7) UNUTKANLIĞIN SEBEPLERİ
"Bakılması haram olan şeylere karşı gözlerinizi koruyunuz. Pislik ve kötülüklerden uzak durunuz. Cehennemliklerin işlerinden sakınınız"(1).
Günümüz insanlarının en önemli problemlerinden biri de hafıza zayıflığı... Yani günümüz insanları okuyup dinlediklerini aklında tutamayıp kısa sürede unutuyor veya kolay öğrenemiyor.
Yaşadığımız çağda insanın göz ve kulak hafızasına giren lüzumsuz şeyler çok olduğu için insan dimağı çok hırpalanıyor, dolayısıyla da fazla verim alınamıyor. Açıkçası kitle iletişim araçları, sokak, çarşı- pazar ilim aşkını köreltip öğrenmeyi, hafızayı etkiliyor.
İmamı Şafiye hocası: "Oğlum! İlim Allah (c.c.)'ın nurudur, o nuru, kirli kalplere koymaz. Onun için kalbi karartan günahlardan uzak dur." tavsiyesini yapmıştır.
İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü hocalarından merhum Mahir İz Hocaefendi'ye:
"Hocam! Mâşâallah, çok keskin bir zekanız, muazzam bir hafızanız var. Elli, altmış sene öncesini dün gibi hatırlayıp söyleyebiliyorsunuz! Bunu nasıl başarıyorsunuz? Bunun sırrı nedir?" diye sorduklarında bu değerli âlim, şu ilginç cevabı veriyor:
"Oğlum! Biz Osmanlı'nın ilk mektebine gittik. Bize ilk gün yolda nasıl yürünür, bunun kuralını öğrettiler. Göz, ayağın ucunda olacak yolda yürürken! Gözümüz hep ayağımızın uçundaydı. Hep önümüze bakardık. Sizler boyuna etrafına bakıyorsunuz. .. Ona bak, şuna bak... Siz de hafıza olmaz. Günahı göz işlerse de belâsını bütün vücut çeker. Gözler bakar, gönül rahatsız olur ve hafıza zayıflar."
Öyleyse hafızamıza güzel ve faydalı şeyler doldurmalı, yanlış şeylere yer vermemeliyiz. Gözümüze, kulağımıza sahip çıkmalıyız. Ekran köleliğinden, haram şeylere bakmaktan koruyalım ki, hafızamız sağlam kalsın. Hem gözlerimizi bakılması haram olan şeylerden korumak Rabbimizin emridir. (24 Nur, 30-31)
Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Bakmak, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim onu benden korktuğu için terk ederse, kalbinde zevkine varacağı bir imanı ona nasip ederim." (2)
"Şu altı şeyi kabul edin, garantileyin; ben de cennete girmenize vesile olmayı garanti edeyim: Konuştuğunuz zaman yalan söylemeyin. Söz verdiğiniz zaman sözünüzü yerine getirin. Size bir şey emanet edilince onu yerine getirin, ihanet etmeyin. Gözlerinizi harama dikmeyin. Namusunuzu (iffetinizi) koruyun. Ellerinizi kötülüklerden uzak tutun." (3)
Öyleyse her türlü haramı tehlikeli bir yılan ve akrep gibi görelim. Helâl olmayan şeylerden gözlerimizi koruyalım.
Kaynaklar:
1-Münavî, Feyzu'l- Kadir 4 / 403 (5769).
2-Münzirî, et- Terğib vet- Terhib 3/ 34.
3-Ahmed, Müsned 5/ 323. Münavî, age. 3/ 264.
8) ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN SAKINALIM
"Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak"(1)
Şüpheli şeyler; hakkında kesin bilgi olmayan, tereddütlü şeylerdir. Ayrıca insan, içine sinmeyen, içinin ısınmadığı şeylerden uzak kalmalıdır. Çünkü şüpheli şeylerle meşgul olmak, harama düşmeye de sebep olur. Kuşkulu ve tereddütlü işler yapmak, tehlikeli bölge yakınında gezinmek gibidir. Her an harama düşme tehlikesi ile başbaşa kalmak demektir. Oysa "Korkulu rüya görmektense uyanık durmak yeğdir." İşte sevgili Peygamberimizin uyarısı:
"Helâl da bellidir, haram da bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır, insanların çoğu bunların helâl mı haram mı olduğunu bilmez. Şüpheli şeylerden sakınan şerefini ve dinini korumuş olur. Şüpheli şeylere giren harama da düşer. Böylelerinin durumu tıpkı koruluğun etrafında koyunlarını otlatan çoban gibidir. Her an o koruya dalabilir. "(2)
Bu hadis-i şerifi babasından dinleyen Hasan: "Baba, bu gün ne olmuş, duydun mu?" diye heyecanla sordu. Babası: "Hayırdır yavrum, ne olmuş?" deyince Hasan: "Bu gün komşumuz Bayram amca, koyunlarını komşusunun tarlasının kenarında otlatırken, onun ekili tarlasına kaçırmış, kavga edip mahkemelik olmuşlar.. Yine haberlerde duydum. Mantar yiyen köylüler zehirlenmişler. Demek ki babacığım bilmediğimiz şüpheli şeylerden uzak durmak gerekiyormuş."
Fatma söz alıp başka bir olay anlattı: "Komşunun çocuğu iyi bilmediği yerlere gidip kaybolmuş, evlerini bulamamış. Yol üzerinde bulunan bir polis karakoluna sığınmış. Onu evlerine polis amcalar getirmişler."
Çocukların heyecanla babalarıyla sohbetlerine kulak veren anne söze karıştı: "Ben de gazetede okudum. Doğuda bir ilde çocuklar tarlada buldukları ve oyuncak sandıkları bir şeyle oynarken patlamış ve ölenler olmuş..."
Kısa bir sükuttan sonra baba devreye girip konuyu şöyle tamamlar: "Yüce Rabbimiz: "Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin ardında gitme.."(17 İsra, 36) buyuruyor.
Öyleyse bilmediğimiz şeyleri ya bilenlerden sorup öğrenmeli ya da terk etmeliyiz. Körü körüne hareket etmemeliyiz. Tehlikeli yerlerden uzak durmalı, iyi bildiğimiz şeyleri yapmalıyız.
Hem şüpheli şeyler insanı huzursuz eder. Acaba mı? Olur mu, olmaz mı? gibi insanı tereddüde, karamsarlığa düşürür.
En iyisi helalliği belli olanı almalı, yemeli, harama düşme riskine girilmemelidir. Allah Rasülü ne güzel buyurmuş:
"Şüpheyi bırak. Şüphe vermeyene bak!"
Kaynaklar:
1. Tirmizi, Kıyamet 60.
2. Buhari, İman 39; Müslim, Müsakat 107; Ebu Davud, Büyu 3.
9) BİLMEDİĞİMİZİ BİLMEK
"Fayda vermeyen ilim, Allah (c.c.) yolunda harcanmayan, kendisinden faydalanılmayan hazine gibidir" (1)
Abdullah bin Mübarek'e: "Allah (c.c), akşam öleceğini bildirse ne yapardın? diye sorduklarında: "Kalkar ilim öğrenirdim." cevabını verir. İlimden daha güzel, daha üstün meşguliyet ne olabilir ki? Sevgili Peygamberimiz: "ilim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah (c.c.) yolundadır." (2) buyurmuştur.
Yüce Rabbimiz: "İnsanların, annelerinin karnından hiçbir şey bilmez olarak.."(16 Nahl, 78) dünyaya geldiğini belirtir.
İnsanın şerefi, değeri, şanı Yüce olan Allah (c.c.)'ın bir sıfatı olan ilme sahip olmasıyladır. Ancak sadece bilmek, öğrenmek yetmez. Öğrenilen bilgiyi uygulamak, yaymak da gerekir.
"İnsanlar dört kısımdır:
1. Bilen ve bildiğini bilen insandır ki, âlim budur, buna tâbi olunuz.
2. Bilen fakat bildiğinin farkında olmayan kimsedir ki, bu kimse uykudadır, onu uyandırınız.
3. Bilmeyen fakat bilmediğini bilen kimsedir ki, bu doğruya ulaşmayı ister, siz onu Hakk'a ulaştırınız.
4. Bilmeyen fakat bilmediğini de bilmeyen kimsedir ki, bu şeytandır, ondan kaçınız."(3)
Acaba bildikleriyle amel etmeyenler neye benzerler? Sorumuzun cevabını İmam Gazali'den alalım:
"Bildiği ile amel etmeyenler (sayfaları ilimle dolu) kitap ve defter gibidir. Başkalarına faydası var, fakat kendisi bir şey anlamaz. Bilek taşı gibidir. Bıçağı biletir, keskinleştirir, fakat kendisi kesmez. İğne gibidir. Başkalarını giydirir, fakat kendisi daima çıplak durur. Lamba fitili gibidir. Başkasına ışık verir, fakat kendisi yanar." (4)
Peygamber (s.a.v.) şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan Sana sığınırım. "(5)
İnsan bilmediğini bilirse daha çok öğrenir, eksiklerinin farkına varır ve kendisini yetiştirir.
İmam-ı Azam'ın talebesi Ebu Yusuf kadı olur. Kendisine bir şey sorulur. O: "Bilmiyorum." der. Kendisine: "Hem devlet bütçesinden maaş alır, geçimini sağlarsın, hem de bilmiyorum, dersin. Bu olacak iş değil!"denir. Ebu Yusuf: "Ben devlet bütçesinden bilgim kadarını alıyorum. Eğer bilmediğim şeyler için bana maaş verilmeye kalkışılsaydı, bütün dünya malı bile buna yetmezdi."cevabını verir.
Öyleyse biz de bilmediğimizi bilelim, en kutlu yola, okumaya, öğrenmeye, ilim yoluna girelim.
Kaynaklar:
1. Münavi, Feyzul- Kadir 4/325.
2. Münavi, age. 6/176.
3. Razi, Tefsir-i Kebir 2/281-2; Bursevî, Ruhul-Beyan Tefsiri 6/148.
4. Gazali, İhya1/140.
5. Müslim, Zikir 73; Ebu Davud, Vitir 32; Tirmizi, Daavât 68.
10) ÇOCUKTAN AL HABERİ
"Çocuklarınıza değer verin ve onları güzelce terbiye edin." (1)
Çocuk büyütmek başka, çocuk yetiştirmek ise çok daha başka bir şeydir. Çocuğu okula göndermek, yedirip içirmek, giydirip gezdirmek, asla onu yetiştirmek değildir. Eğer öyle düşünülürse faturası ağır olur.
Bir çiçeği bile yetiştirmek için o işin inceliklerini bilmek gerekirken, yaratılmışların en kıymetlisi ve en kompleksi olan insanı yetiştirmek için de, o işin inceliklerini öğrenmek gerekmez mi?
Çocuklar sadece bilgiyle yetişmez, onların güzel örneklere de ihtiyacı vardır. Onun için Hz. Ali (r.a.): "Çocuklarınızla 7 yaşına kadar oynayın, 15 yaşına kadar arkadaş olun, 15 yaşından sonra da istişare edin." diyor.
Bir anne oğluyla konuşuyor: “Geçen hafta sınıf birincisi oldun diye ne kadar sevinmiştim. Bugün komşunun çocuğundan işittim, üçüncülüğe düşmüşsün. Ayıp değil mi?”
Çocuğun cevabı: “Biraz da arkadaşlarımın anneleri sevinsinler anneciğim. Hep sen mi sevineceksin?”
Sevgili can dostlar!
Şimdi de "Çocuktan al haberi" dedirtecek öyküleri hatırlayalım:
İmam-ı Azam hazretleri çamurda oynayan bir çocuk görür ve: "Oğlum, aman dikkat et, ayağın kayar çamura düşersin." der. Çocuk: "Ben çamura düşersem sadece benim elbiselerim batar. Asıl siz âlimler dikkat edin. Eğer sizin ayağınız kayarsa, tüm insanlar batar, kirlenir." cevabını verir.
Bir Allah dostu anlatır:
"Bir gün bir bahçenin kenarından geçiyordum. Bir çocuk o bahçedeki meyvelerden toplayıp torbasına dolduruyordu. Bu hali görünce hemen:
- Bırak onları oğlum! Başkasının meyvesini toplamaya ne hakkın var?" dedim. Bu söz üzerine çocuk bana döndü:
- Burasının başkasının olduğuna dair ispatın ne? Burası bizim bahçemizdir, meyveler de bizimdir."dedi.
Çocuğun bu açıklaması beni çok utandırdı. İşin aslını bilmeden konuştuğum için mahcup oldum. Dönüp çocuğa şöyle dedim: "Evladım, Allah (c.c.) senden razı olsun, bilmeden ve araştırmadan konuşmama konusunda bana iyi bir ders verdin."
Hani Hz. Ömer'i ağlatan çocuğu hepiniz bilirsiniz. Hz. Ömer, sabah namazına gidiyordu. Küçük bir çocuğun koşarak camiye gittiğini gördü.
- Yavrucuğum, nedir bu telaşın, bir derdin mi var? diye sordu. Çocuk: "Camiye gidiyorum amcacığım" diye cevap verdi.
- Yavrum, daha henüz yaşın çok küçük! deyince, çocuk ayıplar bir tavırla:
- Amca, amca! Bu işin büyüğü küçüğü olur mu? Daha dün mahallemizde bir çocuk öldü.
Hz. Ömer çok duygulandı ve çocuğa dua etti.
İşte iyi yetişmiş, iyi yetiştirilmiş çocuklar böyle olur.
"Çocuklarınıza değer verin. Ve onları güzelce, terbiye edip yetiştirin."
Hz. Mevlânâ ne güzel söylemiş: "Çocukları okşamak Sevgili Peygamberimiz'den biz Müslümanlara kalmış bir mirastır. Hz Peygamber: "Çocuğu olan çocuklaşsın." buyurmuştur, dedi ve şu şiiri okudu:
"Babanın aklı dünyayı ölçerse de, küçük çocuğun anlaması için "ti, ti" der. Madem ki, işim gücüm çocuklardır, o halde çocukların diliyle konuşmak lazımdır."
Kaynaklar:
1- İbni Mâce, Edeb 3; Münavî, Feyzul- Kadir 21 90.
11) ALLAH’IN AFFETMEDİĞİ ŞEY: KUL HAKKI
"Şehidin kul borcu dışındaki bütün günahları bağışlanır." (1)
Şehitlik en önemli ve faziletli bir mertebe olmasına rağmen, kul borcuyla, kul hakkıyla ilgili şeylerini Allah (c.c.) bağışlamıyor. Öyleyse kul hakları konusunda çok dikkatli ve duyarlı davranmalıyız. Kimsenin hakkına tecavüz etmemeli, kimsenin hakkını üzerimize geçirmemeliyiz. Yüce Rabbimiz şöyle uyarıyor:
"Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin. Haram ile nefsinizi mahvetmeyin." (4 Nisa, 29)
Gasp, hırsızlık, aldatma, yalan, dolandırıcılık, zarar vermek yasaktır, günahtır. Temiz insan; temiz şeylerle gıdalanmalı, temiz kazanmalı, temiz şeylere harcamalıdır. Zira temizler yurdu olan cennete ancak temiz olanlar girecektir.
Bir Kıbrıs gazisi anlatıyor:
"Düşman bir saatlik çatışma neticesinde imha edilip, o günkü harekât son bulunca şehitlerimizi, seyyar karargâhımıza taşıdık. Sımsıcak kanları hâlâ, hâki renkli elbiseye yayılmaya devam ediyordu.
Karargâha geldiğimizde, bölük komutanımız, şehit olan askerlerin kimliklerini tespit ederken, birinin göğüs cebinden çıkan nota dikkat kesiliyor. Ne olduğunu bilmiyoruz tabii... Ama komutanın gözlerinin yaşarmasından içli bir şey yazılı olduğunu anlıyoruz. Bir şeyler mırıldanan komutan, bize dönüp sordu:
"Kayserili falanca asker kim?" Hiçbirimizden cevap gelmedi. Demek ki arkadaşımız da yok. Fakat hatırlanıyor hemen. Geride üç şehit daha var. "Acaba onlardan biri mi?" diye baktığımızda, tahminimizin doğruluğunu anlıyoruz. Komutanın sorduğu Kayserili arkadaşımız da şehadet şerbetini içmiş.
Hadiseyi öğrenen komutan, sanki bir bildiği varmış gibi, o askerin de cebine bakıyor. Evet! Onun da aynı şekilde not bıraktığı belli gibiydi.
Biz bu ufak notların ne olduğunu merak ederken, Kayserili arkadaşımızın da cebinden çıkan notu okuyan komutanımız, acayip bir renk alıyor. Peşinden şehidin kanlı cesedine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor.
Sonra komutanımızın dudaklarından şu cümleler dökülmeye başlıyor, ağlayarak:
"Arkadaşlar! Sizlere moral vermesi, maneviyatınızın kuvvetlenmesi bakımından, şu anda aramızdan şehadet şerbetiyle ayrılan iki arkadaşımızın sırrını ifşa ediyor, açıklıyorum. Çünkü ikisi de sadece bana yazılmış not..."
Hepimiz dikkatle dinliyoruz.
"Az önce cebinden çıkan notu okuduğum Yozgatlı arkadaşımız, 'Komutanım! Bu sırrımı size söylüyorum. Eğer şehadet şerbetini içersem, Kayserili falanca arkadaşımdan borç aldığım, yirmi lirayı ödeyebilir misiniz? Ahirete borçlu gitmek istemiyorum.' diyordu. Benim için bundan daha şerefli bir görev olur muydu? Bir şehit askerimin borcunu ödeyecek ve bahtiyar olacaktım. O bakımdan ismi geçen alacaklının kim olduğunu sordum size. Maalesef o asil arkadaşımız da şehadet şerbetini içmişti. Merak ederek onun da cebine baktım. İşte size, o arkadaşımın yazdığı notu da okuyorum.
'Komutanım, Yozgatlı falanca arkadaşımın bana olan borcunu helâl ettiğimi mahcup olur diye söyleyemedim. Eğer şehadet şerbetini içersem, bana olan borcunu ödeyemedim diye üzülmesin. Siz ona hakkımı helâl ettiğimi söyleyebilir misiniz?' O sırada bütün bölük, hüngür hüngür ağlıyordu."
İşte kul hakkına duyarlılık, böyle olmalı.
Kaynaklar:
1- Müslim, İmare 119.
12) CANIM KURBAN OLSUN SENİN YOLUNA
"Sünnetimi yaşatan beni sevmiştir. Beni seven cennette benimle beraberdir." (1)
İki genç sohbet ediyorlardı. Söz, Hz. Peygamber'den, O'nun yolundan gitmekten ve sevmekten açılmıştı. Gençlerden biri: "Keşke Hz. Peygamber'in yaşadığı dönemde yaşasaydım da onun devesi olsaydım!"dedi. Diğeri, arkadaşını uyardı: "Kardeş! o'nun ümmeti olmak varken, niçin deve olmayı istiyorsun?.."
Evet, onun ümmeti olmak! Yunus Emre'nin: "Canım kurban olsun senin yoluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed" diyerek sevgisini, saygısını belirttiği gibi, bizim de onu çok sevmemiz gerekir. Zira Yüce Yaratıcımız: "Peygamber, mü'minlere kendi canlarından daha evlâ(sevgili)'dır." buyurur. (33 Ahzab, 6)
"Ekmeği seviyorum demekle" karnımız doymaz. "Helâl kazancı severim" diyenin cebi dolmaz. Doymak için ekmeğe, kazanç için emeğe ihtiyaç vardır. Bunun gibi, "Allah ve Rasülü'nü çok seviyorum" demek yetmez, bu sevgiyi ispatlayacak olan yaşantıyı ve bağlılığı göstermek lâzımdır. Nasıl mı? İşte örnekler:
Bir gün Gazneli Mahmut, vezirinin oğluna seslenirken, "Ey vezirin oğlu!"diye seslenir. Yani çocuğu ismiyle çağırmayıp böyle çağırır. "Vezirin oğlu" diye çağırınca, vezir endişelenir ve:
"Ey Padişahım! Sen her zaman oğluma ismiyle hitap ederdin. Bugün acaba size karşı bir hatası, bir kusuru mu oldu da siz: 'Ey vezirin oğlu!' dediniz, der. Bunun üzerine Gazneli Mahmut:
"Vezir! Ben Muhammed ismini hiçbir zaman abdestsiz ağzıma almadım. O anda abdestim yoktu, bu yüzden 'Ey vezirin oğlu!' diye seslendim." der. Vezirin oğlunun ismi Muhammed'miş...
Evet, can dostlar, onun adı dillerde, sevgisi gönüllerde, sünneti / yaşantısı hallerde olmalıdır.
Sultan Abdülaziz, yatağında çok ağır hasta olduğu halde yatmaktadır. O anda huzura bir mektup getirilir.
- Bu mektup Medine'den geliyor, dedikleri zaman Sultan Abdülaziz yatağından doğrulur, hürmet ve tazimle ayağa kalkar. Her ne kadar doktorları ve yardımcıları:
- Aman efendim, ayağa kalkmayın! Sıhhatiniz buna elverişli değildir, dedilerse de,
- Rasülullah'ın beldesinden gelen bir mektubu yatağımda nasıl alabilirim!"der.
İşte peygamber sevgisi, işte O’na bağlılık örnekleri…
Kaynaklar:
1- Münavî, Feyzul- Kadir 6/ 40 (8346).
13) YARIŞI SEVER MİSİNİZ?
"İyilik yapmak ancak dinine bağlı, asaletli ve ağırbaşlı kimselere yakışır.n (1)
Peygamberimizin bu tarifinden anlıyoruz ki, iyilik, iyilik yapmak herkese nasip olmuyor. Herkes iyilik yapamıyor. "Hayırlı işlerde cevvaliyet, ümmetimin seçkinlerinde bulunan bir özelliktir. "(2) buyuran Sevgili Peygamberimiz işte bunu ifade ediyor.
Yüce Rabbimiz: "İyi işlerde birbirinizle yarışın."(3) emrini veriyor ve hayır yarışında bulunanları şöyle tanıtıyor: "Rablerine olan saygıdan dolayı titreyenler, Rablerinin âyetlerine inananlar, Rablerine ortak tanımayanlar, Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri titreyerek yapanlar; işte onlar, iyiliklere kavuşurlar ve iyilik için yarışırlar." (23 Mü'minun, 57-61)
Ömrünü İslamî atmosferde geçirmeyi gaye edinen insanların tek düşüncesi vardır. O da iyilik yapmaktır. Onlar iyiliğin anahtarıdırlar.
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, hayrın/iyiliğin anahtarı, şerrin/kötülüğün kilitleridir. Öyleleri de vardır ki, şerrin anahtarı, hayrın kilitleridir. Allah (c.c.)'ın ellerine hayrın anahtarını verdiği kimselere müjdeler olsun. Ellerine şerrin anahtarlarını verdiği kimselere de yazıklar olsun. "(4) Şeyh Sadî de şöyle seslenir:
"Evladım! İhsan et! (iyilik yap) Zira vahşi hayvanlar tuzak ile avlanır. İnsanoğlunun gönlü ise ihsan/iyilik ile kazanılır."
Sevgili Peygamberimiz şöyle uyarır:
"Köleleri para verip satın alarak hürriyetine kavuşturduğu halde, hür olan insanları iyiliklerle kazanmayan insanların haline şaşarım. Halbuki bu daha sevaplıdır. "(5)
Sevgili çocuklar, şu hikâyeyi dikkatle okuyalım:
Bir genç, bir kuzunun boynuna ip bağlamış, ipin ucu da elinde yolda gidiyordu. Kuzu, sürekli genci takip ediyordu. Biri, gence dedi ki: "O kuzu elindeki ipten dolayı senin peşinde dolaşıyor. İpini bırakırsan senin arkandan gelmez."Genç elindeki ipi bıraktı. Kuzu yine gencin arkasından gitmeye devam etti. Genç koşmaya başladı, kuzu da arkasından koşmaya başladı. Durunca o da duruyordu. Genç, adama dönerek: "O kuzunun benim arkamdan gelmesi, boynundaki ipten dolayı değil, benim yaptığım iyiliktendir. Ben onu yedirip içirdiğim, bakıp beslediğim için benim ardımda geziyor."
İşte iyilik böyledir. Bir kuzu bile kendisine iyilik yapanın peşinden gider. Öyleyse herkes iyilik yapmalı, iyilik yapmayı sevmeli, iyilik yapmada yarışmalıdır. Yaptığı iyilikleri başa kalkmamalıdır. İyilik yaparak insanları sevindirmeli, gönüllerini kazanmalıdır.
Hz. Ali (r.a.)'yi bir gün ağlarken görenler, niçin ağladığını sormuşlar. Şu cevabı vermiş: "Yedi gündür soframdan bir Müslümana tek lokma ikram etmek nasip olmadı. Sadece kendini düşünen, nefisperest bir Müslüman oldum gibi geliyor bana; işte bunun için ağlıyorum." Evet, haydin yarışa...
"İyilik yapmak ancak dinine bağlı, asaletli, ağırbaşlı kimselere yakışır."
Kaynaklar:
1. Münavî, Feyzul-Kadir 2 / 390 (2119); Taberani, Mucemul- Kebir 8/ 175.
Heysemi, Mecmauz-Zevaid 8/183.
2. Münavi, age. 3/250(3312).
3. 2 Bakara, 148; 5 Maide, 48; 35 Fâtır, 32; 57 Hadid, 21.
4. İbni Mace, Mukaddime 19. Münavi, age. 2/528.
5. Münavi, age. 4/306.
14) AĞZI OLAN KONUŞUYOR
"Hayır konuşmak, susmaktan hayırlıdır. Susmak da, kötü konuşmaktan hayırlıdır." (1)
Konuşmak, insana has Allah (c.c.)'ın en güzel lütuflarından birisidir. Ağzımız bize yemekten daha iyi bir şey için verilmiştir. Güzel şeyler söylemeye alıştırırsak, biçimi de güzelleşir. Tatlı dilin yerini hiçbir şey tutamaz. Mevlânâ ne güzel söylemiş:
"Dil, tencerenin kapağına benzer. Oynadı mı, içinde ne var anlarsın." "İnsan dilinin altında gizlidir. Bu dil ruh kapısının penceresidir. Bir rüzgâr perdeyi kaldırınca, evin içerisi bize görünür. "
Dil, bir kelime ağacıdır. Aşılanmış bir meyve ile yabanisi arasında ne derece fark varsa, terbiyeden geçmiş bir dille, terbiye görmemiş bir dil arasında o kadar fark vardır. Biri bal gibi tatlı, diğeri ise zehir gibi acıdır.
Ağzı olan konuşuyor da acaba ne konuşuyor? Hemen öykümüze geçelim:
Boş boğazın biri Sokrat'a müracaat ederek güzel konuşma dersleri almak istediğini bildirmiş. Sokrat, öğretmenlik ücreti olarak başkalarından istediği ücretin iki katını istemiş. Adam bunun sebebini sorunca da, Sokrat filozofa yakışır biçimde cevap vermiş:
"Sana söylemeyi öğretmek kolay, susmayı da öğretmek gerek."
Adamın biri hem lafazan hem de ahmaktır. Sakalı süt gibi beyaz olmasına rağmen saçına hiç ak düşmemiştir. Bir mecliste bu adamın saçı ile sakalı arasındaki bu farkın neden kaynaklandığı konuşulur. Bilgelerden biri der ki:
"Bunda bilinmeyecek ne var? Bir şey çok kullanılırsa elbette eskir. Bu adamın da çenesi çok kullanıldığı (çok konuştuğu) için eskiyip ağarmış. Beyni ise hiç kullanılmadığı (düşünerek konuşmadığı, aklını hiç kullanmadığı) için saçlarına bir şey olmamış!
İşte böyle dostlar. Ağzı olan konuşuyor da; aklı olan ölçülü, dengeli, faydalı ve lüzumlu şeyleri konuşuyor. Aklını kullanmayanlar ise boş boğazlık yapıyor, ne konuştuğunu bilmiyor. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Halbuki; iyiyi görelim, iyi şeyler duyalım, iki dinleyelim bir konuşalım diye, Allah (c.c.) bir ağız, iki göz, iki kulak vermiş...
Yüce Rabbimiz: "İnsanın konuştuğu şeyleri yazan bir gözcünün (meleğin) olduğunu" bize bildirir. (50 Kaf, 18)
Gerektiği yerde, gerektiği kadar konuşmayı öğrenmemiz gerekir. Hem güzel konuşmalı, hem de güzel olan şeyler konuşulmalıdır.
"Güzel konuşmak çok laf etmek değildir. O, Allah ve Rasulü'nün sevdiği şeyi açıkça ortaya koymaktır. Gerçek tutukluk, dil tutukluğu değil, hakkı bilmemektir."(2)
Sevgili Peygamberimiz: "Kulağın hoşlanmayacağı (dinleyeni rahatsız edecek) her şeyden, sözden kaçın!" (3) tavsiyesinde bulunmuştur.
"Geveze, hayasız ve cimri olması, kişiye kötülük olarak yeter." (4)
Dilin kemiği yoktur, ancak sorumluluğu vardır. Onun için atalarımız: "Bülbülün çektiği dil belasıdır." demişler. Bülbül güzel öttüğü için kafese konulur. Yeri ve zamanı belirlenmemiş sözler de felaket getirir. Bazı kişiler güzel ve iyi şeyler söylediklerini sanarak başlarına iş açabilirler. Onun için temkinli, tutarlı, faydalı şeyler söylenmelidir.
Kur'an-ı Kerim'de güzel söz bir ağaca benzetilir. Kökü toprakta sabit, dalları semada devamlı meyve vermektedir. Çirkin söz ise çirkin bir ağaç gibidir. Ne sağlam bir kökü vardır ne de sağlam bir meyvesi...(14 İbrahim, 24- 26) Yine kaba ve çirkin sözler, merkebin anırmasına benzetilmiştir. (31 Lokman, 19)
Kötü sözlerin açtığı yara kapanmaz. Kanaması dursa da izi kalır. O izler hep sahibini hatırlatır.
Kelimeler bomba gibidir. Fitilini çekmeyi bilmezseniz elinizde patlayabilir. Yunus'un ifadesiyle;
"Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı." Yani söz savaşı da keser, başı da kestirir.
Müslüman, ne haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan konumuna düşmeli, ne de gıybetle, iftirayla "ölü kardeşinin etini yeme" (49 Hucurât, 12) durumuna düşmelidir.
İki şey akıl kıtlığına işarettir: Konuşulması gereken yerde susmak, susulması gereken yerde konuşmak.
Konuşmak herkese, ne konuştuğunu bilmek ise akıllılara mahsustur...
"Hayır konuşmak, susmaktan hayırlıdır. Susmak, kötü konuşmaktan hayırlıdır."
Kaynaklar:
1.Münavî, Feyzul- Kadir 6/372 (9666).
2.Münavî, age. 5/ 356.
3.Aclunî, Keşfül- Hafa 1/324; Münavi, age. 3/117.
4.Münavî, age. 5/5.
Dostları ilə paylaş: |