbîle-rin ve öğrencilerin yiyeceğinin dağıtımından, bir başka üye de caminin temizliğinden sorumludur. Bütün halka mensupları üçüncü kategoriyi temsil eder.
Halka, daha sonraki dönemlerde Vehbî İbâzıyye ile bütünleşerek onun ayrılmaz bir kurumu olmuş, Vâdîrîg gibi bazı bölgelerde halka yerine "azzâbe" kelimesi kullanılmıştır.
Cerbe adasında V. (XI.) yüzyılın ilk yansında bir şeyhin başkanlığında sadece ilim öğrenen halkaların bulunduğu görülmektedir. Bu müessese Cerbe'nin İspanyollar tarafından işgaline kadar (1511) devam etmiştir. Cerbe'de halka meclislerinin en önemli şeyhi bir Vehbî İbâzî olan fakih Ebü'n-Necât Yûnus b. Saîd idi. Bu devrede Trablus'un kuzeyindeki Ce-belinefûse'de de Cerbe ile irtibat halinde bulunan Vehbî İbâzî halkaları bulunmaktaydı.
1882 yılında Fransa'nın Mizâb bölgesini ilhakından sonra da azzâbe şeyhleri
360
Mizâb şehirlerinde ahlâkî otorite olma özelliğini devam ettirmişlerdir. Bugün halkanın bölgedeki gücü Mizâb'ın bazı şehirlerindeki talebelere ve camiye münhasır kalmıştır. Mizâb İbâzî toplumunun kontrolünü elinde bulunduran halka şeyhi bölgede en büyük dinî ve ahlâkî otorite olarak kabul edilir.
BİBLİYOGRAFYA :
İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, "hlk" md.; Ca'fer Sec-câdî. Ferheng, Tahran 1983, s. 329; Serrâc, et-Lümac, s. 238, 267; Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Ebû Bekir, Kİtâbü's-Sîre oe ahbâri't-ç'imme (nşr. Abdurrahmarı Eyyûb). Tunus 1405/1985, s. 194; Dercînî. Tabakâtü'l-meşâ'ih bi't-Mağrib (nşr. İbrahim Tallây), Beyrut, ts. (Dârül-Fikri'l-Arabî), [, 3, 14, 17, 95-102, 145, 160, 167-169; Şem-mâtiî, Kitâbû's-Siyer, Kahire 1301, s. 384-390; Ali Yahya Muammer, el-Ibazıyye ft mevkibi't-târîfı, Beyrut 1385/1966, s. 421-426; a.mlf., el-lbâztyye fı'l-Cezâ'ir, Kahire 1399/1979, s. 176-192,313-316,546-551; Ferhâd Câbiri, Nizâm ü'l-cazzâbe Hnde't-lbâztyyeti'l-Vehbiyye fi Cerbe, Tunus 1975; Salih Bâciyye. et-İbâztyye bi'i-Cerîd, Tunus 1976, s. 185; Seyyid Sâdık-ı Gû-herîn. Şertt-i lş(tlâhât-ı Tasavvuf, Tahran 1988, IV, 243; Muhsin Kiyânî, Târihi Hankâh derîrân. Tahran 1369, s. 440, 453; Abdülhay el-Kettâ-nî. et-Terâttbü'1-idâriyye (Özel), III, 39-42; Sab-ri Hizmetli, " İbâdilikte Azzâbe". AÜİFD, XXIX (1987). s. 285-301; T. Lewicki. "Halka71, El2 (İng), III, 95-99; Dihhudâ, Luğatnâme, XI, 777.
1A! Mustafa Öz
HALKA
(Ubdl)
Eyyûbîler ve Memlükler zamanında askerî bir sınıf.
L J
Halka tabirinin ilk olarak ne zaman kullanıldığı, bu adı taşıyan birliklerin kuruluş tarihi ve ismin menşei hakkında bilgi yoktur. Ancak Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin (1171-1193) ordusundaki bazı birliklerin "el-halkatü'1-hâs" adını taşıdıkları bilinmekte ve bunların adından, sultanın şahsına bağlı ve seferler dışında da ondan ayrılmayan özel birlikler oldukları anlaşılmaktadır. Nitekim İbnü'l-Esîr. sultanın sefer mevsimi geçince ordusunun diğer birimlerine mensup askerlerine ilkbaharda dönmek üzere memleketlerine gitme izni verdiğini ve kendisinin "has halkası" ile birlikte Akkâ Kalesi'nde kaldığını bildirmektedir {el-Kâmit, XI, 557). İsmin menşeiyle ilgili olarak başlıca iki görüş ileri sürülmüştür. Quatremere ve D. Aya-lon, özel muhafızların sultanın etrafında bir halka oluşturmasından, A. N. Poliak ise Türk ordularının savaş alanında düşmanı halka (daire) içine almasından dolayı verildiğini söylemektedirler.
Eyyûbîler'in askerî teşkilâtında önemli bir yere sahip olan el-halkatü'l-hâs, en parlak dönemini Selâhaddîn-i Eyyûbî zamanında yaşamıştır. "Halkatü's-sultân" (el-halkatü's-sultânıyye) adıyla da bilinen bu birlikler ordunun imtiyazlı bir bölümünü oluşturuyordu; ancak bunların Se-lâhaddin'in halefleri zamanındaki durumları hakkında yeterli bilgi yoktur. Halka Memlükler'in ilk dönemlerinde de güç ve itibarını korumuş, nizamî ordunun diğer iki sınıfını teşkil eden el-memâlîkü's-sul-tâniyye ve memâlîkü'l-ümerâ yanında önemli bir unsur olmaya devam etmiştir. Bu safhada adı, sonraki dönemlerde pek rastlanmayan bir şekilde daha çok "mansûre" sıfatıyla birlikte kullanılmıştır. Hatta bu birliklerin kumandanları olan mukaddemü'l-halkalar emîrler, diğer devlet adamları ve kadılarla birlikte veliaht tayini gibi önemli merasimlere katılmışlardır. Meselâ I. Baybars'ın667 (1268) yılında oğlu Saîd'i veliaht tayin edişinde onlar da hazır bulunmuştu. Yine mukaddemü'l-halkalar "hâssekiyye"-ye ayrılan elçilik görevinde de istihdam ediliyor, bir imtiyaz olmak üzere yenleri tırâzlı elbise giyiyor ve mahmuzlarına da altın kakma yaptırabiliyorlardı.
Memlükler zamanında nizamî ordu üç sınıf askerden meydana geliyordu. Bunların birincisi, statü ve eğitim bakımından en önemlileri olan ve el-memâlîkü's-sultâniyye denilen sultanın kapıkulu birlikleriydi. Memâlîkü'l-ümerâ adındaki ikinci grubu ise eyalet ve vilâyetlerde görev yapan nâib ve valilerin kapıkulu birlikleri teşkil ediyordu. Bu iki sınıf görev ve mahiyet itibariyle birbirine benziyordu; ancak birinci grupta kumanda doğrudan sultana, ikinci grupta ise emirlere bağlı idi. Bunlardan farklı bir durumda olan üçüncü grup birlikler ise "ecnâdü'l-halka", "ricâlü'l-halka" veya sadece "ec-nâd" denilen iktâ sahibi askerlerden oluşuyordu. Memlükler döneminde bu nizamî kuvvetlerden başka savaş zamanlarında Suriye'deki bedevî Arap kabilelerinden, özellikle Halep civarındaki Türk-menler'den ve el-Cezîre'deki Kürtler'den yardımcı kuvvet niteliğinde asker toplanır, bu kabilelerin beylerine iktâ verilir ve savaş sırasında askerleriyle birlikte orduya katılmaları sağlanırdı.
İktâ sahibi hür askerlerin teşkil ettiği halka birliklerine çeşitli kesimlerden asker alınıyordu. Memlükler'in ilk sultanlarından Baybars. Musul veya diğer merkezlerden kendisine gelen emîrleri "el-halkatü'l-mansûre"de görevlendirmiş ve
onlara durumlarına göre iktâ arazileri tahsis ederek bazılarını yetmiş, bazılarını ise elli süvarinin kumandanı tayin etmişti; ayrıca ülkesine iltica edip müslü-man olanları halkaya aldığı bilinmektedir (İbn Şeddâd, s. 332-338). Halkanın önemli bir kaynağı da sultan ve emîrle-rin çocukları idi. Emirlerin oğullan bulûğ çağına geldiklerinde sultan kendi tahsisatından onların maaş ve erzakını verir, daha sonra da iktâ tahsis ederdi. Bu gençler en küçük rütbeli emirlik olan "ham-sevât" derecesine girerler ve evlâdü'n-nâs* şeklinde adlandırılırlardı; aralarındaki sultan çocukları ise bir üst grubu teşkil eder ve bunlara "esyâd" veya "ev-lâdü'l-mülûk" denilirdi. Ancak halkada kendilerine dirlik verilen sultan çocukları isyan çıkarırlar endişesiyle çok defa hayatlarının büyük bölümünü tutuklu olarak geçirmek zorunda kalırlardı. Evlâ-dü'n-nâstan bazıları emîrü aşere, hatta bir kısmı emîrü erbain rütbesine erişebilirdi; özellikle Bilâdüşşâmiyye'de (Suriye, Lübnan, Filistin) emîrü mie mukadde-mü elf rütbesine yükselenler dahi bulunuyordu. Bu grup halka içindeki en güçlü kısmı oluşturuyordu. Nitekim bu birliklerin önemini kaybettiği Memlükler'in son dönemlerinde halka yerine evlâdü'n-nâs tabiri yaygınlaşmıştı. İlk dönemlerde halka içinde ve özellikle mukaddemleri arasında sultan ve emîr çocuklarının yanı sıra memlûk asker ve emîrlerinin de yer aldığı görülmektedir. Hatta 712 (1312-13) yılında el-Melikü'n-Nâsir Muhammed b. Kalavun hanedan memlükierinin bir kısmını halkaya transfer etmişti. Yine emîrlerin memlüklerine de halka içerisinde iktâ ver itebiliyordu.
Halkanın İşleri Dîvânü'l-ceyş tarafından yürütülür, cerideler Mısır ve Bilâdüşşâ-miyye bölgelerine tahsis edilen iki divan tarafından tutulurdu. Bir halka askerinin istihdamı için onu sultanın bizzat görüp seçmesi gerekirdi. Bilâdüşşâmiyye'de ise iktâ verme ve gerekli belgeyi sultana gönderip onay alma işi nâibü's-sal-tana tarafından yürütülürdü. İktâlar, ik-tânın evsafını ve sahibini açıklayan "misal" adlı arz vesikasının kabulünden sonra sultan tarafından bir beratla tevcih edilirdi. İktâlar, verim ve genişlik bakımından emîrlerin rütbelerine uygun biçimde bir çiftlik, bir köy veya daha geniş topraklar şeklinde olurdu. Bir asker ölünce onun iktâı geleneğe göre oğluna verilirdi. Zengîler ve Eyyûbîler döneminde iktâ arazilerinde geçerli olan verâseten intikal Bahriyye Memlükleri'nin ilk dönemle-
rinde de devam ettirildi. Ecnâddan biri öldüğünde nâib onun iktâ arazisinin kime devredildiğini bölge Dîvânü'l-ceyş'ine bildirir, bu bilgi sultana ulaştırılır ve merkezdeki Dîvân ü'1-ceyş'İn kayıtları ile karşılaştırıldıktan sonra sultan tarafından onaylanırsa ilgili menşur yazılırdı. İktâla-nn devri hususunda uygulanan veraset usulü sonradan ihlâl edildi ve arazilerin satılması veya değiştirilmesi bu bozulmayı had safhaya ulaştırdı.
İktâlı askerler arazilerinin başında veya yakınında bulunurlar, sultan ne zaman çağırırsa kendilerine bağlı süvarilerle birlikte savaşa giderlerdi; ayrıca arazileri üzerine tahakkuk ettirilen haraç vergisini de ödemekle mükelleftiler. Buna karşılık Örfen sultan tarafından kendilerine ayrılan birtakım tahsisat olurdu. Savaşa gidemedikleri takdirde yerlerine başka birini gönderir veya belli bir miktar para yollarlardı. Halkada görev yapan kumandanlara emîrü mie mukaddemü elf (binbaşı), nakîb veya baş (yüzbaşı) ve mukad-demü'l-halka (kırkbaşı) unvanları verilirdi. Bu kumandanların kendilerine bağlı askerler üzerindeki otoriteleri sadece savaş zamanlarında geçerliydi ve her kumandan kendi askerlerinin tertip, tanzim, sevk ve idaresinden sorumlu idi.
Dostları ilə paylaş: |