Cumhuriyet Döneminde Türkçe


Törensel Nitelikli Köy Seyirlik Oyunlarının Kaynakları / Yrd. Doç. Dr. Dilaver Düzgün [s.313-322]



Yüklə 11,95 Mb.
səhifə40/102
tarix03.01.2019
ölçüsü11,95 Mb.
#89302
növüYazı
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   102

Törensel Nitelikli Köy Seyirlik Oyunlarının Kaynakları / Yrd. Doç. Dr. Dilaver Düzgün [s.313-322]

Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Daha çok köy çevrelerinde, yılın belirli günlerindeki bazı törenlerle düğünlerde veya kış aylarında düzenlenen sıra gecelerinde sergilenen oyunlar, köy seyirlik oyunları olarak adlandırılmaktadır. İncelemecilerin köylü temsilleri, köy tiyatrosu, köy orta oyunları gibi terimlerle ifade ettikleri bu oyunlara geleneğin kendisi bir ad vermez ve yapılan iş, “oyun çıkarmak”, “oyun yapmak” deyimleriyle karşılanır. Belirli günlerde sergilenen belli başlı törensel nitelikli oyunlar şunlardır:

I. Törensel Nitelikli Köy Seyirlik Oyunları

A. Yağmur Gelini

Anadolu’da yağmurların yağmadığı, kuraklığın söz konusu olduğu dönemlerde çocukların ve bazen de gençlerin sergiledikleri törensel nitelikli oyun, yaygın kullanımı ile Yağmur Gelini olarak bilinir. Bunun yanı sıra Dodu, Çömçe Gelin, Kepçe Gelin, Bolbadik adları da farklı bölgelerde yağmur gelinini karşılamak üzere kullanılır. Oyunun oynanış biçiminde de bazı nüanslar görülür. En yaygın biçimiyle oyun şöyle sergilenir: 13-15 yaşlarındaki çocuklar bir araya gelerek bir süpürgeye elbise giydirip gelin gibi süslerler. Bu yapma bebek, uzun bir çubuğa bağlanır. Çubuğu tutan iki çocuk önde yürürler, diğer çocuklar da arkadan onları takip ederler. Böylece bütün evler dolaşılır. Her evin önüne geldiklerinde çocuklar şunları söylerler:

Bolbadiğim bol ister

Kaşık kaşık yağ ister

Verenin bir güzel oğlu olsun

Vermeyenin topal mopal bir kızı olsun

Tarlasını sel bassın

Önünde beklenen evin hanımı çıkar, yağmur gelinine ve çocuklara su serper. Çocuklara evden yağ, bulgur, yumurta gibi yiyecekler verir. Çocuklar hep bir ağızdan bağırırlar:

Tarlada çamur

Teknede hamur

Ver Allah’ım ver

Bir sulu yağmur

Evleri sırayla dolaşan çocuklar bir araya gelerek topladıkları yiyecekleri pişirip yerler, eğlenirler.

B. Saya


Köy seyirlik oyunlarının bir kısmı koç katımı, saya ve döl olarak bilinen yılın belli günlerinde sunulur. Bu dönemlerden ilki, üremenin başlangıcını, ikincisi bu yolda alınan önemli bir mesafeyi, sonuncusu ise doğumla birlikte gelen mutluluğu ifade eder. Özellikle koç katımından 100 gün sonra sergilenen ve dramatik ögelerle beslenen saya törenleri, bütün Türk dünyasında bilinir. Bu törenler, kuzunun anne karnında 100 günlük iken canlandığı, tüylerinin çıktığı inancından kaynaklanır ve bolluk, bereket getirmesi amacıyla ortaya konulur. Farklı bölgelere göre koç katımı zamanı değiştiğinden buna bağlı olarak sayanın ortaya konuluş zamanı da değişiklik arz eder. Bu tarih, çoğunlukla ocak, şubat aylarına rastlar. Bazı yörelerde “koyun yüzü”, “davar yüzü” adlarıyla da bilinir. Koyunculukla uğraşan bölgelerde bugün de varlığını sürdüren saya törenleri Azerbaycan sahasında yaylaya göç etme, koyunların kırpılması ve kuzuların doğumu esnasında da sergilenir. Anadolu’da bu gösteriler gece düzenlenir ve şöyle gelişir: Çobanlarla onlara katılan çocuklar ve gençler türlü garip kıyafetlere girerler, kapı kapı gezerek “sayacı sözleri” denilen tekerlemeye benzer türküler söyleyerek yiyecek ve bahşiş toplarlar. Kimi yerlerde bu gezme sırasında basit senaryolu bir oyun da ortaya konulur. Oyunun iki önemli kişisi Arap’la İhtiyar kavga ederler. İhtiyar ölür. Ağzına yiyecek konulunca dirilir. Evden eve gezmeler sona erince sayacılar, toplanan yiyeceklerden yemek yaparak yerler ve geç vakitlere kadar çalıp oynayarak eğlenirler. Bünyesinde barındırdığı dramatik unsurlar nedeniyle köy seyirlik oyunları ile ilgili araştırmalara konu olan saya, yılın belli günlerinde gerçekleştirilmesi ve kalıplaşmış birtakım davranışları içererek sevinç ve coşku içinde kutlanması gibi nedenlerle bir çeşit bayram kabul edilmiştir.

C. Nevruz Törenlerinde Sunulan Oyunlar

İklimlerdeki değişikliğe bağlı olarak, özellikle yeni yıl kavramı etrafında düzenlenen dramatik gösterilerle beslenen törenler, bütün Türk dünyasında nevruz veya yeni gün olarak bilinir. Türk topluluklarının nevruz kutlamaları sırasında çeşitli sportif oyunların ve halk danslarının yanı sıra seyirlik oyunlara da yer verilmektedir. Bu oyunların gerek Anadolu sahasında, gerekse Anadolu dışındaki Türkler arasında sergileniş biçimine baktığımızda temelde ortak unsurların işlenmesine rağmen ayrıntılarda bazı farklılıklar bulunduğunu görüyoruz. Geniş Türk coğrafyasında nevruz törenlerinde sunulan dramatik gösterilerin en yaygın olanları Kos-kosa ve Deve oyunlarıdır.

Kos-kosa: Köse Gelin, Köse Oyunu vb. adlarla da bilinen oyun en az dört kişi ile oynanır. Bunlardan biri “kosa” veya “bey” rolündedir. Kosanın kılığı bölgelere göre değişir. Azerbaycan’da ters çevrilmiş bir kürk giydirilir. Yüzü unlanır. Başına uzunca bakır veya başka bir madenden bir başlık konulur, ayaklarına ayak şeklinde ağaç sarılır, boynuna çan takılır. Elbisenin altında ise karnına bir yastık bağlanır. Kırmızı boyalı bir çömçe/kepçeyi de eline tutuştururlar. Lenkeran’da ise sırtına eski bir eski bir elbise giydirilen kosanın yüzüne bir maske geçirilir, beline bir urgan bağlanır, boynuna çan takılır. Urganın ucu başçı denilen oyuncunun elindedir. Anadolu’da (Van’da) vahşi hayvan postu giydirilen “bey”in başında keçe bir külah, yüzünde yünden bir sakal, posta takılı bir tilki kuyruğu, koltuğunda eski bir süpürge, parmaklarında ise ziller bulunur. Burada da kosanın yüzü pudralanmıştır.

Azerbaycan’da bu şekilde hazırlanan kosa, tef veya kaval eşliğinde oynatılarak ev sahiplerinden armağanlar toplanır. Azerbaycan’da kosa oyununda söylenen manilerden bazıları şöyledir:

Ay kos kosa gelsene

Gelip salam versene

Çömçeni doldursana

Kosanı yola salsana

***


Novruz novruz bahara

Güller güller nubara

Bağçanızda gül olsun

Bal olmasın yağ olsun

Hanım dursun ayağa

Kosaya pay versin ağa

Mani bittikten sonra “köse öldü” denilerek kosa yere yıkılır. Oyunun başçısı ile kosa arasında seyircileri eğlendirecek tarzda konuşmalar yapılır:

Kosa hardan gelirsen

– Derbend’den

– Ne getirmisen?

– Alma

– Almanı neyledin?



– Sattım

– Pulunu neyledin?

– Öküz aldım

– Öküzü neyledin?

– Vurdum, öldü.

Kosanın arkadaşları bunun üzerine şu maniyi söylerler:

Başın sağ olsun kosa

Erşin uzun, bez gısa

Kefensiz ölmez kosa

Bu şekilde oyunu bitiren ekip, ev sahibinden armağanlarını alarak başka bir eve giderler. Toplanan armağanlar, ya bir evde birlikte yenilir ya da paylaşılır.

Deve oyunu: Türk dünyasında oldukça yaygın olan oyunlardan biri de deve oyunudur. Bu oyuna “deve”, “deve düzme”, “deve bezeme” gibi adlar verilir. Seyyar bir merdivenin altına giren gençler merdiveni omuzlarına alırlar. Başlarına bir küfe veya küfün denilen arı kovanı yerleştirilir. Bu devenin hörgücünü oluşturmaktadır. Öndeki kişi, bir büyük sopa ve ucuna takılı bir at kafası ile devenin boynunu ve başını tamamlar. Göz yerlerine ise birer yuvarlak ayna yerleştirilir. Daha sonra hepsinin üstüne kırmızı veya siyah bir örtü örtülür. Boynuna küçük bir zil takılır. Devecinin işareti ile hayvanı taklit eden ekip deveye yaraşan hareketleri yaparlar, bazen de ipinden kurtulan deve, halkı kovalar. Yüklüce bir bahşiş alınmadan oyun bırakılmaz. Bu sırada maniler, türküler de söylenir.

D. Kış Yarısı Oyunları

Türk köylüsünün hayatında tarım ve hayvancılık, başlıca geçim kaynağını oluşturmuş ve günlük hayatın buna göre düzenlenmesini zorunlu hale getirmiştir. Yağmur, kuraklık gibi birtakım tabiat olayları; yaz, kış gibi mevsim değişiklikleri; koç katımı, kuzuların anne karnında tüylenmeleri ve döl gibi hayvanlarla ilgili bazı önemli günler, köylünün hayatını düzenleyeceği bir takvim edinmesini, yılın belirli günlerinde ortaya çıkan doğal olayları bilmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu tür olaylar dünyanın her yerinde tarım ve hayvancılıkla uğraşan toplulukların ilgi odağı durumundadır. Mitolojik kaynaklara inildiğinde bu konudaki inanç ve uygulamaların insanlık tarihi kadar eski olduğu görülür.

İnsanlar, tarih boyunca farklı takvimler, zaman ölçüleri kullanmışlardır. Bunların zamanla değişikliğe uğramasına rağmen, yıl (sene) mefhumu hiçbir zaman değişmemiştir. “Türklerdeki halk takvimine göre bir yıl iki ana bölüme ayrılmaktadır. Hıdırellez gününden (6 Mayıs) 8 Kasım’a kadar süren devre 186 gün olup ‘hızır günleri’ adıyla anılmaktadır. Bu dönem genellikle yaz mevsimine tekabül etmektedir. 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar süren ikinci devre kış devresi olup ‘kasım günleri’ olarak adlandırılmakta ve 179 gün sürmektedir”.1 Kıştan yaza geçilmesi, soğuğun, durgun ve verimsiz mevsimin bitip sıcağın, bolluğun, verimliliğin gelmesi, birtakım kutlamalara, toplu eğlencelere sebep teşkil etmiştir. Böylece, tarımla uğraşan toplulukların insan-tabiat ilişkisine önem verdiklerini görüyoruz. Hatta yılı on iki aya bölen halk düşüncesi, her aya bariz özelliğine göre ad vermiştir.

Bütün bunlar, tarım ve hayvancılıktaki bazı önemli günlerin halk takviminin oluşmasında belirleyici rol oynadıklarını gösteriyor. Ancak, bugün dünyada ortaya çıkan teknolojik gelişmeler, insanları gözlemleriyle günlük hayatlarını düzenleme alışkanlığından vazgeçirerek deneysel verilere dayanan ilmi ölçüleri kullanmaya zorlamıştır. Son yüzyılda, özellikle Cumhuriyet’ten sonra Türk toplumu bu teknik değerleri daha çok benimsemiş ve zamanla özümsemeye çalışmıştır. Böylece, ülke genelinde geçerli olan saat ve takvim gibi zaman ölçüleri, geleneğin devam ettirdiği gözleme dayalı yöntemin önüne geçmiştir.

Bu gelişmeler, köylünün geleneksel halk takvimiyle çağdaş uygulamaları birleştirmesine zemin hazırlamış, böylece kış yarısı şenlikleri eski yılın sona ererek yeni yılın başladığı Ocak ayının ilk haftasına kaydırılmıştır. Yani, daha önce yapılan koç katımı, koyun yüzü, döl, nevruz, hıdırellez vb. özel anlama sahip günlerdeki birbirine benzer eğlenceler kış mevsiminin ortalarında toplanmış, önceki fonksiyonlarını azaltarak yıl sonu veya yıl başı olarak bilinen döneme münhasır kalmıştır.2 Hatta şu anda kullandığımız Gregoryen takvimi ile Julian takvimi arasındaki on üç günlük farkı da dikkate alan köylü yakın zamanlara kadar 13 Ocak’ı yılın son günü kabul etmiş ve o gün yeni yıl şenliklerini gerçekleştirmiştir. Son yıllarda ise bu uygulamalar tümüyle terk edilerek kış yarısı törenleri 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gecede icra edilir hale gelmiştir.

Bu gösteriler üç aşamada gerçekleşir: 1. Çalgı eşliğinde dans, taklit ve karşılıklı konuşmalar 2. Bahşiş alma 3. Toplu yeme-içme, eğlenme.

II. Oyunların Kaynakları

A. Kutsal Törenler, Ritler

1. Atalar Kültüne Bağlı Törenler: Günümüzde yılbaşı törenlerinde çeşitli oyunlar sergileyen kaynak kişilerin genellikle bu oyunları atalarından öyle gördükleri için ve yeni yıla bolluk, bereket getirmesi amacıyla oynadıkları tespit edilmiştir.

Bu iki nokta, bize oyunların kökeni bakımından önemli ipuçları veriyor ve bizi mitolojik dönemlerin inançlarına götürüyor. Antropolog C. Strehlow, Avusturalyalı Arunda kabilesine bazı merasimleri neden icra ettiklerini sorar ve “çünkü atalarımız böyle istedi” cevabını alır.3 Evliya Çelebi, Kuzey Kafkasya’da yaptığı seyahatini anlatırken orada yaşayan kavmin kutsal saydığı bir ağaçtan bahseder, burada yaşayan insanların her yıl bu ağacın altında yiyip içtikten sonra balmumu ve yılmumu yakarak bir çeşit tapınma hareketleri sergilediklerini anlatır. Evliya Çelebi bunlara “Allah size bu ağaca tapınız dedi mi? “ diye sormuş, onlar da “biz bunu bilmiyoruz, ama babalarımızdan böyle gördük, böyle yaparız” demişler.4

Bilge Seyidoğlu’nun belirttiği şekliyle bu düşüncenin benzerini hemen hemen bütün ilkel kavimlerde görebiliriz. Aynı düşünce tarzını kullanarak ilkel insanları ve geleneksel toplumları daha iyi anlayabiliriz.5

Atalar ruhuna tapınma veya onları kutsama, birçok din ve inanış biçiminde olduğu gibi Şamanist Türkler arasında da yaygındı. “Eski Orta Asya Şamanizmi’nin esasları Gök-Tanrı, güneş, ay, yer, su, ata (cedd-i a’la), ateş (ocak) kültleri idi”.6 Ayrıca Gök-Tanrı’ya ulaşmayı sağlayacak iyi ruhlar ve buna engel olan kötü ruhlar vardı. Özel ayinlerden en önemlisi ruhlardan birine ıdık bağışlarken yapılan tören ve ayindir. Bu töreni de şaman yapar.

Altaylılarda Umay, Ana Maygıl, Ak Ene; Yakutlarda Ayısıt adı verilen dişi ruhlar olduğu gibi, ölmüş iyi kamların ruhları da iyi ruhlar zümresine dahildir. Umay, çocukları ve hayvan yavrularını, Ana Maygıl, ulusu koruyan dişi ruhtur; buna ulus anası da denir. Ak Ene (Ak-ana) adlı tanrı-ruh, yaratma kudretini ilham eden bir ruhtur. Erkek tanrı Ülgen yaratma kudretini ve ilhamını Akene’den almıştır. Ayısıt-yaratıcı, bereket ve refah sağlayıcı dişi ruhlar zümresine denir. Bunlardan kimi, insan yavrularını ve kadınları kimi de hayvan yavrularını ve dişi hayvanları korurlar.

Eski Türk topluluklarında ölülere saygı gösterilmesi, ölünün arkasından yuğ törenlerinin düzenlenmesi ölü kültünün Türk düşüncesindeki yerini belirlemesi açısından önemlidir. Ölü kültü, dünyanın diğer bölgelerinde ve kavimlerinde de söz konusudur.

“Urenha-Tubalar, biri ölürse derhal çadıra çıkarıp keçe veya deriyle örterler. Eve bir koyun getirip bağlarlar. Bu koyun meleyene kadar beklerler; meledikten sonra keserler. Şaman, koyunun en iyi et parçalarını ateşe yakıp ayinini yapar, ölüye hitaben ‘bu yeri bırakıp gidenlerin birincisi sen değilsin. Düşünme, üzülme, et ye, rakı iç, darı ye, çay iç’ der.

Törende bulunanlar ateşe tütün atarlar, bununla evdeki tören tamam olur. Sonra çadırın bir tarafını söküp ölüyü oradan dışarı çıkarırlar. Urenhalar ölüyü yere gömmezler, uzaklara, kırlara atarlar. Başına bir sırık dikip Buda dinine ait dualar yazılı kağıtlar korlar; bunun yanına ağaçtan yahut balçıktan küçük bir ev yapıp bırakırlar.

Urenhalardan birinde misafir bulunan biri ölürse bu ölüyü kapıdan çıkarırlar. Bir demet ot ile vurup ‘nen varsa al, bize bırakma, beraber götür!’ derler. Kendi ölülerini kapıdan çıkarmamalarının sebebi, fenalık yapmak için geri dönerken kapıyı bulamaması içindir. Ölü misafir ise inançlarına göre, akrabalarını arayacak, bu eve tekrar gelmeyecektir”.7

Bu inanç ve uygulamalardan anlaşıldığına göre eski Türk hayatında büyük ve tek tanrıdan başka, yardımcı ruhların ve gözle görülmeyen birtakım varlıkların etkisine inanılıyordu. Tanrıların da insanlar gibi telakki edildiği, hatta insanlarla tanrıların bir arada bulunarak beşeri ilişkiler kurduğuna inanılan mitolojik döneme ait bu inançların bir kısmı tek tanrılı dinlere de yerleşerek varlıklarını bugüne kadar sürdürmüşlerdir. Günümüzde dahi Anadolu’da görülen alkarısı inancı, türbelere bez bağlanması, hastalıklardan korunmak için birtakım büyüsel işlemlere başvurulması, mitolojik dönemlerin ve Şamanizm’in izleridir. Günümüzde icra edilen ve bolluk getireceğine inanılan, sonradan oyunlaşmış birtakım merasimler de başlangıçta ataların ruhlarını memnun etmek amacıyla yapılıyordu. Ölünün ruhunu kutsamak, adakta bulunmak, kurban kesmek gibi işlemlerin benzerine günümüzde de rastlıyoruz.

2. Tarımsal Bolluk Törenleri: Oyunların belirli bir zamanda, oynanması, belirli bir biçimde sunulması ve oyuncuların bu konudaki inançlarını dikkate alan Metin And, bu oyunların bir bolluk töreni kalıntısı olduğunu savunarak bu oyunun ayniyet derecesindeki benzerlerinin Yakın Doğu ülkelerinde, Balkanlar’da ve Avrupa’da da oynandığını belirtir ve bunların kaynak itibariyle Yakın Doğu’nun eski tarımsal bolluk törenlerine uzandığını açıklar. Metin And’a göre “bu bolluk törenleri işlevseldi, amaçları doğanın canlandırılması içindi. Bu törenlerle mythlerin birleşmesi dramı yaratmıştır”.8

Köy seyirlik oyunları ve bunların dayandığı eski tarımsal bolluk törenlerini sağlam bir zemine oturtabilmek için insanın tabiatla olan ilişkilerine dikkat etmek gerekir. İlkel dönemlerde insanoğlu çevresinde izlediği bitkisel hayatın uyanması veya uykuya dalması, hayvanların çiftleşmeleri ve yavrulamaları gibi olgulara dikkat etmiş ve her yıl canlanan, ürün veren, sonra bir çeşit uykuya dalan tabiat karşısında yeni yıl mefhumuna ulaşmıştır. Bir yıldan diğerine geçerken eskinin kovulması, yeni yılın bolluk getirmesi için çeşitli törenlerin düzenlenmesi böyle bir anlayışın ürünüdür. Sir James Fraser’in ifadesiyle “doğal olayların değişkenliği ilkel insanı doğrudan doğruya etkilemektedir. Her yıl toprak üzerinde meydana gelen büyük değişiklikler ilkel insanları bu değişiklikler üzerinde düşünmeye zorlamıştır. İlkel insan bu değişiklikleri büyü yoluyla etkileyebileceğine inanmıştır. Yağmuru yağdırmak, güneşi doğdurmak, yemişleri oldurmak, hayvanları üretmek, baharı getirmek için büyü törenleri yapmıştır”.9

Bütün eski kültürlerde mevcut olan yeni yıl mefhumunu canlı tutan Türkler de yüzyıllar boyunca Ergenekon’dan çıkışı simgelemek üzere kışın bitip baharın başladığı, yani tabiatın canlandığı günlerde tören düzenlemişler, ateşte kızdırılan demir parçalarını örs üzerine koyup çekiçle vurarak temsili bir ayin sergilemişlerdir.10

“Çin kaynakları Hun kültüründen bahsederken tapınaklarını zikrediyorlar. Bu haberlere göre hakanın karargâhındaki tapınakta her yılın başında ayin yapılırdı”.11

Orta Asya steplerinde hayvancılıkla uğraşarak göçebe hayatı yaşayan Türkler, yerleşik düzene geçtikten sonra bu ırki karakterlerinin yanı sıra komşu kültürlerin de etkisiyle yeni birtakım törenler icra etmeye başlamışlardır. Koç katımı, davar yüzü, yılın iki ayrı bölümünden biri olan ruz-ı kasımın bitip ruz-ı hızırın başlaması, toprağın canlanması ve ürün alma dönemlerinden her biri toplu törenlere ve kutlamalara sahne olmuştur. Bu törenlerde hayvan postuna girilerek çeşitli taklitlerin yapılması, evlerin dolaşılarak yiyecek toplanması, bugünkü kış yarısı oyunlarının kaynağını teşkil etmiştir.

Abdulkadir İnan, Şamanist Türk kavimlerinin ayin ve törenlerini iki kısımda inceler: 1. Muayyen vakitlerde yapılması gereken ayin ve törenler. 2. Tesadüfi olaylar dolayısıyla yapılan özel ayin ve törenler. Muayyen vakitlerde yapılan ayinler, ilkbahar, yaz ve güz mevsimlerinde yapılan ayinlerdir ki, bunların çok eski devirlerden beri yapılagelmekte olduğuna şüphe yoktur.12

Eski bolluk törenlerinin kalıntısı olduğu anlaşılan kış yarısı törenleri muhteva bakımından incelendiğinde kız kaçırma ve ölüp dirilme motiflerinin ağırlıklı bir biçimde yer aldığı görülür. Kaçırılan kız, üremenin, bereketin simgesidir. Bu, beraberinde çiftleşmeyi ve arkasından çoğalmayı sağlar. Ölüp dirilme de tabiatın her yıl canlılığını, verimliliğini kaybetmesi, sonra tekrar canlanması ile ilgili olayların simgesi olarak seyirlik oyunlara girer. Tabiatın canlanması, tohumun tarlaya atılması, bitkilerin yeşermesi, yeniden dirilişi hatırlatıyor. Bu düşüncenin örneklerini eski mitlerde de görüyoruz. Mısır buğday tanrısı Osiris’in toprakla birleşmesi sonucunda bolluk olması, Mezopotamya Tanrısı Tammuz’un İştar’la birleşmesiyle bitkilerin yeşermesi, İştar’dan ayrılınca her türlü üremenin ve yeşermenin durması, hasat tanrıçası Demeter’in kızı Persephone’in kaçırılışı ve izinle her yılın üç ayında yer yüzüne çıkması, bu düşünceyi besleyen mitolojik unsurlar olarak dikkatimizi çekiyor.13

Bütün bu uygulamalarda başa dönme, asla yönelme şeklindeki mitolojik düşüncenin izlerini görüyoruz. Çünkü mitolojik düşüncede “menşee dönüş, yeniden doğuş ümidi verir. Bütün dini merasimlerin maksadı başlangıca dönmektir. İlkel toplumlarda tedavi etmek yoktur. Ancak kaynağa dönülerek yeniden yaratma vardır. Dünyayı, hayatı yaratan güçlerin kaynağı enerji doludur”.14

Ölüp dirilme motifinin bir başka örneğine de şaman ayinlerinde rastlıyoruz. Şaman, birtakım ön hazırlıklar yaptıktan ve ekstaz haline geldikten sonra “emegetini, yani koruyucu ruhunu veya başka tanrıları çağırır. Bunların çabuk gelmeleri için yalvarır. Bu ruhlar birdenbire bastırırlar, şaman, korkusundan bayılır, düşer. Şaman yüzüyle, yani secde eder gibi düşerse iyi alamet sayılır; arkasıyla düşerse fenadır. Şaman yere düşer düşmez herkes ilahiler okumaya başlar. Tecrübeli ihtiyarlar, şamanı ayıltmaya çalışırlar. Ruhlar arasında kendi emegetini gördüğü gibi, şaman ayılır, neşelenir, sıçramaya ve dans etmeye başlar”.15

Hayatını tabiatla bütünleştiren, tabiattaki değişikliklere göre yaşamına yön veren insanoğlu, daha müreffeh bir hayat yaşayabilmek için doğanın canlanmasına ihtiyaç duymuş, bunun için de yağmur yağmadığı zamanlarda kuraklığı önleyecek çeşitli işlemlere başvurmuştur.

“Türk kavimlerinde çok eski devirlerden beri yaygın bir inanca göre, büyük Türk tanrısı Türklerin cedd-i alasına yada (yahut cada, yat) denilen bir sihirli taş armağan etmiştir ki, bununla istediği zaman yağmur, kar, dolu yağdırır, fırtına çıkarırdı. Bu taş her devirde Türk kamlarının ve büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunmuş, Şamanistlere göre, zamanımızda da büyük kamların ve yadacıların ellerinde bulunmaktadır”.16

Yada taşından başka, kısırlığa sebep olan, doğumda kolaylık sağlayan ve çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılan taşlar da vardır Türk kültür tarihinde büyüsel nitelik kazanan bu taşların kutsal sayılmalarının sebebini araştıran Bilge Seyidoğlu’na göre “taşlara sihir atfedilmesi bu taşların vaktiyle tanrılar tarafından kullanılmış olmasından ileri gelmektedir. Taşlar kullanılırken de birtakım işlemler ve hareketler yapılır. Bunlar da bizi ilk zamanlarda bu taşları ilk kullanan tanrıların veya yardımcılarının onları böyle kullandıkları düşüncesine götürmektedir.”17

“Kırgız-Kazakların Er Gökçe destanında Altınordu’nun meşhur kahramanlarından Er Kosay’ın düşman ülkesine akın yaptığında çölde başına gelenler şöyle anlatılmaktadır:

Yanındaki adamlar susadı. Er Kosay’a susuzluktan şikayet ediyorlardı. Er Kosay, uzun kulaklı sarı atının ceğerlerinin altından cay taşı (yad taşı) çıkardı. Salladı, salladı yere koydu. Havadan yağmur yağdı. Yağmur suyunu içtiler”.18

“Kuraklık zamanlarında yağmur yağdırmak için cada taşından başka çarelere (tılsımlara) de başvurulur. Ural dağlarının doğusunda yaşayan Ulu Kutay, Salcıvıt, Barın Tabun Başkurtlarında yağmur tılsımı olarak birbirini suya atmak, birbirine su atmak adeti vardır”.19

Türklerin İslam medeniyeti dairesine girdikten sonra edindikleri geleneklerden biri de yağmur duasıdır. Köylülerin topluca bir tepeye çıkıp kurban kesmeleri, namaz kılıp dua etmelerinden sonra yemek yemeleri biçiminde ortaya konulan bu uygulama günümüzde de Türkiye’nin bütün bölgelerinde varlığını sürdürmektedir. Buradaki büyüsel işlemlerin İslami karaktere büründüğünü görüyoruz.

Yağmur yağmadığı zamanlarda çocukların veya gençlerin bir ağaç parçasını yahut süpürgeyi bebek biçiminde süsleyerek bunu kapı kapı dolaştırmalarından ibaret olan yağmur gelininin de çok eski bolluk törenlerinin kalıntısı olduğunda şüphe yoktur. Bu oyunun üç ana ögesi şunlardır: 1. Kukla biçimindeki bebeğin kapı kapı dolaştırılması. 2. Önünde durulan evin sahibi tarafından bebeğin üzerine su serpilmesi. 3. Her evden yiyecek toplanması.

Su, hayat vericidir. Bolluğun, çoğalmanın sembolüdür. Evleri dolaşarak yiyecek toplamak da şamanlığa giriş törenleriyle yakınlık gösteriyor.

“Baykal gölü ve Selenge ırmağı çevrelerinde yaşayan Buretler resmen budist sayıldıkları halde Şamanizm geleneklerine çok bağlı kalan Moğol boylarından biridir. Bunlarda şamanlığa istidat gösteren adama şaman (bö) olması teklif edilir. Teklif kabul edilirse şaman namzedi komşularından biriyle oba oba, ev ev dolaşıp sadaka toplar. Namzede refakat eden adamın evinde demir parçaları ve paçavra gibi şeyler bağlanmış bir değnek (asa) bulunur”.20

Bütün bu örnekler ve değerlendirmeler, eski kutsal törenlerin ve ritüellerin asıl amaçlarını kaybederek oyunlaştığı, zamanla işlevini kaybederek eğlence haline geldiği gerçeğini ortaya koyuyor. Ritüellerin köy seyirlik oyunlarına kaynaklık ettiğini söyleyen Sevda Şener, şu yorumu getiriyor:

“Tiyatronun asal ögesi olan bir olayı taklitle canlandırma eyleminin ilkel kavimlerin büyü törenlerinde bulunduğu ve tiyatronun bu canlandırma eyleminden türediği görüşü kalın çizgileri ile kabul edilmektedir. Antik Yunan dramının mevsim değişmesiyle ilgili ritüellerden doğmuş olduğu görüşü birçok tiyatro tarihçisi tarafından benimsenmiştir. Günümüzde hemen her ülkede kutlanan halk bayramlarının ve belli günlerde oynanan köy oyunlarının eski büyüsel törenlerin uzantısı olduğu varsayımı da geçerli sayılmaktadır”.21

B. Totem ve

Ongunlar, Kutsal

Hayvanlar

“Bir insan grubunun ya da tek bir kişinin mistik ve majik duygularla bağlı bulunduğu hayvan, bitki, doğasal olay ya da cansız bir nesne”22 biçiminde tanımlanan totem, ilkel insanın hayatında ve düşünce dünyasında önemli bir yere sahipti. Bu düşünce etrafında geliştirilen ve kendine has kuralları olan inanç sistemi totemizm olarak adlandırılıyor ve ilkel dinlerden sayılıyor.23 Totemizmin kalıntısı olarak çeşitli maddelerden yapılan ve özenle muhafaza edilerek kutsallık atfedilen resim, şekil ve armalar da ongun adını alıyor.

Türklerin de başlangıçta bir totemcilik dönemi yaşadıkları, daha sonraki devirlerde çeşitli ongunlara sahip oldukları biliniyor. Farklı din ve kültürlerin etkisine rağmen bu inanış biçiminin kırıntılar halinde günümüze kadar devam ettiği, başka unsurlarla birleşerek varlığını sürdürdüğü iddia edilmektedir.

Abdulkadir İnan, ongun hakkında şu bilgileri veriyor: Altaylılarda “tös (=töz)”, Yakutlarda “tangara”, Uranhalarda “eren”, Moğol-Buretlerde “ongon” denilen putlar-fetişler vardır. Bunlar, keçeden, paçavralardan, kayın ağacı kabuğundan yapılır. Bir kısmı çocukların oynadıkları bebeklere benzerler. Bir kısmı da tilki, tavşan ve başka hayvan derilerinden ibarettir. Bunlar duvarlara yahut sırıklara asılır. Bazı aileler bunları torbalarda saklarlar. Ava veya önemli bir sefere çıkarken bu putlara saçı saçarlar ve ağızlarına yağ sürerler.24

Divanü Lügati’t-Türk’te töz kelimesinin karşılığı olarak “asıl, kök” manalarının verilmiş olması, kelimenin yüklendiği anlamı ve bunun çevresinde oluşan inanış biçimini doğrular mahiyettedir.25

“Müslüman Türklerde de eski töz ve ongon kültünün izlerine rastlanmaktadır. Doğu Türkistanlı bakşılar hastaları tedavi ederken birçok kuğurçak (kukla) kullanırlar. Başkurt ve Tobol bakşıları sıtma hastalığını paçavradan yaptıkları korçaklara (kukla) nakledip uzaklara götürürler.

Ongon (tös/töz) kültünün, totemcilik devrinin bir hatırası ve kalıntısı olduğu birçok etnograflar tarafından iddia edilmektedir. Ongonların (töz) çoğu hayvan tasvirleri veyahut hayvan adları taşıdıkları ve töz kelimesinin eski ve yeni Türk lehçelerinde ‘esas, menşe, kök’ anlamına gelmesi bu faraziyeyi kuvvetlendirmektedir”.26

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığı şekliyle eski Türk düşüncesinde asıl büyük tanrıdan başka farklı fonksiyonlara sahip olağanüstü güçlere inanılır ve bunların tasvirleri yapılarak taşınırdı. Bu düşünce tarzının izlerine günümüzde köy seyirlik oyunlarında rastlıyoruz. Yağmur Gelini oyununu örnek olarak gösterebiliriz. Kuraklık zamanlarında çocukların veya gençlerin ellerinde dolaştırdıkları yapma bebek, yağmurun yağmasını sağlayacak olağanüstü varlığın simgesi, ongunu olarak taşınıyor. Bugün elbette bu düşünce bütünüyle ortadan kalkmış ve İslami bir karaktere bürünmüştür. “Ver Allahım ver bir sulu yağmur” ifadesiyle yağmurun Allah’tan istendiği açıkça ortaya konuluyor. Ama bir totemizm unsuru olarak kukla da varlığını koruyor.

İlhan Başgöz, bu yağmur töreninin kökeni hakkında hazırladığı incelemesinde törene ve törende dolaştırılan bez bebek veya canlı çocuğa verilen isimlerin manalarından yola çıkarak oyunun kaynağını araştırmıştır. Ona göre Anadolu’nun bütün bölgelerinde oyuna ad olarak verilen kelimeler Türkçede veya başka dillerde “kurbağa”, “kurbağa yavrusu” anlamındadır. Anadolu’nun bazı köylerinde kurbağa yavrusuna kepçecik, çömçecik adları verilmektedir. Hindistan’ın Kannada bölgesinde kurbağaya doddu deniliyor. Yine Hindistan’ın bazı bölgelerinde yapılan törenlerde gezdirilen bebeğe mindaki adı verilir. Mindaki, “kurbağa kız” demektir.

Anadolu yağmur törenlerinin bir kısmında bizzat kurbağanın kendisinin dolaştırıldığına, susuzluktan kurbağanın öldüğü yolunda ifadeler kullanıldığına ve her evden kurbağanın üzerine su döküldüğüne dikkat çeken İlhan Başgöz, şu sonuca ulaşır:

“…Yağmur törenlerinde taşınan yapma bebeğin yahut canlı çocuğun kurbağa ya da kurbağa yavrusunu simgelediği ileri sürülebilir. Törenin ilk biçiminde kurbağa taşınmış olmalıdır, daha sonraki değişmelerle birlikte kurbağanın yerini onu simgeleyen bir çocuk veya yapma bebek almıştır.”27

Başgöz, tezini daha ileriye götürerek Asya’nın çok eskiden beri tarımla uğraşan Çin ve Hindistan gibi memleketlerinde kurbağanın yağmur tanrısı olarak tanındığını, bugünkü oyunlarda yağmur gelini genel adıyla bilinen yapma bebeğin bir totem unsuru halinde varlığını koruduğunu iddia eder.

Abdulkadir İnan’ın yıllar önce bu konuda ortaya koyduğu yorumu da Başgöz’ün görüşünü kuvvetlendirecek mahiyettedir:

“Bu adetteki ‘kadın kuklası’, Şamani Türklerin panteonuna dahil olan töslerden bazılarına çok benziyorsa da Anadolu Türklerinden başka Türklerde buna benzeyen bir merasime tesadüf edilmiyor. Galiba bu adet, ileri Asya’nın pek eski yerli zürra bir kavminden kalma bir adet olsa gerek. Bu adete dair bütün Anadolu, Suriye, Irak ve Azerbaycan adetleri toplanırsa ihtimal ki bu merasimin eski dini şekli tayin edilebilir”.28

Bu bilgilerden yola çıkarak yağmur gelini oyunu ile kurbağa arasında yakınlık kurmak yanlış olmayacaktır. Kurbağanın Türk mitolojisinde taşıdığı değeri kesin çizgileriyle belirleyemiyoruz. Ancak Beltir ve Sagay kamlarının davullarında kurbağa resminin bulunması oldukça anlamlıdır.29

Tufan olayının “G. Potanin tarafından tespit edilen Uryanha (Tuba) rivayetine göre yer, bir kurbağa üzerindedir. Kurbağa kımıldanırsa tufan olur. Eski bir zamanda bu kurbağa kımıldamış ve yeryüzünün büyük denizi (ulu talay) dalgalanmış, kaynar gibi olmuş, tufan olmuş”.30

Bahaeddin Ögel, Altaylıların ceplerinde taşıdıkları bir takvimin resmini vererek şu açıklamada bulunuyor: “Ortada, efsanelerimizde sık sık geçen ilk ‘Ortadeniz’ görülüyor. Bu denizin ortasında yaşayan kurbağa-kaplumbağa karışımı efsaneleşmiş bir mahluk yer almış ve iki tarafını da balık kuşatmıştır. Bu resim, Çin ve Budist kültürlerinin Orta Asya ananeleriyle karışmış bir örneğidir”.31

Gerek kurbağaların yağmurlu ve bulutlu havalarda yumurtladıkları, bağırdıkları ve çiftleştikleri yolundaki bilimsel veriler,32 gerekse bu konudaki mitolojik bilgiler ilkel insanın kurbağayı yağmurun yağması ile ilgili majik işlemlerde etkili bir hayvan olarak kabul ettiğini ortaya koyuyor. Yağmurlu zamanlarda kurbağaların çiftleşmeleri de üreme, bolluk, bereket unsuru olarak dikkatimizi çekiyor.

Her kabilenin bir hayvandan türediğine dair ilkel düşüncenin giderek zayıflaması sonucunda bu inanış biçimi tümüyle ortadan kalkmış, daha sonraları bir ongun halinde varlığını sürdürmüştür. Şamanizm inançlarına göre bu heykelcikler, kabilenin, soyun, ailenin koruyucusu olarak kabul edilir ve belirli zamanlarda yapılan dini törenlerde bu heykelciklere yemekler verilir, çeşitli saçılar saçılırdı. Zamanla bu inanış da zayıflamış, özellikle Orta Asya Türk topluluklarında bazı hayvanlar ve yırtıcı kuşlar kutsal sayılarak sadece sembol seviyesinde kalmıştır.33 “Oğuz boylarının armaları olan kuşlara da ongon adı verilmiş olmasına rağmen, Oğuz Türklerinin onlara yemekler sundukları ve saçı saçtıkları hakkında elimizde hiçbir kayıt yoktur. Bazı kavimler, böyle iptidai din devrelerini erken çağlarda geçirmiş, fakat bu eski hatıralar, toplum yüksek bir seviyeye eriştikten sonra bile, arma şeklinde olsun devam edegelmişlerdi.”34

“Yakutlarda kısır kadınlar çocuk vermesi için kartala başvurup yalvarırlardı. Bundan sonra dünyaya gelen çocuğa ‘Hotoy terütteh’ (kartaldan türemiş) denirdi”.35

XVIII. asırda Orta Asya’da seyahat ederek Orhun Yazıtlarını da bulan İsveçli Subay Strahlanberg, Yakut Türklerini ziyaret ederek onlar hakkında şu çok önemli bilgileri vermişti:

“Yakutlara göre, yaratıklardan (Creatur) biri kutsal sayılır ve her kabile ile soy da bu hayvandan türediklerine inanırlardı. Bunlar, boyların kutsal saydıkları kuğu, kaz, karga vs. gibi hayvanlardı. Bunun için de bu hayvanlar hiçbir suretle yenmezdi. Fakat o hayvanın boyundan gelmeyenler için bir mesele yoktu. Başkaları pekala diğer boyun kutsal hayvanını yiyebilirdi.”36

Kültür tarihi araştırmaları, insanların bir hayvan soyundan geldikleri biçimindeki inançları kapsayan totemizmin giderek kaybolduğunu, ama izlerinin her dönemde varlığını koruduğunu gösteriyor. Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerinden sonra ise ongun seviyesinde de mevcut olmadığını, sadece halk adet ve inanmaları arasında kırıntılar halinde yer bulduğunu görüyoruz. Bu gelişmede Türklerin İslamiyet’i kabul etmesi de etkili olmuştur. Günümüzde Anadolu’da bu inançlara rastlanmaktadır. Bugünkü Anadolu köy seyirlik oyunlarında ve danslarında bu inancın izlerini görmek mümkündür. Ancak bugün oyunlar sadece eğlence amacıyla sergilenmektedir. Oyuncu ve seyirciler, bu motiflerin manasını bilmemektedirler.

Yılbaşında oynanan ve Deve oyunu, Yılbaşı oyunu gibi adlarla anılan oyunda deve ve ayı oynatılması yaygındır. Oyunda insanlar tarafından taklit edilen deve ve ayının Türk köylüsünün hayatına nasıl girdiği hususu oldukça düşündürücüdür. Bu konuda kaynaklarda yeterli ipucu bulamamakla birlikte Altay yaratılış mitinde deve ve ayı unsurlarına rastlıyoruz: “Erlik, eline çekiç, körük, örs aldı. Bir vurdu ayı çıktı, bir vurdu domuz çıktı, bir vurdu Albıs (fena ruh) çıktı, bir vurdu deve çıktı”37

“Aba tös, şamanistlerin en çok saydıkları putlardan biridir. Ayı tasviridir. Aba (apa), eski Türkçede baba, ata anlamlarını ifade etmiştir. Bütün eski Türk lehçelerinde ayıya gerçek adı olarak azıg (azıg, ayıg, ayu, ayı) denildiği halde bazı boylarda bu canavar aba (XI. asır Kıpçaklarında ve bazı Altay lehçelerinde) yahut ‘ese, ebe, ebüge’ (Yakutçada) denilmektedir. Bu kelimelerin hepsi ‘ata’ manasına gelir ki kuzey kavimlerinde bu hayvanın adı tabu sayıldığı devirden kalma gelenektir. Ayı kültünün izleri yüksek kültürlü İskandinavya köylerinde bile tespit edilmiştir.”38

“Şamanistlere göre ayı, orman tanrısı ruhunun timsalidir. Adı da tabudur. Şamanistler bilhassa ormanlarda ayının adını söylemekten korkarlar. Eski Kıpçaklar ayıya ‘aba’ (yani baba) derlerdi.”39

Özetlemek gerekirse Anadolu’da oynanan köy seyirlik oyunlarında, özellikle ritüel oyunlarda ve halk danslarının bir kısmında eski kutsal ayinlerden, totem ve ongun dönemlerinden kalma izler vardır. Profan mahiyetteki oyunlarda da hayvan benzetmelerine rastlamak mümkündür. Ancak bunların mitolojik kaynaklı olsalar bile köy hayatıyla bütünleşmiş oyunlara girdiğini görüyoruz. Köylü, hayatının çeşitli safhalarında yararlandığı hayvanları oyunlarına konu olarak seçmiştir. Pertev Naili Boratav’ın ifadesiyle seyirlik oyunlar “sadece eğlence vesilesi ve aracı, hayal ürünü, gelip geçici şeyler değildir; onlar, toplumun günlük sorunlarından, tasalarından, kaygılarından, sevinçlerinden, işlerinden, üretim ve tüketim çabalarından, törelerinden, törenlerinden ayrılamaz. Bir kelime ile, halkın yaşamı ile kaynaşmışlardır; onunla bir bütün halindedirler ve ancak toplumun yaşamının türlü yönleriyle bir arada incelenerek değerlendirilip yorumlanabilirler”.40

Sonuç


Eski Türk düşüncesinde yaratıcı güç olarak kabul edilen Gök-Tanrı’dan başka çeşitli olağanüstü güçlerin varlığına inanılıyor ve bunlar için birtakım törenler düzenleniyordu. Ayrıca yılın değişmesiyle ilgili astronomik olaylar ve ekolojik gelişmeler, tarım ve hayvancılıkla ilgili bazı özel günler, birtakım kutlamalara zemin hazırlıyordu. Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri bu inanç ve yaşam biçimiyle yerleşik düzende edinilen yeni alışkanlıklar, bu tören ve şenliklerin daha belirginleşmesini sağlamış ve insanımızın bir takvim geleneği kazanmasını zorunlu kılmıştı. Böylece Anadolu’da yüzyıllar boyunca devam edecek bir gelenek oluşmuş, bu törenlerin dramatik ögeleri ise oyun kültürünün gelişmesini hızlandırmıştı. Belirli günlerde oynanan oyunlar da bu yolla bolluk, bereket sembolü haline gelmişti.

Türk kültürünün bir parçası olan köy seyirlik oyunlarını diğer kültür ögelerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Şiir, müzik, dans türünden çok sayıda ürün ortaya koyan halkımız, dram karakterli oyunları da yaratmış, çoğu kez bu unsurları bir araya toplayıp kaynaştırarak onları hayatının bir parçası haline getirmiştir. Çağdaş anlamdaki tiyatrodan habersiz olan köylünün seyirlik oyun sergilemesi, kendi sosyal ve ekonomik şartları içinde gelişen bir köy tiyatrosunun varlığını gösteriyor. Bu ilkel tiyatronun çerçevesini halkın bizzat kendisi belirlemiştir.

Anadolu dışındaki Türk topluluklarında da aynı ortak duygu ve düşüncelerin oyunlaştırıldığını biliyoruz. Türkiye sınırlarını aşarak Türk dünyasında yapılacak mukayeseli bir araştırma, aynı kaynaktan beslenen ortak kültürün temel unsurlar bakımından ne denli yakın ve sağlam olduğunu gösterecektir.

1 Abdülhaluk M. Çay, Hıdırellez Kültür-Bahar Bayramı. Ankara 1990, s. 19.

2 Pertev Naili Boratav, “Mevsimlik Bayramlar” başlığı altında bu gelenekleri inceler ve konunun çok karmaşık olduğunu belirterek Türkiye genelinde “mevsimlik bayramlardan her birinin törelik ve törenlik nitelikleri her yerde aynı kalmakla beraber tabiat, hava, iklim ve ekoloji şartlarının farklı olduğu yerlerde kutlanma zamanları değişiktir” biçimindeki değerlendirmesinden sonra bu karmaşıklığı az-çok ortadan kaldırmak üzere bir tasnif denemesi yapar. Ona göre bu törenlerden kimilerinin zamanını yerli üretim şartları, bazılarını ise daha genel bir takvim geleneği belirler. Böylece mevsimlik bayramları: I. Özel mevsimlik bayramlar II. Genel mevsimlik bayramlar diye iki büyük kümede toplamak gerekiyor. Birinci kümedeki bayramlar şunlardır: A. Çoban bayramları zinciri: a. koç katımı b. saya (davar yüzü) c. döl. B. Ekinci, meyveci, bağcı bayramları. C. Göç bayramları. İkinci kümedekiler: A. Bahar bayramları: a. nevruz b. çiğdem c. betnem (gavur küfrü ya da kızıl yumurta) d. hıdırellez B. Yaz gün-dönümü. C. Kış yarısı, yıl başı (Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru. İstanbul 1984, s. 211-212 ).

3 Bilge Seyidoğlu, Mitoloji Üzerine Araştırmalar, Metinler ve Tahliller. Erzurum 1992, s. 5.

4 Abdulkadır İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm. Ankara 1972, s. 65.

5 Seyidoğlu, a.g.y.

6 İnan, a.g.e., s. 2.

7 İnan, a.g.e., s. 183-184.

8 Metin And, 100 Soruda Türk Tiyatrosu Tarihi. İstanbul 1970, s. 20.

9 Sevda Şener Tiyatronun Kaynağına İlişkin Kuramlar. Tiyatro Araştırmaları Dergisi. 6, 1975, 26.

10 M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul 1980, s. 80-81.; Ziya Gökalp, Türk Töresi, İstanbul 1339, s. 74.

11 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm. Ankara 1972, s. 2.

12 İnan, a.g.e., s. 97.

13 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Bilge Seyidoğlu, Mitoloji Üzerine Araştırmalar Metinler ve Tahliller. Erzurum 1992; Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü. İstanbul 1989.

14 Seyidoğlu, a.g.e., s. 13.

15 İnan, a.g.e., s. 115.

16 İnan, a.g.e., s. 160.

17 Seyidoğlu, a.g.e., s. 29.

18 İnan, a.g.e., s. 164.

19 İnan, a.g.e., s. 164-165.

20 İnan, a.g.e., s. 78.

21 Sevda Şener, Tiyatronun Kaynağına İlişkin Kuramlar. Tiyatro Araştırmaları Dergisi. 6, 1975, 45.

22 Sedat Veyis Örnek, Etnoloji Sözlüğü. Ankara 1971.

23 Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi. Ankara 1990, s. 85.

24 İnan, a.g.e., s. 41.

25 Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügati’t-Türk (çev. Besim Atalay). c. III, Ankara 1986, s. 123.

26 İnan, a.g.e., s. 45.

27 İlhan Başgöz, Çömçe Gelin-Bir Anadolu Yağmur Töreninin Kökeni ve Dağılımı Üzerinde Bir Araştırma. Folklor Yazıları, İstanbul 1986, s. 17.

28 Abdulkadir İnan, Yağmur Duası Çömçe Gelin. Makaleler ve İncelemeler. Ankara 1968, s. 481.

29 İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm. Ankara 1972, s. 96.

30 İnan, a.g.e., s. 23.

31 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi. c. I, Ankara 1989, s. 444.

32 “Üreme mevsiminde su kenarlarında toplanan erkek kurbağalar, kendi türünün dişilerini uyarmak üzere bağırmaya başlarlar. Bazıları ise su içerisinde aynı davranışı gösterirler. Boğazdaki ses telleri sayesinde her tür kendine özgü sesler çıkarır. Bu özel sesler nedeniyle ilkbaharda aynı türün erkek ve dişileri çiftleşmek için birbirlerini kolaylıkla bulurlar (. ) Kurbağalar bir tehlikeyi haber vermek üzere de koro halinde bağırırlar. Bu durum yağmurlu ilkbahar gecelerinde sık sık görülür”. (Mustafa Kuru, Omurgalı Hayvanlar. Erzurum 1987, s. 269).

33 Sembol mahiyetindeki bazı hayvan figürlerinin sanat işlemelerine yansıması konusunda bkz. Hamza Gündoğdu, Türk Mimarisinde Figürlü Taş Plastik. İstanbul 1979, Basılmamış Doktora tezi VII+551+XLII s.

34 Ögel, a.g.e., s. 32.

35 İnan, a.g.e., s. 119.

36 Ögel, a.g.e., s. 33.

37 Bilge Seyidoğlu, Mitoloji Üzerine Araştırmalar Metinler ve Tahliller. Erzurum 1992, s. 23.

38 İnan, a.g.e., s. 46.

39 İnan, a.g.e., s. 63.

40 Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı. İstanbul 1988, s. 224.

Akı, Niyazi: Türk Tiyatro Edebiyatı Tarihi-I. İstanbul 1989, Dergah Yay.

Akı, Niyazi: XIX. Yüzyıl Türk Tiyatrosunda Devrin Hayat ve İnsanı. Erzurum 1974, Atatürk Üniversitesi Yay., s. 172.

Akın, Kemal: Ermenek’te Saya. TFA, 3 (66), Ocak 1950, s. 1050.

Allahverdiyev, Mahmud: Azerbaycan Halk Teatrı Tarihi. Bakü 1978, s. 236.

Alptekin, Ali Berat: Silifke Kırtıl/Korucuk Köyü Folkloru. Erzurum 1977.

Anadol, Cemal: Tarihten Günümüze Kadar Dünyada ve İslamiyette Halk İnanışları, Büyü (Sihir-Tılsım). İstanbul, s. 212.

And, Metin: 100 Soruda Türk Tiyatrosu Tarihi. İstanbul 1970, Gerçek Yayınevi, s. 351.

And, Metin: Anadolu Seyirlik Köylü Oyunları Üzerine. TFA, 10 (199), Şubat 1966, 3994-3997; 10, (209), Aralık 1966, 4269-4271; 11 (220), Kasım 1967, 4577-4579; 11 (229), Ağustos 1968, 5022-5024; 11 (231), Ekim 1968, 5098-5099; 12 (237), Nisan 1979, 5268-5270; 12 (250), Mayıs 1970, 5613-5614.

And, Metin: Dionisos ve Anadolu Köylüsü. İstanbul 1962, Elif Yay., s. 79.

And, Metin: Drama At The Crossroad-Turkish Performing Arts Link Past and Present-East and West, İstanbul 1991, s. 185.

And, Metin: Geleneksel Türk Tiyatrosu-Köylü ve Halk Tiyatrosu Gelenekleri. İstanbul 1985, İnkılap Kitabevi, s. 574.

And, Metin: Oyun ve Bügü. İstanbul 1974, İş Bankası Kültür yay., 332+XXXII s.

And, Metin: Türk Köylü Dansları. İzlem yay., s. 123.

Artun, Erman: Cemal Ritüeli ve Balkanlardaki Varyantları. Ankara 1993, Kültür Bakanlığı yay., s. 152.

Aydın, Siraç: Tekecik-Koç Katımı. Folklor Postası, 1 (7), Nisan 1945, 8-9.

Aydınoğlu, Gülali: Delice-Hacıobası Köyünde Yağmur Duası. TFA, 12 (252), Temmuz 1970, s. 5685.

Azerbaycan Klasik Edebiyatı Kitabhanası-I cilt-Halk Edebiyatı. Bakü 1982.

Azerbaycan Şifahi Halk Edebiyatına Dair Tedkikler-VII, Bakü 1987.

Bali, Muhan: Ağıtlar Üzerinde Bir Araştırma, Erzurum 1974, (Basılmamış Doçentlik tezi).

Baltaoğlu, Radife: Mut-Silifke Yöresi Köy Seyirlik Oyunları Araştırması. Ankara 1984, DTCF Lisans tezi.

Başgöz, İlhan: Folklor Yazıları, İstanbul 1986, Adam Yay., s. 354.

Baydemir, Hüseyin: Göztepe Köyü Folkloru ve Etnografyasından Seçmeler. Erzurum 1994, AÜFEF Lisans tezi, s. 120.

Bilge Seyidoğlu, Mitoloji Üzerine Araştırmalar Metinler ve Tahliller. Erzurum 1992, s. 23.

Boratav, Pertev Naili; 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, İstanbul 1988, Gerçek Yayınevi, s. 237.

Boratav, Pertev Naili: 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul 1984, Gerçek Yayınevi, s. 272.

Boratav, Pertev Naili: Folklor ve Edebiyat. 2 cilt, İstanbul 1983, Adam Yay.,

Boratav, Pertev Naili: Halk Edebiyatı Dersleri. Ankara 1942, DTCF Yay., s. 159.

Boratav, Pertev Naili: Saya-Anadolu ve Azerbaycan Türklerinin Bir Yörük Bayramı. Folklora Doğru, 42, Eylül-Ekim 1975, 3-9.

Cawte, E. C.: Ritual Animal Disguise, Cambidge 1978, s. XV+293.

Cengiz, Haydar: Ilgın’da Saya. TFA 9 (182), Eylül 1964, 3513-3514.

Çay, Abdülhaluk M.: Hıdırellez Kültür-Bahar Bayramı. Ankara 1990, Kültür Bakanlığı yay., s. 38.

Çete, Burhaneddin: Mersin’in Tepe Köyü’nde Dodu, TFA, 3 (67), Şubat 1955, 1068.

Çokal, Mehmet: Yılbaşı Karşılaması. TFA, 6 (127), Şubat 1960, 2079.

Elçin, Şükrü: Halk Edebiyatı Araştırmaları. 2 c., Ankara 1988, Kültür ve Turizm Bakanlığı yay.

Elçin, Şükrü: Anadolu Köy Orta Oyunları (Köy Tiyatrosu), Ankara 1977, TKAE Yay., s. 111.

Elçin, Şükrü: Çomçalı Gelin, TFA, 11 (225), Nisan 1968, 4718.

Elçin, Şükrü: Halk Tiyatrosu. Türt Dünyası El Kitabı, c. III, Ankara 1992,

Eliade, Mircea: Mitlerin Özellikleri. (Çev.: Sema Rifat) İstanbul 1993, Simavi Yay., s. 192.

Ergin, Muharrem: Dede Korkut Kitabı. İstanbul 1984, Boğaziçi Yay., s. 223.

Ergin, Muharrem: Oğuz Kağan Destanı-Tercüme Metin Sözlük. Ankara 1988. Hülbe Yay., s. 48.

Erhat, Azra: Mitoloji Sözlüğü. İstanbul 1989, Remzi Kitabevi, s. 365.

ES, Selçuk: Konya’da Eski Kış Eğlenceleri. TFA, 13 (262), Mayıs 1971, 5953.

Ferzeliyev, Tehmasib: Azerbaycan Folklorunda Halk Dram ve Oyun Temaşaları. Azerbaycan Şifahi Halk Edebiyatına Dair Tetkikler-VII, Bakü 1978.

Frankford Henri: The Birth Of Civilization in the Near East, New York, 1956, s. VII+142.

Fromm, Erich: Rüyalar, Masallar, Mitoslar (Sembol Dilinin Çözümlenmesi).

Gazimihal, Mahmut Ragıp: Türk Halk Oyunları Katalogu. I. c., (Baskıya Haz. Nail Tan), Ankara 1991, Kültür Bakanlığı Yay.

Gökmen, Muzaffer: Tiyatro Tahlilleri. Ankara 1948, s. 179.

Gönüllü, Ali Rıza: Alanya’dan Derlenen ‘Yelli Yelemeç’ Oyunu, Erciyes, 178, Ekim 1992, 29.

Gündoğdu, Hamza; Türk Mimarisinde Figürlü Taş Plastik. İstanbul 1979, Basılmamış Doktora tezi, s. VII+551+XLII.

Hacıyev, Valeh: Azerbaycan Folkloru Ananeleri (Gürcistandaki Türkdilli Folklor Örnekleri Esasında). Tiflis 1992, s. 119.

Hassan, Ümit: Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler. Ankara 1986, ‘V yay., s. 363.

Hooke, S. H.: Ortadoğu Mitolojisi. (çev. Alaaddin Şenel), 1991, İmge Kitabevi, s. 223.

İnan, Abdulkadır: Tarihte ve Bugün Şamanizm-Materyaller ve Araştırmalar. Ankara 1972, TTK yay., s. 229+10.

İnan, Abdulkadir: Makaleler ve İncelemeler. 2 cilt, Ankara 1968-1991.

Karadağ, Nurhan: Köy Seyirlik Oyunları, İstanbul 1978, Türkiye İş Bankası Kültür yay., s. 179.

Kaya, Vahap: Van’da Köse Oyunu. TFA, 12 (246), Ocak 1970, 5011.

Kazmaz, Süleyman: Köy Tiyatrosu. Ülkü (Yeni Seri), 3 (25), 1 Birinciteşrin 1942, 19-22; 3 (26), 16 Birinciteşrin 1942, 9-11; 3 (29), 1 Birincikânun 1942, 15-16; 3 (31), 1 İkincikânun 1942, 10-11; 4 (40), 16 Mayıs 1943, 8-9.

Kazmaz, Süleyman: Köy Tiyatrosu. Ankara 1950, CHP Halkevleri Bürosu Temsil Yay., s. 119.

Kırzıoğlu, M. Fahreddin: Koyuncu Türklerde Saya Şenliği ve Kars’ta Derlenen Sayacı Türküleri. TFA 5 (115), Şubat 1959, 1847-1850.

Köse, Mürsel: Godu Godu (=Kepçe Gelin). TFA, 9 (187), Şubat 1965, 3650-3652.

Kuru, Mustafa: Omurgalı Hayvanlar. Erzurum 1987, Atatürk Üniversitesi Yay., 735 s.

Malinowski, Bronislaw: Büyü, Bilim ve Din. (çev.: Saadet Özkal), İstanbul 1990, Kabalcı Yayınevi, s. 248.

Ögel, Bahaeddin: Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar). Ankara 1989, TTK Yay., s. 644.

Ögel, Bahaeddin: Türk Kültür Tarihine Giriş. 9 cilt, Ankara 1991, Kültür Bakanlığı yay.

Önder, Mehmet: Seyirlik Köy Oyunlarının Kaynaklarına Doğru. Türk Kültürü, 365, Eylül 1993, 561-568.

Örnek, Sedat Veyis: 100 Soruda İlkellerde Din Büyü Sanat Efsane. İstanbul 1971, Gerçek Yayınevi, s. 231.

Örnek, Sedat Veyis: Etnoloji Sözlüğü. Ankara 1971, DTCF Yay., s. 268.

Özcan, Ahmet: Bir Köy Geleneği: Saya. Folklor Postası, 1 (5), Şubat 1945, 17.

Özhan, Mevlüt: Kırşehir’de Oynanan Kız Kaçırma Konulu Dramatik Köy Seyirlik Oyunlarından Örnekler. Türk Folklorundan Derlemeler-1988, s. 121-128.

Özhan, Mevlüt: Seyirlik Oyunlarda Ak-Kara Çatışması. Türk Folkloru Araştırmaları-1985/1, 71-80.

Özler, Muammer: Muğla’da Arap Oyunu. TFA, 13 (258), Ocak 1971, 5855.

Özsağdıç, Mahir: Ürgüp’te Yağmur Duası, TFA, 9 (189), Nisan 1965, 3815-3816.

Radloff, W.: Sibirya’dan (Seçmeler). (çev.: Ahmet Temir), İstanbul 1976, Kültür Bakanlığı Yay., s. 408.

Sevengil, Refik Ahmet: Türk Tiyatrosu Tarihi-I-Eski Türklerde Dram Sanatı. Ankara 1969, Devlet Konservatuarı yay., s. 91.

Seyhan, Özcan: Silifke’de Arap Oyunu. TFA, 10 (206), Eylül 1966, 4183-4185.

Seyidoğlu, Bilge: Mitoloji Üzerine Araştırmalar-Metinler ve Tahliller. Erzurum 1992, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yay., s. 75.

Seyidoğlu, Bilge: Mitolojik Dönemde At. Türk Kültüründe At ve Atçılık Kongresi, İstanbul, 11 Mayıs 1994.

Şeker, Bahattin: Erzincan’da Saya Gezme Geleneği. TFA 10 (213), Nisan 1967, 4383-4385.

Şener, Sevda: Tiyatronun Kaynağına İlişkin Kuramlar. Tiyatro Araştırmaları Dergisi. 6, 1975, 23-48.

Şentürk, Ahmet: Gündüzbey’de Yağmur Duası. TFA, 14 (276), Temmuz 1972, 6361.

Şerbetçi, Alpaslan: Biga ve Çanakkale’de Sayacıya Çıkmak. TFA 13 (258), Ocak 1971, 5857-5859.

Tecer, Ahmet Kutsi: Köylü Temsilleri. Çığır Mecmuası, 8 (86), İkincikanun 1940, 14-17; 8 (87-88), Şubat-Mart 1940, 57-74.

Turan, Mustafa: Kars’ta Koyunun 100’ü. TFA, 14 (221), Aralık 1967, 4602.

Turan, Osman: On iki Hayvanlı Türk Takvimi. İstanbul 1941, DTCF Yay. s. 139.

Turan, Şerafettin; Türk Kültür Tarihi-Türk Kültüründen Türkiye Kültürüne ve Evrenselliğe. Ankara 1990, Bilgi Yay. s. 358.

Uraz, Murat: Türk Mitolojisi. İstanbul 1992, Mitologya Yay., s. 339.

Uz, Mustafa: Bodi Bostan Oyunu, TFA, 3 (52), Kasım 1953, 831.

Ülkütaşır, M. Şakir: Folklorda Törenler. Folklor Postası, 1 (8), Mayıs 1945, 8-9.

Veliyev, Vagıf: Azerbaycan Folkloru. Bakü 1985.

Yalçın Ali Rıza: Çamşıklı Bölgesinde Kışyarısı, TFA, 10 (212), Mart 1967. 4368-4369.

Yalman (Yalkın), Ali Rıza: Cenupta Türkmen Oymakları. c. 1, Ankara 1977.

Yüksel, Avni: Çocukların Yağmur Duası, TFA, 9 (189), Nisan 1965, 3720.

Yüksel, H. Avni: Yıldızeli’nden Kiremit ve Topal Kız Oyunları. TFA, 14 (277), Ağustos 1972.

Ziya Gökalp: Türk Töresi, İstanbul 1339, Maarif Vekaleti Yay., 80 s.

Ziya Gökalp: Türk Medeniyeti Tarihi. İstabul 1976, Kültür Bakanlığı Yay., 416 s.



Yüklə 11,95 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   102




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin