İyi insan nedir hiç düşündün mü? Bir modeldir her şeyden önce? Nereden, neye göre, nasıl bir model ?
Doğruyu söylemez hiç iyi insanlar. Yanlış kıyılar, yanlış güvenlikler öğretirler hep sana. Düpedüz yalancıdır onlar doğal felsefenin ( mutlak bilgi) ışığında.. Çünkü iyilik özgür düşünebilmiş herkesin ulaşacağı farklı bir resimdir ve doğal felsefenin bilgeliğinde özgür düşünebilmiş tüm insanlar sonsuz bir bilgelikten faydalanırlar. Onlar seni birilerinin iyilerinin yalanları içinde doğurarak, oralara sığınmış, özgür düşüncenin dışında bir daha önce düşünülmüş olanı düşünen olmuş, ardından da o düşüncenin aynısı gibi olabilirsen takdir edilip pohpohlanmış zavallı bir esir haline getirirler.
Böylece abazanca arzular, bir ayyaş gibi içerek başkalarının aleviyle kemiklerini ısıtmayı hayal edersin. Birilerinin iyi insanı olduğunda tanrının yalnızlığından vazgeçmişsin demektir. Tüm her şey ta köküne kadar yaratıcılıktan uzak sahte sınırlı bir bilgi denizinin sığlığında tıkanır.
Neyse ki idealler peşinde koşan değil de ideal olmaya çalışan sen ve sen gibiler sayesinde, insan verdiği sözü hatırlayarak o koyun sürüsünün içinden ayrılır. Gözleri şapşalca gülümseyen birilerinin iyisi olmak yerine, ruhunun derinliklerinde yatan ne yaptığını tasarlamış, ihtiyaç ve kendi ihtiyacı doğrultusunda iyiliği bulmuş ve yerine getirmiş bir iyi olmayı, bulma yolunda çalışır. Çünkü onlar bilir ki ancak böyle ulaşmak istedikleri öz-üstülüğün yalnızlığına açılabilecek, ve yaşamakta oldukları yeryüzü ve onun üzerinde ki tüm göklerin şanının görkeminde parıldayabileceklerdir.
O halde iyiliğin ezberletilmiş aldatıcılığın da iyi olarak ne yaşayacağı işaret edilmiş yeryüzü olmak ta, ruhunu ona has iyiliği bulma yolunda sana hizmet eden bir gök üstü haline getirip üstüne çıkmakta senin elinde..
Ey İnsan!
Erdemli olmayı denedin mi?
O zaman bil ki yanıldın.
Erdem kendi buluşun, kendi kişisel gereksinmen değilse ön yargıyla sana dikte edilmiş, kendi zayıflığından kaynaklanan korkusunu seni zararsız hale getirmek için ambalajlamış bir erdemsizin sinsi oyunundan başka bir şey değildir. Bu senin için düpedüz bir tehlikedir.
Senin kişisel gereksinimlerinden ürettiğin erdemlerinle çoğu kez ortak paydada buluşmuş olması onu erdemin saflığından çok hükmetmenin esir yaratmanın kıvrak bencil zekasına götürür. Çünkü değişmez bir sonuç vardır ki, erdem ancak kişinin benliğinde hissettiği zaman yaşanabilir bir olgudur. Aksi takdirde yaşanılması için zorlanan erdemler yalnızca insanın gök üstüne ulaşmak için arındırdığı ve saflaştırarak hedefine yönlendirdiği benliğini oyalayan ve bulduğu her otorite boşluğunu değerlendirerek kendi içinden bulmuş olduğu erdemsizliğini ona yaşatan birer oyun arkadaşıyla zaman kaybetmesini sağlayacaklardır.
Ve o zaman demen gerekir ki;
Yaşamımın belirlemediği bir şey yaşamıma zarar verir. Birilerine ya da bir şeylere istemsizce duyduğum saygıdan doğan davranışlar beni bir daha geri dönmek zorunda kalacağım bir yola götürür. Kendi benliğimi bulabilmem için, kendi buyruğumu bulmam gerekir.
Yaşam içgüdüsüyle yapılan bir eylem ve bu eylemin yapılmasıyla duyulan haz da, doğru, haklı, yerinde bir eylem olduğunun kanıtını bulur.
Kişinin kendine has, kendi bilinciyle yaptığı tüm eylemler, kendi erdemlerini oluşturur. İç zorunluluk olmadan, kişisel özel bir seçim olmadan ve en önemlisi düşünce ve eylem yaratabilme hazzı olamadan,
..sanki bir otomat gibi çalışıyor olmak ve ödüllendirilmeyi beklemek kadar insanı özgürlüğünden ve tanrı-üstü idealliğinden uzaklaştıracak bir eylem olabilir mi?
“Sana ne hazır bir yüz ne de özgün, doğuştan gelen bir özellik verdik, ta ki kendi yerini, biçimini, yeteneklerini kendin seçene, onları kendi yargın, kendi kararın ile edinebilene kadar.”
O halde dünyanın orta yerinde yersel, göksel, ölümlü ve ölümsüzleri izleyerek esir bir ezberletilen olarak zekice hazırlanmış erdemlerini yaşayıp bir maymun gibi muz beklemekte, dünyanın orta yerinde yersel, göksel, ölümlü ve ölümsüzleri izleyerek özgür olağandışı bir yontucu gibi kendini, kendi seçiminle biçimlemekte senin elinde..
Ey İnsan!
Gölge, eşya, bitki, hayvan değil tüm bu varlıkların payından pay sahibi yüce insan.
Kudretin bilme yetin sayesinde hepsinin kudretinin üstündedir. Ve iraden sana aittir.
O halde kendi iradeni bırakıp ta kimsenin iradesine uymamalısın. Yorumlayıcı olarak algıların keskin ve aklın sana aittir. Tespit etmeden hiç bir şeye inanmamalısın.
Sen beş duyunun üzerinde algılayabildiğini bilen insan, bunu geliştirmek ve var etmek için uğraşmalısın. İşittiklerine kanaat getirerek birilerinin gölgesi olmam, başkalarının aleti durumuna düşmemelisin.
Kendi değer yargımı işleterek değerlendiren ol, kendi ihtiyaçlarını bilerek, bularak kendi buyruğunu yarat ve kendi ihtiyaçlarını (maddi-manevi) karşıla. Kendini kendin geliştirir, kendin yetiştir.
İnsana Dair Kara Nutuk!
“Gecenin karanlığına giriyoruz ve buradan ancak cılız kalıntılarımız çıkacak. Çok kalabalığız, daha da kalabalık olacağız ve giderek daha da kalabalıklaşacağız, ta ki kaos galip gelip ölüm karnını doyurana dek.. Bizim suçumuz. Hepsi bizim suçumuz!”
İnsan’ın İtirafı!
Bölüm 4
Hey Ölümlü!
Kendi kabul edici pasifliğinden yarattığın efendilerinin senin düşmanın olduğunu, ruhunun tüm uyarılarına rağmen hiçbir zaman göremedin. Ahlak düzeninin seni yaşamaya mecbur ettiği o uçurum diplerinden, öksüz olduğunu haykırarak dolaştığın, mutsuz taklidi yaparak zalim kahkahalarla ve boş vermişlikle kendini ve tüm anne - babaları tükettiğin zamanlarını ne çabuk unuttun. Şimdi vaatçilerin köpeği gibi peşinden koşarak yerde ve gökte ki anne- baba arayışına ne kadar inanmasını bekliyorsun tüm anne ve babaların.
Sen kural koyucu küresel imha uzmanı, tüm tüketimlerini pervasızca yapmaya devam ederken, o yitik kitleden bahsedilmesine bile dayanamadın. Sana göre senin saçma sapan düzenlerine uymayan, özgürlüğünü seçen veya yok ediciliğin karşısında duranları, kaos yaratmakla, kayıp/ yitik kuşak olmakla suçladın hep. Ölümün soğukluğunu yaşamaya başladığın şu anlarında belki de bir salak gururuyla gelecekte artık bir yitik kitle olmayacağı kehanetinde bulunuyorsun. Haklısın ve gerçekleşecek bu kehanetin. Yalnız küçük bir farkla doğruyu bildiğin kabul edilebilir. Evet, gerçekten de yitik bir kitle olmayacak gelecekte, ama insanlar mutlu olacağı için değil, artık bir kitle var olamayacağı için.
Hey Ölümlü!
Özgürlüğü, kendi yasalarıyla yaşayan, o uyumlu ve güçlü sisteme sahip olan doğadan, hiç örnek almayı düşünmedin. Çünkü sen merhametliydin. O zalim. Çünkü sen kırılgandın, duygusaldın, o gerçekçi ve acımasız. Sen devamlı kurallar koyuyordun, o tek bir kural için yaşıyordu “ yaşam devamı”.
Ve onun nefes almaya devam etmesi için öldürmesine dayanamıyordu, senin şefkatli kalbin, ama hasmını görmeden öldürülen kaplanın, işediği çalı dibinin üzerine kurulan havuza girmeye devam etti senin hijyenik kıçın.
Ve sen tüm duygusal, tüm merhametli yapın ve koyduğun kurallarınla,
..onun ve senin devamını sağlayacak o tek kuralın uygulandığı, yaşam alanını yok ettin. Bak çevrene, bir leopara av olarak tükenen bir geyik cinsi var mı? Ama avlanılan o alanda işleyen makinelerin ne de duygusal çalışıyorlar değil mi? Kendi kendini yalancı çıkartırken bile çok kırılgansın, ama doğa yok olduğu her anda bile çok güçlü. Duyabiliyor musun; füzelerinin düştüğü okyanus diplerinin, ayağını bastığın 15. kattaki salonunda yarattığı titreşimi.
Hey Ölümlü!
Senin parlak, başarılı yaşantın sayesinde, dünyanın ne kadar çirkin olduğunu görebiliyor musun? Bil ki daha da çirkinleşecek. Ormanlar balta darbeleriyle yok edildikçe, şehirlerin her yandan her şeyi yutarak yükselmesiyle oluşan çöllerin gittikçe çoğalarak yayılmasıyla beraber geldiğine inandığın toprağın ölümünü gerçekleştiriyorsun ilk etapta.
Buna çok yakında birbirinin peşi sıra su ve havanında ekleneceğini söylemeliyiz. Ancak dünyanın tüm bu olanlara daha ne kadar sesiz alacağını düşünüyorsun. Bilmem fark ettin mi dördüncü elementin yok olmaya başladığından veya yok olduğunda bahsetmedim henüz, yo yo öyle rahatlama hemen o kendi refahının aldatıcı zekasının yalanlarına kanma. O son element senin devamın için değil yok oluşun için kendi devamını sağlıyor. “Ateş” diğerlerinin intikamını almak için varlığını sürdürecek;
..ve sen sıran geldiğinde ateşle yüzleşmeyi öğreneceksin. Ha yüzleşme dedim ama, onun karşısında bir şansın olacağını aklından bile geçirme. Bu yüzleşme onun seni nasıl öldüreceğine karar vermesi kadar sürecek. Ve bu ölüm süreci asla kısa ve acısız olmayacak diğer üç elementin intikamının alındığını hissedene kadar yüzleşecek ateş seninle.
Hey Ölümlü!
Hepiniz dünyayı yok olmaya layık gördünüz. Mutlak dehşetin size hiç uğramayacağını sanarak yıkım pahasına kusursuz bir çirkinlik yaratmaya uğraştınız. Şimdi bu kusursuz çirkinliklerin değiştirilme zamanı geldi hissedebiliyorsunuz değil mi? içinde yaşamakta olduğunuz o yüksek şehirlerinizi içini dolduran tüm insanlarla beraber yok ederek değiştirmek zorundasınız. Ah sizi merhametli zalimler, eminim yok edilenler sizin ırkınızdan da olsa kurban siz olmadığınız sürece bu büyük kıyımla gerçekleşecek değişimi de alkışlayacak bir sebep bulacaksınız.
Sanki bu kıyımla gerçekleşecek değişimin ipleri elinizde gibi davranacaksınız, size yakışanda bu olur. Kaos ve ölümün sahipleri gibi davranacak saçmalığın sona ermesi için güzelim düzeninizi feda edeceksiniz. Elinizden geldiğince, doğal felaketlerin artmasını da siz sağlayacaksınız.
Bu mükemmel kurgunuz çok üzgünüm ki ölümün gerçek sahibinin siz delileri de yok ettiğini ana kadar sürecek. Sizler hiçbir zaman hiçbir şeyin sahibi olamadınız, olmak için bir çaba ile sarf etmemişken yaşamın sahibi olmanız gerektiğini size düşündüren ne?
Hey Ölümlü!
Sonunda ölüm dışında bir çare olmadığını anlayabiliyor musun? Kaçmak neye yarar? Yola çıktığın yer ile gittiğin yerde bulacağın yıkım arasında bir fark olacağını mı zannediyorsun? Şimdi en zeki ve asil davranışın, seni kendi kendini öldürmek zorunda bırakmayan katiline saygı duymak onun için iyi bir dilekte bulunmak olmalıdır. Şimdi bu kurduğum düzen ne işe yarıyor diye düşünme vakti. Bunu kendi kendine soracak cesaretin var mı?
İnsana Dair Ak Nutuk !
“Sen çalışıp didinerek tükenen, bana gel seni onaracağım! Bana gel ki sana ne “doğa”nın ne de dünyanın veremediği barışı vereyim.”
Bölüm 5
Ey İnsan!
Unutma ki güçler yenilse bile cesaret övülür. Bu yüzden sürüden ayrılabilmek için kendi mutluluğunu ya da mutsuzluğunu tanımlayabilmelisin önce. Çünkü sen yalnızca senin kendi kişisel çabalarınla başarmış olduğun yaşamının sana sunduğu bu duygu için yaşarsın. Ve seni tüm varlıklardan ayıran da bu tercih etme yeteneğindir. Buna göre mutluluğunu tanımlayabildiğinde bunun eline geçirmiş olduğun güçten mi, yoksa aşılmış olan bir engelden mi kaynaklandığını bulmalısın. Ancak bu şekilde her şeyi aklın yoluyla yargılayarak ruhun yoluyla ayırt edebilir ve kendi yaşamsal tercihlerinle kendine sunmuş olduğun mutluluğunun yalnızca doygunluk için değil, tanrının o mutlak yalnızlığının bu saf duygusunu insan etine bürünmüş bir ilahi varlık noktasında yaşayabilmek için gerekli olduğunu görürsün. Bu yalnızlığı kaldırabilmek için mutluluk ve mutsuzluğu ve bunlardan hangisini yaşamayı sevdiğini ve yaşamayı sevdiğin bu duyguya ulaşmak için neler yapabildiğini bulman gerekir.
Sonuçta, bütün öteki yaratıkların doğası bizim koyduğumuz yasalarla belirlenip sınırlanmıştır. Senin önüne böyle sınırlar konmadan. Öyleyse zaman kendi yüzünün çizgilerini, özgür isteğinle çizme zamanıdır.
O halde doğarken verilmiş olandan tatmin olmayarak, kendini kendi benliğinin merkezinde toplayıp önce insanüstüne, sonra gök-üstünün üstüne ve son olarak ta tanrı-üstüne ulaşarak, yaratıcının yalnız karanlığına ulaşmakta senin elinde, dünyanın tam ortasında oturup çevrende olup bitene gözlerini kapatarak, bilmediğin veya kendin için nasıl daha iyi olacağını hiç düşünmediğin bir şeylerin daha iyi olmasını beklemekte.
Ey İnsan!
Özgür müsün gerçekten. Sana kendi özgür isteğini verdiğinden bahseden o “bütün”ün söylediği kadar özgür müsün gerçekten?
Etin ile ruhunu birbirinden ayırmanı ve ayrılan yerden mutlak ve senin kendine has buyruğunla ulaştığın bilincinle tekrar harmanlamanı öğütleyen özgür düşüncene karşı direniyor musun yoksa?
Haklısın herkes, her şey anlayabildiği kadar yaşar. Anlayamadığı şeyleri ise umursamadan ölür gider.
Ancak sen yük hayvanını yük hayvanı yapanın postu değil hayvansal kaba doğası olduğunu bilen insan, insanı da insan yapanın keskin duyuları ve zekasıyla evrenin eşsiz yorumlayıcısı olduğunu tüm benliğinle biliyorsun. Bu yüzden senin anlayabilirliğini yani algılarının gelişmişliğini tartışmamıza gerek var mı?
Yok tabi ki ! Ama sen bu özgürlüğe ulaşmak bu bilinci yakalamak için gösterdiğin cesareti sorgulamalısın.
Ve mihraba adım atmadan önce, ayakkabılarını çıkarmalısın,
Yalnız ayakkabılarını değil her şeyini de,
Yolculuk için giydiğin elbiseleri soyunacak, yanına aldığın yükü bırakacaksın.
Sonra, çıplaklığını çıkarmalısın, çıplaklığının altındaki her şeyi, çıplaklığının altında gizli her şeyi çıkarmalısın,
Sonra özü, özün özünü, sonra geri kalanı
Ve sonra artıkları,
Ve sonra, ölümsüz ateşin parıltısını da çıkarmalısın.
Yalnızca sana has olan yaşam ateşinin kendisi, mihrap tarafından özümsenir, çünkü ateşte kendini onun tarafından özümsenmeye bırakır.
Bu nokta da ne ateş, ne mihrap birbirine karşı durabilir.
Vazgeçecek kadar cesaretin, yaratıcının yalnızlığı kadar bir mihraba ulaşma samimiyetin yoksa, seni bağlı tutan prangaları düşünüp bulmalısın. Dikkat et! Bu prangaları hep eksikliğinde araman seni yanıltabilir. Çünkü her şeyi fazlasıyla anlamakta bir hastalıktır. Hem de, tam manasıyla bir hastalık.
Senin özgürlüğün, yalnızca senin benliğinde, ruhunda, bilincinin içinde doğana uygun olarak ulaştığın buyruklarında gizlidir. Diğer, öğrenmek ve yaşamak için ruhuna bilincine tıkıştırdıkların sana yalnızca ayak bağı olacaklardır. Onlar hep birilerinin fikirleri, iyilikleri, kötülükleri, yaşam bakışlarıdır. Sen asla onlar değilsin!
O halde, özgür düşüncene ulaşmak için gösterdiğin cesaretini, ruhunu, tanrı-üstünün bilgeliğinde özümsenmeyi bekleyen saf çıplaklığında bir defa daha sınayarak kendi buyruğuna ulaştırmak ta senin elinde, gereğinden fazla bilgiyle donanıp, gereğinden fazla cesaret göstererek giyinik kalman gereken yerde çıplak, çıplak olman gereken yerde giyinik kalmak ta senin elinde…
Ey İnsan!
Sor bakalım kendine kaç defa kahraman olmak istedin? Herhangi birinin küçük bir kahramanı değil, seni bile kendine hayran bırakacak kadar büyük, herkesin, her şeyin kahramanı…
Oysaki tüm bu tutkuna rağmen, bir kahramanın bağımsızlığına ulaşabilmen için tüm gerekli olanın sana verildiğini fark edene kadar, nesiller boyu oradan oraya bir uyurgezer gibi dolaşıp durdun. Düşüncenin o büyük gücünün bir ürünü olduğunu reddederek.
Ve kendini, sürekli başkalarıyla yarıştırdın. Halbuki kahramanlık, yarışmaya bile gerek olmayacak kadar gerçek bir duygunun etkisi altında, başkalarından önce büyük işler yapmaktan ibarettir. Kahraman, önce düşünmeli, sonra sıra dışı düşünebilmelidir. Ancak sen, derine hiç çaba sarf etmeden inmeye çalıştın. Derinliğin içine girdiğinde, dibe ulaşmanın uzun zaman alması gerektiğini düşünmedin bile.. Sonuçta ne sen sabredebildin, sana has derinliğine ulaşmak için, ne de kendi derinliğini hakimiyetine verdiğin diğer yarıştıkların. Beraberce devre mülk zihinler yarattınız birbirinizi yönettiğiniz. Ve hepiniz sabırsız, can sıkıcı, cahil birer bilgeye dönüştüğünüzü sandınız. Bu da tembelliğinizi körükledi ve düşünmek yerine, düşünülen üzerine kafa yormayı tercih ettiniz. Sorarım size, bu benim benliğimin buyruğudur diyebildiğiniz, kaç tane size has yaşam bakışınız var. İçgüdüleriniz bile taklit, boğa gibi sevişir, kedi gibi bakar, tilki gibi düşünürsünüz nasıl bir kahraman, nasıl bir insan-üstü, nasıl bir gök-üstünün üstü, nasıl bir tanrı-üstü olmayı bekliyorsunuz.
Kahraman olmak için, önce bağımsız olman gerekir. Bağımsız olabilmek ise hep küçük bir azınlığın işi olmuştur. Bağımsız olmak istiyorsan, dünyanın labirentine gireceksin. Burada yaşamın getirdiklerini binle çarparak düşünecek, tüm öteki yaratıklara verilenden aldığın, o birer payı keşfedeceksin. Bu eğitimin tıpkı içinde yaşadığın doğa gibidir. Duygudan arınmış, ana ve basit hedef uğruna işini yapan doğa gibi.
Timsahın, su kenarında suyunu içen yavru ceylanın müstakbel öğlen yemeği oluşunda dramatik bir hal görmemesi gibi, sende benliğini bulma yolculuğunda ki en önemli durağın olan, yaşamının iplerini eline alacağın bağımsızlığın yolunda, tüm içgüdülerini etraflıca düşünüp yaşamayı öğreneceksin. Onları doğru kullanabilmek için. Çünkü düşünen insan, yaşamak istediği her nesne üzerinde kendi benliğine en uygun şekilde- maalesef ki hemen hemen- doğru bir fikir sahibi olmalıdır. En doğruyu bulabilmek için ise bulduğunu düşündüğü benliğini,- mutlaka ki zaman zaman- yitirme cesaretini de gösterebilmelidir.
O halde nereye giderse ıssız, aşılmaz kendine has kutsal sınırlarını peşinden sürükleyen ve devamlı değer katarak yol alan cesur bir kahraman olmakta, bu cesur, soylu, ayrıcalıklı halini reddederek hareket eden bir parça çamur olmakta senin elinde..
Ey İnsan!
İnandığın değerler ile eylemlerinin bir ve paralel olması gerektiğini düşündüğün müddetçe, kaybedenlerden olmaya devam edersin.
Çünkü, sen doğan gereği, hiçbir inancını salt eyleme dökemezsin. Sen, iletişimde olan bir varlıksın, bu iletişimin sonucu inancının hedeflediği sonuca ulaşabilmek için, eylemlerinin bir su kıvraklığında seni zaferine götürmesine izin vermelisin.
Ancak, bu durum için inandığının, senin doğana uygun, sana has bir fikrin, kesin algılanmışlığında olmasına dikkat etmelisin. Unutma, kırılmamaya çalışmakla kaybolmak, birbirinden farklıdır. Bu düşüncenin ezici ağırlığı altında yorulduğun ve sinmeye başladığın an, kendine, -kaybolmamak için- inancının yaptıklarının nedeni olup olmadığını sormalısın sadece. İşte bu an da içindeki sen kadar zeki, sen kadar cesur olan hasmının yüzüne zafer gülüşünü fırlatabilirsin.
Gerçekte inancın, her zaman eylemlerinin yalnızca ufak bir bölümünden doğrudan sorumludur. Yani inandığın değer senin her gün yaptığın işe gitme eyleminden değil, yaptığın işi seçme eylemine verdiğin karar kadar yükümlüdür. Böylece, senin kendine has inancının sorumlu olduğu eylemler, en önemli olan, yani yaşamının genel yapısını belirleyen eylemlerdir.
Sana şimdiye kadar dikte edilenler, yalnızca inanç ya da erdem yapıcıların kurnazca hamleleridir sadece, onlar seni ve diğerlerini ortak değerler olarak kabul ettiğiniz duygularınızdan yakalamışlardır. Ve bu duyguları yandaşlarıyla beraber azınlığın bencilliğinde size sunmuşlardır. Çünkü onlar kendilerinden olanların, yasanın yasakladığıyla karşılaşmasına kadar, size ortak kazanç vaat edenlerdir. Bu karşılaşmayla beraber, yapıcının makamı ne olursa olsun, onun tavrı, sana bağlılığın kadar hayal kırıklığı verecektir. Ezberletilen değerlerinde ısrar ettiğin müddetçe bunları yaşamaya hazır olmalısın.
Onlara göre, hepinizin kabul ettiği bir ortak değeri, kendi çıkarları açısından iyi değerlendirilebilecek duruma getiren her şey yararlıdır. Buna örnek ararsan, tarihini incelemelisin. En temel değerlerinden biri olan “ahlak” konusunda sizlere yönlendirici ürünler vermiş kişilerin, kendi çıkarlarına ters olduğuna inandırdıkları şeyleri yaptıkları halde, hala hükmeden olarak kalabildikleriyle karşılaştığını görürsün. Ama bu kaypaklık veya körlük hali yalnızca erdem yapıcılarınız da değil, sorgusuz sualsiz uygulayan yönlendirilenlerinizde şüphesiz daha da fazladır. Ama onların bilmediği ve köreltilmişliklerinden göremedikleri çok önemli bir nokta vardır; Tüm kurbanlar yönlendirilenlerden seçilir.
Sen inancını, saygınlık, düzen ve rutin kalıplarına sıkı sıkıya bağladığında tek düze ve tutsak edilmiş yaşamının geriliminden kurtulmanın bir çıkış yolunu bulmaya çalışırsın. Hiç de senden olmayan bu değerlerin yaratısı olarak, tamamen senden olan öfke ve hırçınlıkla boğuşmak zorunda kalırsın. Doğa’ndan kaynaklanan ihtiyaçlarınla, sana dikte edilen değerlerin yarattığı gerilimi, çözemediğin sürece tüm yetilerin acıklı bir köreltilmeye hızla sürüklenir.
Bu duyguların yasalaştırılmış eylemlerini, varlığının en büyük yeteneği olan (mutlak bilgiyle, bilgeleşmiş, yorumlayıcı) mantık eleğinden geçirmediğin müddetçe, içinden kurbanlar vermeye devam edersin. Böyle acizken nasıl bir doğa yorumlayıcısı olmayı düşünürsün ki ?
O halde, modern endüstri toplumunun katı disiplini altında ezberlenmiş erdemleri, düzenli, rutin tek bir düzlemde, ışıl ışıl sürprizlerinden kendini mahrum bırakarak yaşayan bir inandırılmışlık kurbanı olmakta senin elinde, özgür ve yaratıcı bir inanç ya da erdem yapıcısı olarak kendi evrenine, böylece kendine haslığıyla birbirini tamamlayabilen, paralel tüm evrenlere hizmet ederek hükmedebilmek de…
İnsana Dair Kara Nutuk!
“Müthiş bir bilgelik ve şefkatle kurmuş olduğumuz sistemimiz, yalnızca dokunduğu her şeyin ölüm olmasını sağladı. Şefkatimiz ve bilgeliğimiz, şehirlerimizin yüksek duvarlarını aşamadı. Büyük kaos ve yıkımın ardından, artık başlamış olan tarihimiz devam edemezdi. Yeni bir tarih yazılmalıydı. Ancak bu tarih, yaşanan kaosun unutulmamasını sağlayarak yazılmalıydı. Yeni gelecek olan nesle, geçmiş neslin yanlışlarını anlatarak atalarının nerede hata yaptığını göstermek zorundayız”
İnsan’ın İtirafı!
Bölüm 5
Hey Ölümlü!
Zamanın derinliğinde ki on bin fersah, seni bir adım bile ilerletmedi. Ya da başka bir deyişle sana göre gerçekleşen ilerleme sayesinde dünya yalnızca aynılaştı. Ulusların, yaşamsal öğretilerinin içinde barındırdığı, yaşama olan saygıyla oluşturulmuş kültürlerini yıkarak oluşturduğun bir şekilde hem de. Ve bu aynılaşmanın, uluslararasındaki mertebelerini belirleyecek tek şey ise, felaketin güç durumlarına göre onlara uğratacağı yıkım olacaktır.
Evet, birbirinin aynı olan dünya uluslarının arasındaki tek fark o. Hayatın bir gölge-fenomen olduğuna ve insanında hep kazanan bir emrine amade edilmiş olduğuna inandın, göklerin enginliğinden feyz alarak.
Yok oluş kargaşasına liderlik edecek olan göklerin, içinde barındırdığı çok sayıda cehennem olduğunu ve ölümün hak ettiğin üzere bu cehennemlerden gelecek olan alev ve buzların elinden sunulmaya başladığını gördüğünde, kendinin hala bu kadar kazanan ve yüce olacağını düşünebilecek misin?
Hey Ölümlü!
Sen, yüksek şehirlerini inşa etmediğin her yeri, bu sefer de biliminin kirleten, yok eden pahalı oyuncaklarıyla doldurdun. Emin ol, kocaman bir çocuk gibi pervasızca oynadığın bu oyun sonucu, dünyanın tecavüze uğrayan her bakir toprağının intikamı, sonsuz bilginin eminliğinde ilerleyen doğa tarafından alınacaktır. Bu intikamın alınmasının ardından, içinde bulunacağın kaostan çıkar çıkmaz yapman gereken ilk şey; Biten tarihini yeniden not almak olmalı. Yok edilmenle son bulacak olan kaos sisteminin tekrar gelmemesi için, gelişme olarak düşündüğün bu yabani ve harap edici sistemi, kaos sonrası insanlarına anlatmalı ve o talihsizlerden oluşacak neslini uyarmalısın.
Hey Ölümlü!
Kendini aldatmak ne işe yarar? Acımasız oldun ve böylece toprak ve su bırakmadın, umursamaz oldun böylece maalesef havada bırakmadın. Artık varlığını sürdürebilmek için birbirini yiyeceğin zamana yaklaştın. Merak etme, şimdiye kadar soyut olarak bir tanrı-yiyici olmayı başardığın gibi somut olarak insan-yiyici olmayı da büyük bir zaferle başaracağından hiç kuşkum yok. Yalnız, zamanın sonuna geldiğin bu anlarda, erdem ve sistemle ilgili tüm kurallar ve ruhunun içindeki his’sel duygusal her şeyin istemsizce çözülmeye başladığını fark edebiliyor musun?
Böylece, yaklaşan geleceğinde ki kargaşan çoğalarak, yüksek binalarında tüm haşmetinle oturduğun tahtında, senin yaratmış olduğun akıcı ve seri zihinsel enerji dalgalarıyla seni delik deşik etmeye başladı. Kafan karmakarışık. Kölece uyguladığın sistemsel kuralların çöküyor. Hata raporlarını artık ayıklayamıyor beynin, çünkü sistem onun korunmasını sağlayacak yeni bir kural güncelleyemiyor. Düşünmen değil, sadece uyman üzerine geliştirilmiş olan tüm yapılar, sistemlerinin ana fikrinin yetersizliği karşısında dehşete düşerek, çöküyorlar. Bir defa daha kurulamamak üzere…
Olamaz! Değişimin bedeli bu kadar ağır mı olmalıydı. Önceden küçük bir ders verecek bir sistem kursaymışım keşke, diye kendine sormanın artık ne önemi var değil mi? Bu kargaşadan kurtulmanın bir yolu yok maalesef. İçerikler bozuldu, tüm ağırlıklara ve ölçülere hile karıştı,
..bilge kalmadı, herkes kendi bilgisinin hükümdarı, nasıl güvenebilirsin ki onlara, en acısı yüksek duvarlarının içinde niteliksizliğin kazandığı zafer seni değersiz kılıyor, artık niteliksizliğe saygı duyan ve hiç cezalandırılmayan dalaverecilerin yeniden yazdıkları kurallara boyun eğmek zorundasın. Dillerin yozlaştı. Sanat yok olalı kim bilir kaç kuşak geçti. Artık ne bir şey inşa etmeyi biliyor, ne de herhangi bir kuşağın uslubunu yaşatabiliyorsun. Ey ölümlü, hatırlatayım sen ölüyorsun.
Hey Ölümlü!
Evrene dair bir ölüm şarkısı yükseldi dudaklarından. Uçurumdan taşan kaosla birlikte çağların derinliğinden gelen kadim korkuyla beraber. ÖLÜM!
Sende biliyorsun ki çok az bir zaman içinde başta kendini kurban ederek, evrenin bir ucundan diğer ucuna kadar dirilttiğin tüm uygarlıkları öldüreceksin. Bütün milletler geçmişlerini yok edecekler, tüm efsane, tüm bilgi, tüm umut yok edilecek. Kıyamet bu hiçlikle gerçekleşecek ve yeni bir yaşama girmek için tekrar çırılçıplak ortaya çıkacaksın.
Bu kaos geçtiğinde sadeliğe özlem duyacak senden gelen tohumlar, geçmişin ürkütücü kargaşa yaratan şatafatından kaçmaya çalışacaklar anıları silinmiş yeni kuşaklar olarak.
Neredeyse bomboş kalmış olan yeryüzü eski bereket vadeden bakirliğine geri dönemeyecek.
Dünya üzerindeki tek resim, yanıp kavrulmuş şehirlerin kalıntısı üzerinde yükselmeye başlayan ormanlar olacak, gri- kızıl bir gökyüzü altında. Atalarını sadelikten ayıran kaos ve ölümden söz edilmeyecek uzun bir süre, ancak onlar sizler gibi dünyadan değilse bile, dünya ve doğa sizin yüzünüzden neslinizden tiksinecek ve hiçbir koşulda istemeyecek onları. Böylece sizin konformist egolarınız yüzünden, tohumlarınızdan gelen kitleler kaçınılmaz bir eziyete maruz kalacaklar yaşamak adına…
Hey Ölümlü!
Acı verici olan sınıflandırılmışlığını göremedin hiçbir zaman. İçinden çıkan kural koyucuların en aklı yetkinleri tarafından oluşturulmuş olmasıydı belki de görmezden gelişinin sebebi. Tüketiciler, ortadakiler ve yoksullar. Çoğunuz yetersizliklerden yok oldunuz. Geri kalanınız da aşırılıktan. İnsanın, insanı sömürüsünü görmezden gelirken geliştirdiğin, en büyük teknolojin hep ölüm oldu. Mutlu ol! Gelişme en ileri safhalarında. Zihinleri ve tüm bilimleri hep birbirinizi en kolay nasıl yok edeceğiniz üzerine programladın. Kainatın işleyişini, en baştan belirleyebilecek bir işletim sistemi geliştirebileceğin yalanıyla avundun, neyin eksik neyin fazla olacağını bile düşünemez durumdayken.
Bu acıya dayanamayan kimilerin, duvarların önünde ağladı, kimi arınmak için nehirlere girdi, kimi elini eteğini çekti senin kurduğun bu bencil sistemden. Onları da kaçtıkları kendi dünyalarında yok ettin,
..inandıklarını, daha çok sevdiğini iddia ederek. Şimdi yıkımın başladığı bu anlarda, inandığın tek şey yaratıcının senden ve dünyadan umudu kestiği. Sen değil miydin, ölüm teknolojin kadar sevinen, “yaşasın! “nidalarıyla öldürecek bir silahın olduğundan gururla bahseden. O müthiş aklınla düşünemiyor musun ki, sen, ölüm teknolojin kadar barış getirenken; En küçüğünden seni bir ölüm teknolojisi olarak var edenin, sen vasıtasıyla geliştirdiği daha büyük teknolojililerini nasıl zalimlikle suçlayabiliyorsun.
Dostları ilə paylaş: |