23) ALDATMA, ALDANMA
"Aldatan kimse benden değildir."(1)
Doğruluk ve dürüstlük, gerçek mü'min olmanın göstergesidir. Peygamber Efendimiz(s.a.v), aldatma, haksızlık düşmanlık ve sömürüye yol açan her türlü alım satım işini yadırgamış ve yasaklamıştır.
Hadisimizin söylenmesine sebep (sebeb-i vürud) olan olay şudur:
Rasülullah (s.a.v.) Pazar yerinde bir buğday yığınına rastlamış, elini onun içine daldırmış ve parmaklarına ıslaklık dokunmuştu. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v):
"Bu nedir, ey buğday sahibi?" diye sordu. Adam: "Ona yağmur suyu dokundu ya Rasülallah!" diye cevap verince
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Halkın görmesi için ıslak tarafını üste koysaydın ya, aldatan kimse benden değildir."
Çocukların kandırılıp aldatılması da yalan hükmünü taşıdığından bir suç ve günah sayılmıştır. Abdullah bin Amr anlatır: "Bir gün annem beni çağırdı. Rasülullah da evimizde oturuyordu. Annem bana:
"Gel yavrum, sana bir şey vereceğim, dedi. Rasülullah (s.a.v), anneme: "Ona ne vermek istedin?" diye sordu. Annem: "Ona bir hurma vermek istiyordum." cevabını verdi. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Haberin olsun, şayet ona bir şey vermeyecek olsaydın sana bir yalan (günahı) yazılırdı." (2)
Sevgili can dostlar,
Doğruluk ve dürüstlükten bahsetmeye devam eden öğretmen, "İnsan başkasını değil, aslında kendisini aldatır." dedi. Bunun üzerine söz alan Ali:
"Nasıl olur hocam! Bu hafta annemle pazara gittik. Beş kilo patates parası verdik, pazarcı dört kilo tartmış. Şimdi o amca bizi aldatarak fazla para kazanmış oldu. Ama biz de bir daha ondan alışveriş yapmayacağız." dedi. Öğretmen güldü ve şöyle dedi:
"Gördün mü Ali, bir daha o amcadan alışveriş yapmayacağız." diyorsun. Zavallı adam, bir kilo patates için yıllarca alışveriş yapabileceği bir müşteriyi kaybetti. Aldata aldata iflas edecek! Hem ben, sürekli alışveriş yapacağım insanlara şunu derim: "Beni aldatırsan bir defa paramı alırsın, düzgün ticaret yaparsan sürekli paramı alırsın, devamlı senden alışveriş yaparım."
Ali, "Müşteri veli nimetimdir." diye dükkanlara asılan levhaları hatırladı ve bunun anlamını düşündü, sonunda; müşterilerini aldatanların aslında müşterilerinden önce kendilerini aldattıklarını anladı.
Ali: "Peygamberimiz aldatıcılara, yalancılara, hilekârlara, sahtekârlara boşuna aldatan benden değildir." demiyor dedi ve şunları ilave etti : "Arkadaşlar! Peygamberimiz: 'Müslüman elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin ve güvende olduğu kimsedir.' (3) buyuruyor. Ve onun "Muhammedü'l- Emin" (Güvenilir-Emin Muhammed) diye bilindiğini unutmayalım.
Müslüman aldatacak kadar hain, aldanacak kadar ahmak olamaz. Evet, insan başkasını değil, kendini aldatır. Aldatmayalım, aldanmayalım.
"Aldatma, Müslümana helâl değildir." (4)
Kaynaklar:
1. Müslim, İman 164. Tirmizi, Büyu 74. İbni Mace, Ticârât 36.
2. Ebu Davud, Edep 80. Ahmed, Müsned 3/ 447, 21 452.
3. Buhari, İman 4-5. Müslim, İman 64-65. Ebu Davud, Cihad 2.
Tirmizi, Kıyamet 52.
4. İbni Mace, Ticârât 42.
24) DOKUZ KÖYDEN KOVULSAN DA DOĞRU OL
"Allah (c.c.ya inandım, de. Sonra da dosdoğru ol "(1)
Müslüman, hem doğru olmalı hem de doğrularla beraber olmalıdır. Yüce Rabbimiz: "Ey inananlar! Allah (c.c.)'tan sakının ve özünde, sözünde, işinde doğru olanlarla beraber olun."(9 Tevbe, 119) emrini vermiştir.
Doğrular birlikte hareket etmezlerse, dürüstlükten uzaklaşabilirler veya doğru olmayanlar güçlü ve etkili duruma gelebilirler. Onun için her ne pahasına olursa olsun, Müslümanlar doğru olmalı ve doğru kalmalıdırlar.
Gerçi Yunus Emre, halkın doğrulara karşı tavrını şöyle tarif etmiş:
"Doğru olsam ok gibi, Yabana atarlar beni. Eğri olsam yay gibi, El üstünde tutarlar beni."
"Doğruyu dokuz köyden kovarlar." diye bir söz var! Dokuz köyden kovulma pahasına da olsa doğru dürüst olunmalıdır. Zira dünyada da ahirette de kazanacak olanlar doğru olanlardır.
Sözümüzde, özümüzde, işimizde doğru, güvenilir olmalıyız. Zira Rabbimiz böylelerini över ve sever:
"Ücretli olarak istihdam ettiklerinin en hayırlısı kuvvetli ve güvenilir olanıdır. "(28 Kasas, 26)
Gelelim öykümüze:
Bir zamanlar, ülkelerin birinde yaşlı bir kral varmış. Bu kralın çocuğu olmamış. Yaşlandıkça kendi yerine kimi bırakacağını düşünmeye başlamış. İyilik sever, dürüst, doğruluktan ve doğrulardan sapmayan biri kendisinden sonra kral olsun istiyormuş. Bunun için şöyle bir yol izlemiş:
Adamları, ülkedeki bütün erkek çocuklarına birer çiçek tohumu dağıtmış. Kral da bu tohumlardan çıkacak çiçekler arasında hangisi en güzel olursa, kendisinden sonra onun kral olacağını ilan etmiş.
Bu çocuklardan biri, kralın verdiği o tohumu saksıya dikmiş. Ama uzun bir süre beklemesine rağmen saksıda çiçek bitmemiş. Annesi, belki yanlış bir saksıya diktiği için çıkmayabileceğini söyleyince de, tohumu yeni bir saksıya, başka bir toprağa dikmiş. Ama nafile, yine bir bitki yetişmemiş, çiçek açmamış.
Sonunda kralın söylediği gün gelmiş. Ülkenin bütün çocukları ellerinde rengarenk, birbirinden güzel çiçeklerle kraliyet sarayının önünde sıraya dizilmişler. Elinde çiçek olmayan, yalnızca o çocuk varmış. O, elinde boş saksı öylece duruyormuş.
Kral, çocukları tek tek dolaşmış, çiçeklerine bakmış, kimini bir iki güzel sözle övmüş ama yoluna devam etmiş. Kralın verdiği tohumu dikip hiçbir çiçek yetiştiremeyen çocuğun yanına gelince, onun boş saksısına bakıp:
"Çocuğum! Senin saksında çiçek yok ki!" demiş. O çocuk ağlamaklı bir sesle:
"Evet kralım. Maalesef benim tohumum bitmedi." diye cevap vermiş. Bu cevap üzerine yaşlı kral küçük çocuğu kucaklamış ve bundan sonra kendisini evlat edineceğini, kendisinden sonra da onun kral olacağını duyurmuş.
Meydanda yarışmanın sonucunu bekleyenler, bu işe bir anlam verememişler. Bunca güzel çiçek varken, nasıl olur da saksısı boş olan bir çocuk veliaht ilan edilir, diye birbirlerine sormadan edememişler. Halkın merakını Kral şu açıklamayla gidermiş:
"Benim dağıttığım çiçek tohumlarının hepsi daha önce sıcak sudan geçirilmişti. Yani hiçbirinden çiçek çıkma ihtimali yoktu. Ama sadece bu çocuk bana gerçeği olduğu gibi anlattı. İşte bu yüzden benden sonra kral o olacak."
İşte böyle sevgili dostlar! Dünyada da ahirette de kazanacak olan doğru olanlardır. Onun için sevgili Peygamberimiz: "Dürüst ve güvenilir tüccar Peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir. "(2)buyurmuştur.
Sakın menfaatimiz için yalana, dolana, hileye tenezzül etmeyelim. Nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilmeyelim. Doğruluk imanın gereğidir.
Kaynaklar:
1.Müslim, İman 62. Ahmed, Müsned 3/413, 4/ 385.
2.İbni Mace, Ticârât 1. Tirmizi, Büyu 4. Darimi, Büyu 8.
25) BAŞKALARINI DÜŞÜNÜYOR MUYUZ?
"Biriniz kendisi için istediğini, din kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz."(1)
Yüce Rabbimiz'in: "Mü'minler ancak kardeştir." (49 Hucurat, 10) buyurarak "kardeş" ilan ettiği mü'minler, kendileri için istedikleri, arzu ettikleri, sevdikleri hayır ve iyilikleri, kardeşleri için de arzu edip isterler. Kendileri için istemedikleri kötülükleri ve belaları onlar için de istemezler. Müslümanlar birbirlerine karşı bir haset, çekememe duygusu içinde olamazlar.
Yahya b. Muaz (r.a.) derki:
"Müslüman kardeşin, şu üç hasletle senden nasibini alsın:
1- Ona faydalı olamıyorsan, bari zararlı olma!
2- Onu sevindirmeye gücün yetmiyorsa, hiç olmazsa üzme!
3- Onu övmeye dilin varmıyorsa, bari yerme, kötüleme!" Başkalarını düşünmek en başta gelen ödevlerimizdendir.
"Başkalarından bana ne!" , "Ben iyi olayım da, isterse başkaları ölsün.", "Ben suya kanayım da, başkası isterse susuzluktan yansın.", "Ben doyayım da isterse başkası açlıktan kıvransın." vb. davranış ve anlayışlar Müslümana yakışmaz. Çünkü Müslüman kendisi için istediğini başkası için de ister. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlar ve davranışlarıyla örnek olmuşlardır:
"İnsanların sana nasıl davranmasını istiyorsan sen de onlara öyle davran, insanların sana yapmasını istemediğin şeyi sen de onlara yapma." (2)
Sevgili canlar, şimdi de öykülerimize gelelim.
Asr-ı Saadet'te Medine'de, birbirinden muhtaç yedi aile vardı. Bunlardan birine bir koyun kellesi verdiler. Bu kelle bütün aileleri dolaştı. Herkes: "Komşum benden daha muhtaçtır." diyerek, diğerine gönderiyordu. Sonunda kelle yine ilk eve geldi.
Bedir Savaşı esnasındaydı. Üç kişi bir deveye sırasıyla biniyorlardı. Rasülullah (s.a.v.) sırası gelince yürümeye başladı. Arkadaşları, "Siz binin, biz yürüyelim ya Rasülallah." dediler. Sevgili Peygamberimiz: "Ne siz benden kuvvetlisiniz, ne de ben sizden daha az sevaba muhtacım." buyurdu ve binmedi.
Yine sevgili Peygamberimizden bir örnek hatırlayalım.
Arkadaşlarıyla uzun bir yolculuğa çıkmışlardı. Yolculuk sırasında yol arkadaşlarına yedirmek için bir koyun satın aldılar. Birisi "Ben keseyim.", öbürü "Ben temizleyim." bir başkası da "Ben pişireyim." dediler. Sevgili Efendimiz de "Öyleyse ben de eti pişireceğimiz ateşi yakmak için odun toplayıp, size yardım edeyim." buyurdular. Arkadaşları: "Siz oturun, biz hazırlarız." dedilerse de razı olmadı ve arkadaşlarına yardım ettiler.
Hani, "empati" yani kendisini başkasının yerine koymak diye bir şey var ya. İşte bu çok önemlidir. Görüldüğü gibi Hz. Muhammed (s.a.v.) insanlarla paylaşıyor, kaynaşıyor, yardımlaşıyor, sadece kendini düşünmüyor. Sevinçler paylaşıldıkça büyüyor, üzüntüler de paylaşıldıkça azalıyor.
İnsanlar dostluklarını menfaat üzerine kurmamalı, şahsi çıkarlarının kardeşliklerini bozmasına fırsat vermemelidir.
Bir gün Hz. Mevlânâ, Konya sokaklarında talebeleriyle dolaşırken, bir yıkık evin içinde sarmaş dolaş uyuyan köpekler gördüler. Mevlânâ'nın arkadaşlarından biri: "Bu biçarelerin arasında ne güzel bir birlik vardır, ne güzel sarmaş dolaş uyuyorlar." dedi.
Mevlânâ da: "Bunların arasındaki dostluk ve birliğin ne kadar samîmi olduğunu bilmek istersen, aralarına bir ekmek atıver. (Ekmek için hemen kavgaya başlarlar, birbirlerini parçalarlar.)" dedi.
Öyleyse sadece kendimizi düşünmeyelim, başkalarını da düşünelim, kendimiz için istediğimizi başkaları için de isteyelim.
"Kendin için istediğini diğer insanlar için de iste ki kâmil mümin olasın." (3)
Kaynaklar:
1- Müslim, İman 70- 71. Buharî, İman 7. Tirmizi, Kıyâme 59. Nesâi, İman 19- 93.
2- Münâvi, Feyzu'l- Kadir 1/ 549.
3- Münavî, age., 5/ 52.
26) VARLIĞINA GÜVENME
"Dünyaya kalben ehemmiyet vermemek (zühd), kalbi ve bedeni rahatlatır. Dünyaya çok rağbet edip istekli olmak, kaygı ve üzüntüyü artırır.)"(1)
Yunus Emre'nin güzel bir uyarısı var, der ki:
"Mal sahibi, mülk sahibi, Hani bunun ilk sahibi; Mal da yalan, mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan." Sevgili can dostlar,
Makam, mevki, şan, soy sopun hükmü kabir kapısında söner. Onun için büyük bir bilge şöyle demiştir. "Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde dünyada bıraktığın eserlere kıymet verme."
Ünlü devlet başkanı Harun Reşid hacdan dönerken, birkaç gün Kûfe'de kalır. Çıktığı zaman, Allah dostu ve Harun Reşid'in akrabası da olan Behlül Dânâ yoluna çıkar ve avazının çıktığı kadar yüksek sesle üç kez: "Ey Harun!" diye seslenir. Harun Reşid durur ve Behlül'e: "Beni tanımadın mı?" diye sorar. O da: "Elbette tanıdım." deyince, Harun Reşid: "O halde ben kimim?" diye sorar. Behlül: "Sen batıda iken, doğuda biri zulme uğrasa, kıyamet gününde Allah (c.c.)'ın senden hesap soracağı kimsesin." der. Harun Reşid, ağlamaya başlar ve "Durumumu nasıl görüyorsun?" diye sorar. Behlül de: "Durumunu Allah (c.c.)'ın kitabına arz edelim." der ve "Gerçekten o gün iyiler (inancı ve amelleri güzel olanlar) nimet (cennet) içindedirler. Facirler (günahkârlar ve kâfirler) ise cehennemdedirler." (82 İnfitar, 13-14) âyetlerini okur.
Harun Reşid: Peki, Rasülüllah'a olan yakınlığımız ne olacak?" der. Behlül: "Tekrar dirilmek için sura üfürüldüğü zaman, aralarında soy bağının hiçbir değeri kalmaz." (23 Mü'minun, 101) âyetini okur. Bu defa: "Rasûlullah'ın bizim için şefaati nerede?" diye sorar. Behlül: "O gün, Rahman olan Allah (c.c.)'ın izin verdiği ve konuşmasına rıza gösterdiği kimseden başkasının şefaati fayda vermeyecektir." (20 Taha, 109) âyetini okur. Bunun içindir ki mutlaka salih amel gereklidir. Bunlarda samîmi ve ihlaslı olmak lâzımdır. (2)
İşte Abbasi halifelerinden bu ünlü ve çok zengin olan Harun Reşid, su içiyordu. Bu sırada yanına ünlü bir bilge girdi. Harun Reşid, o bilgeye: "Bana nasihat, öğüt ver." diye ricada bulundu. Bilge: "Hükümdarım, diyelim ki, kızgın ve uçsuz bucaksız bir çöldesiniz. Ölmemek için bir bardak suya ihtiyacınız var. Bu su için servetinizin yarısını verir miydiniz?
Hükümdar, biraz düşünür ve ardından: "Ölmemek için evet. Ölmemek için servetimin yarısını da verirdim." der.
Bunun üzerine bilge kişi gülümseyerek şöyle der: "O halde, bir bardak su kadar kıymeti olmayan servetinle niçin öğünüp duruyorsun? Çölde bir yudum suya değiştiğin saltanatının nesine güveniyorsun?"
Sevgili can dostlar,
Dünya varlığına fazla güvenmemek lâzımdır. Bize hem dünyada hem de ahirette faydası olacak şeylere bakmamız gerekir. Bizimle ahirete gidecek şeyler hazırlamalıyız. Bir depremde nice zenginler birden fakirleşmedi mi?
Dünyaya aşırı bağlılık ancak, insanın sıkıntısını, üzüntüsünü, kaygısını artırır. Zühd yani dünyaya kalben bağlı olmamak ise kalbi ve bedeni rahatlatır. Malın, paranın yeri kalp değil, kasadır.
Şu iki insan dünyada azap içindedir. Sıkıntısı, stresi bitmez.
Birincisi: Dünya nimetleri kendisine verilmiş, fakat o bunları yeterli bulmayıp, dünya ile helâl - haram ayrımı yapmadan meşgul olmaya devam eden hırslı insandır.
İkincisi ise, Dünya nimetlerinden mahrum olduğu halde, onlara kavuşma tutkusu ile yanıp tutuşan hasretli insandır.
Öyleyse dünyadaki varlığımıza güvenmemeliyiz.
Kaynaklar:
1- Münzirî, Et- Terğib ve't- Terhib 4/ 157. Heysemî, Mecmau'z- Zevâid 10/ 286.
2- Bursevî, Ruhu'l- Beyân Tefsiri 1/ 258.
27) KARINCAYI BİLE İNCİTME
"Bir serçe kuşunu haksız yere öldüren kişiden Kıyamet gününde Allah (c.c.) bunun hesabını sorar."(1)
Bazı bilginler, ahlâkın esasının: "Allah (c.c.)'ın emirlerine saygı, yarattıklarına şefkat ve sevgiden ibaret olduğunu söylerler. İşte bu şefkatten istifade etmesi gerekenlerden bir grup da hayvanlardır.
Bir Allah dostu: "Karıncayı bile incitme. Çünkü onun da canı var. Can elbette tatlıdır. Ve o da Allah (c.c.)'ın yarattığıdır." der.
Elbette can tatlıdır. Kendi canımızın yanmasını istemediğimiz gibi başkalarının da canını yakmamalıyız.
Allah dostlarından Şibli hazretleri, buğday satan bir yerden buğday satın almıştı. Evine gelince buğdayı boşalttı. Buğday çuvalından birkaç tane karınca çıkıp, şaşkın şaşkın sağa sola kaçışmaya başladı. Hazret, karıncaların, yerlerinin değişmesinden rahatsız olduğunu görünce, "Bu hayvancağızların yuvalarından uzaklaşmalarına, ailelerinden ayrı düşmelerine sebeb oldum." diyerek karıncaları aldığı gibi buğday aldığı zahireciye (Buğday satıcısı) götürdü, yuvalarına bıraktı. Onun böyle davranmasına Hz. Peygamber (s.a.v.)'in karıncaların yuvalarının bozulmamasını, yakılmamasını, emretmelerini ve kuş yavrusunu veya kuş yumurtalarını alanları ikaz etmelerini hatırlaması sebeb olmuştur.
Bütün bunlar Sevgili Peygamberimiz'in: " Çölde susuz kalmış ve bir kuyunun etrafında dolanan köpeği sulayan kişinin affedildiğini" (2) ve "Bir kediyi bir odaya kapayıp aç susuz bırakarak ölümüne sebeb olan kadının da cehenneme düştüğünü" (3) bildirmesi, bizlerin de bu konularda çok dikkatli davranmamız ve varlıklara zarar vermememiz gerektiğini gösterir.
Peygamberimiz (s.a.v.) büyük bir ordunun başında Mekke'ye doğru ilerlerken, yolları üzerinde yeni doğmuş yavrularını emziren bir köpek görür. Derhal sahabilerden birini çağırır ve süt emen hayvanların önünde durarak, onları atlardan korumasını ister. Hz. Peygamber'in emri yerine getirilir ve ordunun yolu biraz kaydırılır. (4)
Ahmed b. Hanbel, hadisleri kaynağında zaptetmek için aylarca yol yürümeyi zevkle göze alırdı. Bir keresinde bir hadisi tespit için, uzun bir yolculuğa çıkması gerekmişti. Hadisi bilen zatı bulduğunda onun önündeki köpeğe ekmek vermekle meşgul olduğunu gördü. Selam verdi. Selamı alan zat, Hz. İmamla konuşmadan köpeğe ekmek vermeye devam etti. Köpeği doyurduktan sonra, Ahmed b. Hanbel'e dönerek şöyle dedi:
Seninle değil de köpekle meşgul olduğuma kızabilirsin.
Bu köpek aç kalmış. Allah (c.c.) da beni onun karşısına çıkarmıştır. Halinden perişanlığını anladığım için bu köpeği doyurmaya mecburum. Zira Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
"Kim bir ihtiyaç sahibinin kendisine arz edilen ihtiyacını (elinden geldiği halde) karşılamazsa, Allah (c.c.) da ahirette onun ihtiyacını karşılamaz." Bu köpek bana, hal diliyle ihtiyacını arz etti. Ondan yüz çevirirsem ahirette de benden yüz çevrilir.
Ahmed b. Hanbel daha fazla dayanamayıp:
"Tamam, tamam, işte aradığım hadisi buldum." dedi.
Evet, hiçbir canlıyı incitme, eziyet etme çünkü " Hayvanları da Allah (c.c.) yarattı." (16Nahl, 5- 8)
Sayıları sınırlı ve belli başlı hayvanların dışında bütün hayvanların fuzûli yere öldürülmeleri sorumluluğu gerektirir. Yılan, akrep, fare, kuduz köpek vb. yırtıcı hayvanlar gibi gerek insanlara, gerekse hayvanlara zararlı olanlar hariç, faydasız ve keyfi öldürülmeleri yasaklanmıştır.
Hayvan haklarını da en iyi Müslümanlar korur.
Kaynaklar:
1- Nesai, Dahâyâ 42, Sayd 34; Darimi, Edâhî 16; Ahmed, Müsned 2/ 164, 197, 210, 4/ 389.
2- Buharı, Şirb 9, Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153; Ebu Davud, Cihad 47.
3- Buhari, Şirb 9, Bedu'l- Halk 17; Müslim, Birr 151.
4- Dr. El- Hufî, Rasül ve Ahlak, s. 204- 206.
28) HERKES KENDİNE YAKIŞANI YAPAR
"İnsanların arasına karışıp da onların sıkıntılarına sabreden mümin, insanlar arasına karışmayıp, sabretmeyen müminden daha üstündür, (daha faziletlidir.)"(1)
Halkımız arasında, "Herkes kendine yakışanı yapar." diye bir söz vardır. Herkes kendine yakıştırabildiğini yapar. Bazen uygunsuz bir tavır veya davranış sergilersek büyüklerimiz tarafından: "Sana bu yaptığın yakıştı mı ya?" diye uyarılırız. Öyleyse kendimize yakışmayan, bize uygun düşmeyen söz, davranış ve hareketlerden uzak durmalıyız.
Adamın biri, Hz. İsa'ya hakaret eder. Orada bulunup da hakareti duyanlar:
"Niçin karşılık vermediniz?" diye sorunca, ondan şu cevabı alırlar: "Herkes yanındakinden verir. Onda olan benim yanımda yoktur."
Kendisini Hakk'a hizmete adamış bir gönül insanı, ziyaretine gittiği bazı insanlar tarafından hakarete uğrar. O da oradan sessiz sedasız ayrılıp üzüntülü olarak arkadaşlarının yanına döndüğünde cebinden çıkardığı kağıda bir şeyler yazmaya başlaması üzerine arkadaşları:
"Hocam, ne yazıyorsunuz?" diye merakla sorarlar. O güzel insan şu cevabı verir: "Bu, devamlı dua ettiğim insanların listesi. Bugün burada bana hakaret edenleri dua etmek için defterime yazıyorum."
Böyle geniş gönüllü olmalı ve geniş görüşlü olabilmeli, bizi anlamayanların ıslahı için de dua etmeliyiz. Nefislerinin esiri olan, nefis atına binerek sağa sola iftira ve gıybet okları atanlara karşı dua kalkanıyla cevap vermeliyiz.
Bazı insanlar vardır, çok çirkin sözler söyleyebilirler, kaba davranabilirler, görgüsüzlük, saygısızlık yapabilirler. Bunlara karşı nasıl davranılması gerektiğini Yüce Rabbimiz şöyle bildirir: "Rahmanın kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler. Kendini bilmez cahil kimseler kendilerine laf attığında "selam" derler (geçerler)." (25 Furkan, 63)
Allah Teâla yarattıklarını kıyamet günü topladığı zaman bir tellal şöyle seslenir: "Fazilet sahibi, erdemli kimseler nerede?"
Bunun üzerine azınlık bir grup kalkarak hızlıca cennete doğru hareket ederler. Bu arada melekler onları karşılayarak şöyle derler: "Görüyoruz ki hızla cennete gidiyorsunuz, öyle mi?" Onlar da "Evet, fazilet sahibi kişiler biziz." Melekler: "Faziletiniz ne idi?" Onlar: "Biz kendisine haksızlık edildiği zaman sabreder, kötülüğe uğradığımız zaman aldırmaz ve ahmaklık edildiği zaman da karşılık vermezdik." derler. Bunun üzerine onlara: "Girin cennete! Amel edenlerin ecri, mükafatı ne güzeldir!" denir. (2)
Sadi'nin Bostanı'nda şöyle bir hikaye anlatılır:
Kırlarda yaşayan birinin ayağını köpek ısırdı. Öyle bir kızgınlıkla ısırmıştı ki, ayağından zehirli kan damlıyordu. Adam gece boyu ayağının acısından, sancısından uyuyamamıştı. Küçük kızı acıdı fakat babasına çıkışmaktan da geri durmadı: "Senin dişin yok muydu? Sen de onun ayağını ısırsaydın ya." Adam acıyla kıvranıyor, hem de kızının söylediklerine gülmeye çalışıyordu. Şöyle cevap verdi: "Olmaz olur mu? Benim de dişim var. Fakat bir köpeğe dokunmasına gönlüm razı değil."
Evet, herkese yaptığının aynısıyla cevap vermek doğru olmayabilir. Onların seviyesine düşmemeli, onlarla tartışmaya girmemeli, kavga etmemeliyiz.
"Yumuşak huyluluğa sarıl. Sertlikten, hayasızlıktan, edebsizlikten uzak dur." (3)
"En şiddetli bela, sabrın az olmasıdır." (4)
Kaynaklar:
1-Tirmizi, Kıyame 55; İbni Mace, Fiten 23; Ahmed, Müsned, 21 43, 5/ 365.
2-Bursevî, Ruhu'l- Beyân Tefsiri, 6/ 52.
3-Buhari, Edeb 38. Münavî, Feyzu'l-Kadir 4/ 334.
4-Münavî, age. 3/ 352.
29) BÜYÜKLERE SAYGI
"Büyüklerimize saygı göstermeyen, küçüklerimize merhamet etmeyen ve âlimlerimize hak ettiği değeri vermeyen benim ümmetimden değildir."(1)
Can dostlar, sevgili arkadaşlar!
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) saçı sakalı ağarmış Müslümanlara saygı göstermenin, Allah (c.c.)'a duyulan saygıdan ileri geldiğini ifade ederdi. (2)
İkrama büyüklerden başlamayı tavsiye ederdi. Bir gün bununla ilgili bir rüyasını anlattı:
"Rüyamda dişlerimi misvakhyor (fırçalıyor)dum. Yanıma biri diğerinden daha büyük iki kişi geldi. Ben misvağı küçük olana verdim. 'Hayır, büyüğe vermelisin!' diye beni uyardılar. Ben de onun büyüğüne verdim." buyurdu. (3)
Söz ve konuşma hakkının öncelikle büyüklerde olduğunu söylerdi. Bir defasında büyüklerinden önce söze başlayan gence: "Büyüğünü tanı!" buyurmuştu. (4) "Büyükler neredeyse bereket, hayır oradadır." (5)
Çocuklar, Peygamber (s.a.v.)'in ilim ve sohbet meclislerinde hazır bulunurlardı. Babaları onların ellerinden tutar, o güzel toplantılara getirirdi. İşte oğlunu Rasülullah'ın meclisine getiren Hz. Ömer (r.a.)'in oğlu Abdullah anlatıyor:
Rasülullah (s.a.v): "Bana bir ağaç söyleyin! O ağaç Müslüman misali olsun; Rabbinin izniyle her zaman meyvesini versin ve yaprağını dökmesin." buyurmuştu. Benim içimden bu (Müslümana benzeyen) ağacın hurma olduğu geçti ama orada bulunan cemaatin en küçüğü ben olduğum için söylemekten çekindim. Orada Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Onlar birşey demeyince, Peygamber (s.a.v.), onun hurma ağacı olduğunu söyledi. Babamla beraber dışarı çıktıktan sonra: "Babacığım! Benim aklımdan da onun hurma olduğu geçmişti." dedim. Babam: "Peki, onu söylemene engel ne idi? Eğer onu söyleseydin bana şundan şundan daha sevimli gelirdi." dedi. Bunun üzerine ben de şöyle cevap verdim: "Baktım, sen ve Ebu Bekir bir şey demediniz. Ben de meclisin küçüğü olduğum için, büyüklere saygımdan dolayı konuşmaktan çekindim." (6)
Müslüman, büyüklerine karşı saygılı davranır. Biz, geniş hayat tecrübesi olan büyüklerimize saygı gösterirsek, onların hayır dualarını kazanmış, onların görgü ve bilgilerinden, tecrübelerinden yararlanmış oluruz. Bir toplumda büyükler, toplum binasının manevî direkleri yerindedir. Gençleri yetiştiren de onlardır. Pek çok değeri, eseri, onlar aracılığı ile kazanmışızdır. Onların, toplumun temelinde harçları vardır. Onlara hürmet, takdir etme, her şeyden önce vicdanî ve insanî bir görevdir.
Peygamber (s.a.v.), yaşlılara gösterilecek saygının en güzel örneğini kendi yaşayışı ile göstermiştir. O (s.a.v); amcası Abbas (r.a.)'a, bir çocuğun babasına gösterdiği saygıyı göstermiştir. (7)
Yine Peygamber (s.a.v), Cirane mevkiinde bir deve kestirmiş ve etinin dağıtılmasına nezaret ediyordu. Bu sırada süt annesi Halime (r.anha) çıkageldi. Peygamber (s.a.v.) onu görünce ayağa kalktı ve sırtından cübbesini çıkarıp yere serdi ve ridasının üzerine oturttu. (8)
Saygı tohumu eken, sevgi ekini biçer. Bir hikayede zamane çocuğu denilenlerden küçük bir kız çocuğundan, babası:
"Kızım, bir bardak su verebilir misin? diye su ister. Küçük kız:
"Kalkta kendin iç" der. Güya küçük kızın bu tavrını beğenmeyen büyük kız, babasına:
"Babacığım, sen onun öyle diyeceğini bilmiyor muydun? Kalk kendin iç, kalkmışken bir de bana getiriver." der.
Müslüman, edep ve haya sahibidir. Aradaki farkı görebildiniz mi? Müslüman saygısıyla, sevgisiyle, terbiyesiyle farklı olmalıdır.
Kaynaklar:
1- Tirmizi, Birr 73. Münavî, Feyzu'I- Kadir 5/ 389. Ahmed, 5/ 323.
2- Ebu Davud, Edeb 20.
3- Buhari, Vûdu 74; Müslim, Rüya 19, Zühd 70.
4- Buhari, Edeb 89; Müslim, Kasame 1, 2; Ebu Davud, Diyat 8, 9.
5- Hâkim, Müstedrek 1/131. Heysemi, Mecmauz- Zevaid, 8/ 15.
6- Buhari, İlim 4; Müslim, Münafikûn 63; Tirmizi, Edeb 79.
7- Münavî, age. 5/ 205.
8- Ali Nasıf, Tac 5.
Dostları ilə paylaş: |