ÇARE NEREDE ?..
10 Kasım 2011
“Deprem gerçeği ile nasıl baş
edebiliriz ?” tekrar temel sorumuz oldu.. Her sarsıntıda birbirimize soracağız gibi gözüküyor üstelik. Yoksa çare yok mudur ?..
Bence var ve uzun vadede değil üstelik. Yarından başlayabileceğimiz kolaylıkta !.. Ve elbette, ömür boyu sürecek güvenlik ve kapsamda.. Aşağıdaki 10 soru-başlık altında yanıt vermeye çalışacağım…
1- İlk sorumuz şöyle olsun: “Deprem öldürür mü ?” Şaşırmamanızı bekliyorum. Çünkü yanıt; kocaman bir “hayır !..” Ama kötü yapılar öldürür.. Hatta bunun için depreme de gerek yoktur.. Kendiliğinden bile yıkılabilirler.. Örnek çok !.. Son günlerde Erzurum’da olduğu gibi, deprem de yokken, bir dokunuşta yıkılanları ekranlardan görmüş olmanız gerek..
Yıkılmasalar da, yanlış malzeme ve donanım seçimi ile yine öldürebilirler üstelik.. Örneğin; yanlış malzemeler yüzünden, evlerimiz başta olmak üzere tüm kapalı alanlar nefes alınmaz hale gelmektedir.. Maalesef bilinçsizce yapılan çoğu mantolamalar ve doğramalar benzer sonuç doğuracaktır.. Avrupa’da bu yüzden kapalı alanlardaki hava kalitesi dışarıdan bin beter hale gelmiştir.. Çocuklarda astım oranı % 50 artmıştır.. Buna “mükemmel yanlışlar” adı verilmiştir uzmanlarınca..
Böyle binaların, tahliye edemediği iç yoğuşma ve alamadığı nefes yüzünden on yıl içinde, yaşayanları da peşinden sürükleyerek romatizma olması mukadder gözükmektedir..
Yapısal romatizma; demirlerin paslanması ve demir-beton aderansının yani yapışma gücünün kalmaması ve ilaveten karbonatlaşma sonucu betonun ayrışması, yani ilk depremde yıkılmaya aday bir kütle oluşmasıdır..
Deprem günahsızdır.. Başına ağır bir şey, muhtemelen beton veya kiremit düşenler
hariç, yolda yürüyen sadece bir kişi ölmüştür 99 depreminde.. O da, fay çukuruna düşmek gibi bir talihsizlik sonucu.. Amerika’daki büyük bir depremden sonra David Copperfield isimli meşhur sihirbaz şöyle demiş: “Aman ne eğlendik !..”
Can korkusu yoksa, evet bu kaos ve ölüm korkusu, bir eğlence haline bile gelebilir..
2- İkinci soru: “Depreme karşı önlem alınabilir mi ?” olmalı. Bunu mutlaka sormalıyız. Çünkü maalesef deprem, ülkemiz için, savaş dışında en çok can kaybına mal olan afet olmaya devam etmektedir.. Bir İstanbul depreminin, yörenin değil ülkenin sonu olacağına dair tahmini hasar bilançoları, birilerini fena halde rahatsız etmelidir artık..
Ülke genelinde planlama ile başlar ya da başlamalıdır bu iş.. Kent planı ile devam eder ve sağlıklı yapının ne olduğunu bilmekle sonuca ulaşır.. Plan ile pilavın karıştırıldığı günleri çoktan aşmış olmalıyız.. Planlamayı plancılar ve bilim adamları yapar.. Yapımcılar değil..
Öncelikle jeolojik olarak güvenli zeminler aranmalıdır. “99 öncesi nerede idi o profesörler ?.” diye soranlar bilmelidir ki, onlar hep burada idiler.. Ama onlara danışmak gerektiğini bilmeyen mühendisler, yöneticiler ve yapımcılar o sesleri bastırmakta idi..
Ayrıca, radyoaktif bir gaz olup akciğer kanserinin % 14 nedenini teşkil eden Radon ölçümleri de yapılarak temiz ve güvenli alanlar kentleşmeye ayrılmalıdır.. Radon, rutubet eşliğinde ve hücresel basınçla, temelden altıncı kata kadar tırmanabilir. O yüzden bir binada radon ölçümü, aynı zamanda yapıdaki yaşamsal, depremsel hastalığın teşhisidir.. Ülkemizde bunu yapan da vardı ama, maalesef merak eden ve ne anlama geldiğini bilen hala yok.. 99 sonrası Gölcükte, yüksek seviyede Radon tespit edilen kamusal binaların yöneticilerinden “ee, ne olmuş yani ?..” yanıtları alınmıştır maalesef..
Eğer kum ve çakıl Radonlu bir araziden alınmışsa, ayrıca beton ile birlikte yapıya taşınabilir.. Bu gazın varlığı, aynı zamanda bina içi rutubetin de göstergesi olduğu gibi, diğer yandan bir deprem habercisidir. Maalesef, İzmit yöresinde radon değerlerinin yükseldiğinden bahsedilmektedir..
Amerika’da Radon tespit edilen yerlerde yapılaşma yasağı varken, böyle bir gazın varlığından bile haberdar olmayan teknik elemanlara sahibiz.. Radon, depremsellik tehlikesi içeren fay hatları boyunca her alanda bulunur… Yani ülkemizin kaçınılmaz gerçeğidir.. O yüzden de, gözlem altında tutulmalıdır..
Ovada yapılaşma kesinlikle yasaklanmalıdır. Oradaki toprak, özellikle jeotermal bölgelerde aşağıdan ısıtılmakta ve muhteşem bir üretim fırsatı vermektedir bize.. Sıvılaşma tehlikesinin yanında şunu da sormalıyız kendimize, üzerine beton dökerek “yemek tabağımızı pislettiğimizin farkında mıyız acaba ?..”
Her kentin, kıyısında ya da yöresinde mutlaka bir kayalık sağlam zemin vardır.. Eğer yoksa, kentin yavaş yavaş ve planlı olarak daha da uzak bölgelere doğru yer değiştirmesi sağlanmalıdır.. Mevcut arazide imar emsalini büyüterek “bu kez vallahi sağlam
olacak !..” hayaline inanıp yoğunluk arttırılmasına ve böylece risklerin ikiye üçe katlamasına göz yumulmamalıdır.
O yörede dağ, tepe benzeri yükselti varsa, güneşten yararlanma şansını arttırmak için, tercihen güney yamaçlarında uydu kentler yaratılmalıdır. Askeri amaçlar dışında, tarihi kentler bu seçimi hep doğru yapmıştır.. Bu gayretler sonucu, yakın bir gelecekte sağlıksız eski kent boşaltılmış olacaktır..
Yer mi yok sanılıyor ya da çok mu pahalı o yerler.. İnsan hayatından daha değerli bir arsa var mı ?.. “Burasını beğendim !..” diyebilen TOKİ’nin önünde kimse duramaz iken, 70 milyon insanın can emniyeti söz konusu olduğunda bahaneler yaratabilecek bir yönetim düşünülemez.. Ülkemizi boydan boya geçen 15, bilemedin 20 km kalınlığında bir alanda tüm nüfusun iki katlı bahçeli evlerde oturabileceğini de biliyor muyuz ?.. Yani aslında yerden bol bir şey yok.. Sadece bilinçli ve dirayetli bir planlamaya ihtiyaç var..
3- “Nereden başlamalı ?” üçüncü soru olacak bu durumda..
Mahalle ve ada bazında, devlet ya da yerel belediyelerin teşviki ile “örnek” yapılanmalara yer verilirse, dönüşüm talepleri için bir yaz bir kış geçmesi yetecektir. Yani, deprem yüklerini ve risklerini azaltabilen malzemelerle yepyeni bir teknikle inşa edilen ve kendi enerjisini de üretebilen yapılarda yaşamaya başlayan insanlar sayesinde, gerçek ve sağlıklı kentsel dönüşüm o gün kendiliğinden başlayacaktır.. Gecekondu yıkıp gökdelen dikerek, düğüm üstüne kördüğüm atılarak değil..
Bu örnek yapılanma adaları, çevresine de örnek olacaktır. Bunun sonucunda, halkın taleplerine yanıt veremeyen müteahhitler de, mecburen bu yeni akıma uymak zorunda kalır. Çünkü artık eski yaptıklarını satamaz hale gelirler.. Bu kadar basit..
4- “Peki diğer yapılanmalar nasıl
denetlenecek ?..” dördüncü soru olmak zorunda. Çünkü tüm yapıların önereceğimiz malzeme ve teknikle inşa edilmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Bu bir dönüşüm sürecidir. Gerçekçi bir yaklaşımla 10 ila 20 yıl içinde sağlıklı bir dönüşüm sağlanabilecektir.. O yüzden, betonarme yapıların bir yandan inşa edilmeye devam edeceğini de kabul etmemiz gerekir.. Yani denetim şarttır..
Bu denetleme işini sigorta şirketlerine vermek en akıllıcasıdır.. Bir denetim firmasının canı, denetleyemediği bina yüzünden “maddi olarak” yanmadıkça, sağlıklı bir kontrol sağlayamazsınız.. Hapis cezası bile bu kadar etkili olmaz.. Ama sigorta firmasının canı yanar. Çünkü tüm bedeli ödeyen odur artık.. O yüzden, gerçek denetim sağlanır...
Başladığından bu yana ne tür denetimler yapıldığını maalesef gördük.. Yerine gidilmeyen inşaatların denetim parası ödendi bazı firmalara.. Proje paralarından daha yüksek meblağlar ödendi fakat beklenen hizmet yerine gelemedi..
Elbette herkes suçlanamaz.. Ama ben, bu sistemin kendi içinde bir denetim mekanizması olmadığından bahsediyorum.. Denetim firmasını denetleyen bir denetim örgütü kurmaya kalkmak da bir başka saçmalık olur.. Sistem, sigortada olduğu gibi bir oto kontrol sağlıyorsa, iş çözülmüştür..
5- “Enerji, depremde hemen kesilmek zorunda. Halbuki hayat enerjisiz devam etmiyor.. Diğer yaşamsal gereksinimler de cabası.. Ne yapmalı?” Bu da beşinci soru..
Elbette, kendi enerjisini üretebilen içerikte olmalı sözünü ettiğim yapılar.. Ülkemin rüzgarı, güneşi, toprağı bu gereksinimi rahatlıkla karşılayacak değerlerdedir.. Kimse şüphe etmesin. Yaptığımız ve yapacağımız örnekler, dünya örneklerine ilavelerdir.. Yeni bir icat değil..
Böyle bir yapı elde ettiğiniz zaman, hem kriz merkezi hem sağlık merkezi hem de deprem sonrası en çok eksikliği hissedilen; tuvalet ve duş hizmeti yerine gelir. Yani deprem sonrası hemen dönüştürülerek bir “hastane ve sığınma merkezi” haline gelebilir o yapı..
Örneğin 16 derslikli bir ilköğretim okulunun bu içerikte inşa edilmesi, sadece yatak kapasitesi olarak baktığımızda deprem sonrasında 800 ila 1000 kişinin kolayca barınabileceği alan sağlar. Yani en az 1000 kişilik çadır hazır demektir.. Bir yerlerden gelmesini beklemek gerekmez.. Demek ki işe okullardan başlanabilir.
Örneğin sadece Bursa’da 900’e yakın okul var.. Hayalen tümünün ahşap ve kendi enerjisini üretebilir içerikte olduğunu düşünelim.. Allah göstermesin ama bir milyonu aşkın insanın, Yani Bursa’daki tüm nüfusun yarısının, çadır gerektirmeksizin gecelemesi sağlanmış demek olacaktır böylece..
Böyle bir okulda, son kullanma tarihleri yüzünden zaman zaman tazelenmesi gereken gıda ve acil ilaçların depolanması da mümkündür, portatif yatakların da, battaniyelerin de.. Böyle bir okul, arazisine ve çatısına düşen tüm yağmuru da, kendi ihtiyaçları ve bahçe sulamak için sürekli olarak toplayacağından, acil durumda emre amade bir su deposu da vardır üstelik.. Depremi de düşünerek bu depoyu biraz daha büyük tutmakta hiç sakınca yok..
Atıklarını da biyolojik arıtma ile kendi
bünyesinde çözdüğünden, depremde kanalizasyon şebekesi çökse bile orada yaşam hijyenik olarak devam edecektir..
Daha ne istiyoruz ?...
Son depremde sevgili öğretmenlerimizi de kaybettik.. O zaman, Milli Eğitim Bakanlığı depreme duyarlı bölgeler için şöyle bir karar alsa ve öğretmen lojmanlarını da; örneğin okulun 3. katında ya da müsaitse bahçesinde çözebilse, fena mı olur ?.. Çok mu zor ?.. Bence hiç değil.. Sadece düşünmek ve planlamak yeter..
Böyle okulların varlığında, deprem sırasında tüm veliler, çocuklarının güvende olduğunu bilecektir en azından. Ardından, en yakın okula ulaşarak kendi emniyetlerini de sağlayabileceklerdir.. Yani böyle bir yapı kalbe kuvvet olacak, deprem paniğinin psikolojik olarak bile önüne geçecektir bana sorarsanız..
6- Altıncı olarak, “Çok katlı yapılara mecbur muyuz ?..” sorusu akla gelebilir. Acaba “çok kata evet” haklı bir yanıt
mıdır ?.. Mecbursak “Farklı bir inşa tekniği ile riskleri azaltabilir miyiz ?..” sorusu gelir ardından.. İşte yanıtlar:
Ülke ortalaması 6 kattır.. Yıllar boyu yapılan anketlerde görülmüştür ki, Ortalama talep 2 kattır. Yani mevcut durum talep değil “rant” sorunudur maalesef… Arsa sorunu hiç değil.. Alışkanlık ve kolay kolay vazgeçilemeyen araç gereç sorunudur..
“Çok katlı binalar mutlu ve sürdürülebilir yaşam sunmuyor !..” dediğimde, “elimizdeki kule vinçleri ne yapacağız o zaman ?” demişti bir koca firmanın yöneticisi.. Ardından “bu arsanın metrekaresi kaça biliyor musun ?” demişti.. Son bahanesi ise harikaydı: “Dediğin gibi binalar yaparsak, elimizdeki yapı stokunu kimlere satacağız ?..”
İşte esas sorun bu. Rant yaratıldı ise, diğer çözümler ve çareler tüketilmiş olur.. Ticaretin acımasız kuralları işlemeye başlar..
Risk azaltıcı ve yaşam kalitesini yükseltici bir “ara çözüm” olarak şunu söyleyebilirim: Yapı betonarme fakat tüm duvarlar ahşap olur ise, sadece duvarlardan yapıya gelen yükler onda bire düşer. Ayrıca o ahşap duvarlar, bir betonarme inşaat kalıbı gibi davranarak deprem sırasında yıkılmayı geciktirir. Ve en kötü ihtimalle yaşam üçgenleri oluşturmaya yardımcı olur.. Deprem sonrası çekilen fotoğraflara dikkat edin.. Bazılarında bir pencere ya da kapı kasasının, bir ahşap dolabın, masanın; betonun yere yapışmasını önlediğini göreceksiniz..
7- “Ahşaba dikkat çekiyoruz ama ahşap yanmaz mı ?.. Üstelik dayanıklı olur
mu ?..” diyebiliriz yedinci soru olarak..
Amerika’daki konutların % 90’ının, deprem riski yüzünden Kaliforniya’nın % 99’unun malzemesi olan ahşap neden güvenli ve yanmaz anlatalım.. Kaç katlı ve kaç metre açıklık geçebilir örnekleyelim… Üç ayrı sistemle inşa edilmiş, yani ahşap, çelik ve betonarme, aynı plana sahip tip yapıda çıkarılan bir kontrollü yangın bir saat sonra sürdürüldüğünde manzara şudur:
1-Çelik yapı ilk on dakika içinde, içerideki ısı çeliğin akma sınırı olan 600 dereceye ulaştığında çökmüştür.. Yani kaçıp kurtulmaya bile fırsat vermemiştir. İkiz kuleler en çarpıcı örnektir..
2-Betonarme bina, betonun içindeki demirin uzaması yüzünden aderans dediğimiz demir-beton yapışması sona erdiğinden taşıyıcılık vasfını kaybetmiştir. O yangında çökmedi ise, ilk depremde mutlaka çökecektir.. Batıda böyle yapıları derhal yıkarlar. Bizde, badana boya ardından yaşam devam eder.. Ona da yaşam diyebilirsek..
3-Ahşap yapı ise, en az bir saat süre tanır size.. Yani kaçıp kurtulabilirsiniz, bu bir. Bir saat sonra itfaiye geldiğinde sadece yanan bölümün tamir edilmesi halinde elinizde hala yaşanabilir bir kapalı alan vardır bu da iki.. Ömrü mü ne kadar olur ?.. Sadece ülkemizde 600-700 yaşında ahşap camiler, İstanbul Boğaziçinde 300 yıllık yalılar olduğunu biliyoruz. Betonun bilimsel ömrü ise 101 yıl bile değildir.. Ortalama 60 yıldır..
Ahşapla 100m açıklık 200 sene önce köprü olarak geçildi.. Bu asırda 200 metreyi kolayca aşan kapalı mekanlar ve kuleler söz konusu.. AB Parlamentosunun bile çatısı ahşap.. Çünkü orası, en üst seviyede güvenli bir alan olmak zorundaydı..
Artık ahşabın yanmasını saatler boyu geciktiren sıvılar var gündemde.. Üstelik yerli üretim ve şişe suyu fiyatına.. Ahşabı betonla 24 madde altında karşılaştıran makaleme göz atarsanız, diğer üstünlüklerinin yanında, izolasyon değerinin de betona göre 16 kat daha fazla olduğunu görebilirsiniz.. Ayrıca, ahşap duvarların ara boşluğuna bor türevi yanmaz izolasyon malzemeleri doldurarak ve dış yüzeylerine de organik yapıda yine yanmaz sıvalar uygulayarak, ısı tutucu ve enerji kaybını önleyici özellikleri en üst seviyelere ulaşabilmektedir..
Kanada’da 8-10 katlı ahşap sitelerde yaşıyor insanlar.. 110 sene önce Osmanlı zaten 28.50 yüksekliğinde yani 8 kat yüksekliğinde bir yapıyı kolaylıkla inşa edebilmişti. Büyükada’daki Rum Mektebi diye bilinen bu yapı, dünyanın en büyük sivil ahşap binalarındandır.. Yani bir anlamda dünyaya da biz öğrettik bu işin mühendisliğini.. Bunun kanıtı, bir Amerikalı bir de Japon Profesörün 10-15 yıl önceki itiraflarıdır.. “Osmanlıdan öğrendik ama şimdi hesap tekniğini size öğretiyoruz, üstelik ev olarak da satıyoruz” demişlerdi bana.. Vallahi çok utanmıştım..
8- “Van’da yapılanlar, Van için yapılanlar yeterli midir.. Ya da şöyle soralım; doğru
mudur ?..” Bu da sekizinci sorumuz olsun.
“Öpeyim de geçsin” diye bir makale yazdım ve muhtemelen okudunuz... Ya da lütfen şimdi göz atınız.. Bence oradaki durumu özetliyor.. Daha sonra sürdürülecek yaşamın risklerini giderici bir teklif ve yapılanma teşebbüsü henüz yok bana kalırsa.. “Bu kez daha sağlam olacak !.. Merak etme sen.. ” garantisinden başka, farklı ve somut bir öneri yok…
Bu yüzden, kış mevsimi itibari ile bir “ara çözüm” önerisini dile getirmeliyim. Birçok resmi kurumun ve bakanlıkların tatil yörelerinde kampları var.. Çadırda kışı geçiremeyecek olan vatandaşlarımız derhal o yörelere taşınmalıdır. Deprem bölgesindeki, güvenliği şüpheli kamu binalarına değil… Valiliği uyarmak gerek.. Çünkü bu da, fahiş bir yönetim yanlışı olur.
Böyle bir çözümde, deprem bölgesindeki mağdur vatandaşların, kış mevsiminde daha uygun iklim şartlarında barınmaları ve beslenme gereksinimleri karşılanmış olur.. Hatta çocuklarının eğitim gereksinimleri bile o çevredeki okullarda yerine getirilebilir...
En çok altı ay içinde ahşap teknolojisi sayesinde hayat geçebilecek “kalıcı” ahşap evlerine ise Mayıs ayından itibaren geçebileceklerdir.. “Geçici” konteynerlere önemli bir bütçe ayrılacağına, kalıcı evlere yönelik bu girişim, o yörenin de kalıcı çözümü olacaktır..
Bu günlerde, Bursalı iş adamları tarafından Erciş’e bir okul yapımı teklifi söz konusu.. Anlattığım içerikte olacak.. Dilerim bu örneğin ardından benzer yapılanmaların da önü açılır.. Bence en doğru ve kalıcı bir yardım olacak Van ilimize.. Yani çocuğumuz her düştüğünde yara bere içinde kaldığında “öpeyim de geçsin” demeyeceğiz, ona düşmemesini öğretmiş olacağız böylece..
Genel anlamda tüm yeniden yapılanmaya yönelik doğru bir inşaat hamlesi devam ederken, ya okullardan başlamak ya da daha küçük ölçekte bir mahalle kahvesi ya da kafesi niyetine 150-200 m2’lik yapılardan yola çıkmak, çok pratik sonuçlar doğuracaktır.. Normal koşullarda, bir işletme mantığı ile canlılığı sağlanacak bu küçük ama özel mekanlar ile en azından site veya mahalle bazında, hemen kaçıp sığınılacak yaşam merkezleri yaratılmış olacaktır.. Hem kalbe kuvvet ve paniği azaltıcı hem de deprem sonrası hayatı sürdürebilen yani son derece işlevsel mekanlar olarak hizmet vereceklerdir..
Bu alanların, artçı depremlerin hala tedirgin ettiği ve kayıplara yol açtığı Van göz önüne getirildiğinde, sadece deprem olduğu gün değil, hayli uzun bir süre işe yarayacağı anlaşılmaktadır..
9- “Yeni depremleri beklerken, tüm kentler için ne önerebiliriz ?..” sorusu sondan bir önceki soru olsun..
Acilen, depremde yıkılmayacak okullar ya
da sağlık ocakları, o da olmadı yukarıda tanımladığım gibi mahalle kahveleri veya modern ismi ile kafeleri oluşturmaya başlamalıyız.. Bu amaçla, “şimdi daha sağlam olacak” diyerek beton değil mutlaka ahşap kullanmalıyız.. Tam sırası..
Dünyada ahşabı yapı teknolojisinde kullanan Amerika, Kanada, Finlandiya gibi ülkelerin ormanları küçülmüyor, tersine büyüyor.. Çünkü onlar için ahşap, canlarını ve sağlıklarını emanet ettikleri bir yapı malzemesidir.. Sobada yanan odundan ibaret değildir.. Dünyaya ahşap mühendisliğini öğreten atalarımızın torunları olarak, iki kattan sonrasını betona serbest bırakan ama ahşaba yasaklayan utanç belgesi yönetmelikler derhal düzeltilmeli ve üniversitelerimizde ahşap yapı statiği dersleri bağımsız ders haline gelmelidir..
1924’de mühendis olan bir babanın oğlu ve 54 yıllık yine bir İnşaat Mühendisi ağabeyin kardeşi olarak, son yazılan ahşap statiği kitabının 1935 baskılı ve Abdullah Türkmen’e ait olduğunu biliyorum.. Sonra ne oldu ?.. Nadir gayretler dışında görülen manzara; tek kelime ile “bilimsel ayıptır !..”
Şimdilik yurt dışından temin edelim ahşabı. Hiç sakıncası yok.. Yeşillerin sandığı gibi, o ahşabı bize satanların ormanları yok olmaz. Çünkü onlar sadece endüstriyel kereste amaçlı orman ürünlerini satışa sunmaktalar.. Bir tane kestiklerinde yerine on ağaç dikmekteler..
Ne zaman ki kıymetini anlarız ve hayatımıza katarız, işte o günden sonra bizim ormanlarımız da korunmaya ve büyümeye başlar.. % 60 bozuk orman alanı ıslah edilir, doğaya ve ülkeye kazandırılır.. 2B haline geldi diye üstüne beton dökülmeye kalkışılmaz, hemen fidanlayıp tekrar ormana dönüştürülür.. Çünkü ormanın en değerli varlığı ve binlerce yılda oluşmuş olan verimli toprak, hala oradadır..
10- Onuncusu son soru olsun.. “Böyle projeler var mı gündemde ?.. Söylediğiniz örnekler yakında gerçekleşecek mi ?..” diyebilirsiniz.. Çünkü sadece olasılıklardan bahsediyorsak, bu öneri raporunu okuyanlar için tüm anlatılanlar “bir hayal” olarak algılanacak, ümit kırıcı olacaktır..
Evet, ne mutlu ki artık örnekler var.. Bursa’da yaşadığımız alanda 20 aile için bir yerleşke projemiz var. İnşallah önümüzdeki yaz inşaat başlayacak. İçeriğinden ötürü Avrupa Yatırım Bankası özel önem veriyor.. Çünkü Avrupa’da bile, kentsel kurgu içinde tarımsal ilişkinin canlılığını koruduğu ilk proje olduğu ifade edildi..
Üç yılda 28.000 öğrenciye eğitim vermiş olan Diyarbakır Güneş Evimizden sonra, bir de Bursa Güneş Evimiz var ve projesi bitti. 600 m2 kapalı alanı olan bir eğitim yapısı.. Elbette yine ahşap ve tüm enerjisin üretecek. Bursa’nın merkezinde, 500.000 m2’lik yeni düzenlenen bir park alanında inşa edilecek..
Orman Bakanlığının isteği ile bir Tıbbi Bitkiler bahçesi projesi bitirdik.. Yine ahşap, yani deprem riski nerede ise sıfır ve tüm enerjisini üretebilecek olan 1000 m2 kapalı alanı ile 45 dönüm arazi içinde projelendirildi.. Hayata geçmesi, eli kulağında !..
Ayrıca, yine Bursa’da, 150 dönüm bir alanda Uluslararası Enerji ve Ekoloji Yaz okulu, Mahalli İdareler Enstitüsü, Bir Tıbbi Bitkiler Bahçesi ve bir Güneş Okulu gündemde… Sayın Bursa Valisi ve Vali yardımcımız, Büyük Şehir Belediye Başkanımız bu projelere tam destek veriyor.. Güneş Evi talebi zaten Büyük Şehirden gelmişti.. Kendilerine şükranlarımı sunuyorum..
Bu projeler ile Bursa, dünya gündemine taşınacaktır.. Tamamen anlattığım şekilde inşa edilecekler.. Deprem sorunu yaşamayacaklar.. 150 dönümlük son projemiz de elbette; ahşap konstrüksiyon olacak ve tüm enerji ihtiyacını mahallen üretebilen içerikte inşa edilerek AR-GE ve eğitim merkezi olarak işlev görecek..
İftiharla söyleyebilirim ki böyle bir yapılanma dünyada da yok.. Yani bu yüzden, ülkemiz için yepyeni bir kavram olan, “Bilimsel Turizmin” de Bursa’dan başlayacağını müjdeleyebilirim.. Çünkü yabancı bilim adamları da öğrencileri de misafirimiz olacak.. Şimdiden beklentileri ve talepleri gündeme girdi.. Çünkü, “bizde de yok böylesi !..” dediler bile..
Yani ümitlenmeye hem ihtiyacımız hem de hakkımız var artık.. Tüm kentlerimiz ve Türkiye’miz adına aklın yolunda buluşmayı diliyorum..
Biraz uzun oldu raporumuz farkındayım.. Ama bireysel olarak ve ülkemiz adına “hayatta ve ayakta kalabilmek için” önemli bilgileri paylaştığımızı düşünüyorum.. Bu ümit ile, hak ettiğimiz mutlu bir gelecek diliyorum..
Y.Mimar
Çelik Erengezgin
celik@erengezgin.net
www.erengezgin.net
Dostları ilə paylaş: |