DEYBUL
Pakistan'ın Sind eyaletinde bugün mevcut olmayan eski bîr liman şehri.
İslâmî kaynaklarda adı Mihrân olarak geçen İndus nehrinin batısındaki koyun ağzında kurulmuştur. Muhammed b. Kasım es-Sekafî'nin, 92 (710-11) yılında Seylan'dan Hicaz ve Irak'a giden müslü-manlann gemilerine saldırılması üzerine Sind yöneticisi Raca Dâhir'i cezalandırmak için sefer yaptığı ilk yerdir. Dey-bül çoğunlukla büyük bir kısmı Med kabilesinden olan tüccar ve sanatkârların oturduğu deniz ticaretinde gelişmiş bir merkezdi. Burayı fethetmek için Ubey-dullah b. Nebhân ve Büdeyl b. Tahfe el-Becelî kumandasındaki orduların deniz yoluyla yaptıkları ilk iki seferden bir sonuç alınamamıştı. Bu durum karşısında Muhammed b. Kasım karadan saldırmaya karar verdi ve planlarını başarıyla uyguladı. Araplar Hindistan'da ilk defa etkili bir silâh olan mancınığı kullandılar ve üzerinde, halkın gözünde zaptedil-mezliğin sembolü olan büyük bir bayrağın dalgalandığı ünlü kuleyi yıktılar. 40 metreye yakın yüksekliği olan bu kule, Araplar'ın "menâretü'l-Büd" dedikleri bir Budist stupası (veya deval) idi ve tepesinde rüzgâr estiği zaman gölgesi bütün şehri kaplayan çok büyük bir kırmızı bayrak dikilmişti. Deybül adının da Sanskritçe "mâbed" demek olan dîval/ debal (deva-l "ilâhî ev") kelimesinden geldiği bilinmektedir. Mancınıkla atılan bir taşın büyük bir gürültüyle stupayı yıkması üzerine şehir kısa sürede düştü. Şehrin ele geçirilmesinden sonra gayri müslimlere serbestlik tanındı ve zimmî statüsünde koruma altına alındılar. Muhammed b. Kasım burada Sind topraklarında inşa edilen ilk camiyi yaptırdı ve kurduğu yeni mahallelere 4000 kadar Arap aileyi yerleştirdi. Uzun süre harabe halinde kalan stupa. 846 yılında Vâ-sik-Billâh'ın Deybül valisi Anbese b. İs-hak ed-Dabbî tarafından kısmen tamir ettirilerek hapishaneye çevrildi.
Arap kaynaklarının belirttiğine göre Deybül şehrinin büyük bir kısmı 893'te meydana gelen bir depremde harabeye dönmüş ve halktan binlerce kişi ölmüştür. Ancak 1239'da Radıyyüddin Hasan b. Muhammed es-Sâgânî'nln burayı ziyaret etmesinden, depremden sonra ter-kedilmediği ve tekrar oturulabilir hale getirildiği anlaşılmaktadır. Radıyyüddin es-Sâgânî Deybül'ün varlıklı sınıfının eskiden beri korsanlık yaptığını bildirmektedir. Cengiz Hana yenildikten sonra 1221'de Sind'e gelen ve Deybül'ü ele geçiren Celâleddin Hârizmşah'ın buradaki bir tapınağın yerine cami yaptırması, XIII. yüzyılda dahi Deybül'de putperestliğin yaygın olduğunu ve şehirde önemli sayıda gayri müslimin yaşadığını ortaya koymaktadır.
İslâm hâkimiyetinin ilk dönemlerinde bir kültür ve eğitim merkezi olan Deybül müslümantar arasında önemli bir yere sahipti; Sem'ânî ve Yâküt burada yetişmiş çok sayıda hadis âliminden bahsederler. Sonradan şehir büyüklüğüne, geniş nüfusuna ve yakın zamanlara kadar mevcut olmasına rağmen bilinmeyen bir sebeple tahrip olmuş ve ortadan kalkmıştır. Şehrin kalıntılarını bulup meydana çıkarmak için çeşitli çalışmalar yapılmışsa da bir sonuç alınamamıştır. Arap yazar ve seyyahlarının eserleri şehrin İslâm öncesi ve İslâmî dönemdeki durumu üzerine değerli bilgiler İhtiva etmekte. fakat tam yerini tesbit hususunda yardımcı olacak bilgi vermemektedirler. Pakistanlı arkeologlar 1958 yılında bazı tarihçilerin Deybül'ün yeri olarak gösterdikleri Bambur bölgesinde geniş çapta kazı yapmış, fakat bir neticeye ulaşamamışlardır. İki yıl devam eden kazılarda ortaya çıkarılmış olan kalıntılar eski Dey-bül'ün Bambur bölgesinde bulunduğu hususunda kesin bir bilgi vermemektedir. Bu durumda bu iki eski şehrin farklı yerler olduğu fikri kuvvet kazanmakta ve İstahrî'nin eserinde Deybül şehrinden ayrı, Bambur tapınağından ayn bahsetmesi de bu görüşü desteklemektedir.
Bibliyografya:
Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 634-638, 644-645; Taberî, Târih (Ebü'l-Fazl), II, 79; İstahrî. ei-Mesâlik ide Goeje), s. 174-175; İbn Havkal. Şûretul-arz, s. 317, 328; Hududu l-c âlem (Mi-norsky), s. 123, 372; Makdisî. Ahsenü't-tekâ-sîm, s. 479; Bîrûnî, Tahkiku mâ li'l-Hind, Hay-darâbâd 1377/1958, s. 167; Bekrî, Mu'cem, II, 569; Sem'ânî, el-Ensâb, V, 393-395; Yâküt, Mu'cemü'l-bütdân, II, 495; İbnü'l-Esîr, el-Kâ-mit. I, 406; III, 85; V, 59, 465; Cüzcânî, Tabakât-ı Nâşırî, 1, 447, 452, 459; Gûographie d'Aboul-feda, 11/2, s. lll; Abdülhamid Khan. Toums of Pakistan: Ancient and Modern, Karachi 1950, s. 61-62; La Strange, The Land of The Eastern Calİphate, London 1966, s. 330-331; S. Qudra-tullah Fatımi, "The Twin Ports of Daybul", Sind Through The Centuries (ed. Hamida Khuhro), Karachi 1981, s. 97-105; J. Horovitz. "Deybül", İA, 111, 567; A. S. Bazmee Ansari, "Daybul", El2 (İng), II, 188-189. m
DEYİŞ
Türk halk edebiyatı ve mûsikisinde türkü, mâni, koşma gibi nazım şekilleriyle yazılan ezgili şiir türlerinin genel adı.
Türkçe de-mek fiilinden türetilmiştir. Anadolu'nun birçok yerinde aynı kökten gelen değişik şekillerine rastlanan kelime sözlükte "söz söyleyiş, anlatma biçimi, üslûp: halk edebiyatında türkü, destan, nefes, tekerleme, koşma gibi hece vezniyle yazılmış şiirlerin genel adi; beste, makam: tarikat esaslarına uygun olarak söylenmiş şiir; halk şairlerinin karşılıklı mâni, türkü, ezgi söylemesi" gibi anlamlara gelmektedir. Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde "deyiş doğdurmak, deyiş düzmek gibi tabirler türkü ve ağıt yakmak mânasında kullanılmaktadır. Aynca bazı yörelerde kadınların tek başına veya karşılıklı söyledikleri mânilere de deyiş adı verilmektedir. Dîvâna lu-gâti't-Türkve Kutadgu Bilig'de bulunmayan deyiş kelimesine Mevlânâ Celâ-leddîn-i Rûmî'nin (ö. 1273) Türkçe bir gazelindeki "Hemmin çakır içer men hem min tiyiş bilür men" mısraında "tiyiş" şeklinde rastlanmasından hareketle kelimenin XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu'da kullanılmaya başlandığı söylenebilir. Daha sonraki yüzyıllarda meydana getirilen eserlerde ve cönklerde, anonim halk edebiyatı ve âşık edebiyatı metinlerinin üzerine bu kelimenin "deniş, deniş, değiş" imlâlarıyla yazıldığı da görülmektedir.
Türk halk edebiyatnda hece vezniyle ve ezgi eşliğinde söylenen manzumeler için kullanılan deyiş öğretici, eğitici, öğüt verici konular yanında daha çok Alevî-Bektaşî edebiyatı ve mûsikisinde dinî-tasamıfî inancı ve tarikatın ilkelerini anlatan şiirlerin genel adıdır. Şehir Bektaşîliğinde bestelenmiş manzumelere "nefes" denilmesine karşılık daha çok Doğu Anadolu'da görülen köy Bektaşîliğinde deyiş kelimesi yaygındır. Öte yandan bilhassa Sivas, Tokat Çorum. Malatya, Tunceli, Maraş, Muş, Erzincan ve yörelerindeki saz şairleri {âşıklar), kendilerine ait şiirlerin veya eski âşıkların mahallî ezgi kalıplarına uydurarak söyledikleri şiirlerinin bir bölümüne de deyiş adı vermektedirler417. Halk arasında "deyişçi, deyişatçf gibi sıfatlarla anılan şairlerin, çoğunlukla mahlas kullanmadan söyledikleri ağıt-mersiye türü şiirler de deyiş olarak adlandırılır. Ayrıca halk dilinde âşıkların aynı ayağı kullanarak karşılıklı şiir söylemelerine Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da "deyişme" (atışma) adı verilir. Âşık edebiyatı ve mûsikisinde geniş bir yeri olan deyiş günümüzde "âşıklama denilen bir başka tür ile karıştırılmaktadır. Halk arasında yaygın olmayan bu terim, son elli yıldan bu yana özellikle halk mûsikisi sanatçıları tarafından kullanılmaktadır. Âşıklama, aslında âşık tarzı çalıp söylemeyi simgeleyen üslûbun adıdır.
Geniş bir repertuvar oluşturan deyişlerin koşma nazım şeklinde yoğunlaştığı bilinmektedir. Özellikle âşık tarzı deyişler sekizli ve on birli hece vezniyle. anonim halk edebiyatı içinde yer alan deyişler İse beş, yedi. sekiz ve on bir heceli kalıplarla söylenmektedir. Âşık mûsikisinde hece vezni dışında daha çok aruzun remel bahrinde "fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbı ile söylenmiş deyişler de vardır.
Türk halk mûsikisi içinde yer alan deyişler ya vokal (ses) veya vokal-enstrüman beraberliğiyle söylenir. Deyişlerin koro halinde okunduğu durumlar ise nâdirdir. Türk halk mûsikisinin iki büyük formu olan uzun hava ve kırık havaların her ikisinde de deyiş örneklerine rastlanmaktadır. Ancak uzun hava tarzında olan deyişler daha azdır. Ayrıca her İki formun birlikte kullanıldığı karma deyişler vardır ki bunlarda serbest kısım (uzun hava) daha çok ezginin başında yer alır.
Deyişlerin, karmaşık bir müzikal özellik göstermesi sebebiyle biçim olarak kesin kurallar içinde incelenmesi mümkün olmamaktadır. Genellikle sade bir melodi ile örülü olan deyişler en az dört, en çok on iki, nadiren de on üç ses içerisinde seyrederler. Melodi seyri çoğunlukla inici, bazan da çıkıcı-inicidir. Deyişlerde uşşak, hüseynî, karcığar, muhayyer, hicaz, rast gibi basit makamların yanında segah, nikriz, sabâ gibi birleşik makamların da kullanıldığı görülmektedir. Ancak bu makamların hiçbiri başlı başına klasik mûsikideki makam özelliklerini taşımayıp daha çok halk sanatçısının kendi muhayyilesinde şekillendirdiği çeşniler olarak görülür. Bu çeşniler, mahallî sanatçılar tarafından çeşitli melodi kalıpları halinde tesbit edilmiş olup aynı ezgi ile değişik pek çok şiir türü ve âşık deyişi okunabilmektedir.
Deyişlerde iki, üç ve dört zamanlı ana usullerle bunların üçerli şekli olan altı, dokuz ve on iki zamanlı usuller kullanıldığı gibi beş-dokuz zamanlı birleşik usullerin değişik düzümlü biçimleri de kullanılmaktadır. Bu arada karma usullerde deyiş örneklerine de rastlanmaktadır. On-on dokuz, yirmi bir-yirmi üç, yirmi beş, otuz. otuz üç zamanlı usuller bunlara dahil edilebilir. Usullerde ve makamlarda yer alan örnekler halk mûsikisinin her formundaki deyişler için geçerlidir. Deyişlerin icrasında en fazla kullanılan enstrüman bağlamadır. Çeşitli ebatlar-daki bağlamaların yanında def, darbuka, kemane gibi sazların da deyişlere eşlik ettiği görülmüştür.
Bugüne kadar resmî kuruluşların gerçekleştirdiği derleme çalışmalarında 2000'e yakın deyiş ezgileriyle birlikte tesbit edilmiştir. Ancak özel derlemelerin eklenmesiyle bu sayının daha da artması mümkündür.
Bibliyografya:
Derleme Sözlüğü, Ankara 1969, IV, 1446-1447; Güvâhî, Pend-nâme: Öğütler ne Atasözleri (haz. Mehmet Hengirmen), Ankara 1983, s. 123; Köprülü, İlk Mutasavvıflar (Ankara 1984), s. 246-247; a.mlf., Edebiyat Araştırmaları I, s. 210-211; Halil Bedi Yönetken, Derleme Notları, İstanbul 1966, s. 78-101; Abdülbâki Gölpı-narlı, Tasauvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul 1977, s. 95, 251-252; Orhan Saik Gökyay. "Cönkler Üzerine", Folk-tor ve Etnografya Araştırmaları, İstanbul 1984, s. 123; Şükrü Elçin, Akdeniz'de ve Cezayir'de Türk Halk Şairleri, Ankara 1988, s. 175, 215; M. Şerefeddin [Yaltkaya], "Mevlânâ'da Türkçe Kelimeler ve Türkçe Şiirler", TM, IV (1934), s. 162; Mahmut Isıtman, "Deyiş ve Deyişat", TFA, XVIII/346 (1978), s. 8333; Melih Duygulu. "Nurhak Bektaşilerinde Nefes Söyleme Geleneği", Cem, sy. 13, İstanbul 1992, s. 24-25; "Deyiş", TDEA, II, 284; ML, [[[, 641; Öztuna, BTMA, I, 222.
Dostları ilə paylaş: |