Josja Rokven Inge Sieben



Yüklə 54,8 Kb.
tarix27.10.2017
ölçüsü54,8 Kb.
#15828



Aile

Aile
Josja Rokven

Inge Sieben

Loek Halman

Tilburg Üniversitesi, Hollanda
­


Aile

Son yıllarda birçok Avrupa ülkesinde aile ile ilgili olarak çok sayıda önemli değişikler meydana geldi. Bazı kişiler Avrupa’nın demografik tarihinde yeni bir çağın başladığını belirtmekte ve bu döneme “ikinci demografik geçiş” 1 adını vermektedirler. İlk demografik geçiş 19. yüzyılın başında ölüm oranlarında görülen kademeli düşüş ve doğurganlıkta görülen azalmayla birlikte başladı. İkinci geçiş 1965 yılı civarında başlayıp her bir kadın için 2,1 doğumdan daha düşük olan yenileme düzeyinin daha alt seviyesindeki doğurganlık oranlarıyla ve bununla beraber ortaya çıkan evliliklerdeki azalma ve boşanma durumlarındaki artışla tanımlanmaktadır. Aileyle ilgili değerlerde de bir değişim söz konusu oldu. Bu değişikliklerin arkasındaki itici gücün modernleşme olduğu düşünülmektedir.

Modernleşme teorisi teknolojik gelişmelerin sanayileşmeye, şehirleşmeye ve emek piyasasında önemli değişikliklere yol açtığını öne sürmektedir. Buna göre, mesleklerde tarım işlerinden sanayi işlerine ve sonra da sanayi sonrası işlerine doğru bir değişiklik söz konusu olmuş ve eğitimsel kimlikler daha da önemli hale gelmiştir. Buna ek olarak refah ve zenginlik düzeyi artmış bu da insanlara maddi anlamda bir güvenlik sağlamıştır. Bu ekonomik modernleşme sosyal, siyasi ve kültürel modernleşmenin de önünü açmıştır. Toplum daha rasyonel bir hal almış, siyasi sistemler demokrasiye dönüşmüş ve kültürel anlamda bir bireyselleşme süreci başlamıştır. Bireyselleşme bireysel özgürlük, hür irade ve bunların uygulanmasında meydana gelen artış anlamına gelmektedir. Özerklik, kişiye özellik, kendini gerçekleştirme ve kişisel mutluluğa yönelik değerler toplu hedefler taşıyan değerlere göre daha fazla önem kazanmıştır. Bu nedenle, kuzeybatı Avrupa’nın “modern” maddiyat sonrası ülkelerinde bireylerin mutluluğu için ortak bir “aile hedefi”ne güneydoğudaki geleneksel bakış açıya sahip ülkelere oranla daha az ihtiyaç duyulmaktadır. Bu geleneksel bakış açılı ülkelerde görülen ve büyük bir etkiye sahip olan bir diğer unsur da belli bir ülkedeki dindarlık seviyesidir. Dindar kişiler geleneksel aile yönelimlerini teşvik eden kilise gibi gelenekler kurumlarca yönlendirilmektedirler. Bu, bir ülkenim kültürel iklimini bu ülkedeki dindar olmayan kişiler açısından da değiştirir; genel olarak daha dindar ülkelerdeki kişiler daha az dindar ülkelerde yaşayan bireylere oranlara daha fazla geleneksel aile yönelimlerine sahiptir. Kiliselerin baskın rolü birçok Avrupa ülkesinde sarsıldığı için her geçen gün daha az sayıda insan eylemlerinde ve düşüncelerinde kilisenin söylediklerine göre hareket etmektedir.

Aile
Modern” toplumlarda artık insanlara nasıl davranmaları ve neyin yanlış neyin doğru olduğuna karar vermeleri konusunda hiçbir düşünce dikte edilemez. İnsanlar özgür ve bağımsız olmak istiyorlar. Kararlar kişisel ve bireysel tercihlere göre alınıyor. Araştırmalar ekonomik anlamda modernleşmiş ülkelerdeki kişilerin bireysel özgürlük ve hür irade kavramlarını hayatlarına en iyi uygulayan bireyler olduğunu göstermektedir.2

“Modern” toplumlarda bireysel özgürlük ve bağımsızlık üzerinde yoğunlaşma aynı zamanda hem erkeğin hem de kadının artık kişisel gelirlerini kazanmak üzere çalışmaları anlamına gelmektedir. Kadınların emek pazarına katılımı birçok Avrupa ülkesinde artış göstermiştir. Eskiden kadınların ev dışında çalışmaları kabul edilebilir bir durum değilken bu durumun artık çok daha fazla kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Bu durum aynı zamanda refah düzeyinin artmasıyla ve çok sayıda ülkede annelerin mesleklerini ve ev işlerini birlikte götürmelerini sağlamak üzere oluşturulan imkânlarla da açıklanabilir. Tüm bunlara rağmen erkek ve kadın hala eşit değildir. Daha önceki çalışmalar kadınların emek pazarındaki giderek artan katılımlarına rağmen erkeklerin ev işlerine katılımlarının çok az olduğunu göstermektedir. Ayrıca, insanların çoğu çalışan anneleri onaylamalarına rağmen, yine de tam zamanlı meslekleri olan annelere itiraz ediyorlar çünkü bunun aile için olumsuz sonuçlar doğurabileceğini düşünüyorlar. Annelerin çalışma saatleriyle ilgili görüşlerin kadınların aile durumlarıyla yakından ilgili olduğu görülüyor. Genel olarak kuzeybatı Avrupa’daki maddiyat sonrası ülkelerde kadınların rolü ile ilgili “modern” görüşlerin hâkim olduğu görülüyor.

Şunu da belirtmek gerekiyor ki bir toplum “modern” olarak nitelendirildiğinde bu illa da o toplumun ileri ve gelişmiş bir toplum olduğu anlamına gelmez, sadece bazı ülkelerin ekonomik anlamda diğerlerinden daha ileride olduğunu ve değer kalıplarının diğerlerine göre daha liberal ve geleneksellikten daha uzak olduğunu ifade eder. Bunun iyi mi yoksa kötü bir şey mi olduğuna ise insanlar kendi düşüncelerine göre karar verir.

Bu makalede bizler ekonomik modernleşme sürecine (daha fazla refah) ve kültürel modernleşme (bireyselleşme ve laikleşme: daha fazla kişisel özgürlük) sürecine bakarak Avrupa ülkeleri arasındaki farkları açıklayacağız. Şunu da belirtmek gerekiyor ki ülkeler arasındaki bütün farkları ifade etmek mümkün değildir. Avrupa’yı şekillendiren kültürel mirasların, dillerin, dini ve ideolojik geleneklerin çeşitliliğine ve siyasi ve eğitim sistemlerindeki farklıklılara bağlı olarak ortaya çıkabilecek istisnalar söz konusu olabilir. Bunun yanı sıra modernleşme süreci her ülkede farklı bir hızda gerçekleşmekte ve kültürel değişiklikler ekonomik değişiklikleri her yerde aynı şekilde takip etmemektedir3. Bu nedenle aile ile ilişkili olan değerler bir ülkenin kendine özgü ulusal bağlamına ve tarihi gelişimine göre farklılık göstermektedir.




Aile

Evlilik

Evliliklerin sayısı sürekli bir azalma göstermektedir ve boşanmaların ve birlikte yaşama gibi geleneksel evlilik biçimine alternatiflerin sayısı artmaktadır. Bunun sonucunda da kişi artık evliliğin erkekle kadın arasındaki ilişkinin tek biçimi olmadığını düşünebilmektedir4. Buna rağmen çoğu insan evliliği hala önemli görmekte ve bu nedenle de evliliği henüz miladını doldurmamış bir kurum olarak düşünmektedir5. Modernleşme ve bireyselleşme kuramlarında öne sürülenin aksine, evliliğe alternatif biçimlerin serbest bırakılması evlilik kurumunun reddedilmesine neden olmamıştır. Bu bakış açılarına göre, insanlar artık geleneklere bağlı olmayıp kendi kişisel tercih ve inançlarına göre davranmakta özgürdürler, bu görüşte kişisel tatmin ve kişinin kendini ifade etmesi de vurgulanmaktadır. Bu nedenle, evlilik önceden belirlenmiş belli kurallar üzerine kurulmamalıdır. Aksine, evlilik kişisel bir tercih konusu haline gelmiştir. Bu teorilere göre, her geçen gün daha da artan bireyselleşme ve kendini ifade etme geleneksel aile yönelimlerinde bir düşüşe neden olmaktadır. Fakat daha önce de belirtildiği gibi, evlilik konusunda bu durum söz konusu değilmiş gibi görünüyor; çoğu Avrupalı, evliliğin miladını doldurmuş bir kurum olduğunu düşünmemektedir (AoEV s. 30’daki grafik). Avrupa’daki farklı ülkelerde yaşayan halklar arasındaki fazla bir fark olmaması ve çoğu Avrupalının evliliğe karşı pozitif tutumda olması kayda değerdir. Bu durum, boşanmaların ve birlikte yaşayan insanların sayısında meydana gelen artışla çelişiyor gibi görünüyor, ama illa da öyle olacak diye bir şey söz konusu değil. Katılımcıların çoğu evlidir. Bu nedenle, kendi durumlarına karşı gelmemeleri çok da garipsenecek bir durum değildir. Ayrıca, çok sayıda insan evliliğin ülkelerinde çok yaygın olduğunu görüyor bu nedenle de evliliğin henüz miladı dolmuş bir kurum olmadığını düşünüyor. Bunun yanı sıra, katılımcıların evliliği bir eşle birlikte yaşamak olarak yorumlamaları da mümkündür, birlikte yaşayan kişiler de evliliğin modası geçmiş bir şey olmadığını kabul ediyorlar. Evlilik Avrupa’da hala güçlü ve çekici durumdadır; öyle görünüyor ki herkes hayat boyu yanında olacak bir eşe sahip olmak istiyor.

A
Aile
yrıca çok sayıda Avrupalı “Mutlu olmak için evliliğin ya da uzun süreli kalıcı bir ilişki gereklidir” (AoEV s.31’deki harita) görüşüne katılmaktadır. Avrupa’nın güneydoğu kısmındaki hemen hemen herkesin mutluluk için bir ilişkinin ön koşul olduğunu düşünmesi fakat bu görüşe kuzeybatı kesimdeki kişilerin katılmaması kayda değerdir. Bu farklılıkları hem ekonomik hem de kültürel farklılıklara bakarak açıklayabiliriz. Artan refah ve çok sayıda kadının emek pazarına katılımından dolayı ekonomi açısından bakıldığında artık eşlerin gelirlerini bir araya getirmek gibi bir zorunluluklarının olmadığı görülmektedir. Bu nedenle Avrupa’nın zengin kuzey batı kesiminde kişinin ekonomik mutluluğu için evli olmasına veya eş sahibi olmasına gerek yoktur. Bu ekonomik modernleşme sürecine ek olarak bireyselleşme ve laikleşme de bu noktada önemli rol oynamaktadır. Günümüzde insanların daha çok kişisel özgürlükleri söz konusu olduğu için mevcut kuralları ve normları (örneğin kilise kurallarını) sorgusuz sualsiz eskisi kadar çok fazla kabul etmiyorlar. Kendi yaşam biçimlerini seçiyorlar, kararlarını kişisel ilgi ve değerlerine göre veriyorlar. Kuzeybatı Avrupa’nın güçlü şekilde bireyselleşmiş toplumlarında bir kişi ile olan ilişki mutluluk için güneydoğu Avrupa’daki daha geleneksel ülkelere oranla daha az bir önkoşul oluşturmaktadır. Bunun dışında, eşi olan kişilerin eşi olmayan kişilere göre genelde daha mutlu oldukları görülüyor (AoEV s. 116’daki grafik). İlişki sahibi olmanın daha fazla mutluluğa neden olduğuna dair bir sonuca ulaşmadan önce kimin bir eş sahibi kiminse eş sahibi olmadığını bilmemiz gerekiyor. Belki de eşler için kendilerinden ve hayatlarından memnun olan ve hayatın güzel taraflarını gören kişiler, hayatın kaybeden tarafında olan, kader mahkûmu olan ve bu nedenle de yalnız kalan kişilere göre daha çekicidir.6

İnsanlara başarılı bir evlilik için hangi faktörlerin en önemli olduğu sorulduğunda (AoEV s.3’teki ve daha sonrasındaki haritalar), genelde sadakat, karşılıklı saygı, anlayış ve hoşgörü gibi ilişkinin duygusal boyutuyla ilgili unsurlara değinilmektedir. Özellikle kuzeybatı Avrupa’da bu unsurlardan bahsedilirken yeterli gelir ve iyi konut gibi maddi durumların daha az önem taşıdığı düşünülmektedir. Avrupa’nın güneydoğu kısmındaki ve Türkiye’deki bireyler bu maddi durumların başarılı bir evliliğe katkısı olan oldukça önemli etmenler olduğunu düşünüyorlar. Bu farklılıklar modernleşme teorisiyle ve maddi değerleri olan kişilerle maddiyat sonrası değerleri olan kişiler arasında ayrımda bulunan Ronald Inglehart’ın ilgili düşüncesiyle uygunluk göstermektedir.7 Inglehart düşüncelerini Maslov’un8 alt ve üst insan ihtiyaçları arasında ayrım yaptığı ihtiyaçlar hiyerarşisine dayandırmaktadır. Hiyerarşi, yiyecek ve korunma, güvenlik, sevgi ve saygınlık, kendini gerçekleştirme şeklindedir. Bunun yanı sıra Inglehart ekonomik refahtaki büyük artıştan dolayı insanların daha alt seviyedeki ihtiyaçlarının karşılanmasını kolay görürken daha üst tabakadaki ihtiyaçlarını tatmin etmeye çalışırlar. İnsanların alt tabakadaki ihtiyaçları karşılanır karşılanmaz maddiyat sonrası ihtiyaçlarını karşıladığını ileri sürmektedir. Güneydoğu Avrupa’daki ülkeler kuzeybatı Avrupa’daki ülkelerden daha az bir ekonomik gelişme gösterdiği için güneydoğudaki insanlar kuzeybatıdakilere oranla maddi durumların başarılı bir evlilik için daha önemli olduğunu düşünmektedir. Diğer taraftan, ilişkinin duygusal niteliği üzerine yapılan vurgu bireyin ve bireyin mutluluğunun öneminin göstergesidir. Bu da ayrıca şu anlama gelmektedir ki insanlar kendilerini sevgisiz ve ilgisizlik hissettiklerinde, boşanma “modern” toplumlarda haklı görülebilir bir durum haline gelmektedir.9 Boşanmanın diğer gerekçeleri üzerinde çok daha az anlaşma söz konusu olduğu için bu ülkelerdeki evliliğin genel olarak kişisel mutluluğa ve eşlerin güvenliğine hizmet ettiği sonucuna varılabilir.




Aile

Boşanma

Bu nedenle, evlilik çok sayıda alternatifin bile mevcut olduğu ülkelerde hala önemli ve çok değerlidir (AoEV’de s.30’daki harita). Aynı zamanda, insanlar boşanmaya da karşı gelmiyorlar. Özellikle kuzeybatı Avrupa’da boşanma yaygın bir kabul görmezken güneydoğu ve doğu Avrupa’da bu durum daha az söz konusudur ve İrlanda’da bu durum en az seviyededir. Modernleşme ve bireyselleşme süreçleri boşanan kişilerin etiketlenmesini engeller, çünkü “modern” toplumlarda evliliğin anlamı değişmiştir (yukarıya bakınız). Evlilik artık hayat boyu bir sorumluluk olarak görülmemektedir, boşanma evliliğin normal bir sonucu olarak düşünülmektedir.10


Aile
Avrupa’da hala ailenin popülaritesi devam etmektedir. Çoğu insan aile unsuru üzerinde daha fazla durulmasının iyi olacağına inanmaktadır. (AoEV’de s.27’deki grafikler). Bu sadece Avrupa’nın güney ve doğu kesimlerinde görülen bir durum değildir; kuzeybatı Avrupa ülkelerinde de insanların çoğu aileyi önemli olarak görmektedirler. Bu nedenle, tüm Avrupa ülkelerindeki kişiler aileyi toplumun temel taşı olarak görmektedirler. Aslında aileye verilen önemi çok da garipsenecek bir şey değildir çünkü araştırmalar ailenin bireysel ihtiyaçların en iyi şekilde karşılandığı yer olduğunu göstermektedir. Tabii ki bu ailenin geleneksel yapıdaki tek düşünce olduğu anlamına gelmemektedir. ‘Aile’ kavramı yirmi otuz sene önceki döneme göre günümüzde daha geniş şekilde tanımlanmaktadır. Bu nedenle, insanlar ‘aile’ ilgili soruları cevapladığında farklı şeyler ifade ediyor olabilirler. Çok geniş yelpazedeki aile tipleri ve birlikte yaşama biçimleri ‘aile’ terimiyle ifade edilmektedir. Bununlar beraber, ‘aile’ fikrinin hem geleneksel kültürlerde hem de daha da bireyselleşmiş toplumlarda sürekli bir değeri temsil ettiği kabul edilmiş gibi görünüyor11.


Aile

Çocuk sahibi olmak veya olmamak

Çocuksuz kalma seçeneği genelde en modern toplumlarda kabul edilmektedir. Bu da çocuk sahibi olmanın günümüzde bir görevden çok bir tercih olduğu anlamına gelmiyor. Yaptıkları kariyerlerden dolayı çocuksuz kalacak da olsalar her geçen gün daha çok sayıda insan kadınların kariyer yapmasını tercih etmektedir. Sadece çocuk sahibi olmak bir seçenek haline gelmemiş, çocuk ‘imgesi’ de değişmiştir. “Geleneksel” toplumlarda çocuklar ekonomik bir ihtiyaç olarak görülmektedir. Sonuçta anne babalar kendi kendilerine işlerin üstesinden gelemeyecek duruma geldiklerinde bir kişinin onlarla ilgilenmesi gerekiyor. Bununla birlikte artan zenginlik ve refahla birlikte çocuklar “modern” toplumlarda artık birer ihtiyaç olarak görülmüyorlar. Geleneksel düşüncenin yerini daha bireyci bir bakış açısı almıştır. Bu bakış açısına göre kadınlar eğer çocuk sahibi olacaklarsa nasıl ve ne zaman olacaklarına kendileri karar verir. Çocuk sahibi olmanın artık gerekli olmadığı, kadınların hedeflerine ulaşmak için çocuk sahibi olmasının gerekip gerekmediği sorusuna verilen cevaplardan anlaşılmaktadır (AoEV’de s.29’deki harita). Çoğu batı Avrupa ülkesinde sadece azınlıkta kalan bir grup bu görüşe katılır. Hâlbuki Avrupa’nın doğu ve güney kısmında insanların çoğu bu şekilde düşünmektedir. Bu da modernleşmenin ve bireyselleşmenin bir sonucu olarak açıklanabilir.

Hâlbuki bu bireyselliğin sınırsız olduğu ve kişinin ne isterse yapabileceği anlamına gelmemektedir. Çoğu kişi insanların çocuk sahibi olmaya karar vermeden önce bir evliliğe ya da uzun süreli bir ilişkiye sahip olması gerektiğine inanıyor. Ayrıca, çocuğun menfaati yani mutlu şekilde büyümesi kadının menfaatinden yani çocuk sahibi olma isteğinden daha önemli görülüyor (AoEV’de s.28’deki grafik). Bu durum çoğunluğun bir çocuğun mutlu şekilde yetişebilmesi için hem bir anneye hem de bir babaya ihtiyacı olduğu fikrini desteklemesinden çok net şekilde anlaşılmaktadır (AoEV’de s.29’deki harita). İki ebeveynli model çocukların normal gelişimleri için temel öneme sahip bir faktör olarak görülüyor12. Bu noktada bireyciliğin sınırlarını görüyoruz; konu çocuklar olduğunda insanlar bireyci görüşlere bağlı kalmaya daha az eğilimli oluyorlar ve geleneksel aile kalıbına yöneliyorlar. Görünüşe bakılırsa çocukların her iki ebeveyne de ihtiyaç duydukları genel manada paylaşılan bir fikir durumundadır. Araştırma sonuçları iki ebeveynli ailelerden gelen çocukların tek ebeveynli ailelerden gelen çocuklara göre daha iyi durumda olduklarını gösteriyor. İki ebeveynli aileler tek ebeveynli ailelere göre daha fazla duygusal ve ekonomik güvence ve daha iyi yaşam fırsatları sunmaktadır.13 Avrupa’nın kuzey ve batı kesimindeki insanlar çocuğun hem bir anneye hem de bir babaya ihtiyaçları olduğu fikrine güney ve doğu kesimdeki insanlara göre daha az katılmaktadır.


Aile
Yani çocuklar “modern” toplumlarda hala önemli bir konuma sahiptir. Çocuk sahibi olmak istemeyen kişilerin sayısı aslına bakılırsa çok azdır. Çocuklar artık bireyin başarısı için gerekli görülmese de ilişkinin başarısı için en azından batı Avrupa’da oldukça önemli görülmektedir. Daha “geleneksel” doğu Avrupa’da, çocuk sahibi olmak neredeyse sosyal bir norm haline gelmiştir. Dikkat çekici olan nokta şu ki çocukların iyi olması kişinin kendi iyiliğinden daha önemlidir. Çok sayıda kişi bir baba ve bir annenin oluşturduğu geleneksel aile kalıbını çocuğun mutluluğu için uygun bulmaktadır.
Ebeveynlik değerleri

Sadece ebeveynlik bir seçenek haline gelmedi aynı zamanda ebeveynlerin çocukların sosyalleşme sürecinde oynadıkları rol de değişti; bir öğretmeden bir arkadaşa dönüşüm süreci gözlendi. Aile, ebeveynler ve çocuklar arasındaki ilişkinin eşitlendiği demokratik bir kurum haline gelmiştir. Bu nedenle de ebeveynlerin rolü değişti; çocuk yetiştirme süreci katı disiplinli bir gözetim sürecinden çıkıp daha çok çocuğun gelişimindeki duygusal ve ilişkisel yönlerle ilgilenme durumuna dönüşmüştür. Bunun sonucunda ebeveynlerin çocuklarına öğrettikleri şeyler de değişti. “Modern” toplumlardaki kişiler itaat ve disiplin gibi nitelikler (AoEV’de s.38’deki haritalar) üzerinde yoğunlaşmak yerine sorumluluk be bağımsızlık duygularını çocuklarına öğretmeyi daha önemli görmektedirler (AoEV’de s.40-41’deki haritalar), çünkü bunlar bireysel özgürlüğü ve kendini gerçekleştirmeyi teşvik eden değerlerdir.




Aile

Kadınların iş piyasasına katılımı

Genel olarak anneler özellikle de evdeki çocuklar küçük olduklarında babalardan daha az çalışmaktadırlar. Genelde anneler işi bırakmakla tam zamanlı çalışıp resmi ya da gayri resmi çocuk bakıcıları kullanma seçenekleri arasında seçim yapmak zorunda kalırlar. İspanya’da kadınlar ya çalışmazlar ya da tam zamanlı çalışırlar; yarı zamanlı çalışma oldukça nadir rastlanır bir durumdur. Görünen o ki Birleşik Krallık’ta kadınlar çocuk sahibi olduklarında çalışma saatlerini azaltmıyorlar. İsveç’te de meslek hayatını ve çocuk bakmayı birleştiren oldukça güzel imkânlar mevcuttur, bu istisnai bir durum değildir. Hâlbuki Hollanda’da yarı zamanlı çalışma bir süredir işle çocuk bakımını birleştirmenin ideal yöntemi olarak uygulanmaktadır. Birleşik Krallık ve Almanya’da yarı zamanlıların çoğu ev dışında 20 saatten daha az çalışırken, Fransa, İspanya ve özellikle de İsveç’te sadece çok az sayıda kadın 20 saatten az çalışmaktadır. Genel olarak araştırmalar çocuk sahibi olmanın kadınların iş piyasasında daha az saat çalışmalarına neden olduğunu göstermektedir.

Tabii ki bu kalıplar insanların çalışan annelerle ilgili görüşleriyle alakalıdır. Ev dışında çalışma “modern” toplumlarda her geçen gün daha fazla kabul görmektedir, bu nedenle işi çocuk bakımıyla birleştirme görüşüne daha az itiraz söz konusudur. Bununla birlikte, çoğu kişi annelerin çalışmasını doğru bulmasına rağmen, kadınların tam zamanlı çalışması durumunda insanlar daha fazla itiraz etmektedir çünkü bu durumun aile için olumsuz sonuçlarının olacağını düşünmektedirler. Daha önce de gördüğümüz gibi birçok erkek ve kadın özellikle de çocuklar küçük olduğunda çocuğun hem anne hem de baba tarafından büyütülmesini tercih etmektedir. Buna ek olarak ebeveynler çocuğun okula gidiyor olması durumunda çocuk okuldan eve döndüğünde evde mutlaka birisinin olmasını tercih ediyorlar. Bununla birlikte bir değişimden de söz edileblir: küçük veya okul öncesi dönemdeki çocukların annelerinin çalışması durumunda daha az sıkıntı yaşadıkları görülmektedir. Buradan ortaya çıkan şey şu ki çalışma saatleriyle ilgili düşünceler kadınların aile durumuyla yakından ilişkilidir. Özellikle kuzey İskandinavya ülkelerindeki insanlar annenin rolüyle ilgili olarak “modern” değerlere sahipmiş gibi görünüyor. Ayrıca, çalışmayan anneler gibi çalışan a
Aile
nnelerin de çocuklarıyla sıcak bir ilişki kurabileceğine (AoEV’de s.37’deki harita), okul öncesi dönemdeki bir çocuğun annesinin çalışmasından fazla etkilenmeyeceğine, ev hanımı olmanın kadınların gerçekte istediği şey olmadığına, hem erkeğin hem de kadının hane halkı gelirine katkıda bulunması gerektiğine (AoEV’de s.37’deki harita) ve babaların çocuklara bakma konusunda anneler kadar yeterli olduğuna inanmaktadırlar. Akdeniz ülkelerindeki insanların çoğu bunun zıddını düşünmektedir. Hollanda, İzlanda ve İngiltere gibi ülkeler orta sırada bulunmaktadırlar. Bu ülkelerde bireyler evde erkeklerin ve kadınların eşit olması gerektiğine inanıyor ancak iş piyasasında daha az eşitlikçi (eşit) düşüncelere sahip oldukları görülüyor. Slovenya ve Slovakya ile birlikte Çek Cumhuriyeti iş piyasasındaki eşitlikle ilgili olarak oldukça yüksek puanlara sahiptir. Bu ülkelerde kadınların çalışmaları konusundaki daha “modern” düşünceler kadınların siyasi, cinsiyet ve ekonomik eşitliğinin komünist rejimin hâkim olduğu on yıllar boyu temel siyasi hedef olarak ilan edilmesiyle açıklanabilir. Görünüşe bakılırsa doğu Avrupa’nın Rusya, Ukrayna, Polonya ve Litvanya gibi diğer kısımlarındaki insanlar iş piyasasında orta düzeyde bir eşitliği kabul etmelerine rağmen bu konudaki en geleneksel düşüncelere sahip topluluğu oluşturuyorlar. Öyle görünüyor ki bu noktada başka kültürel ve tarihi etmenler rol oynuyor, bunlardan birisi de daha “geleneksel” aile değerlerini yayan kilisenin büyük etkisidir.

Sonuç

E


This project has been funded with support from the European Commission. This publication reflects the views only of the author, and the Commission cannot be held responsible for any use which may be made of the information contained therein.



konomik modernleşme süreçlerine, yani refah seviyesindeki artışa, kültürel modernleşme süreçlerinin yani bireyselleşme ve laikleşme sonucunda ortaya çıkan kişisel özgürlüğün eşlik ettiği görülüyor. Avrupa’daki daha “modern” ülkelerde aile hayatıyla ilgili değerler “geleneksel” ülkelere oranla daha liberal durumdadır. Bu durum özellikle de evlilik ve evliliği başarılı kılan mutluluk, boşanma gerekçeleri, ebeveyn değerleri ve çalışan kadınlarla ilgili düşüncelerde geçerlidir. Yine de tüm Avrupa ülkelerindeki insanlar evliliğin miladı dolmuş bir kurum olmadığını düşünmektedirler ve aileyi önemli olarak görmektedirler. Bununla birlikte evlilik ve aile sözcüklerinin anlamlarının daha “modern” ülkelerde değişmiş olması da gayet normaldir. Tüm ülkeler arasındaki farklılıklar modernleşme süreciyle açıklanamayacağı için ülkelerdeki özel durumları incelemek önemli hale gelmektedir.

1 Van de Kaa, D.J. (1987). Europe’s Second Demographic Transition. Population Bulletin, 42(1):1-59.

2 Hagenaars, J. Halman, L. & Moors, G. (2003). Exploring Europe’s basic values map. Pp 23-58 in Arts, W., Hagenaars, J. & Halman, L. (Eds.) The cultural diversity of European unity. Leiden: Brill.

3 De Graaf, P. (2007). Waarden die ertoe doe. De European Values Study in de 21e eeuw. [Values that matter. The European Values Study in the 21st century] Tilburg: Tilburg University.

4 Halman, L. (1996). Family and education: changing values? Results from the European values Studies. Paper to be presented at the International Conference Crossroads in Cultural Studies.

5 Manning, W.D., & Longmore, M.A., & Giordano, P.C. (2007) The changing institution of marriage adolescents’ expectations to cohabit and to marry. Journal of Marriage and the Family, 69, pp 559-575.

6 Stutzer, A. & Frey, B. (2006) Does marriage make people happy, or do happy people get married? The Journal of Socio-Economics, 35: 326–347.

7 Inglehart, R. (1977). The silent revolution: Changing values and political styles among western publics. Princeton: Princeton University Press.

8 Maslov, H.H. (1954). Motivation and personality. New York: Harper and Row.

9 Cherlin, A.J. (2004). The deinstitutionalization of American marriages. Journal of marriage and family, 66, pp 848-861

10 Manning, W.D., & Longmore, M.A., & Giordano, P.C. (2007) The changing institution of marriage adolescents’ expectations to cohabit and to marry. Journal of Marriage and the Family, 69, pp 559-575.

11 Halman, L. (1999). Recente ontwikkelingen in het martkonderzoek. Jaarboek van de Nederlandse Vereniging voor Marktonderzoek en Informatiemanagement (NVMI).

12 Halman, L. (1999). Recente ontwikkelingen in het martkonderzoek.Jaarboek van de Nederlandse Vereniging voor Marktonderzoek en Informatiemanagement (NVMI).

13 Whitehead, B.D. (1998). The Divorce Culture. Rethinking Our Commitments to Marriage and Family. New York: Vintage Books; see also Coltrane, S. (1998). Gender and Families. Thousand Oaks: The Forge Press.


Yüklə 54,8 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin