Di'l-mürselîn'İ (Kahire 1322) bunlara misal olarak zikredilebilir



Yüklə 1,15 Mb.
səhifə16/25
tarix08.01.2019
ölçüsü1,15 Mb.
#91960
növüYazı
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   25

1. a) fâilâtün {-------)

habn ile feilâtün (——),

b) fâilâtün (-------)

keff ile fâilâtü (-------).

c) fâilâtün (— —)

şekl ile feilâtü (~-----),

d) fâilâtün {-------)

tesis ile mef ûlün (-----);

2. a) müstefilün {-------)

habn ile mefâilün (-—-),

b) müstefilün (-------)

keff ile müstef ilü (-------),

c) müstefilün {—«-) şekl ile mefâilü (-—-),

d) müstefilün (—--) kat' ile mef ûlün (-----):

HAFÎF


3. a) fâilâtün (——)

hazf ile fâilün {-----);

4. a) fâilün (-----)

habn ile feilün {—-),

b) fâilün (-----)

tesis ile fa'lün (—);

5. a) mef'ûlün (-----)

habn ile feûlün (-----) olur.

Ortaya çıkan bu neticelerin her birini tek şekil üzerinde toplayarak şöyle gös­termek mümkündür:

1. *—= 2. *—c 3. *— 4. ^—

[-----] [-----] [—]

Bunların açılarak yazılışları ise sırasıyla şöyledir:

1. a) fâilâtün (——)

b) feilâtün (------)

c) fâilâtü {——)

d) feilâtü («~_w)

e) mef'ûlün (-----)

2. a) müstefilün (—-)

b) mefâilün (~—-)

c) müstef'ilü (-------)

d) mefâilü (-----~)

e) mef ûlün {-----)

3. a) fâilün (-----)

b) feilün (-----)

c) fa'lün (—)

4. a) mef ûlün (-----)

b) feûlün (-----)

Buna göre, üç aruz ve beş darbı olan hafîf bahrindeki aslî tef itelerle bunlara illet ve zihaf kaidelerinin uygulanması sonucunda ortaya çıkan ve aslî tef'ile ye­rine kullanılabilen tâli tef itelerin teşkil ettiği vezin grupları şöyle sıralanabilir:

I. aruz ve 1. darbı ile:

I. aruz ve 2. darbı ile:

*—= / *—^ / -—= //

II. aruz ve 3. darbı ile:

III. aruz ve 4. darbı ile:

III. aruz ve 5. darbı ile:

HAFİF

Köşeli parantez içindeki tâli tef 'ileler nadiren kullanılır. Aslî tef ileden sonra tâli veya tâli tef "ıleden sonra aslî tef'ile gelebilir. Ancak keffin dahil olduğu tef i-leyi takip eden tef'ilede habn olmaması, yani "mekfûf1 (kısa hece ile biten) bir tef'ileyi "mahbûn" (kısa hece ile başla­yan) bir tef'ilenin takip etmemesi gere­kir ki bu husus, "Muâkabet caiz değildir" şeklinde ifade edilir. Hafif bahrinin mec-zû, yani her şatrda birer cüzün düşme­siyle ortaya çıkan dörtlü şeklindeki fâilâ-tün müstefilün tef'ileleri, mûstef'ilün fâ-ilâtün tertibine kalbedilirse Halîl b. Ah-med'in "müctes" diye adlandırdığı bahir ortaya çıkar (Safa Hulûsî, s. 183 vd.).



Aruza dair klasik kitaplarda ve bunlara muhteva bakımından sadık kalan yeni eserlerde hafif bahrinin yukarıda sayılan vezinleri zikredilir. Ancak sanatkârların nazım tekniğinde yaptıktan yenilikleri de göz önüne alarak yazılan eserlerde bu bahrin başka vezinleri de ele alınmıştır. Meselâ Celâl el-Hanefi aşağıdaki vezinle­ri de tesbît etmiş ve örnekleriyle vermiş­tir [et-'ArÛi. s. 257, nr. 7, s. 267, nr. 10 vd.).

«__/—//*----/ —

„__/**-_//----1 —

^-----/ «-----/ *-----// *-----/ *-----

(--------= müstef i lâtün ve mefâilâtün).

Bu arada serbest nazımla şiir yazan­lar, genelde tercih ettikleri müfredat ba­hirlerden olmamasına rağmen, ritmik

yönden ifade İmkânları ve nesri andıran tarzı ve hafifliği dolayısıyla hafif bahrin­de şiir yazmayı denemişlerdir (bk. Ab-dürrızâ Ali, s. 38, 125). Hafif bahri İran ve Türk edebiyatlarında da kullanılmış­tır. İran şiirinde bu bahirde türemiş olan müseddes vezinlerin başlıcalan şunlar­dır:

fâilâtün (feilâtün)*-----/

mefâilün------/ mef'ûlün-----

fâilâtün (feilâtün) *-----/

mefâilün-------/ feilâtün-------

fâilâtün (feilâtün) *-----/

mefâilün-------/ feilün

fâilâtün (feilâtün) *-----/

mefâilün-------/ feilân -»=

fâilâtün (feilâtün) *-----/

mefâilün-------/ fa'lün —

fâilâtün (feilâtün) *-----/

mefâilün-------/ fa'lân -=

fâilâtün (feilâtün) *-----/

mefâilün-------/ fa' -

Bu vezinlerden fâilâtün (feilâtün) / me­fâilün / feilün (fa'lOn) şekilleri bilhassa mesnevilerde rağbet görmüştür. Farsça tasavvufi" mesnevi tarzının kurucusu Se-nâTnin Hadîkatü'l-hakika'Si, Nizâmî-i GencevTnin Heft Peyker'i, Emîr Hüsrev-i DihlevTnin Heşt BihişVi ve Evhadüddîn-İ Merâgi'nin Câm-ı Cem adlı mesnevisi bu vezinle nazmedilmiştir. Türk edebiya­tında bu vezinle kaleme alınmış pek çok mesnevinin başlıcalan şunlardır: Şeyhî*-nin Harnâme'si, Hamdullah HamdTnin Yûsuf u Züleyhâ'sı, Lâmiî Çelebi'nin Şem' u Pervâne'si, Fazirnin Gül ü Bül-bül'ü. Nevlzâde Atâînin Hett Hân'\ ve Sabitin Edhem ü Hümâ'sı. Yeni Türk edebiyatında ilk manzum piyes yazan Ali Haydar Bey ve daha sonraları Ahmed Hâşim ve Yahya Kemal gibi sanatkârlar da bu vezinle şiir yazmışlardır.

BİBLİYOGRAFYA :

İbn Abdürabbih, et-%dû'l-ferîd,\, 469-471, 491; İsmail b. Hammâd el-Cevherî, Kitâbü 'Arûti'i-uaraka ve Kitâbü'l-Kavâfi (n§r. Sâllh Cemâl Bedevi), Mekke 1985, s. 55 vd., 82-85; İbn Reşîk el-Kayrevânî, el-'ümde (nşr. M. Muh-yiddin Abdülhamîd), Kahire 1353/1938, I, 114 vd.; Zemahşerî, el-Kts(âş (nşr. Fahreddin Ka-bâve). Beyrut 1989, s. 115-118; Reşîdüddin el-Vatvât, Risâle-i cArûi (nşr. Ahmed Ateş - Ab-dülvehhab Tarzî), İstanbul 1962, s. 252-262; Şems-i Kays, ei-Muccem fi mefâyîri eş'âri'/-'Acem (nşr Muhammed-i Kazvînî - Müderris Rezâvî), Tahran 1338 hş. -* Tahran, ts.; Ahmed Safî, Câm-ı Muzaffer, İstanbul 1264; Ahmed Hamdi, TeshUü'l-arûz oe't-kauâfi ve'l-bedV, İs­tanbul 1289; Pervîz N. Hânlerî, Tahkiki Inti-kâdi der *ArûZ-i Fârsî, Tahran 1317 hş. bk. İn­deks (bu eserin aynı müellif tarafından tashih edilerek kısaltılmış şekli olan Vezn-İ Şi'r~i Fâr­sî, Tahran 1337 hş.}; İbn Ebû Şeneb, Tuhfetû'l-edeb, Paris 1954, s. 74-80; Gibb, HOP, I, 109; Safö Hulûsî, Fennü't-takftVş-şi'ri ue'l-kâpye. Beyrut 1966, s. 158-165, 183 vd.; Seyfî Buhârî, Risâle-İ ıArûi [Câmfnin Rİsâle-i Kâfiyesi ile birlikte, Farsça metin ve Ing. trc. H. Blochmann, The Prosody of the Persians: According to Sa-ifi, Jâmi and Other Writers içinde), Calcutta-Amsterdam 1970, s. 57-60, ayrıca bk. tür.yer.; L. P. Elvrell-Sutton, The Persian Metres, Carn-bridge 1975, bk. İndeks; Celâl el-Hanefi. el-'Arûz, Bağdad 1398/1977-78, s. 245-286; Ab-dümzâ Ali, el-'Arûz ve'i-kâftye, Musul 1409/ 1989, s. 38, 122-129; M. Fuad Köprülü, "Aruz" [İran, Türk), İA, 1, tür.yer.; Gotthold Weil. "Aruz", a.e., 1, 626; a.mlf., "Arûçl", EI2{lng.), 1, 670, 672,673; G. Meredith-Owens, "Arüd", a.e., 1, 677; Nihad M. Çetin. "Aruz", DlA, 111, 424, 427-429; a.mlf.. "Bahir", a.e., IV, 484-485.

m TtevFİK Rüştü TopuzoĞlu r HAFİF n

L

Türk mûsikisinde bir usul.



XV veya XVI. yüzyılda oluşturulduğu tahmin edilen otuz iki zamanlı bir usul­dür. Sekiz adet dört zamanın, yani deği­şik formda sekiz adet sofyan usulünün birleşmesinden meydana gelmiştir. 32/ 8'lik birinci, 32/4'lük ikinci ve 32/2'lik üçüncü mertebeleri kullanılmıştır. Bazı kârların içinde kullanılan 32/8'lik birinci mertebesine "murassa' hafif*. 32/2'lik mertebesine "ağır hafif adı verilmiştir.

Hafif usulü eskiden darblan daha sade olarak vurulurdu. Bu ilkyapı. zaman için­de bazı vuruşların velvelelendirilmesiyle değişikliğe uğramıştır.

Gidişi hareketli ve daha çok II. beste­lerde kullanılan bu usulle ayrıca peşrev, kâr, tevşîh ve ilâhiler ölçülmüştür.

BİBLİYOGRAFYA :

Ezgi. Türk Musikisi, II, 131-140; Özkan, TMÜÜ, s. 672-674; Rauf Yekta, Türk Musikisi, s. 127-128; Sadeddin Heper. "Türk Mûsikisin­de Usuller 4", MM, sy. 347 (1978). s. 13-14.

m İsmail Hakki Özkan



dOm

1


ddm

,[


d0m2 te 1 J

dQm

,1


düm2 te

1 1


dQm ddm te




dOm tedüm hekte te

ı h ı h h



İ' .

i" ■

4 i -4

4 -

4 ■ 4




* •

4 -


:♦ ' '

■II I tek tek2 tek tekî ke

1 i ı

tek tekî ke Eski şekil



1 V 1 V 1 V V

tek ke tek ke ta ke ki

dUm dûm dOm dllm dom te J J III 1


i* ,'

»




lek tek tek tekî ke

düm dom dOml te dlim d0m2 te dümdümle düm tedOm hekte te

7\L

T^ T


Hafif usulünün

TT

tek tek2 tek tekî ke tek tek2 ke tek ke tek ke tâ ke ke gösterilisi



114

r

HAFÎFÎYYE



Huzur ve gaybet konusundaki

fikirleriyle tanınan Ebû Abdullah Muhammed b. Hafife

(ö. 371/982) nisbet edilen bîr tarikat

(bk. İBN HAFİF). L J

HAFİYE

Gizli bilgi toplayan kişiler için kullanılan bir tabir.



L J

Arapça hafâ (gizli olma, gizlilik) kökün­den türemiş bir isim olup daha çok baş­kaları hakkında araştırma yapan ve bilgi toplayan gizli ajan, sivil polis ve detektif gibi görevlileri ifade eder. Osmanlı padi­şahları, halkın şikâyet ve düşüncelerini öğrenmek için değişik kişi ve kuruluşlar­dan bilgi alırlardı. Bizzat görevlendirdik­leri bu kişilerden aldıkları haberlerin yanı sıra kendileri de zaman zaman değişik kıyafetlerle halk arasında dolaşarak bilgi toplarlardı. Bu sırada kendilerine "tebdil hasekileri" refakat ederdi. Bostancı Oca­ğı içinde mevcut hasekilerden seçilen ve on İki kişi kadar olan tebdil hasekileri şe­hir içinde dolaşarak elde ettikleri malu­matı padişaha aktarırlardı. Ayrıca gerek­tiği zamanlarda gizli emirle taşraya da gönderilirlerdi. Aynı şekilde Enderun ağa­lan da değişik kıyafetlerle halk içinde do­laşarak topladıkları bilgileri saraya bildi­rirlerdi. Yeniçeri ve Bostancı ocaklarının kaldırılmasından sonra bu görevi Mâ­beyn-i Hümâyun mensupları yapmaya başladılar. Ayrıca ülkenin her tarafına yayılmış tekke şeyhlerinden ve dervişle­rinden de faydalanılıyordu. İL Mahmud bunlara gezginci dervişlerini de ekledi. Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinde bazı kişiler bilgi toplamak İçin saray tara­fından görevlendirildi. Hafiye denilen bu istihbaratçıların sayılan giderek arttı ve en yaygın şekline II. Abdülhamid döne­minde ulaştı. Bunda II. Abdülhamid dev­rinde yaşanan iç ve dış olayların rolü bü­yüktür.

Daha önceki iki padişahın hal'ine ve bi­rinin ölümüne şahit oian M. Abdülhamid kendisinin de tahttan indirileceği endi­şesini taşıyordu. Mason teşkilâtlarının, Çırağan Sarayı'nda göz hapsinde tutulan V. Murad'ı tekrar tahta çıkarmak için giriştikleri birkaç teşebbüs (bk. çıra-

Ğan vakası) padişahın bu endişesini bir fikr-i sabit haline getirdi ve esasen mizacında bulunan şüpheciliğini arttır­dı. Avrupa devletlerinin Osmanlı devlet adamlarını çeşitli şekillerde elde ederek politikalarını bu yolla yürütmeleri de onu birtakım tedbirler almaya şevketti. Ba­bıâli'ye güvenmeyen II. Abdülhamid ya­vaş yavaş devlet idaresini Yıldız Sarayı'n­da topladı ve yönetimde katı bir merke­ziyetçiliği benimsedi. Bu durumda ülke çapında kurulan gizli ayrılıkçı örgütlerin denetlenmesi ve bunların kışkırtmaları neticesinde ortaya çıkan çeşitli olayların bastınlabilmesi ancak geniş ve güçlü bir haber alma sistemiyle mümkün olabilir­di. Bu sistem 11. Abdülhamid'in sarayda oluşturduğu merkezî idarenin tabii bir so­nucudur. Böylece padişah, ülkenin muh­telif yerlerinden saraya gönderilen bilgi­ler sayesinde olup biten her şeyden ha­berdar olma imkânına kavuştu.

Hafiyeler, belli bir teşkilâtın eleman­ları olmaktan ziyade çeşitli beklentilerle harekete geçen gönüllülerden ibaretti. Yaptıkları işten dolayı padişah tarafın­dan çeşitli ihsanlarla taltif edilirlerdi. Bu dönemde başta Mâbeyn-i Hümâyun men­supları, sadrazamlar, nazırlar ve hane­dan mensupları olmak üzere hemen he­men herkes hafiyelik yapmaktaydı. Vilâ­yetlerde valiler ve pek çok memur, ya­bancı ülkelerdeki elçiler ve elçilik me­murları bu görevi ifa ediyordu. Bunların her birinin Mâbeyn-i Hümâyun başkâtip­liğinde şifreleri mevcuttu ve her türlü bilgiyi doğrudan doğruya saraya bildiri­yorlardı. Yabancı elçilik mensupları ve Osmanlı tebaası gayri müslimler de hafi­yelik işinde kullanılıyordu. Nazır ve ku­mandanların konaklarında, ayrıca ya­bancı sefaretlerde çalışanlardan da fay­dalanılıyordu. "Jurnal" adı altında saraya mâruzâtta bulunmak bir ara öyle bir hal aldı ki jurnal sunmayan devlet memur­ları haklarında kuşku duyulmasından korkmaya başladılar. Jurnalciliği teşvik eden hususların başında, istihbarat şe­bekesinin çökeceği endişesiyle yalan jur­nal verenlerin cezasız bırakılması geliyor­du. Ayrıcajurnal verenlerin yeni rütbe ve görevlerle ödüllendirilmesi de jurnalciliği teşvik ediyordu. Bundan dolayı hafiyeler her gün gerçek veya düzmece jurnaller vermekten çekinmiyorlardı. Bilhassa si­yasî olayların arttığı zamanlarda verilen jurnallerin sayısı günde bir kaç bini bulu­yordu. İL Abdülhamid, kendisine gelen jurnalleri bir mabeyinciye veya kâtibine okutur, doğruluğuna kani olduktan son-

HAFIYE


ra gereğinin yapılması için ilgili daireye gönderirdi. Padişah sadrazamlardan, şeyhülislâmlardan, nazırlardan ve önem­li mevkilerde bulunan diğer devlet adam­larından gelen jurnalleri bizzat açardı. Bütün jurnallerin padişah tarafından açı­lıp okunduğu iddiası ise doğru değildir. Nitekim II. Abdülhamid tahttan indiril­dikten sonra dairesinde sandıklar içinde hiç açılmamış binlerce jurnal bulunmuş­tur (Tahsin Paşa, s. 26).

II. Abdülhamid'in uzun yıllar Mâbeyn-İ Hümâyun başkâtipliğini yapan Tahsin Paşa'ya göre devlet işlerinin Yıldız Sara­yı'nda toplanması ve ülke çapında hafi­yeliğin yayılması Küçük Said Paşa'nın te­siriyle olmuştur. Said Paşa ilk sadrazam­lığı sırasında bir hafiye teşkilâtı talimat­namesi bile hazırlamıştı (a.g.e., s 27). II. Abdülhamidln, eniştesi Mahmud Celâ-leddin Paşa'nın kurduğu özel istihbarat teşkilâtını kendi üzerine aldığı da kayde­dilmektedir (Sultan Abdülhamid'in Ha­tıra Defteri, s. 81-83). İstihbarat teşkilâtı­nın Önemi üzerinde duran padişah bun­da aşırılığa gidilmemesi gerektiğini, eğer bu konuda gayretkeşlik gösteriliyorsa bunun kabahatinin Tahsin Paşa gibi Mâ­beyn-i Hümâyun başkâtiplerinde oldu­ğunu belirtir. Bu arada olup biten her şeyin öğrenilmesi ve gerekli tedbirlerin alınması için kurulan hafiyeliğin aslında kötü bir şey olmadığını savunur (Sultan Abdülhamid, s. 102-103). II. Abdülha-mid'e görejurnalcilik ayıp ve kötü bir şey olmakla birlikte döneminde bundan vaz­geçmek de mümkün değildi; zira dünya­nın hiçbir yerinde entrika Osmanlı top­raklarındaki kadar feci boyutlara ulaş­mamıştı. Kendisine iki defa suikast ter­tiplendiğini belirten padişah, göze gir­mek için mübalağalı jurnaller yazan gay­retkeşleri diğerlerinden ayırabildiğini de kaydetmektedir {a.g.e., s. 212-213).

Hafiyelerin belli büroları ve merkezle­ri yoktu. Görünüşte Zabtiye Nezâreti'ne bağlı olmakla birlikte jurnallerini Mâ­beyn-i Hümâyun başkâtipliğine gönder­dikleri için emirleri de buradan alırlardı. Mâbeyn-i Hümâyun başkâtipleri ve bazı ünlü hafiyeler "ser-hafıyye-i şehriyârî" olarak nitelendirilirdi. Dört gruba ayrılan hafiyelerden "tabaka-i bâlâ" denilen bi­rinci gruptakiler daha çok saray erkânın-dandı. Bunlar jurnallerini doğrudan pa­dişaha arzederlerdi. İkinci gruptakiler bu iş için merkezde, taşrada veya dış ülke­lerde görevlendirilmiş kimselerdi. Üçün­cü grup hafiyeler birinci ve ikinci grupta­kilerin maiyetinde çalışırdı. Baş hafiye-

115


HAFİYE

lerine göre bunlara "Tahsin Paşa avane-si", "Fehim Paşa avanesi" gibi adlar veri­lirdi. Dördüncü gruptakiler İse genellikle kamu görevlileriydi.

II. Meşrutiyet'in ilânından sonra ünlü serhafiyeierin bir kısmı yurt dışına kaç­maya çalışırken yakalandı. Bunların bazı­ları idam edildi, bazıları da halk tarafın­dan linç edildi. Kânûn-ı Esâsfnin yeniden yürürlüğe konulması, genel af çıkarılma­sı ve mebus seçimlerine karar verilmesi üzerine asayiş düzeldi, çeteler silâhları­nı teslim ettiler. Rumeli'deki İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin hükümete gönder­diği telgrafta Rumeli'de askerlerle halk arasında birlik ve beraberliğin geliştiği, milletle devlet arasını bozan tek şeyin hafiyelik olduğu kaydedilmekteydi. Bu telgrafta ayrıca her ülkede gizli emniyet teşkilâtlarının bulunduğu, ancak bunla­rın kişilerin namus ve haysiyetlerine do­kunacak davranışlardan kaçındıkları vur­gulanıyordu. Osmanlı Devleti'nde meşru emniyet güçlerine yardımcı olacak me­murların kullanılması uygun görülmekle birlikte kanunen yetkisi bulunmayan da­irelere ve kişilere böyle bir görev veril­memek üzere hafiyeliğin kaldırıldığının resmen ilân edilmesi isteniyordu. Konu Meclis-i Vükelâ'da görüşülerek kabul edildi ve padişaha sunuldu. II. Abdülha-mid'in de kararı aynen kabul etmesi üze­rine 31 Temmuz 1908'de irade çıktı (Düs­tur, İkinci tertip, 1, 9-10). 11. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra (27 Nisan 1909) Yıldız Sarayı'nda bulunan yüz bin­lerce jurnal büyük bir sıkıntıya yol açtı. Basında ve mecliste yapılan tartışmalar­da bazı kişiler jurnallerin aynen yayım­lanmasını savunurken bunun kötü neti­celer doğurmasından endişe edenler de vardı. Sonuçta Yıldız'dan Harbiye Nezâ-reti'ne getirilen jurnallerin bir heyet ta­rafından incelenmesi kararlaştırıldı. He­yet, o sırada devlet yönetiminde bulu­nan önemli kişilerin birbirleri aleyhine jurnalcilik yaptığını tesbit edince jurnal­lerin imhasına karar verilerek büyük bir kısmı yakıldı, çok azı devlet arşivine gön­derildi. Bu arada bazı jurnaller heyet üye­lerinin eline geçti. Faiz Demiroğlu'nun Abdûlhamid'e Verilen Jurnaller (50 Yıldır Neşredilmeyen Vesikalar) (İstan­bul 1955) ve Âsaf Tugay'ın İbret: Ab-dülhomid'e Verilen Jurnaller ve Jui-nalciler (İstanbul 1964) adıyla yayımla­dıkları kitaplar bu jurnallerden oluşmak­tadır. Mehmet Zeki Pakalm'ın eline ge­çen 1307-1309 (1890-1892) tarihlerine ait jurnaller ise Atıf Efendi Kütüphane-

116


si'nde bulunmaktadır (Pakalın Yazmala­rı, nr. 18).

BİBLİYOGRAFYA :

BA. İrade-Hususi, nr. 1603-97 (1312); Düs­tur, İkinci tertip, İstanbul 1326-27,1, 9-10; Sul­tan Abdülhamid, Siyasî Hatıratım, İstanbul 1984, s. 102-103, 212-213; Suttan Abdûlha-mid'İn Hatıra Defteri (nşr. İsmet Bozdağ), İs­tanbul 1992, s. 81 vd.; İkinci Meşrutiyetin İlânı ve Otuzbir Mart Hadisesİ-ll. Abdüthamid'in Son Mâbeyn Başkatibi Ali Ceuat Bey 'in Fezle-fces£(nşr. Faik Reşit Unat|, Ankara 1985, s. 161; Tahsin Paşa. Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları, İstanbul 1931, s. 26-27, 30-32, 61-62, 67, 75-76; BirDeulet Adamının Mehmet Tevfik Bey'İn (Biren) II. Abdüthamid, Meşrutiyet ve Müta­reke Devri Hatıraları (nşr. R Rezan Hürmen), İs­tanbul 1993,1, 21-22, 415 vd.; Faiz Demiroğlu. Abdûlhamid'e Verilen Jurnaller (50 Yıldır Neş­redilmeyen Vesikalar), İstanbul 1955, tür.yer.; Asaf Tugay, ibret: Abdûlhamid'e Verilen Jur­naller ve Jurnalciler, İstanbul 1964, s. 37; Nizamettin Nazif TepedelerUioğlu, Ordu ve Poli­tika, İstanbul 1967, s. 72-75; İsmail Hâmİ Da-nişmend. Sadrı&zam Tevfik Paşa'ntn Dosya­sındaki Resmî ve Husûsî Vesikalara Göre 31 Mart Vak'ası, İstanbul 1974, s. 185; Orhan Ko-loğlu, Abdüthamit Gerçeği, İstanbul 1987, s. 338 vd.; Hüseyin Kılıç, "Hafiyeliğin İlgası Hak­kında İrâde-i Seniye", 77", IV (1985), s. 13-14; "Hafiyelik". TA, XVIII, 313-314; R. Ekrem Ko­çu, "Abdülhamid II Devrinde Hafiye Teşkilâ­tı ve Hafiyelik", lst.A, I, 110-115; Necdet Sa-kaoğlu, "Hafiyelik". DBİstA, III, 493-494.

Mİ Emrullah Tekin

T . 1

HAFIZ


Allah'ın isimlerinden

(esmâ-i hüsnâ) biri. L J

"Korumak, görüp gözetmek, ihmalkâr ve gafil davranmayıp dikkatli ve basiretli bulunmak: anlayıp bellemek, ezberle­mek" anlamlarındaki hıfz kökünden sı­fat olup "koruyan, hiçbir şeyin kaybol­maması ve ihmal edilmemesi için gerekli tedbirleri alan" demektir. Aynı mânada­ki hafız kelimesine nisbetle mübalağa ve süreklilik ifade eder. Hafız. Allah'ın isim­lerinden biri olarak "kâinatta zerre ka­dar bir şey bile gözetiminden uzak olma­yan ve tabiatı dengede tutan" anlamına gelir (LlsanüVArab, "hfz" md.; Kamus Tercümesi, "hfz" md.).

Hıfz kavramı Kur'ân-ı Kerîm'de kırk yerde geçmekte olup bunların on üçü Al­lah'a, dördü meleklere, altısı peygam­berlere, biri İlm-i ilâhî veya levh-i mahfuz mânasındaki "kitâb"a, diğerleri de in­sanlara nisbet edilmiştir (bk. M. E Ab-dülbâki, "hfz" md). Allah'a izafe edilen kelimelerin ikisi bizzat kendi fiilinin, ikisi de 0'nun tarafından korunan levhin (levh-i

mahfuz) ve yine kendi iradesiyle dünyayı bir tavan gibi gök taşlarından koruyan sakfın (sakf-i mahfuz) sıfatı durumun­dadır (en-Nisâ 4/34; el-Hicr 15/17). Üç âyette yer alan hıfz ise tabiatın yara­tıcısı, yöneticisi ve geliştiricisi olan Al­lah'ın onun işleyiş sistemini koruyup sür­dürdüğünü. Özellikle insanlarla meskûn dünyanın maddî olan ve olmayan zararlı­lardan muhafaza ettiğini belirtmektedir (el-Bakara 2/255; es-Sâffât 37/7; Fussılet 41/12). Kur'an'ın üç âyetinde birer sıfat olarak Allah'a nisbet edilen hafız keli­melerinden birinde Hz. Ya'küb'un dilin­den Allah'ın en hayırlı koruyucu olduğu (Yûsuf 12/64), diğerinde Kur'an'ı 0'nun mutlaka koruyacağı (el-Hicr 15/9), üçün­cüsünde de Hz. Süleyman'ın emrinde çalışıp dalgıçlık ve benzeri işlerle meşgul olan elemanların Allah'ın gözetimi altın­da bulunduğu ifade edilmektedir (el-En-biyâ 21/82). Hafîz ismi de üç âyette tek­rarlanarak bunların ikisinde Allah'ın "her şeyi gözeten" olduğu (Hûd 11/57; Sebe' 34/21). diğerinde Allah'tan başka dostlar edinenleri 0'nun daima gözetim altında tuttuğu açıklanmaktadır (eş-Şûrâ 42/6). Kur'an'da meleklere İzafe edilen hıfz. in­sanları koruma ve işledikleri amelleri ka­yıt altına alma mânasında kullanılmak­ta, peygamberlere nisbet edilenlerse onların sadece tebliğle mükellef oldukla­rını, iradelerini diledikleri gibi kullanan İnsanların üzerine birer bekçi gibi görev-lendirilmediklerini bildirmektedir.

Hıfz kavramı çeşitli hadislerde Allah'a, meleklere ve insanlara nisbet edilmiş (bk. Wensinck,el-Mu'cem,"hfz" md), ha­fîz, doksan dokuz ismi ihtiva eden Tirmi-zî ve İbn Mâce rivayetlerinden sadece Tir-mizrdeyer almıştır (Tirmizî. "Da'avât", 82).

Ebü'l-Hasan el-Eş'arî, hafîz isminin tabiatın düzenini koymak ve onu sürdür­mekten başka "bilen" (alfm) mânasına da gelebileceğini söylemiş (İbn Fûrek, s. 54), Fahreddin er-Râzî de bu görüşü destek­lemiş (Leuâmfu'l-beyyinât, s. 270). fakat Abdülkâhir el-Bağdâdî. hıfz kavramının "bilmek" anlamında Allah hakkında kul­lanılamayacağını belirtmiştir iel-Esmâ' ue's-şıfât, vr. 89a). Ebû Mansûr el~Mâtürî-dî hafîz için, ne kadar gizli ve farkedil-mez olursa olsun hiçbir şeyin Allah'a gizli kalmadığı, 0'nun hiçbir şeyden gafil ol­madığı ve mutlaka amellerin karşılığını vereceği mânasını tercih etmiştir (Te'uî-lât, vr 341b).

Ebû Abdullah el-Halîmî, Allah'a nisbet edilen hâfiz ismi veya sıfatına "gerek din

gerekse dünya konularında kulunu tehli­kelerden koruyan", hafîz ismine de "ih­mal göstermeme ve gaflete düşmeme hususunda kendisine güvenilen" anlam­larını vermek suretiyle bir ayırım yap­maya çalışmışsa da {el-Minhâc, I. 204-205) genellikle âlimler aynı kökten gelen bu iki kelime arasında fark gözetmemiş­lerdir. Söz konusu isimlere Kur'an'daki kullanılımlan da göz önüne alınarak veri­len mânaları üç grup halinde incelemek mümkündür, a) Kâinatın düzenini koyup sürdüren; b) İlâhî mesaja muhatap olan insanları çeşitli tehlikelerden koruyan, onların niyetlerini ve bütün sırlarını bi­len, davranışlarını melekleri vasıtasıyla tescil ettiren, dostlarını kötülüklerden koruyan; c) Kur'ân-ı Kerîm'İ tahriften, unutulmaktan veya ihmal edilmiş ol­maktan muhafaza eden. Gazzâlî, hafîz İsminin mânasının hafıza nisbetle daha kapsamlı olduğunu ve süreklilik göster­diğini belirtir. Ona göre hafîz, kâinatın varlığını sürdürme yanında tabiatın işle­yişinde göze çarpan "zıtlann dengede tutulması" gibi daha belirgin bir anlam taşır. Meselâ tabiatta su ile ateşin bu­lunması, suyun ateşi ortadan kaldırma­ması ve ateşin suyu tamamen buharlaş-tırıp yok etmemesi bunun örneklerinden biridir. Bu tür hararet ve rutubet tezadı organik varlıklarda da mevcuttur. Allah'ın, tabiattaki birçok zıtları belli bir denge içinde tutması hafîz isminin bir tecellisi-dir. Gazzâlî, hafîz ismini ilgilendiren ve tabiatın işleyişini ortaya koyan başka Ör­nekler de verir (e/-Afafc$adü7-esnâ, s. 119-122). Fahreddin er-Râzî ise hafîz isminin kişiyi dinî-mânevî tehlikelerden koruma fonksiyonuna dikkat çekerek başta şey­tan olmak üzere nice bilim ve düşünce adamının basit şüphelerin şevkiyle ger­çekten uzak kaldığını İfade etmiş, dolayı­sıyla insanlığın İyilik, güzellik ve doğruluk namına sahip olduğu baha biçilmez mi­rasın hafîz isminin tecellisinin bir ürünü olduğunu vurgulamıştır iLeuâmfu'l-bey-yinât, s. 270-271).


Yüklə 1,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin