Şunu tekrar belirtelim ki, tüm bunlar uygun ortam oluştuğunda gerçekleşiyordu. Kırım Tatarları İhtilâlden önce de Rus İmparatorluğu’nda istenmeyen ve güvenilmeyen insanlardı. Ancak onlar, totalitarizmin gelişmiş ortamında objektif düşmanlara dönüşebilirdi. Bir ara (1920’li yılların ikinci yarasında) onlara dokunulmayacaktı, yani yurt dışına veya başka yerlere kovulmayacaklardı. Onlar üzerinde tek bir şekilde çalışılacaktı: Tatarları zorunlu yöntemlerle, radikal bir şekilde Ruslaştırmak. Yaklaşık 1928 yılından sonra, totaliter dönemin arifesinde yavaş yavaş başka bir yönteme geçilmeye başlandı: bu yöntem azınlıklara karşı terörü içeriyordu. Soykırımın son ve en yüksek aşaması olan kitlesel sürgüne, savaş yıllarında başvuruldu.
Geçiş dönemi sırasında (1924-1930) yerli halkın Ruslaştırılması gerekiyordu. Ruslaştırmak, Tatar halkını dünyada Bolşevik-totaliter potansiyelinin tek taşıyıcısı olan Rus halkına maksimum bir şekilde yaklaştırılması anlamına geliyordu. Bu nedenle de yeni rejime geçildikten sonra Ruslaştırma hem mümkün hem de kaçınılmaz oldu.
C. Ruslaştırma
Ruslaştırma süreci, yalnız dili değil her şeyi kapsıyordu. Ruslaştırma, aşağıdaki alanlarda gerçekleşiyordu:
Siyasî Ruslaştırma: Bunun amacı geniş bir Tatar kitlesini parti ve yönetim organlarına çekmekti. Aynı zamanda halk tarafından saygı gören ve ulusu kendi yoluna doğru götürebilen Tatar liderleri yok edilecekti. Böylece 1926-1928 yıllarında farklı düzeyde görev yapmış olan yöneticiler idam edildi: yerel yöneticilerden (Muslumov, Fakidov) milli yöneticilere (V. İbrahimov) kadar. Daha sonra Kırım’da siyasî baskı uygulamak için kurulan siyasî şubeler ve başka yapılar çok geniş bir alanda işletildi (Bu tür kuruluşlarının toplam sayısı 52 idi, özellikle Kuzeyli proletarya ve Siyasî Merkez İdare mensupları olmak üzere 1510 kişi bunlarda görev yapıyordu; 800 kadar Kırımlı da onlara yardım ediyordu).
Demografik Ruslaştırma: Kırım Tatarları zorla yerlerinden ediliyordu, onların yerine de Kırımlı olmayan halklar, genelde Rusları, bunun yanı sıra Yahudiler ve çok iyi organize edilmemiş bir şekilde Ukraynalılar yerleştiriliyordu. Bunun dışında her yıl Karadeniz Donanmasında ve Kara Kuvvetlerinde görev yapan çok sayıda terhis edilmiş asker ve subay Kırım’da kalıyordu. Demografik siyasetin bir bölümü de 1930’ların başında başlayan suni açlıktı. Bu açlık Tatar halkının sayısını çok düşürdü.
Kültürel Ruslaştırma: Bunun amacı, geleneksel Kırım kültürünün izlerini yok etmekle ilgiliydi. İlk başta vergilerle özel zanaatkâr ve Tatar sanatının temsilcilerinden oluşan ustaların birlikleri ortadan kaldırıldı. Göz göre göre tüm sanat dalları yok olup gitti, bunlar arasında bin yıllık geçmişe dayanan sanat dalları da vardı; semercilik, silâhçılık, demircilik, kuyumculuk. Müzik sanatının enstrüman türü ve repertuar açısından orta derece Avrupai (aslında Rus) bir geleneğe doğru gelişmesini sağlıyorlardı. Gazetelerde zurna ve davula karşı eleştiriler yayımlanıyordu. Yalnız Stalin’i ve partiyi öven halk şairlerinin eserleri yayımlanabiliyordu (Örneğin “Mutlu Halkın Şarkıları” kitabı, 1940). Ünlü kompozitör A. Rafetov’u yok ettiler. Yazarlar birliğinde de aynı şey söz konusuydu. Kırım Yazarlar Birliği Başkanı U. İpçi Tatar olan her şeyle mücadele ediyordu, eski şehir mahallelerinin ve köy kahvelerinin yıkılmalarını emretti vs.
Yer adlarının Rusça adlarla değiştirilmesi ile ilgili uygulama 1920’li yıllarda başladı. Yeni kurulan köylere Rusça isimler veriliyordu, ancak bunun yanı sıra eski yer isimleri de değiştiriliyordu. Hatta bir zamanların Yalta’sı bile Krasnoarmesk oldu. Ancak eski toponimlerin Rus adlarıyla tamamen değiştirilmesi, totaliter sistemin başarıya ulaştığı dönemde, yani 1940’ta gerçekleşti.
Mimari Ruslaştırma, daha çok şehirleri kapsıyordu. Eski binalar, hatta bütün mahalleler yıkıldı. 1926-1928 yıllarında Karasupazarı’nın tüm merkezinin yıkılması, dünya mimarisinin tarihi açısından bir trajedi sayılır. Köylerden en çok bozkırda bulunanlar zarar gördü, çünkü çok korumasızdılar. Yıkılanların yerine
göçmen tipi evler yapılıyordu ve böylece büyük ve küçük yerleşim merkezleri Kırım’a gittikçe farklı bir görünüm kazandırıyordu. Kırım, Orta Rusya’da bulunan bir ile benzemeye başladı. Ruslaştırma her yerde görünüyordu, ancak Güney sahil bölgesinde çok çirkin bir hal almıştı. Burada, deniz sahili boyunca demiryolu ve gar binaları yapmaya karar vermişlerdi. Bu planın gerçekleştirilmesine İkinci Dünya Savaşı engel oldu, yoksa şimdiki Kırım’ın Güney sahili olamazdı. Ancak bir çok şeyi de yapabildiler; örneğin acımasız bir şekilde eski servi ağaçlarını kökten sökerek (Stalin bu ağaçlardan çok nefret ediyordu) “Rus” akağaçlarını orman ve parklara diktiler.
Ekolojik Ruslaştırma: Bu kampanya, Kırım’ı susuz bırakma amacına bağlıydı. Yarımadayı güney, sıcak ve kuru havasından mahrum bırakmak, onun ekosistemini değiştirerek Orta Rusya’ya has bir ekosistemi getirmek gibi amaçlara doğru gidilmek isteniyordu. Bunun için de dağ eteklerindeki ovalara duvarlar yükselttiler, bundan “el yapımı” göller ortaya çıktı ve bunlar Kırım’da hiçbir zaman görünmeyen sivri sineklerin yuvalarına dönüştü. Bu alanda yapılmış ikinci adım da, bozkır bölgesinde çok sayıda kanal kazmakla ilgiliydi. Ancak kanallardan, hayvanlar için mükemmel otların bulunduğu bozkır arazisi tuzlandı.
Ekonomik Ruslaştırma: Amacı, ev ekonomisi yerine daha büyük mesleki kolları yürürlüğe sokarak, Rusya, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne malzeme vermekti. Bu plan içinde Kırım peynir üretilen bir merkeze dönüştürülecekti. Koyunculuk ihmal edilmiş, hayvanlar için kullanılan ve çalıştırılmayan topraklar sürüldüğü için toprak dağılmış, Kırım’a has bir çok bitki, hayvan, kuş ve böcek türleri yok olmuştu. Toy kuşu yerine daha önce hiç görülmemiş saksağan kuşu, Kırım çavuş kuşu yerine kuzey kumru kuşu ve başka kuşlar ortaya çıktı.
Dini Ruslaştırma: Bu Ruslaştırma türünün açıklamaya ihtiyacı yoktur. Hem cami, hem kiliseleri kapattığı gibi mollaları ve Ortodoks papazları cezalandırılıyordu. Ancak buna rağmen Kırım’da onlarca Hıristiyan tapınak ve manastır korundu; oysa eski camilerden yalnız birkaç tanesi korumaya alındı. Bunun yanı sıra Hıristiyan din adamları hiçbir zaman mollaların suçlandığı gibi suçlanmazdı. Mollalar, komşu ülkeler (yani Türkiye) hesabına casusluk yapmak konusunda suçlandığı için tabii ki onlar cezalandırılıyordu.
5. Totaliter Dönemi Sırasında
Kırım Tatarlarının Durumu
1930-1933 yıllarındaki açlık, Kırım’ı Stalin’in totaliter rejimine açan bir aşama haline geldi. Rejim, genel olarak Kırım halkını yarımadasından, hatta İmparatorluğun Avrupa bölgelerinden kovma süreci olarak değerlendirilebilir. Sürgün sürecinin art arda gelen iki aşaması vardı ve bunlar ortamın genel durumuyla açıklanıyordu.
Birinci aşama (1942 yılına kadar), milletin en iyi temsilcilerinin, halkın liderleri olan şahısların gerçek fiziksel yok edilişini kapsıyordu. Bu süreç, her ay içinde onlarca, hatta yüzlerce Kırım aydınının idama götürüldüğü 1936-1938 yıllarında doruk noktasına ulaştı. Son darbe, 17.04.1938’de gerçekleşti; Akhisar Hapishanesi’nin avlusunda daha önce Stalin cellatlarının bile el kaldırmadığı Tatarların büyük bir grubu kurşuna dizildi. Bu grubun içinde ünlü, yalnız tüm Sovyetler Birliği’nde değil tüm dünyada bilinen bilim adamı, yazar, aydınlar vardı (A. S. Ayvazov, O. Akçokraklı, U. Bodaninskiy, N. Mamut, S. Hattatov). Böylece yalnız birkaç dakika içinde halkın manevi kültürünün başı kesilip atıldı. Kırımdan ayrılanlar da kurtulamadı, Tatarlar tüm Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde aranıyordu ve bulunanlar cezalandırılıyordu. Büyük bilim adamı Bekir Çoban Zade bu şekilde yakalanıp idam edildi.
İkinci aşama, kanlı baskılarının kitlesel ve total olmasından ibaretti ve bu nedenle de soykırım olarak değerlendirilir. Bu soykırım, İkinci Dünya Savaşı’nın ilk aylarında gerçekleştirilecekti. Aslında bu savaş soykırımı hazırlamıştı. Savaşın olduğu bir dönemde Kremlin’den gelen emirleri değerlendirme zamanı yoktu. Yönetim (Devlet Savunma Komitesi), her türlü suçu işleyebilirdi ve yaptıklarının savaşın gerekliliği olduğunu söyleyerek hiçbir ceza almazdı. Kırım’ı işgal için hazırlayarak, yarımadadan ekmek stoklarını, hayvanları alıp götürdü, malzeme depolarını yaktı, düşmana bırakılan Sovyet insanına gerekecek her şeyi havaya uçurdu. Bu nedenle de Almanlar Kırım’a gelmeden yeniden suni olarak yaratılmış bir açlık başladı. 1942 yılında geçici olarak kurtarılan yarımadanın Kerçensk ve Tamansk bölgelerinde yaşayan Tatarlar toplu olarak kovulmaya başlandı ve bu konuda hiçbir açıklama yapılmıyor, hiçbir neden gösterilmiyordu. Tatarların ana kısmı ceza organları için ulaşılmaz bir yerdeydi, bu nedenle de onların sırası Alman askerleri Kızılordu tarafından püskürtüldükten sonra geldi.
1945 yılının 18 Mayıs günü, büyük bir trajedinin, Tatarların en üzüntülü günü olarak Kırım tarihine geçti. Tüm Kırım halkı yük vagonlarına bindirilip Orta Asya’ya gönderildi. Onları boş bir bozkıra bıraktılar. Bir yıl içinde halkın %46,2’si açlıktan ve hastalıktan öldü. Bu şiddetli kampanyada Kırım’ın Rus asıllı sakinleri gönüllü olarak yer alıyordu; söz konusu yardımcıların sayısı 20.000 kişi kadardır. Silâh kullanabilecek herkes bunlar arasında yer alıyordu. Hanlığın Rusya tarafından işgali yapıldığı 1783 yılında ortaya çıkan “Kırım Tatar sorunu”nun gerçekleştirildiği çözüldü. Geçen 160 yıl içinde bir çok hükümet, hükümdar, devlet ve ideolojileri değişti. Ancak Rusların Kırım’ın Türk halkına olan yaklaşımı asla değişmedi. Ruslar, bu insanları ikinci sınıf olarak değerlendiriyor ve dünyamızın en güzel köşelerinden gitmeleri gerektiğini düşünüyor.
Şimdi örneğin, Tatarların yarısı Kırım’a döndü, yarısı Kırım’a dönemediği için hâlâ bulundukları yerlerde sürgünde oturuyorlar. Moskova gibi, şu anda yarımadanın bağlı olduğu Ukrayna da, bu tarihî haksızlığı düzeltmek için hiç acele etmiyor.
Suçsuz olan halkın cezası yarım asırdan fazla sürüyor.
1 Gaven Yu., “Vozniknovenie Krımskoy Organizatsii RSDRP(b)”, Revolyutsiya v Krımu, 1923, no. 2, 8.
2 Rempel L. İ., Krasnaya Gvardiya v Krımu, Simferopol 1931, 73.
3 Krishevskiy N. V., “V Krımu”, Arkhiv Russkoy Revolyutsii, t. 13, M. 1992, 106.
4 Tavricheskiy Golos, 17. 11. 1917.
5 Krım, 11. 11. 1918.
6 Korolyov V. İ., Tavricheskaya Guberniya v Revolyutsiyakh 1917 g., Simferopol 1993, 24.
7 Zarubin A. G., Zarubin V. G., Bez Pobediteley, Simferopol 1997, 31.
8 Krımskiy Vestnik, 12. 11. 1917.
9 Priboy, 28. 10. 1917.
10 Bkz. Avdet, 1997, no. 7, 3.
11 Otechestvennaya İstoriya, 1999, no. 2, 107-113).
12 Yaltinskiy Golos, 04. 01. 1918.
13 Otechestvennaya İstoriya, 1999, no. 2, 110.
14 Krımskiy Vestnik, 09. 01. 1918; Priboy, 1918, no. 117 vb.
15 Yujnıy Vestnik, 13. 01. 1918.
16 Rossiyskiy Gosudarstvennıy İstoricheskiy Arkhiv (daha sonra RGİA olan kısaltılmış şekli kullanılacaktır), f. 1284, op. 194, d. 27, ll. 36-37.
17 Krımskiy Vestnik, 10. 01. 1918.
18 Krımskiy vestnik, 24. 01. 1918.
19 Bkz. Korolyov V. İ., a.g.e., 54.
20 Rempel L. İ., Krasnaya Gvardiya v Krımu, Simferopol 1931, 82.
21 Benenson M. E., Ekonomicheskie Ocherki Krıma, Simferopol 1919, 14; Garcheva L. P., Sozdanie Sovetskoy Sotsialisticheskoy Respubliki Tavridı i Deyatelnost Eyo StİKa i SNK, Dnepropetrovsk 1981, 20.
22 Yaltinskiy Golos, 03. 09. 1918.
23 Lenin V. İ., Sobr. Soch., 3. baskı, t. 25, M. 1936, 511.
24 Krasnıy Terror, 1918, no. 3.
25 Gosudarstvennıy Arkhiv Krıma (Bundan sonra GAK), f. R-1260, op. 1, d. 25, ll. 5-68).
26 Melgunov S. P., Krasnıy Terror v Rossii, M. 1990, 67.
27 İzvestiya VRK Sevastopolya, 28. 11. 1920.
28 Melgunov S. P., a.g.e., 70.
29 Krımskaya ASSR (1921-1945 gg.), Simferopol 1990, 248.
30 Usov S. A., İstoriko-ekonomicheskie ocherki Krıma, Simferopol 1925, 261.
31 GAK, f. R-1188, op. 3, d. 188, l. 562 ob.; a.g.e., d. 48, l. 301.
32 GAK, f. R-1188, op. 3, d. 45, l. 112.
33 GAK, f. R-151, op. 1, d. 3, l. 97 ob.
34 GAK, a.g.e., d. 62, l 13; d. 2, l. 63; Krasnıy Krım, 16. 07. 1922.
35 Krım, 27. 06. 1926.
36 GAK, f. R-151, op. 1, d. 2, l. 248; f. R-1188, op. 3, d. 188, ll. 367-369).
37 Avdet, 18. 10. 1991; Ves Krım, Simferopol 1926, IV.
38 GAK, f. R-1260, op. 1, d. 38, l. 103.
39 Usov S. A., a.g.e., 16.
40 Berejanskaya B. B., “Yevreyskie Kolkhozı v Krımu”, Yevrei Krıma, Simferopol-Yerusalim1997, 75; Desyat let Sovetskogo Krıma, Simferopol 1930, 33.
Sovyetlerin Ulusları Kontrol Yöntemleri:
Türk Kökenli veya Müslüman Uluslara Özel Referanslar
Yrd. Doç. Dr. İdrİs Bal
Polis Akademisi / Türkiye
Giriş
us imparatorluğu çok sayıda ulusu barındırmaktaydı. Marx Rusya’yı “ulusların hapishanesi” diye adlandırmıştı.1 Arasında katliamların ve sınır dışı edilmelerin de olduğu birçok nedenden dolayı Rusya’yı bu şeklide tanımlaması aslında haksızlık da sayılmazdı. Fakat diğer taraftan 1917 yılındaki Komünist devrim ne bu hapishaneyi yıkmış, ne de uluslara özgürlük vermiştir. Baskı şekil değiştirerek devam etmiş ve aslında Komünist devrimin ardından milliyet ve inançlar üzerindeki baskılar artmıştır. Conquest’in vurguladığı gibi milli duygular hiç doyurulmamış, bastırılmış ve eski SSCB’de milliyet sorunları hiçbir zaman çözüme kavuşturulmamıştır.2 SSCB 1990’ların başında dağılmışsa da, gerçek olan Sovyetlerin çoğunluğu Sovyet topraklarını kendi ana yurtları olduğu iddiasındaki yüzden fazla ulusu yetmiş yıldan fazla kontrol edip, yönetmiş olmasıdır.3 Burada ortaya çıkan soru Sovyetlerin ulusları kontrol etmek için hangi araçları kullanmış olduğudur. Bu makalede bu sorunun yanıtı özetlenecektir. Sovyetlerin ulusları kontrol etmekte kullandığı araçların çerçevesi çizildikten sonra Gorbachev dönemi ve sonrasına kısaca değinilecektir. Konu ele alınırken tüm uluslar için geçerli değerlendirmelerin ötesinde Sovyetler Birliği’nin kontrolündeki Türk ve Müslüman halklarla ilgili daha özel örneklemeler verilecektir.
İktidar Yapısı
İktidar yapısı, ulusları kontrol etmekte Sovyetlerin kullandığı en önemli araç olmuştur. Eski SSCB’de iktidarı paylaşan üç ana kurum bulunmaktaydı. Sovyetler Birliği Komünist Partisi, Sovyetler ve Hükümet. Komünist Parti dünyadaki en iyi organize partidir. Temel Parti Ör
gütleri’nden (TPÖ) Politbüro’ya bir piramit şeklinde düzenlenmiştir. Politbüro Komünist Partinin, aslında tüm devletin, en önemli organı durumundaydı. Her ne kadar hükümet ve Sovyetler belirgin bir güce sahip olmuşlarsa da, gerçekte Komünist Partisi, eski SSCB’de neredeyse her şeyi kontrol etmiştir. Bu kontrolde kullanılan yöntemler aşağıdaki gibi sıralanabilir;
İlk olarak, halkın önemli bir kısmı Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin (SBKP) üyesiydi. SBKP’nin, 1988’de her on yetişkinden birinin yada, 284 milyonluk tüm nüfusun on beşte birinin ( %6.8) temsil edildiği, 19.5 milyon üyesi ve adayı bulunmaktaydı. Toplumun politik sistemle bütünleştirilmesinin yolu Komünist Partisine üyelik idi. Komünist Partisi’nin üyeleri sıradan insanlar olmadıkları gibi, bilakis, nüfusun kaymak tabakasını oluşturmaktaydılar. Teoride üyelik SCCB’nin tüm vatandaşlarına açık olmasına rağmen, uygulamada birçok engel bulunmaktaydı. Üye yapılacak kişiler önce davet edilirdi. Bu nedenle aday gösterme parti organizasyonuna aitti.
Bireylerin, seçmek için hiçbir tercih hakkı bulunmamaktaydı. Partiye katılabilmek için, birey partiye en az beş yıldır üye olan üç kişi tarafından tavsiye edilmek durumundaydı. Daha sonra eğitime tabi tutulması (bir yıl) öngörülür, eğer başarılı olursa, SBKP’nin bir üyesi olabilirdi.4 Komünist Partisi üyeliğine alma politikası, partinin toplumun kaymak tabakasını, başka bir değişle “en sadık, en yetenekli, yetilerine göre ülkeye en iyi şekilde hizmet edecek olanları”, temsil ettiği fikrine dayanmaktaydı. Bu düşünce partinin Sovyet politik yaşamındaki baskınlığını meşrulaştırmaktaydı. Nüfusun elit yada kaymak tabakası genellikle parti üyesi olarak seçilirdi. Komünist parti üyelerinin eğitim düzeyi, ortalama vatandaşların eğitim düzeyinden daha yüksekti; SBKP’nin üyelerinin %78’i orta yada yüksek okuldan mezun, %32’si yüksek okul eğitimini tamamlamışken, çalışan nüfusun (genel olarak) sadece %12.5’i Sovyet toplumunda yüksek öğrenim görmüştü. Ayrıca, kilit yerlere yerleştirilen insanlar, özellikle Sovyetlerde ve Silahlı kuvvetlerde ideolojik olarak hassas noktadakiler, partide fazlası ile temsil edilmişlerdir. Örneğin her dört gazeteciden üçü, her dört mühendis ve öğretmenden birisi parti üyesiydi. Bu insanların üye olarak kabul edilme nedeni Sakwa’nın da işaret ettiği üzere, bu kişilerin özellikle kendilerini partiye adamaları değil, fakat mesleklerinde elit kesimi temsil ediyor olmalarıydı. Elit kesimlerin çalıştıkları yerlerde partiyi temsil ettiklerine inanılmaktaydı. Kitlelerin lideri rolünü oynamakta, meslektaşları ile parti arasında, meslektaşlarına bilgi verip onlardan bilgi alan birer kanal durumundaydılar.5 Komünist Partisi’nin daha iyi eğitim almış, daha kentli nüfusun temsilcisi olduğu kolaylıkla ifade edilebilir. Diğer yandan, fakir ve düşük eğitimli insanlar partide temsil edilmemiştir.6
Parti toplumun kaymak tabakasını kendi içine alarak, kendi varlığını ve rejimi iki yoldan güvence altına almaktaydı. İlk olarak, yetişkin nüfusun, %10’unu üyeliğe kabul ederek, toplumun en azından bu kesimini kontrol altında tutuyor, buna ek olarak da partinin çağrısı nüfusun geri kalanına bu üyeler kanalıyla ulaştırılıyor ve daha sonra üyeler toplumdan bilgi topluyor, tepkileri partiye bildiri
yorlardı. İkinci olarak, üyelerin Sovyet nüfusunun elit tabakasını oluşturması nedeniyle bu kesim aracılığıyla nüfusun çoğunluğu kontrol edilip, etki altında bırakılıyordu.
İkinci olarak, Parti toplumda tüm önemli ünitelere, Ocak 1986’da sayıları 440.363’ü aşan Temel Parti Örgütleri aracılığıyla girmeyi başarmıştı. Bütün devlet daireleri, fabrikalar, çiftlikler, ordu birlikleri, okullar ve kültürel kurumlar gibi tüm önemli yerlerde TPO’lar mevcuttu. Parti liderleri TPÖ’lerinin tüm etkinliklerini yönetmekteydiler. Tüm parti üyeleri TPÖ’lere üye olmak ve faaliyetlerinde rol almak zorundaydılar. TPÖ’ları üyelerini kabul edip, eğitmekte ve disipline etmekteydi. Onların görevi toplumu istenilen yönde harekete geçirmekti.7 TPÖ’lerinin topluma etkin bir şekilde nüfuzu, herhangi bir muhalefete de yer bırakmamış, partinin toplumsal hayatı kontrol altında tutmasında çok önemli bir rol üstlenmiştir.
Üçüncü olarak, her ne kadar tüm ulusların eşit olduğu söylenmiş ve bir Sovyet ulusunun yaratılması denenmiş ise de, gerçekte Lenin’den itibaren Sovyet liderleri, Rus olmayan ulusları potansiyel tehdit8 olarak algılamış ve politikada Ruslar hakim olmuştu.9 Ruslar toplam Sovyetler Birliği nüfusunun yaklaşık yarısını oluştururken, 1986 yılında SBKP’nin %59.1’ini oluşturmaktaydılar. Bu oran, 1980 öncesinde, örneğin 1966’da %66’lık oranla daha yüksek seviyedeydi. 1986 yılının verilerine göre, SBKP üyeliğinin %79’unu, genel nüfusun ise %72.2’sini Slavlar (Ruslar, Beyaz Ruslar, Ukraynalılar) oluşturmaktaydı. Diğer yandan beş Orta Asya Cumhuriyeti halklarının tümü genel nüfusun %12.1’ini meydana getirirken (1989’da),10 1986 yılındaki verilerle SBKP üyesi olarak oranları sadece %5.7 olmuştur.11 Müslüman nüfuslu cumhuriyetler (başka bir değişle genelde Türk kökenliler) güvenilmez cumhuriyetler olarak algılandıkları için partide daha az temsil edilmişlerdir.12 Öncelikle Ruslar, genelde Slavlar,
politikaya egemen olmuş,13 tabii olarak da Sovyetler Birliği’ne hakim olan Rus kültürü, dili ve ulusu olmuştur.14
Tablo.2: Partinin Ulusal Kompozisyonu, 1986
Uyruk Sayı %
Ruslar 11,241,958 59.1
Ukraynalılar 3,041,736 16.0
Beyaz Ruslar 726,108 3.8
Özbekler 465,443 2.4
Kazaklar 387,837 2.0
Azeriler 337,904 1.8
Gürcüler 321,922 1.7
Ermeniler 291,081 1.5
Litvanyalılar 147,068 0.8
Moldovalılar 110,715 0.6
Tacikler 87,759 0.5
Latviyalılar 78,193 0.4
Kırgızlar 78,064 0.4
Türkmenler 76,786 0.4
Estonyalılar 61,277 0.3
Diğerleri 1,550,527 8.2
Toplam 19,004,378 100.0
Kaynak: Partiinaya zhizn, 14 (July 1986), s.24. cited from Sakwa, Richard, Soviet Politics, London: Routledge, 1989, s.130.
Dördüncü olarak, eski SSCB’de iktidarın kesin bir sınırlaması söz konusu olmamıştır. Gücün sınırlanmasındaki bu eksiklik, uygun olmayan anayasa ve hukuk ile özerk olmayan yargı sistemi, Komünist partinin sorumsuzca davranmasına olanak tanımıştır. Gerçek bir federasyonda bulunması gereken, eski SSCB’deki cumhuriyetlerin kendilerine has güçlerine ilişkin uyuşmazlıkları çözecek bir anayasal mahkeme mevcut değildi.15 Anayasa tarafından bireylere tanınan haklar çoğunlukla “halkın çıkarı” türünden ibarelerle sınırlandırılmıştır. 1989’da oluşturulan Anayasa Teftiş Komitesi’ne kadar, anayasal hakların ihlaline karşı daha üst bir temyiz mahkemesi bulunmamaktaydı. Örneğin 1977 Anayasası vatandaşlara ve birlikteki cumhuriyetlere kimi hak ve ayrıcalıklar tanımışsa da, hak iddia etme yolları açıklanmamış ve yargı bağımsızlığı tek bir satırda “yargıçlar bağımsızdır, ancak yasaya karşı sorumludurlar” şeklinde belirtilmiştir.16 Ancak bağımsız olmanın yolları açıklanmamıştır. Uygulamada Komünist Partisi adli ve İdari memurların atamalarını kontrol etmiş, dahası hukuk mahkemelerinde bile yadsınamayacak bir etkiye sahip olmuştur.
Parti ve Sovyet Devleti (Sovyetler, Bakanlıklar, İdari Komiteler, ve benzeri) arasındaki ilişki, Batılı ve Sovyet yazarları tarafından Sovyet Politik yaşamının en karmaşık sorunlarından birisi olarak vurgulanmıştır.17 Sovyet anayasaları parti, Sovyetler ve Hükümete ait görev ve sorumluluklar arasındaki ilişkiyi tanımlamamıştır. Merkez ve cumhuriyetlerin gücü net değildir. Anayasa devlet gücüne karşı bir sınırlama getirmemiştir. Daha da ötesi, Komünist Parti’nin güçleri sınırsız olmuş, bireysel hakları, devlete karşı savunacak bir çatı mevcut olmamıştır.
Beşinci olarak, SSCB’de seçimler demokratik değildi. Komünist Partisi tarafından hazırlanan tek bir aday listesi bulunmaktaydı. Halka seçmek için hak ta
nınmamakta, sadece onaylama hakkı verilmekteydi. Seçimlerin ardından, genellikle seçmenlerin yüzde doksan dokuzunun olumlu yönde oy kullandığı açıklamaları yapılmaktaydı. Oysa ki, gerçekte ölüm, göç, hatalı oy kullanma ve benzeri nedenlerden dolayı geçerli oyların yüzde doksan beşten fazlasına ulaşmak imkansızdır.18 Eğer, seçmenlerin yüzde doksan dokuzunun olumlu oy verdiği ifade ediliyorsa, bunun anlamı oyların sayılmadığı ancak basitçe sonucun açıklandığıdır. Schapiro’nun da belirttiği gibi, eski SSCB’deki seçimlerin başlıca üç amacı olduğu söylenebilir; ilkin yasallığın halk tarafından onanmasıdır. İkinci olarak, Sovyet koşullarındaki bir seçim son derece değerli eğitim ve propaganda faaliyeti olmaktaydı. Üçüncü olarak, kontrol sisteminin örselenmediği kanıtlanmış olmaktaydı.19
Altıncı olarak, Komünist Parti “demokratik merkezcilik” ilkesine göre yapılanmıştır. SBKP’nin ve gerçekte tüm devletin örgütlenmesi bu ilke doğrultusunda yönetilmiştir. Bu ilke Lenin tarafından biçimlendirilmiş ve aşağıdan etkin bir merkezi kontrol ile demokratik uygulamaların birleşiminin olanaklı olduğu iddiasını taşımıştır. Bu ilke, özgür tartışma ve müzakereler aracılığı ile tüm Komünist parti üyelerinin karar alma sürecinde yer alarak, demokratik katılımı öngörmekte, ancak karar alındıktan sonraki eleştiri ve tartışmalara önem vermemektedir, karar hiçbir muhalefet olmadan ve tüm parti üyelerince kabul edilip, uygulanmalıdır.20
Demokratik merkezcilik, uygulamada partinin üst düzeyindeki birkaç kişiye, gündemdeki kimi soruları kaldırmak ve parti içindeki muhalefet guruplarını kısıtlamak için hizmet etmiştir. “Demokratik merkezcilik” ilkesi aracılığı ile Komünist parti kendi bürokrasisini fraksiyonlardan, tehlikeli fikirlerden uzak tutmuştur. Seçim süreci yukarıdan aşağıya doğru yönetilmiştir. Teoride, Merkez Komitesi’nin Politbüro üyelerini seçmesi öngörülmüştür. Ancak uygulamada, Politbüro önce Merkez Komitesi’nin üyelerini seçmiş, sonra da Parti Kongreleri aracılığıyla bu onaylanmıştır. Bu ilke nedeniyle, parti içerisindeki iletişim yatay olmaktan çok yukarıdan aşağıya dikey biçimde olmuştur. Uygulamada, görüş ve fikirlerin yukarı akışı çok az gerçekleşirken bu doktrinin merkezci yönleri tamamen kullanılmıştır. Açıkça bu ilke, totoliterizmin bir aracı olarak hizmet etmiştir. Gücü olan birkaç kişi dışında diğer gruplar, imgeler, fikirler, uluslar, bastırılmıştır. Gerçekte, küçük ve birbirine bağlı prezidyumlar; Yüksek Sovyet Prezidyumu, Bakanlar Konseyi Presidyumu ve SBKP Merkez Komitesi Politbürosu otoriteyi paylaşmaktaydı ve uygulamada bütünleşmiş güç yapısını oluşturmaktaydılar.
Polit Büro ve Sovyet Komünist Partisi’ni her zaman yöneten farklı derecelerde de olsa bir tek adam figürü olmuş, eski SSCB’de kolektif liderlik yer almamış, önce Lenin, ardından Stalin, Khrushchev, Brezhnev, Andropov, Chernenko ve son olarak Gorbachev.21 Her ne kadar “demokratik merkeziyetçilik” ilkesi bürokrasiyi, hatta tüm ülkeyi kontrol etmek için hizmet verdiyse de, aynı zamanda bu ilkenin anti demokratik uygulaması, Sovyetleri oluşturan uluslar arasındaki anlaşmazlıkların ve demokratik toplum eksikliğinin kaynağını oluşturmuş ve SSCB’nin dağılmasına neden olan temel faktörlerden birisi olmuştur.22 Yedinci olarak, Nomenclature parti üyeleri tarafından doldurulması zorunlu görevlerin
listesi olmuştur. Nomenclature politik anlamda en güçlü ve hassas görevleri içermiştir. Nomenclature, partinin toplumda kontrol uygulamasının en önemli aracı olmuştur. Merkezi atama sistemi, Sovyetlerin tüm ulusları kontrol etmesine izin vermiştir. Örneğin, şehir düzeyindeki bir Nomenclature şehirdeki gazetelerin editörlüğünü, pek çok yatırım firmasının yöneticiliğini, şehir kolejlerinin müdürlüklerini kapsamaktaydı. Parti üyelerinin sayısındaki oran, üst düzey Sovyetlerde oldukça fazla (1954’de Yüksek Sovyet’in yaklaşık yüzde sekseni), ama daha düşük, yerel ve bölgesel örgütlerde daha az olmuştur. Sonuç olarak, önemli makamların neredeyse tamamı, yerel parti üyeleri tarafından doldurulmuştur. En yüksek düzeyde, hükümet personeli tümüyle parti üyeleri tarafından oluşturulmuştur. Önemli görevleri parti üyeleri için ayırmakla SSCB’nin cumhuriyetler ve uluslar üzerindeki kontrol mekanizması sağlamlaştırılmıştır. Parti’de de güvenilir cumhuriyetlerin insanlarının daha fazla temsil edildiği ve yükseldiği hatırda tutulmalıdır.23
Yukarıda özetlendiği gibi SBKP eski SSCB’de belirleyici bir konumdaydı ulusları kontrol etmede çok önemli bir rol oynadı. Burada günümüze bakan küçük bir ayrıntıya da değinmek gerekir. Sovyetlerin dağılmasıyla bağımsızlıklarını kazanan Türk cumhuriyetlerinde bazı bürokratlar, aydınlar, politikacılar eski Komünist olmakla, SBKP üyesi olmakla suçlanmaktadırlar. Oysa bu kişilerin bu günlerine ve şimdiki fikir ve politikalarına bakmak ve eskiyle suçlamamak gerekir. Çünkü öncelikle insanlar değişebilir, insanları geçmişleri ile mahkum etmek yanlıştır. Fakat bunun ötesinde eski sitemin yapısına bakılırsa kendi ülkesine hizmet getirmenin, politikada aktif olmanın, devleti etkileyebilmenin tek yolu vardı ve alternatifi de yoktu. Bu yol ise toplumun kaymak tabakasını bünyesine alan ve bu yolla toplumu kontrol altında tutmaya mesajlarını göndermeye ve tepkileri almaya çalışan Komünist partisiydi. Dolayısıyla geçmişte devlet içerisinde etkili olmak, söz sahibi olmak isteyenlerin başka seçeneği yoktu.
Bir Araç Olarak Eğitim
Eğitim daha çok Komünist propaganda ve Ruslaştırmanın aracı olarak kullanılmıştır. Çarlık ve SSCB dönemlerinde Profesör Khun ve Nikolay Ilminski’nin (1822-1891) yöntemleri Türk kökenli halkları bölmek için kullanılmıştır. Ilminski Ruslaştırma için çeşitli önerilerde bulunmuştu; Hıristiyanlığa döndürme, Rus dilinin yaygınlaştırılması, ve Rusya’nın kontrolü altındaki diğer ulusların dillerini ve kültürlerini dejenere ederek bölmek.24
İsmail Gaspıralı Türk lehçeleri arasındaki küçük farklılıkları ortadan kaldırmayı denemiş ve belirli bir yere kadar bunu başarmıştı.25 Diğer yandan, Ilminski ve Khun’un yöntemlerine göre, Türk lehçeleri arasındaki küçük farklılıklar abartılarak, farklı Türk dilleri yaratma çabasında bulunulmuştur.26 Bu politika yeterince başarılı olmuş, 1990’larda bir Azeri’nin yada Özbek’in Kazakça konuşan birini anlaması hayli güçleşmiş ve bu nedenle iletişim için insanlar Rus dilini kullanmayı yeğlemektedirler. Bu gerçeklik, geçmişte Rusça’nın resmi dil olma konumunu pekiştirmiştir. Her ne kadar Rus dilini yaygınlaştırma politikasının başarıya ulaştığı, cumhuriyetlerin halklarının çoğunluğu tarafından bilindiği, konuşulduğu bir gerçekse de Rus dilinin kullanılması onların Ruslaştırıldığı demek
olmadığı açıktır. Gerçektende, Gitelman’ın söylediği gibi Rusça konuşan Rus olmayanlar Ruslara karşı düşman olabilir ve bunlar Rus olmayan kimliklerini27 muhafaza etmekte direnebilirler, gerçekte de SSCB’nin dağılması bunun ispatı olmuştur. Eski SSCB’de özel mülkiyet olmadığından hiç özel okul olmamıştır. Resmi okullarda ise öğrencilere Komünist fikirler aşılanmıştır. İleri yaşlardaki okula devam etmeyen kesimlere ise Komünizm propagandası yapmak için özel dersler verilmiş ve ulusların tarihi Ruslar ve diğer uluslar arasında kardeşlik ve işbirliği vurgulanarak yeniden yazılmış, “Büyük Sovyet Ansiklopedisi”inin hazırlanması da bu tür bir girişim olmuştur.28
Sovyetlerin alfabelere yönelik politikası da önem arz etmektedir. Sovyetler kontrolündeki Müslüman halklar Arap alfabesini yüzyıllarca kullanmıştır. Ruslar, 1928’de Arap alfabesini Latin Alfabesi ile değiştirerek, bu halkların kültürel köklerini kesmeyi başarmışlardır. Latin alfabesi de II. Dünya Savaşı’nın başlarında “Kiril” Alfabesiyle değiştirilmiştir. Türk cumhuriyetlerinde kullanılan Kiril Alfabelerinin de birbirlerinden farklı olduklarını belirtmek gerekmektedir.29 Latin Alfabesini Kiril Alfabesine çevirmenin birçok nedeni olabilir. Öncelikle, Türkiye’nin 1920’lerde Latin Alfabesini kabul etmesinin rolü vardır. Türkiye’nin kabul ettiği alfabe ile SSCB’deki Müslüman kökenlilerin kullandığı Latin alfabeleri tamamen aynı olmasa da Ruslar yine de rahatsız olmuş ve Türkiye’nin Türk dünyasını etkilemesinden çekinmiş olabilirler. Bu neden Rusların o zamandan günümüze değin kullanılan yeni Kiril alfabesini ortaya atmasında rol oynamıştır. İkinci olarak ise yeni alfabeler ortaya koyarak, Müslüman halkların kafası tekrar karışmış, kültürel değerler tekrar sabote edilmiştir. Bu durum ise sonuçta Sovyet vatandaşı oluşturma, ulusları parçalara bölme, kültürlerini dejenere etme, uluslarla Ruslar arasında dostluk kurma amaçlarına da hizmet etmekteydi.
Devlet Baskısı
Devlet baskısı çok sayıda ulusun bir arada tutulmasında başlıca faktör olmuştur. Baskı kurmada gizli polis ve ordu önemli araçlar olmuşlardır. KGB’nin üyelerinin bildirdiklerine göre, yetişkin nüfusun %30’u farklı şekillerde de olsa, KGB için çalışmıştır.30 Stalin döneminde 20 milyondan fazla insanın öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Örneğin, gerçek bir Komünist olan Trotsky bile Stalin tarafından öldürülmüştür.31 Stalin’in elindeki temel araç kendi gizli polisleri, özellikle daha sonra KGB olarak isimlendirilecek NKVD olmuştur.
Rus İmparatorluğu ve SSCB döneminde, tüm uluslar, özellikle Türk kökenli halklar kültürel ve etnik nedenlerden dolayı baskıya maruz kalmışlardır. Tarihçilerin belirttiğine göre, defalarca katliam ve göçe zorlamalar gerçekleşmiştir. Bennigsen, Şubat 1918’de Taşkent Sovyet birlikleri tarafından Kokand nüfusunun katledilmesi, 1930’larda yerleştirme teşebbüsleri sırasında bir milyondan fazla göçer Kazak’ın soykırıma uğraması, bir milyonu aşkın Çeçen’in, İnguş’un,
Karaçaylı’nın, Balkarlı’nın ve Kırım Tatarı’nın 1943’teki başarısız soykırım girişimi döneminde sürgün edilmeleri, iki milyon Kırım Tatarı’nın, Kuzey Kafkaslının ve Misket (Ahıska) Türklerinin, Budist Kalmukların ve Volga Almanlarının sürgün edilmeleri olaylarını örnek göstermiştir.32 Glastnost’tan sonra, uluslara bazı özgürlükler verilmesine rağmen, Baltıklar ve Azerbaycan’daki kimi milliyetçi hareketlerde kuvvet kullanılmıştır.33
Göç
Göç Ruslaştırmada ve kontrol kurmada bir başka araç olmuştur. “Böl ve yönet” uygulaması, yabancıların özellikle Rusların yada Ukraynalıların yerleştirilmesiyle daha da yerine getirilmiştir.34 Ekonomik gelişme adı altında, Ruslar cumhuriyetlere gönderilmiş, Müslüman halklarından kimileri de anayurtlarından alınarak, SSCB’nin diğer bölgelerine gönderilmiştir.35 Özbekistan’daki Birlik hareketinin bir üyesi olan Turan Mirza 1966’da Taşkent’te yer alan bir deprem örneğini vermiştir. Dış ülkelerden bazı yardımlar gelmiş ve bu paralarla yeni evlerin yapılması finanse edilmiştir. Ancak, Özbeklerin yerine bu evlere Ruslar yerleştirilmiştir. Kendisi ayrıca Taşkent nüfusunun yüzde ellisinin Ruslardan oluşmakta olduğunu belirtmektedir.36 Örneğin Kazakistan’da Rus nüfusu 1980’lerin sonlarında yüzde otuz altı civarındaydı. SSCB dağıldıktan sonra göçler nedeniyle tabii olarak cumhuriyetlerdeki etnik Rus nüfusunda azalma görülmektedir. Nüfusun karıştırılarak, insanların kültürünü dejenere ederek, yeni bir Sovyet ulusu oluşturmanın daha kolay olacağı anlaşılır niteliktedir.37 Ancak, İslami kültürden dolayı, bunu Orta Asya’da yapmak o denli kolay olmamıştır. Örneğin, Helene Carrere D’encausse’un da belirttiği gibi eski SSCB’nin Müslüman halkları kendi aralarında evlilikler yapmış ve karışık evlilikler SSCB’nin Avrupalı ulusları arasında yapılmıştır.38
Böl ve Yönet
1917 devriminden önce, Orta Asya’da (en azından kültürel konularda) birlik mevcuttu.39 Baymirza Hayit, 1925’ten önce Orta Asya halkının Türkistanlılar (Türkistan halkı) olarak adlandırıldığını belirtmektedir. Sonradan bu halklar farklı ünitelere bölünmüşlerdir.40 Ruslar için Müslüman (yada Türk) bir birlik tehlikeliydi. Bu nedenle, Ruslar bu tehdidi Ruslaştırma ve Böl Yönet politikası ile ortadan kaldırmayı istemişlerdir. Sovyetleri basmacı hareketi ile tehdit eden Orta Asya’nın gücünü zayıflatmak amacıyla 1925’teki Moskova planı ile (daha sonraki bazı değişikliklerle birlikte) Sovyetler bölgeyi tek tek ünitelere ayırmışlardı.41 Bölgede yaşayanlara resmi birer milliyet verilmiştir.42 Bu yapay bir bölünme olmuştur.43 Kabile veya Klanların (boyların) isimleri Özbek, Kazak, Tatar gibi, sıklıkla kullanılmıştır. Sovyetler Birliği idarecileri bu halkların aynı kökenden geldikleri gerçeğini mümkün olduğunca örtmeye ve bir çok küçük ulus ya
ratmaya çalışmışlardır.44 Türk Cumhuriyetlerinin halkları da bu yolla eğitilmiştir. Özbek, Kazak, Azeri, vb. olma bilinci Türk halkları arasında artmıştır.45 Critchlow Orta Asya halkından belirli sayıda sıradan kişilerle yapılan görüşmelerde, Orta Asya’daki her cumhuriyetin halkının kendilerini Türkistanlı yada Türk olmak yerine bireysel cumhuriyetlerin kimlikleri ile tanımladıklarını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca bu makalenin yazarı tarafından 1993 yılında gerçekleştirilen ankette Türk Cumhuriyetlerinden Türkiye’ye eğitim için gelen öğrenciler Türkiye ile kendilerini birleştiren en önemli faktörün din olduğunu vurgulamışlar, Türklüğe ikinci planda yer vermişlerdir.46 Bu da Critchlow’un görüşünü teyit etmektedir. Buna ek olarak cumhuriyetlerin halkları arasında kimi düşmanca tavırlar da bulunmaktadır. Özbekler ve Kırgızlar arasındaki sorunlar buna örnek teşkil etmektedir. Ayrıca Semerkant ve Buhara’daki Tacik halkının çoğunluktaki Özbekler tarafından ayırıma tabi tutuldukları iddia edilmektedir.47 Yine Ahıska Türkleri dışlanmaktadır. Bölge halkı tarafından “Türk” terimi genellikle Türkiye vatandaşlarını ifade etmek için kullanılmaktadır.
Dini ve Ahlaki Değerlerin
Yıkılması
Sovyet yöneticilerin gözünde bilim ve din, Marksizm-Leninizm ve dini ideolojiler uzlaştırılamaz nitelikteydiler. Bu nedenden ötürü, tüm dinler; Hıristiyanlık,48 Yahudilik, İslam ve diğer dinler katı bir biçimde kontrol edilmiş ve baskı altında tutulmuştur. Sovyet yöneticiler, İslam’a karşı başlattıkları kampanyada iki türde tartışmaya başvurmuşlardır. İlki tüm dinler için geçerlidir; Marksizm’e göre, din “halkın afyonudur”, bir tepki ve bilimsel olmayan ideolojidir. Fakat İslam Sovyet yetkililerinin asıl iftira hedefi olmuştur. Orta Asya Cumhuriyetlerinin ve Azerbaycan halklarının çoğunluğunun Müslüman olmaları Komünist ideoloji ve SSCB’nin bütünlüğü açısından bir tehdit olarak değerlendirilmekteydi. Geçmişte Rusları boyunduruk altına alan Altın Ordu örneği bu korkuları haklı kılmaktaydı. Komünist yetkililer, İslam’ın etkilerini ortadan kaldırmak amacıyla İslam’a karşı bazı suçlamalarda bulunmuşlardır. Örneğin İslam ilkel ve fantastik bir din olarak sunulmuş, Hıristiyan, Yahudi ve Pagan öğretilerinin düzensiz bir karışımı ve Mekke’nin feodal ticari sınıflarının bir üyesince kurulmuş bir din olarak gösterilmiştir.49 Müslüman halka “İslam’ın asırlar boyunca tüm emperyalistlerin, başta Arapların, Perslilerin, Afganların, Türklerin ve şimdi de İngilizlerin ve Amerikalıların hizmetinde” olduğu öğretilmiştir.50 Komünist yönetim altında, halkın özgürlüklerinin kısıtlı olmasından dolayı bu suçlamaların doğru olup olmadığını araştırma, objektif değerlendirmeler yapma fırsatı olmamıştır. “Time” dergisinin 10 Nisan 1989 tarihli “yeni SSCB” başlıklı özel sayısında belirtildiği gibi “ülkenin 26000 camisi ve 24000 dini okulunun çoğu kapatılmıştır. İslam dinini öğreten öğretmenlerin birçoğu ya öldürülmüş yada hapsedilmiştir”.51 Saray’ın da değindiği gibi, Ateizmin propagandası için özel dersler düzenlenmiş ve halkın bunlara devam etmesi için zor kullanılmıştır.52
Sovyetlerin bu konuda sınırlı başarılarının olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin, Broxup ve Bennigsen, bunu 1980’lerde eski SSCB sınırlarındaki
Müslümanlar üzerinde yapılan birçok sosyolojik araştırmalara göre şöyle açıklamaktadırlar: Sovyet Müslümanları arasındaki ateistlerin oranı nüfusun yüzde yirmisi civarındadır,53 ancak resmi olarak kaydı yapılan ateistlerin de sünnet, dini evlilik ve dini merasimle gömülme gibi, dinle bazı bağları olmuştur. Araştırmalara göre Müslüman nüfusun yüzde doksan beşi ile yüzde doksan dokuzu bu tür ilişki içinde yer almıştır. Bennigsen’inde belirttiği gibi, bu sonuçlar Sovyetlerin dine karşı suçlamalarında hedefin gerçekleştirilemediğini, çok sınırlı başarıya ulaşıldığını kanıtlamakta, başka bir değişle Sovyetler İslam’ın etkilerini tümüyle ortadan kaldıramamışlardır.54
Gitelman, SSCB’deki etnik grupların yaşam biçimlerine ilişkin deneysel bir araştırmaya göre politik değerlere bakışta belirgin bir benzerlik olduğunu, ancak kültür açısından, özellikle aile yaşamında bundan söz etmenin çok zor olduğunu, gerçekte etnik farklılıkların son derece belirgin olduğunu belirtmiştir55 Dini inançları tamamen ortadan kaldırmanın çok zor olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu nedenle Komünist yöneticiler dini inancı ortadan kaldıramamışlardır. SSCB dağıldıktan sonra yeni dönemde İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik ve diğer dinler kendi seslerini yeniden duyurmaya başlamışlardır.
Propaganda ve Medyadaki
Devlet Kontrolü
SSCB döneminde medya halkın bilgi kaynağı olmaktan çok politik liderliğin bir propaganda56 aracı olarak ele alınmıştır.57 Sovyetler Birliği, medyayı, eğitimi, spor ve sosyal etkinlikleri kontrol altına almış ve bunları Komünist ideolojinin propagandası için kullanmıştır.
Propaganda Sovyetlerin SSCB’yi oluşturan ulusları kontrol etmek için kullandığı önemli araçlardan birisi olmuştur. Propaganda aracılığıyla bir Komünist vatandaş modeli yaratılması ve eski SSCB’nin tüm uluslarının tehlikeli olarak algılanan düşüncelerden korunması amaç edinilmiştir. Sovyet Komünist Partisi liderleri güçleri ellerinde topladıklarından ve hükümeti kontrol ettiklerinden dolayı bu propagandayı gerçekleştirmek çok zor değildi. Özel mülkiyetin olmaması (özellikle medyada) ve yasaklamalar ile sosyal ve politik hayat kontrol altına alınmıştı. Özel okullar, özel gazete, dergi, radyo yada TV mevcut olmamıştır. Bunların tümü devlete ait olmuştur. Halk, hükümetin duyulmasını istediği haberleri, bilgileri duymaktaydı. Gerçek bir demokrasi için, medyadaki hükümet tekelinin kırılması gerekmektedir. Sansür diktatörlüğün bir göstergesi iken, özgür medya ise demokrasinin bir göstergesidir.58
Glastnost’un ardından uluslara bazı özgürlükler tanınmıştır. Bu özgürlük ve Alkin’in de belirttiği gibi iletişim teknolojisindeki gelişmeler Sovyet halkının dışarıdaki dünyayı tanımasına ve kendi politik, ekonomik taleplerini artırmasını sağlamıştır.59 Bu süreç SSCB’nin çözülmesine hız kazandırmıştır.
Merkezden Kontrol Edilen
Ekonomi
Sovyetler tarafından ulusları kontrol etmekte kullanılan bir başka araç ise merkezi kontrollü ekonomi olmuştur. Hükümetin alt kademeleri için kendi önceliklerini seçebilecekleri alan çok kısıtlıydı. White’ın da belirttiği gibi, endüstri
yel çıktının yüzde elli yedisini üreten tüm birliğin bütün bakanlıkları Moskova’da bulunurken, kalan yüzde otuz yedilik oranı üreten cumhuriyetler bakanlıkların bazıları da Moskova’da bulunuyordu. Endüstrinin sadece yüzde altısı tamimiyle cumhuriyetler düzeyinde yönetilmiştir.60 Sovyet endüstrisi kaliteden çok miktarı esas almıştır.61 Bu durum da SSCB’nin dağılmasında, ekonominin başarısız olmasında belirleyici bir rol oynamıştır. Türk Cumhuriyetleri özellikle ham madde deposu olarak kullanılmıştır.62 Yaygın sürgünler yoluyla, Stalin halkı “köle-işçiler” olmaların için zorlamış ve böylelikle endüstri için oldukça ucuz işgücü bulunabilmiştir.63
Bir Özbek yazar olan İslamov, sistemin Orta Asya’yı şu yollarla geri bıraktığını belirtmektedir: ilk olarak, bölge tarımsal ve diğer hammaddeleri üretmeye zorlanmış, tarımda ise genelde pamuk gibi tek kültürlü hammaddeler üretilmiş ve çok az imalat yapılmıştır. İkinci olarak, en az yatırım payı tüm cumhuriyetler içinde Orta Asya’ya verilmiştir. Üçüncü olarak bir taraftan ekonomik üniteler çok abartılı ölçekte düzenlenirken, diğer taraftan kamu hizmetleri ve ticaret yetersiz ünitelerde sürdürülmüştür. Orta Asya’da özel mülkiyete yönelik güçlü isteğin varlığından dolayı, özel mülkiyetin olmaması da Orta Asya ekonomisini olumsuz yönde etkilemiştir.64
Gorbachev Dönemi ve
Sovyetlerin Dağılması
Yukarıda, Sovyetlerin diğer ulusları, özellikle Orta Asyalıları kontrol etmekte kullandığı temel araçların çerçeveleri çizilmiştir. Bununla beraber yeni reformların uygulandığı ve uluslara kimi özgürlüklerin tanındığı Gorbachev dönemini, Sovyet tarihinin geri kalanından ayırmak gerekmektedir.
11 Mart 1985’te Gorbachev Komünist Partisi genel sekreteri olmuştur. İktidarı ele aldıktan sonra, milliyetçiliğin ilk önemli ifadesi Parti birinci sekreteri olan Dinmuhammed Kunaev yerine etnik bir Rus olan Gennadi Kalbin’in adaylığının ardından Kazakistan’da meydana gelmiştir. Kızıl Meydan’daki Kırım Tatarlarının gösterileri de önemli olmakla birlikte, Sovyetlerdeki milliyetçilik anlaşmazlıkları alenen 1987 yazında Baltık Cumhuriyetlerinde baş göstermiştir.65 Bundan sonra milliyetçi hareketler SSCB’nin dağılmasına kadar devam etmiştir. Sonuç olarak Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya Cumhurbaşkanları bir araya gelerek Aralık 1991’de SSCB’nin sona erdiğini ilan etmişlerdir.66
Gorbachev göreve geldiğinde hala yürürlükte olan 1961 tarihli parti programına göre SSCB’deki ekonomik ve sosyal standartlar yükseldikçe etnik farklılıklar azalacak ve sonunda ortadan kalkacaktır. Bu doğrultuda, Şubat 1986’daki 27. Parti Kongresinde Sovyet ulusları arasında yıkılmaz bir dostluğun kurulmuş olduğunu belirten Gorbachev’e göre bu Sosyalizmin göze çarpan başarısı olmuştur.
Gorbachev iktidarı ele aldığında, milliyetçilik tehlikesini kavrayamamıştı. Milliyetçilik sorununun çözüldüğü ve yeni bir Sovyet vatandaşının yaratıldığı iddiasında bulunmuştur. Gorbachev’in milliyetçiliğin korkunç tehlikesini kabul et
mesi ve önemini vurgulaması 1 Temmuz 1989 Cumartesi akşamı olmuştur. Kendisi ilk kez bu tarihte radyo yayınına baş vurarak bir bütün olarak Sovyet halkı için milliyetçiliğin Prestroike ve SSCB’nin bütünlüğüne yönelik tehlikesini önemle vurgulamıştır.67
Gorbachev döneminde bazı demokratik gelişmeler meydana gelmiştir. Glastnost’un ardından medyanın üzerindeki kısıtlamalar azalmış, Komünist Parti’nin etkinlikleri, Stalin’in terörü, milliyetler gibi konular açık bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. 1990’da Medya Yasası, bireyleri (vatandaşları) de kapsayacak şekilde, nerede ise herkesin kendi medya organlarını kurmasına izin vermiş, sansürü kaldırmış ve yetkililerin gazetecilerin işlerine müdahalelerini men etmiştir. Özgür medyanın ortaya çıkışı, Komünist sistemin çöküşüne hız kazandırmıştır.68 Çünkü ulusları bir arada tutan temel neden Komünistlerin gücünden duyulan korku olmuştur. Gorbachev sistemden korkuyu çıkardığında, Gorbachev’in beklememesine rağmen SSCB dağılmıştır.69 Kimi yazarlar Gorbachev’in böylesi bir milliyetçilik hareketini beklemediği ve Gorbachev’in ekonomik reform programıyla uğraştığını ileri sürmektedir. Prestroike ve Glostnost’un uygun koşulları sağlayarak, milliyetçi hareketleri desteklediği de eklenebilir.70
Gorbachev yeni bir federasyon kurmayı ve SSCB’yi kurtarmayı denemiştir. 1990’larda Gorbachev, SSCB’yi kuran 1922 anlaşmasının yerini alacak “yeni birlik anlaşması”nın gerekliliğini vurgulamıştı. Yeni anlaşma cumhuriyetler için gerçek ekonomik ve politik egemenliği garanti edecekti.71 Fakat, Gorbachev kontrolü kaybetti, milliyetçilik onu yendi. Eski SSCB’nin 15 cumhuriyeti kendi bağımsızlıklarını kazandılar.
21 etnik cumhuriyeti içermesinden dolayı,72 Rusya Federasyonu topraklarında ikinci bir dağılma olasılığı bulunsa da, Rusların hala diğer ulusları kontrol etme isteğine sahip ve eski alışkanlıklarını devam ettirme eğiliminde oldukları göz önünde tutulmalıdır.73 Örneğin, Ağustos darbe teşebbüsünden sonra fakat dağılmadan önce, Rusya devlet sekreteri (Kasım 1991’den sonra ilk başbakan yardımcısı) Gennadi Burbulis, Rusya’nın kendisini Sovyetler Birliği’nin yasal mirasçısı olarak ilan etmesini, Rus sınırlarındaki tüm birlik yapılarının kontrolünü almasını, tüm Sovyet nükleer silahlarının Rusya’ya transfer edilmesini, Sovyet ordusunun Rus ordusuna dönüştürülmesini ve Cumhuriyetler içi ticaretin kurallarını dikte etmeyi önermiştir. Ulusal kurtuluş cephesi ve Vatandaş Birliği (Civic Union) gibi bazı guruplar da Rusya’nın eski SSCB topraklarını kontrol etmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.74 SSCB’nin çöküşünden sonra, Rusya ilk olarak yerel meselelere öncelik verdi ve bu nedenle Rusya’nın eski Sovyet topraklarında kontrolü tekrar ele alma isteğinde olmadığı varsayıldı. Çoğu kesim bu nedenle SSCB’nin sona ermesiyle bölgede bir güç boşluğu oluştuğundan söz etti. Fakat, özellikle 1993’ten sonra, yakın çevre, “near abroad” politikasıyla Rusya, eski Sovyet topraklarında tekrar kontrolü ele alma niyetini açıkça ilan etti. Rusya bu politikasını üç yolla meşrulaştırmaya çalıştı. Rus ekonomisi diğer cumhuriyetlere bağlı olduğundan (diğer cumhuriyetler de Rusya’ya) Rusya’nın ekonomik sebepleri vardı. Güvenlik sebepleri de Rusya için önemliydi, çünkü, Rusya nükleer gücü kontrol altında tutmak istiyordu ve rakip bir gücün eski Sovyet topraklarında yerleşmesini istemiyordu. Rus topraklarının dışında 25 milyon etnik Rus yaşaması onların sivil haklarını garanti etmek amacıyla Rusya’nın eski Sovyet
topraklarını tekrar kontrol etme isteği içerisine girmesini teşvik ediyordu. Bir başka değişle, etnik Rusların yeni cumhuriyetlerde bulunması Rusya’nın yakın çevre politikasını meşrulaştırma gayreti açısından iyi bir bahane oluşturuyordu. 1994’te, Rusya Türk cumhuriyetleriyle birçok anlaşma imzaladı ve bölgedeki Rus üsleri tekrar açıldı. Rusya daha sonra 1996’dan itibaren güvenlik bağlamında şimdiki ismi Şangay Forumu olan Şangay Beşlisi ile de bölgede etkili olma arayışındadır. Putin’in iktidara gelmesi ile beraber Rusya’nın eski Sovyet uluslarına ve Rusya Federasyonu içindeki halklara yönelik politikaları daha milliyetçi ve agresiv olmaya başlamıştır.
Sonuç
Sovyetler Birliği çok sayıda ulusu yönetmiştir. Bu ulusları kontrol ederken Sovyetler bir takım araçlar kullanmıştır. Bu araçlardan başlıcaları şunlar olmuştur; İlk olarak SSCB’nin iktidar yapısı, özellikle SBKP önemli bir kontrol aracı olmuştur. Yetişkin nüfusun yaklaşık yüzde onu SBKP üyesi durumundaydı ve parti üyelerinin eğitim düzeyi daima, sıradan insanların eğitim düzeyinden daha iyiydi. Komünist Parti, Temel Parti Örgütleri aracılığı ile tüm önemli birimlere sızmış ve her şeyi kaynağında ilk elden kontrol etmiştir. Ruslar her zaman politikaya egemen olmuşlardır. “Demokratik merkezcilik” ilkesi aracılığı ile az sayıda kişi (özellikle Ruslar) partiyi kontrol etmişler ve seçim süreci yukarıdan aşağıya doğru yönetilmiştir.
İkincisi, eğitim, medya ve diğer toplumsal olaylar (örneğin sportif olaylar) Komünizm propaganda aracı olarak kullanılmış, Sovyet vatandaşı tipi yaratmak için çaba gösterilmiştir.
Üçünü olarak, güç kullanımı ve kısıtlamalar, Sovyetlerin ulusları kontrol etmesinde kullanılmıştır. Sürgünler ve katliamlar görülmüştür. Sürgünler ve göçler yoluyla, insanların karıştırılmasına çalışılmıştır. Ayrıca sürgünler ucuz işçi yada köle-işçi elde etme yolu olmuştur.
Dördüncü olarak, dini ve ahlaki değerlere saldırılarak, dinin gücü çökertilmeye çalışılmıştır. Sovyetlere karşı genelde tehdit olarak kabul edilen Orta Asya’nın gücünün zayıflatılması için, Türk kökenli halklar yapay olarak küçük birimlere bölünmüştür.
Son olarak, cumhuriyetlerin ekonomileri merkez tarafından katı bir kontrole tabi tutulmuştur. Özellikle Orta Asya hammadde deposu olarak kullanılmış ve bölgede yeterli yatırıma izin verilmemiştir. Tüm araçların devlet tekelinde olması ve ekonomideki katı devlet kontrolünden dolayı, uluslar Sovyetlere karşı rakip yada ayrılıkçı hareketleri finanse edememişlerdir.
Sayısız ulusu bir arada tutan ana faktörün “cebir-şiddet” olduğu söylenebilir. Gorbachev uluslara bazı özgürlükler tanıdığında, tüm ulusların kendi ulusal kimliklerini muhafaza ettikleri ortaya çıktı ve hemen ardından SSCB dağıldı. Şunu da eklemek gerekir ki, SSCB’nin dağılması kaçınılmazdı. Gorbachev dağılma
sürecine sadece hız kazandırmıştır. Glasnost’tan dolayı dağılma barışçı olarak gerçekleşmiştir. Eğer bir takım özgürlükler olmasaydı, dağılma yine gerçekleşecekti, ancak büyük bir olasılıkla bir iç savaş haline dönüşebilecekti.
1 Brzezinski, Zbigniew. Büyük Çöküş, Ankara: Türkiye İs Bankası Kültür Yayınları, 1992, s. 215.
2 Conquest, Robert. ‘Foreword’in Bremmer, Ian & Taras, Ray. (ed) Nations & Politics in the Soviet Successor States, Cambridge: Cambridge University Press, 1994, s. xvii.
3 Bremmer, Ian. ‘Reassessing Soviet nationalities theory’in Bremmer, Ian & Taras, Ray. (ed) Nations& Politics in the Soviet Successor States, Cambridge: Cambridge University Press, 1994, s. 3.
4 Gürbüz, Yaşar. Karşılaştırmalı Siyasal Sistemler, İstanbul: Beta Basım Yayım A. Ş., 1987, s. 175.
5 Sakwa, Richard, Soviet Politics, London and New York: Routledge, 1990, ss. 125-126.
6 Sakwa, Richard. Soviet Politics, op. cit., ss. 127-129.
7 Sakwa, Richard. Soviet Politics, op. cit., ss. 133-134; Gürbüz, Yaşar. Karşılaştırmalı Siyasal Sistemler, op. cit., s. 177.
8 Gitelman, Zvi. Are Nations Merging in the USSR’in Problems of Communism, September-October 1983, s. 35.
9 Armstrong, J. A. ‘Sources of Soviet Nationality Policy During the Interwar Years’, Soviet Jewish Affairs, Cilt. 21, No. 1, 1991, ss. 30-45; Nahaylo, Bohdan. ‘Ukraine’in RFE/RL Research Report, C. 1, No. 39, 2 October 1992, s. 10; Nahaylo, Bohdan. and Victor, Swoboda, Soviet Disunion, New York: Free Press, 1990, ss. xii-xiii.
10 White, Stephen. Gorbachev and After, Cambridge: Cambridge University Press, 1991, s. 141.
11 Sakwa, Richard. Soviet Politics, op. cit., ss. 129-130.
12 Devlet, Nadir, Çağdaş Türkiler, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Ek Cilt, Istanbul: Cağ Yayınları, 1993, ss. 46-47.
13 Conquest, Robert. The Nation Killers, London: Macmillan and Co. Ltd., 1970, ss. 123.
14 Hostler, Charles. Turks of Central Asia, London: Praeger, 1993, s. 76.
15 White, Stephen. Gorbachev and After, Cambridge: Cambridge University Press, 1991, ss. 139-40.
16 1977 Constitution of USSR, Article 15.
17 Hill, Ronald. J. Soviet Politics, Political Science and Reform, Oxford: Martin Robertson & Company Ltd, 1980, s. 116.
18 Gürbüz, Yaşar. Karşılaştırmalı Siyasal Sistemler, op. cit., ss. 159-161.
19 Schapiro, Leonard. The Government and Politics of the Soviet Union, London: Hutchinson & Co (Publisher) Ltd., 1975, s. 108.
20 Gürbüz, Yaşar. Karşılaştırmalı Siyasal Sistemler, op. cit., s. 178.
21 Liderlerin hepsini aynı değerlendirmek yanlış olur. Tabii olarak Stalin ile Chernenko veya Andropov’u karşılaştırmak çok zordur.
22 İsmail Yolcuoğlu ile Mülakat, Azerbaycan Büyükelçiliği Müsteşarı, Ankara, 10 Haziran 1993. Yolcuoğluna göre SSCB’nin dağılmasına yol açan nedenler, öncelikle, milletlerin baskı altında tutulması ve demokratik bir toplumun olmaması, ikinci olrak ise başarısız ekonomidir. Daha sonra bu problremleri biln birisnin SSCB’nin dağılma vaktini tahmin edebileceğini ileri sürdü; Dulat Kuavisen ile Mülakat, Kazakistan’ın Ankara elçiliği politik konulardan sorumlu üçüncü sekreteri, Ankara, 10 Temmuz 1993. Dulat Kuavisen de ekonomik problemleri ve demokratik toplum olmamasını SSCB’yi yıkıma götüren nedenler olarak belirtti.
23 Devlet, Nadir. Çağdaş Türkiler, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, op. cit., ss. 62-63.
24 Saray, Mehmet. Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey, Ankara, 1987, ss. 26-32.
25 Detaylar için bakınız: Saray, Mehmet. Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey (1951-1914), Ankara, 1987.
26 Karaörs, Metin. ‘Türk Dilinin Birliği Bütünlüğü ve Söz Varlığı’, Yeni Forum, Ocak 1994, Cilt. 15, No: 296, ss. 62-64.
27 Gitelman, Zvi. ‘Are Nations Merging in the USSR?’in Problems of Communism, September-October 1983, s. 38.
28 Saray, Mehmet. Azerbaycan Türkleri Tarihi, İstanbul: Nesil Matbaacılık ve Yayıncılik San. ve Tic. A. S., ss. 63-65.
29 Devlet, Nadir. Çağdaş Turkiler, op. cit., s. 25.
30 Rahr, Alexander. The Revival of a Strong KGB’in RFE/RL Research Report, C. 2, No. 20, 14 May 1993, s. 78.
31 Uludağ, İlhan and Mehmedov, Salih. Sovyetler Birliği Sonrası Bağımsız Türk Cumhuriyetleri ve Türk Gruplarının Sosyo-Ekonomik Analizi Türkiye ile İlişkiler, Istanbul: TOBB., 1992, ss. 7-8.
32 Bennigsen, Alexandre and Broxup, Maria. The Islamic Threat to the Soviet State, New York: St. Martin’s Press, 1983, ss. 61-62,; Choudhury, G. W. Islam and The Contemporary World, London: Indus Thames Publishers Ltd, 1990, ss. 150-151.
33 Aslan, Yasin. Azerbaycan’ın Bağımsızlık Mücadelesi, Ankara: Yağmur Basın Yayın, 1992, ss. 22-25.
34 Hosking, Geoffrey. A History of the Soviet Union, London: Fontana Press, 1992, s. 243.
35 Zaim, Sebahaddin. Türk ve İslam Dünyasının Yeniden Yapılanması, İstanbul: Yeni Asya Yayınları, 1993, ss. 28-29.
36 Akyol, Taha. Azerbaycan Sovyetler ve Ötesi, İstanbul: Burak Yayınevi, 1990, ss. 90-91.
37 Saray, Mehmet. Azerbaycan Tarihi, İstanbul: Nesil Matbaacılık ve Yayıncılık San. ve Tic. A. Ş., 1993, ss. 62-63.
38 D’encausse, Helene Carrere. Translated by Tesen, Adnan. Sovyetlerde Müslümanlar, Ağaç Yayıncılık Ltd. Şti., 1992, ss. 63-65.
39 Zenkovsky, Serge. A. Pan-Turkism and Islam in Russia, Cambridge: Harvard University Press, 1960, s. 8.
40 Hayit, Baymirza. ‘Vatanımı Ziyaret Ettim’, Türk Dünyası Araştırmaları, No: 83, April-1993, s. 80. Hayit Özbekistan kökenlidir. Aslında kendisi Türkistan olarak adlandırmayı tercih etmektedir. Ülkesinden 1939 yılında kaçmak zorunda kaldı. Türk halkları ve Komunism ile ilgili olarak birçok kitabı ve makalesi vardır. 52 yıl sonra Özbekistan’ı ziyaret etme fırsatı buldu.
41 Critchlow, James. ‘Regionalization Revisited: A Panacea for Nationality Problems?’in RFE/RL Report on the USSR, April 21, 1989, s. 22.
42 Critchlow, James. ‘Will There Be a Turkestan?’in RFE/RL Research Report, C. 1, No. 28, 10 July, 1992, s. 47.
43 Hiro, Dilip. Between Marx and Muhammed, London: Harper Collins Publishers, 1994, ss. 22-23; Olcott, Martha Brill. ‘Central Asia’s Political Crisis’in Eickelman, Dale F. Russia’s Muslim Frontiers, Indianapolis: Indiana University Press, 1993, ss. 50-51.
44 Zaim, Sabahaddin. Türk ve İslam Dünyasının Yeniden Yapılanması, op. cit., ss. 117-18.
45 Devlet, Nadir. Çağdaş Türkiler, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Ek Cilt, Ankara: Çağ Yayınları, 1993, ss. 17-19.
46 İzmir’de Türk Cumhuriyetlerinden Türkiye’ye gelen 291 öğrenci arasında yapılan anket çalışması, İzmir Haziran-Temmuz 1993.
47 Critchlow, James. ‘Will There Be a Turkestan?’in RFE/RL Research Report, C. 1, No. 28, 10 Jul, 1992, s. 49.
48 Slater, Wendy. ‘The Russian Orthodox Church’in RFE/RL Research Report, C. 2, No. 20, 14 May 1993, s. 92.
49 Saray, Mehmet. Kırgız Türkleri Tarihi, op. cit., ss. 65-66; Choudhury, G. W. Islam and the Contemporary World, London: Indus Thames Publishers Ltd., 1990, s. 151.
50 Bakınız; Benningsen, A. Islam in the Soviet Union, London: Pall Mall Press, 1967, chapter 12.
51 Time, 10 April, 1989; Saray, Mehmet. Azerbaycan Tarihi, op. cit., ss. 60-61.
52 Saray, Mehmet. Kırgız Türkleri Tarihi, op. cit., ss. 62-63.
53 Among the Russians the figure is 80 %.
54 Bennigsen, A. and Broxup, M. The Islamic Threat to the Soviet State. New York: St. Martin’s Press. s. 1; Poliakov, S. P. Edited with an introduction by Olcott, M. B., translated by Olcott, A. Everyday Islam, op. cit., s. xxiii.
55 Gitelman, Zvi. ‘Are Nations Merging in the USSR?’in Problems of Communism, September-October 1983, s. 39.
56 Tolz, Vera. ‘Russia’in RFE/RL Research Report, C. 1, No. 39, 2 October, 1992. s. 9.
57 Wishnevsky, Julia. ‘Media Still Far from Free’in RFE/RL Research Report, C. 2, No. 20, 14 May 1993, s. 86.
58 Brown, J. F. ‘Democracy in the Media’in RFE/RF Research Report, C. 1, No. 39, 2 October 1992, s. 1.
59 Selçuk Alkın ile Mülakat, Azerbaycan Kültür Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Ankara, 19 Temmuz 1993.
60 White, Stephen. Gorbachev and After, op. cit., ss. 139-140.
61 Smith, Timoth J. and Green, Eric F. ‘The Dilemma of Reform in the Soviet Union’in Miller, Willam Green. (ed) Toward A More Civil Society, London: Harper & Row Publishers, 1989, ss. 125-127; White, S. Gorbachev and After, Cambridge: Cambridge University Press, 1991, ss. 100-103.
62 Aslan, Yasin. Azerbaycan’ın Bağımsızlık Mücadelesi, op. cit., ss. 1-3.
63 Uludağ, İlhan and Mehmedov, Salih. Sovyetler Birliği Sonrası Bağımsız Türk Cumhuriyetleri ve Türk Gruplarının Sosyo-Ekonomik Analizi Türkiye ile İlişkileri, op. cit. s. 9.
64 İslamov, Bakhtior A., Soviet Central Asia: Problems of Development in the Context of Republic-Centre Relations, Harvard: Har-
vard University, Harvard Institute of International Development, 1991, s. 52.
65 White, Stephen. Gorbachev and After, op. cit., ss. 151-153.
66 Time, December 23, 1991, s. 13.
67 Sheehy, Ann. ‘Gorbachev Addresses Nation on Nationalities Question’in RFE/RL Report on the USSR, July 14, 1989, ss. 1-3.
68 Tolz, Vera. ‘Russia’in RFE/RL Research Report, C. 1, No. 39, October 1992, ss. 4-5; Gorbachev döneminde medyanın durumu ile ilgili olarak bakınız: Laquer, Walter. Stalin. The Glasnost Revelations, Oxford: Macwell Macmillan International, 1990.
69 Armoğlu, F., 20. yy. Siyasi Tarihi, Ankara: İs Bankası Yayınları, 1991, s. 230.
70 Armoğlu, F., 20. yy. Siyasi Tarihi, Ankara: İş Bankası Yayınları, 1991, s. 230.
71 White, Stephen. Gorbachev and After, op. cit., ss. 174-175.
72 Sheehy, Ann. ‘Russia’s Republics: A Threat to Its Territorial Integrity?’in RFE/RL Research Report, C. 2, No. 20, 14 May 1993, ss. 34-40; Çeçenlerin direnişi Rusya’nın ikinci bir dağılma ihtimalinin varlığını göstermektedir.
73 Nahaylo, Bohdan. ‘Ukraine’in RFE/RL Research Report, C. 1. No. 39, 2 October 1992, s. 15.
74 Tolz, Vera. ‘The Burden of the Imperial Legacy’in RFE/RL Research Report, C. 2, No. 20, 14 May 1993, ss. 41-46.
Azerbaycan Cumhuriyeti
Prof. Dr. Musa GasImov
Baku et Üniversitesi / Azerbaycan
Çeviren: Sadık Sadıkov
zerbaycan, Güney Kafkasya’da Avrupa ile Asya arasında, Hazar Denizi’nin batısında yer almaktadır. Ülke’nin Rusya, Gürcistan, Ermenistan, İran ve Türkiye ile Hazar Denizi vasıtasıyla Kazakistan, Rusya, İran ve Türkmenistan’la sınırları bulunmaktadır. Devletin resmi adı Azerbaycan Cumhuriyeti’dir. Ülkenin başkenti Bakü şehridir. 2000 bilgilerine göre şehrin nüfusu 2,5 milyondur.
Ülkenin büyük şehirlerinden Gence 350.000, Sumgayt 320.000 ve Mingeçevir 100.000 kişilik nüfusa sahiptir. Devletin resmi dili Azerbaycan Türkçesidir. Ülkenin %98’i Müslüman’dır. Para birimi Manat’tır.
Azerbaycan Cumhuriyeti üniter yapıya sahip cumhurbaşkanlığı sistemi ile yönetilen bir cumhuriyettir. Şehirlere bağlı 65 ilçe ve 69 yönetim birimi bulunmaktadır.
O cümleden, cumhuriyet sınırlarında olan 11 şehir, muhtar cumhuriyetlerin sınırları içerisinde bulunan 3 şehir ve şehirlerin 13 ilçesi, 132 kasaba ile 1314 köy ve 4242 mezra-yerleşim yeri bulunmaktadır.
Yasama organı, 125 milletvekilinden oluşan Milli Meclis’tir. En yüksek kurum Prezident (Cumhurbaşkanı) ve Cumhurbaşkanı tarafından tayin edilmiş olan Bakanlar Kurulu’dur.
Dünya’da 150’den fazla devlet Azerbaycan Cumhuriyeti Devletinin bağımsızlığını resmen tanımıştır. Bakü’de 40’dan fazla devletin uluslararası bir kuruluşu ya da temsilciliği bulunmaktadır. Azerbaycan Cumhuriyeti, 30’a yakın uluslararası teşkilatın üyesi ve 50’ye yakın uluslararası kuruluşla da münasebettedir.
İnsan potansiyelinin değerlendirilmesinde Azerbaycan dünyada 90. ülkedir. 1999 yılı bilgilerine göre nüfusun %98’i okur yazardır. Askeri harcamalar için 1999 yılı bütçesine 1,1 milyar dolar konulmuştur.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin
Coğrafi Bilgileri
Eski Azerbaycan toprağı Ön Asya bölgesinde Kafkas dağlarının güneydoğu ucundan Urmiye gölünün güney ve güneydoğusundaki dağlık arazilere kadar olan sahaları kaplamaktadır. Bu saha 500.000 km2’den fazladır. Azerbaycan topraklarının tamamı ekvatorun kuzey doğu yarımküresindedir. İspanya, Yunanistan, Türkiye, Çin ve Kore ile aynı coğrafi boyuttadır. Avrupa’dan orta ve doğu Asya ülkelerine giden önemli uluslararası bir kısım ticari yollar Azerbaycan arazisinden geçmektedir. Batıdan doğuya gidilen en kısa transit ticari yollar Azerbaycan yollarıdır.
Azerbaycan toprağı, Büyük Kafkas sıra dağlarının güney doğu kısmını, Küçük Kafkas sıra dağlarının ise büyük bir bölümü ile bunlar arasında bulunan Kür Aras ovasını, güneyde Talış, Savalan, Karadağ Bozkuş silsileleri ile İran yaylasının kuzey batı kısmını kaplamaktadır.
Güney Azerbaycan İran’ın Erdebil, Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Zencan kısmen Hemadan eyaletlerini ve onlara sınır astara ile Gazvin vilayetlerini ihate etmektedir. Rusya’nın Kuzey Azerbaycan’ı zabt etmesi ve İranla Rusya arasında imzalanan Gülüstan (1813 yılı) ve Türkmençay (1828 yılı) mukaveleleri Azerbaycanı ikiye böldü. Güney Azerbaycan İran’ın, Kuzey Azerbaycan ise Rusya’nın terkibine katıldı. 28 Mayıs 1918’de Kuzey Azerbaycan arazisinde Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kuruldu. 114.000 km2’ye yakın yüz ölçüme sahip olan bu devletin sınırlarının uzunluğu ise 3504 km’den fazla idi. Ancak, 1920 yılında Bolşevik Rusyası, Azerbaycan Cumhuriyeti arazisini zapt ederek, burada Sovyet hakimiyeti kurdu. 20. yılların başlarında Azerbaycan’ın eski toprakları olan Göyçe ve Zengezur bölgeleri Ermenistan’a verildi. Azerbaycan’ın en füsunkar köşesi olan Karabağ’ın dağlık kısmında XIX. yüzyıldaki ilk işgalden sonra buraya göç ettirilmiş olan Ermenilere muhtariyet verilerek Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti kuruldu. Sovyet hakimiyeti yıllarında Azerbaycan Türklerinin ata yurdu olan 28. 000 km2’ye yakın arazi Azerbaycan’dan alınarak komşu cumhuriyetlere verildi.
18 Ekim 1991’de Azerbaycan arazisinde 71 yıldan sonra yeniden müstakil Azerbaycan Cumhuriyeti kuruldu. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin sahası 86.600 km2’dir. Arazisinin hacmi diğer ülkelerle mukayese edildiğinde dünyada 111. sıradadır.
Azerbaycan Cumhuriyeti 5 ülke ile sınırdaştır. Sınırlarının uzunluğu 2.849 km2’dir. Azerbaycan Cumhuriyeti kuzeyde Rusya terkibinde olan Dağıstan, kuzeybatıda Gürcistan, batıda Ermenistan, güneyde İran, güneybatıda Türkiye ve doğuda Hazar denizi ile sınırdaştır.
Kuzey sınırları Samur çayının yatağından başlayarak Sudur silsilesi ile Bazardüzü’ne sonra, Baş su ayırıcı silsilesi üzerinden batıya doğru uzanır. Azerbaycan’ın Dağıstanla sınırlarının uzunluğu 289 km, Gürcistanla ise 340 km’dir.
Murguz, Şahdağ, Doğu Göyçe dağlarının su ayırıcıları Ermenistanla Azerbaycan arasında sınır oluşturur. Ayrıca, zamanında Ermenistan’a verilmiş Türk
toprakları Azerbaycan’ın sınırları içerisinde olan Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti’ni de ayırır. Nahçıvanla Ermenistan’ın sınırı Dereleyez ve Zengezur dağlarından geçer. Azerbaycan’ın Ermenistan’la sınırlarının uzunluğu 766 km’dir.
Güneyde tabii sınırlar İran’la (Güneyi Azerbaycanla) Aras çayı, Talış dağları, Balkari çayı ve Astara çayından geçer. Azerbaycan’ın İran’la olan sınırlarının uzunluğu 618 km’dir.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Türkiye ile 11 km’lik bir sınırı olmasının ülke için oldukça önemli iktisadi, siyasi ve stratejik önemi bulunmaktadır.
Doğuda, Azerbaycan toprakları Hazar denizi ile sınırdır. Samur çayından Astara’ya kadar ülkenin sahil hattının uzunluğu 825 km’dir.
Azerbaycan’ın başkenti Bakü şehri, Apşeron yarımadasında, Hazar denizinin tabii körfezlerinden biri olan Bakü körfezinin sahilinde yerleşmiştir. Bakü uluslararası öneme haiz bir liman şehridir. Buradan atlantik ve Kuzey Buz okyanuslarının sularına gemi yolu ile çıkmak mümkündür.
Azerbaycan Cumhuriyeti arazisinin rölyefi farklılık arzeder. Burada düzlükler ve dağlık bölgeler çoğunluktadır. Azerbaycan dağlık ülkedir. Büyük Kafkas, Küçük Kafkas ve Talış dağları Kür-Aras ovalığını kuzeyden, batıdan ve güneydoğudan ihate eder.
Azerbaycan arazisinin orta yüksekliği 657 m’dir. Ancak, Hazar sahili ovalık deniz seviyesinden 26,5 m aşağıda olduğu halde, en yüksek zirve olan Bazardüzü’nün yüksekliği 4466 metredir. Yeni ülke arazisinin yükseklik farkı 4500 metreye yakındır.
Azerbaycan arazisinin %73’ü yüksekliği 1000 m’ye kadar olan, %27’si ise 1000 metreden fazla olan yerlerdir. Görüldüğü gibi, ülkede düzlükler geniş arazileri ihtiva etmektedir. Yalnız ovalıklar ülke arazisinin %40’ı kadardır; deniz seviyesinden aşağıda olan ovalar %18’ini oluşturur.
Kuzeybatıdan güneydoğuya uzanan Büyük Kafkas dağlarının güneydoğu kısmı Azerbaycan arazisindedir. Bu kısım Tinov-Rosso zirvesinden başlar, Yassıyayla ve alçak tepeliklerle Apşeron yarımadasına kadar gelir, su altında tepelikler halinde Türkmenistan sahillerine kadar uzanır ve Hazar Denizi yatağını ikiye ayırır.
Büyük Kafkas dağlarında esas yeri Baş Kafkas silsilesi tutar. Aynı silsilenin yüksekliği 3632 m olan Babadağ zirvesine kadar olan bölümü keskin parçalanmış, dik yamaçlarla ve derelerle kaplıdır. Babadağ’dan doğuya doğru silsile tedricen alçalır, yamaçların dikliği azalır.
Su ayırıcı silsileye paralel bir kısım dağ silsilesi uzanır. Onlardan en önemlisi kuzeyde Yan silsile, güneyde ise Govlağ ve Niyaldağ’dır. Yan silsilenin en yüksek zirvesi Şahdağ’dır. Büyük Kafkas’ın kuzeydoğu yamacında Gusar meyili, Samur-Deveci ovalığı, güneydoğusunda ise keskin parçalanmış Gobustan alçak dağlığı bulunur.
Baş Kafkas silsilesinin güney etekleri boyunca yüksekliği 200-700 m olan Alazan-Ayrıçay dağarası vadisi uzanır. Bu vadiyi Kür-Aras ovalığından Acınohur alçak dağlığı ayırır.
Küçük Kafkas dağları Büyük Kafkas’a nisbeten az parçalanmıştır. Burada suayırıcılar, yamaçlar esasen daha yumuşaktır. Azerbaycan dahilinde Küçük Kafkas dağlarının en önemlileri Şahdağ, Murovdağ, Göyçe, Karabağ silsilesi ve Karabağ volkan yaylasıdır.
Azerbaycan’ın Tabiatı, İklimi ve
İhtiyatları
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin dünyanın orta enliklerinde, Güney Kafkas’ın doğusunda bulunması ve Doğuda Hazar Denizi ile sınır olması onun tabii şartlarına büyük tesirde bulunmuştur. Arazinin %65’inin iklimi alttropikal, %33’ü ise mülayimdir. Arazinin takriben yarıdan fazlası faal temperatur (yani 100C’den fazla olan orta sıcaklık ortalaması) 4000-47000C olmaktadır. Şirvan, Muğan, Mil, Karabağ düzlüklerinde, Lenkeran ovasında, Apşeron’da yıllık ortalama sıcaklık 14,0-14,50C’tır. Bu sıcaklık ortalaması zeytin, pamuk, çay gibi sıcaklığı seven bitkileri yetiştirmeye ve aynı sahadan yılda iki defa mahsul almaya imkan verir. Dağ eteği düzlüklerde ve alçak dağlık arazilerde ortalama sıcaklık 10-120C arasındadır. Ahalinin %90’ı sıcaklık ortalaması yıllık 100C ve daha yüksek olan arazilerde yerleşmiştir.
Azerbaycan’ın zengin tabii şartları ve tabii ihtiyatları ahalinin hayatı ve geçimini sağlaması için oldukça elverişlidir.
Ülke arazisi maden, maden dışı enerji ve diğer faydalı yer altı kaynakları açısından zengindir. Azerbaycan petrol ve gaz yatakları ile meşhurdur. Ülke arazisinin %70’i petrol ve gaz yataklarıyla kaplıdır. En çok petrol ve gaz yatakları apşeron yarımadasında, Hazar Denizi’nin Şelf bölgesinde, Bakü ve Apşeron burunlarındadır. Bundan başka, güneydoğuda Şirvan, merkezi Aran, Gobustan, Ceyrançöl, Acınohur, Siyazen bölgesinde de petrol yatakları vardır. Son yıllarda Hazar Denizi’nde Çırag, Azeri, Güneşli vb. yeni zengin petrol yatakları keşfedilmiştir. Çıkarılan petrolün büyük ekseriyeti deniz yataklarındadır.
Dünyada meşhur olan Neftalan tedavi petrolü ile üşütme, deri hastalıkları tedavi edilmektedir ve onu bir ilaç gibi harici ülkelere ihraç etmektedirler.
Azerbaycan dünyanın eskiden beri petrol üreten ülkelerinden biridir. Yüz elli yıldan fazladır ki, petrol yatakları istismar edilmektedir. Neticede yer kabuğunun üst katında olan petrol kaynakları tükenmektedir. Bugün, ülke arazisinde bulunen petrol rezervlerinden %70’den fazlası 3000 m’den fazla derinlikte olan katmanlardadır.
Gaz rezervlerinin de %90’dan fazlası 3000 m’den fazla derinliklerde bulunmaktadır. Azerbaycan arazisinde petrol ve gazdan başka, Gobustan ve İsmailli bölgelerindeki yanıcı materyaller bulunmaktadır.
Azerbaycan maden, yer altı kaynaklarından alunist, demir, kobalt, mis, polimetal maden yatakları açısından da zengindir. Ülkenin Küçük Kafkas bölümünde maden yatakları daha çoktur. Burada demir, mangan, titan, kromit, Bakür, kobalt, polimetal, sürme, altın, gümüş, molibden v.s. yatakları mevcuttur. Kaf
kasya’da bilinen en büyük demir madeni yatağı Daşkesen’dedir. Bu yatağın madeni yüksek kalitesi ise diğerlerinden farklıdır. Zeylik alunit yatağı rezerviyle dünyada tanınmaktadır. Bu komplekste kalium, vanadium ve başka nadir metaller de vardır. Kelbecer, Gadebey bölgelerinde Bakür yatakları bulunmaktadır. Polimetal maden yatakları Gümüşlü, Mehmana ve Filizçay’dadır. Nahçıvan arazisindeki Paragaçay molibden yatağı sanayi hammaddesi olarak önemlidir. Küçük Kafkas ve Nahçıvan bölgeleri civa yatakları ile zengindir. Özellikle, Kelbecer bölgesindeki Şorbulak ve ağyatak kaynakları da meşhurdur.
Sanayide önemli olan altın yatakları Kelbecer ve Zengilan bölgelerindedir.
Azerbaycan arazisi maden dışı yer altı kaynaklarıyla da bilinmektedir. Gobustan, Apşeron, Ağdam, Zeyam, Tovuz, Daş Salahlı kıymetli taşları, Şahtahtı, Kelbecer travertin taşları, Daşkasen mermeri, Yukarı Ağcakend jipsi ve Hacıvelli kuvars kumları büyük gelir kaynakları olarak bulunmaktadır. Cumhuriyet’te, tebeşir, inşaat kireci, çaytaşı, kum vs. oldukça çoktur.
Cumhuriyet’te mühtelif kimyevi terkipli madeni su kaynakları vardır. Bu zenginlikten dolayı Azerbaycan toprakları “madeni sular müzesi” olarak adlandırılır. Burada kimyevi terkipleri dikkate alındığında birbirinden farklı on civarında madeni su çeşidi bulunmaktadır. Kelbecer bölgesindeki Sıcaksu bazı özellikleriyle bilinen meşhur Karlovi Vari suyundan da üstündür. Bu suyun yıllık debisi 600 mln. litredir. Ancak, bu arazi şimdi Ermenistan silahlı kuvvetlerinin işgali altındadır. Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti’ndeki Bademli, Sirab ve Vayhır madeni suları ülke dışında da bilinmektedir. Apşeron yarımadasındaki Surakanı ve Şıh, Deveci bölgesindeki Kalealtı, Culfa bölgesindeki Dağrıdağ, Kuba bölgesindeki Haltan, Şuşa bölgesindeki Turşsu ve Şirlan ise tedavi maksatlı madeni sularındandır. Bunlarla birlikte Azerbaycan’da oldukça fazla termal su kaynakları mevcuttur. Termal su kaynakları Talış dağlarında, Büyük Kafkas’ın güney ve kuzeydoğu yamaçlarında da oldukça fazladır.
Azerbaycan arazisinde irili ufaklı 8400’e yakın çay var. Bunlardan 850’sinin uzunluğu 5 km’den fazladır.
Uzunluğu 100 km’den fazla olan çayların sayısı toplam 21’dir. Azerbaycan küçük dağ çayları ülkesidir. Düzlüklerde bu çaylar Kür ve Aras çaylarıyla birleşir ve daha sonra Hazar Denizi’ne dökülür. Çayların yıllık ortalama su debisi 31 km3’e yakındır.
Uzunluğuna ve su miktarına göre Azerbaycan’ın en büyük çayları Kür ve onun sağ kolu olan Aras’dır. Bu çaylar Azerbaycan’a bereket, hayat getirdiklerinden halk arasında onlara “Ana Kür” ve “Han Aras” da denilir. Kür Çayı Türkiye arazisindeki Kızılgedik dağının kuzeydoğu yamacından başlar. O, Gürcistan arazisinden geçerek, Azerbaycan arazisine girer. Mingeçevir barajına kadar Kür çayı düzlük ve alçak dağlık arazilere, sonra da Kür-Aras ovalığı ile akarak Hazar Denizi’ne dökülür. Kür Çayı’nın umumi uzunluğu 1515 km’dir, onun 906 km’si Azerbaycan Cumhuriyeti’nin arazisindedir. Onun havzasının sahası Aras’la birlikte 188. 000 km2’dir. Kür Azerbaycan’da yegane çay suyu yoludur.
Kür-Aras ovasındaki geniş toprak sahalarını sulamak ve elektrik enerjisi almak maksadıyla 1953’te Kür çayı üzerinde Mingeçevir barajı yapılmıştır. Aynı barajdan yapılan kanallarla on bin hektar ekim sahası sulanmaktadır. Kür üzerinde 1956 yılında Varvara, 1981-1983 yıllarında Şemkir, sonra da Yenikend barajları ve su elektrik istasyonları yapılmıştır.
Aras çayı Türkiye arazisinde Bingöl silsilesinden başlar ve Sabirabad şehri yakınlarındaki Sugovuşan köyünde Kürle birleşir. Uzunluğu 1072 km’dir. 1970 yılında Aras üzerinde inşa edilmiş barajdan hem Nahçıvan’a, hem de İran’a elektrik enerjisi verilmektedir.
Samur çayı Azerbaycan’ın kuzeydoğusunda en büyük çaydır. O, Dağıstan arazisinden başlayıp Hazar Denizi’ne dökülür. Uzunluğu 216 km, havzasının sahası 4. 400 km2’dir. Samur çayı üzerinde baraj inşa edilmiştir.
Büyük Kafkas’ın kuzeydoğu yamacından başlayan Gusarçay, Gudyalçay, Garaçay, Velvelaçay, Gilgilçay ve Ataçay da Hazar Denizi’ne dökülür. Gobustan ve Apşeron yarımadasının çayları esasen yağmur suları ile beslenmektedir. Büyük Kafkas’ın güney yamaçlarından akan Mazımçay, Balakençay, Talaçay, Katehçay, Kürmükçay, Şinçay, Kişçay, Daşağılçay Alazan-Ayriçay vadisinde alazan ve Ayriçayla birleşirler.
Şirvan çaylarına Alicançay, Türyançay, Göyçay, Girdimançay ve Ağsuçay dahildir. Onlar Büyük Kafkas’ın güney yamacından akarak Kür çayı ile birleşirler. Küçük Kafkasın kuzeydoğu yamaçlarından akan ağstafaçay, Tovuzçay, Asrikçay, Zayamçay, Şamkirçay, Genceçay, Kürakçay, Kürle birleşerek, onun sağ kollarını oluştururlar. Küçük Kafkasın güneydoğu yamacından akan Tartarçay, Haçınçay, Gargarçay, Hakariçay, Ohçuçay esasen yeraltı ve yağmur suları ile beslenmektedir. 1969’da Ağstafaçay, 1977’da ise Tartarçay üzerinde barajlar inşa edilmiştir.
Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti’nin esas çayları Arpaçay, Nahçıvançay, Alincançay, Gilançay ve Ordubad çaydır. Arpaçay üzerinde baraj inşa edilmiştir.
Talış dağlarından akan Vileşçay, Lenkarançay, Astaraçay daha çok yağmur suları ile beslendiği için ilkbahar ve sonbahar aylarında taşar. 1977’de Lenkeran bölgesi arazisinde sulama için Hanbulançay üzerine baraj inşa edilmiştir.
Azerbaycan Cumhuriyeti arazisinde 700’e yakın göl var. Lakin bu göllerin ekseriyeti yaz aylarında kuruyor. Kurumayan tabii göllerin sayısı 250 kadardır. Sahası 1 km2’den çok olan ve gelir amaçlı kullanılan göllerin sayısı 25’dir. Göçük ve kırılmalar sebebiyle oluşan bend gölleri dağlık ve kısmen de dağ eteklerinde çoktur. Örneğin, Göygöl, Maralgöl, ağgöl, Ganlıgöl ve Batabat gölü bu türlü göllerdir. Azerbaycan arazisindaki en büyük göller Acınohur, Büyükşor, Binagadi ve Masazır gölleridir. Göllerin ahalinin geçiminde büyük önemi bulunmaktadır. Gence şehrinin ahalisi Göygöl’ün suyundan içme suyu olarak istifade etmektedir. Kendine mahsus güzelliği ile tanınan Göygöl ve Maralgöl etrafında istirahat ve turizm bölgesi kurulmuştur. Göygöl Kepez Dağı’nın eteğinde bulunmaktadır. Onun etrafında benzer şekilde yedi göl bulunmaktadır. 1139’daki şiddetli deprem sonucunda Kepez Dağı’nın yalçın kayaları etrafa dağılmış, Kepezin etekleri ile akan Ağsu çayının ve onun kollarının karşısını kesmiştir. Heyelanların meydana getirdiği bent sonucunda Göygöl, Maralgöl, Zaligöl, Ağgöl, Şamlıgöl, Ör
dekgöl, Ceyrangöl ve Garagöl oluşmuştur. Göygöl deniz seviyesinden 1556 m yükseklikdedir. Sathının sahası 80 hektara yakındır. Gölün uzunluğu 2450 m, eni 595 m, en derin yeri 95 m’dir. Gölün sahili yeşil ormanlarla kaplıdır. Buradaki temiz ve şeffaf suyun hacmi 24 mln. m3’e yaklaşmaktadır.
Maralgöl deniz seviyesinden 1902 m yükseklikte bulunur. Sahası 23 hektar, en derin yeri 60 m’dir. Maralgölden akan ağsu çayı Göygöl’e dökülür.
Büyük Alagöl Karabağ volkan yaylasında, deniz seviyesinden 2729 m yükseklikte bulunur. Gölün en uzun yeri 3,7 km, en ğeniş yeri 2,9 km’dir. Sahası 5 km2’ye yakın, en derin yeri 9 m’den fazladır.
Işıklı dağının kuzeydoğu yamacında, deniz seviyesinden 2666 m yükseklikte Garagöl bulunur. Gölün sahası 1,8 km2, en derin yeri 10 m’ye yakındır.
Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti’nin arazisinde Nahçıvan çayın kaynağında Batabat gölü ve Kükü çayın kaynağında Ganlı Göl bulunur.
Azerbaycan’da 140 civarında yapay göl vardır. Toplam 1. 000. 0000 km3’den fazla kapasiteden muhtelif özelliklere sahip 34 su barajı ve bendi bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Mingeçevir su barajıdır. Mingeçevir barajı Kür Çayı’nın Bozdağı’ndan geçtiği yerde kurulmuştur.
Azerbaycan’da büyüklük açısından ikinci baraj Aras üzerinde kurulmuştur. 143 km2 sahada kurulu olan baraj Mingeçevir’den 3/4 oranında küçüktür.
Azerbaycan’da sulama ihtiyacı olan bölgelerde su kanalları da inşa edilmiştir. 90. 0000 km’den fazla olan bu kanallar vasıtasıyla 1.300.000 hektar arazi sulanmaktadır. Bu kanalların en önemlileri Samur-Apşeron, Yuharı Karabağ, Yuharı Şirvan, Azizbayov, Sabir, Baş Mil, Baş Muğan’dır.
Hazar Denizi Azerbaycan’ın iktisadi hayatında büyük rol oynar. Ülkede petrol ve gaz sanayisinin, balık üretiminin ve su nakliyatının inkişafı Hazarla iç içedir. Hazar’ın Azerbaycan sahillerinin saf deniz havası, güzel sahil manzaraları, bol güneşli ve narin kumlu plajları yaz tatili için gelen turistler vasıtasıyla ayrı bir gelir kaynağı oluşturmuştur.
Hazar, beş ülkenin denizidir. Onun etrafında İran, Rusya Federasyonu, Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan Cumhuriyeti bulunur. Hazar’ın, Azerbaycan sınırı 800 km’den fazladır. Tarih boyunca Hazar Denizi’ne Kaspi, Halın, Bakü, Gürden, Derbend gibi 70’e yakın ad verilmiştir. Avrupa ve Doğu ülkelerinde, Kaspi, Azerbaycan’da ise Hazar denilir. Her iki isim de tarih boyunca onun kıyılarında yaşamış olan Türk boylarınca verilmiştir. Hazar Denizi’nin sahası 371.000 km2, hacmi 76.000 km3’dir. Deniz kuzeyden güneye doğru yaklaşık 1200 km mesafe, eni 320 km, ortalama derinliği 184 m, en derin yeri Lenkaran çöküntüsünde 1020 m, denizin sahil hattının uzunluğu 6.500 km’dir. En önemli yarımadaları Apşeron, Mangışlak, Buzaçı, Çalaken, Türkmenbaşı; başlıca adaları Bakü ve Apşeron, Çeçen, Ogurçı, Kulalı adaları; önemli körfezleri Garaboğazgöl, Bayıl buhtası, Krasnovodsk, Mangistav, Gızılağaç, Türkmen yarımadalarıdır.
Hazar Denizi’ne kuzeyden Volga, Ural, Emba çayları, batıdan Terek, Sulak, Samur ve Kür çayları, güneydoğudan atrek, güneyden-Güney Azerbaycan arazisinden Gızılüzen (Safidrud) ve başka çaylar da dökülür. Hazar sularında tuzluluk kuzeyden güneye doğru artar. Güney ve güneydoğu kısımlarında, özellikle Garaboğazgöl etrafında tuzluluğun yüksek olması aynı arazilerin keskin kurak iklimi ile ilgilidir. Bu bölümlerde Hazar Denizi’ne çay dökülmez. Yılın uzun süren sıcak dönemlerinde buharlanmanın oldukça yüksek olması tuzluluğu artırır. Hazar Denizi’nde suyun sıcaklığı da kuzeyden güneye doğru değişir. Kışın denizin kuzey bölümlerinde suyun sıcaklığı 10C’dan düşük olur.
Hazar Denizi’nin canlılar alemi de oldukça zengindir. Hazarda 1332 fauna çeşidi mevcuttur. Hazar’da bulunan balıkların ekseriyeti Azerbaycan sahillerinde ve ülkenin nehirlerinde de yaşıyor. Buradaki kilka ve siyenak gibi balıklar daima denizde, nara, uzunburun, kalamo, şamai, çaki, külma haşam, naha, yılanbalığı, çapak, Hazar kızılbalığı, ağ gızılbalık, kütüm vb balıklar hem denizde, hem de nehirlerde yaşamaktadır. Azerbaycan’ın siyah havyarı dünyada meşhurdur. Hazar sularında yaşayan yegane memeli hayvan suiti ‘su samuru’dur.
Azerbaycan dünyanın toprak tarımı yapılacak olan arazisi az olan ülkeler arasında olup kişi başına 0.2 hektar tarım alanı düşmektedir.
Azerbaycan arazisinin %11’ni ihtiva eden ormanlık araziler ise esasen dağlık bölgelerde bulunur. Cumhuriyet’in toprakları ilaç yapımında kullanılan bitkiler yönünden de oldukça zengindir.
Azerbaycan Topraklarında
Kurulan Eski Devletler ve
Halklar
Azerbaycan arazisi petrol ve gaz yatakları ile eskiden beri bilinmesi sebebiyle “Odlar yurdu” olarak adlandırılmıştır. Azerbaycan hakkında ilk yazılı malumatlara antik devrin coğrafyacıları ve tarihçilerinin eserlerinde rastlanır.
Eski Azerbaycan’ın coğrafyası, tabiati, servetleri, halkı hakkında Herodot, Strabon, Plinin, Plutarh ve Ptoloimeyin eserlerinde geniş bilgiler bulunmaktadır.
M.Ö.I-M.S. I. asırda yaşamış Yunan coğrafyacısı Strabon kendisinin meşhur “Coğrafya” adlı eserinde Azerbaycan’ı oldukça geniş tasvir etmiştir. O, Azerbaycan’ın düz ve dağlık arazilerinde zengin ormanların, bol sulu nehirlerinin ve yer altı kaynaklarının olduğunu belirterek, Kür çayı boyunca uzanan düzlüklerin Babil ve Habaş düzlüklerinden daha iyi sulandığını ve çok verimli olduğunu yazmıştır.
M.S. II asırda yaşamış Yunan coğrafyacısı Ptolomeyin verdiği bilgiler de oldukça önemlidir. Ptolomeyin verdiği haritada Azerbaycan’ın kuzey topraklarında-Albanya’da kurulmuş 29 şehir ve diğer yerleşim yerlerinin isimleri verilmiş ve onların koordinatları gösterilmiştir.
Azerbaycan’ın Batı ile Doğu’nun birleştiği mevkide kurulmuş olması ve zengin tabiata malik olması bir kısım araştırıcıların da dikkatini çekmiştir. Orta asır Türk, Arap, İtalyan, Fransız v.b seyyah ve coğrafyacıları Azerbaycan’ın tabiatı, abideleri, halkı ve gelir kaynakları hakkında bilgiler vermişlerdir.
Azerbaycan dünyada en eski insan meskenlerinden biridir. XX. asrın 60’lı yıllarında Azerbaycan arkeoloğu Memmedali Hüseynov, Fuzuli şehrinden 17 km
kuzeybatıda, Kuruçay deresinin sol yamacında taş devrine ait azıh mağarasını keşf etti. Bulunan insan çenesi ve aletler Azerbaycan’da hala 1.500.000 yıl önce insan yaşadığını tespit eder.
Azerbaycan arazisinde en eski devletler Manna, Atropatena, Albaniya gibi devletler kurulmuştur.
Azerbaycan tarihen çok milletli bir ülke olmuştur. Çok eskilerden Azerbaycan arazisinde Kuttiler, Lullibeyler, Turukkiler, Kimmerler, İskit-Sakalar gibi kavimler yaşamışlardır. Burada geçmişden başlayarak Kafkas-İber dillerinde konuşan Udinler ve Lezgiler, Farsça konuşan Tatlar ve Talışlar büyük ekseriyet teşkil eden Türk soylu halklar ile birlikte yaşamışlar ve şimdi de yaşamaktadırlar. Azerbaycan’da baskın rol daima zengin, eski medeniyete ve devlet anenelerine sahip olmuş Türk soyuna mensup olmuştur. Türk dili, medeniyeti ve sosyal yaşantısı Azerbaycan arazisinde yaşayan bütün diğer halkları birleştirerek genel ve birliktelik özelliği olan halkın oluşmasını sağlamışlardır.
Nüfus
Azerbaycan Cumhuriyeti ahalisi 8 milyon kişidir. Ahalinin 4.111.100’ü şehirde, 3.838.200’ü ise köyde yaşamaktadır. Azerbaycan ahalisinin sayısına göre, Güney Kafkas devletleri arasında birinci, dünyada ise 98. sıradadır. Dünyanın 56’dan fazla ülkesinde 45 milyon civarında Azerbaycan Türk’ü yaşamaktadır. İran’da 30 milyondan fazla Türk veya Azerbaycanlı kendi tarihi topraklarında yaşıyorlar. Onların 15 milyonu da Güney Azerbaycan’da yaşamaktadır.
Kuzey Azerbaycan Rusya tarafından XIX. asırda işgal edildiğinde ahalisi 1 milyona yakın idi. 1860’a kadar ahalinin sayısı başka halkların temsilcilerinin göç ettirilmesi neticesinde 130 bin kişi arttı. 1869-1913 yıllarda ise Azerbaycan ahalisinin sayısı 2 defa artarak 2,3 milyona yaklaştı. 1914-1920yılları arasında ise ahalinin sayısı Ermeni silahlı kuvvetlerinin çıkardığı katliamlar neticesinde tahminen 390 bin kişi azaldı. 1920-1936 yıllarında nüfus artışı olmuştur. 1936-1938 yıllarda Stalin’in yönetim devrinde pan-Türkist suçlaması ile daha çok Azerbaycanlı Türk katledildi. Neticede Azerbaycan’ın ahalisi hayli azaldı. 1941-1945 yıllarında savaşlarda 300 binden fazla Azerbaycan Türk’ü faşizme karşı mücadelede helak oldu. Ahalinin sayısı muharebeden önceki seviyeye yalnız 1955 yılından sonra gelebildi. Azerbaycan’da doğum tarih boyunca yüksek olmuştur. 1998 yılında ülkede doğum oranı binde 15,7, ölüm oranı 5,9 kişi, tabii artım 9,8 kişi olmuştur. Yaş ortalaması 73’tür. Ülke ahalisinin %49’unu erkekler, %51’ini ise kadınlar teşkil eder. Ermenistan tarafından yürütülen işgal hareketi ve Azerbaycan arazilerinin bir kısmının zaptedilmesi nüfus artışına olumsuz tesir etmiştir.
Azerbaycan’da kilometrekareye 92 kişi düşmektedir. En sık nüfus Apşeron yarımadasında, özellikle Bakü şehrindedir. Burada her kilometrekareye 840 kişi düşer.
Önemli Günler
Azerbaycan’da her yıl 28 Mayıs-Cumhuriyet günü, 26 Haziran Silahlı Kuvvetler günü, 18 Ekim Devlet Müstakilliğinin Yeniden Kurulması Günü, 12 Kasım Konstitusiya günü, 17 Kasım Milli Diriliş günü, 31 Aralık Dünya Azerbaycanlılarının ve Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti’nin Birlik günü, 21-22 Mart Nevruz bayramı, ayrıca dini bayramlar olan Kurban ve Ramazan bayramları da kutlanmaktadır. 20 Ocak-Matem günü istiklal uğrunda helak olanların defnolduğu Şehitler Kabrini yüzbinlerce kişi ziyaret eder. 1992 yılının Şubat’ında Ermeni silahlı kuvvetlerinin yaptıkları Hocalı soykırımı kurbanlarının hatırasına saygı alameti olarak her yıl Şubatın 26’sında, saat 1700’de bütün ülkede bir dakikalık saygı duruşunda bulunulur.
Siyasi Partiler
Kominist Partisi dağıtılıp Azerbaycan’ın bağımsızlığı yeniden kurulduktan sonra Milli Meclis 1992 yılında “Siyasi Partiler Kanunu”’u kabul etti. Bu kanuna dayalı olarak ülkede çok partili döneme geçilmiş oldu. 2000 yılında ülkede resmi kayıtlara geçmiş 34 siyasi parti ve 1000’den fazla içtimai birlik faaliyet göstermektedir. En büyük siyasi partiler Musavat, AHCP, AMİP ve Yeni Azerbaycan Partisi’dir.
Ülkenin en eski ve halkın büyük ekseriyetinin desteklediği ve Azerbaycan’ın bağımsızlığı uğruna milli-azadlık mücadelesinde rehber olan siyasi parti Musavat’tır (“Beraberlik”). Musavat Partisi 1911 yılında Bakü’de kurulmuştur. Partinin ilk başkanı Azerbaycan milli ideoloğu ve milli-azadlık hareketinin lideri Mehemmed Emin Resulzade’dir.
Azerbaycan’ın Siyasi Tarihine
Bir Baküş
Azerbaycan halkının yalnızca tabii servetleri ve arazisi değil, aynı zamanda eski ve kıymetli bir siyasi tarihi
vardır. Elbette, bir makalede Azerbaycan’ın bütün siyasi tarihi meselelerini ele almak mümkün olmadığından biz yalnız XIX. asrın başlarından sonraki devirleri kısaca ele almaya çalışacağız. XIX. asırdan beri Kuzey Azerbaycan’ın siyasi tarihini bazı devirlere bölmek mümkün olabilir. Bunu şu şekilde ele alabiliriz:
Dostları ilə paylaş: |