VELA
Sözlük Anlamı:
Arap sözlüğünde veli ile mevla kelimeleri eş anlamlıdır. "Vela üzere gayret etti" demek "Yardım etmek üzere toplandı, birleşti" demektir. Vela kelimesi mastardır. Mevla ise, dostluk üzere velilik yapan kimsedir. Onun da müslüman olması gerekir.26
Ailah (c.c.) müminlerin velisidir, mevlasıdir. Yani sevgilisi, yardımcısı, destekleyicisi, dostudur.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır." 27
"Bu böyledir, çünkü Allah iman edenlerin mevlasidir. Kafirlerin ise mevlası yoktur." 28
Kadının velisi, kötülüğe uğradığı zaman ona mevlalık yapan baba, büyük kardeş vb. kimselerdir.
İbni Heysem dedi ki: "Velilik altı çeşittir. Amcaoğlu, amca, kardeş, baba, oğul ve bütün soy."
Şer'i Anlamı:
Yukarıda geçen bütün lügati manalar, miras gibi istisna eden bir nass olmadığı sürece bir başka müslüman hakkında sabit olan manalardır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Allah'ın Kitabına göre akraba olanlar birbirlerine (miras konusunda) müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar." 29
Rasulullah (s.a.v.) zamanında Medine'deyken miras konusundaki velayet onlar için başlangıçta sabitken daha sonra neshedilmiştir.
Müslümanların diğer müslüman kardeşlerine karşı velayetleri şu manaları kapsamına almaktadır: Sevgi, yardım, şefkat, merhamet, kefil olma, yardımlaşma ve her türlü eza ve şer çeşidini önleme. Bu sayılanların bazıları kimi zaman farz ve vacip, kimi zaman da müstehap ve mendupturlar.
Mü'mine vela göstermemek ise kimi zaman küfür, kimi zaman haram ve mekruh olabilir.
Bütün bunları Allah'ın (c.c.) yardımı ile, Allah'ın Kitabından ve Rasulü’nün Sünnetinden delillerle açıklamaya çalışacağız.
A- Müslümanlara Dostluk Göstermenin Vacip Oluşunun Delilleri:
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Muhakkak ki müminler kardeştirler." 30
Bu ayet hasr sigasi ile gelmiştir. Yani sadece müminlerin kardeş olduğunu bildirmektedir. Burada kardeşlik imana bağlanmıştır. İman bittiği zaman kardeşlik de biter.
Allah (cc) şöyle buyuruyor.
"Muhakkak ki iman eden, hicret eden, mallarıyla ve canlarıyla cihat eden, onları barındıran ve onlara yardım eden kimseler birbirlerinin dostudurlar." 31
Burada birbirleriyle dost olan kişilerin özellikleri vurgulanmıştır ki, bunlar Muhacir ve Ensar'dır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"İman edenler ve bundan sonra da hicret edenler ve sizinle birlikte cihat edenler... İşte onlar sizdendirler." 32
"Onlardan sonra gelen kimseler derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla. İman eden kimselere karşı bizim kalplerimizde hiçbir kin bırakma. Rabbimiz, sen Rauf ve Rahimsin." 33
Allah (c.c.) müslümanları, kendilerinden önce yaşamış olan mü'min kardeşlerine hayır ile dua etmeleri ve Allah'tan (c.c.) onlara karşı kalplerinde hiçbir kin bırakmamasını istemeleri ile vasıflandırmıştır. Bunun için İmam Şafii (r.h.) fe'y taksiminde Rafizilerin haklarının olmadığına kanaat. getirmiştir. Çünkü onlar Rasulullah'ın (s.a.v.) ashabına sövmekte, sahabelere ve iman eden kimselere karşı kalplerinde kin ve nefret taşımaktadırlar.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. Onlar marufu emreder ve münkerden nehyederler. Namazlarını dosdoğru ikame eder ve zekatlarını verirler. Allah'a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte onlar Allah'ın rahmet ve merhamet edeceği kimselerdir. Muhakkak ki Allah Aziz'dir, Hakim'dir." 34
Bu ayet, mümin erkeklerle mümin kadınların birbirleri arasındaki velayeti ifade etmekte ve onları marufu emredip münkerden nehyetmekle vasıflandırmaktadır.
Sünnette de ayette geçen manaları destekleyen delillere rastlamak mümkündür.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Müslüman müslümanın kardeşidir." 35
"Mümin bir başka mümin için binalar gibidir. Bazısı bazısını güçlendirir." 36
"Müminlerin sevgi merhamet ve şefkat konusundaki misali, bir cesedin misali gibidir. Ondan bir uzuv şikayetçi olduğunda cesedin diğer uzuvları da şikayetçi olurlar." 37
"Müslümanlar, bir gözünden şikayetçi olduğunda bütün bir bedenin şikayetçi olduğu, başından şikayetçi olduğunda bütün bedeninin şikayetçi olduğu bir adamın misali gibidirler." 38
Müslümanların Birbirleri Üzerindeki Hakları: 1- Sevgi:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Sizden hiç biriniz, kendi nefsi için istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olamaz." 39
Sevginin en aşağı derecesi, bir müslümanın dünya ve ahiret hayrından kendi nefsi için istediği şeyi mümin kardeşi için de istemesidir. Ancak kendi nefsi için istediği şeyin, mümin kardeşinin de hoşuna giden bir şey olmasına dikkat edilmelidir. Çünkü birinin hoşlandığı bir şeyden bir başkası hoşlanmayabilir.
Bir müslümanın diğer bir müslümanı ancak Allah (c.c.) rızası için sevmesi gerekir. Fakat zamanımızda birbirlerini kavmiyetçilik, menfaat ve nefsi sebepler olmadan sevenlere rastlamak pek mümkün değildir. Halbuki müslümanın müslümanı sevmesi velanın gereklerinden ve ahireti kazandıracak hayır kapılarının büyüklerindendir. Dünyada imanın gerçek tadına varmak da bununla mümkündür.
Rasulullah (s.a.v.), Allah'ın (c.c.) gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı Kıyamet Günü gölgelendirilecek olan kimselerden bahsederken, bu kimseleri de zikrederek şöyle buyurmuştur:
"İki adam ki, Allah için sevişirler, O'nun için bir araya gelir ve O'nun için ayrılırlar." 40
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Şu üç şey kimde bulunursa imanın gerçek tadını tatmış olur: Allah ve Rasulü’nü her şeyden daha fazla sevmek. Bir kimseyi ancak Allah için sevmek. Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi korkunç bulmak." 41
Bazı kimseler sevginin kalple ilgili olduğunu, kişinin, ona hükmetmeye güç yetiremeyeceğinden dolayı bir müslümanı sevmeye zorlanamayacağını zannetmektedirler.
Muhakkak ki bu hatalı bir düşüncedir. Çünkü kalp akideye ve imana tabidir. Kim Allah'a iman ederse O'nu ve O'nun sevdiğini sever. Müslümanın Allah'ı (c.c.) sevmesi ve O'na itaat etmesi farzdır. Bunun İçin Allah (c.c.) ve O'nun dini için müslümanları sevmesi gerekir. Müslümanlardan bazılarını sevip bazılarını sevmeden imanın aslını düşünmek mümkün değildir. Tıpkı Rasulullah'ın (s.a.v.) buyurduğu gibi:
"İman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman edemezsiniz. Öncelikle size yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yayınız." 42
Hadiste müslümanların birbirlerini sevmedikleri sürece iman etmiş olamayacakları bildirilmiştir. Rasulullah (s.a.v.) müslümanlar arasında sevgi bağlarının oluşabilmesi için, onlara aralarında selamı yaygınlaştırmalarını tavsiye etmiştir. Çünkü bu, müslümanın bir başka müslüman kardeşi için yapabileceği ve imkanı dahilinde olan şeylerin bilinenlerindendir. Ayrıca hiçbir külfet getirmez. Güzel kelimelerin hepsinden daha güzel, dua ve istek bakımından daha kapsamlıdır. Selam veren kimse kendisine selam verilen kimse için Allah'tan (c.c.) selamet, her türlü serden afiyet ye rahmet istemiştir.
Selamın, müslümanın bir başka müslüman kardeşi için dua, temenni ve buna benzer manalar içerdiğinden, kalbi yumuşattığından ve muhabbeti harekete geçirdiğinden şüphe etmek mümkün değildir.
Vela konusunun şer'i esaslarından olan bu hayrı uygulama konusunda bugün müslümanlar hangi seviyedeler acaba?
2- Karşılıklı Haklar:
Müslümanların birbirlerine karşı olan haklan Rasulullah'ın (s.a.v.) şu hadisinde toplu olarak zikredilmiştir:
"Müslümanın bir başka müslüman kardeşi üzerindeki hakkı beştir: Selamını almak, aksırdığında teşmit etmek, cenazesine katılmak, hastalandığında ziyaret etmek, davet ettiğinde de davetine icabet etmek." 43
Aksıran kimseyi teşmit etmenin manası; Aksıran kimsenin aksırdıktan sonra "Elhamdülillah" dediğini işiten kimsenin, ona "Yerhamukellah" demesi, kendisine böyle söylenen kimsenin de " Yehdikumullahu ve yuslihu balekum" diye dua etmesidir.
Davete icabetten maksat, yemek davetidir. Bir müslümanın, davet esnasında huzur bulamayacağı ve kerih gördüğü bir şey söz konusu olmadığı takdirde davete icabet etmesi sünnettir.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Davete icabet etmeyen kimse, muhakkak ki Kasım'ın babasına (Rasulullah) asi olmuştur." 44
"Paça çorbasına davet edilmiş olsan bile, mutlaka davete icabet et." 45
Yukarıda bahsi geçen beş sınıf hak, bir müslümanın diğer müslüman kardeşi üzerindeki haklarındandır.
3- Yardımlaşma:
Müslüman bir kimse, mümin kardeşlerinin saflarında yer almalı, onlarla birlikte düşmanlarına karşı tek bir el gibi olmalı ve Allah (c.c.) rızası için cihat etmelidir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Size ne oluyor da adamlardan, kadınlardan ve çocuklardan 'Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar. Bize katından bir veli gönder. Bizim için katından bir yardımcı kıl!' diye dua eden mustazaflar uğrunda Allah yolunda savaşmıyorsunuz?" 46
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Kardeşine zalim de olsa, mazlum da olsa yardım et!" 47
Rasulullah'ın (s.a.v.) zalim olan kardeşe yardım etmeyi emretmekle kastettiği, onu işlediği zulümden geri çevirmektir. Mazlum olan kardeşe yapılacak yardım ise onun üzerinden zulmü kaldırmak ve ona zulmedenin zulmüne engel olmaktır.
Bu manaya delalet eden bir başka hadis de şöyledir. Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki:
"Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu yalnız bırakmaz." 48
"Yalnız bırakmaz" sözünün manası; onu düşmanları ile baş başa bırakmaz demektir. Müslüman, kardeşinin düşmanları ile kardeşi arasında durarak ona destek olur. Mustazaf müslüman kardeşlerine yardım etmek, onları zulümlerden ve dinlerinde içine düştükleri fitnelerden kurtarmak müslümanlar üzerine vaciptir. Müslümanlara yardım etme konusunda gelen hüküm ve kaideler pek çoktur. Ancak mustazaf olan müslümanlardan, yardım etme vucubiyeti kalkar. Buna Rasulullah'ın (s.a.v.) işkence görmekte olan Yasir ailesinin yanından geçerken hiçbir şeye malik olamadığı için onlara söylediği şu sözü örnek olarak verebiliriz. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu:
"Sabredin, ey Yasir ailesi! Muhakkak ki size vaad edilen yer Cennettir." 49
Mekke'deyken Rasulullah'ın (s.a.v.) mustazaf müslümanların uğradığı zulüm ve kötülüklerden hiçbir şeyi kaldırıp def etmeye gücü yetmiyordu. Ancak Allah (c.c.) daha sonra onları Ensar'ın kılıçları ile izzetlendirdi de Mekke'de yaşayan mustazaf müslümanlar için yardım eli uzatmaya güç yetirildi.
Medine'de İslam devleti kurulduktan sonra Medine'ye kaçacak kimselere yardım edecek kimseler gönderildi. Daha sonra Allah Subbanehu ve Teala küfür diyarında bulunan mustazaf müminlere yardim etmeyi yasakladı.
Yardım etme ile ilgili hüküm güç yetirebilme durumu ile sınırlandırılmıştır. Müslümanlar kafirlerden bir kavim ile anlaşma yapmışlarsa onlara hıyanet etmeleri asla caiz değildir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Eğer onlar din hususunda sizden yardim isterlerse, size yardım etmek düşer. Ancak sizinle aranızda anlaşma bulunan bir kavme karşı değil. Allah yaptıklarınızı görendik."50
Özel Haklar
1- Rasulullah'ın (s.a.v.) Hakları:
Rasulullah (s.a.v.), bu ümmeti doğru yola sevk edici bir önder ve rasuldür. Tebliğine tabi olunacak tek kişi odur. Bütün müslümanların onu kendi nefislerinden, mallarından, ana babalarından ve çocuklarından daha fazla sevmeleri Rasulullah'ın (s.a.v.) onlar üzerindeki hakkıdır. Allah Subhanehu ve Teala, kendisinden sonra Rasulullah'a (s.a.v.) itaat edilmesini farz kılmıştır. Bu gerçek bir çok ayet ve hadiste bildirilmiştir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Muhakkak ki biz seni Allah'a ve Rasulü'ne inanasınız, onu destekleyesiniz, onu yüce bilesiniz ve sabah akşam onu teşbih edesiniz diye şahit, müjdeci ve uyarıcı (korkutucu) olarak gönderdik. " 51
Allah-u Teala bu ayette kendi hakkı ile Rasulü’nün hakkını bir arada zikretmiştir. Rasulün hakkı, ona iman etmek, değer vermek ve onu desteklemektir. Allah Subhanehu ve Teala'nın hakkı da sabah akşam yüce zatını teşbih etmektir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor;
"Muhakkak ki Allah, Allah'a ve Rasulü’ne eza edenlere dünyada ve ahirette lanet etmiştir. Onlar için çok acı ve mühim bir azap hazırlamıştır." 52
Rasul’e eza etmek Allah'a (c.c.) eza etmek gibi olduğu İçin Allah Subhanehu ve Teala kendi nefsine eza ile Rasulü'ne ezayı ayette bir arada zikretmiştir.
Allah (c.c), hiçbir kasıt ve ard niyet olmasa bile Rasulullah’a (s.a.v.) karşı yapılan edepsiz bir tavrı amellerin mahvolmasına sebep kılmıştır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Kendi seslerinizi Nebi'nin sesinin üzerine yükseltmeyin. Kiminizin kiminize karşı bağırarak konuştuğu gibi onun huzurunda iken seslerinizi yükseltmeyin. Yoksa siz hiç farkında olmadan amelleriniz boşa gider." 53
Ayette geçen "Siz hiç farkında olmadan" sözü, hiçbir ard niyeti olmasa bile, Rasulullah’a (s.a.v.) eziyet eden kişinin amellerinin boşa çıkacağına, o kişinin amellerinin karşılığını göremeyeceğine delalet etmektedir. Rasulün (s.â.v.) kişiliğine ve şahsiyetine karşı bir ard niyeti ve kötü edebi olan kimsenin kafir olduğunda ise asla şüphe yoktur. Böyle bir kimse, Ahzab Suresi'nde de bildirildiği gibi mel'undur.
Buna rağmen, Rasule karşı ithamda bulunan, ona kötü söz söyleyen, onun Sünnetinden yüz çeviren ve bıraktığı hediye ile alay eden bir kimse nasıl hala kendisinin müslüman olduğunu zannedebilir? Böyle bir düşünce boş bir iddiadan başka bir şey değildir.
2- Rabbanilerin ve Alimlerin Hakları:
Allah Subhanehu ve Teala bu kimseleri insanlara dinlerini öğretmeye ve hidayete vesile kılmıştır. Rasulullah'ın (s.a.v.) şu hadislerinde buyurdukları üzere onlara teşekkür etmek vaciptir:
"İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a şükürde bulunmaz." 54
Allah (c.c.) kendisinin, Rasulü'nün ve müminlerin velayetini aynı ayette bir arada zikretmiştir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Muhakkak ki sizin veliniz Allah, O'nun Rasulü ve namazı ikame eden, zekatı veren ve rüku ederek boyun eğen müminlerdir." 55
Yani onlar Allah Subhanehu ve Teala'nın Kur'an'da şu ayette kendilerini vasfettiği kimselerdir:
"Muhammed Allah'ın Rasulüdür. Onun beraberinde bulunan kimseler kafirlere karşı oldukça şiddetli davranırlar ve kendi aralarında oldukça merhametli ve şefkatlidirler. Sen onları rüku ederlerken ve secde ederlerken görürsün..." 56
Onlar namazlarını dosdoğru kılmakla, zekatlarını vermekle ve devamlı rüku etmekle vasıflandırılmışlardır. Bunlar kendilerine mutlaka dostluk gösterilmesi gereken kimselerdir.
3- Ana Baba ve Yakınların Hakları:
Ana ve baba arasında hak bakımından saygı duyulmaya öncelikle ana daha layıktır.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Adamın biri Nebi'ye (s.a.v.) şöyle sordu:
"Ya Rasulallah! İnsanlar arasında en iyi davranmama en fazla layık olan kimdir?" Buyurdu ki:
"Annendir."
"Sonra kimdir? Ey Allah'ın Rasulü." diye sordu.
"Annendir." dedi.
"Sonra kimdir? Ey Allah'ın Rasulü." dedi.
"Annendir." cevabını verdi.
"Sonra kimdir?" diye sorunca:
"Babandır." 57 buyurdu.
Ana baba kafir bile olsalar, çocuklarını küfre ve şirke çağırmadıkları müddetçe onlara iyilik etmek gerekir. Küfür ve şirk konusunda ise mahluka itaat yoktur. İyilikten maksat ise; iyilikle sohbet etmek, malla iyilikte bulunmak, onlara hizmet etmek demektir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi ve ana babaya da iyilik yapmanızı emretti. Onlardan biri yada her ikisi senin yanında ihtiyarlık yaşına ulaşırlarsa, onlara bile deme, onlara kötü söz söyleme ve onlarla kerim sözler ile konuş. Şefkat, merhamet ve tevazu kanatlarını onların üzerine indir. Ve de ki: "Rabbim onlar bana küçükken nasıl merhamet etmişlerse Sen de onlara öyle acı." 58
"Biz insana ana ve babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Annesi onu zorluk üzere zorlukla taşıdı, ve sütten kesilmesi iki yıl sürdü. O halde bana ve ana babana şükret. Dönüşünüz banadır.
Eğer onlar, hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için sana baskı yaparlarsa, sen onlara o taktirde itaat etme. Onlarla dünyada iyi bir şekilde geçin ve bana yönelen kimselerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz bana olacaktır. Ve ben yaptıklarınızı size haber vereceğim." 59
Ana baba hakkından sonra yakın akrabaların hakları gelir. Yakın akrabalar arasında ise, erkek kardeşler, kız kardeşler, oğullar, oğulların oğullan, erkek kardeşlerin oğulları ve kız kardeşlerin oğulları gibi, akrabalık ve derece yönünden daha yakın olanlar daha fazla hak sahibidirler. Hakeza bunlar senden ayrılıncaya kadar onlarla ilişkileri sürdürmek mutlaka gereklidir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Demek siz iş başına gelip, savaştan geri kalacak olsanız ülkede fesat çıkarıp akrabalık bağlarını koparacaksınız. İşte bunlar Allah'ın kendilerine lanet edip kulaklarını sağır, gözlerini de kör ettiği kimselerdir." 60
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Akrabalık bağlarını koparan kimse asla Cennete giremez." 61
Rasulullah (s.a.v.), bir hadisi kutside Allah-u Teala'nın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Ben Rahman'ım ve rahim'i (akrabalık bağlarını) yarattım ve ona ismimden bir isim koydum. Ona riayet edene o da riayet eder. Ona tutunana o da tutunur." 62
Harbi olmadıkları (İslama savaş açmadıkları) müddetçe, kafir bile olsalar akrabalık bağlarına ve haklarına riayet etmek, onlara iyilikte bulunmak yukarıda da geçtiği gibi vaciptir. Bu konu Bera bahsinde inşallah açıklanacaktır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onların hidayeti senin elinde değildir. Lakin Allah dilediğine hidayet eder. Hayırdan ne infak ederseniz mutlaka o sizin kendi nefsiniz içindir. Neyi infak ederseniz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için olmalıdır. Hayırdan her ne infak ederseniz size onun karşılığı ödenecektir ve siz zulme uğrayanlardan da olmayacaksınız." 63 Bu ayet Ensar'dan bazı müslümanlar hakkında inmişti. Onların kafir akrabaları vardı. İslama girmeleri için onlara iyilik yapıyorlardı. Müslüman olmadıkları için onlardan nafakayı kesmek istediler. Allah-u Teala da onlara bu ayeti indirdi.
Bütün bu açık ve muhkem nasslardan sonra, bazı müslümanların İslam'ın gereği imiş gibi akrabalık bağlarını keserek, insanları günaha ve masiyete davet ettiklerini görmek üzücü bir durumdur.
4- Komşu, Arkadaş, Ortak ve Misafirlerin Hakları:
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Allah'a kulluk edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabalara, yetim ve öksüzlere, çaresizlere, yakın komşuya ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmış kimselere ve size bağımlı olanlara iyi ve güzel davranın. Allah kasılıp böbürlenen şımarık kimseleri asla sevmez. " 64
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Bana Cibril (a.s.) geldi. Komşu hakkında öylesine tavsiyelerde bulundu ki, neredeyse komşu komşuya varis olacak zannettim." 65
"Allah'a ve Ahiret Gününe iman eden bir kimse misafirine ikram etsin. Allah'a ve Ahiret Gününe iman eden bir kimse komşusuna eziyet etmesin." 66
Yine Rasulullah (s.a.v.) bir defasında şöyle buyurdu:
"Allah'a yemin ederim ki iman etmiş olamaz. Allah'a yemin ederim ki iman etmiş olamaz. Allah'a yemin ederim ki iman etmiş olamaz."
"Kim, ey Allah'ın Rasulü?" diye sorulduğunda:
"Komşusu kendi kötülüğünden emin olmayan kimse." diye buyurdu. 67
5- Fakir, Yolda Kalmış ve Dilencilerin Hakları:
Allah (c.c.) müslümanlara bu kimseler hakkında tavsiyede bulunmuş, onlar için zekattan ve müslümanların mallarının genelinden pay ayırmıştır. Onların müslümanların malında zekat dışında da haklan vardır.
Velayeti Bozan Şeyler
1- Müslümanı tekfir etmek.
Müslüman bir kimse, başka bir müslümana müslüman olduğunu bildiği halde "kafir" derse kendisi kafir olur.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kim kardeşine "Ey kafir!" derse, bu söz o ikisinden birine döner." 68
Eğer kendisine bu sözün söylendiği kimse gerçekten kafir ise, bu vasıf yerini bulmuş olur. Yok eğer böyle değilse bu söz, Rasulullah'ın (s.a.v.) aşağıdaki hadiste de buyurduğu gibi ancak söyleyene geri döner.
"Kim kardeşine 'Ey Kafir!' derse ve o kimse de bu kişinin söylediği gibi değilse, bu söz ancak bunu söyleyen kimsenin kendisine döner." 69
2- Müslümanın ırzını, malını ve kanını helal kılmak: Müslüman olan bir kimsenin ırzı, malı ve canı haramdır. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Muhakkak ki kanlarınız, namuslarınız ve mallarınız birbirinize haramdır. Bu günün haram bir gün, bu beldenin haram bir belde, bu ayın haram bir ay oluşu gibi." 70
Müslüman bir kimsenin kanının, ırzının ve malının haramlılığına gösterilmesi gereken hürmet, Allah (c.c.) katında zinanın, şarabın ve faizinkinden daha büyük ve daha önemlidir.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Riba yetmiş bir bölümden müteşekkildir. Bu ribanın en basit olanının Allah katındaki günahı, bir adamın annesi ile nikahlanması gibidir. Ve ribaların en kötüsü, bir müslümanın ırzını kişinin kendisine helal kılmasıdır." 71
Muhakkak ki Allah Azze ve Celle, ribanın helal olduğuna itikat eden bir kimsenin küfrüne ve ebedi olarak ateşte kalacağına hükmetmiştir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Muhakkak ki riba yiyen kimseler kabirlerinden ancak şeytanın kendisini çarptığı kimsenin kalkışı gibi kalkarlar. İşte bu onların 'Muhakkak ki ticaret de riba gibidir' demelerinden dolayıdır. Oysa Allah ticareti helal, ribayi ise haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de riba ile uğraşmaktan geri durursa artık o kimsenin geçmişi kendisine aittir. Onun işi ise Allah'a aittir. Kim de faizciliğe geri dönerse, işte onlar Cehennem ashabıdırlar ve orada ebedi kalacaklardır." 72
"İşte onlar Cehennem ashabıdırlar ve orada ebedi olarak kalacaklardır." ayeti, onların kafir olduklarına ve yaptıklarının da küfür olduğuna delildir.
"Muhakkak ki ticaret hayatı, alım satım da aynı riba gibidir." sözü de onların ribayı helal gördüklerinin delilidir. Yani onlar riba ile ticaret arasında hiçbir fark görmemektedirler.
Günahları helal gören kimsenin kafir olduğu dinen bilinmesi mutlaka zaruri olan bir konudur. Müslümanın kanını, ırzını, malını helal gören kimse de bu sebepten kafir olur.
3- Kafirlere dostluk göstermek ve müslümanlar aleyhinde onlara yardım etmek:
Kafirlere velayet gösteren ve müslümanlar aleyhinde onlara yardım eden kimse dinden çıkar.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden her kim onlara vela (dostluk) gösterirse, muhakkak ki o da onlardandır. Muhakkak ki Allah zalim bir kavme hidayet etmez." 73
Allah-u Teala'nın "muhakkak ki o da onlardandır" sözü, kafirleri dost edinen kimselerin bu amelleri sebebiyle imandan çıkıp küfre girdiklerine açık bir şekilde delalet etmektedir. Bu oldukça sarih bir nastır. Böyle bir kimse yaptığı bu fiili helal kabul etmese bile, sadece fiili sebebiyle İslam milletinden çıkar.
Velayı Bozmayan Şeyler:
Yukarıda açıklananlardan başka, İslam kardeşliğini zedeleyip, müslümanlar arasında düşmanlığa sebebiyet vermekle birlikte, sahibini İslam dairesinden çıkarmayan bir takım ameller vardır. Bunlar oldukça fazladır. Ancak biz burada bazılarına değinmekle yetineceğiz.
1- Zulüm: Müslümana zulmetmek, hangi çeşidi ile olursa olsun asla caiz değildir.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
"Ey kullarım! Muhakkak ki ben zulmü kendi nefsime haram kıldım. Onu sizin kendi aranızda da haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyin." 74
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu düşmanlarına karşı yalnız bırakmaz." 75
"Kim bir müslümanın hakkını eliyle keserse Allah ona ateşi vacip kılar." Dediler ki:
"Ey Allah'ın Rasulü! Ya basit bir şey olursa?..." Buyurdu ki:
"Velev ki Erak ağacından bir parça olsun... Bu sebeple Allah onu bağışlamayacaktır." 76
2- Sövmek, gıybet etmek, koğuculuk yapmak:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Müslümana sövmek fısk, onunla savaşmak küfürdür." 77
"Müslümana lanet etmek onu öldürmek gibidir." 78
"Laf taşıyan kimse Cennete giremez." 79
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Kendi nefislerinizi ayıplamayın. Kendi aranızda birbirinize kötü lakaplar takmayın. İman isminden sonra fasıklıkla isimlendirilmek ne kötüdür. Kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir." 80
"Namuslu kadınlara iftira edip de, sonra dört şahit getiremeyen kimselere seksen sopa vurun ve onların yaptıkları şahitlikleri ebediyen kabul etmeyin. İşte onlar fasıklardir." 81
"Bazınız bazınızı gıybet etmesin. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Tiksindiniz (değil mi?)... Allah'tan korkun, muhakkak ki Allah tevbeleri kabul eder." 82
Bir müslümanın başka bir müslümana sövmesi, ona kötü söz söylemesi, onu ayıplaması, onun gıybetim yapması caiz değildir. Fakat zulme uğrayan kişinin durumu farklıdır. Böyle bir kimsenin zalimin zulmünü aşırı gitmeden insanlara söylemesi caizdir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Allah kötü sözün söylenmesini asla sevmez. Ancak zulme uğrayan kişi bundan müstesna." 83
"Aşırı gitmeyin. Muhakkak ki Allah aşırı gidenleri sevmez." 84
"Kim de zulme uğradıktan sonra intikamını alırsa, işte onlar aleyhine bir yol yoktur. Ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksızlık yapmaya yeltenenler aleyhine yol vardır. İşte onlar için acıklı bir azap vardır." 85
Affetmek ve bağışlamak ecir bakımından daha büyüktür.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Kim sabreder ve bağışlarsa işte bu azmedilmeye değer işlerdendir." 86
3-Müslümanın talip olduğu mala talip olmak, müslümanın istediği bir kıza talip olmak ve bir müslümanı aldatmak.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Hiç kimse kardeşinin talip olduğu bir kıza -o vazgeçmediği müddetçe- talip olmasın." 87
"Bizi aldatan bizden değildir." 88
4- Ayrılık:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Hiçbir kimse üzerine, üç gün ve üç geceden başka kardeşi ile küs durması helal değildir. O ikisi karşılaşırlar, biri ondan, diğeri de ötekisinden yüz çevirir. O iki kimsenin en hayırlısı selama önce başlayandır." 89
Vela Gösterilmemesi Gereken Kimseler 1- Münafıklar:
Münafıklar içlerinde gizledikleri küfürleri, müslümanlara karşı kalplerindeki kin, haset ve düşmanlıkları sebebiyle müslümanlardan değildirler. Onların bütün gayretleri, müslümanların hezimete uğraması, güç ve heybetlerinin kaybolması içindir. Müslümanlarla alay eder, onlara karşı amansız bir düşmanlık içinde bulunurlar.
Onlar vaadlerinde durmazlar. Müslümanlarla olan ahiterini bozar, onlara ihanet ederler. Müslümanları aldatır ve onlara karşı yalan söylerler. Müslümanlara Allah'tan (c.c.) bir rahmet ve bereket isabet ettiğinde haset ederler, kalpleri daralır. Bir şer ve çirkin bir şey isabet ettiğindeyse rahatlar, huzur duyar ve sevinirler.
Kur'an, münafıkların hallerini anlatan, onları vasfeden ayetlerle doludur. Tevbe Suresinde, Haşr ve Ahzab surelerinde ve Bakara Suresinin başında onların çirkinlikleri ve kötü halleri anlatılmaktadır. Bu sureleri gereği gibi inceleyenler nifakın hakikatine muttali olurlar. Onlar zahiri islami amelleri üzerlerinde bulundururlar. Lakin kalpleri Allah (c.c.) düşmanlığı ve müslümanların vahdetini bozma gayreti ile doludur. Onlar sürekli müslümanların sırlarını Allah (c.c.) düşmanlarına yetiştirmek için çabalarlar. Münafıklar dini bildikleri ve lisanları da fasih olduğu müddetçe müslümanlar için Allah (c.c.) düşmanı kafirlerden daha tehlikelidirler.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetim için en çok korktuğum, konuşkan münafıktır." 90
Onlar bütün güçlerini, kelimeleri kaydırıp tahrif etmekte ve müslümanların safları arasında fitne çıkarmakta kullanırlar. Müslümanlar arasında onların seslerine kulak vererek onlardan etkilenenler bulunabilir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sizin içinizde onları dinleyenler vardır. "91
Allah (c.c.) onların sözlerinin tatlılığını şu ayetinde anlatır:
"Eğer onlar bir şey konuşsalar, sen onların sözlerine kulak verirsin." 92
Münafıklar, nefislerinin yalanla dolu olması sebebiyle son derece tehlikelidirler ve müslümanlara zarar verirler. İmana ve iman ehline karşı çok galiz davranırlar. Hiç kimse onların bu hallerini keşfetmeye güç yetiremez.
Allah (c.c) şöyle buyurur:
"Onlar Medine ehlinden nifakı adet haline getirmiş kimselerdir. Onları siz bilmezsiniz, biz biliriz." 93 Sözlerindeki incelik, konuşmalarındaki tatlılık ve yeminleriyle kalplerinde olana Allah'ı (c.c.) şahit tutarak nifaklarını yayarlar.
Münafıklar, İslam toplumu için çok büyük serdirler. Onlardan kurtuluş olmadığından, müminlerin onlardan sakınmaktan başka çareleri yoktur. Allah (c.c), onların nefislerinde olan kini ve aldatmacalarını müminlere haber vererek onları aydınlatmıştır.
Müslümanlar, insanların kalplerini yarıp içlerinde olanı bilmekle yükümlü olmadıklarından onlara, İslama ilişkin sergiledikleri davranışlara göre muamele ederler.
Rasulullah (s.a.v.) onların alametlerinden bazılarını bize haber vermiştir. Ancak yine de biz münafıkların bu özelliklerini bir kimsede gördüğümüz zaman, onun münafık olduğunu anlamaya güç yetiremeyebiliriz. Çünkü bu alametlerin bazıları müslümanlarda da görülebilir.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, sözünde durmaz, emanete de hıyanet eder." 94
"Dört haslet kimde varsa o kimse halis münafıktır. Kim de de bu hasletlerden sadece bir tanesi varsa, ta ki o hasleti bırakana kadar, onda münafıklıktan bir bölüm vardır: Konuştuğu zaman yalan söyler, sözünde durmaz, emanete hıyanet eder, düşmanlık yaptığı zaman aşırı gider." 95
Bu ameller cehaletleri sebebiyle bazı müslümanlar arasında ortaya çıktığında, bütün müslümanların nefislerini bu nifaktan sakındırmaya çalışmaları gerekir. Rasulullah'ın (s.a.v.) ashabı, nefislerinin nifak üzere olabileceği endişesiyle münafık olmaktan korkarlardı.
Ömer bin Hattab fr.a.) bu endişeyle Huzeyfe'ye (r.a.): "Rasulullah (s.a.v.) sana münafıkları haber verdi. Rasulullah'ın münafıklardan olarak isimlendirdikleri kimlerdir?" diye sordu. Huzeyfe (r.a) ona, onları kendisine söyleyemeyeceğini, ancak kendisinin (Ömer'in) onlardan birisi olmadığını söyledi.
Bütün müslümanların aşağıdaki davranışlardan hassasiyetle kaçınmaları gerekir:
"Vaadinden dönmek, yalan söylemek, emanete hıyanet etmek, müslümanlara düşmanlık etmek ve kavga anında haktan ayrılmak."
Eğer bunlardan kaçınılmazca, kişinin üzerinde münafıklık alametlerinden izler bulunur. Allah (c.c.) da kişinin kalbini tutar ve onu imandan kaydırır.
Allah’ım! Bize hidayet ettikten sonra kalplerimizi kaydırma. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'ım! Bize rahmet et ve iman edenlere karşı kalplerimizde hiçbir kin ve düşmanlık bırakma. Rabbimiz, sen Rauf ve Rahimsin.
2- Dinden Çıkan Hariciler
Vela göstermenin yasak olduğu ikinci sınıfı dinden çıkan Hariciler teşkil eder. Onlara Harici ismi, işledikleri günahlar yüzünden müslümanların kanlarını, ırzlarını ve mallarını helal görmeleri sebebiyle verilmiştir. Onlar İslamın ahkamını bilmediklerinden müslümanların cemaatine kılıç çekmişlerdir. Onlar bir müslüman da herhangi bir münker ve zulüm gördüklerinde ona, İslamın düşmanlarına uygulanması gereken hükümleri uyguluyorlardı. Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri genel imama masiyet sebebiyle karşı çıkılmasına fetva veriyorlardı. Kendi görüşlerine aykırı bir durum gördüklerinde müslümanlar üzerine kılıç çekilmesi ve onlarla kıtal yapılması gerektiğine inanıyorlar bu sebeple de müslümanlara vela gösterilmesinin caiz olmadığını savunuyorlardı. Onlar dini meseleler konusunda oldukça gayretliydiler, ancak hamaset ve şiddetlerini yerli yerinde kullanmıyorlardı. Bu nedenlerle okun yaydan çıktığı gibi dinden çıktılar.
Rasulullah (s.a.v.) onları dinden çıkmalarından önce şöyle vasfetmişti:
"Kur'an okurlar, lakin boğazlarından aşağıya inmez." 96
"Onlar, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar." 97
"Bir müslüman onların namazının yanında kendi namazını küçümser, orucunu da onların orucunun yanında küçümser." 98
Bu onların ibadetlerinin ve zühdlerinin çokluğundandır.
Haricilerin söz ve fikirleri ilk olarak Rasulullah (s.a.v.) zamanında, Havazin ganimetleri dağıtılırken ortaya çıktı. Rasulullah (s.a.v.) müslümanlardan birisine yüz deve verdi. Önceki muhacir ve ensara ise bir şey vermedi. Bunu gören cahil ve müteşeddid bir adam, Rasulullah'ın (s.a.v.) ganimet konusunda aşiretini ve yakınlarını kayırdığını ve Kureyş'e yağcılık yaptığını zannederek çıktı ve şöyle dedi:
"Adil ol ya Muhammedi Vallahi bu bir kısmettir, Allah'ın rızası için ondan istiyorum."
Bu cahil adam Rasulullah'a "Adil ol" diyordu. Eğer Rasulullah (s.a.v.) adil olmasaydı, Allah (c.c.) onu uyarırdı.
Rasulullah (s.a.v.) ona şöyle buyurdu:
"Yazıklar olsun sana. Ben adil olmayınca başka kim adil olacak. Ben sema haberlerinin eminiyim. Bana güvenmiyor musunuz?"
Bunun üzerine Ömer (r.a.):
"Ya Rasulallah, bırak da onun boynunu vurayım." dedi. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Bırak, insanlar Muhammed ashabını öldürüyor demesinler." Sonra dedi ki:
"Bu adamın soyundan bir kavim çıkacak, bu kavim Kur'an okur, lakin boğazlarından aşağıya inmez. Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Eğer onlara yetişmiş olsaydım, Ad kavminin öldürülüşü gibi onları öldürmek isterdim. Onlara yetişirseniz onları öldürün. Onları öldüren kimseler için büyük bir ecir vardır." 99
Bu sapık adam Osman (r.a.) zamanında da bu tür bir fitne çıkardı. Oysa Osman (r.a.) ilk müslümanlardan olma Allah (c.c.) yolunda infak etmesi ve Rasulullah (s.a.v.) beraber cihat etmesi sebebeyle Allah'ın (c.c.) kendisine razı olduğu kimselerdendi. Bu sapık, Osman'ı (r.a.) sevdiği kimseleri dost edinip, sevmediği kimseleri de kendisi den uzaklaştırmakla suçluyordu. Oysa bütün bunlar imamın tam yetkisi altında olan şeylerdi. O fitnecilerin halafetin hakikati ve iki nur sahibi olan Osman'ın yeri konusunda ilimleri yoktu. Sonunda bu iddialar sebebiyle fitne çıktı ve kan döküldü. Böylece raşid halifeler döneminde müslümanlar çok büyük bir belaya maruz kalmış oldular.
Bu inatçı cahiller o dönemlerde, Kur'an’a muhalefet ettiğini söyleyerek İmam Ali'ye (r.a.) beyat etmekten yüz çeviriyorlardı.
Ali b. Ebi Talib, Cemel olayında harp eden kadınların onların mallarının alınmasının haram olduğunu söylüyordu. Ali (r.a.) onlara dedi ki:
"Nasıl olur da bu kadınları kendinize helal kılarsınız. Diyelim ki bu kadınları helal kıldınız, hanginiz Aişe'yi (r.anha) alacak?"
Muaviye zamanında Muaviye'nin askerleri Kur'an sayfalarını kılıçların üzerine astılar. Haricilerin başında olan Zeyd b.Halid et-Tai adındaki adama şöyle dediler:
"Biz bu kavmi Allah'ın Kitabına çağırıyoruz. Sen ise bizi kılıca davet ediyorsun."
Ali (r.a.) ona dedi ki:
"Allah'ın Kitabında ne olduğunu ben çok iyi bilirim."
Haricilerden olan Ester adındaki bir adam Osman'a yaptıklarının aynısını Ali'ye de yapacaklarını söylüyordu. Cemaatin hezimete uğrayıp herkesin arkasını dönerek gitmesinden sonra Ali'nin (r.a.) yanında güç olarak çok az kimse kalmıştı.100
Hariciler, Ali'yi (r.a.) Kur'an'ı hakem tayin etmeye çağırdılar. Kur'an'a muhakeme olunacakları zaman da bundan yüz çevirdiler ve
"İnsanların hakemliğini nasıl kabul edeceksiniz, oysa Allah'tan (c.c.) başka hiç kimse hüküm veremez." dediler.
Ali (r.a.) dedi ki:
"Hak bir söz, ancak bununla batıl isteniyor..."
Sonra onların önlerine Kur'an getirildi. Ali dedi ki:
"Ey Kur'an aramızda hükmet!"
Kur'an'ın dili yoktu ki hükmetsin. İnsanlar Allah'ın (c.c.) kelamından anladıkları ile hükmedeceklerdi.
Sonunda ise haricilerin askerleri şakilik yaptılar.
Abdullah b. Abdullah b. Haram, onlara Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini haber verdi:
"Çok yakında fitneler olacak. O zamanda uyuyan kimse ayakta durandan hayırlıdır. Oturan kimse de ayakta durandan hayırlıdır. Ayakta duran kimse de koşan kimseden hayırlıdır."101
Bu sebeple Ali (r.a.) onları öldürdü. Sayılan on iki bini bulan Haricilerden dokuz kişiden başka kurtulan olmadı.
Daha sonra Abdurrahman b. Mülcem, Ramazan ayının son cuma gününde, hayırlı bir vakitte sabah namazına çıkarken Ali'yi (r.a.) öldürdü.
Ali'yi (r.a.) öldüren kimse, yaptığı bu işle hayırlı bir iş yaptığını ve Allah'ın (r.a.) rızasını kazanacağını zannediyordu.
O dönemin şairlerinden ve Haricilerden olan İmran b. Hittan konuyla ilgili olarak şöyle bir beyit söylemişti:
Ey takva sahibi adamın darbesi, onunla ne istedi
Ancak arşın sahibinin rızasını...
Buna mukabil, Abdullah b. Mübarek de ona reddiye olarak şu beyitleri söylüyordu:
Bilakis, ey şaki kişinin darbesi, onunla ateşe girecek Yakında onunla Allah'a, gazaplı olduğu halde varacak. Hariciler daha sonra da fitne çıkardılar. Kendi aralarında çeşitli grup ve hiziplere ayrılarak zamanımıza kadar, çeşitli şubeler halinde geldiler. İslam için, bunların şu an mevcut olanları da en az geçmiştekileri kadar zararlıdırlar.
Dostları ilə paylaş: |