345
ri, eserlerin yazma nüshaları hakkında geniş bir giriş yazısı ile birlikte yayımlanmıştır (Tahran-Paris 1983, 2. fas.). Eser Mehmet Kanar tarafından Tasavvufta İnsan Meselesi (İstanbul 1990) adıyla Türkçe'ye tercüme edilmiştir. 8. Menâzilü's-sâ'irîn. Tanrı'ya doğru çıkılacak manevî yolculuktaki konakları gösteren dört ciltten ibaret bu eserin bir nüshası Nuruos-maniye Kütüphanesi'ndedir (nr. 4899).
BİBLİYOGRAFYA :
Azîz Nesefî. Kilâbü'i-insâni'l-kâmil (nşr. Ma-rijan Mole), Tahran 1403/1983, naşirin önsözü, s. 1-57; Hüseyin Baykara. Mecâlisü'l-*uşşak, Kanpûr 1314, s. 115 vd.; Keşfü'z-zunün, I, 844, 888; II, 951, 1580, 1805-1806; Hedlyyetü'l-'arifin, I, 580; Hidâyet, Mecma'u.'1-fuşahâ', i, 869; a.mlf., Riyâzul-'âriftn, Tahran 1316 hş., s. 175; Safa, Edebiyyât, IH/2, s. 1223-1225; Hüseyin Nasr, Nazar-t Mütefekkirân-ı İslâmî der Bâre-i Tabfat, Tahran 1345, bk. Fihrist; Mûbed Keyhüsrev İsfendİyâr. Debistân-ı Mezâ-hib (nşr. Rahîm Rızâzâde-i Melik), Tahran 1362 hş., I, 44; F. Meier, "Das Problem der Natur im esoterischen Monismus des islam", Era-nos-Jahrbuch, XIV, Zürich 1946, s. 149-227; a.mlf,, "Die Schriften des cAzIz-i Nasafi", TAnz.,sy. 52(1953), s. 125-182.
İffl İbrahim Düzen
AZİZAN
Hâcegân tarikatının
Ali Râmîtenî'ye
(ö. 715/1315)
nisbet edilen bir kolu
(bk. ALİ RAMÎTENİ).
AZÎZ-BİLLAH
( **k ji ,W )
Ebû Mansûr
Nizâr b. el-Muİzz-Lidînillâh fö. 386/996]
Beşinci Fatımî halifesi (976-996).
14 Muharrem 344'te (10 Mayıs 955) Mehdiye'de doğdu. 972'de babasıyla birlikte Kahire'ye geldi. Kardeşi Abdullah'ın ölümü (974) üzerine babası Muiz-Lidînil-lâh tarafından veliaht tayin edildi. Babası 18 Aralık 97S tarihinde ölünce Fatımî tahtına çıktı ve 9 Ağustos 976'da resmen halife ilân edildi. Fâtımîler Mısır'ı zaptettikten sonra burada tahta çıkan ilk halife odur.
Azîz-Billâh'ı meşgul eden en önemli iki mesele Emîr Aftegin ve Karmatîler oldu. Dımaşk'ta bağımsızlığını ilân eden Türk Emîri Aftegin, halifenin Dımaşk'ı teslim etmesi için yaptığı teklifi, "Ben
346
kılıç zoruyla aldığım bir beldede başkasına boyun eğmem" diyerek reddetti. Halife, Emîr Aftegin ve Karmatîler'le savaşmak için gönderdiği ordunun bozguna uğraması üzerine bizzat sefere çıktı; 977'de Aftegin'i esir aldı ve ona çok iyi davrandı, hatta bazı rütbeler tevcih etti. Bu zafere rağmen Aftegin'in adamlarından Kassam Suriye'deki hâkimiyetini sürdürdü. Halife daha sonra Bekcûr'u Halep'i zaptetmek üzere görevlendirdi. Fakat Bekcûr askerlerinin ihaneti yüzünden ağır bir yenilgiye uğradı. Halife bundan beş yıl sonra Halep'e Mengü Te-gin kumandasında yeni bir ordu gönderdi. Mengü Tegin Halep'e yardıma gelen Bizans ordusunu mağlûp ettikten sonra şehri on üç ay kuşattı. Bunun üzerine İmparator II. Basileios büyük bir orduyla Fâtımîler'e karşı harekete geçti. Bizans ordusu yaklaşınca Fatımî kuvvetleri geri çekildi. Halife Azîz-Billâh yeni bir ordu hazırlayıp sefere çıkmak üzereyken Bilbîs'te vefat etti (28 Ramazan 386/ 14 Ekim 996), Na'şı Kahire'ye götürülüp orada defnedildi. Yerine oğlu Hâkim -Biemrillâh geçti.
Azîz-Biliâh hoşgörüsüyle ünlü bir halifeydi. Özellikle gayri müslimlere geniş bir hürriyet tanıdı. Ancak devlet yönetiminde yahudi ve hıristiyanlara yer vermesi, bu arada îsâ b. Nasturus'u vezirliğe, Manasah b. Ephraim'i de Suriye başkâtipliğine getirmesi müslümanlar arasında hoşnutsuzluğa sebep oldu. Azîz bu hoşnutsuzluğu gidermek için bazı gayri müslim devlet memurlarını görevden aldı. Fakat bunlar kısa bir süre sonra saraydaki nüfuzlarını kullanarak tekrar eski mevkilerine döndüler. Devlet idaresi kuvvetli bir ordunun desteğine sahip olduğundan gayri memnun müslümanlar istemeyerek de olsa yönetime boyun eğmek zorunda kaldılar.
Azîz-Billâh Fatımî halifelerinin en iyileri ve en zekilerinden biridir. Fatımî Devleti en geniş sınırlarına onun devrinde ulaştı. Atlas Okyanusu'ndan Kızıldeniz'e kadar uzanan topraklarda, Yemen'de, Mekke'de ve hatta Ukaylîler'in hakimiyetindeki Musul'da bile adına hutbe okuttu. Onun zamanı refah, bolluk, dinî müsamaha ve kültürün zirvede olduğu bir dönemdir. Ezher Camii'ni de önemli bir ilim merkezi haline getiren odur. Aynı zamanda kitaplara olan merakıyla da tanınan Azîz-Billâh çok sayıda kütüphaneyi binlerce cilt kitapla doldurmuştur. Özellikle saray kütüphanesi o devrin en büyük kütüphanelerinden biriydi ve ri-
vayete göre sarayın kırk odası raflar konularak kitaplara tahsis edilmişti. Kütüphanede bir kısmı müellif nüshası olmak üzere fıkıh, hadis, dil, gramer, tarih, si-yasetnâme ve kimya gibi çeşitli ilim dallarında yazılmış çok değerli eserler vardı. Eserlerin sayısı hakkında 200.000 ile 2 milyon arasında değişen rakamlar verilmektedir. Kitâbü'd-Deyâröt adlı eserin müellifi Şâbüştî de bu kütüphanede hâfız-ı kütüb* olarak görevlendirilmişti. Daha sonraki Fatımî halifeleri döneminde de önemini koruyan bu kütüphanedeki 100.000 cilt kitap, 580'de (1184; Selâhaddîn-i Eyyûbî devrinin mümtaz âlimi Kadî el-Fâzıl'ın kurmuş olduğu Fâ-ziliyye Medresesi'ne nakledilmiştir. Kaynakların belirttiğine göre babası Muiz-Lidîniilâh gibi Azîz-Bilâh da birkaç dil bilirdi.
İmar faaliyetleriyle de yakından ilgilenen Azîz-Billâh Kasrüzzeheb, Kasrülbahr, Câmiü'l-Karâfe gibi saray ve camiler, köprü, kanal ve rıhtımlar yaptırdı. Bu yüzden devlet hazinesi çok ağır bir yük altına girmişti. Azîz-Billâh her sahada lüks ve israfa kaçmış, nâdir bulunan şeylere düşkünlüğünü ve ava olan merakını tatmin için Sudan'dan muhtelif av hayvanları getirtmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
İhnü'l-Kalânisî, Zeyiü T&rîhi Dımaşk (nşr. H. F. Amedroz], Beyrut 1908, s. 13, 14-22, 27-35, 38-45; İbn Hammâd. Ahbâru mülaki Beni zÜbeyd ue sîretühürn (nşr. et-Tihâmî Nakara — Abdülhalîm Üveysî), Riyad 1401/1980, s. 93-94; Yâküt, Mu'cemü't-üdebâ', XVIII, 16-17; İbrtfrl-Esîr. el-Kâmil, VIII, 663, 667, 696-700, 709; IX, 7-9, 17-18, 34, 37, 54, 58, 77, 85, 88-90, 110, 116-118; İbn Hallikân, Vefeyât V, 371-376; İbn İzârî, el-Beyânü'i-muğrib, I, 239-233; Safedr, el-Vâft, XXII, 174; İbn Kesîr. el-8idâye, XI, 282, 292, 320; İbn Haldun, el-lber, Beyrut 1399/1979, IV, 56 vd.; Kaikaşendî. Şubhu'l-a'ş4 I, 39, 96-97; III, 343-349, 354-356, 359-360, 363, 365, 379, 485-486; IV, 164, 269; Mak-" rîzî, el-Hılat, I, 354, 379-380, 408, 451, 457, 468, 470; II, 157,268, 277,284-285,318,341, 366; İbn Tağrîberdr, en-Nücümuz-zâhire, N, 112-174; ibn İyâs, Bedâ*icu'z-zühür, l/l, s. 192-197; Emîn Muhammed Talî*. Aşlil'l-muoah-hidîne'd-dürûz ue ıısûlühüm, Beyrut 1961, s. 60-61; Hitti, İslâm Tarihi, IV, 994-995; H. İbrahim Hasan, Tânhu'd-deüleÜ'l-FâUmiyye, Kahire 1981, s. 156-164, 429-430; a.mlf.. T&rîhu'l-islâm, Kahire 1984. III, 167-170; O'Leary, A Short History of the Faümid Khaiifate, Delhi 1987, s. 115-122; İsmail E. Erünsal, islâm Medeniyetinde Kütüphaneler", Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1989, XIV, 230-231; N. A. Koenig, "Azîz Buları", İA, II, 152-154; E. Graefe, "Fâtı-mîler", İA, IV, 523-524; M. Canard. "al-cAzîz Bi'llâh", E/2(İng.)r 1,823-825.
1A1 Abdülkerim Özaydın
AZİZİYE CAMİİ
İstanbul Maçka'da
XIX. yüzyılda yapımına başlanıp
banisi Sultan Abdülaziz'in
tahttan indirilmesi üzerine
tamamlanamayan cami.
...I
Projesine göre Sultan Abdülaziz (1861-1876) bu camiyi kendi adını yaşatmak üzere Maçka'nın Dolmabahçe üzerindeki hâkim bir noktasında dört minareli olarak yaptırmak istemişti. Mimarı da o yıllarda birçok yapıyı inşa eden Sarkis Balyan (ö. 18991 olacaktı. Yaptırdığı bütün büyük yapılarda şehrin kuzey taraflarını tercih eden Abdülaziz, kendi camii için Marmara'dan gelindiğinde Boğaz girişine hâkim bu yeri seçmiştir. Caminin geliri için önce, Beşiktaş'tan Maçka'ya doğru çıkan ve günümüzde de Akaretler adıyla anılan iki yol üzerinde iki taraflı olarak semte adını veren bir örnek kagir evler yapıldıktan sonra caminin temeli atılmıştır. 1874 sonlarında veya 1875 yılı başlarında büyük bloklar halindeki temel taşlan konularak bina yerden henüz yükselmeye başlamışken Sultan Abdülaziz'in 30 Mayıs 1876'da tahtından indirilmesi üzerine inşaat durmuş ve cami tamamlanmadan böylece kalmıştır. Duvarların ve büyük ana payelerin uzun süre duran temel taşlan, buranın "Taşlık" adını almasına sebep olmuştur. 194O'lı yıllarda cami arsasına bir kahvehane ile bazı özel binalar yapılmış ve bu sebeple Aziziye Camii'nin izleri de ortadan kaldırılmıştır.
BİBLİYOGRAFYA :
"Akaretler", İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi, İstanbul 1982, I, 510-512 (Akaret-ier hakkında çeşitli söylentilere dair).
İH Semavi Eyice
AZİZİYE CAMİİ
Konya'da çarşı içinde XIX. yüzyılda yapılmış cami.
Bezirganlar Hanı arsası diye bilinen bu yerde önceleri, IV. Mehmed'in kızlarından Hatice Sultan'ın eşi Musâhib Mustafa Paşa (ö. 1096/1685) tarafından yaptırılan ve altında dükkânlar bulunduğundan Yüksek Cami denilen bir mâbed vardı. 1284'te (1867-68) bu caminin yanması üzerine, vakıf gelirleri kullanılmak ve Sultan Abdülaziz ile annesi Pertevni-yal Valide Sultan'ın da büyük maddî yardımları sağlanmak suretiyle yapımına 1872'de başlanıp birkaç yılda tamamlanan kagir bir cami inşa ettirildi.
Aziziye Camii tamamen kesme taştan yüksek bir bina olup harime merdivenle çıkılmaktadır. Camilerde usulden olan avlusu yoktur. Şadırvanlar ise minare kürsülerine bitişiktir. Altı sütunlu ve üç kubbeli son cemaat yerini takip eden harim kare bir plana göre yapılmış olup büyük bir kubbe bu mekânı örtmektedir. Caminin iki yan duvarında beşer giriş bulunması Türk mimarisinde pek rastlanmayan bir özelliktir. Kubbe kasnağının etrafında sıralanan sivri külâhlı ağırlık kulecikleri ile dört köşede yükselen değişik biçimli ve başlı başına bir
mimariye sahip olan dört büyük ağırlık kulesi, Aziziye Camii'ne değişik bir görünüm vermektedir. Yivli gövdeli çifte minare de nisbetleri ve şerefe biçimleri bakımından Türk minarelerine göre değişiktir. Yapının her cephesinde yuvarlak kemerli büyük pencereler vardır. Minber ve mihrap zengin süsleme-li olarak bölgede göktaş adı verilen ma-vimtrak taştan işlenmiştir. Mihrap ile kapıların üstünde çok güzel yazılar yer almaktadır. Aziziye Camii, XIX. yüzyılda Türk mimarisine hâkim olan Avrupa sanat akımlarının birkaçının karıştırılması suretiyle meydana getirilmiş, belirli bir üslûbu olmayan ve cami mimarisinde bazı yenilikler deneyen değişik bir yapıdır.
BİBLİYOGRAFYA:
Mehmet Önder, Meulâna Şehri Konya, Konya 1962, s. 205-206; Konyalı. Konya Tarihi, s, 325-327; G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture, London 1971, s. 424.
life! Semavi Eyice
AZİZİYE CAMİİ
Kuzey Romanya'da Dobruca'nın Tulça (Tulcea) kasabasında
XIX. yüzyıla ait bir cami.
L J
Adından ve mimarisinden de anlaşıldığı gibi Sultan Abdülaziz'in saltanat yıllarında {1861 -1876) yaptırılmıştır. Tulça'-da bugün hâlâ müslüman cemaat bulunduğundan cami de ibadete açıktır. Ya-
347
pıldığı yıllarda Osmanlı Türk mimarisine hâkim olan ve Tanzimat üslûbu olarak adlandırılan mimari tarzında inşa edilmiştir. Oldukça büyük ölçüde bir bina olan caminin mimari bakımından bir özelliği olmadığı gibi herhangi bir süslemesi de yoktur. Her bir kenarı dıştan 20 m. kadar uzunlukta bir kare biçiminde olan binanın üstü kiremit örtülü ahşap bir çatı ile kapatılmıştır. Esas cümle kapısından başka iki yanlarda da birer kapısı bulunmakta, iki sıra halinde dizilmiş birçok pencere içeriyi aydınlatmaktadır. Caminin son cemaat yeri yoktur. Sağ duvarına bitişik ince, uzun bir minaresi vardır. İçeride ahşap direklere dayanan ve iç mekânı U biçiminde dolaşan ahşap bir mahfili bulunmaktadır. Tavan basit ahşap pasalı tavandır. Mihrap ve minber ise son derecede sadedir. 1966'da gördüğümüzde Aziziye Camii'nin içi temiz ve halıları döşeli olmakla beraber camlan kırıktı. Aradan geçen on yıl içinde cami tamir görmüş olmalı ki 1976'da E. H. Ayverdi bu eseri gayet iyi durumda bulduğunu belirtmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mi'mârîEserle-
Semavi Evice
ri I, s. 62-65. İTİ
um
AZÎZİYYE
Rifâiyye tarikatının Abdülazîz b. Ahmed ed-Dîrînî'ye
(Ö. 694/1295) nisbet edilen bir kolu
(bk. DİRİNİ).
L J
r „ ..
AZlZUDDEVLE
Ebû Şücâ' Fâtik b. Abdillâh er-Rûmî (ö. 413/1022)
Fatımî Halifesi Hâkim - Biemrillâh'ın Halep valisi.
I
Önceleri Halife Azîz-Billâh'ın azatlısı Mengü Tegin'in gulâm'ıydı. Halife Hâkim -Biemrillâh onu önemli görevlerde denedikten sonra "emîrü'l-ümerâ, azî-züddevle. tâcü'l-mille" unvanlarıyla Halep ve çevresine vali tayin etti (Cemâzi-yelevvel 407/Ekim 1016|. Azîzüddevle 2 Ramazan 407 (2 Şubat 1017) tarihinde Halep'e girdi. O yörede ikamet eden be-devî Benî Kilâb kabilesi reisi Salih b. Mir-dâs ve Bizans İmparatoru II. Basileios ile iyi ilişkiler kurmayı başardı. Azîzüd-
348
devle'nin bu hareketlerini bağımsızlık için atılmış bir adım olarak değerlendiren halifenin kendine karşı tavır değiştirdiğini görünce isyan ederek kendi adına hutbe okutup para bastırdı. Halife onu itaat altına almak için üzerine asker sev-kedince Bizans İmparatoru Basileios'tan yardım istedi (411/1020). Bizans imparatoru daha yolda iken Hâkim'in Öldüğünü öğrenen Azîzüddevle, Basileios'un şehri işgal etmesinden endişe ederek ona yardımına ihtiyacı kalmadığını haber verdi ve geri dönmesini istedi. Hatta daha da ileri giderek geri dönmeyecek olursa Benî Kilâb ile birlikte kendisine karşı savaşa gireceğini bildirdi. Buna rağmen Basileios Malazgirt'e kadar gelip şehri ele geçirince o yöredeki halk korkudan yurtlarını terkederek Halep'e çekildi.
Azîzüddevle Hâkim'in yerine geçen Halife Zâhir'in. kendisine hil'atler göndererek gönlünü almaya çalışmasını Halep'te hâkimiyetini sağlamlaştırmak için iyi bir fırsat olarak değerlendirdi ve kalenin aşağısındaki sarayı müstahkem bir şekilde yeniden inşa ettirdi. Ayrıca kendini korumak maksadıyla çok sayıda gu-lâmı iç kalede görevlendirdi. Bunlar Türk asıllı Ebü'n-Necm Bedr'in emrindeydiler.
Kahire'de ise iktidar genç halifede değil halası Sittülmülk'ün (Seyyidetülmülk) elindeydi. Sittülmülk Bedr'e rüşvet ve hediyeler vererek onu Azîzüddevle'yi öldürmeye ikna etti. Eğer bunu başarabi-lirse kendisini Halep valisi tayin edeceğine söz verdi. Bedr, Azîzüddevle'nin çok sevdiği ve güvendiği Hint asıllı gulâmı Tüzün'ü çeşitli vaadlerle aldatarak efendisini bir gece yatağında uyurken öldürttü (3 Rebiülâhir 413/6 Temmuz 1022). Kapıda bekleyen Bedr olayla hiç ilgisi yokmuş gibi feryat etmeye başlayınca yetişen gulâmlar Tüzün'ü hemen orada öldürdüler. Bedr durumu gizlice halifeye bildirdi ve Azîzüddevle'nin yerine Halep valiliğinç tayin edildi.
Kabiliyetli ve o ölçüde de ihtiraslı bir emîr olan Azîzüddevle felsefe, şiir ve edebiyata meraklı idi. Meşhur Arap şairi Ebü'l-Alâ el-Maarri Risâletü'ş-şâhiî ve'ş-şâhic ile Kitâbü'I-Kâ'if adlı eserlerini ona ithaf etmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
İbnü'l-KalânisF, Târîhu Dımaşk (nşr. Süheyl Zekkâr), Dımaşk 1403/1983, s. 117; İbnü'l-Adîm. Zübdetui-haleb, I, 215-221; Suhayl Zakkar. The EmiraLe ofAleppo (1004-1094), Beyrut 1391/ 1971, s. 59-63; Ali Sevim, Selçuklular Tarihi, s. 27, 208; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), V, 126; Walker, "Sitt-ül-mülk", İA, X, 721-722.
lifti Abdülkerim Özaydin
H
|
AZL
|
ı
|
L
|
(bk. AZİL).
|
j
|
|
AZM
|
"1
|
_
|
(bk. AZİM).
|
j
|
|
AZMİZÂDE MUSTAFA HÂLETl
|
n
|
|
(ö. 1040/1631)
|
|
Daha çok rubaileriyle tanınan , - divan şairi. .
977'de (1570) İstanbul'da doğdu. Sultan III. Murad'ın hocası âlim ve şair Az-mî Efendi'nin oğludur. Medrese öğrenimini tamamladıktan sonra Hoca Sâded-din Efendi'den mülâzım oldu ve 1591 yılında müderrisliğe başladı. İstanbul'un bazı medreselerinde çalıştı ve derece derece yükselerek 1597'de Sahn, 1600'de Süleymaniye müderrisi oldu. Daha sonra kadılığa geçerek 1602'de Şam, 1604'te Kahire kadılığına tayin edildi. Bir süre sonra azledildi. 1606'da Bursa kadısı olduysa da devrin meşhur âsilerinden Ka-lenderoğlu'nun şehre girmesi üzerine kadılıktan ayrıldı. Bir müddet Ahyolu arpalığı ile geçindi. 1611'de tayin edildiği Edirne kadılığında da dört ay kalabildi ve buradan Şam'a gönderildi. İki yıl sonra azledilerek İstanbul'a döndü. 1613te İstanbul kadılığına getirildi, fakat iki ay kadar kaldığı bu görevden de uzaklaştırıldı. Dört yıl boşta bekledi, Sultan II. Osman'ın tahta geçmesi üzerine sunduğu bir "arz-ı hâl" mesnevisiyle 1618'de Mısır kadılığına tayin edildi, ancak 1619'-da yine azledildi. 1623 yılında Sultan IV. Murad'ın cülusunda Anadolu kazaskeri oldu. Bir yıl sonra kendisine Rusçuk arpalığı verilerek bu görevden de alındı. 1627'de Rumeli kazaskerliğine getirildi ve 1629'da emekliye sevkedildi. 26 Şaban 1040'ta (30 Mart 1631) vefat etti; İstanbul Sofular'da oturduğu evin karşısına yaptırdığı mektebin bahçesine defnedildi.
Azmîzâde kaynakların bildirdiğine göre dürüst, âdil, iyilik sever, hoşsohbet ve çok cömert bir insandı. Kâtib Çelebi, Osmanlı tarihinde Kınalızâde Ali Efendi ile Azmîzâde kadar çok okuyan, araştıran bir âlim daha olmadığını belirtir. Talebesi olan Atâî, öldüğünde kenarlarına tashih notlan konmuş ve ayrıca çeşitli notlar kaydedilmiş 4000 kadar kitabı çıktığını yazmaktadır. Zekâsı, yeteneği ve gayretiyle yirmi bir yaşında tahsilini tamamlayarak müderris olmuş, dokuz on
yıl içinde tedris hayatının en üst derecesi olan Süleymaniye müderrisliğine yükselmiştir. Bununla birlikte Rumeli kazaskerliği makamına kadar eriştiği halde bu meslekte başarılı olduğu söylenemez. Tayin edildiği kadılıklarda bir iki yıldan fazla duramamış, sık sık vilâyet değiştirmiş veya boşta beklemiştir. Meslek hayatındaki bu başarısızlığı, onun zamanla karamsar bir psikoloji içine düşmesine yol açmıştır. Yine Atâî*nin belirttiğine göre Azmîzâde, bilgisi ve yeteneği ölçüsünde hakettiği İlgiyi göremeyip bir kenara itildiği kanaatindedir. Şiirlerinde de yaşadığı hayattan, değerinin bilinmediğinden ve haksızlıklara uğradığından sık sık şikâyet ettiği görülmektedir.
Süre çok genç yaşta başlamış olan Azmîzâde Hâletî bu vadide kısa sürede üne kavuşmuştur. 1006 (1597-98) yılında tezkiresini yazan Beyanı", onun genç yaşına rağmen olgun bir kişi olduğunu ve babası gibi şiirleriyle tanındığını kaydetmektedir. 1602'de tayin edildiği Şam kadılığında kendisini tanıyan Bağdatlı Ruhî de bir kıtasında onun güzel şiirleriyle gönüllerde yer tuttuğunu ifade etmiştir.
Eserleri. Azmîzâde'nin manzum ve mensur birçok eseri vardır. Edebi muhtevalı eserlerinin başlıcaları şunlardır: 1. Divan. Azmîzâde divanını 1012 (1603) yılından önce Sultan [II, Mehmed adına tertiplemiştir. Oldukça hacimli olan bu divanda münâcât, na't. mi'râciye gibi dinî şiirlerden sonra Sultan III. Mehmed, Sultan !. Ahmed ve devrin büyüklerine
yazdığı kasidelerle gazel, müseddes, ter-kib, kıta ve rubâîleri toplanmıştır. Sadece İstanbu! kütüphanelerinde yirmi kadar nüshası bulunan divanın yazmaları oldukça fazladır. Şiir sayılan da çok farklı olan bu nüshalar arasında şiir adedi bakımından zengin bir yazma olan Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki bir nüshada (Ayasofya, nr. 3910) otuz kaside, 411 gazel, üç müseddes, terkibibend şeklinde Mehdî Çelebi mersiyesi, 116 kıta, 593 rubâî ve 327 beyit vardır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde bulunan nüsha da (Hazine, nr. 894) otuz bir kaside, 721 gazel, 300 rubâî ve Sâkinâme'yi içine alan iyi bir yazmadır. Divan nüshaları karşılaştırıldığında şiir sayılarının daha da artacağı tahmin edilmektedir. Eser henüz yayımlanmamıştır.
Azmîzâde edebiyatımızda şiirlerinden çok rubâîleriyle tanınmıştır. İran'da ru-bâfnin gerçek üstadı olan Ömer Hayyam gibi Türk şiirinde de Azmîzâde'nin büyüklüğü hem kendi devrinde hem de daha sonraki yüzyıllarda genel bir kabul görmüştür. Azmîzâde rubâîlerinin değerleri yanında sayıları bakımından da aşılamamış bir şair olup rubâîlerinin toplamı 900-1000 civarındadır. Divanındaki rubâîleri ayrıca Rubûiyyât-ı Hâletî adıy-ia bir araya getirilmiştir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3479/11; Halet Efendi, nr. 806/19], 2. Sâkinâme. Değişik yazmalarda 496, 515 ve 520 beyitten ibaret olan mesnevi şeklindeki eser, aruzun "feûlün feûlün feûiün feûl" kalı-
bıyla yazılmıştır, Bir giriş ile on beş bölüm ve bir sonuç kısmı içinde alışılmış sâkînâme konulan tasavvufî bir anlayışla ele alınmıştır. Hâletî'nin Sâkmâme'-sinin benzerlerinden ayrıldığı nokta, övülen şarabın ilâhî aşk şarabı olması dolayısıyla eserin tasavvufî özelliğidir. Bazı divan nüshaları içinde bulunan Sâkinâ-me'ye (TSMK, Hazine, nr. 894; Atıf Efendi Ktp., nr. 2067) ayrıca mecmualar içinde de rastlanmaktadır (Nııruosmaniye Ktp., nr. 4097), 3. Münşeat. Azmîzâde'nin devrindeki bazı kişilere yazdığı mektuplarının toplandığı bu eser, onun inşâ sanatındaki ustalığını göstermesi bakımından önemlidir. İstanbul Üniversitesi (TY, nr. I916İ, Topkapı Sarayı Müzesi (Revan, nr. 1057), Nuruosmaniye (nr. 49761, Süleymaniye (Lala İsmail, nr. 599; Esad Efendi, nr. 3330/4) ve Uppsala (nr. 707) kütüphanelerinde nüshaları mevcuttur. 4. Mihr ü Mâh. Azmîzâde bu eseri, babası. Azmî Efendi'nin Assâr-ı Tebrîzî adıyla tanınan Şemseddin Muharnmed'den çevirmeye başladığı Mihr ü Müşterî veya Mühr ü Meh adını taşıyan mesnevisini tamamlamak üzere kaleme almış, ancak kendisi de 500 beyitten fazla çevireme-diği için eser yine eksik kalmıştır. Şairin ayrıca Süleymaniye Kütüphanesi' nde Tezkiretü'l-evliya ve merâkıdü'1-asti-yâ ü etrâfi Bağdâd adıyla bir eseri daha görülmektedir (Fâtih, nr. 4263/2).
Azmîzâde'nin bu eserlerinden başka pek çok şerh, haşiye ve ta'likatı da vardır. Bunlardan Haşiye calâ Düreril-hük-kâm, Molla Hüsrev'in eserine yapılan en meşhur haşiye olup Süleymaniye Kütüphanesi'nde birçok yazması vardır. İbn Melek'in Menâr şerhine yapılan ve Ne-tâ'îcü'l-efkâr adıyla da anılan Haşiye zaiâ Şerhil-Menâr (İstanbul 1315, 1317) ile Muğni'l-lebîb'e şerhi ve el-Hidâye'-ye ta'likatı tanınmış diğer eserleridir.
BİBLİYOGRAFYA:
Beyânî, Tezkire, Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 757, vr. 23b; Kafzâde Fâizf, Zübdetü'l-eş'âr, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1877, vr. 23b; Atâî. Zeyl-i Şekâik, s. 739; Riyâzî, Tezkire, riıtruosmaniye Ktp., nr. 3724, vr. 51?; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 135; Keşfü'z-zunûn, I, 784; li, 119; Seyyid Mehmed Rızâ, Tezkire, İstanbul 1316, s. 26; Mehmed Âsim. Zeyl-İ Zübdetü'l-eş'âr, İÜ Ktp., TY, nr. 1533, vr. 12a; Evliya Celebi, Seyahatname, I, 378, 669; Muhİbbî, Huiâşa-tü't-eşer, IV, 390; Naîmâ, Târih, III, 73;Ayvan-sarâyî, Vefeyât-ı Selâtîn, s. 162; Atâ Bey, Târih, İV, 151; Siciil-i Osmânf, II, 103; Osmanlı Müellifleri, II, 311; Gibb, HOP, III, 221; İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Diuanlar Katalogu, İstanbul 1959, II, 264; Ali Cânib Yöntem, "Haleti", İA, V/l, s. 125-126; Fahir iz, "Hâletî", El2 (lng,), ili, 91-92; TDEA, IV, 41-42.
m Halûk İpekten 349
AZMZADE ESAD PAŞA
(bk. ESAD PAŞA, Azmzâde). j
AZMZÂDELER
XVIH vg XIX. yüzyılda Suriye'de önemü hizmetlerde bulunan I bir Türk ailesi.
Aslen Konyalı olup daha sonra Suriye'ye yerleşen sülâlenin bilinen ilk atası Kemik Hüseyin'dir. Bundan dolayı aile Suriye'ye gittikten sonra, Arapça "kemik" mânasına gelen azm lakabıyla anılmıştır. Hüseyin'in torunlarından İbrahim Bey 1638'de Bağdat Seferi'nden sonra Suriye bölgesine yerleşmiştir. İbrahim Bey'in İsmail (o. 1730) ve Süleyman (ö. 1743) adlarında iki oğlu olduğu bilinmektedir. İsmail'in de hepsi kendisi gibi paşa olan İbrahim (ö. 1746), Mustafa fö. 1755), Esad (ö. 1757) ve Sâdeddin (ö. 1762) adlarında dört oğlu olmuştur.
Dostları ilə paylaş: |