Diyanet iŞleri başkanliği trabzon-akçaabat-darica eğİTİm merkezi MÜDÜRLÜĞÜ kur’an ve hadiS’İN Şİİre bakişI (III. DÖnem biTİrme tezi) ahmet taş



Yüklə 401,78 Kb.
səhifə5/8
tarix01.03.2018
ölçüsü401,78 Kb.
#43496
1   2   3   4   5   6   7   8

II.V. Şair İlhamdan Güç Alır

Bilinen anlamıyla şair de kendisine doğan ilhamdan güç alır; fakat İslam öncesi Araplar’da şair, tabiat üstü bir varlık tarafından sahip olunmuş (kuşatılmış, onun hükmü altına girmiş) kişi demekti. Onlara göre bu varlık (bir cin) vecd halindeki bir kişiye (şair) geçici olarak sahip olur, onun ağzından çoğunlukla beyitler şeklinde, normal haldeki insanın söyleyemeyeceği heyecan veren kelimeler söyler. Cinin insana sahip olması (tecnin) olayı, yalnız Araplar’a veya Samiler’e özgü olmayıp eskiden beri bilinen ve modern zamanlarda Şamanizm olarak adlandırılan yaygın bir inanç ve anlayıştır. Şu hususa da dikkat edilmelidir ki, bize kadar gelen İslam öncesi şiirlerin çoğunluğu, son Cahiliyye devrine yani Arap şiirinin ilkel Şamanizm devrinden çok sonraya aittir; İslam zuhur ettiği zaman şiir düzeyi çok yükselmiş, hemen hemen bugünkü manada bir sanat dalı haline gelmişti. Dolayısıyla Kur’an’ın geldiği sıralarda şairlerin hep bir cin tarafından sahip olunmuş kişiler olarak telakki edildikleri de ileri sürülemez; fakat hakim kültürün etkisiyle şair kelimesinin ilk çağrıştırdığı mananın bu olması önemlidir. Yine İslam’dan önceki son Cahiliye döneminde şairin sosyal mevkiinin Arabistan’ın eski devirlerindeki gibi yüksek olmadığı da gözardı edilmemelidir.

Bu açıklamalar ışığında ayetin hedefi daha iyi anlaşılmaktadır ki bu da surenin başında kendisi üzerine yemin edilen Kur’an’ın ve hak peygamber olduğu vurgulanan Hz. Muhammed’e (s.a.v.) verilen görevin mahiyetini aydınlığa kavuşturmaktadır. Açıktır ki, onun getirdiği vahiy sırf bir öğüt niteliğindedir. Yani kendisi için bir menfaat sağlama aracı olmayıp sadece insanlığın hayrına ve kurtuluşuna vesile olacak açıklamalar içermektedir. O, insanların beyinlerini uyuşturacak esrarengiz bilgiler ve bilmece gibi ifadeler taşıyan bir kelam değildir; aksine muhteva ve üslubuyla insanı düşünmeye sevk eden apaçık bir Kur’an’dır. Yine o, bazı ibadetlerde okunan ve okunup gereğince amel edilmesi karşılığında ecir alınan ilahi bir kitaptır. (Zemahşeri, III, 292).96

III. ŞİİRLE İLGİLİ AYETLER

“Onlar, “Hayır! Bu sözler, karışık rüyalardır. Yok onu kendisi uyduruyor; yok o bir şairdir. (Bunlar )yoksa bize evvelki (peygamber)lere gönderildiği gibi bir mucize getirsin!..” dediler.97

Kafirler Kur’an’a ta’n etmekte üç kısma ayrıldılar:

Birinci kısım: Muhammed (s.a.v.)’in Kur’an namıyla getirdiği şey rüyada görülmüş kuvve-i muhayyelenin hayallerinden ibarettir. Binaenaleyh; gece rüyada gördüğünü gündüz Kur’an’dır diyerek halka anlatmaktan ibarettir dediler.

İkinci kısım: Muhammed (s.a.v.) kendi icat ettiği şeyleri tervic için Allah’u Teala’nın kelamı demekle iftira ediyor dediler.

Üçüncü Kısım: Muhammed (s.a.v.) şairdir ve getirdiği Kur’an şiirdir dediler, “Kur’an rüyada görülen hayalat veya iftira veya şiir olunca nübüvveti ispata kafi mucize olamaz, binaenaleyh; eğer sözünde sadıksa evvel geçen milletlere gönderilen Rasuller gibi risaletini ispata kafi bir mucize ve nübüvvetine delalet eden bize bir alamet getirsin ki, biz de iman edelim” demekle Kur’an nübüvveti ispata kafi mucize olmadığını iddia ettiler.

Halbuki düşünmediler ki, Kur’an’ ın mu’ciz olmasıyla beraber kendi menfaatlerini beyan ettiği, Saadet-i dünya ve saadet-i ahireti temine kafi bir çok hakayık ve dekayıkı cami olduğu ve mugayyebattan haber verdiği cihetle şiirle münasebeti olmadığı gibi elfazında fesahat ve belağatın evc-i alasında bulunduğu ve rüyada görülen hayalata müşabeheti olmayıp beşerin kudreti haricinde olduğu cihetle iftira ile alakası yoktur.

Beyzavi’nin beyanı vechile bu ayette (bel) kelimesi ednadan a’laya terakki içindir. Çünkü “sihir demek bir nevi harika olmak itibariyle “edğaasi ahlam” demekten ehvendir. Zira; Kur’an’a edğaasi ahlam demek; sihirden eşna’dır; iftira demekse, daha ziyade şeni’dir. Kırk küsur sene Rasulullah’ı tecrübe edip asla yalan şaibesi görmedikleri ve şiir emmaresi bilmedikleri halde “şairdir” demek daha ziyade şeni’dir. Çünkü; rüya olsa kendilerinin de görmeleri ve şiir olsa onların da söylemeleri lazım gelirdi. Halbuki böyle rüya göremedikleri gibi böyle şiir söyleyemedikleri dahi meydanda olduğu halde bu gibi sözlere cüret, iftiradan başka bir şey değildir. 98

“Ve,” Biz, bir mecnun şair için, ilahlarımızı bırakır mıyız?” derlerdi.”99

(Fetih 48/26) “Hamiyyetü’l Cahiliyye” (Cahiliye dönemine özgü büyüklenme kompleksi) denilen duygu onların benliklerini sarıyor ve makul gerekçelerle davasını çürütemedikleri Rasulullah hakkında delilik, şairlik, kahinlik gibi saçma ithamlarda bulunup, bu tür içi boş iddialarla onu insanların gözünden düşürüp başarısız kılacaklarını zannediyorlardı. 100

Onlar, Muhammed (s.a.v.)’e haşa cinnet isnad ederler ve şiire nispet ederek derler ki “Biz bir şair-i mecnunun davetine icabet eder de mabutlarımızı terk eder miyiz? Elbette terk etmeyiz.” İşte müşrikler böyle demekle küfürde inatlarını izhar ederler ve putlara ibadet etmek adetleri olup terk edemeyeceklerine ve terketmek kendileri için ayıp ve emr-i münker olduğuna işaret zımmında kelamlarını istiflam-ı inkariye delalet eden hemzeyle irad ettiler. Binaenaleyh; Fahr-i Kainat’ın akıl ve dehasını ve ilham-ı İlahiyeyle hikmete muvafık sözünü ve işini idrakten aciz olduklarından cinnete ve şiire nispet etmekle kemal-i hamakat ve beladetlerini izhar eylediler. Çünkü; kendilerinde fazilet ve meziyet yok ki faziletin kadrini takdir etsinler.101

“Yoksa, “O bir şairdir, biz onun felaketini gözetliyoruz” mu diyorlar.” 102 Bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili olarak İbni Cerir ve İbni İshak’ın İbni Abbas’tan rivayet ettiklerine göre Kureyş, Dâr-ı Nedve’de Resulullah’ın durumunu görüşmek üzere toplandıklarında içlerinden biri şöyle dedi: “Onu kelepçeleyip hapsedin, daha önce geçen Zuheyr, Nabiğa ve A’şa gibi şairlerin helak olup gittiği gibi ölmesini bekleyin. Çünkü bu da onlar gibi bir şair.” Bunun üzerine “Yoksa (o)” bir şairdir biz ona zamanın felaketlerini bekliyoruz mu diyorlar?” ayeti indi.

Onların “Kahindir veya mecnundur” sözleri seni bundan alıkoymasın. Sen Kureyş kafirlerinin cahillerinin dediği gibi ne bir kahin, ne de bir mecnun değilsin. Kahin; vahiy olmadan gaybı bildiği ve geçmişten gizli kalmış haberler aktardığı vehmini veren kişidir. Ama senin söylediklerin kehanet değildir. Sen sadece Allah’ın tebliğini emrettiği vahyi konuşursun. Mecnun ise, Arap örfünde şeytan çarpmış kişiye denir.

Ey peygamber sen bu sözlere aldırma, bunlar çelişkili boş sözlerdir. Çünkü kahinin, kehanet yapması için zeki ve akıllı olması lazım gelir. Mecnun aklı kapalı insandır. Bu yüzden bir insana hem mecnun, hem kahin demek çelişkidir.

Sonra Allah onların Rasulullah (s.a.v.) hakkında söyledikleri bir başka sözü daha reddederek şöyle buyurdu :

“Yoksa (o) bir şairdir, biz ona zamanın felaketlerini bekliyoruz mu diyorlar?” Yani yoksa onlar “O bir şairdir, daha önce de benzeri bazı şairlerde görüldüğü gibi başına bir felaket gelir, helak olur gider, biz de böylece onun bu işinden kurtuluruz, getirdiği din de silinir gider” diyerek senin helakini mi bekliyorlar. 103

“Yoksa Onlar: O bir şairdir… mu diyorlar?” Yani onlar Muhammed (s.a.v.) bir şairdir diyorlar. Sibeveyh dedi ki : Allah’ın kullarına bu buyruklar ile, kendi ifadelerinde kullanılan üslup ile hitap edilmiştir. Ebu Cafer en Nehhas da şöyle demiştir: Bu güzel bir açıklamadır. Şu kadar var ki, bunun gerekli şekilde açıklaması yapılmamıştır. Sibeveyh şunu anlatmak istiyor: “(em):Yoksa” lafzı Arapça’da bir konudan başka bir konuya geçiş için kullanılır. Şairin şu ifadesinde olduğu gibi:

“Sen güzelliğinden süslenme ihtiyacı olmayan birisinden uzak mı kalırsın, yoksa onu kınar mısın?”

İşte Yüce Allah’ın Kitabında bu türden varid olmuş olan buyrukların anlamı takrir (doğruyu söyletmek) azarlamak ve bir konudan, başka bir konuya geçiş kabilindedir.

“Biz onun, zamanın ızdırap veren musibetine uğramasını bekliyoruz.” Katade dedi ki: Kafirlerden bir topluluk: Siz Muhammed’in ölümünü bekleyiniz. Filan oğullarının şairinin işini ölüm hallettiği gibi, sizi de ölüm Muhammed’den kurtaracaktır, demişlerdi.

Ed_Dahhak dedi ki: Bu sözleri söyleyenler Abdu’d-dar oğullarıdır. Onlar bu sözleriyle onun şair olduğunu söylemiş oluyorlardı. Yani bundan önce şairler nasıl öldüyse, o da pek yakında ölecektir. Üstelik babası da genç yaşta ölmüştü. Belki o da babası gibi genç yaşta ölür. El-Ahfeş dedi ki: Bu ifade: “Biz onu zamanın ızdırab veren musibetine uğrayıncaya kadar bekliyoruz” anlamındadır.

“Izdırap veren musibet”: İbn Abbas’ın açıklamasına göre ölümdür. Es-Süddi, Ebu Malik’ten, o İbn Abbas’tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Rayb” Kur’an’ı Kerim’de şüphe ve tereddüt anlamındadır. Yalnız et-Tur Sure’sindeki bir yer müstesnadır. “Raybe’l Menun” zamanın olayları ve musibetleri demektir. Şair de şöyle demiştir:

“Başına gelecek zamanın musibetlerini bekle, olur ki Bir gün boşanır yahutta onun helali (kocası) ölür.” Mücahid de şöyle demiştir: “Zamanın musibeti” zamanın olayları anlamındadır. “el-Menun” zaman ile aynı şeydir.

El-Esmai dedi ki: “el-Menun” gece ve gündüz demektir. Onlara bu ismin veriliş sebebi ömrü eksiltmeleri ve ecelleri sona erdirmeleridir. Yine ondan nakledildiğine göre zamana “menun” deniliş sebebi, hayatın gücünü alıp götürmesinden dolayıdır.

“el-Menun” müzekker ve müennes olarak gelir. Bunu müzekker olarak kabul eden “zaman” anlamında ya da ölüm anlamında kabul ederken, müennes olarak kabul edenler ise, sanki bununla “ölüm” lafzını kastetmiş gibi olurlar.104

“Yahut bunu onlara akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgın bir kavim midir?”105 Yani onlara bir şeyler mi iniyor, yoksa onlara bu çelişkili sözleri akılları mı emrediyor? Ki bu sözler, Kur’an’ın bir sihir veya kehanet veya bir şiir olduğu iddiaları ile Rasulullah (s.a.v.) hakkında “mecnun” ve “o bir şairdir ve kahindir” gibi sözleridir. Çünkü şair, kahin, mecnun ayrı ayrı şeylerdir. Şair hikmetli konuşur, kahin hurafelerden bahseder, mecnun ise aklını yitiren kişidir. Halbuki Kureyş büyüklerinin akıllı, zeki ve fatin insanlar oldukları söylenir. Bu ayetle Allah onların hakkı batıldan ayıramayan akıllarıyla alay etti. Eğer akıllı olmuş olsalardı, hakla batılı, mucize ile mucize olmayanı ayırabilirlerdi, Resulullah (s.a.v.) için bazen mecnun, bazen şair, bazen de kahin demek suretiyle tenakuza düşmezlerdi. Zira kehanet ve şairlik maharet ister, zeka, sanat ve hayal gücü ister.106

“O bir şair sözü değildir. Siz ne az inanıyorsunuz! O, bir kahin sözü de değildir. Siz ne az düşünüyorsunuz!”107 buyrulmaktadır.

Mukatil şöyle der: “Cenab-ı Hak buradaki “kalil” (az) sözü ile, onların, Kur’an’ın Allah’tan olduğuna hiç inanmadıklarını kasdetmiştir. Buna göre mana, “onlar hiç iman etmezler” şeklinde olur. Nitekim Araplar, “Bize hiç gelmiyor” manasında “Kalle ma ye’tina (Bize ne de az gelir)” derler.

O kafirler, kalben buna inanıyorlardı. Ama bundan hemen dönüyor, bu konuda yaptıkları istidlalleri tamamlamıyorlardı. Hak Teala, “O (kafir) düşündü, ölçüp biçti. Sonra da, “bu ancak seçkin bir büyüdür” dedi” (Müddesir, 18-24) buyurmuştu.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şair olmayışını bildirirken, “ne az iman ediyorsunuz” un ifadesini; kahin olmadığını bildirirken ise, “ne az tezekkür edersiniz” ifadesini getirmiştir. Bunun sebebi şudur: Hak Teala sanki, “Bu Kur’an bir şairin sözü değildir. Çünkü bunun özellikleri, bütün şiir çeşitlerinden farklı. Fakat siz iman etmiyorsunuz, yani imana yönelmiyorsunuz. İşte bundan dolayı da düşünmekten yüz çeviriyorsunuz. Eğer imana niyetlenmiş olsaydınız, “O bir şair” şeklindeki sözünüzün yalan olduğunu bilirdiniz. Çünkü Kur’an’ın terkibi-üslubu –özelliği, bütün şiir çeşitlerinden farklıdır. Yine bu Kur’an, bir kahin sözü de değildir. Çünkü kahinlerin sözü, şeytanlar ve şeytanların inkarından kaynaklanır. Binaenaleyh bunun, şeytanların öğretmesiyle olması mümkün değil. Fakat sizler, Kur’an’ın nazmının nasıllığını ve şeytanları kınadığını hesaba katmıyorsunuz. Dolayısıyla da bunun kehanet nev’inden olduğunu söylüyorsunuz” demektedir.108

Şuara suresi’nin 224. ayetinde: “Şairler (e gelince), onlara da sapıklar uyar.”109

Hak ve gerçek peşinde değil, sade bir istek, arzu ve hevesleri peşinde giden, hep zevk ve eğlence arayan şaşkınlar ve azgınlar onların ardına düşerler. 110

“Şeytanların, kehaneti kahinlere; şiiri de şairlere ilham edip, vermeleri gibi; Kur’an’ı da Hz. Muhammed (s.a.v)’e getirdiğini söylemek niçin mümkün olmasın?” deyip, Cenab-ı Hak da, Hz. Muhammed (s.a.v.)’le kahinler arasındaki farkı ortaya koyunca, bu ayetlerde de, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile, şairler arasındaki farkı gösteren şeyleri bildirmiştir. Bu fark da, şairlere, genelde azıp-sapanların tabi olmuş olmalarıdır. 111

IV. AYETLERİN IŞIĞINDA ŞİİRİN HÜKMÜ

Yüce Allah’ın : “Şairlere de azgınlar uyar” buyruğu ile ilgili açıklamaları altı başlık halinde sunabiliriz.



IV.I. Şiirin Hükmü Mahiyetine Göredir

İbn Abbas dedi ki: burada kasdedilen kafirlerdir, onlara cin ve insanlar arasından sapık olanlar “uyar”. “Azgınlar (el-Gâvûn)”ın haktan uzaklaşmış olanlar anlamında olduğu söylenmiştir. Böylelikle şairlerin de aynı şekilde azgın kimseler olduklarını göstermektedir. Çünkü şairler azgın kimseler olmasalardı, kendilerine uyanlar da onlar gibi olmazlardı.112

Müslim’in rivayetine göre Amr b. Eş-Şerrid babasından şöyle dediğini nakletmiştir: Bir gün Rasulullah (s.a.v.)’ın terkisine binmiştim. “Umeyye b. Ebi’s-Salt’ın şiirlerinden bir şey biliyor musun?” diye sordu. Ben: Evet dedim, O: “Oku” dedi. Ben de ona bir beyit okudum. Bir daha: “Oku” dedi, yine ona bir beyit daha okudum, tekrar: “Oku” dedi ve bu ona yüz beyit okuyuncaya kadar böylece devam etti.113

Bu hadiste, eğer bir takım hikmetler şer’an ve tabiat itibarıyla güzel görülen bir takım manalar ihtiva ediyor ise, şiir ezberleyip, onlara itina gösterilebileceğine delil vardır. Peygamber (s.a.v.) Ümeyye şiirinden kendisine daha çok okunmasını istemiştir. Çünkü Ümeyye hakim birisi idi. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ümeyye b. Ebi’s-Salt az kalsın müslüman oluyordu.” 114

Yüce Allah’ı zikretmeyi, O’na hamd u senada bulunmayı ihtiva eden şiirlere gelince, bu şiirler de mendub şiirlerdir.

el-Abbas’ın şu beyitlerinde olduğu gibi Allah Rasulu’nden söz eden yahut onu öven şiirler de böyledir.

“Önceden sen tertemizdin gölgelerde de,

Sonra dünyaya indin, bir beşer değildin (henüz)

Ne bir çiğnemelik et, ne de bir kan pıhtısı,

Aksine gemiye binen bir nutfe idin, o vakit Nesrin( putunun) ve ona tapınanların,

Seller ağızlarını gemlemişti,

Bir alem geçip gitti mi, yeni bir nesil baş gösterirdi.”

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona: “Allah ağzına sağlık versin”diye buyurdu.115

Zeyd b. Eslem’in rivayet ettiği gibi peygambere salat ve selam ihtiva eden şiirler de böyledir: Ömer bir gece bekçilik yapmak üzere dışarıya çıkmıştı. Bir evde bir kandilin yanmakta olduğunu gördü. Bir yaşlı kadının yün atarken şunları söylediğini duydu:

“İyilerin salatı Muhammed’e olsun,

En iyiler, en hayırlılar ona salat eylesin.

Sen seher vakitlerinde çokça namaz kılan ve ağlayandın,

Ah keşke bilebilsem- ölümler çeşit çeşittir.

Acaba sevgilimle aynı yurtta bir arada olabilecek miyim?”

Bununla Peygamber (s.a.v.)’i kasdediyordu. Bunu duyan Ömer (r.a.) oturup, ağladı. Peygamber (s.a.v.)’ın ashabını anmak ve onları övmek de bu şekildedir. Muhammed b. Sabık’ın şu beyitleri ne kadar güzeldir:

“Hidayetin bayrağı olarak Ali’yi seçtim ben,

Aynı şekilde mağara arkadaşı Atik’i (Ebu Bekir’i) seçtiğim gibi,

Ben Ebu Hafs’tan (Ömer’den) ve onun taraftarlarından da razıyım,

O yaşlı (halife Osman)’ın evinde öldürülmesine ise razı değilim.

Bana göre bütün sahabiler uyulacak önderlerdir,

Bu sözümden dolayı acaba benim için bir ar olur mu?

Benim onları yalnız senin için sevdiğimi,

Biliyorsan eğer, Sen de beni cehennem ateşinden azad et.”

Ka’b b. Züheyr, Peygamber (s.a.v.)’e şu beyitler (ile başlayan meşhur kasidesi)ni okumuştur:

“Suad ayrıldı bugün, kalbim hastadır bu yüzden,

Bir köledir ardında azad edilemeyen ve zincirlere vurulmuş.

Yola koyulduklarında ayrılık sabahında Suad’ın,

Tatlı bir name vardı sesinde sürmeli bakışlarıyla da bakıyordu önüne,

Islak, parlak dişleri görülürdü ağzında gülümsediğinde,

Andırıyor tükrüğü ardı arkasına şarap içirilmiş, susamış bir ağzı.”

Ka’b bu kasidesinde harikulade istiare ve benzetmelerde bulunmuş, Peygamber (s.a.v.) bunları dinlemiş, Suad’ın ağzındaki tükrüğü şaraba benzetmesine de karşı çıkmamıştı. Hz. Ebu Bekir (r.a.)’de şu beyitleri söylemiştir:

“Sen bizi bırakıp gitmekle biz de vahyi yitirdik.

Artık Allah’ın kelamı bize elveda dedi.

Değerli kağıtların miras aldıkları,

Ve bize bıraktıkların dışında…

Sen bize bir doğruluk mirası bıraktın

Bundan ötürü selam ve salat sana.”

Rasulullah (s.a.v.) şiiri dinlediğine, Ebubekir (r.a.) şiir söylediğine göre artık bundan daha ileri derecede taklit edilecek ve uyulacak kimseler olabilir mi?

Ebu Ömer (b. Abdi’l Berr) dedi ki: İlim ehlinden ve akıl sahiplerinden hiçbir kimse, güzel olan şiire karşı çıkmaz. Ashabın büyüklerinden, ilim ehlinden ve kendisine uyulacak konumda olanlardan şiir söylememiş, yahut mübah kabilden olup da muhtevasında hayasızlık, düşüklük, müslüman’a da herhangi bir eziyet ihtiva etmeyen bir şiiri dinleyip de beğenmemiş hiçbir kimse yoktur. Şayet şiirde ahlaksızca ifadeler, kötü sözler ve müslüman’a eziyet eden ifadeler bulunursa, şiir ile nesir arasında hiçbir fark yoktur. Onun dinlenmesi de, söylenmesi de helal değildir.116

Ebu Hureyre rivayetle dedi ki: Ben Rasulullah (s.a.v.)’ı minber üzerinde iken şöyle buyururken dinledim: “ Arapların söylemiş olduğu en doğru- ya da en şairane- söz Lebid’in söylediği:

“Şunu bil ki: Allah’ın dışındaki her şey batıldır.”117 Bu hadisi Müslim rivayet etmiş ve ayrıca şunu eklemiştir : “Ümeyye b. Ebi’s-Salt da az kalsın müslüman olacaktı.”118

“İbn Sirin’in rivayet ettiğine göre o bir sefer bir şiir okumuş, meclisinde bulunanlardan birisi ona : Ey Ebu Bekir senin gibi birisi şiir mi okurmuş? deyince şu cevabı vermiş: Be hey adam, şiir diğer sözlerden kafiyeleri dışında herhangi bir farkı bulunan bir söz müdür? Onun güzeli güzel, çirkini de çirkindir. Dedi ki: Onlar şiirin müzakeresini dahi yapıyorlardı.

Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b.Mes’ud- Medine’deki on fakihten birisidir- ondan sonra Medine’nin yedi fukahasından birisidir. Oldukça üstün bir şair ve şiirde ileri seviyeye ulaşmış birisiydi. Kadı ez- Zübeyr Bekkar’ın da bir şiir kitabı vardır. Asme adında güzel de bir hanımı vardı. Bir gün bir işten dolayı ona kızdı ve onu boşadı. Onun hakkında söylediği pek çok şiirleri vardır. Bunlardan birisi de şöyledir :

“Onunla birlikte olduğum zamanları hatırladığımda neredeyse,

Uçacağım: eğer insan için uçmak mukadderse.”

İbn Şihab dedi ki: Ben ona bu kadar ibadet eden, bu kadar faziletli bir kimse olmana rağmen şiir söylüyorsun (öyle mi?) dedim. O şöyle dedi: Göğsünden (kalbinden) rahatsız olan bir kimse derin nefes alabildi mi iyileşir.”119

IV.II. Söylenmesi Uygun Görülmeyen Şiir

Dinlenmesi helal olmayan, söyleyeni de yerilen, zemmedilmiş şiire gelince, bu batıl sözlerin bulunduğu şiirdir. Öyle ki insanların en korkağını Antere’ye, en cimrilerini Hatim’e üstün gibi gösterirler. Suçsuz, günahsız kimseye iftira ederler. Takva sahibi kimsenin fasık olduğunu ileri sürerler. Kişinin yapmadığı şeyleri yapmış gibi söyleyecek kadar aşırı giderler. Bunu da can sıkıntısını gidermek ve sözleri güzelleştirmek için yaparlar.

Rivayete göre en-Numan b. Adi b. Nadla, Ömer b. el- Hattab (r.a)’ın tayin ettiği bir görevli idi. O şöyle demişti:

“Kim o güzel kadına şu haberi götürebilir ki; Onun kocasına

Meysan’da cam (kâselerle) ve testilerle (şarap) içiriliyor.

İstersem bir köyün dihkanlarını (sahiplerini,otoriteleri) bana şarkı söyler,

Ve bir rakkase her bir parmak ucu üzerinde yükselir.

Şayet sen bana içki sunan kimse isen, o büyük kase ile sun bana

Küçük ve ağzı pürüzlü olanla sunma sakın.

Belki Mü’minlerin Emiri’nin hoşuna gitmez.

Bizim o yıkık, eski köşkte içki sohbetimiz.”

Bu husus Hz. Ömer (r.a.)’e ulaşınca, yanına gelmek üzere ona haber gönderdi ve : Evet, Allah’a yemin ederim ki, bu benim hoşuma gitmez, dedi. Bu sefer en-Numan b.Adi: Ey Mü’minlerin Emiri, söylediklerimin hiçbirisini yapmış değilim. Sadece Fuzuli birtakım sözlerden ibaretti onlar, zaten yüce Allah’da : “Şairlere de azgınlar uyar, görmedin mi onlar her vadide serserice gezerler ve gerçekten onlar yapmadıkları şeyi söylerler” buyurmaktadır.

Bunun üzerine Ömer (r.a.) ona şöyle dedi: Evet, senin gösterdiğin bu mazeret sana uygulanacak haddin önünü almıştır. Fakat sen bu sözleri söyledikten sonra ebediyen benim emrimde çalışmayacaksın.

İşte yerilen şiirler ile bu şiirlerin şairlerinin hükmü budur. Böyle bir şiiri dinlemek mescid veya bir başka yerde okumak helal olmaz. Tıpkı çirkin nesir sözler ve benzerinde olduğu gibi.

İsmail b. Ayyaş, Abdullah b. Avn’dan, o Muhammed b. Sirin’den, o Ebu Hureyre’den rivayetle dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “ Güzel şiir, güzel söz gibidir. Çirkini de çirkin söz gibidir.” Bunu İsmail b. Abdullah eş- Şami rivayet etmiştir. Onun Şam ahalisinden yaptığı rivayetler Yahya b. Main ve başkalarının söylediklerine göre sahihtir.

Abdullah b. Amr b. el-Âs rivayetle dedi ki : Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şiir de söz ayarındadır. Onun güzeli güzel söz gibidir, çirkini de çirkin söz gibidir.”120



IV.III. Olumsuz Şiire Karşı Tavır

Müslim’in rivayetine göre Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Sizden herhangi birinizin içinin irinle dolması, şiir ile dolmasından daha hayırlıdır.”121

Yine Sahih’de Ebu Said el- Hudrî’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte yolda giderken şiir okuyan bir şair ile karşılaştık. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Şu şeytanı yakalayınız. Çünkü herhangi bir kimsenin içinin irin ile dolması, şiir ile dolmasından onun için daha hayırlıdır.”122

İlim adamlarımız der ki: Peygamber (s.a.v.)’in bu şaire böyle bir uygulama yapması, onun halini bilmesinden sonradır. Bu şairin şiiri kazanç elde etmek için bir yol edinmiş olduğunu ve kendisine mal verilecek olursa, övmekte aşırı gittiği, verilmeyecek olursa hiciv ve yergide ileri giderek, insanlara mallarında ve namuslarında eziyet verdiğini daha önceden öğrenmiş olabilir.

Böyle bir durumda olan bir şairin şiir sebebiyle elde ettiği her türlü kazancın haram olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Bu hususta söylediklerinin hepsi de onun için haramdır, ona kulak asmak helal olmaz. Aksine ona gereken şekilde tepki göstermek icap eder.

Bu hadisin yorumu ile ilgili olarak yapılmış en güzel açıklama şudur: Böyle bir hüküm şiirin etkisi altında kalan ve onun dışında herhangi bir bilgi sahibi olmaksızın hep onu öğrenip belleyen kimse hakkındadır. Bu kimse zikir namına hiçbir şey bilmez ve bu şiirlerle de hep batıla dalar gider, kendisi için öğünülmeyecek türden yollar izler. Boş sözler, gelişi güzel konuşmalar, gıybet ve çirkin sözleri çokça söyleyen gibi. Bu şekilde şiirin etkisi altında kalmış bir kimseden bu aşağılık ve yerilmiş vasıflar ondan ayrılmaz.

İşte Buhari’nin Sahih’inde bu hadisin başında açmış olduğu babta (başlıkta) zikrettiği ifadeler bu hususa işaret etmektedir. “İnsanın şiirin etkisi altında kalmasının mekruh oluşu (ile ilgili varid olmuş rivayetler.)”123


Yüklə 401,78 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin