Devlet kapitaliZMİ



Yüklə 108,93 Kb.
tarix22.01.2019
ölçüsü108,93 Kb.
#101554




DEVLET KAPİTALİZMİ” EFSANESİ ÜZERİNE…1

Komünist programı niteleyen sözcüklerin ifadelerin “yansız”, “zararsız” hatta önemsiz olmadıklarını daha önce birçok vesileyle açıklamıştık. Karşı-devrim, devrimci söylemlerimizin isyankâr içeriğinin yeniden kurulması [canlandırılması] için olduğu gibi kaçınılmaz olarak burjuva ve gerici bir içerik taşıyan doğrudan karşı-devrimin ürünü tüm kavramların2 sözlüğümüzden çıkartılıp atılması için de yürütülmesi gereken mücadelenin önemini bize karşıtıyla [a contrario] gösteren kimi ifadelerin (sınıfımızın ortak zenginliğini oluşturan kimi ifadelerin) özünü değiştirmeye, saptırmaya kuvvetle, dört elle sarılmak zorunda kaldı.



A Dünya Kapitalist Devleti…

Devletin marksist anlayışının abecesi, egemen bir güç olarak devletin, var olduğu hâliyle hâkim sınıfın bir örgütü olduğudur. Görüş açımızdan doğrudan doğruya dünya çapında kapitalist bir devlet olan devlet, daha genel bir düzeyde, burjuva sınıfının sınıf çıkarlarının ve üretim tarzının üretimi ve yeniden üretimi amacıyla [var olan] örgütüdür (kapitalist toplumsal ilişkilerin kişileşmesidir). Devlet aygıtının bütünü, sistemin (bu durumda ücretli kölelik sisteminin) kendini yeniden üreteceği ve [böylece] sürüp gideceği bir biçimde toplumun maddî temellerini altalayan, güçlendiren, ifade eden vs. bir üstyapıdır. Toplumun marksist anlayışı, tüm sınıflı toplumlar için devleti (sınıf uzlaşmazlığının hâkim sınıfın genel çıkarları çerçevesinde kalmasını ve sınırlandırılmasını güvenceye alan bir üst yapı ve bu sınıfın örgütü sıfatıyla devleti) ana eksen olarak içerir [kabul eder]. Kendisine uygun düşen devletin (kölecilik ve köleci devlet vs.) “etrafında” ve onun sayesinde örgütlenmeyen bir üretim tarzı (= doğrudan yaşamın üretimi) mevcut değildir. Tüm sınıflı toplumlarda devlet, toplumun aynı anda hem motoru hem de kazanılacak amacı olmuştur her zaman, yani onun üretim tarzıdır, var oluş biçimidir. Kaba [vülger] görüşlerin tersine, devlet üretim ilişkilerinin “basit bir yansı”sı, bu üretim biçiminin düpedüz bir “uzantı”sı (en azından althüsserci yapısalcılığın altyapı üstyapı ikili bölüsü ve bir o kadar kaba karşı-savı olan bir uzantı) değildir ; bu devlet hem ücretli kölelik sisteminin toplumsal kişileşmesi olarak hem de bu bütünlüğün yani dünya çapındaki kapitalist sistemin geliştirilmesinin ve güçlendirilmesinin doğrudan bir etkeni olarak davranır aynı anda. Böylece kapitalist devlet, kapitalist toplumsal ilişkilerin, bir başka ifadeyle değerlenen değerin üretiminin ve yeniden üretiminin etkenidir [unsurudur] aynı zamanda.


Sermayenin, meta üretiminin ve bir meta sıfatıyla emek gücünün gelişmelerinin (toprak kölelerinin “özgürleşmesi” ve modern proleterler) tüm tarihi – bir bütünlük olarak sistemin uygun gelişmesinin güvencesi ve vurucu gücü olan dünya çapındaki kapitalist devletin gerçekliği sayesinde, bir başka deyişle bireysel kapitalistleri disiplin altına alarak toplumsal ilişkinin kişisizliği [nesnelliği] adına sermayelerin özellikle de ulusal devlet3 diye adlandırılan sermaye grupları arasındaki rekabeti disipline sokarak kapitalist üretim tarzının kendini ortaya koyabilmesi için – önceki üretim biçimlerinin eşanlı olacak biçimde işgal edilmesi ve dönüştürülmesi etrafında ve bu sayede gerçekleşir, ortaya çıkar. Şüphesiz bütün kaba materyalistler ve diğer sözde marksistler için, çoğu zaman kendilerini sadece “ulus devlet” olarak, “çok uluslu şirketler” ve tröstler olarak ifade eden farklı sermaye öbeklerinin rekabetçi varlıklarında ortaya çıkan dünya kapitalist devleti (varlığının temeli kapitalist üretim tarzında önceden mevcut dünya pazarı olan bir dünya devleti) anlamsız bir soyutlamadır, o kadar ki, dünya kapitalist devlet kavramının kendisi, gazeteci ağzıyla, [ancak] “iki blok” arasındaki uzlaşmazlığa kadar indirgenebilir. Oysa tersine, tüm şu solcuların şaşkın bakışlarında dünya kapitalist devletinin tam ve eksiksiz varlığının açıkça görüldüğü bir durumdur bu : solcular dünya proletaryası ile çatışmak ve tarihî düşmanlarına karşı [yani proletaryaya karşı] birleşmek zorunda kaldıklarında, burjuvalar arası tüm çelişkiler “dünkü düşmanlar”la bir cephe kurmak üzere ikinci plâna geçer (ve bu “dünkü düşmanlar için de geçerlidir), [böylece] bir dünya sınıfı diğerine, güce karşı güç [yani] dünya kapitalist devleti dünya proleter devletine karşı olur !
Şu hâlde dünya kapitalist devleti kavramı (egemen konumunu korumak için burjuva sınıfın dünya çapındaki bu örgütü), – öncülü kapitalist üretim tarzının evrenselliği olan, niteliği doğrudan dünya çapında olan – Marx’ın toplam sermaye temel kavramına4 uygun düşer… en soyut bakış açısından dünya çapında, evrensel, birleşmiş ve gezegenimizin tamamını altalayan bir gerçekliğin, kapitalist üretim tarzının bir ifadesidir bu. O hâlde kapitalist sınıfın kolektif ve kişisiz [nesnel] çıkarlarının bu örgütleyicisini, bu garantörü yani doğrudan etkin bir güç sıfatıyla dünya kapitalist devletini bu gerçekliğin merkezine koymaksızın kapitalist sistemin dünya çapındaki varlığını tutarlı bir biçimde savunmak [göstermek] imkânsızdır. Ayrıca açıktır ki, kendisinden önceki üretim biçimlerinin tersine, meta üretiminin doğrudan kolektif [ortak] ve anonim niteliğine uygun düşen dünya kapitalist devletinin mevcudiyeti ile sermayenin ortak [kolektif] ve kişisiz çıkarlarının savunusunun varlığı, kuşkusuz ne üretim kargaşasını [anarşisini] ne de sermayenin gelişmesinin asıl motoru olan rekabeti ortadan kaldırabilirler ; hatta tersine, sermayenin gelişmesi her zaman aynı anda sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi olarak ortaya çıkar daha da fazla (bu, aksayan şirketlerin ve yeterli derecede verimli olmayan sermayelerin elenmesidir), onun gelişmesi – açgözlü artı-değer arayışının şu çılgın rekabetin bizzat temelini oluşturduğu – olağanüstü artı-değer avcılığının ve en “verimli” (terimin kapitalist anlamıyla “en kârlı”) yatırımlara doğru olan tehlikeli ileri kaçışlarının [atılışlarının] hep daha kargaşalı olan yarışıyla koyar kendini ortaya. Sermayenin “zenginlik” ve “sefalet” şeklindeki kutuplaşmasını (süre giden toplumsal durumun ve ücretli kölelik sisteminin kalıcılığının garantisi burjuvaziye karşı devrimci proletarya kutuplaşmasını) hep daha ötelere iten, hep daha çelişik, hep daha belirgin kılan gerçeklik budur.
Henüz “devlet kapitalizmi” efsanesini ele dahi almadan önce, diyalektik materyalizm anlayışı içinde dünya devleti temel sorunsalını şematik olarak düzeltmemiz gerekti. Özetle, bir üretim tarzının ve kendisine uygun gelen bir devletin (bütünlüğü içindeki dünya kapitalist sınıfının merkezileştirici, kolektif ve nesnel örgütleyicisi, doğrudan etkin unsuru bir olan devletin) eşanlı olarak ortaya çıkışları olmaksızın, bu üretim tarzının gelişmesi diye bir olay da yoktur. Yani “devlet kapitalizmi” ifadesinin bizzat kendisi daha şimdiden itibarını yitirmiştir ; marksist bakış açısından devletsiz bir kapitalizmi (tüm diğer sınıflı toplumlar gibi) tasarlamak anlamsız olduğundan, “devlet kapitalizmi” diye bir şey de yoktur ! Kapitalist devlet her zaman kapitalist sistemin gelişmesinin merkezinde olmuştur (ve de hâlâ merkezindedir). Bizzat “devlet kapitalizmi” söyleminin “en iyi” durumda bir geneleme [totoloji] olduğunu ve “en kötü” durumda da bu söylemin karşı-devrimin programının çok önemli bir bölümünü içerdiğini göreceğiz birazdan…

B “Devlet kapitalizmi” efsanesi…

Kapitalist üretim tarzının doğrudan tümel [evrensel] ve dünya çapında olan karakterini bu küçük çalışmanın birinci bölümünde görmüştük. Bu eğilimin durmadan daha fazla geliştiği açık. “Diskoteklerde dans eden çinliler”, köşe bucak dört mevsim tüm dünyaya yayılmış olan tek biçimlilik [uniformisation] vs. üzerine uzun açıklamalar yazmak gereksiz, zira kapitalizm kendi kendini “her yerde hep daha fazla aynı şey” olarak tanımlıyor. Kapitalist hâkimiyetin esasen özdeş ve birleşik olan karakterinin hep daha kuvvetle belirginleştirdiği (zamanda ve mekânda) bu açık gerçeklik, gördüğümüz gibi, dünya kapitalist devletinin ifadelerinden biridir. Bu eğilim aynı şekilde kapitalist hâkimiyetin bizzat başlangıcından bu yana hep daha belirginleşmiş ve sermaye de evrenselliğine karşı olmayan çok sayıda çeşitli tüzel biçimler altında durmadan gelişmiştir. Bunu görmek için tecimsel, tefeci, imalâtçı, uransal biçimlerinden en özel biçimlerine (sadece canlı emek tarafından üretilecek olan gizil artı-değerin on yıl kadar önceden satışı ve kredi temelinde gelişen itibarî sermayeye) kadar sermayenin doğuşunu ve gelişmesini hatırlamak yeter ; ya da özelleştirmenin, özel mülk edinmenin (“kişisel veya aile tarafından özel mülk edinme” ile, stalinci “yüz aile” efsanesiyle hiçbir alâkası olmayan bir özel mülk edinmenin) değişik biçimleri olan hisse senetli şirketleri, sınırlı sorumlu şirketleri, anonim şirketleri, çok uluslu şirketleri, tröstleri, holdingleri, adi komandit ortaklıkları, yatay ve dikey [sermaye] yoğunlaşmalarını, siyasî partileri, sendikaları, mafya çetelerini, masoncu, mezhepsel ve insanî yardım kuruluşlarını, Kibbutz’ları [İsrail’deki tarımsal kolektifler], toplama kamplarını, halkçı, plânlı, denetlenen, özerk, “karma”, ulusallaştırılmış, “kamusal” kooperatif ve kolhoz mülklerini vs. hatırlamak yeter… ve bunların hepsi, görmekte olduğumuz gibi, doğrudan dünya ölçeğinde bir yoğunlaşmadır, doğrudan “uluslararası” yapıdadırlar.


Bu nedenle şu soruyu, yani özel mülk edinmenin tüm şu tüzel biçimlerini garanti eden önce devlet midir, yoksa tersine, burjuvalar arası güç dengelerine bağlı olarak falan ya da filân türde bir yoğunlaşmanın çıkarları dâhilinde farklı “ulus devletler”in politikalarını “yönetenler” bu hukukî biçimler midir sorusunu (ki sonuçta “yumurta-tavuk” totolojik aptallığı ile aynı kapıya çıkan bir soru) kendimize sormak doğrusu tamamen gülünç olacaktır. Her hâlükârda sınıf bakış açımızdan bildiğimiz, “Derin cep daha iyi, doldur ha doldur !” olduğu ve değerin değerlenmek [artmak] için durmadan değer yoğunlaşması kutuplarına doğru kaydığı, yer değiştirdiğidir… ve bu, tüm şu yüzeysel hukukî biçimlerin ve onların ideolojik kılıflarının ötesindedir (kimi zaman da karşısında). Yani kapitalizm sistemin biricik özünü ( özel mülk edinme, artı-değer üretimi, insanın insan tarafından sömürülmesi vs.) gizlemek için paravan olarak ulusal kapitalist yönetimlerin güya farklı doğaları üzerine olan çok sayıdaki ideolojik haklılamalara bahaneler oluşturan pek çok tüzel biçimi her zaman kullanmıştır. Bu hukukî biçimlerden bazılarının “daha az kapitalist”, daha “sosyalist”, daha “ilerici”, “farklı”, “ara bir biçim”, “yarı yarıya bir biçim” vs. olmaları gerektiğini şu ya da bu biçimde benimsemek ve desteklemek, mülkiyetin (elbette özel, yani bir sınıfa özel [ait]) “kolektif” ve “devletleşmiş” olduğu bahanesi altında Sovyet ekonomisinin (şimdilerde [1985] insanlığın ⅔’sini kavraya bir ekonomi : Doğu Bloğu, Çin, Nikaragua vs.) “sosyalist” doğasını haklılayan troçkizmin5 ve stalinizmin karşı-devrimci budalaca işlerine geri dönmek olacaktır kaçınılmaz olarak. Bu konudaki en küçük taviz, karşı-devrim kampına geçen (isteyerek veya değil) bir davranış olacaktır doğrudan doğruya, zira “daha az özel” hukukî biçimler varsa eğer, bu biçimleri savunmak gerekecektir… ve de böylece her zaman olduğu gibi savunulacak daha “ilerici” ya da daha az “faşist” olan bir kampla birlikte kendimizi doğrudan doğruya emperyalist savaşın göbeğinde buluveririz. Ama burada bu konuya dönmeyeceğiz.6
O hâlde arkalarında sadece kapitalizmin geliştiği bu farklı tüzel biçimlerin kullanılması, “daha az kapitalist” ya da daha aptallar için “sosyalist bir cennet” olan bir başka dünyanın var olabileceğine bizleri ikna etme çabalarına yarar yalnızca. Bu yüzden de en sonunda “serbest değişim kapitalizmi” ile “ devlet kapitalizmi” arasında artık iyice cılkı çıkmış olan bir karşıtlığa varılır. Peki bu “serbest değişim”in gerçekten marksist ve de kapitalizm altında değişmez biçimde kalan anlamı nedir ? Söz konusu olan metaları değerleri üzerinden (ve bu, herkesin bildiği gibi, tek tek her meta için değil, ama ancak bir bütün olarak metaların kendi değerlerine değişilmelerini sağlayan dünya çapındaki toplumsal bir süreç yoluyla gerçekleşir) satın alabilme ve satabilme özgürlüğüdür (zorunlu sonuçları eşitlik ve yurttaşlık olan bir özgürlük). Bu yüzden meta değişimi Washington’da olduğu kadar Moskova’da da serbesttir… bunun için bir miktar banknota ya da daha iyisi bir kredi kartına sahip olmak yeter !! Üstelik sözüm ona “sosyalist” denilen şu ülkeler için hemen her yurttaştan iki ayaklı seyyar bankalar yaratan bir karaborsa… “Döviz var döviz ! Döviz lâzım mı yoldaş ?”. Marx çok önceden belirtmişti :
«Yani sermaye ücretli emeği [işi] gerektirir, ücretli emek de sermayeyi. Biri diğerinin koşuludur, karşılıklı olarak birbirlerini yaratırlar.» (K. Marx, “Ücretli Emek ve Sermaye”)
Ve Bordiga bunu yorumlar :
«Ya para, ya sosyalizm {…} Emeğe [çalışmaya, işe] bir değer biçildiğinde henüz sosyalizm yoktur ; tüm diğer mallara bir değişim değeri atfedildiği zaman da aynı şey.» (A. Bordiga, “Komünizm Tutkusu”, “1844 Elyazmaları’na ilişkin yorumlar”, Spartacus yayınları)
İdeolojileri ne olursa olsun dünyanın tüm kapitalistlerinin önünde secdeye gelip alçaldıkları şu para denilen allah, meta değişimi sisteminin tek oluşunun, serbest değişimci karakterinin evrenselliğinin parlak bir açıklamasıdır ; plâncılar olarak tüm “özel kapitalistler”in pusulayı şaşırdıkları ve her tarafta aynı sonuçlara yani krizin dünya çapındaki ağırlaşmasına yol açan aynı önlemleri almaya dört elle sarıldıkları bir bunalım döneminde, kendisi de ancak dünya çapında olabilen bir bunalım döneminde bu açıklama haydi haydi geçerlidir. Kısaca şu “hür dünya” efsanesi, doğrudan doğruya “sosyalist dünya” efsanesinin tamamlayıcısıdır (ve bu, 2 numaralı dipnotta gördüğümüz gibi, “üçüncü dünya” efsanesiyle daha da tümlenmiş olur). Bu iki efsane bakışımlıdır, ve son tahlilde, üçüncü bir kez dünyayı toptan [devasa] bir mezbahaya çevirme hazırlıklarını haklılamaya yararlar ancak. Bir kez daha söyleyelim : dünya kapitalist sistemi birdir [bir bütün oluşturur] ve proleterler açısından da bölünmezdir !

C “Devlet kapitalizmi” ve rus sorunu…

Böylece marksizmin burjuva yorumuna ve komünist programın soyulmasına [yağmalanmasına] dayanan daha ”ustaca”, daha “hatalı” kavramları (yani çok sayıda kılgısal sonuçları olan kavramları) ele alabiliriz artık. Söz konusu olan, özellikle “devlet kapitalizmi”ni kapitalizmle komünizm arasında “ara”, “daha üst” bir aşama olarak gören anlayışların tümüdür. Bu durumda “devlet kapitalizmi” komünizmin gerçekleşmesine doğru atılmış bir adım, bir “must” [bir şart, bir koşul] olarak kapitalizmin gelişiminde yeni bir “dönem”le, [komünizme doğru] bir “evrim”le özdeşleştirilir. Böylece sermayenin ütopyası (çelişkisiz, bunalımsız, “üretim anarşisi”nin olmadığı bir sermaye hayali) ideal söylemini bulur : “devlet denetimi” sayesinde kapitalizmin uyumlu gelişimini “kontrol edebilen”, “plânlayabilen” dolayısıyla bizzat sistemin mantığı içinde sistemin kendi çelişkilerini çözebildiği bir “devlet kapitalizimi”dir, bir üçüncü yoldur bu. Söz konusu olan marksizmin en önemli temel tezlerinden birinin yani bir parti olarak oluşmuş proletaryanın devrimci gücü tarafından boydan boya yıkılışını imzalayan kapitalizmin felâketli doğasını ortaya koyan tezin revizyonudur, bu teze ihanet edilmiş olmasıdır. (Bkz. “Ekonomi Politikten Değil, Eleştirisinden Yana Olmak”, 1. kısmın 2. bölümü) Söz konusu olan, işçi sınıfı tarafından “kazanılmış” reformlar sayesinde kapitalizmden komünizme barışçı geçiş sosyal-demokrat anlayışın bir değişkesidir tamamen basitçe (gerçekte reformlar : kapitalizmin gelişmesinin ve çelişkilerinin Sosyal-Demokrasi ve Anarko-Sendikalizm tarafından parlâmentarizmin, sendikalizmin, toplumsal barışçılığın [pasifizmin], kültürcülük şarlatanlığının vs. burjuvalar arası mücadele alanlarına doğru saptırılmış olan işçi mücadelelerinin sonucudurlar sadece). Bu anlayışın bizzat temeli, sosyalizme tatlılıkla [kavgasız gürültüsüz] geçişin sosyal-demokrat anlayışıdır… gerçekte, gördüğümüz gibi, daha “kolektif” daha “kişisiz” [nesnel] hukukî biçimler altında, “reel sosyalizm” diye adlandırılan ideolojik komünizm maskesi altında… ücretli kölelik sisteminin korunması demek olan bir görüş (belirli bir anlamda bu doğrudur da : aslında söz konusu olan sermayenin [yine] bizzat sermaye tarafından toplumsallaştırılmasıdır, toplumsal bir ilişki olarak kavranmış olan kapitalizmdir !).


Kapitalizmin baştan sona yıkılması gerekliliğinin marksist anlayışına karşı Sosyal-Demokrasi tarafından yapılan bu ağır ihanet (yalnızca 1914’te değil, ama onun daha doğuşundan bu yana var olan bir ihanet), 1917’de iktidarın alınmasından neredeyse hemen sonra Bolşevik Parti’yi coşturmuş olan “devlet kapitalizmi” üzerine olan tartışmalarda bulacaktır kendini hiç kuşkusuz. Bolşevikler’in içindeki devrimci bölüngü (Lenin, Troçki) tarafından yönetilmiş olan 1917 proleter ayaklanması, burjuva devleti gerçekten yıkmadığı ve bu perspektif içinde yer almak amacıyla gerekli tedbirleri de almadığı için, sermayeyi ve “ulus devlet”i savunmanın gereksinimleri de bu yüzden bir o kadar çabuk bolşevik siyasete hâkim oldular. Ve bu, sermaye birikimini artırmak için alınmış olan kapitalist önlemlerde ; Brest-Litovsk barışı ve devrimci savaş sorununda ; önce sol Bolşevikler’den ve Sosyalist-Devrimciler’den başlayan, ardından da dünya çapındaki güç dengesini devrimin lehine alt üst etmenin tüm olanaklarını 1921’deki Kronştad7 katliamıyla kesin olarak kapatan ve böylece stalinci, faşist, anti-faşist biçimleri altında tüm dünyada yeni bir karşı-devrim dönemini açan sol komünist bölüngülerin ezilmesinde ifade etti kendisini. (Bu tavır, KAPD ve Miasnikov çevresinde toplanmış bir grup işçi tarafından daha o dönemde savunulmuştu.)8
Yani iktidar Bolşevikler tarafından ele geçirilir geçirilmez, sermayenin gelişmesinin ve “sosyalizm”e geçişin “eski” sosyal-demokrat kavramları özellikle “devlet kapitalizmi” etrafında pek çok tartışma gerçekleştirerek alabildiğine ağırlıklarını koyarlar. 1918’den itibaren Brest-Litovsk anlaşmasına karşı olan sol komünistlerin bir bölüngüsü (“Komünist” dergisi etrafında gruplaşmış olan Buharin, Radek, Uritski, Osinski, Kollontay, Preobrajenski, Piatkov vd.), hiç kuşkusuz, “devlet kapitalizmi” adı altında Rusya’daki kapitalist devamlılığa (Taylor sisteminin sokulması, “alman” kapitalizminin taklit edilmesi vs.) saldırmışlardır.
«Dayatılan barışın temeli olarak kabul edilmiş olan dünya sermayesi önündeki bu gerilemeyle, bu yüzden yayılmakta olan yabancı emperyalizme verilen büyük tavizlerle birlikte, tam da barışın imzalandığı anda, şaşırtıcı bir biçimde bir ton yeni örgüt ortaya çıkmakta. Savaş sadece ülkenin, topraklarının fethi için olmadı, ama bu toprakları iktisadî olarak sermayenin ahtapot kollarına teslim etmek için de yapıldı.» (N. Osinski, “Sosyalizmin Kuruluşu Üzerine” başlıklı makaleden, “1918 Brest-Litovsk Anlaşması : Bir Darbede Kesilen Devrim” kitabında aktaran G. Sabatier, Spartacus yayınları)
Bolşeviklere karşı olan bu “iç” proleter muhalefetle eşanlı bir biçimde, stalinci-demokratik tahrifatların uzun yıllarından sonra sahip olduğumuz az sayıdaki belgeye göre, dünya devriminin ve proleter çıkarların savunulmasının inkâr edilemez bir dışavurumu olarak ortaya çıkan ve Sol-Sosyalist Devrimciler tarafından yönetilen bir muhalefet de gelişiyordu.
«Sürekli mücadeleden kaçınarak, sermayenin hücumları önünde geri çekilerek, “ulusal sermaye”ye ödünler vererek, “kendini korumak” amacıyla işçi devriminin uluslararası devrimin yolundan ayrılamaya hakkı yoktur.» (“Sosyalist Rusya” dergisindeki sol sosyalist-devrimci bir makaleden : “Rakiplerin Kampındaki Müttefiklerimiz”)9
Ama biçimsel parti fetişizminin ve disiplininin çok çabuk hakkından geldiği sol bolşevik bölüngü ile devrimci sürecin bütünlüğü kavrayışında [onlar] kadar zayıf ve kafa karışıklığı içinde olan “yarı-darbeci” eylemleri içindeki (devrimci savaşı başlatmak, harekete geçirmek için Almanya büyük elçisinin katledilmesi !) Sol Sosyalist-Devrimciler, yerlerini Rusya’da sermayenin en iyi biçimde yönetilmesi sorununa, sadece bu soruna bırakan proleter direnişin bu ifadeleri ezilip yok edildiler. Böylece Bolşevik Parti içinde “savaş komünizmi”, “emeğin [çalışmanın, işin] askerîleştirilmesi”, “Yeni İktisadî Politika” (şu ünlü NEP) vs. üzerine bir dizi tartışma ve önlem gelişir… gerçekte Rusya’da kapitalizmin gelişmesini en iyi biçimde yönetmek gayesiyle yalnızca farklı eğilimleri somutlaştırmaya yarayan ve giderek daha fazla “tek ülkede sosyalizmin kuruluşu” diye adlandırılmış olan önlemler. Bu anlamda, örneğin Lenin, kâh “Rusya’yı sosyalizme” götüren yoldaki bir evre olarak kâh “ulusal sermaye”nin savunulmasında Sovyetler Devleti’nin kullanmak zorunda olduğu yöntemler veya politikalar olarak [durmadan] devlet kapitalizmine başvurur. Lenin’in bu sorunlarda fazlasıyla yalpalamış olduğu ve yaşamının sonunda tamamen Rusya’daki burjuva devletin bizzat doğası üzerine olduğu gibi en azından “devlet kapitalizmi” üzerine de çelişkili tavırlar10 geliştirmiş olduğu inkâr gelinemez. Parti’nin en solundan en sağına geçen Buharin’in de bu soruna çok sayıda ve çelişkili katkılar yaptığı bilinir. En ilginç çalışmalarından birinde şunları söyler :
«Devlet kapitalizmi, ifadesini burjuvazinin diktatörlüğünde bulan sermayenin hâkimiyeti altında ve uzlaşmaz toplumsal çelişkiler temelinde üretim sürecinin akılcı bir hâle getirilmesidir. Devlet kapitalizmi burjuva devletle kapitalist tröstlerin birleşmesi olduğu için, ilke olarak bu türden olasılıkların tümünü reddeden proletarya diktatörlüğü altında “devlet kapitalizmi”nden söz edilemeyeceği açıktır.» (N. Buharin, “Geçiş Dönemi İktisadı”, 1919-20)
Bu karşıt söyleme karşı olan Lenin klâsik sosyal-demokrat tavrı savunuyordu :
«{…} daha o zaman devlet kapitalizminin bizde hâlen mevcut iktisadî rejimden daha üstün olacağını göstermiştim.» (Lenin, “Ortaklaşa Çalışma Üzerine”, bütün eserleri, cilt 33)
Ya da “Solcu Çocukluk ve Küçük-Burjuva Düşünceler Üzerine” başlığını taşıyan şu iğrenç metinde daha da beteri görürüz :
«Oysa tersine, Sovyetler Cumhuriyeti’mizde işlerin bugünkü durumuna nazaran devlet kapitalizminin ileriye doğru bir adım olacağını düşünmediler bile. Sözgelimi altı ay içinde bizde de devlet kapitalizmini kurabilirsek eğer, bu, bir yıl sonra ülkemizde sosyalizmin kesin olarak oturacağının ve yenilmezliğinin en kesin garantisi ve de çok büyük bir başarı olacaktır.» (Lenin, tüm eserleri, cilt 27) (Daha burada yalnızca sermayeye değil, üstelik “sosyalist vatan”a da yapılan övgünün altını çizmek isteriz. Yayına hazırlayanların notu.)
Görüldüğü gibi Lenin’in temel anlayışı “saf”, ideal bir kapitalizm ile hiç olmazsa hayalî, [günün birinde] geleceği kesin vs. bir sosyalizm arasında vazgeçilmez bir araç olarak, bir aşama olarak kavranan “devlet kapitalizmi”nin alman modeli temelinde [yer alan] kapitalist devamlılık anlayışıdır (ya emeğin askerîleştirilmesi üzerine olan Troçki’nin rezil anlayışına ne demeli ! Bkz. “Terörizm ve Komünizm” adlı kitapta yer alan “Emeğin Örgütlenme Sorunları” başlıklı makale, Promethée yayınları). Temeller bir kez böylece atıldıktan sonra karşı-devrimci perspektifin eksiksiz tamamlanışı Stalin, Buharin, Zinovyev, Varga vesair zevat tarafından artık alabildiğine geliştirilebilirdi… hem de Sovyet sisteminde “değer yasası”nın ve meta üretiminin korunmasını, sürdürülmesini açıkça kuramlaştıran “Ekonomi Politik Elkitapları”na kadar ! Hesaplanan çevrim tamamlanmıştır. Kendi itiraflarıyla toplumsal ilişkiler, gerçekten de tastamam ve özellikle kapitalisttirler ; artık söz konusu olan, bu ilişkilerin yalnızca “reel sosyalizm” cilasıyla parlatılıp gizlenmesidir.
«Başka şeylerin yanında değer yasası rus ekonomisine uygulanıyor mu, uygulanmıyor mu ? Cevap evetse, değer yasasına göre işleyen iktisadî mekanizmanın tümü arı bir kapitalizm değil midir ? Stalin birinci soruyu “evet” diye cevaplar ve “bizde her tarafta olmasa bile değer yasası yürürlüktedir” der. İkinci soruyu da “hayır” diye yanıtlar ve ekler, “tamamen kapitalist olmadığı için değer yasasına ilişmeyen bir ekonomi mevcut olabilir” !» (A. Bordiga, “Stalin’le Hasbıhâl”)
“SSCB’nin ve marksizm-leninizm”in müdafileri tarafından savunulmuş bu sapmaları Bordiga işte böyle özetliyordu ve bu türden savunucular hâlâ da mevcut… ! Ayrıca bu burjuva aptallığın başka değişkeleri de var : örneğin “devlet kapitalizmi” ile geçiş döneminin aynılaştırılması (hem de dünya çapında bir sistem olarak !) ya da – az çok Mandel sosuyla radikalleştirilmiş olan troçkizmin klâsik biçimini hesaba bile almaksızın – P. Mattick’in kapitalizmle komünizm arasında değer yasasının mevcut olacağı ama marksist eleştirel tahlil tarafından öngörülmemiş bir “yenilik” oluşturacak olan bir “köprü”nün (bu da Stalin’in tezinin yeniden ele alınmasıdır aslında) yani “yeni bir üretim tarzı”nın gelişme olasılığı üzerine olan saçma hezeyanlar gibisinden değişkeler.11 Ne ki bu değişkelerin hepsi sonunda asıl olarak aynı şeye varır : ücretli kölelik sisteminin dünya çapında olmadığını doğrulamaya çalışmak ve buradan da dünya komünist devriminin kaçınılmazlığına karşı bu sistemi korumak.
Bu kısa metinde gördüğümüz gibi “devlet kapitalizmi” kavramının kendisi bir aldatmacadır, zira bu kavram devrimci programın temel üç noktasını – bizzat [kullandığı] terimlerde – yadsımaya çalışır :


  1. kapitalizmin dünya çapında toplumsal bir ilişki olarak geliştiğini (dünya pazarının varlığı gibi gerekli bir sonuçla birlikte) ;




  1. hep daha fazla birikime, yoğunlaşmaya, örgütsel merkezileşmeye [doğru olan] itiliş hareketi içindeki kapitalizm, hem proletaryaya karşı mücadelesinde hem de emperyalistler arası mücadelelerde her zaman devlet denilen merkezî güce dayanmıştır (ve hep daha da kuvvetli bir biçimde dayanmaya devam etmektedir) ;




  1. dünya proletaryasının karşısındaki bu devlet, ücretli kölelik sistemini koruyup sürdürmenin (yıldırganlık ve devlet terörüyle) ve karşı-devrimin bu gücünün uluslararası merkezileşmesi olarak dünya kapitalist devletidir.

Programımızın bu temel yönleri daha önce Marx ve Engels tarafından savunulmuştu, örneğin Engels şunları yazıyordu :


«İşçileri mülksüzleştirmekle işe başlayan kapitalist üretim tarzı, şimdi de kapitalistleri mülksüzleştiriyor, ve tıpkı işçiler gibi, onları gereksiz nüfusun içine, eğer oraya değilse, yedek sanayi ordusunun saflarına gönderiyor. Ne var ki ne hisse senetli şirketlere dönüşüm ne de devlet mülkiyetine dönüşüm, üretici güçlerin sermaye niteliğini ortadan kaldırmaz. Hisse senetli şirketler için bu açık. Yalnızca burjuva toplumun bir örgütlenmesi olan çağdaş devlet de, ona gelince, yalıtılmış kapitalistler gibi işçilerden de gelen başkalarının mülküne el uzatmalara, tecavüzlere karşı kapitalist üretim tarzının genel dış koşullarını korumakla ilgilenir. Biçimi ne olursa olsun modern devlet asıl olarak kapitalist bir makinedir : kapitalistlerin devleti, düşüncedeki kolektif kapitalizmdir. Üretici güçleri kendi mülkiyetine geçirdiği ölçüde, aslında daha fazla kolektif bir kapitaliste dönüşür ve yurttaşlarını daha fazla sömürür. İşçiler de ücretliler, proleterler olarak kalırlar. Kapitalist ilişki kaldırılmamış, tersine doruğuna ulaştırılmıştır.» (F. Engels, “Anti-Dühring”, altı tarafımızdan çizildi)

● ● ● ● ●




Notlar :

1 Bu makale “Le Communiste”in 22. sayısından (Haziran 1985) çevrilmiştir. Bütün köşeli ayraçlar çeviriye aittir. Yalnızca başka yazarlardan yapılan alıntılarda kullanılmış olan şu iki { ve } özel parantez de “Le Communiste”e aittir. (ç.n.)

2 “Tüketim toplumu”, “bürokrasi” ya da daha kötüsü – bizzat sözcüğün kökeninden (“üç dünya”) anlaşılacağı gibi – biri “gelişmiş kapitalist”, diğeri “sosyalist”, üçüncüsü de “azgelişmiş” hatta “tarafsız” (yani bir bakıma ilk ikisi arasında yer alan) [“bloksuz” ülkeler] sonucunu veren “üçüncü dünya” türünden ifadeler böyledir. Eksiksiz komünizmi, enternasyonalizmi isteyen bir dizi kişi ve grubun, kapitalist üretim tarzının dünya çapında ve birleştirici olduğu anlayışı ile tamamen çelişik olan alabildiğine çürümüş “üçüncü dünya” gibi kavramsal bir ifadeyi – tırnak içinde bile olsa – kullandıklarını ve yaydıklarını görmek doğrusu pek tuhaf. Ama herkesin bildiği gibi, insanın gerçeği ortaya koyması pratikte olur. “Üçüncü dünya” gibi bir kavramı kullanmaya devam ederek “dünya çapındaki kapitalizm”den söz etmek, basit bir dil sürçmesi ile hiç alâkası olmayan, ama tersine, sınıf mücadelesinin kendileri için Paris banliyölerinin ötesinde “gerçekten temel bir önem taşımadığı” aşırı solun Avrupa-merkezci ve ilgilenmeme yanlısı uygulamalarını güçlendiren hâkim ideoloji ve maddî güce ağır bir taviz vermeyi içerir kaçınılmaz olarak. Böylelikle “merkezî ülkeler” karşı-devrimci efsanesi (üstelik sermaye birr ülkeyle veya birkaç ülkeyle aynılaştırılabilirmiş gibi !), şu çirkef kokan “üçüncü dünya” efsanesiyle ve gezegenimizin dört bir köşesinde [sürdürülen] proleter katliamlar alayıyla buluşur doğrudan doğruya (gelecek sayılarda bu sorunlara yeniden döneceğiz).

3 Tüm milliyetçiliklerin temelini oluşturan “bir ulus fikri temelinde sermayenin gelişmesi”ni değil de, tersine kapitalist birikimin ihtiyaçları temelinde “ulus devletler” oluşması temel anlayışını daha önce “Ulusal Kurtuluş Efsanesi ve Komünizm” başlığını taşıyan çalışmamızda ele alıp incelemiştik. Bizce “ulus devlet”, sermayelerin yoğunlaşmasının bir biçimidir (bir ifadesidir) yalnızca… her şey olup bittikten sonra vatanın, kıt’acılığın, ulusalcılığın vs. düşünce ve uygulanmasında kendine ideolojik temel sağlayan bir biçim. Bu apaçık gerçeğe iyice inanmak için, bu toplumda gerçekten de ulus tanımına karşılık gelen “ulus devlet”in ne olduğunu görmek yeter : dil, tarih, kültür vesairden oluşan bir topluluk ! Aslında olay çok basit… bu hiç olmadı, bugün de yok ve de asla olmayacak. “Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”nın, “halkların kendi yazgılarını kendilerinin belirlemeleri hakkı”nın vs. karşı-devrimci tavrına destek oluşturan bir o kadar karşı-devrimci bir efsanedir bu.

4 Burada “Kapital”in 1857 plânında Marx’ın “Devlet Kitabı” başlıklı bir IV. cildi öngörmüş olduğunu belirtmek ilginç olacaktır. Bu konuda okuyucu şu kaynağa başvurabilir : R Rodolsky, «K. Marx’ta “Kapital” Düşüncesinin Doğuşu», Maspero yayınları.

5 Bu konuya daha geniş bir yaklaşım için okuyucuya şu makaleyi öneririz : “Troçkizm : Karşı-Devrimin Ürünü ve Etkeni”, “Le Communiste”, № 8.

6 Kapitalist toplumsal ilişkilerin altında geliştikleri farklı tüzel biçimlerin asıl olarak benzer görünümlerini açıkladıktan sonra, çözümlemenin tamamen farklı bir düzeyinde, filân biçimleri feşmekân biçimleri kadar tamamen kapitalist olan bu hukukî biçimler arasında gerçekten de “farklılıklar” olduğunu da görmek gerekir. Sermayenin yoğunlaşmasının ve merkezileşmesinin bazı “farklılıkları”nı biçimde (ama içerikte değil) ifade edebilen ve aslında aynı kapitalist içeriğin (zenginlik kutbunun yoksulluk kutbu kadar kapitalist olması gibi) yalnızca ifadeleri olan “farklı” görüngüsel biçimlerinin ne olduğunu kavramaktaki güçlüklerden biri tam da buradadır. Bu gerçeğe sadece işaret etmiş olmak için, ABD’de gerçekleşen en güçlü sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesinin, bu merkezileşmenin gücünün sermayelerin hızlanmış dolanımına yaradığı açık olgusunu verebiliriz. Sermaye yoğunlaşmasının daha az “güçlü”, daha az yoğun, daha az merkezî olduğu kutuplardaki daha ağır, daha eskil [arkaik] hukukî biçimler (“ulusallaştırılmış”, “devletleştirilmiş”, “yönlendirilmiş” bir ekonomi, bir “plânlama” örtüsü altında sunulmuş da olsalar), bu tür sermayelerin değerlenmesine fazladan bir engel oluşturabilirler. Bu belirtildikten sonra, şayet daha önce var olmuşlarsa, eğer [elan] mevcutsalar, farklı hukukî mülkiyet biçimleri üzerinde bir kez daha ısrar etmek önemlidir ; sınıf bakış açımızdan her şeyden önce söz konusu olan, hepsinin ortak özünü, yani dünya çapındaki kapitalist üretim ilişkilerini, gizleyen görüngüsel biçimler olmalarıdır.

7 Bir yandan “Ekim 17’nin Birkaç Dersi” başlıklı makalemizde (“Le Communiste”, № 10/11) Ekim ayaklanmasını ve diğer yandan iktidarın alınmasıyla başlayan karşı-devrimci safhayı şimdilik [1985’te] ispanyolca olan toplu bir çalışmada (“Comunismo”. “Rusya : Karşı-Devrim ve Kapitalizmin Gelişmesi”, № 15/16 ve 17) çok geniş olarak işledik. Bu çok geniş çalışmadan şu aşağıdaki bölümler fransızca olarak da yayımlandı :


  • Sosyal-Demokrat Sosyalizme Geçiş Kavramı [türkçeye de çevrildi] ;




  • Bolşevikler’in Toplumsal ve İktisadî Politikaları [türkçesi de var] ;




  • Brest-Litovsk : Barış Her Zaman Proletaryaya Karşı Bir Barıştır ;




  • Bolşevikler’in Uluslararası Siyasetleri ve Komünist Enternasyonal İçinde Çelişkiler ;




  • Maknovist Hareket [Ukrayna] ;




  • Kronştad : Rusya’da Kapitalist Devletle Bir Kopuş Denemesi.

Bu metinleri başkaları izleyecek. İspanyolca olarak yapılan bu temel katkıların fransızca olarak da azamî ölçüde ve en kısa sürede yayımlanmaları için çalışmaktayız.



8 Okur bu konuda şu çalışmaya başvurabilir : “Devrimci Eylemi İçindeki KAPD”, “Le Communiste”, № 7.

9 Bu konuda daha fazla bilgi için Sol Sosyalist-Devrimciler tarafından 1918’de yayımlanmış olan iki broşürün Spartacus yayınlarınca yapılan tıpkıbasımlarına (“Tanınmayan Bir mücadele : Sol Sosyalist-Devrimciler”, № 1228) başvurulabilir.

10 Bu sorunların daha ayrıntılı bir incelemesi için okura C. Bettelheim’in üç ciltlik çalışmasını önerebiliriz : “Rusya’da Sınıf Mücadeleleri”. Bu çalışma her ne kadar “devlet kapitalizmi”nin maocu-stalinci bir çözümlemesini geliştirmiş olsa da, yine de çok sayıda ilginç bilgiler içerir. Aynı anlayış çerçevesinde 1917’den 1934’e kadar SSCB’nin iktisadî tarihinin eleştirel iyi bir analizini veren B. Chavance’ın “Sosyalist Sermaye” kitabını da sayabiliriz.

11 “Üçüncü çağ”ında, “yaşlılık” döneminde, “emperyalist aşama”sındaki vs. kapitalizmi iki ayrı döneme (biri “yükselen” [yani] çıkış diğeri de “gerileyen” [yani iniş] ve çok sayıda siyasî sapmaları içeren iki döneme) ayıran bütün şu saçma kesilme [ya da kopma] kavramları içindeki kapitalizmle aynılaştırılmış bir “devlet kapitalizmi” değişkesini de bilerek geçiştirdik. Çeşitli gerilemeci görüşlerin daha uygun bir eleştirisi çerçevesinde bu sorunlara yakında tekrar döneceğiz.

Yüklə 108,93 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin