Bu risale; Kur’an'ın buyruğu gereği başlarını örttükleri için mağdur edilen, zulme uğrayan, hakları gasb edilen ve fakat herşeye rağmen iffetlerini muhafaza eden, vahy-i ilahî'yi herşeyin üstünde tutup izzet ve vakarlarından taviz vermeyen



Yüklə 229,73 Kb.
səhifə5/5
tarix30.07.2018
ölçüsü229,73 Kb.
#64491
1   2   3   4   5

Cabir b. Abdullah el-Ensarî diyor ki: Rasûlullah'la birlikte Fâtıma'nın (s.a) evine gittik. Rasûlullah selam verdi ve giriş için izin istedi. Fâtıma (s.a) izin verdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v), ‘birlikte olduğum kişiyle mi?’ buyurduklarında, Fâtıma (selamullahi aleyha), ‘Babacığım! Başımda birşey yok!’ dedi. O da ‘üstündeki örtüyle başını ört!’ buyurdu. ‘İçeriye girebilir miyiz?’ diyerek yeniden izin istediğinde, ‘buyurunuz’ cevabını duyduk... (Mutahhari, Hicab, sh. 156)

IV- Sonuç

Başörtüsü bağlamında Kur’an'ın çağdaş bir yorumunu ve bu yorumun eleştirisini, Prof. Dr. Hüseyin Hatemî'nin İlahî Hikmet'te Kadın adlı eserinden hareketle ortaya koymaya çalışan bu yazı, iki önemli amacı gerçekleştirmek için kaleme alınmıştır:

Birincisi, Kur’an tefsirinde ‘yorumların avâmileşmesi’ şeklinde vukû bulan fiilî bir durumu, bu ortamı ve bu konudaki yönelimleri besleyen sosyal ve siyasî sâikleri tartışmak; böylelikle Kur’an tefsirinde çoktan yerini almış olan çağdaş okumaların hâl-i hazır çıkmazlarını vurgulayıp modernist yönelimlerin içinde bulundukları zaafları ana karakteristikleriyle serimleyebilmek.

İkincisi, ilk şıkta hedeflenenleri belli bir konuda ve belli bir örnekten hareketle gerçekleştirmeye çalışmak; böylelikle hem Tefsir Usûlü'ne taalluk eden bir meselenin, mücerred akılyürütmeler arasında boğulup kalmasına mâni olmak, hem de bir usûlün haddizâtında yaşanan hayatın ortaya çıkardığı sorunları dikkate almadan inşa edilemeyeceğini, dolayısıyla bir ayete anlam verenlerin, ayetten hareketle hayatlarına yön vermekten ziyade, yaşadıkları hayattan hareketle ayetin anlamına yön verdiklerini göstermek...

Amaçlanan bu hedeflere ulaşıp ulaşamadığımıza elbette okuyucular karar verecektir. Ancak unutulmamalı ki bir eleştiri yazısını çevreleyen sınırlar vardır ve bu sınırlar dolayısıyla bu tür yazılarda söylenenlerden çok ‘söylenmek istenenler’ önem kazanır. Binaenaleyh, bu yazıyı okuyanların da okuduklarının bu konuda söylenmesi gerekenlerden ibaret olduğu (meseleyi tükettiği) gibi bir netice çıkarmayacaklarını, tartışmaların esasen yeni başlamadığını ve İslâm dünyasının bu ve benzeri sorunlarla bidayetinden beri yüzyüze olduğunu dikkate alacaklarını ümid ediyoruz.

İnsanlığın Kur’an-ı Kerim'in rehberliğine  her dönemden daha çok muhtaç olduğu bir dönemde yaşamaktayız ve müslümanların, bu Kitab'ı rehber edindiklerini söyleyenlerin üzerindeki yük de yine her zamankinden daha ağır... Bu nedenle çağımız insanlığının Kitab'ın rehberliğinden faydalanması ve mesajının sağlıklı olarak kitlelere ulaştırılması için, bu Kitab'ın doğru olarak anlaşılmasına mâni olan engellerin ortadan kaldırılması, çağın dilinin kavranıp bu dilin sorunlarının aşılması elzem hale gelmiştir. Bu eleştiri yazısının, bu sorunları ciddiye almamış olanlar için bir uyarı değeri taşıması halinde, eleştiri büyük ölçüde amacına varmış olacaktır.

Eleştiri konusu yaptığımız kitaba ve bu kitabın müellifine gelince; kanaatlerimizi elimizden geldiğince özetlemeye çalıştık ve yukarıda da görüleceği üzere müellifi tekfir değil, ikna etmeye çalıştık.

İnancımız gereği, Kur’an'a iman ettiğini açıklayan birinin Kur’an ayetleriyle ilgili yorumlarının hatalı olması nedeniyle kendisinin tekfir edilmesini, kendisine hakaret edilip sövgüler yağdırılmasını, kendisine ve âilesine dil uzatılmasını doğru bulmuyor, böyle davrananları da davranacak olanları da açıkça ve kesinlikle kınıyoruz. Bu tür davranışları sadece tenkîd ahlâkı-na değil, mü’min ahlâkına da uygun bulmadığımızı, böyle davranmanın sadece ayıp değil günah olduğuna da inandığımızı açıkça belirtiyoruz.

Bu nedenle eleştirilerimizde bu tür bir tavır-alıştan özenle uzak durduk; ancak eleştirilerimizi de dürüstlükle ve açıklıkla ortaya koymaya çalıştık. Müellifin öne sürdüğü fikirlerin aceleci ve hatalı olup, bilhassa eleştirilerinin açıklık içermediği, bu görüşlerinin birtakım ifratlara karşı tepki değeri taşıdığı (bir tefritin ifadesi olduğu), yaşanılan hayatın Kur’an'dan onayını almak maksadına matuf gereksiz zorlamalarla mâlâ-mâl bulunduğu, üstelik ‘yarası olan gocunur’ mantığıyla birilerini (kimse bunlar?) itham ettiği ve fakat ithamlarını anlaşılır (!) gerekçelere dayandırmayıp muallakta bıraktığı, vs. şeklindeki kanaatlerimizi de mümkün olduğunca açıklıkla dile getirdik.

Maksadımız, Kur’an'a yapılan atıflar ya da Kur’an ayetlerinin izahı sadedinde söylenenler kadar, bu atıf ve izahlara yön veren âmillerin önemini de vurgulamak olduğundan, eleştiriyi dipnotlara, geniş kaynakçalara dayandırma ihtiyacı hissetmedik. Gerek Sünnî, gerekse Şii ulemasının, hatta tüm mezheb mensublarının bu konulardaki görüşleri müsellem olduğundan, haddı zatında bu görüşlerin müellif tarafından pek ciddiye alınmayacağını düşündüğümüzden, büyük çoğunluğunun kendisine meçhul olmadığını bildiğimiz bu görüşleri bir kez daha tekrarlamak yerine, eleştirilerimizi doğrudan müellifin ibarelerinden hareketle ortaya koymaya çalıştık.

Bu yüzden de Hz. Peygamber'in eşlerinin ve kızlarının (Ehl-i Beyt kadınlarının), evlâd-ı Rasûl'ün hanımlarının, büyük imamların, geçmişteki ve şimdiki tüm ehl-i beyt âlimlerinin eşlerinin ve kızlarının nasıl giyindiklerini, nasıl örtündüklerini sözkonusu etmedik, böylelikle eleştiriyi tarihî rivayetlerle doldurma yolunu da tercih etmedik; zira herşeyden önce bunun bir faydası olacağına inanmadık.

Yine aynı şekilde değil sadece Sünnî imamların görüşlerini, Şii imamların görüşlerini de zikretmedik; ne İmam Câfer-i Sadık'ın, ne de İmam Muhammed Bâkır'ın ilgili ayetler münasebetiyle kaynaklarda mezkûr görüşlerini naklettik. Dolayısıyla, görebilme imkânımızın olduğu Tabersî-'nin, Feyz'ul-Kaşânî'nin, Ayetullah Tabata-bâî'nin, Ayetullah Şubber'in tefsirlerinden de iktibaslar yapmak yoluna gitmedik. Çünkü Ehl-i Beyt rivayetlerine değer verdiğini bildiğimiz müellifin kendisi de böyle bir yolu tercih etmemişti.

Elinden düşürmediğini söylediği Tabata-bâî'nin el-Mizan adlı tefsirine her nedense bu konuda atıf yapmayı gereksiz görürken, hatta hakkında ‘örtünme konusunda görebildiğim en iyi kitap’ (sh. 267) dediği Ayetullah Mutahhari'nin Hicab adlı eserindeki rivayet ve görüşlerin kısm-ı a‘zamını zikretmekten imtina etmişken, biz niçin bu görüş ve rivayetleri tekrar tekrar karşısına çıkarmalıydık? Kısacası, yeri geldiğinde bazı kısa notlar düştük ve müsellemât mertebesindeki bu görüşleri listeler halinde sıralamaya ihtiyaç duymadık.

Sözün özü, aşağıda zikredilen şu görüşlerdeki ortak temanın, bu görüşlerin sahibinin düçar olduğu zaafı sergilediğini ve bizim de asıl işbu zaafı eleştirdiğimizi söylemeye çalıştık:

a) Recm cezası yoktur; bu küçük taşlarla yapılan sembolik cezalandırmadır.

b) Hırsızın elini kesme cezası yoktur; bu eli hafifçe çizmek şeklindeki bir cezadır.

c) ‘Kadınları dövün’ diye bir tedib ifadesi sözkonusu edilmemektedir; bu kadının kocasına saldırması halinde, kendisine verilen meşrû müdafaa iznidir.

d) Benû Kurayza katliamı tamamamiyle uydurmadır.

Bu görüşlerdeki ortak temaya (daha doğrusu, bu ortak temada tebellür eden zaafa) dikkat edildiğinde, bizce bu görüşlerin sahibinin bunları nasıl değil, niçin söylediği daha önemli hale gelmektedir ki bütün bunlar, (herhangi)bir kimseye değil, bu çağa mahsus alâmet-i farikalardır. İşte bu yüzden, eleştirilerimizi söylenene değil, söylenmeden geçilene, daha doğrusu söylenenin ardında kalana yönelttik. Zaten asıl sorun da burada, yani söylenenlerin ardında değil midir?



En doğrusunu Allah bilir! O gafûrdur, rahîmdir!

 Bitti
Yüklə 229,73 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin