Dr. Recep Albayrak Türklerin İranı


Kacar/ Kacer/Qacer Türkleri



Yüklə 9,25 Mb.
səhifə109/430
tarix07.01.2022
ölçüsü9,25 Mb.
#82928
1   ...   105   106   107   108   109   110   111   112   ...   430
26.Kacar/ Kacer/Qacer Türkleri
Anayasaya göre, eski hanedan olan Kacarların soyundan gelen prenslerden hiçbiri İran tahtına geçemezdi. Babamın diğer iki eşi Kacar hanedanı mensubu olduğu için, baba bir anne ayrı erkek kardeşlerim de, onların oğulları da şah olamazdı.

Muhammed Rıza Pehlevi
Bazı tarihçiler, Kacarların Yafes bin Nuh’un oğlu Türk’ün soyundan geldiğini kabul etmektedir. Onlar Türk asıllıdır. Eski dönemde; Sulduz, Tañkut ve Celayir olarak üçe ayrılmışlardır. Sulduzlar, hiçbir dönemde İran’a gelmedi. Tañkutlar ise, 30-40 aile idiler ve Moğollara karıştılar. Tañkutlar ve Celayirliler İran ve Turan’a yayılıp, yerleştiler.

Vámbéry ve benzeri şahsiyetleri kaynak olarak alan bazı yazarlar, “Kacer/ Gacer/ Qacer” veya “Kacar” adının, “Kaçar” kaynaklı ve “Kaçak ve firari” anlamı taşıdığını ileri sürerler. Kacar/ Kacer hanedan üyeleri ile bu il/ ulusa mensup aydınlar, “Kacar” kelimesinin Türkçe esas söylenişinin “Kacer/ Gacer/ Qәcәr” olduğunu, karşılığının “Işıldayan, parıldayan, nurlu, aydınlık” anlamı taşıdığını ifade ederler. (Dr. Hamit Cilveger, Azerbaycan Folklor Derlemeleri) “Kacar/ Kacar/ Kacer” il/ ulus adının, “Kaçmak” fiilinden kaynaklandığı ifade edilen “Kaçar” versiyonunun uydurma olduğunu söyleyebiliriz. “Kacer/ Gacer” adı, hanedanın hâkimiyette olduğu dönemde olduğu gibi, günümüzde de“Kacar” şeklinde yazılmakta ve söylenmektedir.

Adının “Kaçmak” fiilinden kaynaklandığı iddia edilen diğer bir Türk ili de Kaşkayılardır. Adam oturmuş, açmış sözlüğü, “Kacar” ve “Kaşkay” adlarının nereden kaynaklandığını ve anlamını iki dakikada bulup, gerçekmiş gibi koymuş kitabına. Önüne gelen de alıntı yapmış.

Araştırmacı-Yazar Dr. Seyfettin Altaylı, “Kacar” adını farklı şekilde izah etmektedir: Azerbaycan Türkçesi’nde “Kacar”, büyük yol, ana yol anlamına gelmektedir. Sonundaki “r” harfi, yer ve mekân bildirir. “Kaca/Qaca”, Karabağ’da bir mıntıkanın da adıdır.

Ege bölgesinde, sayıları az olmakla beraber, Kacar iline mensup cemaat üyeleri ile yapılan görüşmede; aynı ifadeyi kullanarak, Kacar ili adının gerçek söylenişinin “Kacer/ Gacer/ Qәcәr” ve “Kacar” olduğunu, Ege’de “Kacer” ve “Kacar”ların ayrı cemaatlar olmakla birlikte, aynı il/ ulusa bağlı bulunduğunu, aralarında herhangi bir fark ve ayrılığın bulunmadığını beyan ettiler. (Eşref İnan-Simav, 1994)

“İl-i Kacar” isimli kitabın yazarı Nimetullah Gazi Şekib, Kacarların kökeni ve nesebi konusunda şöyle yazmaktadır: “Ağa Muhammed Han Kacar, tahta oturduğu zaman akrabaları, aşireti ve taraftarları, düşmanlarının ve kendilerine soğuk bakan grupların tahkir ve küçümsemelerinin önünü almak istedi. Herhangi bir ihtiyaç olmadığı halde, ailesini bir saltanat hanedanına bağlayarak güç kazanıp, eleştirilere cevap verir hale geldi. Bir soy kütüğü hazırlanarak, Kacarların Cengiz Han soyundan olduğu ilan edildi (Cengiz Han oğlu→Cuci Han oğlu→Celayir oğlu→Sartak Han). Böylece Timurlular, dolayısıyla İlhanlılarla sıhriyet tesis edildi. Biz, asırlardan beri şah ve şehzadeyiz dendi”. Gazi Şekib, Kacarlar hakkında şunu ifade etmektedir: “Kacarlar, ne Özbek, ne Moğol, ne de Türkmen’dir. Belki Hazar denizinin batısında oturan Maverâ-yı Kafkas Türklerinden olan büyük Sulduz ilinin bir oymağıdır. Yanlış olarak kendilerinin Kacar Noyan’ın torunları ve Cengiz Han’ın soyu olduklarını kabul ettiler. Kacar veya Celayir beylerinden Sartak Noyan hükümran oldu ve bir süre hükümet etti. O, yerleşmek için Gürgân nehri sahilini seçti. Ölümünden sonra oğlu Kacar Noyan babasının yerine geçti. Adı, mensup olduğu ile verildi. Böylece onun döneminde Celayir ili Kacar iline çevrildi”.

Kacar/ Kacerler, XIII-XIV. yüzyıllarda Ön Asya’da Sulduz, Tañkut ve Celayir adlı Türk tayfalarından türemiş yeni bir tayfa olarak kabul edilmektedir. XIII. yüzyıl Ermeni tarihçisi Sumbat Sparabet’in yazdığına göre; Kacarlar, Ön Asya’da en güçlü Türk tayfalarından biriydi. XV. yüzyılda; -Rumlu, -Ustaclı, -Tekeli, -Afşar, -Şamlı/ Şamlu, -Zülkadir/ Dulkadar ve -Kacarlardan oluşan yedi Kızılbaş tayfasından birinin Kacarlar olması tesadüfi değildir. Safeviler hâkimiyete geldikten sonra Kacar tayfası devlete askerî hizmetlerde bulunmuştur. Onların bir bölümü Azerbaycan’da, özellikle Gence bölgesinde ve Güney Kafkasya’nın farklı yerlerine yerleştirilmiştir”. Kacarların ana vatanlarının Türkistan olduğu da kabul edilir. (Tofig Ehmedov, El-Obamızın Adları, s.31)

Kızılbaş hareketini destekleyen kabileleri dağıtıp tarumar eden I. Şah Abbas, kendi politikası doğrultusunda Türk Şahseven birleşiği/ konfederasyonunun oluşmasına büyük destek vermiştir. Kızılbaş aşiretlerinin dağıtılması ve iskânı konusunda halefleri Şah Abbas’tan geri kalmamıştır. Kerim Han Zend de benzer politika izlemiştir. Ancak Kacarlar bu politikayı sonlandırmıştır. Şahseven il/ ulusunun inanç sisteminin Safevi Kızılbaşlığından farklı olmadığının altını çizmek gerekir. I. Şah Abbas’ın derdi Türkmenlerin Kızılbaş olup olmamasından ziyade, siyaseten zaptu-rapt altına alınması olduğu bilinen bir husustur. Kacar döneminde hem Kızılbaş Kara-Koyunlular, hem de Şahsevenler, hanedana en yakın akraba Türkmen grupları olmuştur. Günümüzde bile ister yerleşik, isterse göçeri/ devlet-gez olsun Türk il, uluslarının %90’a yakınının Türk Şaman Şamanlık geleneği temelinde Alevi/ Kızılbaş olduklarını ifade edebiliriz.

Afşarlar ve Zendlilerden sonra iktidara gelen Türk Kacar şahları, iktidarlarının sonuna kadar İran’daki Türkmen aşiretlerine hep yakın olmuşlardır. Türkmen aşiretleri, Kacar hanedanını bugün bile hayırla yâd etmektedir. Tebriz ve Tahran’da oturan Kacar hanedanı ileri gelenlerine bugün bile aşiret hanı ve aile büyüğü gibi saygıda kusur etmezler. Kacarlar da bu saygının kadrini bilmekte, evlerini, sofralarını, aşiretlerin ileri gelenlerine ve mensuplarına her zaman açık tutmaktadır. Bilimsel temele dayansın veya dayanmasın hanedan mensupları, kendilerinin Kara-Koyunlu olduklarını kabul etmektedir. Bu kabul, Kacarların Kara-Koyunlu ve Şahsevenlerin teveccühüne mazhar olmalarının sebebini açıklamaya yetmektedir. Kacarlar, kendi halkı ile barışık ender hanedanlardan biridir. Iğdır vilayetinin Kacer köyünü de ilave ederseniz iyi olur kanaatindeyim.

Ahmet Caferoğlu da, benzer şekilde Kacarların Sartak Noyan’ın oğlu Kacar’a nispet edildiğini, bu nedenle “Kacar” kabile adını aldıklarını kaydetmiştir.

Kacar Türk boyunun ana vatanı Türkistan’dır. Said Nefisi’ye göre; bir zamanlar Suriye sınırlarına yakın bir yerde oturan bu Türkmen boyu, XIV-XV. yüzyıllarda Şam’a sefer eden Timur’un ağır baskıları altında, ister istemez bir aralık Türkistan’a dönmeye mecbur oldular. Fakat bu mecburi göç esnasında bir kısmı Azerbaycan/ Gence’de, bir kısmı da İran Irakı’nda yerleşmeyi tercih etmiştir. Nefisi, Kacarları eski Türk-Bulgar, Kıpçak ve bir zamanlar Karadenizle Hazar denizi kuzeyinde yaşamış olan Peçeneklerin karmasından saymaktadır. Delil olarak, Kacar ulusu içerisinde mevcut Peçene soyunu ileri sürmektedir.

Ahmet Caferoğlu, Kacarların nüfusunu 25-30 bin arasında olduğunu belirtmiştir. Benzer rakamlar, “Azerbaycan Sovet Ensiklopediyası”nda da, 1970 yılı esas alınarak İran’da yaşayan Kacarların sayısı 25 bin olarak verilmiştir. Caferoğlu ve ansiklopedide verilen bu rakamları, 1966 ve 1970 yıllarını esas alarak, sadece Doğu Mazenderan/ İran Türkmenistanı’nda oturan yerleşik ve yarı göçer/ devlet-gez Kacarlar için mevzii olarak kabul edebiliriz. Faruk Sümer de Kacar nüfusunu, yabancı kaynakları esas alarak az sayıda göstermiştir. Azerbaycan, Tahran, Gülistan ve diğer bölgeler ele alındığında Kacar nüfusunun Türkiye ve Azerbaycan’da bugüne kadar bilinenin aksine çok fazla olduğu görülecektir. İran’ın geneli dikkate alındığında, ne Caferoğlu’nun, “az sayıda” dediği Kacar nüfusu konusundaki tespiti, ne de Ansiklopedi ve “Oğuzlar” kitabında verilen bilgiler sağlıklı değildir. Verilen bu rakamlar, sadece Türkmen Sahra’daki Kacarlar için kabul edilebilir makul rakamlardır. (Bkz.→A.Caferoğlu, “İran Türkleri”, s.128-129; ASE, 3.cilt, “Kacar” maddesi, s.103; Ahmet Caferoğlu-Talip Yücel, “Güney Azerbaycan ve İran’da Türkler”, Türk Dünyası El Kitabı, s.1117; Faruk Sümer, Oğuzlar, s.365)

Doğu Mazenderan/ İran Türkmenistanı’nda yaşayan Kacar uruğu, göçü yıllar önce terk etmiştir. Halen aynı bölgedeki Hezar-Cerib ve Suvar-Şaku’da yerleşik hayata geçmiştir. Tarım, hayvancılık ve ticaretle meşguldürler. Suvar-Şaku’yu, “Suvar-Şahi; pirinç fidanı, sulu fidanlar yöresi” olarak açıklayanlar vardır. Suvar/ Sovar; ağaçla kaplı küçük tepecik anlamını taşır. (Dr.Hamit Cilveger, Azerbaycan Folklor Derlemeleri)

Ak-Koyunlu Türkmenleri, Şah İsmail Safevi’den önce İran’da güçlendi. Timurluların egemenliği sarsılınca Ak-Koyunlular, Kacarlarla akrabalık kurarak yakınlaştılar. Bu Uzun Hasan dönemidir. Kacarlar önce Azerbaycan sınırına ve Azerbaycan’ın Gence ve İrevan bölgelerine yerleştiler.

Karabağ, Gence, Horasan, Merv ve Esterabad eyaletleri H/K. 969/ 1562 tarihinde Kacar il/ ulusunun Ziyadoğlu ve Gavanlu adlı iki büyük tayfasının yönetimindeydi. I. Şah Abbas Safevi, Kacarların güçlenmesinden endişe duymaya başladı. Bu endişenin en büyük nedeni, kaynaklarda verilen bilgilerin aksine Kacarların, Türkmen olan Anadolu Türkleri ile olan akrabalıklarıdır. Bu sırada Gence, Karabağ, Horasan, Merv ve Esterabad gibi önemli politik ve ekonomik merkezler Kacarların kontrolündeydi. Bu nedenlerden ötürü Kacar ulusunu üçe böldü. Bunlardan birini Horasan ve Merv’e, diğerini Karabağ’a, üçüncüsünü Esterabad ve Gürgân’a yerleştirdi. Bu bölme sonucu Lezgiler, Türkler ve Türkmenlerle cereyan eden sınır çatışması ve savaşlarda Kacarların gücü ve kudreti azaldı. Esterabad ve Gürgân’da oturan Kacarları, oturdukları mekânı esas alarak “Yuxarı-baş/ Yuxarkı-baş” ve “Aşağı-baş/ Aşağkı-baş” adı altında ikiye böldü.

Şah Tahmasb Safevi’nin saltanı döneminde, “Yukarı-baş” Kacarlarının reisi olan Şah Sultan Hüseyin, her iki grubun ilbegliğine getirildi. “Aşağı-baş” Kacarlarının reisi olan Feth-Ali Han Serdarlığa yükselince, her iki ilbegi Şah Tahmasb’ın büyük Serdarları oldular. Feth-Ali Han, büyük bir ordu hazırlayarak, Meşhed’in muhasarası nedeniyle Şah Tahmasb’ın yardımına gitti. H/K. 04 Safer 1139/ 01 Ekim 1726 salı günü Şah’ın emriyle katledildi. Feth-Ali Han’ın öldürülmesinden sonra, Yukarı-baş tayfalarının reisliği Esterabad yönetimine geçti. Bunun üzerine Feth-Ali Han’ın oğlu Muhammed Hasan Han, Türkmenlere sığınmak zorunda kaldı. Türkmenlerin yardımı ile Esterabad’ı ele geçirdi. bilahare Kerim Han Zend ile savaşa girdi. Bu savaşta yenilerek öldürüldü. Oğulları, Türkmen aşiretlerine sığındı. Bir süre sonra Kerim Han Zend’e teslim oldular. Kazvin’e sürüldüler. Ardından Şiraz’a nakledildiler. Nadir Şah Afşar, kendisine karşı çıkan Karabağ ve Gence Beylerbegi Uğurlu Han Kacar’ın gücünü kırmak için Karabağ ve Gence’de bulunan Kacarların bir bölümünü Horasan’a sürdü.

Bazı Türk akademisyenlerin kitaplarında, Esterabad ve Gürgân bölgesinde iskân edilmiş olan Kacarların bölümlenmesi olan “Yukarı-baş” ve “Aşağı-baş” tasnifi, Halacların yapılanması olarak gösterilmiştir ki, kesinlikle yanlıştır.; İrec Afşar Sistani, Nigahi be-Azerbaycan-ı Şarki, s.177-179 ; http://xorasan.blogspot.com)

*

Kacar Şahları


Ağa Muhammed Han (H.1205-1211/ 1791-1796):

Muhammed Hasan Han Kacar’ın oğludur. Kerim Han Zend’in sarayında rehin olarak tutulmaktaydı. Kerim Han Zend’in ölümünden sonra Kacar ilinin yardımını almak ve ordu hazırlamak için Şiraz’dan Mazenderan, Talış ve Mugan’da bulunan Kacar aşiretlerinin yanına gitti. Kacar tayfalarını birleştirerek hükmü altına aldı. ((Dr. Hamit Cilveger, Azerbaycan Folklor Derlemeleri)

Ağa Muhammed Han, önce Hazar denizinin güneyini ele geçirerek, Isfahan’a yürüdü. Cafer Han Zend’in ordusunu yenerek, kenti ele geçirdi. Ardından Tahran’a gelip, 1795 tarihinde şahlığını ilan etti. Uzun mücadelelerden sonra İran’ın tamamını ele geçirdi. Şuşa kalesini muhasara ettiği sırada, üç muhafız tarafından sabah saatlerinde öldürüldü.

Feth-Ali Şah (1796-1834):

Ağa Muhammed Han’ın öldürülmesinden sonra, kardeşi Hüseyin-Kulu’nun oğlu Baba Han, “Feth-Ali Şah” adını alarak tahta çıktı. Saltanatının ilk yıllarında kardeşi Hüseyin-kulu Han, Sadık Han Şeqaqi ve Muhammed Han Zend, Feth-Ali Han’ın şahlığını kabul etmeyerek ayaklandılar. Daha sonra bunlar itaat altına alındı. Ardından Şahruh Afşar’ın oğlu Nadir Mirza Afşar, Horasan’da direnişe geçti. H/K. 1218/ 1803 yılında yakalanarak öldürüldü.

Bu sırada Rus Çarı Aleksandr, Güney Kafkasya’daki birkaç kente saldırarak ele geçirdi. Naibüs-Saltana Abbas Mirza komutasındaki Azerbaycan Serdarları Rus ordusu üzerine yürüdü. Ruslar çekilerek Tiflis’e döndü. H/K. 1220/ 1805 yılında Ruslar Karabağ’a saldırdı. Karabağ’da da Ruslara yenildiler. On yıl süreyle devam eden Rus saldırıları sırasında Kacarlar elden çıkan vilayetlerden hiçbirini geri alamadı.

Bu dönemde Fransız İmparatoru Napolyon, İran’a sefirler gönderdi. Feth-Ali Şah, Fransa’nın yardımıyla keybettiği vilayetleri geri alma umuduna kapıldı. Ancak Fransa’nın amacı başkaydı. İran üzerinden Hindistan’a geçmeyi planlıyordu. İran-Rus savaşları devam etti. İngiltere araya girerek, İran aleyhine olan Karabağ’daki Gülistan’da aynı adla anılan antlaşmanın imzalanmasını sağladı. Bu antlaşma sonucu Bakü, Derbend, Şirvan, Karabağ, Gence ve Şeki Ruslara geçmiş oldu. Bu Azerbaycan topraklarının parçalanmasının başlangıcıdır. Azerbaycan toprakları, Gülistan Antlaşması’ndan itibaren Ruslar, İranlılar ve Rus desteğindeki Ermeniler arasında usul usul paylaşıldı.

Feth-Ali Şah, 37 yıl saltanat sürdükten sonra, geride çok sayıda çocuk bırakarak 68 yaşında H/K. 1250/ 1834 yılında öldü.
Muhammed Şah (1834-1848):

Feth-Ali Şah’ın ölümünden sonra veliahd ve Azerbaycan Valisi Abbas Mirza’nın oğlu Muhammed Mirza, 26 yaşındayken Londra ve Sen-Petersburg’un onayıyla tahta geçti. Muhammed Şah, Feth-Ali Şah’ın torunudur. Muhammed Şah’ın babası Naibüs-Saltana Abbas Mirza’ya tahta geçmek nasip olmadı. Ancak en az Kacar şahları kadar tanınan bir kişi olarak tarihteki yerini aldı. (Şemistan Nezirli, Kacarlar, s.7)

Zayıf ve hastalıklı bir kişiliğe sahip olan Muhammed Şah, taht üzerinde hak iddia edenleri, babasının da veziri olan Kâim-makam Ferahani sayesinde bertaraf etti. H/K. 1251/ 1835 tarihinde törenle taç giydi. Ardından baba yadigârı olan 1834’te vezir-i azam yaptığı Ferahani’yi dedikodular yüzünden görevden aldı. Sadaret makamına 13 yıl bu görevde kalacak olan hocası Kafkasyalı sufî Mirza Agasi İrevani’yi getirdi. Bu sırada Herat valisi Kâmuran Mirza, devlet hazinesine göndermesi gereken maktu vergiyi göndermediği gibi, Sistan’ı ele geçirme sevdasına düştü. Muhammed Şah, ordusu ile birlikte H/K. 1253/ 1837 yılında Herat’a giderek, şehri muhasara etti. Dokuz ay süren muhasara sırasında İngiliz sefirinin teşviki ile İngiliz savaş gemileri Halic-i Fars/ Basra Körfezi’ne girerek, Hark adasını işgal etti. Çaresiz kaldı, Herat muhasarasına son verip, H/K. 1254/ 1838 tarihinde Tahran’a geri döndü.

Muhammed Şah’ın saltanatının son yıllarında İran ile Osmanlılar arasında sınır konusunda anlaşmazlık çıktı. Rusya ve İngitere’nin hakemliğinde anlaşmazlık sona erdi. H/K. 1263/ 1848’de Erzurum anlaşması imzalandı. Şah, 14 yıl saltanat sürdükten sonra H/K. 1264/ 1848 yılında öldü.


Nasreddin/ Nasıreddin Şah (1848-1896):

Muhammed Şah hayattan geçtikten sonra, Veliaht ve Fermanferma-yı Azerbaycan/ Azerbaycan Genel Valisi olan Nasreddin Mirza, yanında Kacarların damadı, yani kızkardeşininin kocası olan eniştesi Mirza Taki Han Emir-i Nizam ve diğer erkân olduğu halde Tebriz’den Tahran’a hareket etti. 23 Zilkade 1264/ 21 Ekim 1848 Cumartesi günü payitahtta tac giydi. Yetenekli ve reformist bir şahsiyet olan Mirza Taki Han Emir-i Nizam’ı, “Atabek-i Azam” unvanıyla sadaret/ başbakanlık makamına oturtdu. Tebriz sarayının aşçısının oğlu olan Mirza Taki Han, kendisini bu makama layık görmeyen muhaliflerini, liyakati ve ince siyaseti ile bertaraf etti. “Emir Kebir” adı ile şöhret kazanacak olan Mirza Taki Han reformist bir şahsiyetti. Önce devlet işlerini yoluna koydu. Ardından maliyeyi düzene soktuktan sonra devlet hazinesini yağmalayanların görevlerine son verdi. Vilayetlerdeki karmaşayı ve düzensizliği ortadan kaldırıp, devlet nizamını yerli yerine oturttu. En önemlisi, eğitim ve kültür faaliyetlerini genişleterek Darül-Fünun/ Yüksek okulların temelini attı. Muhaliflerinin yoğun baskısı nedeniyle 15 Muharrem 1268/ 10 Kasım 1851 Pazartesi günü Nasreddin Şah’ın fermanı ile görevden alındı. Yerine Mirza Ağa Han Nuri getirildi. 18 Rabbiülevvel 1268/ 11 Ocak 1852 Pazar günü Kaşan Fin Parkı/ Fin Bağı’ndaki Fin hamamında حمام فين , daha sonra “İtimadüs-Saltana” unvanını alacak olan Hacı Ali Han Mukaddem tarafından öldürüldü. Nasreddin Şah’ın vezirlerinden Müşirüd-Dövle’nin büyük babası hamam tellağı, Eminüs-Sultan ise, Gürcü bir berberin oğluydu.

Nasreddin Şah, H/K. 1275/ 1858 tarihinde Azerbaycan ve Irak’a gitti. “Hakayik’ul-Ahbâr”ın yazarı Nasıri şöyle yazmaktadır; “Nasreddin Şah, Kürdistan ve Hamse güzergâhını takiben Sultaniye çayırlığına ulaştı. Çayırlık, zilhicce ayının ikisinde (03 Temmuz 1859) gökyüzünün yıldızları yere inmiş gibi sultana layık şekilde aydınlatıldı ve süslendi.

Veliahd Muzaffereddin Mirza’nın yetersizliği nedeniyle, Şemsi 1257/ 1878 yılının ortalarında, veliahd ile Feth-Ali Han Sahib-i Divan arasında çıkan anlaşmazlıktan ötürü Azerbaycan’ın yönetimi zafa uğradı ve refah seviyesi düştü. Nasreddin Şah, Azerbaycan’ın ıslahı için Mirza Hüseyin Han’a geniş yetkiler vererek Tebriz’e gönderdi. Bir süre geçtikten sonra Azerbaycan halkı yönetime karşı ayaklandı. Bu arada Sahib-i Divan’ın evine baskın düzenlendi. Azerbaycan olaylarının kendisine ulaşmasından sonra Şah, konuyu araştırmak üzere Saray Kâtibi Nur-Muhammed Han Emin-i Divan’ı Azerbaycan’a gönderdi. Tebriz ayaklanması, ruhanilerin yardımı ile yatıştırıldı. Hemen Sadrazam Mirza Hasan Han Sipehsalar’ı, Azerbaycan’ın ıslah işlerine nezaret etmesi için Tebriz’e gönderdi. Sahib-i Divan ve veliahdın yetkilerine sınırlama getirdi.

Nasreddin Şah, saltanatı döneminde çeşitli Vezarethane/ bakanlıklar kurdu. 17 Zilkade 1313/ 30 Nisan 1896 Perşembe günü Rey kentinde Hz. Abdül-Azim’in türbesini ziyareti esnasında Mirza Rıza-yı Kirmani tarafından öldürüldü. Buraya defnedildi. Nasreddin Şah döneminin en önemli hadiselerinden biri 1848-1850 BABi isyanıdır. Bkz.→ Bahailik

Muzafferedin Şah (1896-1907):

Nasreddin Şah’ın öldürülmesinden sonra, 40 yıl süreyle valiahdlık yapan oğlu Muzaffereddin Mirza tahta geçti. Şemsi Mordad 1285/ 05 Ağustos 1906 Pazar günü Meşrutiyet fermanını ilan etti. Meşrutiyetin ilanından sonra Meclis-i Şura-yı Millî için seçim nizamnamesi hazırlandı ve seçim yapıldı. Muzaffereddin Şah ve milletvekillerinin katılımı ile 18 Şaban 1324/ 07 Ekim 1906 günü meclis açıldı.

Muzaffereddin Şah, 51 maddeden oluşan Kanun-u Esasi’yi Anayasa, meclisin 14 Zilkade 1324/ 30 Aralık 1906 tarihinde kabul etmesinden sonra tasdik etti. Aynı ay içerisinde hastalanarak öldü.

Muhammed Ali/ Memmedeli Şah (1907-1909):



Yüklə 9,25 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   105   106   107   108   109   110   111   112   ...   430




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin