Biyatı Antolojisi, İstanbul 1935; a



Yüklə 1,15 Mb.
səhifə6/27
tarix26.08.2018
ölçüsü1,15 Mb.
#75068
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27

tarihi, hukuk, edebiyat, psikoloji ve sos­yoloji ile yakın ilişkileri olan bir çalışma alanıdır. Özellikle etnografya ile halkiyat ayrı bilim dalları olmakla beraber iç içe olan tek bir bilim dalı gibi görünürler.

Geniş bir araştırma alanı olan halkiya­tın, diğer bilimler gibi kendine has bir sı­nıflandırma sistemine ve çalışma alanı­na kavuşması için hem Batı'da hem de Türkiye'de birtakım çalışmalar yapılmış­tır. XX. yüzyılın başlarında Fransa'da Paul Sebillot ve Arnould van Gennep, İngiltere'de Charlotte Burne, Almanya ve İsviçre'de Hofmann Krayer, Belçika'da Paul Saintyves, halkiyatın çalışma alanını tesbit ederek bazı eserler yayımlamışlar­dır. Türkiye'de ise önce Türk Halk Bilgisi Derneği'nin yayımladığı Halk Bilgisi Toplayıcılarına Rehber (Ankara 1928) adlı kitapla başlayan sınıflandırma dene­mesi 1949'da Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve 1969'da Nakİ Tezel tarafından birta­kım değişikliklerle geliştirilmiş, 1977'de Sedat Veyis Örnek ayrı bir sınıflandırma modeli hazırlamıştır. Bugün için Türkiye'­de en geniş ve hemen hemen bütün ko­nuları içine alan sınıflandırma. Millî Folk­lor Araştırma Dairesi tarafından (yeni adı Halk Kültürünü Araştırma Dairesi) 1976 yılında yeni bir kodlama sistemiyle oluşturulmuştur (Tan, Folklor, s. 10-14).

Türkler'in yaşadığı coğrafya ve Türk kültürünün tarih içindeki eskiliği göz önüne alındığı takdirde Türk halk kültü­rünün çok geniş bir inceleme ve araştır­ma alanı olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Bu genişlikte yalnız Türkiye'deki halkiyat bile bir yandan kökü eski coğrafyalardan getirilen kültür öğelerine, öte yandan dış kültürlerden ve alt kültürlerden bünye­sine girmiş olan öğelere bağlı olarak son derece karmaşık ve zengin bir yapı arzet-mektedir.

Türk halkiyatı alanındaki çalışmaların bugün için yeterli olduğu söylenemezse de bu konunun enine boyuna, çeşitli tek­niklerle derlenerek incelenmesi ve bu noktadan yoia çıkılarak Türk kültürünün evrensel kültür içindeki yerinin belirlen­mesi için yerli ve yabancı yüzlerce bilim adamı, uzman ve gönüllü araştırmacı gayret sarfetmiştir. Bunun sonucu ola­rak başlangıçtan bugüne Türk halkiya­tında yer alan kültür ve sanat değerlerini gün ışığına çıkararak insanlığın ortak kültürüne de bu yolla hizmet eden isim­lerin başında Ziya Gökalp. M. Fuad Köp­rülü, Rıza Tevfık Bölükbaşı, Mehmed Ha-lid Bayrı, Mahmut Ragıp Gazimihal, Halil Bedî Yönetken. Muzaffer Sansözen, Ah-

HALKU EF'ÂÜ'I-İBÂD

met Kutsi Tecer, İhsan Hınçer, Ahmet Süheyl Ünver. Nail Tan. Nida Tüfekçi, Şükrü Elçin. Mehmet Önder, Mehmet Özbek, Saim Sakaoğlu, M. Adil Özder, Eflâtun Cem Güney, Cahit Öztelli, Pertev Naili Boratav, İlhan Başgöz, Sedat Veyis örnek, Bahaettin Ögel, Ahmet Yaşar Ocak yer almaktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

A. van Gennep. Folklor (trc. Pertev Naili Bo­ratav), Ankara 1939; P. Saintyves. Folklor Elki-tabı (trc. Bilâl Aziz Yanıkoğlu), İstanbul 1951; Zi­ya Gökalp Külliyâtı II: Lİmnl ue Matta Mek­tupları (haz. Fevziye Abdullah Tansel), Ankara 1965, s. 26-28; Sedat Veyis Örnek. Türk Halk­bilimi, Ankara 1977; Pertev Naili Boratav, Folk­lor ue Edebiyat, I-II, 1982-83;a.mlf.. lOOSoru-da Türk Folkloru, İstanbul 1984; Şükrü Elçin, Folklor oe Halk Edebiyatının Milli Birliğin Oluşmasındaki Rolü, Ankara, ts. (Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü); Tahir Alangu, Türkiye Folkloru Elkltabı, İstanbul 1983; Dursun Yıldı­rım. "Türkiye'de Folklor Araştırmalarının Ge­lişme Devreleri", Şükrü Elçin Armağanı, An­kara 1983, s. 115-128; Hayrettin İvgin, 30. Ku­ruluş Yıldönümünde Folklor Araştırmaları Kurumu, Ankara 1985; İlhan Başgöz. Folklor Yazılan, İstanbul 1986; Nail Tan. Folklor; Halk-bilimi-Genel Bilgiler, İstanbul 1988, s. 10-14,32-36; a.mlf.. "Halkiyat Atlası", TDEAJV, 73-74; a.mlf. - M. Kutlu. "Halkiyat", a.e., IV, 69-73; Ziya Gökalp. "Halk Medeniyeti 1", Hal­ka Doğru, sy. 14, İstanbul 1913, s. 107-108; a.mlf., "Halkiyat I-Masallar", Küçük Mecmua, sy. 18, Diyarbakır 1338, s. 9-12; Rıza Tevfik[Bö-lükbaşı], "Folklor: Folk-Iore", Peyâm: Edebî Ilâ-ue, sy. 20, İstanbul 1914; M. Fuad Köprülü. "Yeni Bir İlim: Halkiyat-Foiklore", İkdam, sy. 14, İs­tanbul 1914; "Folklor", TA, XVI, 411-412; "Folk­lor". ML, IV, 741-745; Nida Tüfekçi, "Folklor", CDTA, III, 775-786. rr]

İm Aydın Oy

HALKU EFÂÜ'1-İBÂD

Buhârî'nin

(ö. 256/870) halku'l-Kur'ân'a dair eseri.

Buhârî ile, çağdaşı olan muhaddisler-den Muhammed b. Yahya ez-Zühlî ara­sındaki Kur'an'ın yaratılmış olup olmadı­ğı (halku'I-Kur'ân*) meselesine dair gö­rüş ayrılıklarını konu alan eser Yûsuf b. Reyhan ve Firebrî tarafından rivayet edil­miştir {Keşfü'z-zunûn, 1, 722). Kitabın Buhârîye nisbeti hususunda herhangi bir ihtilâf yoktur. Müellifin el~Câmicu'ş-şahîh'ini şerheden İbn Hacer el-Askalâ-nî, Halku ef'âli'l-'ibâd'dan nakillerde bulunarak eseri ona nisbet eder {Fethu 7-Mrî, XXVIII, 314, 316, 321). Buhârî ile Züh-lî arasındaki ihtilâfa temas eden tabakat kitaplarının Halku ef'âli'l-'ibâd'üa yer alan görüşleri Buhârî'ye nisbet etmele-

369


HALKU EF'AÜ'I-İBÂD

ri de eserin ona ait olduğunu destekle­mektedir (meselâ bk. Sübkî, Tabakât, II, 228-231). İbn Ebû Ya'lâ'nın. "Kur'an'ı te­laffuz edişim mahlûktur" sözünün Bu-hârî'ye nisbet edilemeyeceğine dair nak­lettiği rivayetler ise Hanbelîler'in halku'l-Kur'ân konusundaki aşırı tutumlarının bir ifadesi sayılmalıdır (Tabakâtü 'l-Hana-bile, I, 278-279). Âlimler, Kur'an'ı telaf­fuz etmenin hadis olduğu tarzındaki gö­rüşün Buhârfye aidiyetinde şüphe etme­mektedirler (Sübkî, es-Seyfü'ş-şakil, s. 68). Esasen Buhârî, kendi döneminde hassas bir mesele haline gelmiş olan bu konuyla ilgili fikrini gizleyip soru soran­lara karşı, "Kur'an Allah kelâmıdır, mah­lûk değildir" şeklinde tartışmalara yol açmayacak ifadeler kullanmak ihtiyacını duymuştur. Kitabına, ilk bakışta irade hürriyetiyle ilgili olduğu intibaını veren "Halku ef'âli'I-ibâd" (kulların fiillerinin mah­lûk oluşu) adını vermesi ve Buhara Emîri Hâlid b. Ahmed ez-Zühlî*nin BuhârTye baskı yaparak ilmî hayatına kısıtlamalar getirmesi de [DİA, VI, 369) bunu göster­mektedir.

Halku efâli'l-Hbâd bir girişle üç bö­lümden meydana gelir. Müellif kitabına. Ca'd b. Dirhem ile Cehm b. Safvân'ın or­taya attığı "halku'l-Kur'ân" fikrini ve ha-disçilerin bu iddiayı reddeden görüşünü zikrederek başlar. Kur'an'ın mahlûk ol­duğunu söyleyenlerin müslüman sayıla­mayacağını kabul eden ve bu kanaatle­rinden vazgeçmedikleri takdirde öldürül­melerini caiz gören rivayetlere yer verir­ken arşa istiva, iman, rü'yetullah, cenne­tin fâni olması gibi konularda Cehmiyye'-nin görüşlerine ve Selefiyye'nin bunlara yönelttiği tenkitlere temas eder. Giriş bölümünde son olarak Cehmiyye'den Bişr b. Gıyâs el-Merîsî'nin fikirlerini eleştiren

Buhârî, bu arada Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî'nin Cehmiyye'ye nisbet edil­diğini söyler.

Eserin birinci bölümünde müellif ha­dislere dayanarak kulların yaptığı bütün fiillerin, bu arada Kur'an'ı okuma ve yaz­manın mahlûk olduğunu, ancak ezber­lenen, yazılan ve okunan Kur'an'ın Allah kelâmı olup mahlûk olmadığını belirtir. Ona göre Allah lafzını yazanın bu fiili ha­distir, fakat yazının delâlet ettiği mâna kadîmdir. İmanın da bir amel {kalbffiil) olduğunu söyleyen Buhârî, halku'1-Kur-'ân konusunda iki grubun da (Cehmiyye ile Haşviyye) Ahmed b. Hanbel'e ait gö­rüşlerin inceliğini anlayamadığını, bu hu­susta onun sadece. "Allah'ın kelâmı gay­ri mahlûk, bunun dışındakiler mahlûktur" dediğini, bu görüşte de Resûlullah'ın, hak­kında açıklama yapmadığı hassas mese­leleri fazlaca araştırmaktan kaçınmakla ilgili bir işaretin bulunduğunu anlatır; ayrıca bu hususta Ahmed b. Hanbel'e is­nat edilen fikirlerin çoğunun asılsız oldu­ğunu söyler. İkinci bölümde, Kur'an met­nini yazıp satmanın caiz görüldüğünü ve okunmasını kolaylaştırmanın lüzumunu belirttikten sonra kulların fiillerine dair hadislerden delil getirerek Kur'an'ı oku­ma ve yazma fiilinin mahlûk olduğunu ispata çalışır. Bu konuda Mu'tezile'nin, Musa'ya hitap şeklinde tecelli eden ilâhî fiili mahlûk, insanların fiillerini İse gayri mahlûk (Allah tarafından yaratılmamış) saymasını ve bununla ilgili hadisleri yete­rince değerlendirmemesini eleştirir. Ese­rin üçüncü bölümünde Kur'an okumanın önemine temas edildikten sonra kelâmul-lahla istiâze konusundaki hadisler Kur'an'ı okuma ve yazma fiillerinin mahlûk oldu­ğuna delil gösterilir. Ardından Allah'ın sı­fatlarının yaratıkların sıfatlarına benze-

mediği anlatılır; bu arada özellikle kelâm sıfatı üzerinde durulur; Kur'an âyetleri­nin ve Allah lafzının yazılı bulunduğu say­falara abdestsiz dokun ulamayacağı be­lirtilir. Buhârî, aslında mahlûk olan oku­ma fiiliyle kadîm olan okunanı (Kur'an) aynı şey sanarak Kur'an'ı telaffuz etme­nin dahi yaratılmamış olduğunu ileri sü­ren hadisçilerin görüşlerini eleştirirken Allah kelimesiyle Allah'ın aynı şey olma­sının imkânsızlığına dikkat çeker. Müellif kitabın sonunda mecazla hakikat, fiille mef "ûl, vasfetmekle vasıf kavramları üze­rinde durarak bunların ayrı şeyler oldu­ğunu anlatır. Ona göre fiil bir şeyi yarat­mak, mef'ûl ise yaratılan şey demektir. Dolayısıyla her şey Allah'ın kazasıyla ya­ratılmıştır. Gökleri ve yeri yaratmak Al­lah'ın bir fiili ve "ol" (kün) emriyle de an­latıldığı üzere bir sıfatıdır. Mef ûl mah­lûktur, fakat Allah'ın sıfatı demek olan fiili mahlûk değildir. Eser. Cehmiyye'nin "Kur'an cisimdir" tarzındaki İddiasına ve­rilen cevaplarla ve Kur'an'ı inanarak oku­manın faziletini belirten hadislerle sona erer.

"Kur'an'ı okuyup yazma kula ait bir fiil­dir, kulun bütün fiilleri ise mahlûktur; do­layısıyla Kur'an'ı okuma ve yazmanın da mahlûk olması gerekir" şeklinde özetle­nebilecek olan bir ana fikri İşleyen Halku efâli'lAbâd, Ehl-i sünnet kelâmcıları-nın Kur'an'ı lafzî ve nefsî kelâm ayırımına tâbi tutarak çözmeye çalıştıkları haiku'l-Kur'ân meselesini aynı açıdan ilk defa ele alan, fiil ile mef ûlün (tekvin ile mükevven) ayrı şeyler olduğunu söyleyerek Allah'ın ezelî bir tekvin sıfatının bulunduğuna dik­kat çeken, böylece Mâtürîdî kelâm mek­tebinin müjdecisi sayılan önemli bir kay­naktır. Selef metodu ile kaleme alınan eser Cehmiyye ekolüne ve ricaline yöne­lik tenkitler içermesi, ayrıca Selefiyye'nin arşa İstiva, sıfât-ı ilâhiyye, rü'yetullah ve iman konularındaki anlayışını yansıtması bakımından da değerli bir çalışma kabul edilmiştir.

Süleymaniye Kütüphanesi'nde yazma nüshası bulunan eser (Reîsülküttâb Mus­tafa Efendi, nr. 139/1) Muhammed Şem-sülhakel-Azîmâbâdî (Denli 1306), Ali Sâ-mî en-Neşşâr ve Ammâr et-Tâlibî (İs­kenderiye 1971, 'A/câ'idü's-se/e/İçinde, s. 117-219), Abdurrahman Umeyre (Bey­rut 1978) ve Ebû Muhammed Salim b. Ahmed es-Selefî ile Ebû Câhir Muham­med es-Saîd b. Besyûnî (Kahire 1988) ta­rafından neşredilmiştir. Bedr el-Bedr'in de yayımladığı eseri (baskı yeri ve tarihi yok, Dârü's-Selefiyye) Yusuf Özbek aynı

neşre dayanarak Hadîs-i Şerifler Işı­ğında İlâhî Kelâmın Müdâfaası adıyla Türkçe'ye çevirmiştir {İstanbul 1992)

BİBLİYOGRAFYA :

Buhârî. Halku efâti'l-'ibâd{'Akâ'idü's-selef içinde), s. 117-219, ayrıca bk. naşirlerin girişi, s. 30; İbn Ebû Ya'lâ. Tabakâtü't-Hanâbİle, I, 278-279; Sübkî, 7"aba/câf (Tanâhî}, II, 228-231; a.m!f., es-Seyfü'ş-şakil (nşr. M. Zâhid el-Kev-serî), Kahire 1937, s. 68; İbn Hacer. Fethu't-bâ-rî(Sa'd), XXVIII, 314, 316, 321; Keşfü'z-zunün, I, 722; Brockelmann, GAL SuppL, I, 265; J. Rob-son. "al-Bukhari", EP (Fr). I, 1336; M. Musta­fa el-A'zamî, "Buhârî, Muhammed b. İsmail", D/A, VI, 369. rr|

[ffii Yusuf Şevki Yavuz

HALKU'l-KUR'ÂN

Kur'an'in

yaratılmış otup olmadığı konusundaki

tartışmaları ifade eden

kelâm terimi.

L J


Halku'1-Kur'ân tabiri Kur'an'da yer al­madığı gibi "halk" kelimesi Kur'an'da di­ğer isimlerinden herhangi biriyle de ter­kip halinde kullanılmamıştır. Erken devir hadis kaynaklarında da bu tabire rast­lanmamakta ve Hz. Peygamber'in konu­ya dair herhangi bir açıklamada bulun­duğu nakledilmemektedir. Kelâm ilmi­nin teşekkül etmesi ve halku '1-Kur'ân me­selesinin bir itikadı problem olarak tartı­şılmaya başlamasından sonra bazı kay­naklarda konuya ilişkin rivayetler Resûl-i Ekrem'e atfedilmiştir. Buna göre, "Kur-'an Allah kelâmıdır, mahlûk değildir" (Beyhaki, I, 373; Ebû Ya'lâ, s. 87). Aynı sözü ashaba nisbet eden rivayetler de mevcuttur (Âcurrî, s. 77-78; Beyhaki, I. 374-380). Ancak bu rivayetler isnad açı­sından sahih görülmemiştir (Beyhaki, I, 373; İbnül-Cevzî, s. 47). Halku'l-Kur'ân meselesinin kelâm ilminin teşekkül et­meye başlamasından itibaren itikadı tar­tışmalara konu olması rivayetlerin metin açısından da sahih olma ihtimalini zayıf­latmaktadır. Zira Asr-ı saâdet'te insanla­rın bir kısmı Kur'an'ı Peygamber'in sözü olduğunu ileri sürerek inkâr ediyor, bir kısmı da Allah'ın kelâmı olduğuna inanıp onu tasdik ediyordu; ilâhî kelâmın mah­lûk olup olmadığı konusu ise tartışılmı­yordu {Dârimı, er-Redcale'l-Cehmiyye, s. 334; Kâdî Abdülcebbâr, Jabakâtü'l-Mu*-tezi(e,s, 156).

Kaynakların ittifakla belirttiğine göre halku'l-Kur'ân meselesi II. (Vlll.) yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkmıştır. Ebû Saîd ed-Dârimî, Kur'an'ın mahlûk olduğunu

söylemekle onun bir beşer sözü olduğu­nu iddia etmek arasında hiçbir fark bu­lunmadığını belirterek halku'l-Kur'ân me­selesini, Kur'ân-ı Kerîm'de belirtildiği üze­re (el-Müddessir 74/25) Kureyşli mün­kirlerden Velîd b. Mugire el-Mahzûmf nin ileri sürdüğü, "Bu Kur'an insan sözünden başka bir şey değildir" tarzındaki görü­şüne dayandırmışsa da yine ona göre bunu ilk defa kelâmî bir tartışma konusu haline getiren Ca'd b. Dirhem'dir: Cehm b. Safvân da bu görüşü benimseyip yay­mıştır [er-Red tale'l-Cehmiyye, s 259, 337; er-Red eate7-Merîsf, s. 452). Erken devir âlimlerinden İbn Kuteybe, bir ese­rinde bu meseleyi ilk defa Cehm b. Saf­vân İle Ebû Hanîfe'nin tartıştığını nakle­derken (el-lhülâfJı'l-lafz, s. 247) diğer bir eserinde konuyu İlk ortaya atan kişinin Beyân b. Sem'ân veya Mugire b. Saîd el-İclî olduğunu belirtir {'üyünü'l-ahbâr, II, İ48; Mahmûd Kâmil Ahmed, s. 248-249). Müteahhir dönem âlimlerinden Râgıb el-İsfahânî, bu meseleyi ilk defa Kûfe'de Beyân b. Sem'ân'ın, "Kur'an mahlûk mu­dur değil midir?" sorusunu sorarak tar­tışmaya açtığına, Ebû Hanîfe'nin de so­ruya cevap verip ilk defa, "Kur'an mah­lûktur" dediğine, ancak küfürle itham edilince tövbe edip bu görüşünden dön­düğüne ilişkin bir rivayeti nakleder {el-İ'tikadât.s. 170-172). Kâdî Abdülcebbâr, Ebû Hâşim el-Cübbâfden naklen konu­nun Ebû Hanîfe ve öğrencileri zamanın­da ortaya çıktığını belirtir {Tabakâtü'l-MuHezüe,s. 157).

Halku'l-Kur'ân meselesinin müsiüman-lar arasında itikadı bir problem olarak tar­tışılmasının sebepleri konusunda farklı görüşler mevcut olup bunları dört nok­tada toplamak mümkündür. 1. Halku'l-Kur'ân meselesinin yahudi kaynaklı oldu­ğunu ileri süren tarihçi İbnü'l-Esîr'e gö­re, Tevrat'ın yaratilmışlığından hareket ederek Kur'an'ın da mahlûk olduğunu ilk defa söyleyip yayan kişi Hz. Peygamber'e sihir yaptığı söylenen yahudi asıllı Lebîd b. A'sam'dır. Daha sonra yeğeni Tâlût, halku'I-Kur'ân'a dair bir eser yazarak müslümanlar arasında bu görüşü yay­maya çalışmış; Tâlût'tan sonra Beyân b. Sem'ân, Ca'd b. Dirhem, Cehm b. Safvân ve Bişr b. Gıyâs ei-Merîsî gibi kelâmcılar da aynı fikri savunmuştur {el-Kâmil, VII. 75). İbnü'l Esîr'in bu görüşü bazı müte­ahhir kaynaklarca da benimsenip tekrar­lanmıştır. Z. Bir kısım Sünnî, Mutezilîve Şiî âlimleri halku'l-Kur'ân meselesini hı-ristiyan ilâhiyatçılarının etkisine bağla­mıştır. Buna göre Hişâm b. Abdülmelik

HALKU'l-KUR'ÂN

zamanında sarayda kâtiplik yapan hıris-tiyan ilâhiyatçılarından Yuhannâ ed-Dı-maşki, müsiümanlara karşı Hz. îsâ'nın ulûhiyyetini kanıtlamak için Kur'an'da îsâ'nın "kelimetullah" olarak nitelendiril­mesinden hareketle ilâhî kelimelerin yani Kur'an'ın mahlûk olmadığı görüşü­nü ortaya atmıştır. Zira müslümanların Kur'an'ın mahlûk olduğunu kabul etme­yeceklerini, böyle bir görüşü savunan­ların zındık telakki edileceğini düşünüp Kur'an'ın kadîm olduğu görüşünü savun­muştur. Bu durum Ca'd b. Dirhem, Cehm b. Safvân gibi Cehmiyye ve Mutezile âlim­lerinin gözünden kaçmamış ve hıristi-yanlann iddiasını reddetmek için hem "kelimetullah" olan Hz. îsâ'nın hem de ilâhî kelimelerin mahlûk olduğunu söyle­mişlerdir (Câhiz, III, 347; İbnü'l-Murtezâ, s. 124; M. Mekkî el-Âmilî, 1, 189-190; M. Ebû Zehre, I, 157-158). Kur'an'ın ezelî ol­duğunu savunan Sünnî âlimlerinin görü­şünün Cehmiyye mensuplarınca hiristi-yanların Hz. îsâ hakkındaki inançlarına benzetilmesi (Buhârî. s. 135) dikkate alı­narak halku'l-Kur'ân meselesinde hıristi-yanların etkili olduğu söylenebilir. Hasan Zühdî Cârullah, M. Ebû Zehre, Ahmed Emîn gibi müslüman yazarlardan başka D. B. Macdonald, A. S. Tritton, T. J. de Boer gibi şarkiyatçılar da bu görüşü benim­semiştir. 3. Halku'l-Kur'ân probleminin ortaya çıkışında Grek felsefesi etkili ol­muştur. Zira bu tartışma, Heraklitos ve Anaxagoras'm felsefesinde Önemli bir yer tutan "logos" kelimesine dayanır. Logo­sun Arapça'ya "kelâm" şeklinde tercüme edilmesiyle müslümanlar arasında ilâhî kelâmın ezelîliği ve buna bağlı olarak hal­ku'l-Kur'ân meselesi ortaya çıkmıştır (M. Ramazan Abdullah, s. 525-526). 4. Hal­ku'l-Kur'ân meselesi ilâhî sıfatlarla bağ­lantılı olup sıfatların ezelî veya hadis ka­bul edilişine bağlı tartışmaların etkisiyle ortaya çıkmıştır. Bu görüşü savunan Ta-kıyyüddin İbn Teymiyye'ye göre kelâmcı­lar metafizik sistemlerini fizik anlayışla­rına dayandırmışlardır. Bunun bir sonu­cu olarak iiâhî sıfat ve fiillerin zât ile kaim olup olmamasına ilişkin tartışmalar ke­lâm sıfatının, dolayısıyla Kur'an'ın mah­lûk olup olmadığına dair ihtilâfları bera­berinde getirmiştir. Zira Mu'tezile âlim­leri sıfatları zât ile kaim ezelî mânalar olarak telakki etmeyi Allah'ın yaratıklara benzetilmesini gerektireceği düşünce­siyle reddetmiş ve hadis olduklarını söy­lemişler, bu sebeple de ilâhî bir sıfatın tecellisi olan Kur'an'ın yaratilmışlığı fik­rini savunmuşlardır (Mecmûcatü'r*resâ% III, 441; Üer'ü te'âruzi'l-'akl ue'n-nakl, I,

571

HALKU'I-KUR'ÂN



305). M. Watt, bu görüşü tasvip edip ay­rıca kaderle halku'l-Kur'ân arasında bir irtibatın bulunduğunu söylemiştir. Zira ona göre insanın fiillerinde hür olduğunu kabul edenler Kur'an'ın yaratılmışlığtn-dan faydalanarak görüşlerini savunmaya imkân bulmuşlardır. Ayrıca Kur'an'da ta­rihî olaylara pek çok atıf yapılmış, vuku bulacak olayların levh-i mahfuzda yazıl­dığı ve Kur'an'ın oradan insanlara gön­derildiği bildirilmiştir (İslâm Düşüncesi­nin Teşekkül Devri, s. 224. 306-307).

İslâmiyet'in dinî ve felsefî çeşitli kül­türlerle karşılaşması sonunda iç ve dış sebeplerin etkisiyle II. (VIII.) yüzyılın baş­larında ortaya çıktığı anlaşılan halku'l-Kur'ân tartışmaları, Ca'd b. Dirhem ile Cehm b. Safvân'ın ölümünün ardından onların görüşlerini şiddetle eleştiren mu­hafazakâr âlimler tarafından sakıncalı bulunmuş ve bu tutum bir süre prob­lemden söz edilmemesini sağlamıştır. An­cak yüzyılın sonuna doğru Hişâm b. Ha­kem gibi Şiî âlimlerinin yanı sıra Mutezi­le kelâmdan meseleyi yeniden tartışma alanına çekmiş. Mu'tezile'nin etkisinde kalan Abbasî halifelerinden Hârûnürre-şîd, Emîn ve özellikle Me'mûn dönemle­rinde Kur'an'ın mahlûk olduğu hususu resmî bir görüş haline getirilmek isten­miştir. Halife Me'mûn, 212 (827) yılında Kur'an'ın mahlûk olduğuna inandığını açıkladıktan sonra Ahmed b. Ebû Duâd'ın teşvikiyle Bağdat Valisi İshak b. İbrahim'e bir yazı göndererek âlimleri bu konuda sorguya çekmesini. Kur'an'ın mahlûk ol­duğuna inanmayanların hukukî ehliyet­lerini iptal etmesini emretmiştir. Ahmed b. Hanbel, Nuaym b. Hammâd. Muham-med b. Nûh, Ahmed b. Nasr el-Huzâî gi­bi âlimlerin dışındakiler resmî görüşü be­nimsemişlerdir. Ahmed b. Hanbel ve ar­kadaşları ise, "Kur'an Allah kelâmıdır, bunun dışında ilâve bir söz söyleyeme­yiz" tarzında cevap verip resmî görüşe karşı direndikleri için işkenceye mâruz kalmışlardır. Muhammed b. Nûh işkence sonucu ölmüş. Halife Mu'tasım-Billâh, Ahmed b. Hanbel'i işkenceye tâbi tut­maya devam etmiş, Ahmed b. Nasr el-Huzâî Vâsik-Biilâh tarafından öldürül­müş, Nuaym b. Hammâd ise hapiste öl­müştür. Muhafazakâr âlimler üzerinde on altı yıl kadar devam eden bu baskı ve işkence Halife Mütevekkil -Alellah döne­minde sona ermiş ve Kur'an'ın mahlûk olduğunu söylemek bir süre yasaklanmış­tır (Râgıb el-İsfahânî. s. 172-173; Sübkî, Ii, 38-56). Halku'l-Kur'ân etrafındaki si­yasî baskıların kalkmasından bir müddet

372

sonra konu ilmî meclislerde serbest bir şekilde tartışılmaya devam etmiş ve İs­lâm âlimlerinin görüşleri gelişen itikadî ekollere paralel olarak şekillenmiştir. Bir tarafta Cehmiyye ile Mutezile âlimleri, Kur'an'm hem lafzı hem de mânası itiba­riyle mahlûk olduğunu ileri sürüp bu gö­rüşü aklî ve naklî delillerle kanıtlamaya çalışırken diğer tarafta Selefi hareket içinde yer alan muhaddislerin bir kısmı, aşın tepkinin bir sonucu olarak Kur'an'ın lafızlarının ve bu lafızları söylemenin (te­laffuz) dahi mahlûk olmadığını ısrarla sa­vunarak bütün muhalif görüş sahiplerini küfre nisbet etmişlerdir. Bu iki aşırı uç karşısında, yeni teşekkül etmeye başla­yan Ehl-i sünnet kelâm hareketinin ön­cülerinden İbn Küllâb el-Basrî, Haris b. Esed el-Muhâsibî. Hüseyin b. Ali el-Kerâ-bîsî gibi âlimler Allah kelâmı olan Kur­'an'ın mâna itibariyle kadîm, lafızları ve insanlar tarafından okunuşu bakımın­dan mahlûk olduğunu söyleyerek (Râgıb el-İsfahânî, s. 172-173; İbn Teymiyye, Mec-mü'atü'r-resâ'il, III, 353; Sübkî, II, 110) me­seleyi bir çözüme kavuşturmaya çalış­mışlardır. Kur'an'ın mahlûk olmakla ni-telendirilemeyeceğini belirten Ahmed b. Hanbel. okunuşu (mes'eletü'l-lafz) konu­sunda çekimser bir tavır ortaya koyma­sına rağmen taraftarlarınca farklı görüş­te gösterilmek istenmiştir. Nitekim çağ­daşı olan bazı muhaddisler buna dikkat çekmişlerdir (Buhârî, s. 154; İbn Kutey-be, s. 246). Bununla birlikte Ahmed b. Hanbel'İn Sünnî kelâmcıların görüşünü benimsediğine işaret eden rivayetler de mevcuttur (Yavuz, s. 36). Buhârî ve İbn Kuteybe gibi meşhur muhaddisler, hal­ku'l-Kur'ân meselesinde Sünnî kelâm-cılarca benimsenen görüşü teyit eden eserler {Halku ef'âli'l-tbâd, el-İhtiiâf fi'l-lafz) kaleme alarak Sünnî görüşün ve ay­nı zamanda Sünnî kelâm hareketinin ya­yılmasına katkıda bulunmuşlardır.



Sünnî kelâm ekolleriyle Selefıyye'nin teşekkül etmesinden sonra biri Sünnî kelâmcılara. biri Selefiyye'ye, diğeri de Mu'tezile ve Şia'ya ait olmak üzere hal­ku'l-Kur'ân konusunda üç temel görüş ortaya çıkarak zamanımıza kadar devam etmiş, Kerrâmiyye ve Vâkıfe'ye ait görüş­ler ise taraftar bulmamıştır. 1. Kur'an gerçek anlamda ilâhî bir kelâm olup Al­lah'ın zâtı dışında levh-i mahfuz, Cebrail, Peygamber gibi varlıklarda yarattığı harf­lerle seslerden oluşan bir arazdır ve fiilî sıfatının bir tecellisidir. Duyulup anlaşı­lan bir kelâm olması bakımından insan­lara ait sözlerden farklı değildir; her ikisi

de harfler ve seslerden oluşur. Allah ya­rattığı harf ve seslerle mütekellim olur. Bu açıdan Kur'an "mahlûk, muhdes ve mef ûl"dür. ezelde olmayıp sonradan ya­ratılmıştır. Allah Kur'an'm benzerini ya­ratmaya kadirdir, onunla kullarına haber­ler ve buyruklar göndermiştir. Bu harf ve seslerin dışında ilâhî zâtta mevcut bir kelâm-ı nefsî yoktur. Zira insanlar kelâm kavramından zaruri olarak harf ve ses­leri anlar, bunun dışındaki bir kelâm ta­nımı mâkul değildir. Kur'an'ın gerçekten Allah kelâmı olduğu da zarûrât-ı dîniyye arasında yer alan bir bilgidir. Kur'an'ın kadîm değil mahlûk olduğunu kanıtlayan aklî ve naklî deliller vardır, a) Naklî delil­ler: Kur'an'da âyetlerin muhdes olduğu, tafsil edildiği, bir kısmının değiştirilerek neshedildiği, insanlara ait sözlerle mu­kayese edilip sözlerin en güzelini teşkil ettiği, Arapça olarak yaratıldığı (mec'ûl). muhkem ve müteşâbih unsurlardan oluş­tuğu ve ilâhî kelimelerin tükenmeyeceği açıkça bildirilmiş; Allah'ın ilk ve son varlık olduğu ve her şeyi yarattığı bildirilerek zâtı dışında hiçbir kadîmin bulunmadığı­na, dolayısıyla Kur'an'm da mahlûk oldu­ğuna işaret edilmiştir. Kur'an'da "keli-metullah" diye nitelendirilen Hz. îsâ'nın mahlûk oluşu da ilâhî kelimelerin mah­lûk olduğunu gösterir (Ahmed b. Hanbel, s. 73-76). Bazı hadislerde, "Allah vardı, başka hiçbir şey yoktu, sonra zikri (Kur­'an) yarattı. Gök ve yer dahil olmak üzere Allah Âyetü'l-kürsfden daha büyük bir şey yaratmadı" denilerek âyetlerin mah­lûk olduğu belirtilmiştir | Kâdî Abdülceb-bâr, el-Muhteşar, I, 193-195; a.mlf., et-Muğ-nî, VII, 3, 55-94). b) Aklî deliller: Kur'an harflerin oluşturduğu kelimelerden, âyet ve sûre gibi bölümlerden meydana ge­lir. Başı ve sonu olan, parçalardan mey­dana gelen ve bazı tarihî olaylara dair bil­giler ihtiva eden kelimelerin kadîm sayıl­ması imkânsızdır; dolayısıyla Kur'an'ın mahlûk olması aklen zorunludur. Yegâne kadîm varlık Allah'tır. O'nun zâtı dışında hiçbir kadîm varlık bulunmadığına ve Kur'an ilâhî bir fiil neticesinde meydana geldiğine göre mahlûk olması gerekir. Ayrıca Kur'an emir-nehiy, va'd-vaîd, ha­ber gibi değişik muhtevalara sahiptir. Bu husus Kur'an'ı Allah'ın zatî bir sıfatı say­mayı imkânsız kılar. Eğer Kur'an kadîm bir ilâhî kelâm olsaydı hitap ettiği insan­ların da kadîm olması gerekirdi. Zira he­nüz yaratılmamış bulunan varlıklara yö­nelik emir ve nehiylerden bahsetmek hik­mete uygun değildir. Kur'an'ın okunan ve işitilen Arapça bir kitap olması, bazı


Yüklə 1,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin