DİYANET VAKFI (TÜRKİYE DİYANET VAKFI)
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın verdiği hizmetleri desteklemek amacıyla 1975 yılında kurulan vakıf.
Osmanlılar'ın son döneminde ve Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti zamanında din ve vakıf hizmetleri Şer'iyye ve Evkaf Nezâreti'ne bağlı idi. Aynı teşkilât içinde yer aldıklarından vakıflar din hizmetlerine malî destek sağlar, dinî müesseseler de hayır maksatlı vakıfların kurulmasını ve halkın bunlara bağış yapmasını teşvik ederdi. Cumhuriyet döneminde din ve vakıf hizmetlerinin birbirinden ayrılması vakıfların gelişmesini olumsuz yönde etkilemiş, ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı'nın vakıfların malî desteğinden mahrum kalmasına sebep olmuştur. Devlet bütçesinden aynlan tahsisat ise yetersiz kalmış, bir vakfın aracılığı olmadan devlet daireleri bağış kabul edemediği için hayır sever halkın maddî desteğinin sağlanması konusunda da bir boşluk meydana gelmiştir. Bu boşluğu doldurmak üzere 22 Haziran 1965 tarih ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un 14. maddesinin (e) fıkrası ile özel bir "şartlı bağış fonu" kurulması hükme bağlanmışsa da kanunî düzenlemenin eksik yapılması sebebiyle bu hükmün uygulanması mümkün olmamıştır. Din hizmetlerini desteklemek üzere Türkiye çapında kurulan dernekler de bu boşluğu dolduramamış, farklı düşüncedeki grupların dernek yönetimlerini ele geçirmesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı birtakım problemlerle karşı karşıya kalmıştır. Daha sonra vakıfların gelişmesini sağlamak üzere çıkarılan 13 Temmuz 1967 tarih ve 903 sayılı kanunun 3. maddesiyle genel, özel ve katma bütçeli idareler bütçeleri içinde kalan hizmetlerin yerine getirilmesi için tesis edilen vakıflara bakanlar kurulunca vergi muafiyeti tanınacağı hükme bağlanarak vakıf kurma işi teşvik edilmiştir. Kanun yürürlüğe girdikten sonra, genel bütçeli bir devlet kuruluşu olan Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetlerini desteklemek amacıyla dönemin Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan (Dr), başkan yardımcıları Tayyar Altıkulaç ile Yakup Üstün ve hukuk müşaviri Ahmet Uzunoğ-lu tarafından Türkiye Diyanet Vakfı adıyla bir vakıf kurulmuş ve 20 Aralık 1977 tarih ve 7/14422 sayılı bakanlar kurulu kararı ile de bu vakfa vergi muafiyeti tanınmıştır (13.01. 1978 tarih ve 16168 sayılı Resmî Gazete).
Türkiye Diyanet Vakfı'nın gayesi vakıf senedinin 2 ve 3. maddelerinde açıklanmıştır. Bu maddelerde, asıl amacın Diyanet İşleri Başkanlığı'nın verdiği hizmetleri desteklemek olduğu, bu arada toplum için faydalı diğer sosyal hizmetleri yerine getirmenin de hedeflendiği, ancak öncelikle din hizmetlerine ağırlık verileceği belirtilmektedir. Başkanlık, bütçe imkânlan ile yerine getiremediği birçok hizmeti vakfın maddî desteğiyle yürüttüğü gibi cami, Kur'an kursu, eğitim merkezi, müftülük hizmet binası, lojman vb. ihtiyaçlarını da büyük ölçüde vakıf eliyle karşılamaktadır. Araştırma merkezleri kurmak, İslâmî ilimler ve İslâm sanatı konularında neşriyat yapmak, Türkiye dışındaki Türkler'in dinî ve kültürel hayatları ile ilgilenmek, yoksullara, düşkünlere ve hastalara yardım etmek, öğrenim bursları vermek, öğrenci yurtları açmak gibi faaliyetler senette öngörülen diğer hizmetlerdir. Vakıf, senedinin 2. maddesine uygun olarak şartlı bağışları da kabul etmekte ve bağışlanan malı hayır severin arzusuna uygun şekilde kullanmaktadır.
Türkiye Diyanet Vakffnın organları şunlardır: Genel Kurul, Mütevelli Heyeti. Denetleme Kurulu, Genel Müdürlük, Dış İlişkiler ve Bağlı Kuruluşlar Koordinatörlüğü. Vakfın en üst organı olan genel kurul, senedin 12. maddesine göre Diyanet İşleri başkanı, kurucu üyeler, ilk mütevelli heyeti üyeleri. Diyanet İşleri eski başkanları, vakıf kurulduktan sonra genel kurul üyeliğine kabul edilenlerle mütevelli heyeti tarafından davet edilecek beş müftüden oluşmaktadır. Bu kurulun vakıf senedinin 13. maddesinde sayılmış olan en Önemli yetkileri, kendi bünyesine üye kabul etmek ve mütevelli heyetiyle denetleme kurulu üyelerini seçmektir. Mütevelli heyeti vakfın yürütme organı olup görev ve yetkileri senedin 10. maddesinde belirtilmiştir. Heyet, vakfın idare ve temsiline ilişkin bütün işleri yürütmekle görevlidir: bunlar, genel kurul ve denetim kurulunun görev ve yetkileri dışında kalan vakfın bütün işleridir. Yedi kişiden oluşan mütevelli heyeti genel kurul üyeleri içinden iki yıl için seçilir; ancak bunların en az üçünün Diyanet İşleri teşkilâtında görevli olmaması gerekmektedir. Heyetin tabii başkanı Diyanet İşleri başkanıdır. Denetleme kurulu, genel kurul tarafından seçilen üç üyeden meydana gelir; görevi mütevelli heyetinin çalışmalarını denetlemek ve bu hususta genel kurula rapor sunmaktır. Vakfın diğer iki organı da mütevelli heyetince verilen işleri yapar.
Vakfın Şubeleri. Vakıf senedinin 4. maddesiyle mütevelli heyetine il ve ilçelerde şube açma yetkisi verilmiştir. Şubelerin nasıl açılacağı, görev ve yetkileri ve çalışma usulleri, mütevelli heyetince yürürlüğe konulmuş olan bir talimatta gösterilmiştir. Şubeler senette belirtilen hizmetleri, bulundukları il veya ilçelerde kendi maddî imkânlan ölçüsünde yerine getirmeye çalışırlar. Bu şubeler, beş veya yedi kişiden meydana gelen bir yönetim kurulu tarafından idare edilir. Yönetim kurulu başkanı il veya ilçenin müf-tüsüdür; üyelerin yarısı halktan, yarısı Diyanet İşleri Başkanlığı personelinden seçilir. Halen yetmiş altısı illerde. 811'i ilçelerde olmak üzere toplam 887 şube hizmet vermektedir.
Vakfın Sahip Olduğu Gayri Menkuller. Vakfın bütün yurt sathında bir kısmına bağış, bir kısmına satın alma yoluyla sahip olduğu çeşitli gayri menkulleri bulunmakta ve bunların büyük çoğunluğu Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetinde kullanılmaktadır. Toplam sayısı 5812 olan bu gayri menkullerin dökümü şöyledir: 1431 cami, 744 Kur'an kursu, 240 müftülük binası, 28 İmam-Hatip Lisesi. 4 eğitim merkezi, 578 lojman, 195 dükkân, 133 büro. 23 depo, 6 yayınevi, 115 yurt binası, 32 sosyal tesis. 1722 arsa, 368 arazi ve 288 çıplak mülkiyet.
Vakfın Başlıca Faaliyetleri:
1- Hac ve Umre Seferleri. 1979 yılında hükümet tarafından çıkarılan bir kararname ile haç ve umre seferlerini düzenleme görevi Diyanet İşleri Başkanlığı'na verilmiş, ancak bu konuda Türkiye Diyanet Vakfı ile iş birliği yapılması öngörülmüştür. Buna göre hac ve umre seyahatlerinin paraya ilişkin bütün işleri vakıfça yürütülür. Hava ve kara yoluyla sefer düzenlenmesi, hacı adaylarının ihtiyacı olan malzemenin temini, Mekke ve Medine'de kalacakları yerlerin kiralanması, sağlık hizmetleriyle ilgili hususlar vakıfça gerçekleştirilir ve bu seferlerde görev alan bütün personelin yolluklanyla diğer masrafları vakıf tarafından ödenir. Vakıf 1989 yılında, Irak yolu ile hacca ve umreye gidecek vatandaşlara hizmet vermek için, Şırnak ili Silopi ilçesi Habur sınır kapısı yakınlarında 333.000 metrekarelik bir alan üzerinde konaklama tesisleri inşa etmiş, Suriye yolu ile gidecek vatandaşlara hizmet vermek için de Hatay'ın Reyhanlı ilçesi yakınlarında bulunan Cilvegözü sınır kapısında benzer tesislerin inşasına başlamıştır. Körfez savaşı sırasında Türkiye'ye sığınan mültecilerden 22.000'i hükümetçe Habur Hac Konaklama Tesisleri'nde barındırıl-mtştır. 1994 yılına kadar toplam 645.867 kişi başkanlık-vakıf organizasyonu ile hacca gitmiştir. Vakıf bu faaliyetlerinden hem gelir sağlamakta hem de vatandaşlara çeşitli hizmetler vermektedir.
2- Kocatepe Camiİ'nin İnşası. Temeli 1967 yılında atılan ve inşaatı 15 Mart 1981 tarihine kadar Türkiye Diyanet Sitesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği tarafından yürütülen Ankara Kocatepe Camii, bu tarihte maddî imkânlarının tükenmesi sebebiyle derneğin kendini feshetmesi üzerine Türkiye Diyanet Vak-fı'na devredilmiştir. Kaba inşaatı bitmiş durumda iken vakfa intikal eden cami, mııerınaen Din oıaraK îtföb yııınaa rıııen hizmete açılmıştır. Vakıf ayrıca Türkiye'nin çeşitli yerlerinde halk tarafından yaptırılan camilere para yardımında bulunmaktadır.
3- Kutlu Doğum Haftası Faaliyetleri. Hz. Peygamber'in doğum yıldönümü, vakıf mütevelli heyetinin aldığı bir kararla 1989 yılından itibaren Kutlu Doğum Haftası adı altında yedi gün süreyle kutlanmaktadır. Bu münasebetle çeşitli illerde Hz. Peygamber ve İslâm dini hakkında konferans, seminer, şiir yarışmaları, konserler düzenlenmekte ve yarışmalarda başarılı olanlara ödüller verilmektedir. Ayrıca hafta dolayısıyla kitaplar çıkarılmakta ve çeşitli hâtıra eşyası hazırlanmaktadır. Bu kutlamalar 1991 yılından itibaren milletlerarası hale getirilmiş, böylece faaliyetlere değişik İslâm ülkelerinden ilim ve din adamlarının katılması da sağlanmıştır.
4- Dinî Yayınlar Fuarı. Türkiye Diyanet Vakfı Yayın, Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi tarafından 1983 yılından beri her yıl ramazan ayında Dinî Yayınlar Fuarı düzenlenmektedir. Ankara Kocatepe ve İstanbul Sultan Ahmed camilerinin son cemaat mahalleriyle avlularında açılan bu fuarlar, Türkiye'de yayımlanmakta olan dinî ve kültürel muhtevalı kitaplarla sesli ve görüntülü yayınların daha geniş halk kitlelerine tanıtılması amacını gütmektedir. 1994 yılında on ikincisi açılan fuara Ankara'da 115, İstanbul'da 150 yayınevi katılmıştır. Fuar süresince gerçekleştirilen bazı faaliyetler, özellikle birçok yazarın sohbet toplantıları düzenleyerek eser-
lerini imzalaması, vakfın bu faaliyetinin Türkiye'nin dinî ve kültürel hayatına olan katkılarını daha da arttırmaktadır.
5- Burs Tahsisi. Vakfın kurulduğu tarihten bugüne kadar yaklaşık 1500 Öğrenciye burs verilmiş olup halen bu imkândan yurt içinde otuz yedi orta öğrenim, 227 yüksek öğrenim ve yirmi sekiz doktora öğrencisiyle dört araştırma görevlisi, yurt dışında ise on altı doktora öğrencisi faydalanmaktadır. Ayrıca İmam-Hatip liselerini birincilikle bitirip yüksek öğrenim için İlahiyat fakültelerini seçen bütün Öğrencilere ve Diyanet İşleri Başkanlığfnın açtığı hafızlık yarışmalarında dereceye girip İmam-Hatip liselerine veya orta dereceli diğer okullara devam eden öğrencilere de karşılıksız burs verilmektedir.
6- Öğrenci Yurtlan. Bugün Ankara ve Kastamonu'da 300'er kişilik iki kız öğrenci yurdu ile Konya'da 500 kişilik bir erkek öğrenci yurdu faaliyet göstermektedir. Doğrudan vakıf genel merkezince yönetilen bu üç yurdun dışında il ve ilçe şubeleri tarafından irili ufaklı 167 yurt daha işletilmekte olup bunların binalarından 115'inin mülkiyeti Türkiye Diyanet Vakfı'na aittir. Merkez ve şubelerce işletilen yurtlardaki toplam öğrenci sayısı 10.924'tür.
7- Yoksullara, Düşkünlere, Hastalara Yardım Faaliyeti. Türkiye Diyanet Vakfı, gerek zekât ve fitre paralarının gerekse diğer yollardan elde ettiği gelirlerin bir kısmını yoksullara, düşkünlere, borçlulara ve tabii afetlere uğrayanlara yardım olarak harcamaktadır. Her yıl yoksul ailelere yakacak ve yiyecek yardımı yapmayı ve fakir öğrencileri giydirmeyi gelenek haline getiren vakıf, böylece hem toplumda sosyal yardım ve hizmetin gelişmesine yardımcı olmakta, hem de İslâm dininin emirlerinin yerine getirilmesinde müslüman vatandaşlara aracılık etmektedir.
8- Dış Ülkelerdeki Faaliyetler. Birçok Türk vatandaşının çalışmak üzere yabancı ülkelere gitmesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetleri bu ülkelere doğru genişlemiştir. Türkiye Diyanet Vakfı bu konudaki çalışmalarında Diyanet İşleri Başkanlığf-na malî destek sağlamaktadır. Başkanlık tarafından Özellikle ramazan aylarında dış ülkelere gönderilen irşad ekiplerinin masrafları büyük ölçüde vakıfça karşılanmakta, ayrıca buralara Kur'ân-ı Kerîm ve dinî eserler gönderilmektedir. Vakıf bu ülkelerde satın aldığı veya diğer yollarla mülkiyetine geçirdiği birçok binayı97 cami, Kur'an kursu ve kültür merkezi olarak kullanılmak üzere Türk işçilerinin hizmetine bedelsiz olarak tahsis ettiği gibi dinî ve kültürel alanda faaliyette bulunmak üzere kurulmuş derneklerle diğer vakıflara da para yardımında bulunmaktadır.
Öte yandan vakıf, Sovyetler Birliği'nin dağılması ile bağımsızlığına kavuşan müslüman ülkelerdeki dinî hayatı yeniden canlandırmak için bazı çalışmaların içine girmiş ve mütevelli heyeti öncelikle Azerbaycan'da beş, Nahçıvan'da bir, Türkmenistan'da iki, Özbekistan'da altı, Kazakistan'da dört, Kırgızistan'da üç, Tacikistan'da bir, Arnavutluk'ta iki. Moğolistan'da iki. Rusya Federasyonu'nda beş, Kırım'da bir ve Ukrayna'da bir adet olmak üzere toplam otuz üç cami inşa etme kararı almıştır. Halen üçü Azerbaycan'da, ikisi Kazakistan'da, biri Türkmenistan'da olmak üzere altı caminin inşaatı devam etmekte, ayrıca ihtiyaç duyulan yerlere gönderilen din görevlilerinin ücretleri de vakıf tarafından karşılanmaktadır. Bu faaliyetlerden başka vakfın katkıları ile Baku Üniversitesi ne bağlı olarak açılan İlahiyat Fakültesi'nde ders veren ve Azerbaycan dışından getirilen öğretim elemanlarının ücretleri yine vakıf tarafından karşılanmaktadır. Azerbaycan ve Bulgaristan'da açılan İmam-Hatip liselerinin Türkiye'den gönderilen meslek dersleri öğretmenlerinin ücretleri ödenmekte, ayrıca bu okullara para yardımı yapılmaktadır. Kırgızistan'ın Oş şehrinde kurulan İlahiyat Fakültesi'ne maddî destek sağlandığı gibi binasının da vakıfça onarılması kararlaştırılmıştır. Bu fakülteye kaydını yaptıran altmış öğrenci hazırlık sınıfını Türkiye'de okuyacak ve masrafları vakıfça karşılanacaktır. Türk cumhuriyetlerinden Türkiye'ye gelerek Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı Kur'an kurslarında okuyan 808 öğrenci ile çeşitli İmam-Hatip liselerinde okuyan seksen iki, yüksek tahsil yapan altmış iki ve yüksek lisans veya doktora yapan dört yabancı uyruklu öğrenciye de burs verilmektedir.
9- İslâm Ansiklopedisi. Türkiye Diyanet Vakfı, Batılı ilim adamlarınca hazırlanan İslâm Ansiklopedisi'nin {Encyclopedie de llslam) özellikle İslâm'ın temel esasları ve dinî ilimlerle ilgili çeşitli konularında ön yargılı olması ve gerçekleri yansıtmayan bilgiler ihtiva etmesi, öte yandan İslâm'ın din, kültür ve tarihini bir bütün olarak sunan başka bir çalışmanın bulunmaması sebebiyle bir İslâm ansiklopedisi yayımlamayı kararlaştırmıştır. Bunun için 1983 yılında İstanbul'da İslâm Ansiklopedisi Genel Müdürlüğü kurulmuş, beş yıllık bir hazırlık çalışmasından sonra 1988'de ansiklopedinin neşrine başlanmıştır. IX. cildi tamamlanmış olan ansiklopedi yılda iki cilt halinde yayımını sürdürmektedir. Ansiklopedi. 1992'-den itibaren bütün birimleri ve personeliyle birlikte İslâm Araştırmaları Mer-kezi'ne devredilmiş, böylece bu kuruluşun bir yayını haline gelmiştir.
10- İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM).
Vakıf senedinin 3. maddesine göre 1980 yılında doğrudan mütevelli heyetine bağlı olarak İstanbul'da İslâm Araştırmaları Merkezi kurulmuştur. Mütevelli heyetince yürürlüğe konulan talimata göre İslâm Araştırmaları Merkezi'nin görevleri şunlardır:
a- İlmî araştırmalar yapmak, çalışmalarını Özellikle İslâmî ilimler alanında yoğunlaştırarak telif, tercüme eserler yayımlamak, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi'rim yayımını sürdürmek;
b- Konferans, seminer vb. ilmî toplantılar düzenlemek, başka kurumlarca düzenlenenlere temsilci göndermek;
c- Araştırmacı yetiştirmek ve bu maksatla gerekli programları hazırlayıp uygulamak;
d- Vakıf adına lisans üstü öğrenim yapacak kişileri seçmek, yüksek lisans ve doktora konularını tesbit edip çalışmalarını takip etmek;
e- Araştırma kütüphanesi ve dokümantasyon merkezi kurmak;
f- Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli kişi ve kuruluşlardan gelen sorulara cevap hazırlamak, ilmî-dinî konularda kamuoyunu aydınlatacak yazılar yayımlamak. İslâm Araştırmaları Merkezi, büyük bir kısmı çeşitli üniversitelerde görev yapmakta olan seksen iki ilim adamı, kırk dört araştırmacı adayı ve altmış sekiz idarî-teknik personelden oluşan 194 kişilik bir ekiple çalışmalarını sürdürmektedir.
11. Ticarî Amaçlı Faaliyetler. Vakıf ticarî nitelikteki işlerini yürütmek üzere doğrudan kendine bağlı İki işletme İle dört şirket kurmuştur. 1982 yılında Ankara'da kurulan Türkiye Diyanet Vakfı Yayın, Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi, vakıf yayınlarının bastırılıp yurt içinde ve dışında pazarlanmasını sağlar. Bugüne kadar kendi matbaasında bastırdığı 133 kitapla 129 sesli ve 5 görüntülü yayını piyasaya süren işletme, pazarlama işini büyük illerde açtığı on yayınevi vasıtasıyla yapmaktadır. Ramazan aylarında Ankara ve İstanbul'da açılan Dinî Yayınlar Fuarı da bu işletme tarafından organize edilmektedir. Türkiye Diyanet Vakfı Vakıf Yayınlan İşletmesi 1988'de İstanbul'da kurulmuş olup Özellikle İslâm Ansiklopedisi'nin basımı işleriyle meşgul olmaktadır. 1983 yılında Ankara'da kurulan GİNTAŞ Gıda, İnşaat, Neşriyat ve Turizm Anonim Şirketi daha çok vakfın inşaat işlerini yürütmekte, bunun yanında seyahat acentası ve soğuk hava tesisleri işletmeciliği de yapmaktadır. Halen Türk cumhuriyetlerinde cami. Kur'an kursu ve kültür merkezi inşaatlarını sürdüren şirket, vakfa ait Ha-bur Hac Konaklama Tesisleri'ni de işletmektedir. Bunlardan başka eski ahşap sanatlarımızı canlandırmak ve kündekârî kapı. minber, kürsü, rahle gibi doğramacılık eserlerinin yapımını yeni nesillere öğretmek amacıyla Ankara'da bir atölye açmıştır. Şirket Bakü'de Azerbaycan Ansiklopedisi ile birlikte GÖYTÜRK adında bir şirket kurmuş ve bu şirket vasıtasıyla bir matbaayı faaliyete geçirmiştir. TEMSAŞ Bakım, Onarım. Pazarlama. Temizlik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi 1989'da İstanbul'da kurulmuştur. Temizlik sektöründe faaliyet gösteren şirket, özellikle İstanbul'daki birçok tarihî caminin modern usullerle temizliğini yapmaktadır. KOMAŞ Kocatepe Modern Mağazacılık İşletmeleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, Kocatepe Camii altındaki süpermarketi işletmek ve mağazacılık konusunda faaliyet göstermek üzere 1990'da Ankara'da kurulmuştur. 1993 yılında İstanbul'da kurulan DİVAN-TAŞ Diyanet Vakfı Neşriyat, Pazarlama ve Ticaret Anonim Şirketi, İslâm Araştırmaları Merkezi tarafından hazırlanan İslâm Ansiklopedisi başta olmak üzere vakfın bütün yayınlarını yurt içinde ve dışında pazarlama faaliyetini yürütmek.
Güneydoğu Anadolu bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.
Dicle havzasının yukarı kesiminde, nehrin sağ yakasında denizden yüksekliği 650 m. olan yüksek bir platoda, önemli ticaret ve ulaşım yolları kavşağında kurulmuştur. Şehrin eski adı Amida olup bu isim hakkında çeşitli rivayetler varsa da kelimenin nereden geldiği kesin olarak bilinmemektedir. İslâmî dönemde bu isim Âmid şeklini almış ve XVII. yüzyıla kadar hem şehir hem de onun merkez olduğu sancağın adı olarak kullanılmıştır. Osmanlılar döneminde bazan Kara Âmid adıyla da anılan şehrin daha sonraki adı olan Diyarbekir ise müslüman Araplar bölgeyi fethettikten sonra, Rebîa Araplan'nın iki büyük kabilesinden biri olup Dicle kenarlarında yaşayan Bekir b. Vâil kabilesinin yayıldığı topraklara verilen Diyar Bekr veya Diyâr-ı Bekr adına dayanır. Bu bölge için ne zamandan beri kullanıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte VIII. yüzyıldan İtibaren kaynaklarda geçtiği tesbit edilen Diyâr-ı Bekr Osmanlı hâkimiyeti döneminde Diyarbekir şeklini alarak Âmid şehri ve sancağı merkez olmak üzere teşkil edilen beylerbeyiliğin adı olmuş, XVII. yüzyıldan sonra ise şehir merkezi için kullanılmaya başlanmış, 1937'de Diyarbakır şekline çevrilmiştir.
Tarih. Irak ve İran'ı Akdeniz ve Karadeniz'e bağlayan yolların kavşağında kurulan şehrin milâttan önce 2300'den beri bir yerleşim merkezi olduğu, kalesinin bir kısmının milâttan önce IV. yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır. Milâttan sonra 349'da Doğu Roma İmparatoru II. Konstantinos Sâsânîler'e karşı şehrin etrafını surla çevirterek burasını bölgenin askerî ve idarî merkezi haline getirdi. Ancak şehir 359 ve 502'de Sâsânî işgaline uğramaktan kurtulamadı.
Diyarbekir, 639'da el-Cezîre bölgesinin fethiyle görevlendirilen İyâz b. Ganm'ın ordusunun sol kanadına kumanda eden Hâlid b. Velîd tarafından zaptedildi; rivayete göre Hâlid b. Velîd'in oğlu Süleyman ve sahabeden Sa'saa bu sırada şe-hld oldu. Süleyman'ın türbesinin İçka-te'de, Sa'saa'nınkinin de şehrin ortasında Ulucamİ ile Hasan Paşa Hanı arasında bulunduğu, bu türbenin aynı adı taşıyan cami ile birlikte 1926'da ortadan kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Sa'saa'nın, Muâviye zamanında el-Cezîre bölgesinin bir kısmına âmil tayin edilen Küfe eşrafından Sa'saa b. Sûhân olması ihtimali özerinde de durulmaktadır (IA M, 606). İslâm fethiyle birlikte Diyarbekir adı verilen bölgenin en önemli şehirleri Âmid, Meyyâfârikîn (Silvan), Mardin, Hısnıkey (Hasankeyf) ve Erzen idi. Aynca burada pek çok kasaba ve kale de bulunuyordu.
.Diyarbekir bölgesi Abbasîler devrinde, Emevî Halifesi Abdülmelik zamanından İtibaren bu yöredeki Araplar ara-smda taraftar bulan Hâricîler'in isyanı He karışıklıklar içine düştü. Bunun ardından çıkan Ermeni isyanları Emîr Buga taraflndan bastırıldı (851}. 868'de Diyarbekir bölgesi âmili Ebû Mûsâ îsâ b. Şeyh b. Setîl eş-Şeybânî İsyan ederek istiklâlin! İlân edip Şeyhoğullan emirliğini kurdu. Otuz sene kadar bölgede hâkim olan bu emirlik, 899'da Halife Mu'tazıd-Bil-Öh'ın Âmid'i kuşatıp ele geçirmesiyle son buldu. Bu arada şehrin Harput kapısı (Dağ kapısı) civarındaki surlar da yıktırıldı. Surlar ancak X. yüzyıl başlarında Bizans tehdidi karşısında Halife Muktedir-Billâh, veziri İbnü'l-Furât ve Âmid şehri âmili Yahya b. İshak el-Cercerâî tarafından tamir ettirilmiş (297/909), mühendis olarak da Âmidli Ahmed b. Cemîl görev yapmıştır. Bu kuvvetli tahkimat sebebiyle çevredeki kaleler teker teker Bizanslıların eline düştüğü halde Âmid müslümanlann elinde kaldı. 930'-da Diyarbekir ve Diyânrebîa valiliğine getirilen Hamdânîler'den Nâsırüddevle Ha-san'ın 935'te el-Cezîre valiliğine tayini üzerine yerine geçen kardeşi Seyfüddev-le el-Hamdânî Ali zamanında Bizanslılarda karşı başanlı mücadele ve müdafaada bulunuldu. 966 Eylülünde de bizzat İmparator Nikaphoros Phokas idaresindeki kalabalık Bizans ordusunun şehri muhasarası sonuçsuz kaldı. 967'-de Seyfüddevle'nin Ölümü üzerine kısa bir süre oğlu ve bir azatlısı tarafından idare edilen bölge, az sonra Musul Hükümdarı Ebû Tağlib el-Gazanfer'e bırakıldı. Şehir 973 ve 974'te Bizanslılar tarafından kuşatıldıysa da alınamadı. Bunun ardından 978'de Irak'ta Büveyhî Hükümdarı Adudüddevle'nin hâcibi Ebü'l-Vefâ tarafından ele geçirildi; 983'te Halep Hükümdarı Sa'düddevle'nin hâkimiyeti altına girdi. 984'ten itibaren Diyarbekir bölgesi Humeydiyye kabilesinin bir kolu olan Hârbuhtî oymağının işgaline uğradı. Bu oymağın reisi olan Bâzın yeğeni Ebû Ali Hasan b. Mervân (ö. 387/ 997) burada Mervânoğullan emirliğini kurdu. Bu hanedandan Nasrüddevle'nin uzun süren saltanatı esnasında (1021-1061) şehrin surları tamir edildi, Dicle Köprüsü yaptırıldı; âlimler, şairler, İbn Butlan gibi hekimler de burada toplandı. Böylece şehir İslâm âleminin en büyük merkezlerinden biri haline geldi. Bu devirde yavaş yavaş Hâricîlik yerine Sünnîlik yayılmaya, Hanbeiî, Mâlikî ve Şafiî, nihayet Hanefî mezheplerinde büyük fa-kihler şehirde görev yapmaya başlamışlardır. Nitekim şehirde bulunan Mesudiye Medresesi içindeki 1194 tarihli kitabeye göre burada dört mezhebin fa-kihleri bir arada öğretim faaliyetinde bulunmaktaydılar.
Nasrüddevle zamanında 1046 sonlarında Âmid"e gelen Nâsır-ı Hüsrev şehrin yekpare bir kaya üzerinde kurulduğunu, çevresinde kara taştan sur bulunduğunu, kale kapılarından doğuda-kine Dicle, batıdakine Rum, kuzeyinde-kine Ermen, güneyindekine de Tel Kapısı adı verildiğini, şehrin ortasında nereden geldiği bilinmeyen bir su olduğunu belirterek Ulucami, surlar, bunların yükseklik ve genişliği hakkında bilgi verir. Aynı tarihlerde Nasrüddevle. Doğu Anadolu'ya akınlar yapan Tuğrul Bey'in tâbiiyetini kabul etti ve bölgeye Türkmen reislerinden bazıları yerleştirildi, Âmid Kalesi'ne de Türk muhafızlar konuldu. Nasrüddevle'nin 1061'de ölümü üzerine iki oğlundan büyüğü Saîd Âmid'e, küçüğü Nizâmüddevle Nasr Meyyâfârikîn'e hâkim olmuş, fakat 1070'te sultan Alparslan Âmid'e geldiğinde ikisi birlikte onu karşılayarak itaat arzetmişlerdi. 1084'te Melikşah, Fahrüddevle Muham-med b. Cehîr'i Diyarbekir'in zaptı ile görevlendirdi; bir süre kuşatmadan sonra kendisi Meyyâfârikîn üzerine yürüyen Fahrüddevle'nin oğlu Zaîmürrüesâ Ebü'l-Kâsım kaleyi ve şehri Mayıs 1085'te aldı. Fahrüddevie Melikşah tarafından Diyarbekir valiliğine getirildi. Bölgedeki kale ve şehirler Türkmen emîrlerine, boy ve oymaklarına iktâ edildi. Selçuklular'ın ilk devirlerinde Âmid'de idarecilik yapan kişilerin isimlerine kale kitabelerinde ve Ulucami'de rastlanmaktadır.
Melikşah'ın ölümünden sonra Mervâ-nîler'den Nâsırüddevle Mansûr 1093 Nisan ayında şehri ele geçirmeye teşebbüs ettiyse de başarılı olamayarak Diyârıre-bîa'ya kaçtı ve orada vefat etti; naaşı Âmid'e getirilip hanımının yaptırdığı türbeye gömüldü. 109S'te Âmid Türk emîr-lerinden Sadr'a verildi. Onun kısa bir süre sonra ölümü üzerine kardeşi İnal bu şehre emîr tayin edildi ve 1183'e kadar buraya hâkim olacak İnaloğullan hanedanını kurdu. Bu sülâle zamanında 1119'-da Ulucami yanmış, sonra tamir edilmiş, 1122'de de Ergani'de bakır madeni keşfedilerek işletilmesine başlanmıştı. 1142'-den sonra İse Âmid Emîri İl Aldı'nın veziri Nisanoğlu Müeyyedüddin idareyi ele geçirdi, ardından da kendi neslinden gelenler İnaloğullan Beyliği sona erinceye kadar Âmid'i yönettiler. 1151'de bu beylik, Mardin ve Meyyâfârikîn Artuklular'ın hâkimiyetini kabul etti. Daha sonra Se-lâhaddîn-i Eyyûbî, Hısnıkeyfâ Artuklu Emîri Nûreddin Muhammed'in tahrikleri sonucu 579 (1183) yılı başında Âmid önlerine gelerek şehri kısa bir kuşatmadan sonra ele geçirdi. Bu seferde bulunan İmâdüddin el-Kâtib el-İsfahânfnin bildirdiğine göre o tarihte şehirde halı, kilim ve çadır imal ediliyor, aynca çok zengin bir de kütüphane bulunuyordu. Bu kütüphane daha sonra Mısır'a götürülmüş, şehrin idaresi de Nûreddin-Muhammed'e verilmiştir.98 Bu kuşatma esnasında Mardin. Ahlat Er-zen ve Bitlis hâkimleri de elçiler göndererek Selâhaddin'e bağlılıklarını bildirdiler. Ağustos 1185'te Meyyâfârikin'in Selâhaddin tarafından alınması, Hısnıkey-fâ'nın da onun tâbiiyetini kabul etmesiyle bütün Diyarbekir çevresi Eyyûbî-ler'İn hâkimiyetine girmiş oldu. Aynı tarihte Nûreddin Muhammed'in vefatı üzerine yerine oğlu II. Sökmen geçti. Bu hükümdar zamanında Âmid'de Mesudiye Medresesi yaptırılmış ve babası gibi o da şehrin surlarını tamir ettirmişti.
Âmid 5-18 Ekim 1232 tarihleri arasında tekrar Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'l-Kâmil 1. Nâsırüddin tarafından kuşatılarak alındı. 638 (1240-41) yılında da Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyâseddin Key-husrev Amid'i zaptetti. Burası 1257'de kısa bir süre için Meyyâfârikln Hâkimi el-Melikü'l-Kâmil II. Nâsırüddin'in eline geçtiyse de 1259'da Hülâgû tarafından alındı ve Moğollar'a tâbi olan Anadolu Selçuklu Devleti'ne geri verildi. Bununla birlikte Moğollar bütün Diyarbekir havalisine hâkim oldular. 1303'te Gazan Han Diyarbekir bölgesini Mardin Artuk-tu Sultanı el-Melikü'1-Mansûr II. Necmed-din Gazi'ye verdi. 1317'de ise şehirde büyük bir isyan çıktı. Bunun sebebi, güneybatıdan sürekli yapılan Moğol akınları yüzünden çevrenin yağmalanması, şehirde fiyatların İki katına yükselmesi, köylünün tarlalarını terkederek başka yerlere göç etmesi, hıristiyan halktan alınan vergilerin arttırılmasıdır. Ayaklanma Artuklu Hükümdarı Şemseddin Salih tarafından bastırıldı, ancak bu arada şehir büyük bir tahribata uğradı. Ertesi sene görülen kıtlık Âmid ve çevresinde büyük zararlara yol açtı. 739 (1338-39) yılında Musul, Sincar, Erbil ve Mardin'in de dahil olduğu Diyarbekir bölgesinin yıllık gelir ve gideri, bir İlhanlı belgesinde 134.800 ve 144.800 dinar olarak gösterilmiştir. İlhanlı Devleti'nin dağılmasından sonra Celâyirliler ve Çobanlılar arasında mücadelelere sahne olan Diyarbekir yöresine 1343-1353 yıllan arasında Sutayoğullan'ndan İbrahim Şah hâkim olduysa da onun ölümü üzerine bölge Celâyirliler'in idaresine girdi.
25 veya 26 Nisan 1394'te Timur tarafından zaptedilerek yağma edilen şehir 1401 "de Karayülük Osman Beye verildi ve böylece bölgede Akkoyuntu hâkimiyeti başlamış oldu. 1409, 1411 ve 1418'de Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yûsuf Bey burayı kuşatıp almaya teşebbüs ettiyse de başarılı olamadı. 1423'te oğlu İskender, 1433'te Mısır Memlûk Sultanı Barsbay aynı akıbete uğradı. Karayülük Osman Bey'in 1435te Ölümünden sonra Amid Akkoyunlu şehzadeleri Ali Bey, Hamza Bey ve Ali Bey'in oğlu Cihangir Bey'in eline geçmiş, aralarındaki mücadelelere sahne olmuştu; Karakoyunlular da Cihangir Bey zamanında Âmid'i birkaç defa muhasara etmişler, fakat alamamışlardı. Uzun Hasan Bey zamanında Karakoyunlu ülkeleri tamamen Akkoyunlular tarafından işgal edildikten sonra devletin merkezi Âmid'-den Tebriz'e nakledildi. Bununla beraber Âmid bu devletin Diyarbekir vilâyetinin merkezi olma özelliğini korudu. Yâ-kub Bey ve Kasım b. Cihangir Âmid'de valilik yaptılar. 1504'te çok kısa bir süre Âmid'i ele geçiren aynı aileden El-vend'in ölümü üzerine Zeynel Bey b. Ah-med Bey b. Uğurlu Mehmed bu çevrede hükümran olmuş, fakat bu da çok kısa sürmüş, Elvend Bey'in divan reisi Emîr Bey Âmid'i idaresi altına almıştır. 1507'-de Şah İsmail'in Dulkadıroğlu Alâüddevle Bey üzerine yaptığı sefer sırasında Emir Bey Şah İsmail'e itaatini sunarak idaresi altındaki yerleri ona teslim etti. Safe-vî hükümdarı da Diyarbekir valiliğini Us-taclu Muhammed Han'a verdi. Ancak onun Âmid şehrine girmesi İki sene sonra gerçekleşebildi; çünkü şehrin idaresi daha önce ağabeyi Emîr Bey tarafından kendisine bırakılmış olan Kayıtmaz burayı terketmedi. 1510'da Alâüddevle Bey'in Âmid'i ele geçirme teşebbüsleri ise Ustaclu Muhammed Han'a yenilmesiyle sonuçsuz kaldı. 23 Ağustos 1514 Çaldıran Savaşı'nda Safevîler'in yenilmesi, muharebe sırasında yöre valisi Ustaclu Muhammed Han'ın Ölmesi, meşhur tarihçi İdrîs-i Bitlisî'nin Doğu Anadolu'daki faaliyetleri sonucu yöredeki Sünnî beylik ve aşiretlerin birer birer Osmanlı tâbiiyetini kabul etmeleri üzerine Âmid ahalisi de ayaklanarak şehirdeki Safevî kuvvetlerinin bir kısmını öldürdü, bir kısmını da şehirden çıkardı. Halk Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim'e biatini bildirdi. Bu olay üzerine Âmid bir yıl kadar Safevî kumandanlarından Kara Han tarafından kuşatıldı. Şehre Osmanlılar, dergâh-ı âlî müteferrikalarından aslen Âmidli olan Yiğit Ahmed kumandasında takviye gönderdiler. Fakat şehir ancak Bıyıklı Mehmed Paşa ve Rum Beylerbeyi Şâdî Paşa idaresindeki esas Osmanlı birliklerinin yetişmesi üzerine kurtarılabildi. Kara Han'ın kuşatmayı kaldırarak Mardin istikametine çekilmesiyle 10 Eylül 151S'te şehir Osmanlı idaresine girmiş oldu.
Osmanlı idaresine girdikten hemen sonra yapılan tahrire göre 1518'de şehir dört kapı ve bunlara göre adlandırılmış dört mahalleye (Bâb-ı Mardin, Bâb-ı Rûm, Bâb-ı Cebel ve Bâbü'l-Mâ) sahipti. Bu mahallelerde 1220 müslüman, 1093 gayri müslim aile ile (hâne) 237 vergi mükellefi mücerred (bekâr) oturmaktaydı. Mahallelerden en kalabalığı Bâbü'l-Mâ adını taşıyanıydı ve burada gayri müs-limler çoğunluktaydı. Aralarında yirmi sekiz hâne, üç mücerred nüfusa sahip küçük bir yahudi grubu da yer alıyordu. Şehrin nüfusunun % 54'ünü müslüman-lar teşkil etmekteydi. Aynı tarihte şehirde bir darphâne, bir kirişhâne, birer de boyahane, macunhâne. tabakhane, bo-zahâne ve başhâne bulunuyordu. Şehirdeki boyahanenin yıllık gelirinin 150.000 akçe olması, şehirde dokumacılığın ne kadar ileri gitmiş olduğunu gösterir99. Bu gelir 1568'de 213.617 akçeye yükselmiştir. Ayrıca Di-yarbekir beylerbeyiliğine bağlı pek çok yerde de boyahaneler vardı. Diyarbekir'in bilhassa kırmızı kök boya ile boyanmış iplikleri meşhurdu.
1540 tarihli Tahrir Deften ne göre Âmid'in nüfusunda büyük bir artış olmuş, müslüman nüfusun % 13 oranında artmasına karşılık gayri müslim nüfustaki artış nisbeti % 95'e ulaşmıştı. Bunun sebebinin Hazro, Sasun, Atak, Genç, Muş, Eğil, Hısnıkeyfâ gibi yerlerden şehre göçler ve yerleşmeler olmasıdır. Buralardan gelen gayri müslimler cemaatler halinde birer kiliseye bağlı olarak kaydedilmiştir100. Bunlar yirmi altı cemaat teşkil etmişler, yahudiler de Nastûrî kilisesine mensup olarak gösterilmişlerdir. Bu tarihte şehirde kırk iki müslüman mahallesi vardı. Bunlar adlarını Cami-i Kebîr ile birer Akkoyunlu eseri olan Şeyh Matar Camii'nden. Hacı Abdurrahman. Hoca Ah-med, İbrahim Bey gibi mescidlerden almışlardır. Diğer bir mahallenin ismi Balıklı Tekke'dir. Bu tekkenin Uzun Hasan Bey'e ait bir zaviye olduğu bir belgede belirtilmektedir101. Burada artık sur kapılarına göre adlandırılmış mahalle isimlerine rastlanmamaktadır. En kalabalık mahalleler Câmi-i Kebîr ve Hoca Ahmed mahalleleridir. 1540'ta kapanan darphâne 1575'te tekrar açılmıştır. 15 Eylül 1548de Kara Âmid'e gelen Fransız seyyahı Chesneau'-nun şehrin nüfusunun ekseriyetinin Ermeni ve Ya'kübî olduğunu söylemesi, hıristiyan nüfusun çevreden vuku bulan göçlerinden kaynaklanmış olmalıdır.
Şehirde Osmanlı ümerâsı tarafından yaptırılan cami, han ve benzeri eserlere fetihle birlikte rastlanmaktadır. Bunlardan birisi Fâtih Paşa Camii adını taşımakta olup Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından inşa ettirilmiştir. Şehrin 1514-ISlS'te Kara Han tarafından kuşatılması sırasında yardıma gelen Yiğit Ahmed Bey de bir mescid yaptırmış, bunun etrafında bir mahalle oluşmuştur. XVI ve XVII. yüzyıllarda Âmid'de Diyar-bekir beylerbeyileri Hüsrev Paşa 1521-1528. Hadım Ali Paşa 1534-1537. İskender Paşa 1551. Behram Paşa 1564-1572, Melek Ahmed Paşa 1587-1591 ve Defterdar Ahmed Paşa da 1594 yıllarında birer cami inşa ettirmişlerdir. Deliller Hanı (1527, Husrev Paşa], Hasan Paşa Hanı (1574-1575), Çifte Han da aynı yüzyıldan kalan önemli yapılardır. Şehrin iç kalesinde biri Artukoğullarfndan kalan, diğeri Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından yaptırılan ve XVII. yüzyılda Evliya Çelebi'nin övgü ile söz edip 150 odalı, birkaç divanhâneli olarak tanımladığı iki saray vardır. Artuklu Sarayı'nın, 1766'-da bu şehri ziyaret eden Carsten Nie-buhr'un tepe üzerinde, sadece temel duvarları kalan eski sahiplerin sarayı olarak tanımladığı yapı olduğu anlaşılmaktadır. Bu tepe halen Virantepe adını taşımaktadır. XVIII. yüzyıl sonlarında Di-yarbekir'de içerisinde cami. pek çok konakların, hizmetli odalarının bulunduğu büyük bir saraydan bahsedilmektedir. Ancak bu sarayla Bıyıklı Mehmed Paşa Sarayı arasındaki ilişki bilinmediği gibi bu sonuncusunun da izi kalmamıştır. Sadece yeri İçkale'nin kuzeydoğu köşesi olarak belirlenebilmektedir. Matrakçı Na-suh'un Irakeyn Seferi dönüşünde (1535) Kara Âmid'i tasvir eden minyatüründe İç-kale'de görünen büyük yapılar bu saraya ait olmalıdır. Şehirde, önünde avlusu ile görünen Ulucami dışında beş cami farkedilmekte. birçok başka büyük bina da görülmektedir. Aynı yıl 10 Ekim'-de Kanunî Sultan Süleyman bu şehre gelmiş ve bir süre kalmıştır102. İçkalede birisi Dicle'ye açılan Oğrun kapı, diğeri değirmenlere giden Küpeli kapı, son ikisi de şehre açılan Fâtih ve Saray kapıları bulunmaktaydı. XIX. yüzyıl başlarında Oğrun kapının adı Aşağıkale kapısı veya İçkale kapısına, Küpeli kapı'nınki de Yeniçarşı kapısına dönüşmüş, saray kapısı da Fettah kapısı adını almıştı.
Şehrin XVI. yüzyılda doğuda Van-İran, güneydoğuda Mardin-Musul-Bağdat güneybatıda Sİverek-Urfa-Halep. kuzeybatıda Malatya-Sivas karayollarının merkezi durumundaki konumu, buraya ticarî bir Önem ve İktisadî bir güç kazandırmıştır. Buradan geçen transit mallar arasında siyah ve beyaz esirler, İran (Yezd), Avrupa (Frengi). Rum (Anadolu) kumaşları, ipekliler, demir ve benzeri madenî eşyalar, baharat, sabun, çeşitli yiyecek maddeleri önemli bir yer tutuyordu. Bunların her birinden alınacak vergiler kanunnâmelerde belirtilmiştir. Transit mallardan bazan Van'da bâc (gümrük) alınması Âmid hazinesinin zaranna olduğundan şikâyetlere yol açmış, önlenmesi istenmiştir.103
Aynı yüzyılda Âmid şehrinde bir de gü-herçile imalâthanesi bulunmakta, buradan Halep ve Trablusşam'a işlenmiş güherçile gönderilmekteydi104. 1566'da Erciş Kalesi'nin yeniden yapılışında kullanılmak üzere gereken toplar (50 adet darpzen) Diyarbekir'de döktürülmüş, bu iş için Hısnıkeyfâ'dan toprak. Kiğı'dan demir getirtilmiş, şehrin kalesinin mahzenlerindeki kalay da kullanılmıştır.105
Diyarbekir'de bağcılığın da geliştiği, 1540'ta şehirdeki meyhanenin yıllık gelirinin 270.000 akçeye ulaşmasından anlaşılmaktadır. Bu tarihlerde meyhane şarap imal edilen yerdir ve gayri müslim unsurlar tarafından işletilmektedir106. Ayrıca hayvancılık merkezi durumunda olan şehirdeki koyun pazarı mukâtaası 1566'da İbrahim adlı bir Ermeni tarafından idare edilmekte ve buradan İstanbul'a Türkmen koyunları gönderilmekteydi. XVI. yüzyılın ikinci yarısında vilâyet hazinesinin çok zengin olduğu, 1560'ta Rumeli Beylerbeyi Mustafa Paşa'ya ödünç olarak 100.000 altın, 1565 yazında da Basra'ya "kul me-vâcibi" için 30.000 sikke filori gönderilmesinin emredilmiş olmasından anlaşılmaktadır.107
1613'te buraya gelen Polonyalı Sime-on indiği Hasan Paşa Ham'nı üç katlı, kagir, 500 beygiri barındırabilecek iki ahırlı, şachrvanlı, pek çok odalı bir yapı olarak tarif eder. Bunun yanında Kuyumcular Hanı olduğunu, şehirde iki Ermeni kilisesi bulunduğunu, aşçı, kebapçı, ekmekçi, bakkal, kasap gibi esnafın çoğunu, hancıların, darphâne ve gümrük hizmetlerinde çalışanların önemli bir kısmını Er-meniler'in oluşturduğunu, Şemsîlerin de Mardin kapısındaki ibadethanelerinde cumartesi günleri toplanarak eğlendiklerini yazar. Ayrıca bunların bir kısmının idarecilerin zoru ile kiliselere bağlandığını, bir kısmının da başka yerlere göç ettiğini belirtir. Nitekim Şemsîler'in Süryânî kilisesine bağlandıklarını XVIII. yüzyıl sonlarında İnciciyan da doğrular. Simeon Diyarbekir'in meyvelerini, özellikte kavununu metheder, bunların İstanbul'a saraya gönderildiğini söyler.108
Evliya Celebi, 16S5-1856'da Âmid'in kırk yedisi müslüman, yedisi Ermeni elli dört mahallesi olduğunu belirtir; şehrin bir kısım camilerinden, mescidlerinden, medrese ve hanlarından bahseder. XVII. yüzyılın ilk yarısında yaptırılan Nasuh Paşa Camii ve ona bitişik medreseden (Servisehî Hatun), Kara Mustafa Paşa Ca-mii'nden söz etmez. Onun bahsettiği Hüs-reviye Medresesi, Beylerbeyi Hüsrev Pa-şa"nın cami ile birlikte yaptırdığı, XVI. yüzyılda ünlü âlim ve tarihçi Muslihud-dîn-i LârTnin de müderrislik yaptığı medresedir. Evliya Çelebi, Hasan Paşa Ha-nı'ndan başka Mardin kapısı dibindeki Bezirgan Hanı'ndan, içerisinde pek çok esnafı barındıran 1008 dükkanlı bir bedestenden de bahseder. Bu yapı, harap olduğu için 1900 tarihlerinde Diyarbe-kir Valisi Hâlid Bey tarafından tamir ettirilen, 800 dükkanlı ve "çarşûyı kebîr" diye tavsif edilen bina olmalıdır. Bezirgan Hanı da Hüsrev Paşa'nın 1527-1528'-de yaptırdığı binadır.
Şehirde Gülşenî ve Nakşibendî tarikatları yaygındır. Gülşenî tarikatının kurucusu İbrahim'in babası Âmidli olup kendisi de bu şehir yakınlarında doğmuş, 1533'te vefat etmiştir. XVII. yüzyıl ortalarında Âmid'de 146 saray ve pek çok hamam bulunduğu da verilen bilgiler arasındadır. Diyarbekir'in tarım mahsulleri yanında kuyumculuğu, kılıç, bıçak, hançer İşçiliği, kırmızı bezi, "gülşeftâlû" sahtiyanı da meşhurdu. Aynı tarihlerde Diyarbekir'e gelen Tavernier kırmızı marokenlerinden övgüyle söz eder.
1766'da Âmid'i ziyaret eden Carsten Niebuhr şehrin bir planını yapmıştır. Bu tarihte İçkale'deki Oğrun kapısı kapatılmış ve şehirde on altı minare sayılabil-miştir. Bunların çoğu yuvarlak, birkaçı dört köşelidir. Bundan da Osmanlı yapılarının çoğaldığı anlaşılabilir. Niebuhr, dokuz yıl kadar önce yani 1757'de şehirde büyük bir kıtlık olması yüzünden halkın ekserisinin başka yerlere göçtüğünden, şehirdeki evlerden 16.000'inin meskûn olduğundan, çoğunun da boş bulunduğundan bahseder. Caddeler taş kaplama ve temizdir. Şehirde Ermeniler. Ya'kübîler, yahudiler (çok az) olmakla beraber bunlar nüfusun ancak dörtte birini teşkil ederler. Şehrin surlarının batısında mezarlıklar ve yazın içlerinde kar saklanan yığınlar vardır.
1816'da Diyarbekir'e geien Bucking-ham şehrin nüfusunu 50.000 kişi olarak tahmin eder; bunun büyük bir çoğunluğunu asker, devlet memuru, tüccar ve sanatkâr olmak üzere Türklerin oluşturduğunu, Ermenilerin ikinci sırada bulunduğunu, Ermenilerin yarısının (500 aile) Katolikliği kabul ettiğini yazar. Niebuhr zamanında da şehirde bir Katolik dinî cemaatin olduğu bilinmektedir. Niebuhr onların yanında kalmıştır. Buckingham Süryânîler'in 400 aile kadar olduğunu, yahudilerin Bağdat, Halep ve İstanbul'a göç ettiklerini ve onlardan ancak birkaç düzine ev kaldığını, az sayıda da Rum bulunduğunu belirttikten sonra şehirde yirmi beş cami, iki Ermeni, içerisinde İki İtalyan rahibin oturduğu bir Katolik, birer Süryânî ve Rum kilisesiyle bir küçük sinagogun mevcut olduğundan da bahseder. Şehirde ayrıca yirmi hamam, on beş kervansaray veya han bulunduğunu bildirerek bunlardan bazılarının isimlerini verir. Diyarbekir'in özellikle ipeklilerinden, pamuklu dokumalarından, deriden yapılmış eşyalarından söz eder ve dokuma tezgâhlarının Hasan Paşa Ham'nda toplandığını belirtir.109
Şehir XVIII. yüzyılda salgın hastalıklar dolayısıyla oldukça sıkıntılı günler yaşadı. 1712'de, 1762'de ve yüzyılın sonunda üç büyük veba salgını oldu, pek çok kişi hayatını kaybetti; aynı salgın 1816 ve 1827'de tekrarlandı. 1843'teki kolera salgını ise uzun bir süre devam etmiş, bu sebeple vergilerin azaltılması istenmişti. Son büyük kolera salgını Ağustos 1879'da meydana gelmiştir. Bölgenin mâruz kaldığı tabii âfetler arasında kıtlık da vardır. 1805. 1810, 1817 ve 1845 yıllarında peşpeşe kısa aralıklarla kuraklık olması ve iyi ürün alınamaması köylerin boşalmasına sebep oldu. Şehirdeki esnaf da bu âfetlerden etkilendi, çevre şehirlere mal gönderitemez oldu110. 1825-1843 arasında yollarda asayişsizlik hüküm sürmekte, kervanlar sık sık soyulmaktaydı. Şehirde ise zaman zaman aynı yüzyılda askerî gruplar ayaklanmışlar, bazı İşyerlerinin tahribine sebep olmuşlardı.
Diyarbekir'de XVlI-XIX. yüzyıllarda valilik yapan bazı paşalar çeşitli hayır eserleri bırakmışlardır. Nasuh Paşa (1606-1611), Silâhdar Murtaza Paşa (1631-1633), Kara Mustafa Paşa (1644 ve 1650), İsmail Hakkı Paşa (1868-1875) birer cami, Köprülü Abdullah Paşa (1717-1720) bir dâ-rülkurrâ. Sarı Abdurrahman Paşa (1763-1766) bir kütüphane yaptırmıştır. Süleyman Paşa da (1815-1816) şehir surlarını tamir ettirmiştir. Bu tamirde, o tarihlerde çevredeki asayişsizliklerden dolayı şehri koruma altına alma düşüncesinin rolü olmalıdır.
1900 yıllarında vali bulunan Hâlid Bey ise büyük çarşı dışında pek çok cami, mescid ve medreseyi yeniden yaptırmış, bazılarını da tamir ettirmiştir. Aynı tarihte Diyarbekir vilâyetinin İhracatının 242.800, ithalâtının 274.100 Osmanlı lirası olduğu, ihraç malları arasında koyun, keçi gibi kasaplık hayvanların, buğday, pirinç, yağ gibi yiyecek maddelerinin: ithal malları arasında da ipek, kalay, çivit, petrol, kahve, şeker, boya ve sabunun bulunduğu görülmektedir. Şehirden ipekli ve keten dokumaların ihracının çok azaldığı da tesbit edilebilmektedir. Bu durum ve boya ithali şehirdeki dokuma sanayiinin gerilediğini gösterir. Yabancı memleketlere Diyarbekir'den mazı, deri, yapağı, ipek kozası, kürk ihraç edilmektedir.
Diyarbekir Eyaleti ve idarî Yapı. Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra Âmid merkez olmak üzere Diyarbekir beylerbeyi-liği kurularak 4 Kasım 1515'te Bıyıklı Mehmed Paşa'ya verildi. Mayıs 1517'de Mardin Kalesi'nin de Osmanlılar'ın eline geçmesiyle Diyarbekir bölgesindeki Hıs-nıkeyfâ, Ergani, Ruha (Urfa). Siirt gibi bütün kaleler ve önemli merkezler aynı idare altında toplanmış bulunuyordu. 1518 yılında yapılan tahrire göre Diyarbekir beylerbeyiliğine bağlı on iki sancak vardı: Âmid, Mardin, Sincar, Berriyecik, Ruha, Siverek, Çermik. Ergani, Harput, Arap-gir, Kiğı ve Çemişkezek111. Kısa bir süre sonra Âmid ve Mardin birleştirilmiş. Berriyecik bir kaza olarak Mardin sancağına bağlanmış, Musul, Deyrirahbe, Âne ve Hît sancakları da Diyar-bekir beylerbeyiliğine dahil edilmiş, böylece on dört sancaklı bir beylerbeyilik haline gelmiştir. Bu beylerbeyi likte 1522 yıllarında 16 kale, 29 şehir (neft). 2876 karye, 1039 mezraa, 17 ada ve 465 dolap (bedesten içindeki küçük dükkân) vardı. Bu son iki yerleşim mahalleri Deyri-rahbe, Âne ve Hît sancaklarında bulunuyordu. Bunlar Fırat üzerinde veya kenarındaki küçük yerleşim birimleriydi. Aynı tarihte beylerbeyiliğe bağlı sancak-lardaki devlet görevlileri, müstahfız, dizdar gibi askerlik hizmetindekiler, vakıf mensupları da dahil olmak üzere 101.691 hâne dolayında idi112. Bu sancaklar dışında bazı resmî belgelerde birer sancak olarak gösterilen, fakat yurtluk-ocaklık sistemiyle idare edilen Atak, Palu, Eğil, Çapakçur, Sasun, Terdi, Kulp, Bitlis, Cizre, Genç, Cüngüş, Hısnıkeyfâ gibi birimler de beylerbeyiliğe bağlıydı. Bağdat'ın fethinden sonra Âne ve Hît İle Musul sancaklarının Bağdat beylerbeyiliğine, Urfa'nın da bazan Diyarbekir'e, bazan da Rakka eyaletine bağlandığı ve onun merkez sancağını oluşturduğu görülmektedir. XVI. yüzyıl ortalarından sonra Bitlis de Van beylerbeyiliğine bağlanmıştır.
XVII. yüzyılın ortalarında ise Cizre (Cezîre-i İbn Ömer). Eğil, Genç, Palu ve Hazo birer hükümet olarak Diyarbekir beylerbeyiliğine bağlı gösterilmiştir. Hazo Harput değil Sasun'un bir başka adıdır.113
1670-1671'de Diyarbekir valiliği yapan Silâhdar Ömer Paşa'nın adamlarının eyaletteki sancaklardan, bu arada Eğil, Palu gibi hükümet türü idareye sahip bulunan birimlerden cerîme ve öşür toplamaları, bir kısmından da "tahvil parası" almaları, bu tür idarî yapıya sahip olan mahallerin merkezî otorite ile bağlarını göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir.114
Evliya Çelebi'ye göre Diyarbekir beylerbeyiliği seferde cebelüteriyle 30.000 asker çıkarmaktadır, bunun 2000"i Âmid sancağındandır.
Diyarbekir vilâyeti XIX. yüzyılda birçok değişikliğe uğradı; son olarak 1869'da Diyarbekir, Ma'mûretülazîz (Elazığ), Siirt ve Mardin sancaklarından müteşekkildi. Evvelce birer sancak olarak Diyarbekir vilâyetine bağlı pek çok yer de kaza haline getirildi. Ergani, Palu ve Malatya'nın Ma'mûretülazîz; Siverek. Lice, Silvan ve Re'sül'ayn'ın Diyarbekir; Cizre ve Nusaybin'in Mardin sancaklarına bağlanması bu duruma iyi birer örnek teşkil eder.
İkinci Meşrutiyet döneminde Diyarbekir vilâyeti biri merkez, diğerleri Siverek, Mardin ve Ergani olmak üzere dört sancağa ayrıldı.
Bibliyografya:
BA. TD, nr. 64, s. 216 vd.; nr. 200, s. 34-55, 58; nr. 998. s. 279; BA. MD, nr. 3, s. 263; nr. 5. s. 317. 380; BA. MAD, nr. 2775, s. 25, 196, 709, 1430; nr. 19.661, s. 3; Nâsır-ı Hüsrev. Se-fernâme (trc. Abdülvehhap Tarzi). İstanbul 1967, s. 12-14; Matrakçı Nasuh. Sefer-i Irâkeyn, s. 238, 279, 280; tıpkı basım, vr. 102a; Celâlzâde, Tabakâtü'i-memâlik, vr. 276"; Muhyî-yi Gül-şenî, Menâkıb, bk. İndeks; Ayn Ali. Kauânîn-i Âl-i Osman, s. 29-31; Le uoyage de Monsieur d'Aramon (nşr. Ch. Scheffer), Paris 1887, s. 92-93; Polonyalı Simeon'un Seyahatnamesi 1608-1619 (trc. H. Andreasyan), İstanbul 1964, s. 98-101; M. von Oppenheim, İnschriften aus Syrien, Mesopotamien und Kleinasien, Leipzig 1909, s. 71-100; M. van Berchem - J. Strzy-gowski, Amida, Heidelberg 1910; F. Saire — E. Herzfeld, Archâologische Reise im Euphrat und Tigris-Gebiet, Berlin 1911, II; S. Flury, Is-iamische Schriftbânder Amida-Diarbekr, Paris 1920; Gabriel. Voyages, s. 85-205; J. Sauva-get. "Recueil d'inscriptions arabes", a.e., s. 310-338; Diyarbekir Salnamesi 1286 ue 1318; Ali Emîrî. Tezkire-i Şuarâ-yı Amid, İstanbul 1327; a.mlf., Osmanlı Vîlâyât-ı Şarkiyyesi, İstanbul 1337, s. 57-70; Barkan. Kanunlar, s. 130-148; Basri Konyar. Diyarbekir Yıllığı, Ankara 1936; C. Niebuhr. Reisebeschreibung nach Arabien (nşr. Dietmar Henze). Graz 1968, II, 400-405; E. Honigmann, Bizans Devletinin Doğu. Sının (trc. Fikret Işıltan], İstanbul 1970, bk. İndeks; J. S. Buckingham. Trauels in Meso-potamia, London 1971, s. 213-215; Metin Sözen, Diyarbakır'da Türk Mimarisi, İstanbul 1971; H. Petermann, Reisen im Orient 1852-1855, Amsterdam 1976, II, 28-30; Andreas Birken. Die Prouinzen des Osmanischen Reiches, Wi-esbaden 1976, s. 189; Ara Altun, Anadolu'da Artuklu Deurİ Türk Mimarisinin Gelişmesi, İstanbul 1978, tür.yer.; J. B. Tavernİer. Les six ooyages en Turquie et en Perse (nşr. S. Yerasi-mos), Paris 1981, II, 24-27; İ. Metin Kunt, Bir Osmanlı Valisinin Yıllık Gelir Gideri, Diyarbekir 1670-71, İstanbul 1981; Suraiya Faroqhi, Towns and Toıvnsmen of Ottoman Anatolia 1520-1650, Cambridge 1984, s. 52-53, 153, 164, 185, 223; M. Mehdi İlhan, "Diyarbakır Fatihi ve Beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa", Atatürk ue Diyarbakır, Diyarbakır 1981, s. 137-162; a.mlf.. "1518 Tarihli Tapu Tahrir Defterine Göre Âmid Sancağından Timâr Dağılımı", TED, XII (1981-82], s. 85-100; a.mlf., "So-me Notes on the Settlements and Population of the Sancak of Amid according to the 1518 Ottoman Cadastral Survey", TAD, XIV (1983), s. 415-436; a.mlf., "Bıyıklı Mehmed Paşa'nın Doğu Anadolu'daki Askerî Faaliyetleri", TTK Bildiriler, IX (1988), s. 807-817; a.mlf.. "Onal-tmcı Yüzyıl Başlarında Amid Sancağı Yer ve Şahıs Adları Hakkında Bazı Notlar", TTK Beüeten, L1V/209 (1990), s. 213-222; a.mlf.. "Studies in the Medieval History of Diyar-bekr Province: Some Notes on the Sources and Literatüre", a.e., Llll/206 (1989], s. 199-240; G. Vâth, Die Geschıchte der artuqidischen Fürstentümer in Syrien und der Gaz'ıra'l-Fu-râftya (496-812/1102-1409), Berlin 1987; Martin van Bminessen — Hendrik Boeschoten, Evliya Çelebi in Diyarbekir (nşr. Klaus Kreiser), Leiden 1988; Tuncer Baykara, Anadolu'nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I: Anadolu'nun İdarî Taksimatı, Ankara 1988, s. 102-103, 117, 198, 255; T. A. Sinclair, Eastern Turkey. an Architectural and Archaeologlcal Suruey, London 1989, III, 161-195; İbrahim Yılmazçelik. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbekir (doktora tezi. 1991), Fırat Üniversitesi; Nejat Gö-yünç, XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, Ankara 1991, bk. İndeks; a.mlf.. "Onaltmcı Yüzyılın îlk Yansında Diyarbekir", BTTD, sy. 7 (1968), s. 76-80; a.mlf.. "îmâd es-Serâvî ve Eseri", TD, sy. 20 (1965), s. 73-86; a.mlf.. "Diyarbekir Beylerbeyiliği'nin İlk İdarî Taksimatı", a.e., sy. 23 (1969), s. 23-34; a.mlf.. "XVI. Yüzyılda Güney-doğu Anadolu'nun Ekonomik Durumu", Türkiye İktisat Tarihi Semineri (nşr. Osman Okyar — Ünal Nalbantoğlu), Ankara 1975, s. 71-102; a.mlf.. "Yurtluk-Ocaklık Deyimleri Hakkında", Prof.Dr. Bekir Kü-tükoğlu'na Armağan, İstanbul 1991, s. 269-277; Ramazan Şeşen, "İmâd al-din al-Kâtib al-İsfahânî'nin Eserlerindeki Anadolu Tarihiyle İlgili Bahisler", Selçuklu Araştırmaları Dergisi, 111, Ankara 1971, s. 249-369; A!i Sevim, 'Diyarbekir Bölgesinin Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na Katılması", Atatürk Konferansları V: 1971-1972, Ankara 1975, s. 299-307; Halil İnalcık, "Osmanlı Pamuklu Pazarı, Hindistan ve İngiltere-Pazar Rekabetinde Emek Maliyetinin Rolü", Gelişme Dergisi, II, Ankara 1981 (özel sayı), s. 1-65; Mehmet Ali Ünal. "XVI ve XVII. Yüzyıllarda Diyarbekir Eyaletine Tabi Sancakların İdari Statüleri", Ziya Gökalp Dergisi, sy. 44 (1986), s. 31 -40; Jean-Louis Bacque-Grammont, "Un rap-port de Fil Ya'kûb Paşa, Beylerbey du Diyar Bekir, en 1532", WZKM, LXXV1 (1986), s. 35-41; a.mlf, "Cinq lettres de Husrev Paşa, Beylerbey du Diyar Bekir (1522-1532)", JA, CCLXXIX (1991), s. 239-265; a.mlf.. "Quinze lettres d'Uzun Süleyman Paşa, Beylerbey du Diyar Bekir (1533-1534]", Anatolia Moderna, I, Paris 1991, s. 137-186; Yılmaz Kurt. "XVI. Yüzyılın İkinci Yarısında Diyarbekir Eyâletinde Sanayi ve Ticaret", TİD, V (1990), s. 191-200; Mükrimin H. Yınanç. "Diyarbekir", İA, 111, 605-626; M. Canard - Cl. Cahen, "Diyar bakr", El2 (İng), II, 343-345; D. Sellvrood, "Amida", Elr., I, 938.
Bugünkü Diyarbakır. Dicle vadisinin sağ tarafında bulunan Diyarbakır şehrinin kurulduğu düzlükle Dicle nehri arasındaki zemin, doğu ve güneydoğuda kayalık ve dik bir kenar meydana getirmektedir. Kurulmuş olduğu yerde topografyanın gösterdiği bu elverişli şartlar şehrin etrafını kuşatan surların biçimini de tayin etmiştir. Şehrin her tarafı tarihî surlarla çevrilmiş olduğu halde lav akıntılannın sona erdiği bazı kesimler yüksek yarlar halinde bulunduğundan (Fis kayası adı verilen yerde olduğu gibi) buralarda sur yapmaya gerek görülmemiştir. Kabaca dikdörtgen biçimindeki Diyarbakır surları, Anadolu'daki benzeri yapıların en büyüğü ve en sağlam şekilde ayakta kalmış olanıdır. Bu surların kuşattığı alanın doğu-batı doğrultusundaki uzunluğu 1700 m., kuzey-güney doğrultusundaki genişliği ise 1300 metredir. Duvarlarının kalınlığı yer yer 3-5 metreyi bulan surların toplam uzunluğu 5 kilometredir. Surların üzerinde yerden 8-12 m. yükseklikte bulunan ve "devriye yolu" adı verilen bir yol bütün şehri çevreler. Bu yolu dışarıya doğru 70 cm. kalınlığındaki bir mazgal duvarı korumaktadır. Surların üzerinde çeşitli şekillerde (yuvarlak, dört köşe, bazıları çok köşeli) yetmiş sekiz burç sıralanır. Surun güneybatıdaki dönemeç yerine de üç takviye burcu eklenmiştir.115
Bu surlar, sur içi ve sur dışı olmak üzere günümüz Diyarbakır şehrini birbirinden ayırır. Sur içindeki kesim, daha çok tarihî eserler ve dar sokaklar boyunca sıralanmış kendine özgü Diyarbakır evleriyle dikkati çeker. Surlar içindeki kesimin kuzeydoğu köşesinde İçkale bulunur. Bu köşe şehirden yarım daire şeklinde bir duvarla ayrılmıştır. İçkale'nin içinde de Virantepe denilen yerde surlarla çevrili bir kesim daha bulunmaktadır. İçkale'de, Dicle tarafına doğru açılan küçük bir gizli kapı ile (Oğrun kapı) kuzeyde gene dışa açılan Fetih kapısı, şehre doğru açılan Saray ve Küpeli adlı kapılar vardır. İçkale içindeki önemli tarihî eserler. Hz. Süleyman veya Nâsıriy-ye Camii adlarıyla da bilinen Kale Camii (1160), Artukoğulları dönemine ait saray kalıntıları (1203), Osmanlı döneminden kalan ve XIX. yüzyıla ait olan bazı resmî yapılarla eski bir kilisedir.
Eski Diyarbakır'ın asıl yerleşme ve ticaret alanı sur içinin İçkale dışında kalan kesimleridir. Burada kuzeydeki Dağ Kapı'dan (Harput Kapısı) güneydeki Mardin Kapısfna kadar doğru bir çizgi şeklinde uzanan cadde (Gazi caddesi) eski Diyarbakır'ın can damarıdır. Şehrin başlıca ticaret yerleri bu cadde İle bu caddeyi kesen ve batıdaki Urfa kapısı ile doğudaki Dicle kapısı arasında uzanan cadde116 üzerindedir. Bu yollara açılan ikinci derecedeki eksenler üzerinde de ticaret yerleri sıralanır. Kuzey-güney doğrultusundaki Gazi caddesinin Dağ Kapı yakınında batıdan gelen Ali Emîrî caddesiyle kesiştiği yerde oluşan Dörtyol çevresi şehrin modern çarşısının çekirdeğini teşkil eder. Dörtyol mevkii, hem şehrin çeşitli semtlerine giden yolların çıkış noktası olması, hem de ticaretle uğraşanların başlıca toplanma yeri durumunda bulunması sebebiyle şehrin en canlı kesimini oluşturur. Ana ticaret ekseninin hemen hemen ortasına rastlayan ikinci Dörtyol mevkii (Balık-çılarbaşı Dörtyol) eski çarşı geleneğinin sürdürüldüğü yerdir. Bu çevrede Yemeniciler çarşısı. Demirciler çarşısı, Ayakkabıcılar çarşısı. Buğday pazarı ve eski ev eşyalarının satıldığı Sipahi pazarı gibi belli meslek gruplarının bir araya gelerek oluşturduğu ayrı ayrı çarşılar yer alır.
Sur içinde iş merkezinden mahallelere geçilince sokakların çok daraldığı göze çarpar. Evlerin bitişik düzende sıralandığı bu sokakların bazıları ancak yüklü bir hayvanın geçebileceği kadar dar tutulmuştur. Gölge kesafetinin çok fazla olduğu bu dar sokaklarda Diyarba-
kır'ın aşırı yaz sıcaklarının etkisi azalmış Olur len sıcak ay ortalaması 31*, şimdiye kadar rastlanan en yüksek sıcaklık 21.7.1937 tarihinde 46°.21. Esasen eski Diyarbakır'da sadece sokaklarda değil bu sokaklara açılan evlerin inşa tarzında da hep iklim ve coğrafya şartları düşünülerek hareket edilmiştir. Diyarbakır evlerinde, şehrin yaz sıcakları ile kış soğuklarının evin içinde mümkün olduğu kadar az hissedilmesi için özel düzenlemeler yapılmış ve bu evlerin iç avlusuna birer havuz eklenmiştir. Günümüzde pek azı orijinal şekliyle ayakta kalan bu evlerden Cahit Sıtkı Tarancı'nın evi ile Ziya Gö-kalp'İn evi restore edilerek müze haline getirilmiştir. Aynı şekilde Mustafa Kemal Paşa'nın 1916-1917 yıllarında 16. Kolordu kumandanı sıfatıyla görev yaparken bir süre kaldığı ev de Atatürk Müzesi olarak düzenlenmiştir. Diyarbakır şehrinde mevcut çok sayıda tarihî eser de sur içindeki kesimde bulunur. İçkale dışında kalan kesimde bulunan birçok cami arasında en büyüğü ve en ünlüsü Ulucami'dir. İslâm fethinin ardından eski bir kilise yerinde inşa edilen bu cami Selçuklu döneminde Sultan Me-likşah'ın emriyle 1091 yılında onarılmıştır. Çok geniş bir alan kaplayan bu camiden başka Ömer Şeddad Camii (halk arasında Hz. Ömer Camii denir, inşa tarihi 1150-1151), Nebî Camii (Peygamber Camii, 1530), Safa Camii (İparla Camii, XV. yüzyıl), Hoca Ahmed (Ayni Minare Camii, 1499), Şeyh Mutahhar (halk arasında Şeyh Matar, 1500), Lala Bey (XV. yüzyıl), Şeyh Yûsuf (XVI. yüzyıl), Fâtih Paşa (1516-1520), Hüsrev Paşa (1521-1528), Ali Paşa (1534-1537), İskender Paşa (1551), Behram Paşa (1564-1572), Melek Ahmed Paşa (1587-1591), Defterdar (1594), Nasuh Paşa (1606-1611), Kürt İsmail Paşa (1868-1875) camileri şehrin önemli camileridir. Ayrıca çok sayıda mescid117 şehrin sur içindeki mahallelerine dağılmış vaziyettedir. Akkoyun-lu dönemine ait İbrahim Bey Mescidi. Tâceddin Mescidi, Hacı Büzürg Mescidi bunlar arasında en tanınmış olanlarıdır.
Eski bir kültür merkezi olan Diyarbakır'da medrese mimarisinin de güzel Örneklerine rastlamak mümkündür. Bunlardan bazıları günümüze ulaşmamış olsa da Zinciriye Medresesi (1198), Mesudiye Medresesi (1194), Ali Paşa Medresesi (1537), Muslihüddîn-i Lârî Medresesi (XVI. yüzyıl) ayakta kalan eserlerdendir. Sur içinde bulunan tarihî eserler bu sayılanlarla sınırlı değildir. Bunlara çok sayıda türbe ve han da ilâve edilebilir. Türbelerden Sultan Şücâ (1208-1209), Şeyh Yûsuf el-Hemedânî (XV. yüzyıl), Şeyh Ab-dülcelîl (XVI. yüzyıl), Lala Bey (XVI. yüzyıl), yapım tarihleri belli olmayan San Saltuk ve Zincirkıran türbeleri, halk arasında Karadeniz türbesi olarak tanınan Mîr Seyyaf Türbesi (yapım tarihi belli değil), Fâtih Paşa (1522), İskender Paşa (1565'-ten önce) ve Özdemiroğlu Osman Paşa (1585) türbeleri en tanınmış olanlarıdır. Hanlar arasında. Mardin Kapısfndan şehre girilince ana cadde üzerinde bulunan Deliller Hanı ile İHüsrev Paşa Hanı da denir, 1527-1528) bunun biraz kuzeyinde aynı cadde üzerinde bulunan Hasan Paşa Hanı (1574-1575), bunun biraz güneyinde sokak içindeki Çifte Han (XVI. yüzyıl) ve Ulucami yakınında bulunan Yeni-han (1788-1789) en iyi şekilde korunarak günümüze ulaşmış olanlardandır. Bunlardan Deliller Hanı restore edilerek 1990 yılında turistik bir otel haline getirildi.
Sur içine sıkışıp kalan Diyarbakır'ın sur dışına çıkarak genişlemesi projesi. ilk defa XIX. yüzyılın ikinci yansında burada valilik yapan Hatunoğlu Kürt İsmail Paşa tarafından düşünüldü ve sur dışında vilâyet konağı, hastahane, kışla gibi bazı binalar yaptırıldıysa da şehir halkı alıştığı sur içinde kalmayı tercih etti. Diyarbakır'ın sur dışında tam anlamıyla genişlemesi Cumhuriyet döneminde mümkün olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında 1925'teki Şeyh Said isyanının ilk hedeflerinden biri olan Diyarbakır şehri 7 Mart 1925 tarihinde kuşatılmış, fakat isyancıların surlardan içeriye girmesi mümkün olmadan şehir bu tehlikeyi birkaç saat süren kuşatma ile atlatabilmiştir. Diyarbakır halkının henüz surlar içinde yaşadığı bu dönemde yapılan ilk sayımda (1927) nüfusun 31.511 olduğu tesbit edildi. 1928 yılında kurulan ve çalışma alanı Ağrı. Diyarbakır, Elazığ. Urfa, Bitlis. Van, Hakkâri ve Mardin illerini içine alan Birinci Genel Müfettişlik"in merkezi Diyarbakır oldu. Kendisine geniş bir alanın bir anlamda idare merkezi rolünü veren bu olayın ardından 23 Kasım 1935'te demiryolunun buraya ulaşmasından sonra Diyarbakır geniş bir alanın ticaret merkezi olma rolünü üstlendi.
Şehrin ve bu şehrin merkez olduğu ilin adı 1937 yılına kadar Diyarbekir iken bu tarihte Atatürk'ün direktifiyle Diyarbakır olarak değiştirildi.
1935 sayımında nüfusu 34.642'ye ulaşan şehrin sur dışındaki gelişmesi ise demiryolunun Diyarbakır'a ulaşmasından sonra başlamıştır. Genel Müfettişlik ve bazı devlet dairelerinin sur dışına çıkmasıyla bu yoldaki yayılma hareketi başladı, fakat bu yayılma 1950 hatta 1955 yılına kadar çok zayıf kaldı. 1950 yılına kadar Bağlar semtindeki yazlık evlerden başka Yenişehir semtinde bazı resmî binalar, lise. birkaç öğretmen evi ve yirmi civarında memur evi yapılmıştı. 1940'ta 42.555 olan nüfus 1945'te biraz gerilemiş (41.087), 1950'de 45.053'e, 1955'te de Ş1.224'e yükselmiştir. Fakat bu nüfusun büyük bir kısmı hâlâ sur içinde oturuyordu. 1955'lerden başlayarak sur dışındaki Yenişehir kesimi hızla gelişmeye, çok katlı blok apartmanlarla dolmaya başladı. Şehrin sur dışındaki gelişmesi batıdaki İstasyon, kuzeybatıdaki Bağlar ve kuzeydeki Ofis semtine doğru olmuştur. Bu gelişmeler sırasında sur içindeki ticaret merkezine ek olarak Yenişehir kesiminde de yeni ticaret merkezleri doğdu (Elazığ caddesi gibi). Alan üzerindeki gelişmeye paralel olarak şehrin nüfusu da hızla artarak ilk defa 1965 yılında 100.000'i geçti (102.653) ve 1970'-te 150.000'e çok yaklaştı (149.566). 1970'-teki nüfusun % 60'ı sur dışında. % 40'ı sur içinde yaşıyordu.
Sanayi faaliyetlerinin gelişmesi118, şehrin Dicle Üniversitesi (Kuruluşu 1973) adlı bir kültür kurumuna kavuşması ve Olağanüstü Hal Bölge Valili-ği'nin de merkezi olması Diyarbakır'ın daha da hızlı büyümesine yol açmış, nüfusu 1985te 305.940, 1990'da 381.144 olmuştur. Otuz mahalleye (on beş mahalle sur içinde, on beş mahalle sur dışında) yayılmış olan bu nüfusun % 74'ü sur dışındaki Yenişehir'de, % 26'sı sur içindeki eski Diyarbakır'da yaşıyordu.
Sur içinin tarihî eserler bakımından zenginliğine karşılık sur dışındaki kesim bu yönden hayli fakirdir. Buradaki önemli eserler arasında, Dicle üzerindeki on gözlü köprü ile (1064-1065) bu köprüye bakan Gazi Köşkü sayılabilir. Diyarbakır şehrinin idarî merkez, kültür, ticaret ve sanayi merkezi olma özellikleri yanında sahip olduğu tarihî eserlerin bolluğu sebebiyle turistik merkez olma özelliği de son yıllarda çok belirginleşmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı'na ait 1992 yılı istatistiklerine göre Diyarbakır'da il ve ilçe merkezlerinde 200. kasaba ve köylerde 1119 olmak üzere toplam 1319 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı ise 99'dur.
Diyarbakır şehrinin merkez olduğu Diyarbakır ili Malatya. Elazığ, Bingöl, Muş, Batman, Mardin, Şanlıurfa ve Adıyaman illeriyle çevrilmiştir. Merkez ilçeden başka Bismil, Çermik, Çınar. Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani. Hani, Hazro, Kocaköy. Kulp. Lice ve Silvan adlı on üç ilçeye ayrılmıştır. 15.355 km2 genişliğindeki Diyarbakır ili sınırları İçinde 1990 sayımının sonuçlarına göre 1.094.996 kişi yaşıyordu. Nüfus yoğunluğu ise 71 idi.
Bibliyografya:
Ahmet Necdet Sözer, Diyarbakır Hauzast, Ankara 1969; Metin Sözen. Diyarbakır'da Türk Mimarisi, İstanbul 1971; Utkan Kocatürk, Ata-türk ue Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi (1918-1938), Ankara 1983, s. 432; Ortalama, Ekstrem Sıcaklık ve Yağış Değerleri Bülteni, Ankara 1984, s. 220; 1990 Genel Nüfus Sayımı (nşr. DİE), Ankara 1991; Emrullah Güney. Diyarbakır ue Yöresinde Doğa-Kültür Turizmi, Diyarbakır 1991; Şevket Beysanoğlu, Kültürümüzde Diyarbakır, Ankara 1992; Hasan Reşit Tankut, "Diyarbakır Adı Üzerine Çalışmalar", Türk Dili-Belleten, sy. 29-30, İstanbul 1938, s. 69-112; Ahmet Ardel. "Güneydoğu Anadolu'da Coğrafi Müşahedeler", Türk Coğrafya Dergisi, sy. 21, İstanbul 1961, s. 140-148; Besim Darkot, "Diyarbekir", İA, III, 601-605.
Dostları ilə paylaş: |